10. "Sadece Arkadaş"

 

Bölüm şarkıları:
348, Bana Sen Lazımsın
Sezen Aksu, Onu Alma Beni Al

•🧁•

Dorukhan Falay'ı tutup şu takıma getirmekteki amaç nedir? Amatörde süre buluyorduysa bu bile çokmuş ona.

Twitter'de adını arattığımdan beri karşıma çıkan nefret söylemlerinin derecesi karşısında şok geçiriyordum son yarım saattir.

Bu ülkenin yetiştirdiği oyuncuların en büyük sorunu serbest atış kaçırmak ya! Travmamız var kardeşim, Türkiye-Amerika maçını hatırlayıp hatırlayıp tetikleniyorum. Almayın atamayanı takıma.

Aslında ben Doruk'un altyapıda geçirdiği son sezonun serbest atış yüzdelerine bakmıştım. Yüzde doksan ikilik bir isabet oranı vardı. İlk maçın günahı olmazdı bence. Olmamalıydı.

Koçun yapacağı rotasyona da başlayacağım şimdi. Sattı maçı. Doruk girmese alırdık.

"Bok alırdınız ya." Kendi kendime konuşacak seviyeye gelişim beni ürküttü. En azından odamda oturuyordum da kimse beni bu halde görmemişti. Koyunlu pijamalarım ve kucağıma çektiğim mandalina tabağımla atılan tweetleri kaydırmaya devam ettim.

Bir çöp kutusu görseliyle yan yana konulmuş Doruk'un fotoğrafını görmemiş gibi yaparak hızlıca geçtim.

Karşıma attığı ilk üçlüğün bir videosu çıktığında ise üzerine tıkladım ve tam üç kez başa sararak güldüğü ana kadar oynattım. Resmi hesap tarafından "Hoş geldin Dorukhan Falay" başlığıyla paylaşılmıştı. Böyle bir videoyu favlamadan geçme gibi bir ihtimalim yoktu.

Haksızlık ediyorsunuz bu çocuğa.

Oh, dedim. Nihayet benim gibi düşünen biri.

Anlattığınız kadar kötü değil, daha da kötü. Bırak maçı düğünümde bile oynatmam.

Hay, dedim. Erken sevinen beni eşekler kovalasın.

Gözlerimi kapatıp ağzıma bir dilim daha mandalina tıkıştırırken onunla konuşmayı çok fazla içimden geçiriyordum ama muffin için görüşüp kahvaltı yaptığımız günden bu yana hiç konuşmamıştık. Sıkıntılı bir nefes verip yeniden gözlerimi ekrana çevirdim ve upuzun bir savunma yazısını bu kez hevesle okudum.

Oyuna girdiği an belli etti farkını. İçi geçmiş diğer on birin aksine varını yoğunu ortaya koyarak oynadı. Her şeyi doğru yapmadı belki ama en azından her şeyiyle çabaladı. Atıştır, kaçar. Milyonlar ödeyip aldığımız Shaw da kaçırıyor, ee? Kaybedilen oyunun cezasını 19 yaşında bir çocuğa kesmek ne kadar doğru? Enerjisi, hırsı, azmi için kendisine teşekkür ederim. Dorukhan Falay'ın her bir hareketi adanmışlık kokuyordu. Bu takımda olmayı bu kadar hak eden birini daha düşünemiyorum. Yolu açık olsun, ki olacaktır da.

Onun gibi düşünen 1300 kişinin varlığı beni motive etti. Sabahtan beri ihtiyacım olan böyle bir yorum görmekti. İster istemez attığı diğer tweetlere bakmak için bir istek belirdi içimde ve gördüğüm isimle birlikte donakaldım, sonra kahkaha krizine girdim. Zaten takip ettiğim birine aitti bu hesap.

Feyyaz Falez.

Annem, babamın Efes'e yeni gelen çocukla kafayı bozduğunu söylerken hiç de yanılmıyordu. Benim gördüğüm tweetleri Fırat'ın da gördüğünü varsayarsam onun da kıskançlığı pek haksız sayılmazdı. Babam, koyu bir fanatik olduğu için belli bir kitleye sahipti. Ona saygı duyup büyüğü sayan birçok taraftar olduğunu biliyordum.

Altına atılan diğer fikirleri görmek için tweetin üzerine tıkladığımda gülüşlerim babamın onlara attığı cevapları okurken giderek şiddetlenmeye başladı.

Karpuz attı bildiğin. Şu maçta da şu çocuğu savunmazsın ya.
Feyyaz Falez: bi dahakine sana sorarım madem

19 yaşındaki herkese tolere gösterelim o zaman?
Feyyaz Falez: gösterelim, insanız ya biz?

Dorukhan'ın fake hesabı ya da kız arkadaşısın başka açıklaması olamaz.
Feyyaz Falez: bildin, kız arkadaşıyım.

Altına emekli edilen eski bir oyuncunun formasını giydiği, sakallı bıyıklı profil resmini de eklemişti babam.

Harika bir adamdı.

Telefonu kapatıp kendi kendime gülmeye devam ederken bir anda durdum ve Doruk'un onu düşündüğümü hissedip tam o an bana yazması gerekiyormuş gibi WhatsApp bildirimlerimi kontrol ettim ama gelen giden yoktu. Ben de uygulamaya girdim ve Naz'a yazdım.

Feza: Selam, nasılsın?

Naz'ım: Yazma bebeğim

"Off!"

Feza: Bir kere yazayım

Feza: Soğuk yaparsa söz yazmam bi daha

Feza: Nasıl olduğunu merak ediyorum

Feza: Herkes eleştirmiş çocuğu ya düşünebiliyor musun üzerindeki baskıyı?

Naz'ım: Sporcu ya o, alışkındır Feyza

Naz'ım: Yazacaksın dimi

Naz'ım: Tamam kurtlanma yaz hadi

Naz'ım: Kaptırma yalvarırım

Kaptırmazdım ki. Soğuk davranırsa kırılırdım ama. Bir daha yazmazdım, maçını da izlemezdim hatta. Tavşan dağa küserdi dağın haberi hiçbir zaman olmasa da.

Doruk'a yazmadan önce profil fotoğrafına tıkladım. Formalı değildi. Üzerinde siyah bir tişört vardı. Kafasını sola çevirdiği için kadrajda sağ profili vardı. Kameraya bakmıyordu. Yüzüne güneş vuruyor, yanağı ve çene kemiği bu yüzden hoş duruyordu. Saçları dalgalı ve dağınıktı. Alnına dökülüş şeklini beğenmiştim.

Ne yaptığımı fark edince hemen geri çıktım. Bir aynaya baksaydım muhtemelen yanaklarımın kızarmış olduğunu görürdüm. Hızlıca mesaj kısmına girip klavyemi açtım.

Feza: Nasılsın?

Telefonu kapatıp yatakta ayak ucuma doğru fırlattım ve ağzıma bir dilim mandalina tıktım. Kalp atışım üç katına çıkmıştı. Utanarak bakışlarımı tavana çevirirken az önce yaptığım şeyi unutmayı denedim. Yeterince inanırsam belki yeryüzünden silinmeyi başarabilirdim.

Hayır, çok abartıyordum. Bağdaş kurup oturdum. Ben böyle biriydim. Merak ederdim. Arkadaşı değilsem arkadaşım değilsin diyebilirdi. Benim de yazıp huzur bozacak halim yoktu. Yazmamı istemediğini söylerse zaten yazmazdım. Ben takıntılı bir telefon sapığı mıydım? Hayır değildim. Zaten tipim de öyle değildi.

Mandalinamı yemeye devam ettim ama içlerinden bir dilimi çekirdekli çıktı. Bir bu eksikti diye geçirdim içimden. Her şey üst üste geliyordu.

Anne diye ağlasam çok mu abartı olurdu? Ben bu ruh haliyle baş edemiyordum çünkü.

Çok geçmeden bir bildirim sesi duyduğumda az önce üç katına çıktığını düşündüğüm kalp atışlarım bu kez beşe katlandı. Uzanıp telefonu aldım hemen.

Naz'ım: Ne yazdın?

Ofladım bir kez daha. Doruk sanmıştım.

Feza: Lütfen bana bir süre yazma

Naz'ım: NİYE BÖYLE YAZDIN ÇOCUĞA DURDUK YERE?

Feza: Hayır, sen yazma

Feza: Ona nasılsın yazdım ama şimdi sen mesaj atınca sandım ki o cevap verdi

Naz'ım: İyi ki kaptırma dedik güzel bebeğim benim aferin sana hiç kaptırmamışsın kendini

Feza: Kaptırmadım? Telefon sapığı değilim

Naz'ım: Ne

Feza: Boş ver

Feza: Yazma bana, öptüm

Naz'ım: Beni habersiz bırakma, öptüm

Dakikalar geçti. Bir telefonun başında oturup heyecandan hiçbir şey yapamadan beklemek bana çok tuhaf gelen bir eylem olduğundan acaba telefonumu kapatıp kendimi uyumaya mı zorlasam diye düşündüm. Kulaklıklarımı yeniden kulağıma yerleştirirken playlistime girip bana rastgele bir şarkı açacak tuşa bastım. Bunu huzursuz hissettiğimde hep yapardım ve eğer karşıma çıkan şarkı işime gelen türden bir şarkıysa bunun bir mesaj olduğuna inanırdım.

Tatlı bir melodi kulağıma dolmaya başladığında sözler gelmeden önce şarkıyı anlamıştım çoktan. 348, Bana Sen Lazımsın.

Yeniden telefonuma baktığımda ise bir bildirim gördüm ve ellerim titremeye başladı.

Doruk: Selam Feza

Doruk: Kendimi pek iyi hissetmiyorum

Doruk: Nasılsın sorusuna hep iyiyim cevabı mı bekler insan sorarken? Aslında ben hep iyiyim derim ama sana yalan söylemek istemiyorum

Doruk: Öyle bir anda yazdın ki sanki hissetmişsin gibi

Doruk: Teşekkür ederim, gerçekten. Sen nasılsın?

Gözlerim baştan sona bir kez daha okudu mesajları. Bir kez daha sindirmeye çalıştım. Soğuk yapar mı diye düşündüğüm çocuk yalnızca sekiz harflik mesajımla birlikte içini dökmüştü bana. Günler süren sessizliğimiz sanki hiç olmamıştı. Sanki en son dün gece oturup sohbet etmiştik onunla.

Feza: Sesin soluğun çıkmayınca seni merak ettim

Eh, hafif bir trip atmayı hak etmiştim bence. Niye yazmamıştı öğrenmem gerekiyordu. Varlığımı yalnızca ben hatırlattığım sürece hatırlayan bir insanla arkadaşlığımı sürdürmek istemezdim.

Feza: Neden kötüsün?

Doruk: Düzelirim ben, boş ver beni. Sen nasılsın?

Feza: Boş veremem, bir şey mi oldu?

Maçını izlememiş, adıyla atılan tüm tweetleri tavaf etmemişim gibi rol kesmelerim yok muydu bir de...

Doruk: Adapte olmaya çalışıyorum bu yeni tempoya. Biraz içim sıkıldı sadece. Merak etme, önemi yok.

Doruk: Seni arayabilir miyim?

Doruk: Sesini duyarsam geçer.

Şarkı kulağıma aynı anda dedi ki, yaşıyorum ama bomboş belki bana sen lazımsın.

İçimde tuhaf bir kıpırtı, daha önce benzerini yaşamadığım türden bir titreme hissettim. Ona bir cevap yazmadan bile önce telefonu kulağıma koymak için kaldırdım. Çünkü çoktan telefon numarasını tuşlamıştım.

"Feza," dedi soluk alır gibi. Saniyesinde açmıştı. Saat onu çeyrek geçiyordu ve onun sesi uykuya çok ama çok ihtiyacı varmış gibi çıkıyordu. "Selam."

"Selam," dedim. "Ne olduğunu hiçbir detay atlamadan anlat bana hadi."

"Visal'i kapattın mı?" derken sesi onu dinleme hevesim yüzünden şaşkındı.

"Visal'de değilim. Erken çıkmıştım bugün. Taner'le Eren kapatacaklardı. Öyle konuştuk anlaştık. Annem geçen gün bana dedi ki eve biraz daha erken gelsen olmaz mı? Sonra ben de onu üzmeyeyim diye biraz erken çıktım işte. Ee, sen ne yapıyorsun?"

Güldüğünü fark ettiğimde anladım yine taramalı tüfek gibi konuşup ona müsaade etmediğimi. İçimdeki bu dürtüye hakim olamıyordum. Konuşmadığımız kaç gün varsa her birinin her saniyesini uzun uzun ona anlatmaya dair bir istek vardı içimde. Eğer sıkılmayacaksa trafik lambasının direğinde gördüğüm böcek hakkında bile onunla sohbet edebilirmiş gibi hissediyordum kendimi.

"Güzel olmuş. Kendini çok yorma." Kısa bir es verişinin arkasından "Geçen maçta süre aldım biliyor musun?" diye sordu heyecanla.

Ve ben dilimi tabii ki tutamadım. "Biliyorum."

Birkaç saniye karşı taraftan hiç ses gelmedi ve geldiğinde bu şoka uğramış birine ait gibiydi. "İzledin mi?"

"Evet," dedim hemen. Ardından frene basmam gerektiğini hissettim. "Babamın sıkı bir taraftar olduğunu sana söylemiştim."

"Yaa," dedi gülümsediğini bana hissettirerek. "İyi başladım maça ama devamını getiremedim. Öyle, ona takıldım biraz. Yarınki maçta koç beni kenarda tutabilir bilmiyorum. Bakacağız."

"Olsun. Her şey çok yeni. Alışırsın ki hem daha. Gayet iyi başlamıştın." Saçmalıyordum. "Başka bir sorun yok değil mi?"

Birkaç saniyelik bir sessizlik yaşadığında afalladığını düşündüm. "Yok," dedi alelacele. "Bu cumartesi çalışıyor musun?"

"Neden sordun?"

"Bana gelir misin diyecektim." Gözlerimi kocaman açtığımda yaşadığım şok yüzünden dudaklarım da aralandığında aramızda kısa bir sessizlik oldu ve saniyeler sonra Doruk telaşla konuşmaya başladı. "Yani, bizim çocuklarla bizde toplanacağız. Bekir'le tanışmıştın ya. O da gelecek mesela. Kalabalık bir grup olarak tabii. Sen de gelmek ister misin diye. Sen de ol istedim diye öyle dedim. Gelebilme şansın var mı?"

Birkaç gündür tanıdığım birinin evine gitmeyi doğru bulmayan tarafımla Doruk'un iyi bir insan olduğuna inanan tarafım arasında bir çatışma yaşandı. Birkaç saniye süren bu kavga boyunca ne diyeceğimi bilemediğim için öylece kaldım. Hayır demekle ilgili problemlerim vardı fakat evet demek istememin sebebi bu değildi. Onunla biraz daha zaman geçirmenin yolunu arıyorsam bu uygun bir fırsattı.

"Ama orada benim ne işim var ki?" diye sordum. "Arkadaş ortamını tanımıyorum sonuçta."

"E tanı diye çağırıyorum ya."

Niye arkadaşlarını tanımam gerekiyordu ki? Ben de kanımın ısındığı bir insanı doğrudan sevdiğim insanlarla tanıştırmak isterdim fakat onun bu tip biri olduğunu pek sanmıyordum. Kafamın içinde neyin değerlendirmesini yaptığımı da bilmiyordum.

"Kendimi biraz rahatsız hissederim sanırım," dedi her zaman dürüstlüğün en doğru yol olduğunu düşünen yanım. "Hem yabancı insanlar hem yabancı bir ortam... Bilemedim Doruk."

"Asla üstelemeyeceğim ama gelirsen çok sevinirim." Yine bir sessizlik oldu. Ağzından öylece yuvarlanan sözcüklerin sebebini düşünmüş olabilirdi bu sürede. "Ben," dedi ve durdu. "Ben sana konum atayım fikrini değiştirirsen diye." Yine durdu. Resmen ne diyeceğini bilemeden konuşuyordu benimle. "Muhtemelen ablam da bizimle olur. Kendini rahatsız hissedeceğin bir ortam olmayacaktır, garantisini verebilirim ama tabii ki gelmek istemiyorsan anlarım seni. Hiç sorun değil. Bana bir anlığına normal bir fikirmiş gibi geldi, senin pencerenden bakmayı akıl edemedim."

"Her zaman kız arkadaşlarını evine çağırıyorsun yani?" Alayla sorduğum soruda sesimden güldüğümü rahatlıkla anlayabilirdi fakat aldığım cevabın gülüşümü soldurduğunu bilemezdi.

"Evet," dedi net bir şekilde. "Kızlı erkekli toplandığımız çok olur."

Yani bu onun için normal bir aktiviteydi. Benim o ortamda bulunmam, kafamda büyüttüğüm türden özel bir şey değildi. "Anladım," dedim. "Önümüzdeki maç için başarılar dilerim bu arada. Bence yine süre bulacaksın."

"Göreceğiz bakalım." Derin bir nefes aldığını hissettim. "Teşekkür ederim Feza," dedi sonra. "Haklıymışım."

"Ne konuda?"

"Sesini duymanın bana iyi geleceği konusunda."

🍧

Cuma gününün sabahı, Naz'la upuzun bir konuşma yapmıştık öğlende oluşan bir boşluk anımızda damla çikolatalı kurabiyelerimizi yerken. O gitmem gerektiğini savunan, oraya gitmezsem kafamı kıracağını söyleyen taraftı. Doruk'un beni evine davet etmesini garip bulmamıştı. Onun için de normaldi bu. O benden çok daha sosyal biri olduğundan daha önce kalabalık gruplar halinde erkek arkadaşlarının evlerindeki buluşmalara katılmışlığı vardı. Kafamda kurmak yerine akışına bıraksam aslında nasıl da rahatlayacağımı anlatmıştı uzun uzun.

Fikrimi değiştirmeyi başaramamıştı. Eğer Doruk benimle buluşmayı yeniden isterse bunu dışarıda ve ikimiz yalnız başımızayken yapmayı tercih ederdim. O akşam fikrim değişmeseydi, gece olduğunda kibar bir dille gelemeyeceğimi söyleyecektim fakat Efes'in maçı kararımı gözden geçirmeme sebep oldu.

Doruk, yalnızca dört dakika sahada kalmış ve eksi iki verimlilik puanıyla oynamıştı. Yani takımına katkı sağlamak yerine zarar vermişti.

Her ne kadar basketbol hakkında her şeyi bilmiyor olsam da Doruk'un takımına uyum sağlamakla ilgili bir sıkıntısı olduğunu anlayabiliyordum. Bir takım anlaşmazlıklar yaşandığını bile tahmin edebilirdim hatta. Babam saha içi iletişimlerinde kopukluk olduğunu, özellikle Aras'la bir türlü uyuşamadıklarını söylemişti yemek masasındayken Fırat'a. Fırat büyük bir keyifle senin çocuk yine batırdı dediği için bu savunmayı yapmıştı.

Moralinin ne kadar bozuk olduğunu düşündükçe onunla yeniden konuşmak istedim fakat bana attığı son mesaj evinin konumuydu. O günkü konuşmamızdan sonra yeniden iletişime geçmemiştik, bu da beni soru işaretleriyle bırakıyordu. Benim istediğim kadar benimle konuşmayı istemiyor muydu?

Belki de her gün her gün konuşmamıza gerek olmadığını düşünüyordu.

O halde benim arkadaşım değil miydi? Ben arkadaşlarımla her gün konuşurdum.

Bunlara takılmak yerine dolabımın önüne geçtim ve yarın ne giysem diye düşünmeye başladım. Beyaz halter yaka bir badinin üzerine toz pembe bir gömlek seçtim. Gömleğim kırış kırış olduğu için yatağa girmeden önce onu güzelce ütüledim ve sandalyemin arkasına düzgünce astım. Kararımı çoktan vermiş, Eren'in yerime bakacak olmasını çoktan ayarlamıştım. Çoktan dediğim yarım saat önceydi ama bence çoktandı.

O gece geçmek bilmedi. Doruk'a geleceğimi belirten bir mesaj bırakmak yerine sessiz kalıp içimi içime kapattım. Gelmeyeceğimi sanıyordu, bu yüzden bir sürpriz olabilirdim onun için. Belki de Doruk, şu buhranlı dönemin içindeyken biraz olsun kafasını dağıtma şansını bulabilirdi.

Ertesi gün öğle vakti metrobüsten inip haritalardan açtığım konumu takip ederken diğer elimle de çantamın zincirine sıkıca sarılmıştım. Dört dakika yürüme mesafem kalmıştı ama sanki bana dört asırdı o yol. Sabah Visal'e hiç uğramadığım için bunun yerine bizim eve yakın olan bir pastaneye girmiş, bir kutu tatlı almıştım. Elim boş gidersem ayıp olacağını, götüreceklerimi kendi ellerimle hazırlarsam da bunun fazla olacağını düşünmüş ve en son böyle bir çözüm yolu bulmuştum.

Daha doğrusu Naz bulmuştu.

"Sokrates felsefeye yön verirken senin kadar düşünmemişti," argümanından sonra da bana ne yapmam gerektiğini adım adım açıklamıştı.

Orta halli denilebilecek aynı tip binalardan oluşan bir sitede D bloğun önünde durdum. Zilde yazan soyadlarını hızlıca incelerken D. Falay yazısına geldiğimde parmağımı kaldırdım. En üst katın zilini tuşlayacağım sırada bir hanımefendi önünde dikildiğim kapıyı açtı ve kapıyı kapanmadan yakalayıp içeri girdim böylece.

Asansörde dokuz numaralı tuşa basıp aynadan saçlarımı kontrol ettim. Hızlı yürüdüğüm hatta neredeyse koşarak adım attığım için yanaklarım biraz kızarmıştı ve soğuk, burnumun ucunu boyamıştı. Yukarı çıkana kadar soluklanmayı denedim fakat daha da nefes nefese kaldım içimde yükselen anlamsız heyecan yüzünden.

Adımımı dışarı attığımda sağıma soluma bakındım. Katta iki daire vardı. Sağımdaki ayakkabılıkta gördüğüm kocaman ayakkabılar, hangi dairede Doruk'un yaşadığına dair bir bilgi verdi bana. Tek tüktü, toplam üç tane spor ayakkabıydı ama hepsi ben Doruk'a aitim diye bağıran renklerdeydi. Doruk, özellikle sahadayken renkli ayakkabılar giymeyi seviyordu izlediğim kadarıyla.

Kapının önüne dek küçük adımlarla, kendimi cesaretlendirmeye çalışarak ilerledim. Beni çağırdığı saatin üzerinden yarım saat geçmişti. Yani arkadaşları çoktan gelmiş olmalılardı. Onlara ait ayakkabılar görmüyordum ama bunun sebebini ayakkabılarını içeri almalarına yorumladım.

Ve sonra Naz, filozof musun sen diye bağırdı kafamın içinde.

Derin bir nefes alıp zile bastım. Ardından iki elimle tatlı poşetini kavradım ve ne yapacağımı bilemeyerek parmak uçlarımda yükselip alçaldım.

Önümdeki kapı hızlıca açıldığında hayatıma girdiği andan beri oraya daha çok dahil olmasını istediğim insan, tam karşımdaydı.

Üzerinde siyah, baskılı bir tişört vardı ve altında da aynı renk eşofman. Saçları ellerini yeni tutamların arasından geçirmiş olsa gerek dağınıktı. Gözlerindeki ela ışıltılar, bugün yeşile biraz daha yakındı. Beni gördüğünde önce onları kocaman açtı, ardından gözlerinin açıklığından bile daha kocaman şekilde gülümsedi ve kalbim bir darbe almışçasına hızlandığında ağzımı açıp tek kelime edemedim.

Nabzım sanki kulaklarımdaydı. Bakışlarına dek ulaşan gülümsemesinin bende yarattığı etkiyi bilseydi hakkımda ne düşünürdü, bana bir daha böyle güzel gülümser miydi bilemedim. "Gelmeyeceksin sanıyordum," dedi afallamış bir şekilde.

"Geldim," dedim ben de gülümseyerek. Bir anlığına boynuma dokundum yaşadığım stres yüzünden, ardından hızlıca geri indirdim elimi. "Selam."

Anlamsız bir şekilde o ve ben sürekli selamlaşıyorduk. Mesaj, telefon konuşması veya yüz yüze oluşumuz fark etmiyordu. Sürekli selamlaşıyorduk.

"Selam." Kapı kolunu tutan elinin orada olduğunu yeni fark etmiş gibi onu çekti ve evinin kapısını benim için sonuna kadar açtı. "İçeriye geçsene."

"Tabii." Eğilip ayakkabılarımı çıkartmak için bir hamlede bulunduğumda gözleri taşıdığım poşete kaydı ve hemen benimle birlikte eğilip ona uzandı. "Ben alayım onu. Keşke zahmet etmeseydin."

"Ben zahmet etmedim ki," dedim yanlış anlayarak.

"Düşünmen bile zahmet ki," diyerek karşılık verdi.

Diğer ayakkabımı da çıkarttığımda ikimiz de ne söyleyeceğimizi bilemeden bir süre birbirimize baktık. Ona bir adım gitmeye karar verdiğimde o da bana bir adım gelmeye karar vermişti. Aynı anda atınca o adımları tokalaşabileceğimiz kadar mesafe kalmamıştı aramızda. Zaten bu çok resmi olurdu.

Sarılmaya yeltenmek için kolumu kaldırınca benimle aynı anda hareket ettiği için bileği dirseğime çarptı. Bu bizi güldürdüğünde elim Doruk'un kolunun altından sırtına doğru dolandı, o da bir kolunu boynuma sarmıştı fakat bu sefer de başımızı aynı yöne hareket ettirmeye çalıştık ve yanlışlıkla burun buruna geldik. Kafamı çabucak geri çekip diğer omzuna doğru gidebilmek için parmak uçlarımda yükseldim hızlıca. Doruk'un güldüğünü duydum, utanmıştım ama ben de gülüyordum.

Sonra gülmeye devam ederken kaçmamamı söylemek ister gibi boynumun arkasındaki koluyla beni kendine çekti ve bunu yapmasını hiç beklemediğim için başım göğsüne yaslandı.

"Hoş geldin," dedi çenesi saçlarımın üzerindeyken. Gözlerimin kapalı olduğunu fark ettim sesini duyduğumda. Yanağım göğsünde, ellerim belindeydi.

Eğer ben bir yapboz parçasıysam bu hayatta, yanımdaki parça Doruk'u içermeliydi. Bu sarılma bana tam olarak bunu hissettirmişti.

"Hoş buldum," dedim geri çekilirken. Bunun sebebi birinin sesini duyuşumdu.

"Kimmiş?" Şimdiye dek benim için bir tek Doruk vardı, bu yüzden de içeriden yükselen gürültüye hiç odaklanmamıştım.

Bir kız mutfak olduğunu tahmin ettiğim yerden çıkıp Doruk'un yanına doğru ilerlerken gözleri benim üzerimdeydi. Kibarca gülümsediğimde o da karşılık verdi fakat o an yine anlamsız diyebileceğim bir içgüdü yüzünden baştan ayağa süzmeye başladım kızı.

İlk düşündüğüm, ne kadar güzel olduğuydu.

Simsiyah saçları maşalı mıydı yoksa doğal hali bu şekilde miydi ayırt edemesem de muazzam bir şekilde omuzlarından dökülüyor, sanki bir reklam yıldızıymış gibi ışıldıyordu. Benim her gün topak topak dökülen saçlarımın aksine onunkiler oldukça gürdü. Yüzünde ağır ama ona çok yakıştırdığım bir makyaj vardı. Gözleri yeşilin koyu bir tonuydu. Muhtemelen aynı yaşlardaydık fakat yan yana geldiğimizde pek de öyle durmazdık. O biraz daha olgun görünüyordu, duruşundaki özgüvenden kaynaklanıyor bile olabilirdi bu.

"Selam," dedim. "Ben Feyza."

"Selam," dedi elini bana doğru uzatarak. "Beril ben de, memnun oldum canım."

"Beril, Okan'ın kuzeni. Okan da sana bahsettiğim arkadaşım, Fener'de oynuyor demiştim hani." Doruk bana açıklama yaptıktan sonra Beril'e çevirdi yüzünü. "Feyza da benim yakın bir arkadaşım."

"İlk kez duyuyorum adını," dedi Beril, sanki Doruk'un hayatındaki her şeyi bilmek zorundaymış gibi. İkisi beraberler miydi? "Başka birinin daha geleceğini bilmiyordum."

Doruk kendi evine birini davet etmeden önce ona danışmak zorunda mıydı?

"Bana da hoş bir sürpriz oldu," dedi Doruk tatlı poşetini Beril'in eline tutuşturarak. "Bunu mutfağa bırakabilir misin?"

"Tabii."

O gittiğinde ben bir süre daha aynı şekilde dikilmeye devam ettim.

"Montunu alayım ben Feza."

O saniyeye dek montumu çıkartmam gerektiğimi bile unutmuştum. Fermuarı açıp hızlıca üzerimden sıyırdım kollarını. Yakasından tutup Doruk'a uzattığımda Doruk da benim asla erişemeyeceğim yükseklikteki askılığa astı onu. "İçeri geçelim mi?"

"Uygun bir zamanda mı geldim?" dedim çekinerek. "Habersiz bir şeyler yapma fikri pek hoşuma gitmedi aslında ama-"

"Lütfen," diyerek devam etmemi engelledi. "İyi ki geldin. Gelecek olan sensen zaman hep uygundur. Salon şu tarafta. Önden buyur."

İçimde beliren heyecan kısa sürede yerini anksiyeteye bıraktı çünkü beni karşılayan kalabalık anında gerilmeme sebep oldu.

Burada yerimin hiç olmadığı hissiyle doldum içerideki gözlerin tümü bana döndüğünde. Çok geniş ama az eşyalı bir salondu burası. Krem rengi koltuklarda neredeyse boş yer yoktu. Herkes bir köşede yayılmış, birbiriyle konuşuyordu. Tanıdığım tek yüz Bekir'e ait sandığımda arkamda elinde çay tepsisiyle Özge abla belirdi ve bu beni bir nebze rahatlattı. "Ay Fezaaa!" dedi heyecanlanarak. "Hoş geldin canım. Dur şunları bırakayım hemen."

O sehpaya doğru giderken elindeki joystickle meşgul olduğu için beni görmeyen Bekir, ismimi duyunca kafasını kaldırdı ve bu sırada yanındaki minderde oturan diğer çocuk "Gooool!" diye bağırdığında Bekir hızlıca kaşlarını çatıp "Ama haksızlık!" diye bağırdı.

Doruk başını hafifçe iki yana sallarken onların biraz arkasında duran sarışın kız "Yoo," diyerek atladı olaya ve esmer çocuğun başına dokundu. "Hiç de haksızlık değil, önüne baksaydın Bekir."

"Sen sus ya, objektif bir hakem değilsin," dedi Bekir. "Hoş geldin," demeyi de ihmal etmedi bana. Kısa süre sonra ise kollarımın arasında Özge abla vardı. Beni yüzyıllardır tanıyormuş gibi kucaklamasının rahatlığı çöktü omuzlarıma. O sıcaklık o an gerçekten ihtiyaç duyduğum şeydi.

Doruk ablasıyla adeta hasret gideriyormuşuz gibi sarılışımıza güldükten sonra elini kaldırdığında "Bu Okan," dedi Bekir'in yanındaki minderdeki çocuğu göstererek. "O da Alara, Okan'ın kız arkadaşı." Alara elini kaldırıp bana doğru salladı ve gülümsedi. Gözüme ilk çarpan giyim tarzıydı. Naz olsa onu kesinlikle çok beğenirdi. Lila rengi bir kumaş pantolon vardı altında. Üzerindeki beyaz gömleğin yakası fırfırlıydı. Uzun sarı saçlarını sıkı bir at kuyruğu yapmıştı. Hiç oraya buraya çıkışan bebek saçları yoktu. Elle çizilmiş bir kusursuzluktaydı sanki ona dair her şey.

"Şu Lukas," diye devam etti Doruk, playstationdan uzak taraftaki sarışın erkeği işaret ederek. "Çatpat Türkçe biliyor," diye fısıldadıktan sonra Lukas'a döndü. "Say hello to Feyza, Lukas."

"Hello Feyza," dedi Lukas sıcak bir gülümsemeyle. "Nasilsin?"

Aksanı beni gülümsetti. "Teşekkür ederim," dedim. Bekir ve Okan arasındaki büyük maçtan bir ses daha yükseldiğinde anlık olarak hepimizin dikkati dev ekrana çevrildi.

Bekir, Okan'ın kalesine çok uzaklardan bir gol attığı için oldukça abartılı bir şekilde sevinmeye başlarken Alara elini alnına vurmuştu fakat beni şok eden Lukas'ın tepkisiydi. "Aminnnaa koyyim!"

Doruk alnını kırıştırdı, Okan yediği golü unutup kahkaha attı. "İstisnasız hepsi küfürlerimizi biliyor," dedi ligdeki diğer yabancı oyuncuları da kastederek. "Harika bir milletiz."

"I support you, Bekir." Söylenenleri anlayamadığı için Lukas heyecanla kendi kendine konuşuyordu. "Come on buddy, beat him."

Beril de ortama döndüğünde Alara'nın hemen yanına oturdu. İçerideki insan kalabalığına bakınca Doruk'un bana yalnızlıktan dem vuruşu geldi aklıma. Eğer bu yalnızlık demekse benim yaşadığım hayata ne deniyordu merak ettim.

Bir sürü insan vardı evinde. Gülüşüyor, eğleniyorlardı. Belki de Doruk bazı şeyleri abartıyordu, belki yüzde yüz dürüst değildi bana karşı ya da belki yalnızlığı yalnızca dönemseldi ve şu an sona ermişti. Bilmiyordum. Yalnızca onun evinde karşılaşmayı beklediğim ortam bu değildi, bu yüzden şaşırmıştım.

Köşe koltukta Alara ve Beril'den uzak olan tarafa, en uca doğru yürüdüm oturmak için. Kendimi fazlalıkmışım gibi hissediyordum. Diken üzerindeki bu halim Özge ablanın öylesine bir muhabbet kurma çabasıyla biraz dindi fakat Beril de bu muhabbete katılınca yeniden gerginlik bedenime yayıldı.

Doruk, kendimi kötü hissetmemden korkuyor olsa gerek benim tam dibimde oturan ablasının diğer yanına geçti. Koltuğun köşe noktasına yakındı, diğer tarafa uzanan kısımda ise Beril oturduğundan dizleri birbirlerine her an değecek gibi duruyordu. Bu kasıtlı bir yakınlık mıydı merak ettim.

Aralarında nasıl bir ilişki olduğunu merak ediyordum.

Beril'in gözleri sürekli Doruk'a çevriliyordu. Doruk ara sıra onunla göz göze geliyor, küçük bir tebessüm edip yeniden yönünü televizyona çeviriyordu.

Bekir ve Okan'ın arasındaki ilk maçı Okan kazandığında Bekir rövanş teklif etti. İkisine nazar mı değdi bilmesem de korkunç bir futbolla başladı oyunları. Bu, en çok Lukas'ı eğlendiriyordu. "We're good at basketball man, not football."

"Please don't say that," dedim Lukas'a dönerek. "You're demotivating them."

Onların motivasyonlarını düşürdüğünü söylüyordum fakat sesimde alay vardı. Muhtemelen o joystickin başına şu an ben bile geçsem pek bir şey bilmediğim halde onlardan daha iyi oynardım.

Lukas bana karşılık olarak ellerini iki yana kaldırıp "Doğru, şampiyonlar ligini benim yüzümden kazanamazlarsa bu üzücü olur," dedi İngilizce. Bekir ve Okan'sa onlarla alay edişimiz karşısında öfkelenmiş gibi yapıp daha sert saldırdılar joysticklere. Bu her şeyi daha da beter hale getirdi. Şutları kaleyi asla bulamıyordu.

"Aa, Feyza," dedi Beril şaşkın şaşkın. "İngilizce bir bölüm mü okuyorsun? Aksanın iyiymiş."

Bunu benden beklemiyor gibiydi sesi. Takılmamaya çalıştım. Bakışlarına aldırış etmemeye çalıştım, yine Polyanna olmaya çalıştım fakat rahatsızlık hissimi azaltamıyordum. "Hayır," dedim sadece.

Konuşmaya devam edecekken Beril bu defa "Yoksa liseli misin?" diye sordu gözlerini kocaman açarak.

"Hayır."

"Ee, ne okuyorsun?"

"Konuşmasına izin verirsen anlatacak galiba kuzen," dedi Okan sert denilebilecek türden bir sesle.

Alara, "Tanımaya çalışıyor sadece," diyerek savundu Beril'i. "Ben de merak ettim. Kaç yaşındasın Feyza?"

"18," dedim zoraki bir gülümsemeyle. "Geçen sene bitirdim liseyi."

"Mezuna mı bıraktın?"

"Beril!"

"Merak ediyorum Okan!"

"Az sus da konuşsun kız."

Doruk'u gözlerimin içine bakarken yakaladım. Bana tatlı bir gülümseme yolluyor, kafaya takmamamı söylemeye çalışıyor gibiydi ama hiçbir şekilde araya girmiyordu.

Beril, bir bacağını altına doğru kıvırıp yönünü tamamen bana çevirmek istediği için bahaneyle Doruk'a biraz daha yaklaşmış oldu. "Ben beslenme ve diyetetik okuyorum," dedi. "İkinci senem, on dokuz yaşındayım. Sen peki?"

Samimiyeti bana geçmiyordu. Bu bile kötü hissetmeme sebepti. İnsanları bu şekilde yargılamayı sevmiyordum fakat Beril'in gülümsemesi dahi bana şu an sahte geliyordu.

"Ben sınavdan sonra tercih yapmadım," dedim araya girmesin diye hızlı hızlı konuşarak. "Bir kafede çalışıyorum. Severek yaptığım bir iş olduğu için devam etmek istedim. Sen, Alara?"

Muhabbete Beril'le devam etmek istememiştim. Alara daha katlanılabilirdi.

"Mimarlık öğrencisiyim ben de," dedi ve ikisinin de bakışlarında bir üstünlük görür gibi oldum. Kafamda kuruyor olmalıydım. Sırf üniversite okudukları için beni bakışlarıyla ezecek halleri yoktu. "Bir şirkette staj yapıyorum. Peki zor olmuyor mu çalışmak?"

Lukas'ın bizi anlamaya çalışır gibi baktığını fark ettiğimde buna bir kurtarıcı gibi sarıldım. Önce ona ne konuştuğumuzu açıkladım ve ardından Alara'nın son sorduğu soruyu da çevirip cevabı İngilizce vermeye başladım. "Çocukluğum da aynı yerde geçti, annem orada çalışıyordu. Sonra işleri ben devralmış gibi oldum. Tatlıları ben hazırlıyorum, mutfakta olmayı çok seviyorum."

Lukas'ın gözleri adeta parıldadı. "Vaaay, Feyza," dedi. Bildiği tepkiler beni güldürüyordu. "This is amazing!"

"Hem de ne amazing," dedi Doruk, sesinde bir hayranlık vardı. Ardından konuşmasına İngilizce devam etti. "Eli çok lezzetli. Onun hazırladığı kahveyi içtiğimden beri diğerlerine kahve diyememeye başladım. Muffinleri de harika."

"Bunu biliyorum," dedi Lukas. "Duruk, getirdiğin muffinler muhteşemdi."

Onun ismini söyleyebiliyordu fakat 'o' harfini farklı bir şekilde bastırıyordu, bu yüzden duuruk gibi bir telaffuzu vardı.

"Takıma tatlı mı götürdün?" diye sordu Beril. "Diyetisyeniniz kafayı yemiştir."

"Takım kafayı yedi," dedi Doruk. "Yenisi için yalvarıyorlardı en son."

Özge abla koluma dokunarak "Çok merak ettim muffinlerini," dedi. "Bir gün Onur'la uğrasak nasıl olur?"

"Onur senin eşin mi?" diye sorduğumda başını salladı. Gözlerinde ismini andığı an beliren pırıl pırıl ifadeden anlamıştım bunu. "Çok sevinirim."

"Ee, siz nasıl tanıştınız peki?" diye sordu Beril, konunun yeniden yön değiştirmesine sebep olarak. Doruk bana baktı, ben Doruk'a baktım. Ortamda onunla nasıl tanıştığımı bilen tek kişi belli ki Özge ablaydı, bu yüzden o da dönüp bize baktı.

"Çalıştığım yere gelmişti. Öyle tanıştık."

Hikâye böyle değildi fakat söylediklerim yalan da değildi. Doruk'un gerçeklerin tamamını anlatmayışımla birlikte rahatladığına şahit oldum. Böyle bir ortamdayken onun ağladığı bir anda tanıştığımızı elbette ki söylemezdim. Doruk, o gün kendini güçsüz hissediyor olabilirdi ve bunu başka insanların bilmesine hiç gerek yoktu.

"Her kafeye gelenle tanışıyor musun öyle?" Lukas'ın da bu soruyu duyduğunda kaşlarının çatıldığını fark edince kafamda kurmadığıma ikna oldum. Gerçekten Beril'in bana karşı tavırları hoş değildi. "Ne tatlısın Feyza, hayatın gerçeklerinden hiç haberin yok mu senin?"

"Beni düşünmen ne tatlı Beril," dedim ona dik dik bakarak. Sesim sertleşmişti fakat gülümsüyordum. "Bu kadar uzun süre insanlarla iç içe olduğun bir işte çalıştığında birini gördüğün an onun iyi niyetli olup olmadığını anlayabilecek kadar gelişiyorsun."

"Kimin altından ne çıkacağı hiç belli olmaz ama," dedi Alara. Benden böyle bir atak beklemediği için kurduğu bir cümleydi sanki.

"Konuşmamızı ben başlattım," dedi Doruk da nihayet ağzını açabildiğinde. Yalan söylüyordu. Benim için yalan söylemesine gerek yoktu ama en azından ağzını açıp bir şeyler söylediği için memnundum. "Feza'nın çıkış saatine denk geldim, biraz lafladık. Öyle yani."

"Ve sonra imza gününe geldi," dedi Bekir dan diye.

"Ne?" Alara ve Beril aynı anda vermişti bu tepkiyi. Okan'ınsa sessizce gülümsediğini gördüm. Sanırım bu bilgiyi zaten biliyordu. "Dorukhan'ın imzasına mı gittin?" diye devam etti Beril, bunu yaparken elini onun koluna koymuştu hayretle. Resmen temas için fırsat kolluyordu.

Bir kolundaki eline, bir gözlerinin içine bakıp "Evet," dedim rahat bir tavırla. "Çünkü beni davet etti."

Özge abla kahkaha atmamak için zorlanır gibi durunca bir an ben de gülmemek için çabalarken buldum kendimi. Bu erkeklerin fark etmediği ama kızların hissettiği bir şeydi. Dümdüz konuşuyor gibi görünsek de bir savaştaydık aslında şu an.

"Çok alındım gerçekten," dedi Beril. "İçeriye birilerini davet edebiliyorsan biz niye gelmedik ki?"

"Fenerbahçe oyuncusunu Efes imzasına mı çağırsaydı Beril?" dedi Okan, bu sırada maç ekranına değdi gözüm yine. Az önce bir gol atmıştı, herhalde yanlışlıklaydı.

"Tamam canım da ben?"

"Benim olmadığım yerde senin ne işin var?" dedi Okan sorduğu soru çok saçmaymış gibi. O an anladım, Okan gerçekten Doruk'un yanında olmayı istemişti fakat rekabet içindeki iki takımın oyuncuları oldukları için bu doğru olmazdı.

"Feza'dan yanımda olmasını istedim, o da sağ olsun kırmadı beni."

Lukas, Doruk'a imalı imalı baktı. "Are you dating or what?"

Beril'in yüzü anında düştü fakat bunu kimseye fark ettirmeden toparladığını sandı.

"No," dedi Doruk. "Just friends."

"Yes," dedim hemen. "Just friends."

"Oookey man," dedi Lukas. "Just friends. Okeey. Of course friends."

"Herhalde arkadaşlar Lukas," dedi Beril İngilizce. "Tanışalı iki gün falan olmuş daha, ne flörtü?"

Tonlaması, Doruk o kıza bakar mı der gibiydi.

Ve biliyordum ki Doruk böyle ortamlara sahip bir insansa gerçekten de dönüp bakacağı kişi ben olmazdım.

Beril'den pek haz etmesem de onun çok hoş bir kadın olduğu düşünüyordum. Hayır düşünmüyordum, bu objektif bir gerçekti.

İstemsizce ikimizi kıyaslarken buldum kendimi. Benden yalnızca bir yaş büyüktü fakat cildi çok düzgündü. Bu ergenliğin garezi bir bana mıydı? Alara da Beril de model gibi kalıyorlardı benim yanımda. Onlara baktığımda genç bir kadın olduklarını söyleyebilirdim, bana baktıklarında ise muhtemelen akıllarından geçirdikleri kelime çocuk olurdu.

Gözlerim ara ara Beril'in kıyafetine kayıyordu. Üzerindeki büstiyerin bir benzerini daha önce ben de denemiştim fakat asla onun gibi taşıyamamıştım. Göğüs kulbu oturmamıştı çünkü bana. Zaten pantolonlarımı da çok zor bulurdum. Denediklerimin belleri hep bol gelir, kalçama oturmadığı için de çoğu annemin kıyafetlerini gizlice giyiyormuşum gibi dururdu. İkisinin de bu tarz sorunlara sahip olmadığı belliydi.

"Sadece sordum," dedi Lukas.

Özge abla bir şeyleri fark ettiğinde "Çayları yenileyelim mi?" diye sordu bana. Doruk benden önce ayağa kalkıp "Ben hallederim," dese de Özge abla o kocaman bedeni kolundan tutup yanına geri çekti fakat öyle yakınına çekmişti ki Doruk, Beril'den uzaklaşmış olmuştu. "Biz hallederiz."

Gülümseyerek ayağa kalktığımda "Tatlı da servis edelim," dedim.

Bekir heyecanla "Sen mi yaptın?" diye atıldı. "Meşhur muffinleri bu hayırsız A takıma dağıttı, bana hiç ayırmamış."

"O gün salona uğramayacaktın bile."

"Olabilir biraderim, bana da ayırmalıydın."

"Gider alırsın takoz," dedi Okan. "Bir kırk tane de sen sipariş ver."

"Ay hepsini sen mi hazırlıyorsun Feyza?" diye sordu Alara. "Hem millete hizmet edip hem ayak işleriyle uğraşmak kıyamet senaryosu gibi geliyor kulağa."

"Ne ayak işi?" diye sordum ayağa kalkarken. "Ben staj yapmıyorum ki."

Okan, dudaklarını birbirine sımsıkı bastırmasaydı neredeyse ooo sesi çıkaracaktı.

Aldırış etmeden güler yüzümle devam ettim. "Hayır Bekir, bu sefer ben hazırlamadım ama dilersen Visal'e istediğin zaman gelebilirsin. Bu arada çay içmeyecek olan var mı?"

"Ben tatlı almayayım," dedi Beril. "Hatta bence Dorukhan da almasın. Seni diyetisyenine şikayet etmek gerek."

"Yok," dedi Doruk. "Ben alacağım."

Özge abla önümden yürüyordu, ben de onun peşine takılmıştım ve sonra Doruk'un da ayaklandığını gördüm. Üç adım kadar arkamdaydı.

Mutfağa girdiğimiz an Özge abla kahkaha atmaya başladı. "Sana bayıldım," dediğinde uzanıp yanağımı sıkmasını beklemiyordum. Doruk ne yaşandığına anlam veremiyormuş gibiydi kapıya yaslanmış haldeyken ama ablasının beni sevmesi hoşuna gitmiş gibi duruyordu.

"Teşekkür ederim," dedim. "Ben de sana bayıldım."

"Sen niye geldin sıpa? Otur demedim mi ben sana?"

"İstemiyorum oturmak," dedi Doruk. "Misafire iş yaptırmak adetim değil, şöyle otur lütfen Feza. Ben halledeceğim."

"Elime yapışmaz," dedikten sonra etrafı hayran hayran incelemeye koyuldum. Visal'in mutfağından bile daha ferahtı burası. Tezgâh kocamandı, buzdolabı da devasaydı. Buraya bir girse insan saatlerce dışarı çıkmak istemezdi. "Mutfağın çok güzelmiş," derken buldum kendimi.

"Pek kullandığı bir yer değil beyefendinin," dedi ablası. "Arada ben uğramasam örümcekler falan basar burayı, terk edilmiş bir oda gibi olur."

Sonra koluma dokundu ve beni sandalyeye doğru çekti. "Madem geldi buraya kadar bırak da o hizmet etsin misafirlerine. Biz biraz senle laflayalım."

İtiraz etsem de fayda etmeyecekti. Bu yüzden bir sandalye çekip oturduğumda "Ee," dedi Özge abla beni daha yakından tanımaya hevesli bir şekilde. "Sen de bir ablasın sanırım benim gibi. Kaç kardeştiniz?"

"Dört." Doruk benden bahsederken abla olduğum detayını da verecek kadar açmıştı demek ki konuyu. Bu midemde tuhaf bir hissin belirmesine yol açtı. "Ben en büyükleriyim."

"Fotoğrafları var mı? Küçük olan çok tatlıymış diye duydum."

Doruk bu sırada dolaptan tatlıyı çıkartıyordu. Yüzüne baktığımda utanmış gibi durduğunu fark ettim. Furkan'la bir fotoğrafımı göstermiştim ona buluştuğumuzda. Ondan bile bahsetmişti ablasına.

Telefonumu cebimden çıkarttığımda köşesindeki çeyrek daire şeklindeki kırık bir an için beni utandırdı. Sonra buna hiç de gerek olmadığımı hatırladım. Özge abla, yanında gergin hissettiğim birisi değildi. "Burası," dedim kırığı gösterirken. "Babamla güreşirken oldu." Gülmeye başladım. "İşten eve dönmüştüm, bir anda tutup beni omzuna atınca cebimden düştü."

"Yaa," dedi Özge abla içten bir ifadeyle. "Çok tatlıymış anısı. Ne şanslısın."

Bir yaraya dokunmuş olmalıydım. "Özür dilerim," demek zorunda hissettim kendimi. "Ben biraz çok konuşurum."

"Ne özrü ya deli misin?" Doruk, ablasını ve beni sessizce dinliyordu. Bize arkası dönüktü. Sırtının ne kadar geniş olduğu gerçeği yüzüme çarptı ona baktığımda. Yeniden Özge ablaya çevirdim yönümü. "İçeride o kadar da çok konuşmuyordun."

"Fırsatım olmadı."

"Fark ettim," diyerek karşılık verdi. "Boş ver, bana kardeşlerini göster hadi."

Galerime dokunduğumda fotoğraflarını bulabilmek için aşağı doğru kaydırmaya başladım. Parmağımı bir noktada durdurduğumda ise Furkan'ın fotoğrafına tıklamak üzereydim ama Özge abla bir anda "Aa," diyerek durdurdu beni. "Efes'in maçına mı gittin?"

Başımdan aşağı bir kova kaynar su döküldü sanki.

Doruk'un elindeki tatlı tabağı tezgahın üzerine düşüp sert bir ses çıkarttı.

Özge abla "Hangi maç bu?" diye sormaya devam ederken pot kırdığını bilemezdi. Köşede kocaman tarih yazıyordu, bu yüzden hangi maç olduğunu da anladı hemen. "Makkabi mi?"

Sinan Erdem'in uzaktan bir resmini çekmiştim anısı kalsın diye. Böyle bir anda böyle bir yerden patlak vereceğini aklımın ucundan bile geçirmemiştim. "Ay pardon," dedi Özge abla. "Galerini dikizlemek gibi oldu. Bir anda Sinan Erdem'e gözüm çarptı hayatım, çok özür dilerim gerçekten."

"Feza," dediğini duydum Doruk'un.

Kalbimin uğultusu kulaklarımdaydı. Kendimi hayatımın baskınını yemiş gibi hissediyordum.

Uğraştığı şeyleri bir kenara bırakıp yüzünü bana çevirdiğinde kalçasını tezgâha yasladı ve mermerin iki tarafını tuttu sıkıca. "Makkabi maçına mı geldin?"

"Sen bilmiyor muydun?" diye sordu Özge abla şaşkınlıkla. Ancak o zaman ne yaptığının farkına varabildi ve mahcup bir ifadeyle yüzüme baktı.

Fakat ben ilgimi ona veremiyordum. Doruk'un ela gözlerindeki heyecan dolu ifadeden başka hiçbir şeye odaklanamıyordum. "Benim," dedi. Durdu. Ne demesi gerektiğini kestiremedi sanki ama sonra düşünmeden konuşmaya devam etti. "Sen benim Sinan Erdem'deki ilk maçıma mı geldin?"

"Evet." Utançtan kızarmaya başlamışsam diye çok korktum. "Şey." İki kelimeyi bir araya getirmek hiç bu kadar zor olmamıştı. "Orada olmak istedim," diyebildim zorlukla.

"Ay içerideki boş bardakları almayı unuttum," dedi Özge abla ayağa telaşla kalkarak. "Ay bir onları toplayayım ben. Çayı neye koyacağız?"

Koşarak çıktı mutfaktan.

Bu ikimizin de umurunda olmadı. İkimiz de durup gülmedik, dönüp bakmadık. Gözleri gözlerimden bir saniye bile kopmadı. Bakışlarının ağırlığı altında ezildim. "Feza," dedi. Bu duyduğum en yumuşak sesiydi. "İlk maçıma mı geldin gerçekten?" İnanamıyordu. Tezgâha daha fazla yaslandı bedeni. "Bana neden söylemedin ki?"

"Çünkü hiç süre almadın o gün, çok bozuktu moralin." Ellerimi kucağımda birleştirdiğimde hissettiğim tek duygu ansızın yakalanışımın verdiği utançtı. "Ne bileyim, geldiğimi söyleyip tadını daha fazla kaçırmak istemedim. Sadece orada olmalıyım diye düşünmüştüm."

"Keşke bilseydim," dedi ve bana doğru yürümeye başladı. "Keşke seni görseydim." Kalbim, bir mengene tarafından sıkıştırılıyordu sanki. "Hangi tribündeydin? Çıkışta kolayca eve dönebildin mi? Keşke bana haber verseydin."

"Doruk..."

Bir sandalyeyi çekip yanıma oturduğunda "Gerçekten geldin mi?" diye sordu bilmem kaçıncı defa. Yüzündeki şaşkınlık, yerini geniş bir gülümsemeye bıraktığında gamzesinin çukurunu ilk kez bu kadar derin gördüm. "Oradaydın," dedi bu çok büyük bir nimetmiş gibi. "Evimdeki ilk günümdü, bir Euroleague maçıydı. Sahaya çıkma ihtimalim yüzde beş bile değildi ama sen oradaydın. Bunu bana hiç söylemeyecek miydin?"

"Kötü hissedersin sanmıştım. İnsan onun için gelen birileri olduğunda buna değsin ister. Benim için kesinlikle değdi bu arada, lütfen söylediğimi yanlış anlama. Ama sen üzülebilirmişsin gibi geldi. Boşu boşuna geldiğimi falan düşünebilecek birisin, asla boşuna değildi. Senin oynamayacağını bilseydim de yine gelirdim."

Dilimin bağının devamlı Doruk'a çözülmesi normal miydi? Biraz düşünüp konuşsam olmaz mıydı?

"Feza," dedi yine. Gözleri dahi gülümsüyordu. "Çok teşekkür ederim." Bu hali bana çok sevimli geldi. "Yoksa," dedi bir anda aklına gelen şeyle birlikte. "Karşıyaka maçını da izledin mi?"

Dudaklarımı birbirine bastırıp başımı salladım.

"Ve Türk Telekom'u da izledin?"

Yine başımı salladım.

"Benim için?" dediğinde bu kez başımı sallayamadım. Yanaklarım ısınmıştı. "Efes maçlarını izlemeye başladın yani?" Kendi kendine konuşur gibiydi.

"Bu benim sana destek oluş şeklimdi. Gerçi senin haberin yoktu ama yani yine de... Aslında söyleyecektim de... Öyle işte Doruk. İzliyorum maçlarını."

"15 bana şans getirdi," dediğinde bir an donup kaldım. "Biliyordum," diye mırıldandı. "O kadar 15'in bir anlamı olacağını biliyordum."

"O kadar 15?"

"Benim için özel olmayan bir sayıyı formama yazdırmam," dedi. "Altyapıda kullandığım 4, ablam demekti. 15ler de son zamanlarda sürekli karşıma çıkıyordu. İşaret olduğuna inanmak üzereydim. Sonra ayın on beşinde o kaldırımdaydım. Beni buldun. Oturduğumuz masanın numarası da 15 olunca tamam demiştim içimden. Bu kesinlikle işaret." Gördüğüm en içten gülümseme çekiştirdi dudaklarını. "İşaretmiş gerçekten."

O ana dek hiç Doruk'un dudaklarına bu kadar dikkatli bakmamıştım. Hızlıca gözlerimi kaçırdığımda kucağımda birleştirdiğim ellerimin üzerinde varla yok arası bir dokunuş hissettim. "Teşekkür ederim," dedi Doruk alçak bir sesle. "Beni çok mutlu ettin. Bir daha gelmek istediğinde... Yani eğer tekrar gelmek istersen... Zorlamıyorum, sakın yanlış anlama beni. Sadece önceden haberim olursa senin için yer ayarlayabilirim."

"Şey," dedim. "Böyle seni sıkboğaz ediyor olmaz mıyım? Endişem biraz da buydu aslında. Bir anda senin maçına geleceğimi söyleseydim sen ne alaka demez miydin?"

"Bütün maç benchte oturdum zaten," dedi. "En azından sana bakardım."

Göğüs kafesimde bir deprem yaşanmaya başladı. Dudaklarım aralandı fakat öylece kalakaldım.

"Çaylar yürüyerek gelse daha hızlı gelirdi gerçekten," diyerek mutfağın kapısını bile tıklatmadan içeri daldı Beril ve bu bütün atmosferi toz bulutuymuşçasına dağıttı. "Müşterileri de bu kadar bekletiyorsan seni o işte tutmaları mucize."

"O kafe bensiz bir gün bile ayakta duramaz Beril," dedim ve bu kez gülümsemedim. Sınırı aramıza keskin bir şekilde çekebilirsem belki bir daha benimle muhatap olmazdı.

Aramızda başka bir konuşma geçmedi, daha fazla burada durmak istemediğim için de Doruk'un hazırladığı tatlı tabaklarının bir kısmını alıp doğrudan salona döndüm ve ikisini orada yalnız bıraktım.

Biraz daha tahammül edebilirim, sindirebilirim sanmıştım. Bekir ve Okan'ın birbirlerine sataşmalarına odaklanmış, Lukas'ın çat pat Türkçesine gülerek kafamı dağıtmıştım. Telefonumun bildirim sesi, ortamın sessiz bir anında aramızda çınladığında Beril durduk yere "Ay," demişti. "Seni işe mi çağırıyorlar acaba? Bu arada Feyza çalıştığı kafenin demir başıymış da. Onsuz yapamıyorlarmış."

Cümlesinde komik bir şey mi vardı? Buna bir tek o ve yancısı Alara gülmüştü.

Beni rezil edebileceğini mi sanıyordu böyle yaparak? Utanacağımı mı düşünüyordu bir işte çalıştığım için? Az önce Alara da üniversite için hazırlanacaksam bana matematik kursu verebileceğini söylemişti laf arasında üstün bir tavırla. Şaka yapıyor olmasını dilediğim için üzerinde durmamayı denemiştim fakat bu ortamda sürekli olarak eziliyordum ikisi tarafından.

Özellikle ikisinin dönüp dolaşıp bana saplanan bakışları, beni baştan ayağa süzüşleri kendimi çok çirkin hissetmeme sebep oluyordu.

Sürekli olarak kırıldığım ve küçük düşürülmeye çalışıldığım bir yerde daha fazla durmak istemedim. Telefonuma gelen mesaj Fırat'tandı fakat ona bir cevap yazmadan önce Naz'ın profiline tıkladım.

Feza: Beni arayabilir misin?

Feza: Burada durmak istemiyorum

Feza: Sorun yok panik olma. Lütfen beni arayıp Visal'e çağır, öpüyorum.

"Pek de meşgul birisi," dedi Alara. "Bir sorun yoktur umarım Feyza?"

Doruk düşen modumun farkındaydı fakat bakışları alık alıktı. Çoğu zaman konuşmuyordu, ortamdan soyutlanıyordu ve ne zaman kafamı çevirsem onu bana bakarken yakalıyordum.

Naz yalnızca üç saniye sonra beni aradığında tek bir şey bile sormadan önce yüksek denilebilecek bir sesle "Of Feyza," diye yakınmaya başladı. "Öleceğim yorgunluktan. Ne zaman geleceksin Visal'e? Beni biraz kurtar kızım ya."

Biliyordum ki ne olduğunu sormak istiyordu fakat Naz her şeyden önce ne söylediğime önem verir, ondan bir şey rica edersem bunu yerine getirir ve kalan tüm mevzuları sonraya bırakırdı. Döndüğüm zaman en az üç saat kadar Alara ve Beril'e sövecekti, bunu düşünmek beni rahatlattı ve ayağa kalktığımda "Tabii," dedim. "Ben de tam kalkıyordum zaten. En fazla bir saate oradayım."

"Gidiyor musun?" diyerek dakikalardır içinde bulunduğu komadan çıktı Doruk. "Geçireyim ben seni."

Naz'la kısacık bir konuşma daha yapıp gülümseyerek Doruk'a da baş onayı verdim ve ardından dönüp Lukas'a onunla tanıştığıma memnun olduğumu söyledim İngilizce.

"Ben de," dedi Lukas. "Çok. Baklava is my favorite. Tişikürler Feyza."

"Rica ederim." Diğerlerine söylediğim tek şey ise "Görüşmek üzere," olmuştu. Bekir içlerinde en sıcak bulduğumdu. Okan'a karşı nötrdüm. Özge ablaya ise çıkmadan önce el sallamayı ihmal etmedim. Kızlar da benden bir şeyler söylememi bekliyorlardı fakat onlara tanıştığıma memnun olduğumu söylemedim.

Tek bildiğim, bu ortama kesinlikle ait olmadığımdı.

Belki de yanılıyordum. Bu kapının eşiğindeyken olduğumu düşündüğüm yapboz parçası değildim belki çünkü bu resmin içinde kesinlikle bana uygun bir yer yoktu.

Fakat sonra, girişe gittiğimde Doruk'un elinde montumla kapının dış kısmında dikildiğini gördüm. Ayakkabılarını giymişti.

"Sen nereye?" diye sordum bana montumu uzattığında.

"Seni metrobüse bırakacağım." Buna hiç gerek olmadığını söylemek üzereyken lafımı ağzıma tıktı. "İtiraz istemiyorum."

"İçeridekilere ayıp olacak."

"Seni durağa bırakacağım için kimseye hesap vermeyi düşünmüyorum."

"Olmaz öyle. Durak yakın zaten."

Montumu üzerime geçirirken önümde diz çöküp ayakkabılarımın yönünü giymemi kolaylaştıracak şekilde düzeltti ve yeniden doğruldu. "Gidelim hadi. Belki metrobüse koşarız da elimi tutarsın."

🏀🧁🏀

:')

Doruk'un evini gidip görmedik de demeyiz.

Nedir bölüm hakkındaki düşünceleriniz?

Feza'nın pot kırmaları bitmiyor bitmiyor. O da böyle bir kız, ne yapalım. İçindekileri içinde saklamak konusunda pek başarılı değil. Kime çektiyse artık...

Doruk maçlarına gittiğimizi falan her şeyi öğrendi. Tüh ya.

Beril, Alara, Okan ve Lukas'la da tanıştınız. Bekir ve Özge ablayı zaten daha önce görmüştünüz. Karakterler hakkında ilk izlenimleriniz neler oldu?

Beni Instagram hesabım azraizgunerden takip etmeyi unutmayın. Böylece kurgularım hakkındaki gelişmelerden haberdar olabilirsiniz.

Tekrar görüşene dek kendinize iyi bakın. Teşekkürler ve tatlı günler! 🤍

Yorumlar

  1. Çok korktum bölümün başlığını görünce. Çok güzeldi keşke bir sürü bölüm olsa diyorum her cuma

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Ayy ben de ya bu Doruk ta da Adrian salaklığı var mucizedeki neymiş efendim Marinette sadece arkadaşıymış o hesap xhsbzsbzh

      Sil
  2. Asya yağmurun bir sözü vardır der ki savcı ve semihin kafasını birbirine sürtüp kıvılcım çıkartsam anca rahatlarım der beril ve alara için aynısını düşünüyorum

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. O kadar katılıyorum ki Allah'ım Asya yine çok haklı 🤝🏻

      Sil
  3. Bu dorukun gerçekten geldim m maça dediği yerde duygulandım ki bence altından duygusal bir anlamı çıkacak ve FEZA GÖRÜMCENOLAY TADINI ÇIKART

    YanıtlaSil
  4. Abi beril ve alara o kadaakadaaaarr mide bulandırıcı ki allah uzak tutsun onları belli beril doruku seviyor aynı yardımcı doçent gibi AAA BU EVRENİN YARDIMCI DOÇENTİNİ BULDUKK

    YanıtlaSil
  5. Şimdik lukas iyi kafa çocuk ama okan kardeşini ve kuzenini sevmedim koçum normalde seni nazla shiplicektim vazgeçtim

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. HAYIRR Bekir ile Naz olcakk(okanın sevgilisi var yok mu lan)

      Sil
    2. Bir an sevgilisini kardeşi sandım pardon sorun bendesjsksud6

      Sil
  6. Dorukhan'ın hiç birşey söylememesine sinir oldum ne bakıyosun ördek gibi SAVUNSANA KIZI

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Görkemde yardımcı doçentle yağmurun ilk karşılaşmasında ağzını açmamıştı azranın bütün erkek karakterleri birbirine hiç benzemiyor ama bir yandan da o kadar benziyor ki hatırlatma ihtiyacı hissediyorum kendime

      Sil
  7. Lukas'ın okeyyy man just friends dediği yerde patladım kfjdlfkdkjfkfj

    YanıtlaSil
  8. o alara ve berilin varya gerizekalılar ya uyuz oldum

    YanıtlaSil
  9. Lukas=okurlar

    YanıtlaSil
  10. Ben sanmıştım ki doruk feza'yi eve çağırdı ama yanlış anlaşmasından korktuğu için o anda arkadaşlar da gelecek diye yalan söyledi. Feza habersiz gidince arkadaşlar olmayacak ikisi yalnız kalacak sanmistimmmmm

    YanıtlaSil
  11. Beril ve Alara sanırım Doruk'un evine gelirken beyninizi bir yerlerde unuttunuz Doruk çocuğum sen de azcık tepki ver ama yaaa

    YanıtlaSil
  12. Kitap çok güzel gidiyor ve tamamlanmış hali olsa 1 günde bitiririm ama nolur Doruk hakkında bir şeyler öğrenelim artık. Mesela ne oldu bu çocuğun ailesine? Feza'nın çilek lekesini görünce yanlış anladı falan bunun altından ne çıkacak?

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Ben babasının şiddete meyilli birisi ve annesinide bu yüzden kaybetmiştir diye tahmin ediyorum kendisinin küçükken maçlara çağırınca gelmediği için feza gelince şaşırmıştır diye düşündüm ne kadar tutarsa artık

      Sil
  13. bu bolum beni cok sinirlendirdi💝

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Popüler Yayınlar

36. "Çatlaklar ve Kırıklar"

55. "Geri Sayım"

35. "Görülme İhtiyacı"