32. "Daha Yakından Tanımak"
Bölüm şarkıları:
Cihan Mürtezaoğlu, Sen Banasın
Göksel İpekçi, Mecburum
Yedinci Ev, Sarhoşum
Redd, Siktiret Boşver
•🧁•
Yüz yirmi adet Gün Batımı muffini annemle birlikte bizim evin mutfağında bir gecede hazırlamıştık. Hangi Sezen Aksu şarkısını kaç kez tekrara aldığımızı unutmuştum ama o gece onunla geçirdiğimiz vakitte aldığım keyfi asla unutmayacaktım.
Mateo Mora ve eşi Maria Mora'nın yıl dönümü için verdiği siparişler hazırdı. Bu, benim Visal adının arkasında almadığım ilk siparişim sayılırdı. Üstelik orada satışını yapamadığım bir kekten, orada satışını yaptığım diğer tatlılara göre daha fazla sipariş almış olmam tuhaf bir özgüvenle dolmama sebep oluyordu.
Firuzan Hanım'a beğendiremediğim muffinlerimi özel olarak istiyorlardı. Mateo, Doruk'a Feza gece için tatlı yapabilir mi diye sormamıştı, o gün bize getirdiğin keklerden yapabilir mi diye sormuştu. Bana ait bir reçetenin böyle ilgi görmesi beni çok mutlu ediyordu.
Kutu kutu siparişlerimi taksi kullanarak Doruk'un evine götürmüştüm. Bunu yapma sebebim, orada hazırlanacak olmamdı. Metrobüste ayrıldığımız gün poşetleri o taşıyordu, bu yüzden benim elbise poşetim de onda kalmıştı ve bunu tamamen unutmuştuk. O yüzden onun evinden davete birlikte geçecektik.
Evin kapısını benim için açtığında dikkatle taşıdığım poşetleri özenle havaya doğru kaldırdım. Birkaç saniye daha bu şekilde tutmaya devam edersem dengemin bozulacağından korkuyordum. "Dikkat et," diye emrettim. "Sarsmadan al. Takside hepsine koala gibi yapıştım. Kremaları azıcık bile bozulursa senden bilirim. Yavaşça mutfak masasına kadar taşıyabilir misin? Yapamayacak gibisin. Bekle ayakkabılarımı çıkarayım."
"Selam Feza," dedi aramızdaki kat kat kaplar yüzünden birbirimizi göremezken. "Ben de iyiyim, sen nasılsın?"
"Heyecanlı. Gergin. Stresli?"
"Hiç belli olmuyor. Hislerini açıkça ifade ettiğin için teşekkür ederim."
Eğer elinde çok kıymetli siparişlerimi tutuyor olmasaydı omzuna bir tane vururdum. Ucuz atlatmıştı. "Dalga geçme benimle. Düz tut şu kapları. Gerçekten anlamıyorum seni. Basketbol topunu işaret parmağında çevirmeyi becerebiliyorsun ama kolundaki poşeti düz tutamıyor musun?"
"Özür dilerim komutanım." Dairesinin kapısını arkamdan sertçe kapattığımda Doruk gülerek mutfağa doğru ilerlemeye başladı. Yalın ayaktı ama en azından bu kez komşu kızlarına hazırlık olarak üstüne bir tişört geçirmeyi akıl edebilmişti. "Sayıları tam mı yoksa benim ekstra yemem için de bir kap ayırdın mı?"
"Canımız çıktı." Şapkamı başımdan çıkarıp montumun koluna sokuşturdum, ardından Doruk'un askılığına ulaşabilmek için parmak uçlarımda yükseldim ve montumu asmayı başarabildiğimde mutfağa yürüdüm. "Tam yüz yirmi tane. O yüzden kabı açmayı bile aklından geçirme."
"Ünlü olunca beni unuttun demek..." Hüzünlü bir ifade geçirdi yüzüne. "Ben sana böyle yapmamıştım."
Bu kez omzuna vurmakta bir sakınca görmedim. Poşetler güvenli bir şekilde masada duruyordu ne de olsa. "O kadar da ünlü olmadın," dedim. "Benim hayatımın en ünlü insanısın ama gideceğimiz yerin en çaylağısın. Bu bana çok garip geliyor. Diğerlerine göre daha kısasın mesela. Nasıl yani? Benim için bütün sınırları sen belirliyorsun, o yüzden senden daha fazlasını hayal etmekte zorlanıyorum."
"Hım..." dedi. "Yani bana aşık mısın?"
Şımarır gibi sorduğu soru yüzüme kocaman bir gülümseme yerleştirdi. Başımı hızlı hızlı sallarken kendimi utanmış hissettiğim için konuyu değiştirip "Elbisemin paketini açmadın değil mi?" diye sordum. "Yemin et açmadığına."
"Yemin ederim," dedi Doruk. "Sadece şey diyeceğim, hazırlanmaya başlamadan öncesinde dolabımı kurcala ve bana ne giyeceğimi söyle. Renk uyumu cart curt işlerinden anlarsın sen. Ne giyeceğini bilmediğim için sınıfta kalmayayım yanında."
"Beyaz gömlek," dedim. "Gömlek sana inanılmaz yakışıyor. Antrenmandan çıkıp kafeye gömlekle geldiğin günden beri bunu düşünüyorum. Dümdüz bir kumaş parçasıyla öyle nefes kesici olman biraz sinir bozucu ama absürt renkli bir gömlek bile giysen gözüme yakışıklı gelirsin sanırım."
"Böyle arkandan atlı kovalıyormuş gibi hıphızlı konuşarak beni fosforlu sarı bir gömlek giymeye bile ikna edebilirsin," dediğinde kıkırdamaya başladım. Hipnotize olmuş gibi bana bakması kalbimi yerinden oynatıyordu. "Ama beyaz diyorsan beyaz olsun tabii."
"Biliyor musun?" diye sordum çok alakasız bir anda, çok alakasız başka bir konuya atlayarak. "Eren Visal için yeni bir eleman bakıyordu. O çok zor beğenir. Birisini beğenecek gibi olmuş, bir deneyelim demiş. Mesai sonunda o kişiye bir daha Visal'in olduğu sokağa adım bile atmaması gerektiğini söylemiş. İnsanlarla çok güzel anlaşmıyor mu sence de?"
"Neden peki?" diye sordu ilgiyle. Mutfakta karşılıklı olarak dikilip dedikodu yapıyor olmamız bana çok keyif verdi ama vereceğim cevap bundan bile daha çok keyiflenmeme sebep oluyordu.
"Naz," dedim. "Eren'in deneme sürecindeki elemanının daha önce baristalık deneyimi varmış ama buna rağmen hiçbir şey bilmiyormuş gibi sürekli Naz'a iş hakkında sorular sormuş. Olayı Naz'dan telefonla, Eren'den mesaj yoluyla dinledim. Naz diyor ki, yanlış bir şey yapmaktan çok korktuğu için bana danışıyor gibiydi. Eren diyor ki, kahve bardağının üzerine müşterinin ismini yazarken hangi kalemi kullanması gerektiğini bile Naz'a sordu dangalak. Aklı tutuklarla işim olmaz benim diyor."
"İkisini yakıştırıyor muyuz?"
Sorma şekli çok sempatik geldi. Anında kendini benim fikirlerime katıp ikimizi biz yapmıştı. İkisini yakıştıracaksak da birlikte yakıştıracaktık. "Deli gibi," dedim. "Nikah şahitleri olma hayali kuracak kadar ama bunu onlara söylersek kafamızı kırarlar."
"Ee," dedi Doruk. "Naz, Eren'in onu kıskandığını anlamamış mı?"
"Şüphelenmiş," dedim. "Özellikle Eren kupon yaparken çocuk Eren'e bence Arsenal maçına oynama deyince sinirleri zıplamış bizimkinin. Yaptığı bir işe müdahale edilmesine hiç tahammülü yoktur Eren'in ama çocuk sanırım futboldan anlayan birisiymiş. Birkaç tavsiye vermeye kalkınca, bir de bunu ikisini ilgiyle izleyen Naz'a bakarak kendiyle övünür gibi yapınca Eren demiş ki piyasayı krala bırak, otur kaç kazandığımı seyret. Çok komik birisi. Naz anlatırken öyle çok güldü ki orada olmadığım için ağlayacaktım utanmasam."
"Yani yeni eleman işi yatmış mı?"
"Evet," dedim. "Yeni çocuk çıkmadan önce Naz'ın numarasını istemiş, Eren de ona yarın gelme sen buraya hadi iyi günler demiş. Naz bunu Eren'in Taner mevzusu yüzünden bir hassasiyet geliştirmiş olmasına yoruyor. Salak. Eren Naz'dan ciddi ciddi hoşlanıyor bence. Ona bir top acı kahve kumaş bile almış."
"Ne yapacakmış ki acı kahve kumaşı?"
"Bu jeste karşılık olarak Eren'e gömlek dikebileceğini söyledi. Keşke karşılıklı jest olarak bir anda evlenseler."
Doruk'u çok eğlendirmiştim. Deli gibi gülüyordu. "Amin amin," dedi. "Kaç gibi çıkalım dersin? Akşam yemeğini takımla birlikte yiyeceğiz."
"Hazırlanalım şimdi," dediğimde mutfaktan çıkıp koridora yönelmiştim bile. Çıkış kapısı sağda, salonsa tam önümde kalıyordu. Sola dönüp yürümeye başladım. Aynı koridor üzerinde bulunan iki odadan ilk önüme çıkanın kapısına uzandığımda o da arkamdan yürüyor olduğu için doğru yerdeyim sanmıştım ama "Odamda poşetin," dedi Doruk.
Açtığım kapı, yatak odasına ait değildi. Hemen kapı kolunu kendime doğru çekecektim ki avucunu kapının yüzeyini bastırıp onu ileri doğru itti. "Buraya da bakabilirsin, problem yok."
Çok geniş olmayan bu odanın içinde birbiriyle kesişen iki duvarı tamamen raftan oluşan bir dolap kaplıyordu. Ayakkabı koleksiyonu, tahmin ettiğimden daha büyüktü. Renk renk ayakkabılar özenle dizilmişti her yere. Diğer tarafta ise iki tane ayaklı askılık vardı. Birisinde formalar arka arkaya dizilmişti. Diğerinde de spor ceketler ve sanırım antrenman tişörtleri asılıydı. Köşede basketbol topları vardı. Hepsinin bir anısı olduğundan emindim. O köşenin belki de tek eksiği Bursaspor maçında MVP olduğu formaydı, o da benim dolabımda duruyordu.
"Burası çok güzelmiş," derken otuz iki diş sırıtıyordum. Uçuk pembe spor ayakkabılar, kopkoyu mor ve parlak sarı olanların arasındaydı. Alt rafta siyah, gri, makine gibi alev ateş havalı ayakkabılar dururken mavinin neredeyse her tonu daha üstteki bir rafa yan yana dizilmişti. "Ay bayıldım. Dünyanın en ilgi çekici odasındayım şu an. Hazine bulmuş gibiyim."
"Sana ayakkabıları biraz sevdiğimden bahsetmiştim."
Alaylı cümlesine gülerken modelini tam olarak anlayabilmek için taban kısımlarında ve yanlarında açık maviler bulunan önü beyaz bir spor ayakkabıya uzanacakken son anda kendimi durdurdum. Doruk, ayakkabıları konusundaki hassasiyetini bana anlatmıştı. Dokunmamdan hoşlanmayabilirdi.
Uzanmak üzere olduğum ayakkabıyı raftan alıp bana uzattı. "Modelin adı Jordan MVP, turkuazı da vardı ama bana küçük gelmeye başlamıştı. Altyapıdan bir arkadaşımın totem ayakkabısı oldu kendisi şu an."
"Çok güzelmiş." Duygulanıyordum. Doruk, tüm kapılarını benim için sonuna kadar açmıştı. Elimde duran ayakkabı bunun resmi bir kanıtıydı. "Şu peki?"
"Lilayı çok severim," demesi beni mutlu etti. Bugün giyeceğim elbiseyi de çok seveceğini umuyordum. "Bu KD17. Kevin Durant shoes diye geçiyor yani. İlk yarısını çok kötü oynadığım bir maçın devre arasında ayakkabılarımı değiştirip bunları giymiştim çünkü ablamın en sevdiklerindendir. Sonra tek çeyrekte on dört sayı atmıştım."
Ben nasıl ki tatlılarım hakkında sabaha kadar konuşabilirsem o da ayakkabılarından hiç sıkılmadan bahsedebilirdi. Hevesli anlatışı yüzünden devamlı sırıtıyordum.
"Bak şu sarılar da Curry serisinden."
"Sarı dediğinde sürekli aklıma sarı çoraplar geliyor."
"Benim de. Şimdi bu mevzuyu konuştuğumuz için de bu ayakkabıya baktıkça aklıma sen geleceksin."
Bundan hoşlanmıştım. Elimi omzuna koyup dramatik bir sesle konuştum. "Beni çok özlersen bunları giyersin o zaman."
"Feza," dedi. "Her maç bunları giymem gerekir o zaman. Ben seni hep çok özlüyorum."
İçimi kıpır kıpır yapmakta üstüne yoktu. Formalarının olduğu tarafa doğru yürümek istediğimde Doruk, elini belime koyarak beni yönlendirdi. Sınırları birlikte aşıyormuşuz gibi hissettiren bu hareketinden sonra elimi attığım askıyı yerinden çıkarmamla birlikte onun gözlerine adeta bir duvar çöktü.
Parmaklarımla kavradığım askıdaki forma, diğerlerine göre çok daha küçüktü. Bunu onu elimde tutana kadar fark etmemiştim. Tamamen rastgele uzandığım bu forma onun 4 numaralı zamanlarına aitti fakat esas mesele, üzerinde yırtıkların olmasıydı. Sanki birisi onu iki eliyle tutup ortadan ikiye ayırmak istercesine bir güç uygulamıştı. Dikiş yerinden sökülen ipler yere doğru hafifçe sarkıyordu.
"Bu formayla bir maça mı çıktın yoksa vahşi hayvanlarla doğada bir gün mü geçirdin?"
Ben artık rahatsız olduğunu değişen soluklarından anlayacak kadar tanıyordum onu. Dalgaya vuruşumu devam ettirirse konuyu kapatırdım. Belki de forma, hatırlamak istemediği bir maça aittir diye düşündüm ama o zaman onu koleksiyonuna koymasındaki amaç neydi bilmiyordum.
"Vazgeçmek istemiştim o gün," dediğinde gözlerini elimde tuttuğum formaya dikti. Kendini onun içinde gördüğünü düşündüm. "Onu o hale babam getirmişti. Ablam sırtıma favori kremimizi yedirirken canım çok yanıyordu. O formayı sıkıyordum hep. Her şey bitecek sanmıştım."
Defalarca kez dinlemeye hazır olduğumu söylediğim şeylerin bir kısmını ondan duyunca ikimizi de kandırdığımı fark ettim. Hazır değildim. Onun zarar gördüğünü öğrenmeye ben hiçbir zaman hazır olamazdım. "Hiçbir şey bitmedi," dedim sesim güçlü çıksın diye çaba sarf ederek.
"Bunu bana hatırlatsın diye orada," dedi Doruk. "A takımda giydiğim ilk formadan bile daha değerli benim için. Buraya nereden geldiğimi unutmamamı sağlıyor ve bana neden devam etmem gerektiğini en çok o hatırlatıyor."
Askıyı dikkatlice yerine astığımda yüzümü ona çevirdim ve hüzün çöken gözlerinin tam içine baktım. "Seninle hep çok gurur duyuyor olacağım. O zamanlarını yakmak yerine o zamanlarına bakmak için anılar saklıyor olman, gücüne hayran kalmama sebep oldu."
"O yılları hiç sevmem aslında." Buruk bir gülümseme dudaklarını çekiştirdi. "Ama kendime verdiğim sözleri sık sık hatırlamam gerekiyormuş gibi hissediyorum. Sırtındaki yaralar yüzünden şut atarken kollarını istediği gibi kaldıramayan bir çocuğun üçlük yüzdesini bugünkü halimle zirveye taşımazsam bize çok yazık etmiş olurum Feza."
Koluna dokunduğumda irkilmedi. Yalnızca başını eğip gözlerimin içine baktı. Omzunun arkasını kavrayıp başımı omzuna doğru yasladım. Önüme çizdiği senaryonun bana kendimi ne kadar üzgün hissettirdiğimi söylemenin ona hiçbir faydası olmayacağını düşündüm. Keşkeler de işe yaramazdı. Söyleyecek bir şeyler arayıp durdum ama bulamadım. Bu yüzden ona dokundum, onun omzuna yaslandım ve beni anlamasını bekledim. Her zaman yanında olacağımı bilmesini istedim.
"Teşekkür ederim, bu benim için çok önemli."
"Ne senin için çok önemli?" dedim alçak bir sesle.
"Bu," dedi. "Bu oda. O forma, şu ayakkabılar. Sen... Anlaşılmak. Ben çok tuğla dizdim önüme ama sen acele etmeden kırıyorsun duvarları. İşte bu, çok önemli."
"Bir şey öğrenmek istiyorum ama ileri gitmekten korkuyorum."
"Sor," dedi saçlarımın üzerine bir öpücük bıraktıktan sonra.
"Sana hâlâ zarar verebilir mi? Hayatındaki yerini merak ediyorum."
"Bana istediği zaman zarar verebilir," dediğinde yıllar önce gözünden düşüp çenesine yuvarlanan yaşların izleri belirdi sanki gülümsemesinin kıyısında. "Hayatımdaki yeri her zaman bu oldu."
Karnıma kızgın bir demir sokuluyormuş gibi canım yansa da onun sesini güçlü tutma çabası yüzünden ben de güçlü durmaya çalışıp "Anladım," dedim. "Başka bir şey sormayacağım."
"Teşekkür ederim," dedi yine. "Çıkalım mı buradan?"
"İstediğim zaman tekrar girip ayakkabılarını inceleyebilecek miyim?"
"Tabii ki," dediğinde çok doğal bir şekilde eli yeniden belimi bulmuş, beni bir adım önüne çekmişti. "Sana anlatabileceğim bir sürü maç anısı var, daha da birikir. Evimin en sevdiğim köşesini hayatımın en değerli köşesindeki kızla gezme işinden hoşlandım. İstediğin zaman buraya girebiliriz."
Bana böyle şeyler söylediğinde kalbim dört nala koşmaya başlıyordu. Odasından çıktık, kapıyı arkamızdan çekti ama içeride bizden bir parçanın kaldığına emindim. Bir eşiği daha geçmiş, bir sınırı daha aşmıştık.
Diğer sınır, yatak odasının kapısının önünde durduğumuzda ortaya çıktı. Elimi doğrudan kapı koluna uzatmamıştım bu kez. O da kapıyı açmak için herhangi bir girişimde bulunmamıştı. Başımı yukarı doğru kaldırdığımda göz göze geldik ve ikimiz de anlamsız bir gerilimle bir süre öylece durduk. "Gömleğim yatağın üzerinde duruyor," dediğinde yavaşça başımı salladım. "Ben de yeni aldığımız beyaz olanı giyerim diye düşünüp ütülemiştim. Onu bana verebilir misin? Üzerimi salonda değiştireceğim. Senin poşetin komodinin üzerinde. Odamda giyinebilirsin. Kapı kilitleniyor."
Kendimi rahat hissedebilmem için içeriye benimle girmeyi bile düşünmüyor, gömleğini ona vermemi rica ediyordu. Kapının kilitlendiğini söylemesi de yine aynı sebeptendi. Ona her konuda çok güveniyordum ve bunu tamamen sıfırdan, kendi kendine inşa etmişti. Beni bu evin sınırları içinde öpmesini istemediğimi söylediğimde kapının önünde çenemi öperek başlamıştı, ardından ilişkimiz biraz daha ilerlediğinde mutfakta beni öpmeden önce benden izin almıştı. Olması gereken tam olarak buydu. Olması gereken, size sizin izniniz olmadan dokunmayacak ve özel alanlarınıza daima saygı duyacak birisini hayatınıza almanızdı.
Taner'de göremediğim her şeyi Doruk'ta görüyordum. Taner'den ne kadar korkuyorsam Doruk'a bir o kadar güveniyordum. Düşündüğümde, Taner'in inatla görmezden geldiğim flörtöz sinyalleri bana tatlı da gelebilirdi fakat o bunu hiçbir zaman Doruk gibi ilerletmemişti. Gece beni almaya geldiğinde bu beni düşündüğü için değildi. Evime bırakırken de niyeti kötüydü, yalnız zaman geçirmemiz için yapıyordu. Tüm bu olayları farklı şekilde yorumlamış olsaydım ve ona gerçek anlamda ümit vermiş olsaydım ya da ondan hoşlansaydım beni bekleyecek korkunç ilişkiyi, ancak Doruk'un güzelliklerine bakarak idrak edebiliyordum.
Doruk bana öyle ideal geliyordu ki bir gün yollarımız ayrılırsa hayatıma nasıl devam edebileceğimi bilmiyordum. Gerçek aşk yalnızca bir kez yaşanan bir şeyse, benim gerçek aşkım her şeyiyle Doruk'tu. Bir gün oturup kendime bir sevgili çizmeyi denesem bile onun gibi birini çizemez, onun bana yaklaştığı şekilde birisinin bana yaklaşabileceğini hayal bile edemezdim.
"Neden öyle bakıyorsun?" diye sorduğunda ses tonundaki sahici merak beni ana döndüren şey olmuştu.
Parmak uçlarımda yükselip çenesini tuttum ve yanağını bana doğru çevirmesini sağladım. Hareketlerime sağladığı uyum bir şiirin hissettirdiği ahenk gibiydi. Ben ona yaklaşmayı denediğimde hemen başını bana doğru eğiyordu. Burnum burnuna değmek üzereyken nefeslerimiz hemen birbirine adapte oluyordu. Elim çenesine gittiğinde dudaklarına bir gülümseme kazınıyordu. Neredeyse birbirimiz için yaratıldığımızı düşünmeye başlayacaktım.
Yanağına bıraktığım derin öpücükte bütün duygularım asılıydı. "Biliyor musun?" dedim içim dışıma taşacak gibiyken. "Sana çok aşığım."
"Nereden çıktı şimdi?" diye sorarken gözleri kapalıydı. Aldığı öpücüğü sindirmeye çalışırken hep böyle yapıyordu. Benden gelen hamlelere henüz alışamamıştı.
"Farkında bile değilsin," dedim gülümseyerek. "Ama mükemmel birisin sen."
"Alakam yok."
"Kesinlikle öylesin." O, elini yanağına götürürken ben kapı koluna uzandım. "Beni mutlu ediyorsun," dedim ilk defa gördüğüm yatak odasını incelemek yerine doğrudan yatağın üzerindeki kıyafeti elime alarak. Gömleğini dönüp ona doğru uzattığımda "Teşekkür ederim," dedim. "Hem elbise hem de muffin mevzusu için. Annemle mutfağa girdiğimiz andan beri o kadar çok gülümsedim ki bu bir şeyleri unutmaya başlamamı sağladı. Unutmak doğru bir tabir mi tam emin olamadım ama sen anladın beni. O gün sana Gün Batımı muffinlerden bahsetmiştim ve sen onların belki de en kötüsünü yedin ama sonra kırk tane alıp takımına götürdün. Şimdi de buradayız. Üç katı kadarını seninle birlikte takıma götüreceğiz. Bu öyle çok şey ifade ediyor ki. Ne demek istediğimi anlıyor musun? Doruk, sen benim her hissimi üç katına çıkarıyorsun."
"Kendini bütün hayatım yapmadan durmayacak mısın sen?" diye sorduğunda ciddiyeti ve şaşkınlığı birbirine girmişti. "Sınırı olur lan sevmenin. İnsan biraz durulur, biraz dinlenir. Sen durduk yere böyle konuştukça ben sana yokuş aşağı yuvarlanıyorum Feza."
Uzanıp dudaklarımı onunkilere bastırdım ama bunu derinleştirmedim. Dudaklarının üzerine gülümseyip geri çekildiğimde Doruk'a kendi gülümsememi bulaştırmıştım. Birbirimize başka bir şey söylemeden göz temasımızı bir süre daha sürdürdük. Ardından ben onun odasına girdim, o başını salladı ve elinde tuttuğu gömleğiyle uzaklaştı odanın önünden.
Kapıyı arkamdan kapattıktan sonra odasına göz gezdirme fırsatını bulabildim. İçerisi ne kalabalık ne de dağınıktı. Büyük yatağı odanın içinde çok fazla yer kaplıyordu. Sağ tarafına yerleşmiş gardolabın kapakları beyaz renkteydi. Birkaç adım atıp kapağın üzerine bantlanmış olan kareli defter sayfasına baktım. Beş tane çöp adam yan yana dizilmiş haldelerdi. Alt köşeye çirkin bir el yazısıyla yazılan harflere göre küçük olanlar Esin ve Alican'dı, kahverengi saçlı birisinin elini tutuyorlardı ve hemen yanlarında da el ele duran iki kişi vardı. Onlar da Özge abla ve Onur abi olmalıydı.
Odasını kişiselleştiren tek şeyin ailelerine ait çizim olması beni gülümsetti. Doruk tam da böyle biriydi.
Daha fazla zaman kaybetmeden lila ve beyazdan oluşan pötikareli elbisemi üzerime geçirip saçlarıma beyaz bir kurdele taktım. İp askılı ve kısa oluşu sebebiyle yazı hatırlatıyor olsa da bu elbiseyi rafta gördüğüm ilk an ona aşık olmuştum ve kabinde denediklerim arasında üzerime en çok yakıştırdığım da buydu. İçinde kendimi iyi hissettiğim için bunun doğru bir seçim olduğuna inanıyordum.
Makyaj malzemelerimi kapıp Doruk'un banyosuna ilerledim ve aynada hızlıca yüzümü renklendirdim. Allığı bir tık abarttığımı düşünsem de kendimi uçacağına inandırdım. Favori dudak kombomu da uygulayıp yüzüme düşen perçemlerimi ellerimle düzelttim. Bir kez daha kendime baktığımda yeniden cıvıl cıvıl hissedebildiğimi fark ettim. Bu hissin Doruk'un dudaklarından dökülenlerle de bağlantısı olabilirdi.
Muhtemelen ben içeri girmeseydim o işimin bitmediğini düşünüp salondan çıkmazdı. Bu sebeple küçük adımlarla salonun kapısına kadar ilerleyip pervaza yaslandım. Ellerimi arkamda bağlarken kalbim hızla çarpıyordu. Doruk bacaklarını açarak köşe koltuğa kurulmuş, elindeki telefonun ekranını kaydırıyordu. Varlığımı fark edince gözlerini bana çevirdi ve beni baştan ayağa süzerken dudakları aralandı.
"Sevdin mi?" diye sordum. "Biliyorum, onları kabine sen taşıdın ama lütfen ilk kez görüyormuş gibi davran."
Böyle davranmak için ekstra bir çaba harcamasına gerek yoktu. İrice açılan gözleri gereken etkiyi veriyordu zaten. "Yuh," dedi. "Vay amına koyayım."
"Doruk!" dedim tepkisi beni deli gibi güldürürken.
Oturduğu yerden kalktığında üzerindeki beyaz gömleğinin vücudunu sarış biçimi yutkunmama sebep oldu. Dümdüz giyinince bile çok yakışıklı oluyordu. Yanıma yaklaştığında nefesimin kesildiğini hissettim. Doruk, iki avucunu belimin yanlarına yerleştirdiğinde "Bu ne?" dedi hayretle. "Sen bunu bel diye taşıyor musun?"
Elbisemin üzerime yapışan kumaşı fazla belirgin olmayan vücut hatlarımı bile olabildiğince göstermeyi başarmıştı. Karnımın üzerinde birbirine değen baş parmaklarını kıpırdatarak hafifçe karnımı okşadı. Ardından büyük avucunu belime kaydırıp beni daha fazla kendine doğru çekti. "Çok güzelsin," dediğinde hemen "Gerçekten mi?" diye sordum gözlerine bakarak. "Olmuş muyum?"
"Olmuş musun mu?" Saçma sorusu beni daha fazla güldürdü. "Büyülendiğim için konuşamıyorum fark ettiysen."
"Böyle gidilir mi sence beni götüreceğin yere?"
"Plan son anda iptal olmuş. Evlilik yıl dönümlerini yanlış hatırlıyorlarmış. Yani böyle gidemeyiz maalesef."
Yavaşça koluna vurdum. "Muffinleri de alıp çıkalım artık. Geç kalacağız diye korkuyorum."
"Oğlum çok güzelsin lan." Kendi kendine konuşmaya başladığına göre sanırım gerçekten beni güzel buluyordu. "Ben seni böyle nasıl götüreceğim elalemin içine?"
"O ne demek be?"
"Barbie bebek gibi kızsın," dedi. "Ne şanslı adamım lan ben."
"Doruk..."
"Büzme dudaklarını," dedi sert bir sesle. Aniden etrafımızı saran gerilim, kalplerimizi birbirine çarptırıp kıvılcım çıkarmaya başlayacak türdendi. "Üşümeyecek misin?" diye sordu, daha yumuşak tutmaya çalıştığı sesiyle ama bakışlarının üzerimde yarattığı etkiyi durdurmayı istese de başaramazdı. "Hava soğuk."
"Üzerine ceket al," dedim. "Üşürsem verirsin. Romantik şeyler düşün biraz, klişe ol."
"Üşürsen veririm," dedi. "Aynen. Ceket alayım ben. Başka?"
"Ne başka?"
"Sevgilimin benden istediği başka bir şey var mı?"
Bir gün gerçekten hık diye kalpten gidecektim. "Yok," dedim. "Senin benden istediğin bir şey var mı?"
"Elimi bırakmaman," dedi yalnızca.
Söylediğini yaptım. Taksiden indiğimizde giyiminden dolayı bu gecede çalışacak görevlilerden biri olduğunu anladığım bir adam, muffin dolu kaplarımı benim "Lütfen sarsmamaya dikkat edin," direktiflerimle evin içine doğru taşırken biz de Doruk'la el ele mekâna giriş yaptık.
Ev inanılmaz büyük, karşımızdaki bahçe ondan da büyüktü.
Açık alana kurulmuş uzunlama masa, reklamlardaki uzun aile sofralarını andırıyordu ama desenli yemek takımları işi biraz lüksleştiriyordu. Yıl dönümlerini kutlamak için verdikleri akşam yemeğine tüm takımı davet etmiş olmaları çok tatlı bir hareketti. Koca koca adamların birbirleriyle böyle yakın olduklarını izlemek çok güzeldi.
Alex ve Giray, derin bir sohbete dalmış halde havuzun kenarındaki sandalyelerde oturuyorlardı. Aras, Ömer abi ve Ömer abinin eşi başka bir köşede Mateo Mora'nın etrafını sarmışlardı. Maria yenge ortalıklarda görünmüyordu. Başımı sağa çevirdiğimde bahçedeki sallanan koltukta ayaklarını ileri geri hareket ettiren iki adam gördüm. Avrupa'nın en iyileri olarak anons edilseler çok az kişinin itiraz edeceği Shaw Axel ve Oleg Milosevic ikilisi salıncaklarında çocuk gibi gülüşüyorlardı.
Başımı çevirdiğim her yerde milyonlar kazanan insanları görmek, çantamın içindeki cüzdanımın kendi cenaze namazını kılmak istemesine neden oluyordu ama ben başımı kaldırıp gülümsedim. Doruk'un elini daha sıkı kavradım ve görmemiş gibi görünmemek için karşımdaki muhteşem villaya dik dik bakmayı kesmeyi denedim.
"Hey!" dedi capcanlı bir ses. "Hello Feza!"
"Hey," dedi Doruk, gözlerini devirerek. "Hi Lukas, Duruk kim ki zaten?"
Lukas gülüp bizi selamlamak için yanımıza geldi koşarak. Doruk'a sataşmak için bana Feza dediğinde hâlâ başarılı oluyordu. Ettiğimiz kısa sohbet sıcak ve samimiydi. Lukas, Doruk'un A takımdaki en yakın arkadaşıydı ve sanırım ben Lukas'ın Doruk'tan daha yakın bir arkadaşıydım. İkimiz bir kavgaya tutuşsak Lukas benim tarafımı tutacakmış gibi tavırlar sergiliyordu. Sürekli kendi aramızda birlik olup Doruk'u sinir ediyor ve bundan çok keyif alıyorduk.
Doruk, elime uzanıp Lukas'ı kışkışladıktan sonra geldiğimizi haber vermek için Mateo Mora'ya doğru ilerleyecektik ama aniden önüme çıkan bedenle birlikte duraksadım.
Başımı kaldırdığımda gördüğüm gözler, çarpılmama sebep oldu. "Oh, sorry," dedi önümdeki iri beden. "Are you Feza?" Doruk'a bakıp gülmeye başladı. "Your Feza?"
(Oh 😮 üzgünüm 🥺 Sen 👉🏼 Feza 🌌 mısın❓ Senin 👩❤️💋👨 Feza'n 🌌 mı 😜)
Shaw Axel ismimi biliyordu.
Shaw Axel beni tanıyordu.
Shaw Axel bana elini uzatıyordu.
İngilizceyi unuttum ve gözlerimi kocaman açıp ona baktım.
Onu havaalanında uzaktan görmüştüm, maçta da canlı izleme fırsatı bulmuştum ama burnumun dibinde nefes alan böyle bir varlığın bulunması bambaşka bir şeydi.
Donup kaldım. "Hi," derken kekelemeyi başaran ilk insan olarak tarihe geçecektim. "Yes. Nice to meet you."
(Selam 🤩 evet 😺 Tanıştığıma 🫂 memnun 🎉 oldum 🛐)
El sıkışırken bedenimi bir titreme sarmıştı. Shaw, beni senelerdir tanıyormuşçasına rahattı. Ben ona onu ne kadar sevdiğimi, maçlarını hayranlıkla izlediğimi hızlı hızlı anlatırken yüzünde tatlı bir gülümseme vardı. El hareketlerimi kullanışım, Doruk ellerimden birini yakalayıp parmaklarını parmaklarımın arasına geçirene kadardı. Bir elimi kullanamıyorken söyleyeceklerime odaklanamadım, bu yüzden daha fazla cümle kurmak yerine susup Shaw'a baktım.
Bana benimle tanışmayı hep çok istediğini söylediğinde bayılmamam mucizeydi. Takım arkadaşlarının tümü çaylak damadın kız arkadaşını merak ediyorlarmış, öyle demişti. Yanımıza gelen Alex ve Oleg Milosevic'e de beni böyle tanıtmıştı: rookie grooms girlfriend.
O topluluktan ayrılınca Mateo abiye ve Maria ablaya selam verdik. Kızları Jess'i bir günlüğüne evden postalamışlardı. Bu davette çocukların olmamasını normal karşılıyordum çünkü her yer alkol kaynıyordu. Maria abla bana bahçeyle evlerini birleştiren verandanın önündeki masaya kurulan açık büfeyi gösterdi. Kreması bozulmamış muffinlerim bir görevli tarafından tek tek oraya diziliyordu. Böyle bir organizasyon için kekleri pişirmiş olmak sürekli sırıtmama sebep oluyordu. Onlar evlenmişti ama asıl kutlamayı ben kendi içinde yapıyordum.
Büyük yemek masasına geçtiğimizde hemen hemen tüm takımla tanışmış sayılırdım fakat burada yalnızca takımdan insanlar yoktu. Teknik ekipten ve sağlık ekibinden birileri de vardı. Yemek başlamadan önce Mateo abi eşine bakarak gözlerimin dolacağı bir konuşma yaptı. Maria abla ise burada olduğumuz için teşekkür etme kısmını üstlendi.
Onlar, bu şekilde yemek verip ardından sevdikleri insanları eğlendirmenin hanelerini bereketlendireceğine dair bir inanca sahiptiler. Ettikleri kısa duada hepimiz adına buna da yer verdiler ve en son Ömer abinin onu dürtmesiyle birlikte Mateo, duasında takımın şampiyonluğunu da istedi. Yeniden konu evliliklerine çevrildikten sonra ise herkes kadehlerini aynı anda havaya kaldırdı.
Önümdeki şarap olduğunu tahmin ettiğim kadehi sapından kavrayıp ben de etrafa uyum sağlamak amacıyla havaya kaldırdım. Kadehler birbirine tokuşturulurken benimki önce sağımdaki Ivan abininkine, sonra karşımdaki Aras'ınkine ve en son Doruk'un kadehinde çarptı. Doruk bana gülümseyip kadehten bir yudum alırken tüm kalabalık da senkronize bir şekilde kadehlerini dudaklarına götürmüştü. Buna uyum sağlamak istedim. Önce bir iki kez kokladım, ardından kokusundan hoşlandığım sıvının boğazımdan kaymasını sağladım.
Tadını beğenmeyi beklediğimi söyleyemezdim ama yanılıyordum.
Acaba kırmızı şarapla ıslak kek yapılır mıydı?
En kısa zamanda denemeyi aklımın bir köşesine yazmıştım. Doruk, kulağıma doğru yaklaşırken yemeğime henüz dokunmamıştım ama kavradığım kadehten yudum yudum içerken şarapla yapılabilecek çeşitli sosları düşünüyor, her bir yudumda daha da ilhamlanıyordum.
Parmaklarını bileğime sarıp dudaklarını nefesi kulağıma çarpacak kadar yaklaştırdı bana. "Daha önce hiç alkol almadığını sanıyordum."
Başımı salladığımda dudakları hafifçe kulağıma sürttü ve bu durumdan hoşlandım. "Evet ama buradakiler bunu bilmiyor."
"Ben biliyorum," dedi. "Keşke sana alkolsüz bir şeyler söylemek aklıma gelseydi. Mutlaka vardır. Ne diyorsun, isteyeyim mi?"
Sağımı solumu kontrol edip ilginin bende değil esas çiftte olduğunu fark edince Doruk'un hâlâ dolu olan kadehiyle benim boşalmak üzere olan kadehimi yer değiştirdim. "Hayır," dedim. "Problem yok."
Doruk, bir bana bir masaya baktı ve bir kez daha "Emin misin?" diye sordu. Başımı salladığımda avucunu dizime bastırması beklenmedikti. Uzun parmakları bacağımı hafifçe sıkarken benden destek alarak biraz masaya doğru eğildi ve onun önüne koyduğum bardağımı eline aldı. Hafifçe elinde çevirdiğinde ne yaptığını anlayamadım ama sonra bardağın üzerinde duran ruj izine değdi gözlerim.
Doruk, dilini hafifçe izin üzerine değdirirken gözleri gözlerimdeydi. Çok geçmeden az önce dudaklarımın yaslı olduğu yere kendi dudaklarını yasladı ve kalan şarabı başına dikti. Hareket eden adem elmasına bakmaktan başka hiçbir şey yapamadım. Karnımın bu kadar feci şekilde kasılıyor olması normal değildi.
Edilen sohbete kulak vermeye çalıştım. Son maçtaki yenilgileri hakkında konuşulmaya başlandığında yaşça bize göre büyük olan Ivan Reyes'in eşi çatalını tabağının kenarına birkaç kez vurup "Hadi ama," demişti. "Şu basketbol dramasını bir günlüğüne bu masadan uzak tutalım."
Yöntemi kısa süreliğine etkili oldu fakat bu sefer de Brianna Reyes hedef tahtası haline geldi. Takımın yengeleri belli ki birbirleriyle iyi arkadaşlardı. Maria, Brianna'ya uzun evliliğin sırrını sorduğunda Brianna kendisi ve eşinin hikâyesini anlatmaya başladı. Onlar kolej zamanlarındayken bir ilişkiye başlamışlardı ve şimdi dört çocukları vardı. Hayatıyla ilgili tek şikayeti ne zaman nereye taşınacağını bilmemesiydi. Yine de itiraz etmemiş, Ivan abi nereye giderse tasını tarağını toplayıp onun peşinden gitmiş ve gittiği ülkelerde kendine sürekli olarak sıfırdan düzenler kurmuştu.
İşin bu boyutu, daha önce hiç düşünmediğim bir şeydi. Ivan abinin NBA geçmişini de düşünürsek transfer olduğu dönemlerde yalnızca şehir değiştirmemişlerdi. Hem bir ülkeden bir başkasına gitmişler hem de oranın kültürüne adapte olmak için çaba harcamışlardı. Yanında güvenebileceğin biri olmadığı takdirde bunun nasıl zor olabileceğini düşünmeden edemedim.
Topluluk içinde konuşmak konusunda çekinceli olsam da "Peki nasıl alıştınız?" diye sordum İngilizce. "Bu kadar sık değişiklikler... Sürekli sıfırdan başlayışlar... Alışmanız ne kadar sürdü?"
Brianna ve Maria birbirine bakıp gülümsedi. Ömer abinin eşinin bu konu hakkında pek bir fikri yoktu çünkü kaptan Ömer abi Efes'in en köklü oyuncularındandı. Diğerleri kadar çeşitli transferler yaşamış birisi değildi.
Maria abla, arkasındaki evi gösterdi bana gülümseyerek bakarken. "Ev bu değil," dedi sesindeki Fransız aksanıyla beraber. Elini eşinin elinin üzerine koydu. "Ev bu. İşte o zaman, her şey kolaylaşıyor. Ülkeler gezmek, şehirler değiştirmek zor ama onun olduğu yerde mutlu olmamak mümkün değil. Evini bir insan yaparsan sürekli evinde gibi hissedebiliyorsun."
Kurduğu cümlelerin güzelliği karşısında ben gülümserken Brianna, Ivan abinin elinin üzerine kendi elini koydu ve gülümsedi. Doruk bana onun talihsiz bir sakatlık yaşadığından bahsetmişti. O süreçleri bile birlikte atlatmışlardı. Aşk, ikisinin göz bebekleri arasında asılı bir duyguyken masanın bekarlarından olan Lukas, daha önce bize de kurduğu o cümleyi kurdu. "Galiba kusacağım."
İnsanlar onun tavırlarına alışkın olmalıydı çünkü bunu kimse bir saygısızlık olarak algılamadı, aksine kahkaha sesleri bahçeye yayıldı. Mateo abi ona bir kız bulma sözü verirken Ömer abi onu kim alır şakaları yapmaya başlamıştı. Takım içi iletişimleri her geçen saniye beni daha da etkiliyordu. Senelerdir bir arada bulunan arkadaşlar gibiydiler. Doruk'un neden yoğun antrenman temposundan şikayet etmediğini anlayabiliyordum. Onların yanındayken gerçekten de kendini iyi hissetmeme ihtimali yoktu.
"Et için teşekkürler," dedi Aras, Maria ve Mateo çiftine bakarak. "Sebze yiyeceğiz diye çok korkmuştum."
Maria abla takımın alışkanlıklarına hakimdi ve görünen o ki Anadolu Efes etçil bir takımdı. Takım arkadaşlarından Aras'ı onaylayan mırıltılar yükselirken Doruk ona dik dik baktı. Sonra Aras da bu bakışlara karşılık verdi. İkisi durduk yere birbirlerine kuruldular ve anlam veremediğim bu bakışma Shaw'ın bana muffinlerim için teşekkür etmesiyle birden kesildi.
"Doruk takıma getirdiğinde sadece iki tane yiyebilmiştim," dedi Shaw Axel, gülümseyerek. Rüyada olabilir miydim? Böyle bir masada doğrudan bana bakarak konuşuyordu. "Yemeğe geçmeden önce dört taneyi üst üste yedim. Cennette gibi hissediyorum. Elin çok lezzetli."
"Çok teşekkür ederim," dedim büyük bir heyecanla. Thomas Zahovic muffinlerimi nereden yiyebileceğini sordu. Oleg, Shaw'a kendisini yönlendirmediği için kızarken Korkut Dönmez ayağa kalkmış, açık büfenin olduğu kısma doğru koşmaya başlamıştı. Bu yarışa Emir Varajic de katılınca takımın gençlerini yargılar biçimde başını iki yana salladı Nikola Boris. Gülüşünü bastırmaya çalışıyordu.
Öyle güzellerdi ki buna inanmakta zorlanıyordum. Babamın bu adamları sadece televizyona bakarak nasıl bu kadar sevdiğini anlayamazdım, şimdiyse benim bu adamları izlemek yerine nasıl dizi açıp köşeme çekildiğimi sorguluyordum. Her biri çok özel insanlardı. Sahada hepsi birer canavar kesilirken forma üstlerinden çıktığında hepsi dünyanın en tatlı insanına dönüşüyordu. Takımın duvarı olan Ivan abi önüne geleni bloklarken burada bir aile babası edasıyla oturuyor, çoğunlukla hakeme itiraz etmeleriyle meşhur olan Alex ise kameralar kapandığında yumuşak huylu birine dönüşüyordu.
Muffinlerime artan taleple birlikte Maria abla çareyi insanlar kalkıp açık büfeye gitmesin diye açık büfeyi buraya getirmekle buldu. Yemekler bittikten sonra çay ve tatlı servisi yapıldı. Bu adamların yüzlerindeki hoşnut ifadeleri ölsem unutmayacaktım. Visal'in raflarına bile layık görülmeyen Gün Batımları, Euroleague efsanesi takımın favorisi olmuştu.
"Şu gülümsemene bir bak," dedi Doruk, elimi bu masada bilmem kaçıncı kez kavrayarak. "Gözlerimi senden alamıyorum."
"Beni kandırmıyormuşsun," dedim ona dönerek. İçimdeki heyecanı nasıl tarif edebileceğimi bilmiyordum ama buraya ilk adım attığım andaki anksiyetemin bir buçuk kadeh şarap içtiğimden beri azaldığını da inkâr edemezdim. Üzerime değişik bir rahatlama hissi çöküyordu. "Gerçekten sevmişler muffinlerimi."
"Ve seni," dedi. "Anlattığım herkes hayran sana. Kendi topuğuma sıkmışım, şuna bak."
"Shaw Axel'le tokalaştım ben bugün," dedim. "Elimi bir daha yıkamayı düşünmüyorum."
"Keşke onu seviyor olmasan," dediğinde gülmeye başladım. "Şu hayranlığını sadece benimle sınırlayamaz mısın?"
"Bilmem," dedim yüzümü onunkine yaklaştırarak. "Sınırlayabilir miyim?"
"Feza..."
"Doruk..."
Nikola Boris oturduğu yerden "Maasallah," dediğinde ikimiz de aynı anda dönüp ona baktık. Muzip bir tavırla birleştirdiği parmaklarını çok lezzetli bir şey yedikten sonra yapılacak şekilde sallıyordu. "Çok güüsel, maasallah."
"Muffini mi diyor?" diye fısıldadım Doruk'a.
Doruk utangaç bir gülümsemeyle elimi tutup dudaklarına götürdü. "Sana diyor güzelim."
Nikola ona "Bu kızı sakın kaçırma," dedi İngilizce. Takımın beni kırk yıllık gelinleriymişim gibi bağrına basması da apayrı bir konuydu. Doruk'un onlara neyi nasıl anlattığını merak ettim. Shaw, Doruk'un ellerindeki yaraların sebebini öğrendiğinde ona aferin demişti. Bu da bana tüm takımın başıma gelen olaydan haberdar olabileceğini düşündürdü. Üzerime titreme sebepleri bu olabilirdi.
Yemek sona erdiğinde bahçedeki ve evin içindeki hoparlörlerden kısık bir şarkı sesi yükselmeye başlamış, içerisi daha da kalabalıklaşmıştı. Takım yemeğinin ardından hiç görmediğim insan sayısı giderek çoğalmıştı. Bir ara pasta kesilmiş, Mateo ve Maria birbirlerini öpmüş ve ben de ellerim koparcasına onları alkışlamıştım. Birlikte devirdikleri yılları sevdikleriyle kutlamalarını Doruk'un aksine ben garip bulmuyordum. Aşklarını hissetmek bana hayaller kurdurup duruyordu.
"Başın mı dönmeye başladı senin?" diye sordu Doruk, yükselen müzik sesi yüzünden kulağıma iyice yaklaşarak. Arkamdaki bedenine sırtımı tamamen yaslamış durumdaydım. O da kollarını omuzlarımın üzerinden geçirmiş, bana o şekilde sarılıyordu. Dikkat çekmeyen bir köşede kendi kendimize hafifçe sallanıyorduk. Beni biraz daha sıkı sardığında başım kol kaslarının arasına sıkıştı ve güldüm. Gülüşüm biraz tuhaf geldi kulağıma. Sanki fazla serbestti.
"İyiyim," dedim. İp askılı elbiseme rağmen üşümüyordum. Hatta sıcaklamış hissediyordum. "Sen nasılsın?"
"Sıkılmış?"
"Çok ayıp."
"Seninle baş başa geçireceğim on dakikayı burada geçireceğimiz üç saate tercih ederim ve bunun için üzgün değilim."
"Bizi davet etmiş olmaları çok tatlı ve şikayet edip durmayı kesmezsen seni abilerinden birine şikayet ederim."
"Abilerimden birine mi?"
"Hepsi çok uzun," dedim kıkırdamaya başlayarak. "Ve hepsi yaşça senden büyük. Artık gözüme küçük geliyorsun Doruk."
Saçlarımı çekiyormuş gibi yapıp beni daha fazla güldürdüğünde onları tek bir omzumun üzerinde topladı ve ensemi öptü. "Demek öyle."
"Evet," dedim. "Sen Efes'in şımartılan küçük çocuğusun."
"O küçük çocuğun kollarında olmaktan mutlu görünüyorsun."
Başımı yukarı doğru kaldırdım, o da aşağı doğru eğdi. "Mutluyum," dediğimde eğilip burnuma bir öpücük bıraktı. "Ama bu senin kısa olduğun gerçeğini değiştirmiyor."
Avucunu karnıma doğru indirip beni gıdıkladığında yerimde kıpırdandım ama boynumun çevresindeki kolu fazla hareket etmemi engelliyordu. Elinden kurtulamadıkça ona daha fazla yaslandım. Bundan oldukça memnundu. Omzuma bir öpücük bırakıp beni mutfağa doğru yönlendirdi. "Lavaboya gidip geleceğim," dedi. Dışarıdaki gürültüye kıyasla daha sakin olan mutfağa girdiğimizde "Kuş kadar mideni dolduramadın yemekte heyecanlanmaktan," diye devam etti. "Ben dönene kadar bir şeyler atıştır istersen."
Tuzlu kurabiyeleri çok sevmiştim ve ada mutfağın önünde onlardan bir sürü vardı. Bu yüzden bu teklife balıklama atladım. O dışarı çıkarken ben yüksek bar taburesine tırmanıp kollarımı ada tezgaha yaslayarak içki şişelerinin yanındaki kurabiyeleri ağzıma atmaya başladım.
Yalnızca birkaç saniye geçmişti ki önüme iki bardak bırakılmasıyla irkildim. Yanımdaki sandalye çekildi ve Aras, "Oturabilir miyim?" diye sordu bana.
"Tabii," dedim dolu ağzımın önüne elimi götürerek. Mutfaktan kurabiye aşırırken yakalandığım için kendimi suçlu hissediyordum.
Aras da beni suçüstü yakalamış gibi imalı imalı gülüyordu. "Senin keklerin daha güzeldi."
"Teşekkür ederim," dedim ve ardından hiç de mütevazı olmadan ekledim: "Bence de."
Bu Aras'a kahkaha attırdı. "Kuru kuru boğazın acımıyor mu?" Şişelerden birini eline alıp önümüze bıraktığı iki bardağı doldurmaya başladı. Sonra bir kurabiyeyi ağzına atıp bardaktaki açık renkli sıvıdan büyük bir yudum aldı ve yutkundu. "Bu işin adabı budur."
Benim için doldurduğu bardağı önüme çektim fakat ondan bir yudum almak yerine parmaklarımı kadehin ağız kısmında dolaştırmaya başladım. "Aras'tı, değil mi?" diye sordum adını biliyor olmama rağmen.
Elini bana doğru uzattı. "Aras Dinçsoy."
"Feyza Feza Falez." Elini sıktım. Adım onu güldürünce herkese yaptığım açıklamayı ona da yaptım. "Bu arada Aras," diye devam ettim sonra. "Doruk yanımdan ayrılır ayrılmaz buraya gelmenin bir amacı var mı yoksa bunun bir tesadüf olduğunu mu düşünmeliyim?"
"Vay," dedi onaylar bir tavırla. "Böyle açık sözlü olmanı beklemiyordum."
"Ama ben bir cevap bekliyorum."
Aras'ın yüzüne pis bir sırıtma yerleşti. "Dorukhan sana beni sevmediğini söylemiş," dedi keyifle. "Ön yargılı olmanın sebebi bu mu?"
"Doruk bana birbirinizi sevmediğinizi söyledi."
Bu gayet normalmiş gibi omuzlarını kaldırıp indirdi. "Doğru."
"Neden peki?" diye sordum olayı karşı taraftan da dinlemek isteyerek.
"Uraz Dinçsoy'u tanıyor musun?" Zihnimde bir ışık yandı. Onu küçükken izlediğimiz milli maçlardan hatırlıyordum. Türk basketbolu için efsane isimler arasında sayılıyordu. Basketbol oynamayı bırakmıştı ama hâlâ yorumculuk yaptığını biliyordum.
Büyük bir aydınlanma yaşadığım içn sesim yükseldi. "Sen onun oğlu musun?"
"Evet," dedi. "Bulunduğum yere torpille geldiğimi düşünen ilk kişi Dorukhan değil, son kişi de o olmayacaktır."
Taşlar yavaş yavaş yerine oturuyordu.
Tüm yaralarını babasından alan bir çocuk, Aras'ın babasının ayak izlerine basarak yükselen biri olduğunu düşünüyorsa ona karşı beslediği hisleri anlayabilirdim. Doruk onun yürüyen bir torpil olduğunu düşündüğünü zaten ifade etmişti. Aras içinse onu kıskandığımı düşünüyor demişti. Ortada bu şekilde bir kıskançlık varsa eğer, bu bana her şeyden normal gelirdi.
"Öyle mi?" diye sordum daha fazlasını dinlemeye duyduğum istekle.
"Bir yere kadar," dedi Aras, dürüstçe. Sapsarı saçları ve insanı uyuz eden bir gülümsemesi vardı. "Baban Uraz Dinçsoy gibi bir adam olunca tüm kapıların sana açılıyor olduğunu inkâr etmenin bir anlamı yok. Ama insanların gözünde sonsuza kadar Uraz'ın oğlu olarak kalmamam gereken maçlar da oynadım. Görüşler değişmedi. Onlara göre ben Aras değil, Uraz'ın oğluyum sadece. Babasının gölgesinde yaşayan torpilli basketbolcu."
Bu duruma ne kadar içerlediği belliydi ve eğer bunu ondan bizzat dinlememiş olsaydım onun böyle dertlerinin olduğu aklımın ucundan bile geçmezdi. Belki Doruk da ona aynısını yapıyordu. Oturup konuşmadıkları için birbirlerine düşman olabilirler miydi?
"Çok para bile mutlu etmiyor insanı, değil mi?"
Ilımlı sesim onun gardını düşürmesine yol açınca Aras bana buruk bir gülümseme yolladı. "Baba parası mevzusu ile çok suçlandım. Allah var, babamın parasını çatır çutur yediğim zamanlarım oldu ama bütün emeklerimin bir soyadı yüzünden hiçe sayılmasını hâlâ kaldıramıyorum."
"Sürekli kıyas mı yapılıyor? Bilmediğimden soruyorum."
"O çıtayı öyle bir yere koydu ki zamanında, değil ben kimse gelip de kolay kolay alamaz onu o yerden," dediğinde babasıyla gurur duyduğunu anladım. "Kötü bir maç çıkardıysam Uraz Dinçsoy'un başını önüne eğdiğimi, iyi bir maç çıkardıysam Uraz Dinçsoy'un oğlundan da bunun beklendiğini söylüyorlar. Hiç denk gelmemiş olmama şaşırdım."
Parçaları birleştirmek konusunda geç kalmış olsam da babamın bana bundan daha önce bahsetmiş olduğunu hatırlıyor gibiydim. O sırada yüzümü telefonuma gömüp hangi diziyi izliyorsam söyledikleri bir kulağımdan girdiği gibi diğer kulağımdan çıkmış olmalıydı.
"Doruk'la tanışana kadar çok fazla basketbola ilgim olduğunu söyleyemeyeceğim," dedim. "Peki basketbolcu olmayı sen mi istemiştin yoksa bu babanın sana zorunlu kıldığı bir şey miydi?"
Aras'ın bakışları değişti. Kaşlarını havaya kaldırdı ve gözleri yüzüme saplanıp kaldı. "Şanslı piç," dediğinde kaşlarım çatıldı. Bu Doruk için kurduğu bir tamlamaydı ve konuşmaya devam etmeseydi öfkelenmeme yol açacaktı. "Biliyor musun, ben de senin gibi birine sahiptim." Omuzlarını düşürdü. "Az önceki sorunu ilk kez ondan duymuştum. Bana onu hatırlatıyorsun."
"Bahsettiğin kişi nerede şimdi?"
"Hayatını siktim, gitti." Önündeki bardağı tek seferde kafasına diktiğinde kendisinden nefret ettiğini gözlerinde çok net bir şekilde görebildim. Bir insanın duygularını böyle açıkça okuyabilmek her zaman hoş bir şey değildi. Kalbimin sıkıştığını hissederek kendi kadehimi sıkıca kavradım. Bana anlatacaktı, biliyordum. Aras'ın bu gece o kızdan bahsetmeye ihtiyacı olduğu ortadaydı.
"Çok olmadı," diye başladı. "Her zaman yanımda duranı yüzüme bakmayacak hale getirdim. Biz erkekler böyle seven kızların masum duygularının içinden geçmeden duramıyoruz galiba. Her şeyi berbat etmekte üstümüze yok."
Sadece bir şeyler yapabilmek için kadehle oynamaya devam ederken tadına olan merakımı gidermenin zamanının geldiğini düşündüm. Küçücük bir yudum almayı hedeflemiştim ama küçükten biraz daha fazlasını içtim. Bu gece birçok şeyi ilk kez deneyimliyordum. Boğazımda kalan garip tat yüzünden yüzümü buruşturduğumda Aras "Volim," dedi. "Kafayı resetlemeye birebirdir."
"Alkolle pek aram yoktur." Doğrusu, hiç aramın olmamasıydı. Konuyu bana çevirmesine izin vermeden ona baktım. Devamını beklediğimi anlayıp boğazını temizledi.
"Babamla tanıştığında ona böyle bir oğlunuz olduğu için çok şanslısınız diyecek türden bir kızdı o." Gözlerini bardağına çevirdi. "Herkesin aksine, babamın benim en büyük şansım olduğunu söylemek yerine ona benimle gurur duyması gerektiğini söylemişti. Ne bileyim, farklıydı işte. Kendimde göremediğim şeyleri o görüyordu. İlgisi çok hoşuma giderdi."
"Ne oldu da ayrıldınız?"
Derin bir nefes aldı. "Buna bağımlı hale geldim."
"Kıza mı?"
"İlgiye," dedi. "Farklı ortamlar tarafından el üstünde tutulur oldum. Adım konuşulmaya başlandıkça etrafımdakiler arttı. Kalabalıkların gözde çocuğu olmayı fazla sevmeye başladım. İşin özü Feza, basit varlıklarız biz. Para için yüzüne gülen insanları, kalbini bütünüyle sana vermiş insandan ayıramıyorsun bazen. Dışarıdan bakınca çok alçakça geldiğinin farkındayım ama doğamız gereği hep daha fazlasını istiyoruz. Kendini benden kurtarması onun yararınaydı. Bulamayacağımı bile bile girdiğim arayışlar yüzünden bu şekilde terk edilmeyi hak ettim ben."
"Geveliyorsun," dedim. "Daha fazlası derken kastettiğin neydi?"
"Birkaç şöhret basamağı tırmandığında bazı kadınlar kendini senin önüne atmaya başlıyor." Duyduklarım üşümeme yol açtı. Isınmak ve aklıma doluşmak üzere olanları dağıtmak niyetiyle kadehi bir kez daha dudaklarıma götürdüm. Bu garip tat, ilk seferki kadar yakmadı boğazımı. Alışıyor gibiydim. "Duymayı bile kaldıramıyorsun, değil mi?" diye sordu anlayışla gülümseyerek. "O da öyleydi. Bu sikik herifin kendine hayrına var mı ki bana tavsiye vermeye kalkıyor diye düşünecek olabilirsin ama sana tavsiyem, aklın varsa arkana bakmadan gitmen olacak. İsimlerimiz fark etmiyor, biz aynı bokun lacivertiyiz. Siz aşık oluyorsunuz, biz ilgi seviyoruz."
"Derdini anlatıyorsan anlat, yoksa gideceğim," dedim ama ayağa kalkabileceğimden emin değildim. Biraz başım dönmeye başlamıştı. "Doruk hakkında ileri geri konuşmanı dinlemek için burada oturmaya devam etmeyeceğim. Aranızdaki mevzu sizi ilgilendirir, beni değil."
"O kadar Devin'sin ki," dedi yüzüme bakarak. "O kadar Devin enayiliği ki bu. O da kendisini uyaranları dinlemeyip peşimden koşmuştu böyle. Sana diyorum, sen dinle. Sonsuza kadar süreceğini sandığın ilişkinin ömrü bir gecelik. Her şeyin mahvolması tek bir sarışına bakar Feza. Günün sonunda sarışının biri gelir, Dorukhan adını bile hatırlamaz senin."
"Devin'i aldattın mı?" Sesimdeki tiksinir ton, ona karşı kurduğum empatiyi de silip süpürmüştü beraberinde. "O senin yüzüne tükürdü mü yoksa bunu şu an benim mi yapmam gerekiyor?"
"Onu aldatmadım." Sözüne hiç güvenmiyor olsam da yüz ifadesi söylediklerinde samimiymiş gibi hissettiriyordu. Aras, çok acı çekiyordu. Ne düşüneceğimi şaşırmıştım. "Ama onu yüzüstü bıraktım. Olay da bu. O kadar çok arkamda durdu ki sonunda onu görmezden gelmeye başladım, sadece önüme baktım."
Canım yanmaması gerektiği kadar yanıyordu. Buna yapabileceğim mantıklı bir açıklama yoktu ama sanki kalbim, kıyametiyle tanışıyordu.
"Geçenlerde bir bok yedim," diye itiraf etti bu konuşma onun günah çıkarmasıymış gibi. "Kendini önüme atanlardan birini evime götürdüm."
"Detayları öğrenmek istediğimden emin değilim." Berbat derecede kötü hissediyordum ve insanların neden böyle zamanlarda alkole sığınıyor olduğunu anlamaya başlamıştım. "Devin için çok üzülüyorum Aras."
"Onun parmağı parmağıma değse, daha fazla şey hissederdim," dedi. "Arzular dürtülerden ibaret şeyler. Başka kadınlarda Devin'i aramanın hiçbir mantığı olmadığını anladığımda buna bir son verdim. Anlıyor musun? Başlamadan bitirdim. Onu aldatmadım. Onu delik deşik ettim ama yemin ederim onu aldatmadım."
"Bunu sadece fiziksel bir eylem mi sanıyorsun?" Kıstığım bakışlarımı yüzüne yolladım. "Yanında o varken de başkalarına bakıyormuşsun. Arkana değil, önüne. Öyle demedin mi?"
"Ben sana şöhretin sarhoş edici etkisini nasıl anlatayım?" diye sordu. "Sen daha volimin tadını yeni öğreniyorsun."
"Ay edebiyatını da al siktir git açıkçası," dediğimde Aras, şok içinde donup kaldı. "Bana Devin'in resmini göster. Paramparça ettiğin kızı görmek istiyorum. Senin de görmeni istiyorum. Canın yanıyor görüyorum ama hak edilmiş bir yangın bu, Aras. Sen de farkındasın."
"Hak edilmiş bir yangın..." diye tekrarladı telefonunu cebinden çıkarırken. Diğer eliyle içki şişesini kavramış, bardağını tekrar doldurmuştu. Kızın Instagram hesabına girmesini beklerken o galerisine girdi. Önüme bir fotoğraf koyduğunda ikisinin birlikte ne kadar da mutlu göründüklerini düşündüm. Bir taraf her şeyi mahvetmeden önce her şeyleriyle birbirlerine aitlerdi.
"Dorukhan'ın sana koştuğu Real Madrid maçı," dedi yavaşça. "Köpek gibi kıskanmıştım. Başımı kaldırıp tribüne baktığımda kimsenin gözleri benim üzerimde değildi. O olsaydı, maçın adamı olmasam da bana bakıyor olurdu."
"Hâlâ aşıksın," dediğimde acı bir gülümseme dudaklarımı çekiştirdi. "Devin'i istesen de aşamayacaksın."
"Sağ ol," dedi ben masmavi gözleriyle kameraya bakan kıza dikkat kesilmişken. Kahve saçlarının bir kısmı Aras'ın kabanına doğru elektriklenmişti. Aras dudaklarını onun şakağına yaslamışken Devin gözlerini kırıştıran bir mutlulukla gülümsüyordu.
Galerimizi dolduran fotoğrafları hatırladım. Doruk'la yan yana çekindiğimiz tüm resimleri.
"Artık hayatım mahvolduğunda anlatacak kimsem yok," dedi.
Hayatımın mahvolmaya başladığını hatırladım. İlk domino taşını Taner devirmişti ve gerisi çorap söküğü gibi geliyordu.
"Her geçen gün, bir öncekinden zor bir gün olacak ve bunu biliyorum," diye devam etti Aras.
Her geçen günüm, bir gün öncesinden daha zor oluyordu. Söylediği her kelimenin son zamanlarımın fragmanına dönüşmesi beni korkuturken başka bir hata daha yapıp kadehimi başıma diktim. Boğazım sızladı. Gözlerim yandı. Devin'e ve Aras'a bir kez daha baktım.
"Bunu sana kimse söylemeyecek," dedi Aras. "Ama bu iş, iyi bitmeyecek. Seni kıracak. Seni paramparça edecek. Kötü birisi değil Dorukhan ama iş işten geçtiğinde avucuna dökülen kalp kırıklarına bakarken onun iyi biri olup olmamasını önemsemeyeceksin. O kapıyı bir kez çarpacak, sen bin kez kapıda kalacaksın. Yaşadıklarımdan öğrendiğim şey bu benim. Yol yakınken dön geri, bak hayatına. Devin'le tanışsan sana ilk söyleyeceği şey bu olurdu. Sporcu erkeğin kahrı çekilmez derdi sana. O çekti de ne oldu?"
Kendimi daha fazla kötü hissedemem sandığım anda sözleri birer birer içime saplandı. "Ahkâm keseceğine gidip onun kapısında yat," dedim. "Yarım kalmışlığının acısı sarmış her yerini. Sürünüyor musun, ayaklarına mı kapanıyorsun bilmiyorum ama ne yap et, bu kızı geri kazan Aras. Bizim ayrılığımız için çabalayacağına onun kalbini yeniden kazanmak için ver tüm çabanı. Yanında böyle gülümseyen birisi, tek kalemde silemez seni. Ne halt yemiş olursan ol kalbinde biraz kalmışsındır. Tamamen yok olmadan önce son bir şansın var gibi görünüyor, kullan bunu."
Söylediklerim ona küçük bir ümit verdiğinde oturduğu taburede doğruldu. "Sen olsan," dedi yavaşça. "Affeder miydin beni?"
"Ellerimle filizlendirdiğim çiçek başkalarına açıyorsa, bin kez kapımda sabahlasa ben affetmezdim o çiçeği. Dışarıda bahar var. Sizi ilgiyle büyütüyor olmamız, çoktan büyümüş bir başka çiçeği sevemeyeceğimiz anlamına gelmiyor. Dünyanın en ünlüsü olabilirsin, en zengini olabilirsin ama vazgeçilmez değilsin. Başta bunu kabul etmen gerekiyor. Sen önüne bakarken arkanda Devin'i unuttuysan, Devin'in sana sırtını dönüp yolunu değiştirebileceğini göze almışsın demektir. Bundan sonrası tamamen onun insafına kalmış. Onun yerinde olsam ne yapardım bilmiyorum ama senin yerinde olsam, onu geri kazanabilmek için her şeyi yapardım, işte bunu biliyorum."
"Çabalamam onu rahatsız eder mi?" diye sordu. "Beni bir kez daha görmek istemediğini söyleyen birisinin karşısına çıkmalı mıyım?"
"Nefret söylemi miydi, korku dolu muydu sesi? Seni çok sevdiği için kalbi mi kırılmıştı yoksa senin ona zarar vereceğinden mi korkuyordu? Onun cümlelerini senin sesinden anlayamam. Hem baksana, sen onu ona bakarken bile anlayamamışsın. Ben nasıl akıl vereyim şimdi sana?"
"Kalbimi kırıyorsun."
"Oh olsun," dedim. "Devin'in dertleşecek birine ihtiyacı varsa ona numaramı atabilirsin. Ben bu olayda tamamen kız tarafıyım."
Aras gülmeye başladı. "Konuşurken ağzını yaymaya başladın."
"Konuya odaklan."
"Sana odaklanıyorum," demesini bir anlığına yanlış anladım. "Dakikalardır mutfağın kapısından görünen şu duvara yaslanan herifin seni kestiğinin farkında bile değilsin. Buradan kalksam yanına gelme cesaretini bulacak. O yüzden Dorukhan köpeği dönene kadar kendimi buraya zincirlemeyi kendime görev edindim."
Başımı bahsettiği yöne çevirecekken Aras kolumu tutarak bunu yapmama engel oldu. "Şşh," dedi. "Çaktırmadan bakmak diye bir şey duymadın mı sen hiç?"
"Duymadım," dedim. "Sanırım görmemeye de başladım. Kaçak içki mi içirdin bana? Doruk'tan intikam almak için beni öldürmeyi falan denemiyorsundur umarım."
"Çok mu dizi izliyorsun sen?" diye sordu gülerek.
"Evet," dedikten sonra ellerimi birbirine çarptım. "En sevdiğim dizi Supernatural. Onu biliyor musun? İn cin top oynuyor ve iki kardeş de onları avlamaya çalışıyor. On beş sezon. Biraz uzun ama ben bitirmek üzereyim. Hiç bitmesini istemiyorum."
"Oo..." Dudaklarını birbirine bastırdı. "Sen kaymaya başlamışsın."
"Kaymıyorum," dedim. "Dümdüz oturuyorum. Hadi Devin'e kadeh kaldıralım. Volüm müydü bunun adı? Her ne haltsa."
"Bunu ilk kez deniyor olmana inanamıyorum," dedi. "Kaç yaşındasın sen, üç mü?"
"On sekiz," dedim ciddiyetle. "On dokuz olacağım. Doğum günüm 24 Mayıs'ta. İkizler burcuyum. Sen kesin yengeçsin. Allah yengeçlerin belasını versin."
"Lan ne oluyor?" Benimle eğleniyor olduğunu hissettim bakışları yüzünden. Kaşlarımı çatarak ona kızmayı denedim ve azıcık daha volim içtim. Bardağı elimden zorla aldı. "İyi değilsin he sen."
"Sen de mi öğrendin?" diye sordum. Ellerimi masanın üzerine koydum ve başımı ellerimin üzerine yaslayıp Aras'a doğru baktım. "Birlikte büyüdüğüm çocuk yüzünden. Adı Taner."
"Kimmiş bu Taner?"
"Bana dokundu, inanabiliyor musun?" Sözcükler dilime ağır geldiği için dilim dolanmaya başlamıştı. "Kafedeydim. Visal'i çok severdim bu arada. Neyse, oraya geldi. Benimle ilgili iğrenç düşünceleri varmış. O kadar iğrençti ki kustum bile. Çok kötüydü Aras."
Aras'ın bakışları karardı. "Bu Dorukhan'ın Allah'ına kavuşturduğu lavuk mu?"
"O," dedim. "Çok fena yumrukladı onu. Benim yüzümden başı yanacaktı."
"Elinde bir adres varsa bana ulaştırmanı çok isterim," dedi sertçe. "Bir de ben bakayım ağzıyla burnu yerinde mi diye. Benim babam Uraz Dinçsoy, başım yanmaz yani."
Deli gibi gülmeye başladığımda o kadar da komik bir şey yoktu ortada ama nedense çok eğlenmiştim. Sonra kapı tarafından gelen sesle birlikte başımı o yöne çevirdim. Doruk birisine "Önüne bak," diyordu. Kim olduğunu göremedim. İçeri girdiğinde beni ve Aras'ı yan yana görmesiyle birlikte zaten çatık olan kaşları daha da çatıldı. "Ne işin var lan senin burada?"
"Sevgilinle dedikodunu yapıyoruz," dedi Aras. "Lütfen gider misin?"
"Seni bir götürürüm bir daha geri gelemezsin." Doruk'un racon keser tavrı Aras'a kahkaha attırdığında Doruk ona dik dik bakmaya devam ediyordu. "Kalksana lan, ne bakıyorsun yüzüme?"
"Ona bağırma," dedim. "O çok üzgün ve aşk acısı çekiyor. Biraz anlayışlı ol lütfen."
"Ne?"
"Ağzında da bakla ıslanmıyor," dedi Aras, gözlerini devirerek. "Üç saniye tutsaydın bari sırrımı."
"O benim sevgilim." İşaret parmağımla Doruk'u gösterdim. "Ve bana sır verdiğini söylemedin. Söyleseydin ona söylemezdim ama söylemediğin için söyledim."
"Siktir," dedi Doruk, burnumun dibinde biterek. "Sakın sarhoş oldum deme."
"Olmadım."
"Kesinlikle oldu," dedi Aras. "Sana kolay gelsin, ben kaçıyorum."
"Ne içtin?" Doruk yüzümü tutup gözlerime baktı. Her geçen saniye vücudumun daha da gevşediğini hissediyordum. Ne içtiysem biraz daha içsem huzurlu bir uyku çekebilirmişim gibi geliyordu. Kafam dağılıyordu, en önemlisi buydu. Damarıma eğlence karışıyor gibiydi. Gülmeyi hak ettiğimi düşünüyordum ama Doruk, neden güldüğüme anlam veremiyor olmalıydı. Bana biraz garip bakıyordu. "Feza," dedi. "Lavaboya girdim çıktım, kafayı bulmuş Lukas'la uğraştım. Onu evine bırakması için kaptana postalayıp yanına döndüm..."
"Uuu..." dedim.
"Sadece on dakika yoktum ve sen on dakika boyunca nefret ettiğimi söylediğim kişiyle muhabbet mi ediyordun?"
Bana öfkeli bakıyordu. Bundan hoşlanmamıştım. "Ama-"
"Seni sarhoş mu etti?"diyerek böldü lafımı.
"Sadece merak ettiğim için biraz içtim." Elimi yanağına koydum. "Özür dilerim, kızmasana."
"Sarhoş oldun!" diye bağırdı. "Ve ben şu an delirmek üzereyim."
"Şarap içtiğimde sesini çıkarmamıştın."
"Bir kadehten bir şey olmaz diye düşünmüştüm!"
"Bağımlı gibi konuştun."
"Ben ne diyorum sen ne diyorsun ya?"
"Bağırma," dedim kavradığım yüzünü yakınıma çekerek. "Öpüşürsek susar mısın?"
"Benimle dalga mı geçiyorsun?" Biraz paniklemiş gibi görünüyordu. "Allah'ım, bir rüya çıkabilir mi bu?"
"Niye bu kadar kuruldun ki?" dedim kızgın kızgın. "Sen de sarhoş olmuştun ve gayet tatlıydın. Ben tatlı değil miyim?"
"Babanın seni tatlı bulmayacağına yüzde yüz eminim," dedi. Bir şeyler anca o an kafama dank etti. Bu gelişin bir de dönüşü olacaktı. Tamamen aklımdan çıkmış bir şeydi. "Ve benim de bacaklarımı kıracak. Benimkinin buna kalkışmasına alışkınım ama seninkiyle böyle bir ilişkim olmasaydı güzel olurdu!"
"Beni arkanda bırakma." Doruk'a dikkatle bakarken dudaklarım titremeye başladı. "Lütfen," dedim. "Devin gibi olmak istemiyorum."
Çenemi sıkıca kavradığında yaşanılanlara anlam verebiliyor gibi görünmüyordu. "Sana benimle ilgili bir şey mi söyledi?" diye sordu. "İlk fırsatta öldüreceğim ben o çocuğu, sen ağlama sakın. Ne olduğunu bir anlasam."
"Of bayağı yakışıklısın," diyerek ellerimi yüzüme kapattığımda Doruk zorla parmaklarımı yüzümden çekti.
"Kafayı buluyorsun iyice," dedi. "Öyle böyle sıçmadık Feza."
"O zaman eğlenelim. Dans edelim mi? Beni bir dansa bile kaldırmadın. Benden utandığın için miydi?"
"Ne?"
"Etrafta güzel kızlar vardı. Kısmetini mi kapatırdım?"
"Ne diyorsun lan?"
"Beni aldatacak mısın?"
"Kızım, tövbe Estağfurullah. Aras! Aklın varsa karşıma çıkmazsın kodumun yarım akıllısı seni."
"Ona kızma," dedim yeniden yanağına dokunarak. Yüzünü kapıdan bana doğru çevirmesini sağladım. "O çok üzgün."
"İnan ki şu an en çok ben üzgünüm," dedi büyük bir çaresizlikle. "Sevgilim, ben babana ne diyeceğim? Demez mi sana güvenip kızımızı emanet ettik diye... Nasıl açıklayacağım ben şimdi bunu sizinkilere?"
"Öf, suç işlemişim gibi davranmasana." Güldüm. "Alt tarafı içtim. Herkes içiyor. Ferdi de. Naz da. Eren... Ohoo Eren. Fırat bile denemiş olabilir, zıpırın teki. Ve sen de. Sen de içtin, niye sarhoş olmadın?"
"Senin bünyenle benimki bir mi?" diye sordu. "Bir iki damla şarap beni çarpar mı sence? Feza, ilk kez kafayı bulmak için başka gün mü bulamadın Allah aşkına ya?"
"Çok yakışıklı olduğun için ne söylediğine odaklanamıyorum."
Burnunun kemerini sıktı sinirle. Derin bir nefes aldı ve yeniden bana baktı. "Ne yapacağız?"
"Dans edelim!"
"Yok," dedi Doruk. "Seni bu halde eve götüremem ben."
"Dans mı edeceğiz?"
"N'olur sus," dediğinde dudaklarımı büzdüm. Doruk, işaret parmağıyla büzdüğüm dudaklarıma vurup yüz ifademi düzeltmemi sağlarken "Pişt," dedi. "Seni üzmeye çalışmıyorum ama yaşadığım strese biraz anlayış göstermen gerekiyor. Bizi zor bir durumda bıraktın."
"Özür dilerim," dedim. "Etrafına ayak uydurmaya çalışıyordum. İyiyim, eve dönebiliriz. Yatağıma girip uyurum ve sen de benimle uğraşmak zorunda kalmazsın. Bir daha da beni böyle yerlere getirmezsin olur biter. Rezil etmem seni tekrar."
Doruk, oturduğum bar taburesinin iki yanından arkamdaki ada tezgâha ellerini yaslayarak beni bir kafese aldığında başımı ona doğru kaldırıp gözlerinin içine bakmaktan başka çarem kalmamıştı. "Saçma sapan konuşma," dedi. "Ne beni rezil ettin ne de senden utandığım var benim. Niye böyle şeyler düşünüp duruyorsun anlamıyorum."
"Benimle dans etmediğin için. Lavaboda kalmak için uzun bir vakitti. Belki gidip senin ağzının içine düşecek gibi sana bakan kızlardan birini tavlamışsındır. Hatta belki kız sarışındır."
"Tamam," dedi. "Buraya kadar. Gidiyoruz."
"Ne?" dememe kalmadan Doruk beni bir un çuvalıymışım gibi tek koluyla kavrayıp omzuna attı. O kalçalarıma doğru sıyrılan elbisemi çekiştirirken ben baş aşağı bir şekilde onun kalçasına bakıyordum. "Ne yapıyorsun?" diye sordum ama kızgın çıkması gereken sesim kıkırtılar halinde yayıldı mutfağın içine. Çok eğlenmiştim.
"Durum daha da kötüleşmeye başlamadan önce seni götürüyorum," dedi. "Belli ki daha da dağıtacaksın sen."
"Nereyi dağıtacağım?"
Kolunu bacaklarıma daha sıkı sardığında yerimde kıpırdandım. "Korkma, düşmezsin." Bizi mutfaktan çıkartırken takım arkadaşlarını ortalıkta göremedim. Sanırım onlar bahçedelerdi. Doruk, girdiğimiz kapıya doğru değil de daha az insanın olduğu kapıya doğru ilerlerken bir sürü kızın arasından geçiyorduk. "Kız arkadaşım," dedi birilerine. "Sorun yok, o iyi. Sadece yürüyemeyecek kadar sarhoş oldu."
Maria yenge kapıya yakın bir yerde karşımıza çıktığında şaşkınlıkla ağzı kocaman açılmıştı. Ona baş aşağı şekilde el salladım. "Görüşürüz yenge, teşekkürler her şey için."
Maria yenge Doruk'a bakarak bana ne olduğunu sordu. Benim ne dediğimi anlamamıştı çünkü o Türk değildi. Keşke herkes Türk olsaydı.
Doruk, sarhoş olduğumun açıklamasını ona da yaptı ve ardından bizi kapıdan çıkardı. Taksi, kapının önünde hazırdı. Bu zenginlerin hayatlarını bazen çok kıskanıyordum. Doruk ikimizi araca bindirdiğinde çantamı ne zaman ve nereden almıştı bilmiyordum ama onu kucağıma bıraktı. Ardından ceketini hızlıca çıkarıp omzuma attı.
Taksiciye oturduğu siteyi tarif ettikten sonra yüzünü bana yaklaştırdı. "Bana gidiyoruz, tamam mı?" dedi. "Babana nasıl hesap vereceğimi hâlâ bilmiyorum ama meydan dayağı da yiyecek olsam bu haldeyken seni gözümün önünden ayıramam. Bu gece birlikte kalıyoruz."
🏀🧁🏀
Panikhan Falay ve oradan oraya savrulup duran Feza'sı.
Nasılsınız? Sizi özledim. Sizi özleyince de nispeten daha uzun bir bölümle gelmek istedim.
Doruk'un koleksiyonunu gördük. Onun ağzından anlatılan bölümlerin birinde bahsedilen yırtık formayı elimizde tuttuk ve ayakkabılarına dokunduk. Feza, Doruk'la en çok bugün tanıştı diyebilir miyiz?
Hemen ibreyi Aras'a çevireceğim bu noktada. Aras Dinçsoy hakkındaki düşüncelerinizi öğrenmek isterim gitmeden.
Yeniden görüşene dek teşekkürler ve tatlı günler! Yani umarım, hepimiz için.
Instagram, twitter:
azraizguner
Parodiler:
dorukhanfalay
fey.falez
naz.aaslan
Sonunda yaaaaaa
YanıtlaSilALLAAAHHHHHHHHH (özet görevi gördü)
YanıtlaSilÖzlemişiz yalan mı söyleyelim
YanıtlaSilNasıl bekleyeceğim yeni bölümü beee
YanıtlaSilCanım yazarımız kalbimize zararsız cidden
YanıtlaSilAyyyy çok özlemişim panikhan falaya da ayrıca güldüm dorukhan ve feza bu bölün ilişkinin aşırı tatlı bir noktasındalardı arasla dorukhanın arasının ileride çok iyi olucağını düşünüyorum ben en başından beri bence bu bölümle de giriş yapmış olduk devin ve feza yakında bir şekilde tanışıcak gibi heyecanla bekliyorum
YanıtlaSilAllah'ıma şükürler olsun sana yarabbim
YanıtlaSilarası bari bize ver yazar hanımcığımm biz onuda çok sevdik
YanıtlaSilçok çok çok özlemişimm
YanıtlaSilnaz eren kiss ne zaman gelir yaa eren böyle kıskançlıktan kudururken görmek o kadar iyi ki neyse belki naz gömlek dikince olur arada bazı ufak tefek şeyler sldkfjsdşlf
YanıtlaSilAras’a çok gıcık oldum. Umarım onun söylediklerine inat doruk ve Feza’nın arası hiç bozulmaz. Eğer doruk fezayı arkasında bırakırsa bu aras’ın söyledikleri yüzünden oldu diye düşünürüm ve çok saçma olur. Doruk zaten seviyor Feza’yı. Bence araları gereksiz yere bozulmasın
YanıtlaSilBu bölümden sonra araları bozulmasa da bir ayrılık bir uzak mesafe ilişkisi yaşanacak ve bazı şeyler sınanacak gibi geldi
SilÖncelikle ćok özlemişim sonra Aras tan bahsedeyim çok gıcık değilmiş daha itici bir tip bekliyorum son olarak diğer bölüm için can atiorummmmmmm
YanıtlaSilBir yorumda aras çok sevinilmiş başka bir yorumda ise aras hiç sevilmemiş bir tanesinde ise arada kalınılmış her telden var ne güzel :)
YanıtlaSilayyyyy o kadar özledik kiii
YanıtlaSilpekii cok begendikk bolumuu🥺🥺
YanıtlaSilaras peki serroymus kizi uzmus nasil tatli olsun serro o pis
YanıtlaSilpeki biz derini gorcek miyiz cok sevdik daha gormeden peki Fezayla arkadas olsunlar
YanıtlaSilÇok çok çokkkk özlemişimmmm😍😍 Ayrıca Aras’tan çok Devine üzüldüm. Acilen Feza ile arkadaş olmalılar.
YanıtlaSilya yengeçlere neden yükleniliyor onların suçu ne ki (yengeçim)
YanıtlaSilŞey yb ne zaman djkskdndkdn
YanıtlaSilşey azra abla BÖLÜM ŞAKA MI KAFAYI YİCEM ÇOK İYİYDİ ,
YanıtlaSildorugun fezayı hazırlanırken beklediği kısımda fezayı aşırı kıskandım ya var mıdır doruk gibisi şimdi nerden bulayım. Açıkçası kitapların diğer kitaplara göre daha olası konular içerdiğinden karakterler daha gerçek geliyor efes panthinaıkos maçı izliyorum aklıma doruk geliyor mesela.
ve NE DEMEK BİRLİKTE KALICAKLAR . Bİ TANE DAHA OKYANUSUN DUDAKLARINI ÖPMEK BÖLÜMÜ GELİR Mİ heyecandan ölücem
MÜTHİŞ OLMUŞ sevgiler_rnkeem
feza ile doruk daha küçük negatif enerji basmak istemem ama gelmez bence ve feza daha bir geleneksel aile yapısından gelen bir kız bilemiyorum
SilAyyy şükür kavuşturan aaa
YanıtlaSilÇok tatlıydılar yine yaa
AYAYAYAYAYAYAYA DEMEK ISTIYORUM
YanıtlaSilÇok iyiiiiiii agggfchfxug
YanıtlaSil