11. "Ablalar ve Kardeşler"

Bölüm şarkıları:

Adamlar, Acının İlacı
Göksel, Uzaktan

•🏀•

Dorukhan Falay:

Falez: Geldim şimdi Visale

Falez.

Deniz kenarındaki dik kayalık, uçurum.

Feza.

Gökyüzü, uzay.

Ve o, ismi gibi hissettiriyor.

Yarım saat kadar önce metrobüs durağına bıraktım onu. Yol boyunca durgundu. Onda garipsediğim bir durgunluktu bu. Neredeyse hiç konuşmadan yürüdü yanımda. Durağa vardığımızda da turnikeye kartını basmadan önce bana dönüp el salladı. Yüzünde zoraki bir tebessüm vardı. İçten güldüğü zaman yanakları kızarıyor, gözleri küçücük kalıyor ve gözlerinin kenarları kırışıyordu. Bu, o gülümsemelerden biri değildi.

Sorunun ne olduğunu anlayamasam da gülümseyip "Görüşürüz," demiştim. "Teşekkür ederim her şey için. Varınca yaz bana lütfen."

Feza'nın iş yerine vardığına dair yazdığı mesajın bildirim sesi geldiğinde yalnızca ablam ve bendik salonda. Diğerleri de Feza'dan yirmi dakika kadar sonra gitmişti.

Doruk: Tamamdır, kolay gelsin.

"Sırıtıyorsun," dedi ablam. Başımı kaldırıp ona baktığımda kıvırcık saçlarını yolma pahasına sert hareketlerle topluyordu. Onlarla baş edebilmenin zor olduğundan yakınırdı sürekli ama ben çok severdim saçlarını.

"Abla," dedim hâlâ inanamazken. "Maçlarımı izliyormuş." Bunu idrak etmem zaman alacaktı. "Abla," dedim yine. "Maçıma gelmiş benim."

Ablamın yüzüne aydınlık bir ifade otururken gözleri de ışıl ışıldı. Ona Feza'yla tanıştığımı anlattığım günden beri Feza'ya karşı sanki bir hayranlık besliyordu. Daha imza günümde yüz yüze gelmeden bile önce ben bu kızı çok sevdim demişti bana. Bugünse ne kadar sevdiğini kendi gözlerimle görmüştüm.

Diğer arkadaşlarımla da anlaşırdı ama Feza'ya karşı takındığı sıcak tavır onlardan çok daha farklıydı, bunun farkındaydım.

Bir kez daha düşünürken buldum kendimi. Makkabi maçının oynandığı gün benchte otururken oyuna girmek için çok heyecanlıydım fakat girme ihtimalimin ne kadar düşük olduğunu biliyordum. Tribünde bana odaklanmış bir çift göz olmasını hayal bile edemezdim. Sahada parlayan beş arkadaşımın aksine gözleri benim üzerimde olan, o maçta benim için bulunan bir kişi vardı on üç bin kişinin arasında.

Üstelik haberim yoktu. Ben davet etmemiştim onu ama o benim İstanbul'da A takımla oynayacağım ilk maçımı kaçırmak istememişti. Kendi isteğiyle, benim için oradaydı.

Önemsenmek, demek böyle hissettiriyordu insana.

Uçurumun kenarında oturup denize bakmak gibi. Mavi gökyüzünün altında uzanmak gibi. Feza gibi, falez gibi.

Bir tesadüf eseri kesişmişti ikimizin yolları. Kötü bir dönemden geçiyordum. Koçumun bana attığı fırça son darbe olmuştu yıkılıp kalmam için. Sokaklara atardım kendimi ne zaman işin içinden çıkamasam. Şehrin her yerinde vardı adımlarımın izi. O gün Visal'in önünde duraksadığımda yürümeye mecalim kalmadığından oturmuştum. Gözlerim kararıyordu.

On dokuz yaşındaki birinin taşımaması gereken o yük, beni o kaldırıma çökertmişti ve bana uzanan o el sanki beni hayatımın değişebileceğine inandırmak içindi.

Ona baktığım ilk an kalbinin ne kadar temiz olduğunu düşünmüştüm. Birlikte geçirdiğimiz birkaç andan sonra ise hayal edebileceğimin çok daha ötesinde olduğunu anlamıştım.

Feza tanıdığım en nazik insandı. Cümle kurarken karşısındakini incitmemeye çok dikkat ediyordu. Yolda yürürken uçan kuşa bile gülümsüyordu ve o gülümseme utanmasa kuşa bile çiçek açtıracaktı.

"Utandı sana yakalanınca," derken yüzümde hâlâ aynı ifade asılıydı. Ellerimi ensemin arkasında birleştirmiş, başımı koltukta geriye doğru atmış halde tavana bakıyordum. "Sen görmeseydin galerisinde o fotoğrafı haberim bile olmayacaktı benim. Bana söylemeyecekti. Anlatırken bile orada olmalıymışım gibi geldi dedi. Biliyorsun, ben genelde sevdiğim insanları yanımda tutmaya çalışırım. Hatta birçoğunun benim çabamla yanımda kaldıklarını düşünürüm. Şimdi onun bu yaptığı... Nasıl anlatılır ki? Kimse benim yanımda olmayı bir gereklilik olarak görmemişti."

"Çok tatlı bir kız," dedi ablam. "İnce düşünceli, nahif. Dünyanın kötülükleri ona hiç dokunmamış gibi. İyi olmak için bir çaba göstermiyor, iyi çünkü kalbi tertemiz. Kendi kendine, kendi dünyasının içinde sana destek olmak istemiş. Sana haber bile vermemiş çünkü derdi gösteriş değil, içinden geldiği için yapıyor ne yapıyorsa."

Katılmadığım tek bir cümlesi bile yoktu. Kendimi en son formayı aldığım zaman bu kadar mutlu hissetmiştim herhalde. Arkamı döndüğümde gördüğüm ilk kişi ablam olurdu benim fakat bana ayırabildiği vakit kısıtlıydı. Mutlu bir yuvanın içindeydi seneler sonra, tam da hak ettiği gibi. Fırsatı olsaydı eminim ki beni hiç yalnız bırakmazdı fakat o yalnızlığın içinde aslında tek başıma olmadığımı görmek, ikimizi de şoka uğratmıştı.

Feza'nın arkamdaki desteğine nasıl tepki verebileceğimizi ikimiz de bilmiyorduk. Koşulsuz şartsız birinin bana değer verebileceğine pek inancımız olmadığındandı bu.

"Dorukhan." Adımı ciddi bir sesle söylemişti. Bu beni dünyaya döndürecek gibi oldu fakat yalnızca bir saniye içinde yine odağım dağıldı ve tribünün içinde Feza'yı hayal ettim. Muhtemelen koç beni oyuna almadıkça kendi kendine kızıp söylenmiş olmalıydı. Çok konuşuyordu. Ne zaman çok konuşsa bir anda bunu fark edip susuyor, sonra utançla bana bakıyordu. O ne kadar konuşursa ben o kadar dinlerdim, bunu anlayamıyordu.

En ufak bir olayı bile dünyanın en önemli hikâyesiymiş gibi anlatmayı başarabiliyordu onun sesi. Hiç sıkıldığım olmamıştı yanındayken.

O gittikten sonra eve girdiğimde içeride hâlâ sesler vardı. İçlerinde onun olmadığını bildiğimden midir nedir, pek de odaklanmamıştım o seslere ben. Beril ve Alara da çok konuşurdu ama bu genelde katlanmak zorundaymışım gibi hissettiğim sohbetlerden ibaret olurdu. Ben Okan'ın arkadaşıydım, diğer iki kız ise Okan'ın eşantiyonu olarak hayatıma dahil olmuşlardı. Onlarla da bir derdim yoktu aslında ama sürekli olarak ortamlara dahil olmalarından çok fazla hoşlandığımı da söyleyemezdim.

Onlar benim değil de Okan'ın arkadaş grubu olarak yer kaplıyorlardı hayatımda. Ben de hayır demeyi beceremeyen bir insan olduğumdan onun bunun tayfasıyla hep bir şekilde tanışırdım. Sonra girdiğim her kalabalık ortamda biraz daha yalnız hissederdim kendimi. Güvendiğim, yanımda varlığını aradığım insanların sayısı gün sonunda bir elin parmaklarını geçmezdi.

"Onu bir daha bu ortama çağırma." Tavana sabitlediğim gözlerimi ablama çevirdim. Elindeki çay fincanını masaya bırakıp ciddi bir konuşma yapacağının sinyalini verdi bana. "Burada olmayı sevmedi."

"Öyle mi?" dedim şaşırarak. "Benim yanlış bir hareketim mi oldu ki?"

"Beril ve Alara," dedi bu her şeyin açıklamasıymış gibi. Kaşlarımı kaldırdım. "Feza, o ikisini pek sevmedi gibi hissettim."

"Aa." Bir an için bana da öyle gelmişti aslında. Sonra yanlış yorumladığımı düşünmüştüm. "Aslında ev kalabalık olsun istemiştim, o yüzden evet dedim Okan'a. Kızlı erkekli bir grup olmasaydık Feza'yı buraya davet etmem biraz garip olur gibi hissetmiştim."

Gözlerini kocaman açtığında "Yani," dedi şaşkın şaşkın. "Feza'yı evine çağırabilmek için mi bu grubu topladın?"

"Bizimkilerle Fifa atacaktık." Bu sık sık yaptığımız bir şeydi zaten. Toplanıp konsol oyunları oynayarak ve çerez yiyerek geçiyordu boş zamanlarımız. "İstersen Berilleri de çağır dedim Okan'a."

"Demek Beril o yüzden öyle yakın davrandı sana."

"Anlamadım."

"Okan, Beril'e Dorukhan seni de çağırdı dediyse Beril bir beklentiye girmiş olabilir. Zaten beklentiye girmeye yer arıyor o kız."

"Arkadaşlarımın bir kısmını sevmediğinin farkındayım ama arkalarından konuşmak pek hoşuma gitmiyor."

"Niye öyle diyorsun? Seviyorum ben çoğunu. Bekir'e bayılıyorum mesela." Yeniden çayına uzandı, bir yudum içti ve bana baktı. "Feza'yı da çok sevdim. Beril'i sevmiyorsam vardır bir sebebi. Ablanın içgüdülerine güven sen."

"Peki."

"Bir daha karşı karşıya getirme ikisini."

"O kadar mı ya? Birbirlerinden nefret etmişler gibi davranıyorsun."

"Hemen hemen."

"Feza birine nefret besleyecek birisi değil hiç."

"Kızı küçümsediler Doruk."

"O yüzden mi benimle çok konuşmadı onu metrobüse bırakırken?" Aslında kendi kendime konuşuyordum ama ablam kaşlarını kaldırarak karşılık verdi bana.

"Buna çok üzülmüş gibisin."

"Moralini mi bozdular kızın?" Konuşulan her şeyi dinlememiştim. Genel olarak bir kısımda Feza'nın evimde olmasının garipliğine şaşırıyordum. Buraya gelmiş olması çok değerliydi benim için. Muhtemelen gelmeyecekti fakat son yenilgimizden dolayı keyfimin yerinde olmadığını düşünmüş ve bunun için gelmiş olmalıydı. Günün sonunda keyfi kaçansa kendisi olmuştu. "Arayayım mı onu abla?"

"Dur biraz. Nefes alsın."

Durumun ciddiyetini o söylemeseydi asla fark etmezdim.

"Kapanış saatinde yanına gidip özür dileyeyim mi peki?"

"Rahat bırak kızı," dedi bu işlerden hiç anlamadığımı söylemek ister gibi bön bön suratıma bakarak. Telaş olmuştum. Benim davet ettiğim bir yere beni kırmamak için gelmişti ve buradan üzgün ayrılışının sorumlusu gibi hissediyordum kendimi. "Dorukhan sana öğüt verme niyetinde değilim ama bir abla olarak tavsiyem, bundan sonraki adımlarını düşünerek atman yönünde olacak."

"Ne demek şimdi bu?"

"Bir şeyler hissettim," dediğinde neyden bahsettiği hakkında fikrim yoktu. "Hissettiğim şeyler yüzünden de daha dikkatli olman gerekiyor. Hareketlerinde, sözlerinde, yaptıklarında. Feza'yı kırmamaya çalış, olur mu kardeşim? Ben seni bir kız çocuğunun kalbini kırasın diye büyütmedim."

"Neden böyle dedin ki şimdi?" diye sordum. "Doğru söyle, bir şey mi yaptım ben farkında olmadan? Bana da mı bozuldu? Zaten çok dikkat ediyorum ki onun yanındayken."

"Anlıyorum." Başını ağır ağır salladı. "Ben seni biliyorum. Senin yapın böyle. Kibar yaklaşıyorsun çoğu zaman herkese ama bunun yanlış anlaşılabileceğini unutma. Güzelce düşün taşın, ne yapmak istediğine karar ve buna göre bir sınır koy diyorum."

"Sen bana şu an ona ümit verme demeye mi çalışıyorsun ben mi yanlış anlıyorum?"

"Ne anladıysan o. Ben baştan uyarımı yapayım ki sonradan zor bir durumun içinde bulma kendini. Ne söylüyorsam senin iyiliğini düşündüğüm için söylüyorum."

"Bence onun iyi niyetini yanlış anladın," dedim hızlıca. "Biz arkadaşız, bugün de söyledik ya zaten Lukas'a."

Eliyle ağzının üzerine bir fermuar çektikten sonra apar topar ayağa fırladı "Çocuklar!" diyerek.

"Onur abi alacak ya onları."

Telaşı aynı hızla kaybolduğunda "He," diyerek geri oturdu yerine. "Bir an panikledim evlatlarımı unuttum diye."

"Bu evladınla uğraşmaktan onları mı unutuyordun bakayım sen?" diyerek ona sırnaşmaya başladığımda kıvırcık tutamların arasına elimi daldırıp kabartmaya başladım saçlarını. Ellerime vurarak geri çekilmemi sağladığında köşe koltukta bir savaş başlattık. Ben onun saçlarına ulaşmaya çalışıyordum, o beni devirmeye çalışıyordu fakat iki metreye on üç santim uzak bir adam olarak buna izin vermiyordum.

"Ben daha dün senin götünü bezliyordum," diyerek sitem ettiği sırada gülmeye başlayıp başımı dizine yasladım. Nefes nefese kalmış halde olmasına rağmen anında durup bu savaşın sonunu getirdi ve parmakları saçlarımın arasına karıştı. "Ne ara sen büyüdün de boyumu geçtin benim?"

"Bayağı geçtim bu arada," dedim önemli bir detayın altını çizer gibi.

Alnıma bir şaplak attı. "Kırıveririm dizlerini, görürsün gününü."

"Yeğenlerime de böyle mi diyorsun evde? Sosyal hizmetlerle konuşsam iyi olacak sanırım."

"Onur abin aldı mı acaba çocukları, hiç de yazmadı bana." Anne modu aktif hale gelmişti. Aslında o mod hiç kapanmıyordu. Ben doğduğum an girmek zorunda kaldığı bu role şimdi kendi isteğiyle çocuklarını yetiştirerek devam ediyordu. Gülümsedim çünkü ablama annelik çok yakışıyordu.

"Onur abiyi ara da buraya gelsinler," dedim hemen. "Size yemek hazırlayabilirim."

"Buzluktaki hangi tarihten kaldığını bilmediğim pizzayı mı ısıtacaksın çocuklarıma?"

"O kadar da gaddar bir dayı değilim," dedim. "Dışarıdan pizza söyleyeceğim."

Gülmeye başladı. "Uzan şu selfie çubuğu kolunla masanın üzerine de telefonumu veriver. Bir arayıp konuşayım bizimkilerle."

Onur abi ve ablam, ilkokuldan arkadaşlardı. Sonrasında aynı ortaokula da gitmişlerdi. İkisi de dokuz yaş kadar büyüktü benden. Ben kendimi bildim bileli ablam Onur abinin adını sayıklardı. Hatta basketbola başlayışım bile Onur abinin basketbol oynaması ve ablamın onu hayran hayran izlemesi sayesinde olmuştu.

Zamanla ikisinin arkadaşlığı güçlenmişti fakat o dönemler Onur abi ablamın hayatının ne kadar zor olduğunun farkında olduğu için yalnızca destek olma amacıyla onunla arkadaşlık ediyordu. Beni de ara sıra kafam dağılsın diye parka götürürdü. Top sektirmeyi henüz beş altı yaşlarındayken ondan öğrenmiştim. Dokuz yaşına bastığımda altyapı seçmelerini kazanmamda payı büyüktü.

Onur abinin babası seneler içinde işlerini büyütmüştü. Bu yüzden büyük imkanlar serebiliyordu oğlunun önüne. İstanbul'un diğer yakasında üniversite kazandığında o yakadan ona bir ev tutmak da bunlardan biriydi.

Aralarına giren mesafe ve hayat şartları yüzünden ablamla iletişimleri giderek azaldı, hatta kopma aşamasına geldi. İkisi de birbirinden hoşlanıyorlardı, ablam körkütük aşıktı ama bunu ona söyleyemiyordu çünkü lanetimizi ona bulaştıracağına inanıyordu. Artık kendi hayatını kursun, ona yük olmayalım istiyordu. Kendini ona layık görmüyordu. Bu yüzden de çocukluktan beri ona karşı büyüttüğü sevgiyi kalbine gömmeye çalışıyordu.

On bir yaşına basmak üzereyken ilk milli davetimi almıştım. Hayatımın en heyecanlı günüydü.

Ablam zamanında yetişip beni kurtarmasaydı aynı gün, hayatımın son günü oluyordu.

İşte o günden sonra iki senedir birbirleriyle pek konuşmayan ablamla Onur abinin kaderleri yeniden birleşmişti. Ablam o gece beni evden kaçırıp elimi sıkı sıkı tutarken tekel bayiinin sahibi olan amcanın telefonundan Onur abiyi aramak zorunda kalmıştı.

Geceyi onun evinde geçirebilmemiz için bizi sokak ortasından almaya gelmişti Onur abi arabasıyla. Biz onun yanına gidememiştik çünkü ben yürüyemiyordum. Korkuyla ağlıyor, bir daha hiç yürüyemeyeceğimi sanıyordum. O gece beni önce hastaneye götürmüş, ablamı sakinleştirmeye çalışırken yanımdan da hiç ayrılmamıştı.

Yalnızca bir ay içinde Onur abi ve ablam evlendiler.

Onur abi bize sahip çıkabilmek için ailesini karşısına aldı. Üniversiteyi bitirmeden çat diye nikah kıydı. Bizi o eve dönmekten kurtardı. İkinci bir şans tanıdı hiçbir zorunluluğu olmamasına rağmen. Ablam öyle mahcuptu ki Onur abinin gözlerinin içine aylarca bakamadı. Her şeyi benim için kabul etmişti. Benim için her şeyi yapardı. Bunu da yapmıştı.

Ve geçen zaman içinde Onur abiyle ablam dünyadaki en büyük aşkı yaşamaya başladılar. Hak ettikleri mutluluk onları buldu. Çok fazla zorluk geldi geçti başlarından, çok fazla bela attılar fakat üçümüz birbirimize tutunup üstesinden geldik hepsinin.

Kendimi onları düşürdüğüm durumdan dolayı çok suçlu, çok mahcup hissediyordum. Tesislerde uyuduğum çok oldu. Onur abinin evine olabildiğince az gitmeye çalıştım. Benimle defalarca kez konuşmasına rağmen rahatsızlık hissimi geçiremediğini fark ettiğinde ayrı bir eve çıkabilmem için bana destek oldu ama elini omzundan hiç ayırmadı. Benimle kimsenin duymadığı kadar gurur duydu.

Ona duyduğum saygı çok başkaydı. Babamın yapmadığı babalığı bana yaptı. En önemlisi, ablamı çok sevdi. Çok değer verdi ona. Bu yüzden de benim en değerlim haline geldi.

Yani aslında ablamı ve beni Onur abi büyüttü, kendi yaşına başına bakmadan.

İşte bu yüzden ikimiz de ona çok derinden bağlıydık.

Esin sırtında, Alican kucağında içeri girdiğinde onun ne kadar iyi bir baba olduğunu düşünmeden edemedim. Ne zaman yeğenlerimle onu görsem geçirdiğimiz zorlu günleri düşünür, ablamın kendine böyle bir eş bulmasından dolayı mutlu olurdum.

"Koçum," dedi beni görür görmez. Sıcak gülümsemesi yine yüzündeydi."Naber, nasıl gidiyor?"

"İyi abi," dedim Esin'i sırtından alıp kucağıma çekerken. "Ablamla oturuyorduk öyle. Sen nasılsın?"

"Gördüğün gibi."

Esin kollarını boynuma sararken çok sevdiğim sesiyle "Dayıcığım," demişti. "Alican'la konsol oyunu oynayabilir miyiz? Babam izin verirsen oynayabileceğimizi söyledi. İzin veriyor musun?"

"Veriyorum güzelim," dediğimde zıplayarak kucağımdan atladı. Ablam çocukları ona sarılmadan konsola koştukları için şokla elini göğsüne bastırırken Onur abi büyük bir adım atıp ablamın yanağını öptü.

"Günün nasıldı hayatım?"

Kocasını gördüğü an gözlerinin içi bile gülmeye başlamıştı. Aşkın büyüleyici bir duygu olduğunu bir tek ikisini gördüğümde düşünürdüm. Onların bağları öyle sağlamdı ki diğer bütün çiftler bana sıradan ya da eksik gelirdi. Bir erkek bir kadını sevecekse Onur abi gibi sevmeliydi, bu da eşine hiç rastlamadığım bir şeydi.

"Bizim sıpanın arkadaşlarıylaydık," dedi ablam. Onların sıpası yıllardır bendim. Bazı şeyler on dokuz yaşına basmış da olsam değişmiyordu.

"Feza'yı da çağırmışsın, ne iş?" diye sordu Onur abi sırıtıp kaşlarını kaldırarak. Şaşkınlıkla bir ablama bir ona baktım. Feza'yla nasıl tanıştığımı biliyordu ama onun bugün burada olduğu hakkında bilgisinin olmaması gerekiyordu. Ablam hemen yetiştirmiş olmalıydı.

"Abi..."

Devam etmeme izin vermeden "Hayır hayır bu iş," dedi sırıtmaya devam ederek. "Ama oğlum, az çalıştır şu kafanı. Hem Beril'i hem Feza'yı ne diye aynı ortama sokuyorsun?"

"Abi-"

"Abin kadar taş düşecek başına." Beni kedi yavrusu gibi ensemden yakalayıp önünde yürüterek salonun kapısından içeri soktu. "Anlat bana bakalım olayın aslını astarını."

"Maçlarımı izliyormuş." Her şeyi bir kenara bırakıp gülümsemeye başladım. Heyecanlı sesim yine yaşımı küçülttü. "Birine gelmiş hatta. Hem de hiç haberim olmadan. Bana söyleseydi onun için güzel bir yer ayarlardım. Çıkışta bile mesaj atmamış. En azından yanına giderdim, evine bırakırdım. Ne bileyim, çok mahcup hissettim böyle olunca."

"Ne kadar alışmışsın her şeyin karşılıklı yapılmasına," diye mırıldandı Onur abi. "Kız karşılık beklemeden bir şey yapınca feleğin şaşmış."

"Yalnız Feza da felek şaşırtacak cinsten bir kız şimdi," dedi ablam onun yanına otururken.

"Ben daha tanışamadım."

Tanışmak istediğini bilmiyordum. "Öyle," dedim. "Ben biraz bocaladım ama galiba bugün. Ablam Berillerin Feza'nın moralini bozduğunu söyledi. Zaten görsen, metrobüse gidene kadar beş karıştı yüzü. Hiç öyle görmemiştim onu daha önce."

"Konuştunuz mu hiç?" diye sordu ciddi bir yüzle. Elini siyah saçlarının arasından geçirirken kahve gözlerini de üzerime dikmişti. "Aradın mı?"

"Bana vardığına dair bir mesaj attı," dedim. "Ama arayıp sıkboğaz etmek istemedim."

Kaşlarını çattı. "Olmaz öyle şey," dedi. "Onun kalbi kırılmışken gözüne uyku girecek mi senin?"

Azarlar gibiydi sesi. Bana akıl hocalığı yapmaya soyunmuştu şimdi. Bütün hayatımı yönlendirmemiş, beni kendisi eğitmemiş gibi yeni arkadaşım hakkında da tavsiyelerini dizecekti arka arkaya. "Ben bir şey yapmadım ki," dedim sitemle. "Bence siz çok büyütüyorsunuz. Bana kırılmamıştır." Destek isteyerek ablama döndüm çünkü Feza gibi birini kırmak asla isteyerek yapacağım bir şey değildi. "Küsmüş müdür?" diye sordum. "İnsanlarla arkadaşlık kurmayı bile beceremiyorum."

Onur abinin sanki bir şeylere anlam vermek ister gibi yüzüme dik dik baktığını gördüğümde nedense kendimi önlerinde çok küçük düşmüş hissettim. Elimi neye atsam onu batırırdım ve bu iki insan az toparlamamıştı arkamı.

"Kızı ara koçum." Alican ve Esin konsolun başında televizyona bakıp kıkırdarlarken ben yüzümü abime çevirdim. "Olmaz öyle. Hem senin için rahat eder hem o da belki bir şeyler söylemek ister."

"Ne diyeceğim arayıp?"

"Yeniden görüşmek istiyor musun?"

"Tabii ki," dedim hemen. "Ama çok üzerine gitmek de istemem."

"Bak, alınmanın büyüğü küçüğü olmaz pek." Fazla didaktik mi konuşuyor diye ablama dönüp onay bekledi. Ablam, yardıma ihtiyacım olduğunu söylemek ister gibi başını sallayıp Onur abinin omzuna başını yasladığında Onur abi onu kolunun altına aldı. "Sen farkında değilsindir muhtemelen, çoğu zaman kadınların arasında geçenlere erkeklerin aklı ermeyebilir. Normal bu. Yine de işten çıktın mı falan diye gir muhabbete, nabzını yokla kızın."

Telefonda konuşmak da mesajlaşmak da aslında çok başarılı olduğum eylemler değildi. İletişim kurmak konusunda pek uzman hissetmiyordum kendimi. Zamanında devamlı bastırılan bir çocuk olmamdan kaynaklı olduğunu düşünüyordum bunun. Kendimi doğru şekilde ifade edebilmek üzerine çok kafa yorardım.

Yine de telefonu elime alıp diğerlerine bir bakış attım. Onur abi çenesiyle işaret verirken ablam güven vermek isteyerek gözlerini kapatıp açtı. Onların yanında Feza ile konuşma fikri beni çok utandırdı birden. Ayaklanıp balkona doğru yürümeye başlarken sırf biraz zaman kazanabilmek için çocuklara nasıl pizza istediklerini sordum. Balkona çıkmışken siparişi de veririm diye düşünmüştüm.

Küçük dikdörtgen balkonun kapısını açtım, tırabzanlara yaslandım ve rehberime girip F harfine tıkladım. Dilim damağım kurumuş gibiydi. Telefonu kulağıma yaslayıp beklerken ona neler sorabileceğimi, konuyu nasıl istediğim yere çekebileceğimi düşünüyordum.

Çaldı, çaldı, çaldı.

Feza açmadı.

Bir kere daha çaldırıp onu rahatsız etmek istemediğim için mesaj atmaya karar verdim ve uygulamayı açtım.

Doruk: Müsait olduğunda bana dönebilirsen sevinirim, saat fark etmez

Doruk: Bekliyor olacağım, kolay gelsin.

🧁

Feza Falez:

Kafeye geri döndüğümde Naz beni kapıda karşılamıştı. Omuzlarımı tutup yüzüme doğru yaklaşırken gözleri korkuyla kocaman olmuştu. İyi ki ona sorun olmadığına dair bir mesaj atmıştım, kim bilir o mesajı atmasaydım neler olurdu. "Hemen anlat," dedi beni sarsarak. "Hemen anlat ve gidip o çocuğun kafasını kopartayım, güzel bir çerçeve bulur Visal'in duvarına asarız."

Beni neşelendirme çabasını anlıyordum ama içimden gülmek gelmiyordu. "Sorun o değil," dediğimde sesim titreyecek gibi çıktı. Her hissettiğimin böyle çabuk ortaya çıkmasından nefret ediyordum.

"Bebeğim," dedi Naz büyük bir şefkatle yumuşarken yüz hatları. "Ne oldu?"

İçeride kimsenin olmayışı hayatın galiba beni günüm yeterince kötü geçtiği için teselli etme şekliydi. Naz beni bir sandalyeye doğru ilerletti ve omuzlarıma bastırarak oturttu. Kendimi küçük bir çocuk gibi hissediyordum. Bu his beni ilk defa bu kadar rahatsız ediyordu bugün.

Hassas biri olduğumu, çabuk alındığımı ve bazen olayları gereksiz yere büyüttüğümü biliyordum ama içimde kocaman bir aşağılanmışlık vardı. Bu her gün rastladığım bir durum olmadığı için ağlama hissimi bastıramıyordum.

Kendimi sıkmayı denedim. Yine çok fazla tepki verdiğimi düşündüm. Yabancı bir ortama girmek benim için yeterince stresliyken o ortamda o bakışlarla oturmak bana fazla gelmişti. İşte bu yüzden, bunu bir şekilde dışarı atmam ve arkamda bırakmam gerekiyordu.

"Biraz üzüldüm," derken beraberinde gözlerim dolunca Naz'ın kaşları ok misali çatıldı.

Bir sandalyeyi tam karşıma çekip dizlerini dizlerime yaslayarak oturdu. "Kim üzdü benim kızımı?"

Onun bu tavrı her duygumu daha da yoğunlaştırdı. Ellerimi kucağıma bırakıp dolu gözlerimle ona bakmaya devam ederken Naz'ın bu halime hiç dayanamıyormuş gibi elime uzanmasıyla bir gözyaşı düştü yanağıma. "Pek güzel değilim di mi ben?" Başka bir yaş daha bir öncekini takip ettiğinde elimin tersiyle onları hızlıca sildim. "Dönüp bir daha bakmazsın mesela bana yolda görsen ya da ne bileyim, tanımak istemezsin beni. Öyle çok bir şey katmam hayatına, zaten üniversiteye de gitmiyorum."

Yüzümü iki eliyle kavradığında dudakları sesim yüzünden aşağı doğru bükülmüştü. Naz beni ne zaman böyle görse sanki bir düğmeye basılmış gibi onun da gözleri dolardı. "Ne alaka şimdi?" diye sordu hayretle. "Bi'tanem, böyle düşünmene ne sebep oldu da sen oturdun saçmalıyorsun?"

"Çok güzellerdi Naz." Kendimi çok küçük düşmüş, çok utanmış hissediyordum. "O kadar yerim yoktu ki aralarında, keşke hiç gitmeseydim."

"Kim onlar?"

"Doruk'un arkadaşları." Muhtemelen Beril, gelecekteki sevgilisiydi de onun. "Bana biraz tepeden baktılar gibi oldu." Burnumu çekip daha düzgün açıklama yapmaya çalıştım. "Beril diyetisyenlik okuyormuş ve Alara da mimarlık okuyormuş ve benim bir işte çalıştığımı öğrendiklerinde tavırları bir garipleşti ikisinin de. Zaten Beril beni ilk gördüğü an sevmedi bence ama tüm gün dik dik bakmasına gerek yoktu. Cildim biraz bozuk diye mi baktı sence öyle? Kendimi çok kötü hissediyorum."

Naz'ın karşısında böyle bir sebepten ötürü ağlıyor olmak beni çok utandırdığı için ellerimi yüzüme kapattım ama kendimi durduramadım. Beril ve Alara'nın neredeyse tiksinti denilebilecek türden bakışları gözümün önünden gitmiyordu. Rahatsızlık hissim büyüdükçe gömleğimi çekiştirmiş, saçımı düzeltmiş, oturduğum yerde kıpırdanmıştım. Bunu fark etmişlerse bile tavırlarını değiştirmemişlerdi.

"Gel buraya." Hızlıca beni kollarının arasına çekti. "Anladım kızların nasıl birileri olduğunu. Olayların seninle bir ilgisi yok tamam mı? Onlar herkese karşı böyledirler. Bizim okulda da tonla var bu tiplerden. Kendini üzmene değmez gün ışığım, ağlama lütfen."

"Bir de Doruk'un ablası onun maçına gittiğimi öğrendi galerimdeki bir fotoğraf yüzünden. Tabii Doruk da öğrendi. Benim bugün bir yerin dibine girmediğim kaldı Naz, çok utanıyorum. Hiç böyle hayal etmemiştim."

Sırtımı okşadı, saçlarımı öptü, beni saklamak ister gibi göğsüne bastırdı. "Doruk ne tepki verdi?" diye devam etti rahatlamam için saçlarımla oynarken.

"Sevindi bayağı," dedim. "Çok tatlıydı aslında. Hiç gerek olmamasına rağmen beni durağa kadar bıraktı."

"Peki o kızlara karşı senin yanında durmadı mı hiç?" Sesi onda az rastlanacak şekilde ciddiydi. Detayları öğrenmek istiyordu ama sanki göğüs kafesinin içinde kaynayan öfkenin fokurtularını duyuyordum.

"Galiba fark etmedi," dedim. "Ben de abartıyor olabilirim. Belki de yanlış anladım."

"Sus," dedi sertçe. "Sen birisi hakkında kötü düşünüyorsan o kişi safi kötüdür melek kızım benim. Kalbin o kadar güzel ki kimseye kondurmazsın o sıfatı öyle sebepsiz yere. Ne hissettiysen odur, kendine eziyet etme Polyanna olacağım diye."

"O dünyaya ait değilim ben." Galiba asıl canımı acıtan buydu. Doruk'un çevresinin belki de yüzde birini anca görmüştüm ama kendimi inanılmaz yabancı hissediyordum. "Onun dünyasına," diye devam ettim alçak bir sesle. "Kendimi ilk defa bu kadar... Vasıfsız hissettim. Sanki hiçmişim gibi."

"Kız kıracağım şimdi kafanı he." Alnıma küçük bir tokat attı. Beklemediğim bu hamle dudaklarıma bir kavis kazıdığında gözlerimin içine bakıp gülümsememi büyütmeyi denedi kendisi de gülümseyerek. "Çok özür dilerim ama üniversite okumak neden kendini bir bok sanmalarına sebep olmuş anlamıyorum. Hayır, ortamı bilmesem sana hak vereceğim Feza. İnan bana, insanların yarısından fazlası içi boş teneke kutusu gibi. Bu büyük bir meziyet falan değil yani, kendi kendini küçümseyip durma. Sen çok aklı başında, çok da donanımlı bir kızsın. Gençlerin 'vasıf' seviyesini birkaç boktan sınavla belirleyebileceklerini düşünen herkesin bir parça beyinsiz olduğuna inanıyorum."

Benimle içeri bir müşteri girene kadar konuştu Naz. Bana benimle arkadaş olmayı neden sevdiğini anlattı ve benim tanıdığı en eşsiz insan olduğumu söyledi. "İnsanlar senin gibi birisini hayatlarına katabilmek için sıraya geçmeli," dedi abartma konusunda çok başka boyutlara atladığında. "Sen en karanlık ruhları bile pembe kalıplarına doldurur, kakaolu kurabiye yaparsın onlardan. Senin parmak uçların büyülü Feyza, dokunduğun her hayatı şekillendirmeyi başarırsın. Ne demek kimseye bir şey katmam? Bana kattıkların yetmez mi bunun yanlışlığını kanıtlamaya?"

Öyle bir ilgilenmişti ki benimle daha fazla ağlamak gelmişti içimden onun sevgisi yüzünden. Ben evin en büyük çocuğuydum, ihtiyacım olan ablalığı bana o yapıyordu. Kollarımı çevresine doladığımda kemiklerimizi kıracak kadar sıkı sarıldık birbirimize. Kapı süsü ses çıkarıp bize birinin geldiğini haber verene kadar da ayrılmadık. İçeri giren kız, daha önce de birkaç defa gördüğüm biriydi. Kütüphaneye giderken kahve almak için uğrardı sık sık.

Ağladığımı belli etme konusunda master yapmış gözlerime baktığında beni ilk defa gülümsemiyorken görmüş olmalıydı. Ellerini omzundaki sırt çantasının askılarından ayırdı. "Her şey yolunda mı?" diye sordu şaşkınlıkla karışık bir hüzünle. Bu kafenin bana verdiği ev hissiyatına ve her bir müşterinin ailemden bir parça gibi olmasına bayılıyordum.

Ellerimle bir kez daha gözlerimi silerken ağlamamı durdurup gülümsemeye çalıştım. Konuşmak için ağzımı açtığımda sesim sallantılı çıkıyordu. "Yolunda, teşekkür ederim. Bugün sütlü filtre kahve mi alacaksın Americano mu?"

Naz, kızın sütlü filtre kahvesini hazırladıktan sonra ona gülümseyip sıcacık gözlerle baktı sırf bana iyi olup olmadığımı sorduğu için. Böyle değer görmek tarifsiz bir duyguydu.

Gün ilerlerken Naz bir kez elini yaktı. "Beril yüzünden," dedi acıyla. Bir kez ayağı takıldı. "Bu da Alara yüzünden," diye bağırdı. Onlara olan öfkesini kendi kendine böyle yollarla atmaya çalıştı.

Akşam üzeri onun mesaisi bittiğinde beni yanağımdan öpüp ayrıldı Visal'den. O gittikten sonra işten çıkan Batı abi eşine tatlı almak için uğradı her zamanki gibi.

Saatler geçmesine rağmen hâlâ gözlerim şiş olmalıydı, istesem de her zaman çalışırken takındığım o gülümsemeyi takınamıyordum. Doruk'un evinden çıktığımdan beri diğer kızlar kadar güzel olmadığımı, asla onlara yakışan kıyafetlerin bana yakışmayacağını ve hiçbir zaman hep imrendiğim aşkı yaşayamayacağımı düşünüyordum.

Bir şeyi kafaya taktığım zaman kendi kendime kurulur, o günü kendime berbat eder ve daha önceden üzüldüğüm meseleler çeşmesini açıp zihnimin karanlık sular altında kalmasına sebep olurdum. Bu huyumdan da birçok huyum gibi nefret ediyordum.

Yüzüm gün boyu sirke satıyordu. Batı abi de bu sirkeden nasibini almış olacak ki kafede tek başına çalışan bana dikkatle bakarak "Abim," dedi. "Hayırdır, bir problem mi var?"

Engel olamadığım çocukça bir hisle samimiyetimize de dayanarak "Sence ben çirkin miyim Batı abi?" diye sordum. Bu sırada sipariş ettiği tatlıyı tepsiden çıkarıp Visal damgalı kutuya koyuyordum. Bu yüzden gözlerim onun üzerinde değildi.

"O nereden çıktı kız?" Şaşkınlıkla incelmişti sesi. "Ben Bahar yengen hamile olsa yedi yirmi dört onu buraya getiririm çocuğumuz senin gibi çıtı pıtı bir şey olsun diye."

Bu beni güldürdü. Kutuyu poşete yerleştirdim ve kahveleri de başka bir poşete koyup güzelce paketleri hazırladım. "Bazen ergenlik sonrası kızları güzelleştirmeye gelen perinin bana uğramayı unuttuğunu düşünüyorum."

"Kendine büyük haksızlık ediyorsun bence." Ödeme yapmak için cüzdanından kredi kartını çıkartıp pos cihazına okuttu. "Moralini kim bozdu bilmiyorum ama inan ki değmez Feyza. Her güzelin vardır bir alıcısı, sırık çocuk seni üzüyorsa postala gitsin. Gençsin, güzelsin, her şeyin de en güzeline layıksın."

Gözlerim sonuna dek açıldı. "Sırık çocuk mu?"

"Sen yokken buraya uğramıştım geçen. Eren abine seni sorduğumda sırık bir çocukla gittiğini söyledi."

Eren'in de ağzında bakla ıslanmıyordu. Elimi enseme atıp bakışlarımı kaçırdım. Bugün daha ne kadar utanabileceğimi bilmiyordum. "Üzülmemin sebebi o değil," dedim sesim alçalırken. "Bu konu aramızda kalırsa olur mu?"

"Sırık çocuk mu?" diye sordu sırıtarak. "Sırrın benimle güvende."

Batı abi gittikten sonra kapanışa kadar pek yoğun olmadı Visal. Yine de telefonumu çantamdan hiç çıkarmadım, dizi izlemek bile gelmedi içimden. Ben masaları silerken yine bir araba durdu kapının önünde, görür görmez aynı ürperti geçti bedenimden. Taner'di. Yine benim içeride tek olduğum bir anda uğramıştı annesinin dükkânına.

Bagajdan çıkardığı malzemeleri mutfağa taşırken selamlaşmamız dışında onun yüzüne bile bakmadım. Beni eve bırakmayı teklif etti yine. Bu teklifleri artık bir rutin haline getirmişti. Günden güne sıklaştırıyordu.

Yolda tekrar Naz'ı ararsam bu sefer Taner iyice kızardı, biliyordum. Benimle muhabbet etmeye çalışırsa da ben iyice gerilir, içimdeki huzursuzluğu ona belli etmeden arabadan inemezdim. Birlikte büyümüş olmamızın bendeki kredisini her geçen gün bana karşı davranışlarıyla azaltıp duruyordu. Bunun farkında olduğunu sanmıyordum. Yine iyimser olmayı deniyor ama iç sesimi de susturamıyordum.

O mutfaktayken ve ben masaları silmeye devam ederken açıldı Visal'in kapısı. Bu kez içeri giren Fırat'tı, erkek kardeşim. Kapının önündeki Taner'in arabasını gördüğünden tüm sokağı koşmuştu. Şimdi nefes nefeseydi. Odamda konuştuğumuz geceden sonra bir daha dillendirmemiştim bu konuyu. Buna rağmen Fırat yine de iş çıkışıma gelecek kadar takılmıştı bu mevzuya.

Kaşları çatıktı. Beni çoktan geçen uzun boyuna bakarken onun ne kadar büyümüş olduğuna yine şaşırdım. On altısında lise bire giden bu ergen sanki daha dün boya kalemlerini çalıp onları insan yaparak oyun oynadığım için kendini yerden yere yuvarlıyor, anneme beni ağlayarak şikayet ediyordu.

"Abla," dediğinde gelen kişiye bakmak için Taner de mutfaktan sert bir yüz ifadesiyle çıkmıştı. Nedense o yüz ifadesinin Doruk'un geldiğini sanmasından kaynaklandığını düşündüm çünkü kardeşimi gördüğünde rahatlamış gibiydi. Aynı zamanda keyfi kaçmış gibiydi de aslında.

Fırat, Taner'e doğru başını yavaşça çevirdiğinde bakışları sertleşti. Bir bana bir ona baktı. Ona anlattıklarım aklında yankılandı ve kaşları iyice çatılırken inanılmaz gıcık bir sesle "Merhaba Taner abi," dedi. "Kırk yılda bir uğradığın dükkâna gecenin bu saatinde malzeme taşıyacak kadar bağlı olman gözlerimi yaşarttı doğrusu."

Taner böyle bir cümle duymayı beklemiyor olmalıydı. "Yaa Fırat," dedi küçümser bakışlarla. "Annemin dükkanına ne zaman girip çıkacağımı sana sorarım bir dahakine kardeşim benim." Yüzünde alaycı bir gülümseme vardı.

"Hazır ayağın alışmışken bu hafta dükkânı sen kapatmaya ne dersin?" dedi Fırat içeri doğru yürürken. "Ablam bu sıralar çok yorulduğunu söylüyordu, o da biraz dinlenmiş olur."

"Yok ya," dedi Taner kaşlarını kaldırarak. Sonra benim de burada olduğumu hatırlamış gibi hemen düzeltti yüz ifadesini. "Ablan pek bir sosyal bu aralar, ondan yoruluyordur."

Bir kez Doruk'la buluştum diye ortaya attığı bu cümle üzerine gözlerimi kırpıştırıp kardeşimin suratına baktım. Neyden bahsettiğini anlamamıştı ama bozuntuya vermeyecek kadar akıllıydı. "Sen neden gelmiştin?" diye sordu Taner Fırat'a, tehdit eder gibi bana bakmayı bıraktıktan sonra.

"Ablamı geçen gün birkaç piç kurusu rahatsız etmiş," dediği an gözlerimi sonuna kadar açıp "Fırat," dedim ikaz dolu bir sesle. Kardeşim üzerine bastıra bastıra devam etti. "Otobüs durağında. O piç kurularını biraz da ben rahatsız edeyim dedim." Keskin bakışları, Taner'den bir saniye ayrılmıyordu.

Taner bu olayın yalan olduğunu bilmediği için "O zaman buraya daha sık uğramalıyım," dedi gözlerini bana çevirerek. "Bana neden söylemedin? Geceleri seni evine bırakmak için gelirdim."

"İstemez," dedi Fırat. "Ben varken sana düşmez."

"Bana bak ağır abi," dedi Taner alayla. "Ne dikleniyorsun bugün bana sen böyle?"

"Diklenmiyor." Her şey daha da beter olmadan araya girmek istemiştim. Bugün herhangi bir aksiyonu daha kaldıramayacak durumdaydım. "Sen de çok alıngan bir şey oldun çıktın Taner. Alt tarafı kardeşim bana sürpriz yapmış diye yüzün düştü resmen." Yaptığım imayı anlamamasının tek yolu katıksız bir salak olması olurdu. Sanırım Taner tam da buydu.

Elimdeki bezi öylece masaya bırakıp "Neyse sen devam edersin," dedim ellerimi yıkamak için mutfağa giderken. İkisini fazla tek başına bırakmak istemediğim için üç saniye gibi bir süre sonra montumu da çantamı da almış, aralarına geri dönmüştüm. "Hadi çıkalım Fırat."

Fırat Taner'e bakıyordu.

Taner de Fırat'a bakıyordu.

Yeniden "Hadi," deyip onu kolundan çekiştirdiğimde Taner'in "Sizi ben bıraksaydım," dediğini duymazdan gelerek çıktık Visal'den.

"Bu herifin gözü göz değil." Yanımda yürürken adeta öfke topu gibiydi. "Gözünü oyarım onun. Abi dediğim adama ne olmuş böyle abla? Eski halinden eser yok gerçekten."

"Sus." Sinirim tepemdeydi ve gerginliğim de zirveye oynuyordu. Bugün bir an önce bitmeliydi.

"Seni ağlattı mı?"

"Ne?"

"Ağlamış gibisin."

Gözlerimi yerinden çıkarmak istiyordum. "Ne ağlayacağım be?" diye yükselttim sesimi. "İyi ki kimseye çaktırmayacağız, aramızda kalacak dedik. Niye öyle davranıyorsun sen Taner'e?"

"Seni camdan gördüm. Ağlamadıysan bile gerginlikten ağlamaya başlayacak gibiydin." Yolun ortasında öylece durup kolumu kavradı ve tepeden bir bakış yolladı bana. "Sana bir şey yaptı mı?" diye sordu. "Bak eğer bana söylemiyorsan-"

"Saçmalama." Kolumu tutuşundan kurtardım. "Biraz sakinleşir misin? Geri dönüp ona yumruk atmak ister gibi bakıyorsun."

"Aaa, akıl okuyabiliyorsun."

"Fırat!" Yeniden koluna girip onu peşimden durağa doğru sürüklemeye başladım. "Eğer iş rayından çıkarsa yemin ederim bizimkilere söyleyeceğim, tamam mı? Sadece içimdeki huzursuzluk yüzünden Taner'i yakmak istemiyorum. Boş bir kuruntu da olabilir bu."

"İnan bana değildi." Sesi şimdi anlayışlı çıkıyordu. "Ve kaygılarını anlıyorum çünkü babam böyle bir şey olduğunu duyarsa Firuzan Hanım'ın oğlu moğlu demez onu ortadan ikiye ayırır." Başımı aşağı yukarı sallayıp dudaklarımı birbirine bastırdım.

"Bana her şeyi anlatmalısın," dedi sesi yumuşarken. "Utanmadan, çekinmeden, ne olursa abla. Beni ara, bana ulaş, beni çağır. Bak ben çok gerildim bu gece. Yine yalnız yakalamış seni, kasıtlı yaptığına eminiz bence artık. Gerekirse Visal'den ayrılırsın ya da Eren abiyle konuşuruz, o bir ayar çeker kardeşine. Bir yol buluruz beraber ama söz ver, benim her şeyden haberim olacak."

Parmak uçlarımda yükselip saçlarını karıştırırken gülümseyerek onu rahatlatmaya çalıştım. "Tamam," dedim. "Dün sümüklerini üzerime silen çocuğun bugün adam olup ablasını koruması beni çok duygulandırıyor. Şimdi şarıl şarıl ağlamaya başlarsam görürsün gününü."

Gülüp burnumu sıkıştırdı parmaklarıyla. "Ben yanındayım." Kurduğu cümle gerçekten gözlerimin dolmasına neden oldu. "Ben buradayım, Feyza," dedi ikimiz de ortalıkta koşturan küçük veletlerken yaptığı gibi bana ismimle seslenerek. "İstersen bu yolu her gün gelirim, seni her gün işten alırım. Tabii karşılığında küçük bir miktar para talep edebilirim ama orasını pazarlıkla hallederiz."

Onun da beni rahatlatmaya çalıştığını hissettiğimde omzuma kolunu atıp beni kendine çekti. Duraktaki gri demir banka yan yana oturduk o halde. "Sağ ol sıpa."

"Ne demek."

Bizi evimize götüren otobüs gelene kadar hiç konuşmadık. Bakışlarının ara ara yüzüme döndüğünü bildiğim için yüz ifademi sabit tutuyordum. Sonra daha fazla bakıp durmaması için başımı omzuna yasladım ve o da kafasını kafamın üzerine yasladı. İkimizin de gözlerini aynı anda kapattığına emindim.

Fırat gıcık erkek kardeş olmaktan arda kalan zamanlarında bana her zaman tuhaf şeyler hissettiren bir çocuktu. Benden sonra gelen, aramızda yalnızca iki yıldan biraz fazla fark olduğu için gerçek anlamda birlikte büyüdüğüm o çocuk, beni daima yalnızlıktan çekip almanın bir yolunu bulurdu. Ferda da onun peşinden ailemize katıldığından üçümüzün özellikle çocukken birlikte geçirdiği vakit bizi hayatımızın sonuna dek bir arada kalacak ve birbirinin arkasını kollayacak türden kardeşlere dönüştürmüştü.

Fakat Fırat ailenin babamdan sonraki en büyük erkeği olduğundan hepimize karşı bir sorumluluk hissederdi. Özellikle benim hassas ve kırılgan yapımı belki de herkesten daha iyi bildiğinden bana olan düşkünlüğü böyle zamanlarımda daha da artardı. Şimdi onun omzunda günün yorgunluğunu atarken içimden onu ne kadar çok sevdiğimi düşünüyordum.

Birlikte evimizin kapısından içeri girdik, her şey yolunda izlenimini vermek için ben akşam yemeğini ısıtırken sürekli bana bulaştı ve bunu yaparak kafamın da iyiden iyiye dağılmasına yardımcı oldu. Çünkü doğrudan odama girseydim düşüncelerimle kendime işkence yapacağımı biliyordu.

O gece, her şeyi geride bırakmak ve yarın yaşanacak yeni uzun güne kendimi hazırlayabilmek için uykuya sığındım. Telefonuma ancak sabah beni uyandıran alarm çaldığında bakabildim. Alarmı kapatırken gözüme çarpan bildirimler ise tak diye yataktan kalkmama sebep oldu.

Doruk dün akşam beni aramıştı.

Yetmemişti, ona geri dönüş yapmam için bana mesaj da bırakmıştı.

Bir sorun olduğundan korkup hemen onu aramak istedim ama henüz kargalar bile uyanmamış olmalıydı. Bu yüzden bunu erteledim. Her sabah uyguladığım rutini uygulayarak bir şeyler atıştırdım, üzerimi değiştirdim ve kapıyı çekip evden çıktım.

Bugün hava buz gibiydi. Şubat oldukça soğuk geçecek gibi duruyordu. Boynumdaki atkıyı çekerek burnuma dek yüzümü kapattım. Başımdaki taba rengi yün şapkanın altından kahverengi saçlarım atkının üzerine dökülüyordu. Siyah montumun cebine ellerimi sokup titreyerek bekledim otobüsü. Visal'e yakın olan durakta inip yürürken bir an önce içeri girip ısıtıcıyı açmanın hayallerini kuruyordum.

Köşeyi döndüğüm an adımlarım öylece kesildi. Omuzlarını başına doğru kaldırmış, elleri montunun ceplerinde duran bir erkek kaldırımda oturuyordu.

Adım seslerimi duyduğunda başını eğdiği yerden kaldırdı. Kızarmış burnunu fark ettim ilk. Üşümüştü. Bu dik omuzlarından da anlaşılıyordu. Ela gözleri benimkilere çarptığı an soğuktan soluklaşmış dudaklarına etrafı ısıtabilecek türden bir gülümseme yerleşti.

Doruk, onu ilk gördüğüm yerde oturuyordu yine fakat bu kez gecenin bir yarısı değildi de sabahın körüydü.

Henüz Visal açılmamışken kapının önünde onu görmek, beklediğim son şey bile değildi. Şaşkınlığım gözlerimi kocaman yaptı. Ceplerimdeki ellerim yumruk oldu. Öylece ona bakmaya devam ettim.

"Bu anı bir yerden hatırlıyor gibiyim," dedim sonra gülümseyerek.

Gülümsemiş olmam, içini rahatlatmışa benziyordu. Omuzları gevşedi. Sanki derin bir nefes almasına sebep olmuştum. Bu haline anlam veremedim.

Bizi içinde bulunduğumuz dejavudan çekip çıkaran şey kurduğu cümle oldu. "Arkadaşlarım adına özür dilerim," dedi. Kaşlarımı havaya kaldırışıma aldırmadan devam etti. "Kaba tavırlarını o an fark etmediğim için kendi adıma da özür dilerim."

Sabahın köründe bu soğukta daha saat sekiz bile olmamışken buraya gelmesinin sebebi benden özür dilemekti.

Ben şoku üzerimden atamadığım için tek kelime edemez halde bu anın gerçekliğini algılayamaya çalışırken o elini montunun cebinden çıkardı ve avucunun içinde iki tane sürpriz yumurta olduğunu gördüm.

"Mutfakta kahvaltı yaptığımız gün rafta dizili olan küçük oyuncaklara çarpmıştı gözüm. Sürpriz yumurtaları sevdiğini düşündüm." Soğuk yüzünden mi yoksa utandığı için mi bilmesem de yanakları kızarmıştı. "Umarım seviyorsundur," dedi elindekileri bana doğru uzatarak. "Barıştık mı?"

Kalbim yerinden çıkacak gibi atmaya başladı.

Ve bu, ilk defa başıma geliyordu.

Kalbimin sesini duyuyor olması gibi aptalca bir korkuya kapıldım.

"Feza?" dedi. "Barışmadık mı?" Sesi şimdi kederliydi.

Beni bu kadar umursaması karşısında dilim tutulmuştu. Ne olduğunu, neye kırıldığımı, dün ne yaşandığını, hepsini unuttum. Adımı unuttum. Doruk elinde pembe paketli yumurtalarla dikilip gözlerimin içine onu affetmememden duyduğu endişeyle bakarken ben bugün günlerden ne olduğunu sorsalar cevap bile veremeyecek haldeydim.

Ondan hoşlanıyor muydum?

İçimdeki bu hissin adını tam olarak bilmiyordum ama ona daha önce hiç kimseye hissetmediğim türden duygular beslemeye başladığımı anladım.

Galiba ben yanlışlıkla Doruk'a aşık olmuştum.

🏀🧁🏀

Bugün 12 Eylül, yani Doruk'un doğum günü. Önceden planlamamıştım ama Doruk'un ağzından okuduğunuz ilk kısım gerçek hayatta onun doğum gününe denk geldi. Tatlı bir tesadüf oldu benim için.

Doruk'tan okumayı sevdiniz mi?

Hislerini kabul eden ilk kişi Feza oldu. Doruk'ta da anlattıklarından fazlası var fakat henüz bunun farkında değil.

Bu bölüm size neler hissettirdi, bölüm hakkında neler düşünüyorsunuz?

Beni Instagram hesabım azraizgunerden ve buradan AzraIzguner takip etmeyi unutmayın. Böylece kurgularım hakkındaki gelişmelerden haberdar olabilirsiniz.

Yeniden görüşene dek kendinize çok iyi bakın. Teşekkürler ve tatlı günler!

Yorumlar

  1. Çok güzeldiii

    YanıtlaSil
  2. Doruk cok tatlıı ama yaaa yiycemmm

    YanıtlaSil
  3. sevgi pıtırcığı bir bölümdü 🥰

    YanıtlaSil
  4. AAGAGAGAGGAA DORUGUN SAPSALLIGIIII

    YanıtlaSil
  5. Doruk hala sadece arkadaşız diyo çıldıracam. Yani aşık olduğunu kabul et artık ben şey diye düşünmüştüm doruk aşık olduğu için böyle davranıyo ama fezanın ne düşündüğünü bilmedipi için bi şey demiyo adam sadece arkadaşız diye ortalıkta geziniyo

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. AY EVET fenalık geçiriyorum okurken çünkü aklıma habire görkem geliyor eğer bu da uzun süre anlamazsa (inşallah anlar) ağzına şamarı geçiricem

      Sil
  6. Yazarım instam yok ve wattpade erişim sağlayamıyorum umarım buradan görürsün aşağodaki linkin kanalında dehşet hoşuna gidevek bir şey var topluluk kısmına bakmanı öneririm https://youtube.com/@benim_975?si=tBR2nyXRIZwt-4fg link açılmıyorsa diyr yazayım kanalın adı "bilmem"

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Azra İzgüner15 Eylül 2024 02:21

      Yaa sizi yerim yerim mdndmwmd bir anda dört çeyrekin youtubedan önerildiğini görünce nasıl şaşırdım

      Sil
    2. Her yerdeyiz artık :)

      Sil
  7. Çok güzel bir bölümdü

    YanıtlaSil
  8. Doruk. Aşkım. Aşıksın kabul et

    YanıtlaSil
  9. DORUK UN AĞZINDAN OKUMAK MÜKEMMELDİ

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Popüler Yayınlar

36. "Çatlaklar ve Kırıklar"

55. "Geri Sayım"

35. "Görülme İhtiyacı"