35. "Okyanusun Dudaklarını Öpmek"

 

Bölüm şarkıları:
Dolu Kadehi Ters Tut & Deniz Tekin & Can Ozan, Belki
Dolu Kadehi Ters Tut, Kaçar Gider
Maneskin, Valentine
My Jerusalem & Guiding Light, Death Valley (remix)

🫀

Ben sende yaşıyorum,
Sen bende hüküm sürmektesin.
-Cahit Sıtkı Tarancı, Desem ki

•⚓•

Evimden uzaklaştım.

Evim dört duvar değildi, mavi gözlü bir adamdı.

İlk gece en zoruydu. Montumu üzerime geçirip kendimi dışarı attığımda, onu o haliyle geride bıraktığımda parkın içinden geçerek evi arkama almış, nereye gideceğimi bile bilmeden yürümeye başlamıştım.

Üzerime çöken yalnızlık hissi baş edebileceğim türden değildi. Mete'yi kaybettiğimden sonraki iki hafta boyunca yaşadığıma benziyordu. Koca dünyada tek başıma kalmış gibiydim, nefes alamıyordum. Bir otele gitmekti ilk aklıma gelen, cüzdanımı bile almadan çıktığımı fark ettiğimde gözlerimi sıkıca yumup öylece soğuk havada yürümeye devam etmiştim.

Barış, diye düşündüm. Barış beni gelip alabilirdi ve ona yük olmazdım. Bana evini açacağını da onda istediğim kadar kalmamın problem olmayacağını da biliyordum ama onu yaşananlara dahil etmem, aile içi meseleleri bir başkasına açmam demekti. Barış benim ailemdendi ama Analizcilerin hiçbir şeyi değildi. Ayrıca baştan sona bir sorguya çekileceğim anlamına geliyordu ve buna katlanabilecek halde değildim.

Yürümeye devam ederken E18 geldi aklıma, Eylül'ün bu sitedeki evi. Hem oraya yürüyerek ulaşabilirdim hem de bir sorguyla karşılaşmazdım. Elimdeki en uygun seçeneği değerlendirip gece yarısı kapısına dayandığımda gözlerimde akıtamadığım yaşlar vardı. Beni beklemiyordu, şaşırdı ama halimi gördüğünde hiçbir şey söylemeden kollarını iki yana açtı ve ona sarılmadım, adeta onun kollarına kendimi bıraktım ve beni bir kız kardeş gibi sarmalamasına izin verdim.

Olanları anlattığımda ilk gece ağladım. Çok fazla ağladım. Görkem'in söylediklerinden de ziyade yaşanan şeylerin hepsine. Kaya'nın öleceğini sandığım ana, Görkem'in gözünün önümde yakılmasına ve Nedim'le bir odada baş başa kalmama. Hayır, vazgeçilen olmaya ağlamadım. Bir tek ona ağlamadım çünkü en çok ona alışkındım.

Diğer gün Kaya'yı aradım çünkü düşünüp durmaktan fazlasına ihtiyacım vardı. Oyalanmak için bir şeyler bulmalıydım ve Nova'da bizi kuşatan Piramit üyeleri en mantıklı seçeneğimdi. Boş boş oturmak, bir kavga yüzünden işimi aksatmak istemiyordum ama görünüşe bakılırsa Analizciler de canla başla çalışmaya henüz hazır değillerdi. Ben gittikten sonra bir kez bile durum değerlendirmesi yapmadıklarını o gece Kaya yanıma geldiğinde öğrenmiştim.

Bana Görkem hakkında tek kelime etmedi ve kafamın işle dağılmasına izin verdi. Kamera görüntülerindeki kişilerin kimliğini tespit etmeye çalışarak geçirdik birkaç saatimizi, ardından yanımda olduğu için ona teşekkür ettiğimde karşılığında benden özür diledi.

Seçilen olmak, onun için bir özür sebebiydi.

Evine geri dönmeden önce onu hiçbir şekilde suçlamadığımdan emin olmasını sağladım. Kırgınlığımın o seçimle alakası bile yoktu.

Bugün üçüncü gündü. Sabahın köründe Eylül, Görkem'in kapıya geldiğini söylemişti ama onu uyuduğumu söyleyerek geri göndermişti. Bana yaptığı tek açıklama "Çok kötü haldeydi," olmuştu. Karşılığında ise bir omuz silkme almıştı. Beni odada yalnız bıraktığında ellerimi yüzüme kapatıp benim yüzümden kötü halde olmasına ağlamıştım.

Herkes beni suçlarken ve bunu yüzüme söylemekten çekinmezken benim de bir başka suçlu aramama gerek yoktu. Belki de kendime yıkmak en kolayıydı.

"Görkem'den nefret ediyorum."

"Egemen'den nefret ediyorum."

"Dumanlar kapatılsın."

Ben, Bige abla, Eylül.

Saat gece yarısına yaklaşırken yarınlar yokmuşçasına kadehlerimizi tokuşturduk. Analizcilerin liderinin açtığı yarayı onun hayatıma dahil ettiği kadınlar tarafından kapatmaya çalışıyordum.

"Ben sana demiştim Asya."

"Herkes bana demişti Bige abla."

Ve biliyordum ki işlerin en başına dönsek, tüm dünya toplanıp oy birliğiyle Görkem'in bir ilişki yürütebilecek potansiyele sahip olmadığına karar kılsa ve bunu bana bildirse, ben yine kendimi körkütük ona aşık olmuş haldeyken bulurdum.

Boşalan kadehimi Eylül yenisiyle doldururken hafif sarhoşluğun getirdiği keyifle sırıtıp kolunu dürttüm. "Arda'yı nasıl öptüğünü Bige ablaya anlattın mı?"

Ablamın gözleri sonuna kadar açıldığında kıkırdamaya başladım. Bu konuyu ne zaman açmak istesem Eylül beni duymazdan gelmişti. Mutfakta mısır patlatırken bahsettiğimde kulaklarını tıkamış, yatağında bağdaş kurmuşken ağzını aradığımda gördüklerimin halüsinasyondan ibaret olduğunu ve benim şizofreni olabileceğimden korktuğunu söylemişti.

"Ne?" diye şakıdı Bige abla, zevkten dört köşe olmuş halde. "Taylor Swift üzerine yemin et."

Attığım kahkaha bana yabancı geldiğinde Eylül elini alnına kapattı. "Ben sana güvenemeyecek miyim Asya?" diye hayıflanırken "Ben hiçbir şey söylemedim ki," diyerek kendimi savundum.

"Kendi aranızda konuşmayın ve çabuk bana neler olduğunu anlatın."

"Ay her yer alev alevdi," diye hevesle o anı açıklamaya başladım. "Gerçekten alev alevdi. Yangın çıkmıştı. Arda diğerlerine havalı havalı emirler yağdırıyor, açıklamalar yapıyordu sonra Eylül koştu koştu, çat diye yapıştı çocuğa."

"Bir daha seni sarhoş etmeyeceğim," dedi Eylül utanarak. Herkesin önünde Arda'yı öpmeye de utansaydın, demek istedim ama bana kapılarını açtığını hatırladığımda kendimi durdurdum.

"E Buğra ne oldu?"

"Ayrıldık."

"Ama siz hep ayrılırsınız."

"Sonuncusu kesindi. Ben bir daha açmamak üzere kapattım o mevzuyu."

"Ve kendini gerçek aşkın kollarına mı bıraktın?" diye sırıtarak sorduğumda kanımda alkol dolaşmasa bu kadar rahat olamayacağımı biliyordum.

"Ben..." Eylül, ilk defa aşk ve Arda'yı kafasında yan yana getirmiş olacak ki susup başını eğdi. Kadehi sehpaya bırakırken afallamıştı. Kaçma sebebi o anı düşündüğünde bir şeylerin yanlış gelmesiydi. Bunu biliyordum. Bir hissin varlığını reddetmek istediğinde yaşardı insan bunu. Ümitlendiriyordu beni. "Bir kere Arda öptü beni!"

"Eylül," dedim omzuna omzumla vurarak. "Ben oradaydım ve her saniyesini izledim." Onu daha çok utandırıyordum. Yanakları kızaracaktı sanki, tanıdığım Eylül'e pek benzemiyordu. "Kesinlikle öpüşmeyi senin başlattığına eminim."

"Ama o devam ettirdi." Eylül'ün her kelimesinde Bige ablanın küçük dili geriye doğru gidiyor gibiydi. "Yani ben... O an ne düşündüm bilmiyorum. Düşünmedim. Ama Asya, Arda belimi kavrayıp beni duvara yasladığında..."

"Hassiktir! Artık bu anın seyircisi olamadığım gerçeğiyle yaşamak zorundayım. Hiçbir detayı atlama da kahrımdan ölmeyeyim bari n'olur."

"Üstüme gelme lütfen." Köşeye sıkışmış gibi görünüyordu. Arda ve Eylül, o günden beri hiç bir araya gelmemişlerdi. Birbirlerinden kaçıyorlardı çünkü ister istemez işler tuhaflaşacaktı ve Eylül bunu olabildiğince ertelemek istiyordu. "Benim aklıma takılan..." Cümlelerini zor toparlıyordu. "Yani ben o an çok korkmuştum ona bir şey olacak diye, sağlıklı düşünemiyordum ama Arda bana karşılık verdiğinde ne yaptığını çok iyi biliyordu."

Dudaklarımı birbirine bastırdım. Arda'nın ona sırılsıklam aşık olduğunu söyleyecek kişi ben değildim ama bu deli gibi gülmeyeceğim anlamına gelmezdi.

"Ben bunu hiç düşünmemiştim, o an öylece oldu ve Arda benim aksime her saniyesini planlamış gibiydi. Beni anlıyor musunuz?"

"Ben görmedim, bilemem," dedi Bige abla. "Ama öyle hissettiysen öyledir bi'tanem."

"Çok saçma." Eylül saçlarını geriye doğru attığında onların varlığına bile tahammülsüzdü. "Biz onunla hep çok yakındık. Çok zor dönemlerimi onun sayesinde atlattığımı ben biliyorum, kimsenin haberi yokken bile o hissedip yanımda bitiyordu."

"Ve sen bunu arkadaş olmanıza yoruyordun."

Bige ablanın cevabıyla birlikte başını salladı. "Tabii ki buna yoruyordum. Birkaç kez karışık sinyaller aldığım oldu ama bir erkek arkadaşım vardı. Ne zaman yanında onun için ağlasam beni Buğra'ya döndürmenin bir yolunu bulurdu eskiden. Diyeceğim o ki onu öpmeyi düşünmediğim doğru ama bundan bile çok, bir karşılık almam şaşırttı beni."

Çünkü kördü.

"Aklında Buğra var mıydı?" Bige ablanın sorusunun öylesine bir soru olmadığını fark ettim.

"Ne? Tabii ki yoktu. Onun Arda olduğunun gayet farkındaydım. Sadece inanamadım çünkü beni öyle bir öptü ki..." Her seferinde içi gidiyordu sanki. "Beklemezdim yani."

"Abla," dedim istemesem de konuyu biraz saptıracağımın bilincinde olarak. "Birini öpmeye karar verdin ve aklında Egemen abi mi vardı?"

Bige ablanın elindeki kadeh sallandı. Her şeye rağmen ben Analizciydim, kaçmazdı gözümden. Hiç bahsetmeyi düşünmese de artık kurduğu cümlenin hesabını vermek zorundaydı. "Bunu yapmadım." Yeterli bir açıklama değildi ama açılacağına dair bir işaretti. "Kimseyi öpmeye karar vermedim ama karşı taraf karar verdiğinde onu durdurdum."

"Hastanedeki herif mi?" dedi Eylül. "Doğukan?"

"Evet. Ona bir şans vereceğimi söylemiştim ama denesem bile huzursuz ediyor beni Eylül. Sanki Egemen'i aldatıyormuşum gibi hissediyorum."

"Bundan Egemen abinin haberi var mı peki?" diye sordum. Doğukan'ın onu öpmeye yeltendiğini öğrenseydi vereceği tepkiyi az çok hayal edebiliyordum.

"Yok ama ona söylersem daha az rahatsızlık duyarım gibi geliyor. Bu normal mi?"

"Muhtemelen değil," dedi Eylül dürüstçe. "Çünkü ben Arda'yı öperken hiç de Buğra'yı aldatıyor gibi hissetmedim."

Duyduklarım beni memnun ediyordu. Dilerim bir gün bunu Arda da duyardı. "Yani Görkem beni öptüğünde ben de hiç Kaan'ı aldatıyor gibi hissetmiyordum," dedim gülerek. Nedense kızlar gecesi yapıp hayatımızdaki erkekleri çekiştirmek bana keyif veriyordu.

"Neden Görkem beni öptüğünde dedin?" Bige ablanın takıldığı yerle birlikte Eylül de kaşlarını çattı. Şaşırdıkları şey Görkem'in beni öpmesi miydi anlayamadım. Çok güzel öpüyordu halbuki. "Sen hiç onu öpmedin mi?"

"O beni öper ve ben de karşılık veririm," dedim ve sonra hızlıca "Verirdim," diye düzelttim.

"Neden hiç sen öpmezsin?" diye soran Eylül'dü ve sonra kendiyle dalga geçerek "Biraz beni örnek alsana, o kadar izlemişsin," diye bitirdi cümlesini.

Çünkü bir öpücüğü başlatan ben olsaydım bununla sınırlı kalmayacağımızı çok net bir şekilde ifade etmiştim. Çünkü onu öpen ben olursam benimle baş edemeyeceğini biliyordum. Ona ayak uydurmak, onun bana ayak uydurmasından daha kolaydı. "Bilmem." Omuzlarımı silkip rol yaptım. "Öyle denk geldi herhalde."

"Peki gerçekten bitirmek istiyor musun?"

Cevaptan kaçmadan başımı iki yana salladım. "Bitirmeyi o istedi, ben değil."

"İnan bana senin peşinden kapıma dayanan adam bitirmek isteyen birine benzemiyordu."

Eylül'e çevirdim boynumu. Kadehimi bıraktım ve başımı omzuna yatırarak ona sokuldum. "Ama beni çok üzdü." Neredeyse ağlar gibi çıktı sesim.

"Ama pişman." Bige ablanın Görkem'i savunmasına şaşırmıştım çünkü her zaman onunla olursam üzüleceğimi söylemişti. Şimdi ise tersini söylüyordu bakışlarıyla bile. "Egemen de Görkem de bir şeyleri halletmek üzerine dünyaya gelmiş insanlar gibi davranırlar ve böyle durumlarda, yani her şey üst üste gelip de onları köşeye sıkıştırdığında halledemediklerinin yükleri omuzlarına biner ve saçmalarlar. Aklı yerinde olsaydı senin o evden çıkmana asla izin vermezdi."

Aklının yerinde olmadığını biliyordum, tıpkı bana aşık olduğunu da bilmem gibi. Söylememiş de olsa bu konuda şüphem yoktu benim. O farkında olmadan bana çekilmeye başladığında neler olduğunun savaşını verirken de ben her şeyin varacağı yeri bilen taraftım. Hissetmek için kelimelere ihtiyacım yoktu ama beni yanında tutmak için bile aşığım diyememişti.

Benim hayatta kalma çabam bile onun içinken o benim için yeterince çabalamıyordu.

"Konuşmak istemiyorum. Çok kırgınım ve bu kırgınlığı size anlatmam bir şeyi değiştirmeyecek. Eğer ki kalıp ona anlatsaydım çok şey değişebilirdi ama beni de anlayın, kendimi açıklamaktan çok yoruldum."

"Sen sonuna kadar haklısın," dedi Eylül.

"Görkem kim ki?" dedi Bige abla da aynı anda. "Tanımıyorum onu ben."

Kardeşiydi. Sırtındaki yanıklar yüzünden ağladığı kardeşi. Ben o yanıkları doğru düzgün görmemiştim hâlâ. Hastanede saklıyordu, evde de benim görmemi istememişti ve oradan kaçarken Kaya da hep beni önlerinden yürütmüştü. Bunu yeni fark ediyordum. Onları korumamı istemesi sadece bahaneydi. Görkem'in arkasında kalmamı istememişti çünkü benden çekineceğini biliyordu.

"Ama seni tanıyorum," diye devam etti Bige abla. "Ve bunu düzeltmek için bir adım atmazsan Görkem'in ne kadar çabalarsa çabalasın sana ulaşamayacağını da biliyorum. Ona bir şans daha vermezsen pişman olacağını da biliyorum güzelim."

"Biz, siz değiliz." Gereğinden fazla sertleşen sesim aslında inkâr etmek istememden kaynaklanıyordu. "Ben gerçekten bitirmek istediğimde dönüp arkama bakmam."

"Demek ki şimdi bitirmek istemiyorsun," dedi Eylül. Haklılığı canımı acıttı. "İnsan sevildiğini hissettiği yere aittir, Asya. Ben bu yüzden uzaklaştım birinden, sen bu yüzden döneceksin birine."

"Kıyas yapıp durmayın," dedim aynı sertlikle. Hâlâ başım Eylül'ün omzundaydı çünkü kaldıramayacak kadar yorgundum. "Hem o benim kadar düşünmüyordur bile belki. Belki de çoktan kendini toparlayıp işe vermiştir, görevinin getirdiği sorumlulukları bensizken daha iyi hallediyordur. Çünkü ben yokken kafasının daha iyi çalıştığını savunuyor herkes, vardır bir bildikleri herhalde."

"Keşke seni uyandırsaydım da bir kez ona baksaydın." Eylül'ün ses tonunda acıma vardı. "Asya, gözleri kan çanağı gibiydi."

"Benim de öyleydi," dedim hızlıca. "Ama yine de oturup Kaya'yla çalışabildim. Acı çekiyor olabilir ama bu beyninin duracağı anlamına gelmez. Oturur birkaç soru çözer, unutur o beni."

Ağzımdan çıkan hiçbir şeye inanmıyordum ama bunu düşünmek bile sinirlerimi daha çok bozuyordu. "Hem Ceren onu evine çağırıyordu zaten. Gitsin de kafası dağılsın biraz." Alakasızca sıraladıklarım diğerlerini dehşete düşürdü çünkü biliyorlardı, bu bir çeşit krizin dışa vurumuydu. Bunun adı çileden çıkmışlıktı. "Böyle bir şey yaparsa kafasını gövdesinden ayırırım bu arada."

Bige abla küçük bir kahkahayla söylediklerime takılmazken Eylül içimi rahatlatmaya çalışarak "Asla yapmaz," dedi. "Bige abla onu benden uzun süredir tanıyor ama ben bile Görkem'in kimseye sana baktığı gibi bakmadığına dair yemin edebilirim."

"E zaten." Bige abla omuzlarını kaldırıp indirdi. "Arif Ahmet Duman'ın oğlu kızım onlar. Biz Ege'yle çıkmaya başladığımızda babası bunları karşısına alıp ben sizi kalp kırasınız diye yetiştirmedim demiş. Bir adım atacaksan ayağını denk al diye azar yemiş Ege babasından. Haliyle Görkem de bu laflarla büyümüş. Yani birçok konuda Duman kardeşleri sorgulayabiliriz ama konu sadakate geldiğinde bize laf düşmez. Babaları bunu ufacık yaşlarından beri aşılamış çünkü."

"Ne demiştin?" dedim gülümseyerek. "Dumanlardan en çok Arif Ahmet olanını sev."

"Babamız," dediğinde buradaki biz, o ve bendik. "Eğer Görkem'in seni yanından ayırdığını duysaydı onu eve almazdı birkaç ay. Ege'ye yaptığı buydu. Kızıma sahip çıkmayacaksan elini o taşın altına baştan sokmayacaktın demişti."

"Kral adam," dedi Eylül de. Çakırkeyiflikten sarhoşluğa doğru kayıyordu. "Ama galiba ben elimi oldukça ağır bir taşın altına sokmuşum kızlar ya, onu fark ettim."

"Evet." Tamamen sarhoş olduğumu düşünmesine izin verecek kadar yayık konuştum. "Şimdi mecbur Arda'ya sahip çıkman gerek yoksa Arif Ahmet Duman seni eve almaz."

"Beni alır, Arda'yı almaz asıl. Kızlarının yanında durur baba Duman."

"Ne zaman konuşacaksın onunla?" diye sordu Bige abla.

"Bilmiyorum. Oturup konuşmamız gerektiğinin farkındayım ama onu görsem sanki bir kere daha öpmek istermişim gibi geliyor." Sonlara doğru kısılan sesiyle birlikte zafer kanımda dolaşmaya başladı. İkisi konusunda çoğu zaman ümitsizdim ama tek bir öpücük bu tabloyu değiştirmişti. "Her şey çok fazla garip olacak ve bununla yüzleşmeye henüz hazır değilim. Onunla aramdaki bu bağ bozulursa toparlayabileceğimi de sanmıyorum."

"Yine de oturup konuşman gerekecek."

Gecenin kalanında hayatımızdaki erkeklerin adlarını birkaç kez daha anıp onların kulaklarını çınlatana kadar durmadık. Bizi bölen şişelerin devrilmiş olması değildi, kapı sesiydi ve Eylül yalpalayarak kapıya gittiğinde ben zemine uzanmış halde tavana bakıyordum. Bige ablaysa bacaklarını koltuğun sırt yaslama kısmına doğru atıp diğer tarafa sarkıtmış, baş aşağı bana bakıyordu.

"Bu aralar kapıma dayanan ikinci Duman'sın," dedi Eylül'ün ince sarhoş sesi. Demek ki gelen Egemen abiydi. Görkem olacağını düşünmem saçmalıktı zaten. Gelse de bir şey ifade etmezdi çünkü şu an mantıklı düşünme yetisine sahip değildim. Eylül'ün sesini yeniden duydum. "Seni burada istemiyoruz Avukat." Kıkır kıkır gülüyordu.

Egemen abi ona bir şeyler anlatmaya çalışmış olmalıydı. Bu otuz saniye kadar sürdü ve sonra salonun kapısından içeri pantolonun içine soktuğu ütülü mavi gömleğiyle Egemen Duman girdi. Gözlerimi kaçırdım çünkü gözleri bana bir başkasının gözlerini hatırlatacaktı.

"Başak kaç kere aradım, niye bakmıyorsun telefonuna?"

"Sana ne?" dedim. Ben dedim. Egemen abiye gözlerim hâlâ tavandayken sana ne dedim.

Neyse ki buna takılmadı. Bige abla ona tersten bakmaya devam ediyorken gözlerini bana çevirdi. "Yakışıklı kızım bu herif ya," dedi hayıflanır gibi. Sanırım aramızda alkolü en çok kaçıran oydu. "Seni sevmiyorum diye telefonumu açmadım," diye devam etti sonra. Omuzlarını silkti ama baş aşağı yere düşecekti az daha.

Egemen abi koltuğun arkasından dolandı. Bige ablanın bacaklarının olduğu yerde durdu. Koltuğun oturma yerine denk gelen karnının hizasından Bige ablanın kazağını tutup kavradığında onu kendine doğru çekti ve şimdi Bige abla koltuğun sırt kısmında kalçalarının üstünde oturuyor, Egemen abiye bakıyordu.

Biz çıkalım ve ikisi devam etsin istedim ama Eylül'le ben liseli ergenler gibi nefesimizi tutmuş pürdikkat onları izliyorduk.

"Başım döndü," dedi Bige abla tutunmak için eski kocasının omzunu seçerken. Egemen abi onun düşmesine asla izin vermezdi, bir dağ gibi tam önünde dikiliyordu. Görkem de benim için aynısını yapsın istedim. "O kadar çok başım döndü ki az daha Doğukan'ın beni öpmeye çalıştığını sana söyleyecektim."

İki konunun birbirine alaka seviyesi kafamı karıştırırken kaşlarımı çattım ama kaşları çatılan tek kişi ben değildim. "Ne?"

"Söyledim mi? Sanırım söyledim." Bige abla omzunun üzerinden kafasını bize çevirdi. "Kızlar ben söyledim ya."

"Olsun abla," dedi Eylül. "Arkandayız biz."

Egemen abi hiç mi hiç eğlenmiyordu. Çenesini sıkmıştı. Görkem de çenesini sıkardı. "Seni öptü mü?" diye sorduğunda sesindeki ton ürkütücüydü. Bunun hesabını soramayacağını iddia ederdim normal şartlarda ama konu Dumanlarsa şartlar hiçbir zaman normal olmazdı.

"Ege..."

"Başak, seni öpmesine izin verdin mi?" Sabrı tükenir gibiydi sesi, nefes alamaz gibiydi belki biraz da. Bir cevap beklerken gözlerindeki o kırık umut, kalbimi sıkıştırdı. Onun kollarını kavradı, dirseklerine yerleştirdi ellerini ve ona gözlerine bakmaktan başka çare bırakmadı. "O herif seni öptü mü gerçekten?"

Bir an o sorgunun arkasında yatanı hissettim. Birbirlerini çok uzun zamandır tanıyorlardı. İlkleri ve muhtemelen sonları paylaşıyorlardı. Egemen abinin sorduğu sorunun cevabı çok kilit bir noktaydı bu yüzden. Bu vazgeçilmek demekti onun için. Kalkıp sarılmak istedim sevdiğim adamın abisine.

"Ona izin vermedim." Bige abla ağlıyor gibi hıçkırarak başını Egemen abinin göğsüne sakladı. Egemen abinin içine çektiği o rahat nefesi sanki ben de almıştım. "Bunu yapamadım."

Çenesini onun saçlarının üzerine yasladı Egemen abi. Elini kaldırdığında Bige ablanın boyası neredeyse tamamen akan mavi tutamına dokundu. Bu hâlâ ona ait olduğunun kanıtıymış gibi okşadı o bir tutam saçı. "O anı düşündüğün için mi içtin yoksa bu kadar?" Canı acıyordu. Kıyamamıştım.

"Seni düşündüğüm içindi." Ve bu, bir sarhoş itirafıydı. Ayık kafayla asla söylemeyeceği bir şeydi. İki taraf da bunun farkında olsalar da anın tadını çıkarmaya çalışıyor gibilerdi. Birbirlerini az gördüklerinden geçirdikleri her saniye onlar için kıymetliydi.

Egemen abi gülümsese de gözlerinde onu sonsuza kadar kaybetme korkusunu taşıyordu hâlâ. "Eve götüreyim seni hadi," dedi. "Kendindeyken bunları konuşuruz olur mu?"

"Burada kalayım, Müge beni şu halde görmesin."

"Müge babamın yanında. İzin ver bugün ben de senin yanında kalayım."

"Niye ki? Ben kalabilirim tek."

"Sana ihtiyacım var Başak." Bu cümlesi yeniden göğsündeki kadının gözlerini ona çevirmesine neden oldu. "Hastanede Görkem'in yanında kaldığım geceden beri gelemiyorum kendime." Gözleri ya bir saniyeliğine bana değdi ya da ben öyle sandım. "Yaşadıklarını düşünmekten gözüme uyku girmiyor. Bir gece aynı çatının altında bana katlanamaz mısın?"

"Tamam." Bige ablanın gönülsüz çıkartmaya çalıştığı sesi bunun yerine heyecanlı çıkınca Egemen abi başını geriye atarak güldü. "Gel hadi," dedi koluna girerek. "Gidelim, evimize."

"Benim evim."

"Hıhı." Artık işin eğlence kısmındaydı o da. Üçümüzü bu halde basmış olmanın keyfini yeni yaşayabiliyordu. "Senin evin." Gözlerini ondan çekip bana çevirdiğinde, "Eğer yapabiliyorsan kardeşimin yanında ol," dedi. Muhtemelen hiçbir şeyden haberi yoktu. Kavga ettiğimizi bilmiyor olmalıydı ama buradaki varlığım bile bir şeylerin ters gittiğini anlaması için yeterliydi. "Çünkü Asya, Görkem'in kendinden ettiği nefret boyunu aşmış. Bununla nasıl başa çıkabileceğini bilmiyorum. Yanında olmama izin vermiyor. Tek istediği sensin."

"Sus koca adam." Bige abla, Egemen abiye iyiden iyiye ağırlığını verdi. "Onlar biz değil."

"Olmamaları için uğraşıyorum," dedi Egemen abi. Bu, gitmeden önce söylediği son şeydi.

Gecenin kalanında Eylül'le karşı karşıya oturup gülmekten gözlerimizden yaş gelene kadar Bige ablanın taklidini yaptık. O Bige abla gibi koltuğa saçma sapan bir şekilde yattı ve ben de Egemen abi olup onu tişörtünden kavrayarak yukarı çektim. Bunu yaparken neredeyse üst üste yere düşüyorduk.

Nasıl sızdığımızı bile hatırlamıyordum ama gözümü açtığımda saat öğlen üçe geliyordu. İkimizin de katlanılmaz bir baş ağrısı vardı. Dışarıdan pizza söyledik, kahvaltımızı bununla yaptık. Artık ona borçlandığımı hissetmiyordum, beni satın aldığını hissediyordum ve burada kalmak gözüme eskisi kadar kötü gelmiyordu.

Arda'nın sabahları söylediği şarkıları, Kaya'ya yaptığım börekleri, Can'ın bir köşede kendini kitaplara gömüşünü ve Görkem'in yatağında uyuduğum geceleri düşünmezsem Eylül'ün evi hiç de kötü değildi.

Bunları düşünmemem imkansızdı.

Yeniden gün devrildi, saat dokuz sularına dayandığında kapı çaldı ve bu kez ben açmak istedim.

Beni karşılayan üç buket sarı lale ve üç adamdı.

Bir tuşa basılmış gibi bedenimden bir titreme geçti. Kapı pervazından destek alan elimi daha fazla bastırdım dokunduğum yere.

"Kafa tatili sona erdi," dedi Kaya. Can ve Arda'nın yüzünde tatlı gülümsemeler vardı fakat o soğuk soğuk bakıyordu, emreder gibi. "Eve dönme vakti."

"Bana birkaç tane çiçek aldınız diye mi?"

"Birkaç tane çiçek değil." Arda buketine daha sıkı sarıldı. "Sarı lale."

"Liderinize bu oyunlarına kanmadığımı söyleyin." Sesimi soğuk tutmayı denesem de laleri kucağıma çekmemek için büyük bir çaba gösteriyordum. Kaya'dan aldığım sarı lalelerden bir yaprağı Çağdaş Hoca'nın hislerimle ilgili tutmamı istediği günlüğün sayfalarının arasına koyup tarih atmıştım. Bu üç buket için de aynısını yapmak istiyordu bir yanım fakat günlük de o evdeydi.

"Liderimizin haberi yok," dedi Can. Yalan söyleyip söyleyemediğine kafa yormadım, bir sonuca ulaşamazdım çünkü. "Ama seni buradan almadan eve dönmeyeceğimiz konusunda bizi tembihlemesine gerek yok, üçümüz aramızda anlaştık."

"Ben dönmezsem siz de mi dönmeyeceksiniz?"

"Ve Görkem yalnız kalacak," dedi Kaya aynı soğuk tavırla. Resmen hassas damarına basmak için görevlendirilmişti. "Kıyabiliyorsan kıy ve gitme."

"Gitmiyorum."

Üçü de aynı anda ayakkabılarını çıkartmak için eğildiler ve beni geçip içeri varmaları birkaç saniye sürdü. "Eylül," dedi Can. "Burada mısın?"

Arkamı hızlıca dönüp sırtımı kapıya yasladım çünkü ne olursa olsun Eylül'ün Arda'yı göreceği ilk anı kaçıramazdım.

Salondan önce başını çıkardı, ardından omzuna doğru kayan badisinin askını düzeltirken tamamen görünür hale geldi. Gözleri herkesi es geçip Arda'nınkileri bulduğunda sanki kalbimin sesi kulaklarımın içindeydi.

Arda başını eğdiği yerden kaldırdı adımlarını duyduğu an. Yanakları pembeleşiyordu. Buraya gelip beni ikna etmek için birkaç gündür devam eden Eylül'le karşılaşmama çabasından vazgeçmişti.  Bunu bile göze almıştı benim için. Bakışları Eylül'ün yüzünü bulduğunda ilk adresi onun dudaklarıydı. Çiçek buketi tutmayan eliyle saçlarını düzeltmeye çalıştı ve bunu yaparken yüzüne küçük, utangaç bir gülümseme yerleşti. Eylül, çok hafifçe dudağını ısırdı ve ateşe değmiş gibi kaçırdı gözlerini utanarak.

İkisi arasında gelişebilecek kimyayı düşünmek midemde sayısız kelebeğin kanatlanmasına neden oluyordu. Zamanı durdurup onları izleme hissiyle dolup taşıyordum. Bunu yapamazdım, onlar da henüz söyledikleri gibi bir yüzleşmeye hazır değillerdi. Hafif gerginliklerini anlayabiliyordum.

"Bizi dinleyecek misin?" diye sordu Arda kaçmak için bana sığınarak. "Gerekirse zorla dinleteceğiz kendimizi."

"Yapmış kadar oldunuz." Eylül susup kalmak istemiyordu, benim üzerimden Arda'yla her şey normalmiş gibi konuşmanın bir yolunu bulmuştu. "Bu saatte siz üç adam iki genç kadını rahatsız etmeye utanmıyor musunuz?"

"Biz üç adam biraz daha rahatsızlık vereceğiz," dedi Can. "Ama merak etme, bir kadını göndereceğiz."

"Asya hiçbir yere gitmiyor."

Arkamda duruşu bana güven vermeliydi ama sesindeki tereddüt, bunun sadece göstermelik bir eylem olduğunu anlamamı sağlamıştı. O da istiyordu gidip Görkem'i görmemi. Artık zamanının geldiğini düşünüyordu.

"Laleleri bana verin ve hayır demeden önce düşünmek için üç saniye ayırayım size," dediğimde emir veren tavırla kollarımı bir bebek tutar gibi önümde kavuşturmuş, çiçeklerimi koyacakları yeri onlara göstermiştim.

Kaya güldü, ben de kendimi tutamadım. Hiçbiri beni yalnız bırakmamıştı. Kaya haricinde diğerlerini görmemiştim ama bana her saat başı mesaj attıkları gerçeğini es geçemiyordum. Görkem'den ise yalnızca bir özür dilerim mesajı almıştım beni görmeye gelip eli boş döndüğü gün. İki kelime olmasına rağmen yaşadığı çaresizliği iliklerime kadar hissettirebilmişti bana. Ben yanında kaldığım o süre boyunca onu öyle iyi tanımıştım ki o iki kelimelik mesajın aslında paragraflara bedel olduğunu da utancından daha fazlasını yazamadığını da çok iyi biliyordum.

Çiçekleri elime aldım, Eylül onlar için bir vazo ayarladı ve sonra salona geçip yarım saat kadar bana neden dönmem gerektiğiyle ilgili maddelerin sıralanışını dinledim. Hiçbiri Görkem'le ilgili değildi, hepsi evdeki yokluğumla ve o evin bensiz çekilmediğiyle ilgiliydi. Bu değeri onlardan toplu halde şimdiye kadar ikinci görüşümdü sanırım, ilki bana bir oda hediye ettikleri zamandı. Aynı o günkü gibi sevindiriyordu beni duyduğum cümleler ama dışa yansıttığım buzdan bir duvardı.

"Ve o birçok açıdan kaldırılamayacak şeyler yaşadı," dedi Can. İşte şimdi konu Görkem'e geliyordu. Ben de yaşadım, demek istediğimde "Biliyoruz," dedi erken davranıp. "Sen de yaşadın." Kelimeler boğazıma dizilirken aynı kendinden eminlikle devam etti. "Aranızda geçen konuşmayı bize detaylı olarak anlatmadı ama senin haklı olduğunu defalarca kez tekrarladı. O bu haldeyken evi terk ettiğin için sana kızmaya kalkarsak kafamızı gövdemizden ayırmak için ellerini kullanacağını da anlattı. Biraz canileşti yani anlayacağın."

Alaylı bir şekilde güldüm. "Bana kızmak ya da beni suçlamak için ihtiyacınız olan tek şey ufacık bir bahane halbuki." Ne olursa olsun artık bu konuda susup içime atmayı kaldıramıyordum. "Bir cinayet işleyecekse bunu çok önceden yapması gerekirdi. Ben bu durumu ilk kez yaşamıyorum çünkü."

"Özür dilerim," dedi Arda. İlk üstüne alınan o oldu çünkü o da evden çıkıp gitmeden önce bana benzer bir imada bulunmuştu. "Necip Amir'in söylediklerini de anlattı Kaya," diye ekledi. "Korkunçtu Asya. Bunun bir daha yaşanmasına müsaade etmeyeceğimizden emin olabilirsin. Sana onu affedebilmen için cümleler sıralamayacağım ama eğer beni affedebileceksen sonsuza kadar konuşma modumu aktif hale getireceğim."

Arda'nın uzak zamandır hasret kaldığım çocuk tarafıyla göz göze gelince her şeyi unuttum. Kinini tutacak kadar kızgın değildim ona. Özür dilerse geçerdi. Kardeşler arasında kavgalar olurdu. Yani o ve ben, sanırım buna benzer bir yakınlığa sahiptik.

"Bizi sonra affetsen de olur Asya." Bakışlarım Kaya'ya saplanıp kaldı. Sesi gereğinden fazla ciddiydi. Korkusunu bastırıyor olduğunu anladım ve bu korku Görkem'le ilgiliydi. "Onun seni bir an önce görmesi gerekiyor."

"Ben yokken bir şey mi oldu?"

"Görkem pa-"

"Seni görmeli," diyerek konuşmasına engel oldu Kaya, Can'ın. "Eğer biraz hatırım varsa bunu bir ricam olarak say lütfen. Senden börek dışında hiçbir şey rica etmediğimi düşünürsen durumun önemini kavrayacağına inanıyorum."

"Hastanede falan mı?" Bir telaş dalgası sarmıştı içimi. Üç adam eve döneyim diye bana yalvarmayı bırakıp Görkem'e geri dönmem için bana o gözlerle bakıyorlardı artık. Gizledikleri bir şeyler vardı. "Haplar yüzünden mi?" Görünmeyen ellerin boğazımı sıkmaya başladığını hissettim. "Yoksa aşırı doz mu aldı yine? Lütfen susmayın." Korku bir çığ gibi büyüyordu göğüs kafesimde. "Kaya, ne oldu ona?"

"Sakin," dediği an gözlerindeki ifadeden durumun düşündüğüm gibi olmadığını anında anladım. Zaten Görkem'in başına bu tarz bir şey gelmiş olsa Analizciler onu yalnız bırakmazlardı. "Sakin ol, öyle değil ama sen dönmeden iyileşmeyecek."

"Baş edemiyor," dedi Can. "Asya, kaldıramıyor. Ne kadar kırgın olduğunu az çok anlayabiliyorum ama belki de bunu bir kenara bırakmanın yolunu bulman gerekiyordur. Pişmanlıktan ölmek mümkün olsaydı diğerleri ve ben Görkem'in mezarına toprak atıyor olurduk şu an."

"Böyle olmasını ben istemedim."

"O da böyle olsun istemedi. Yanlış bir zamanda konuştunuz sadece."

"Beni hain olmakla suçladı!"

"Ne?"

"Hermes'e bilgi sızdırıp sızdırmadığımı sordu bana." Kalp atışlarım öfkemle birlikte hızlanmıştı ama ayaklarım buradan kaçıp ona gitmemek için savaş veriyorlardı. Hiçbiri kavgamızın içeriğinde ne olduğunu bilmiyordu.

"Bana da sordu," dedi Kaya. Gözlerimi kıstım. "Hastaneden çıktığı gece Egemen abi ve ben onu eve getirirken. Arabada."

Bir yanım yalan söylediğini fısıldarken diğer yanım ona inanmak için can atmaya başladı. Bu, birçok şeyi benim açımdan kolaylaştırırdı.

"Benden de sizi kurtarmak için iletişime geçtiğim kişileri ve kurduğum her planı detaylı olarak anlatmamı istedi." Arda'nın söyledikleri kulağa gerçek geliyordu ama Kaya konusunda hâlâ şüpheliydim.

"Bana Vega'yla ne konuştuğumu hâlâ sormadı," dedi Can ellerini birbirine kenetleyip arkasına yaslanarak. "Çünkü bunu yapsaydı başınıza gelen her şey için kendimi suçlamanın getirdiği o vicdan azabım, kaldıramayacağım kadar büyürdü Asya." Kelimelerinin arkasına saklanan ana fikri algılamıştım. Yine de devam etti. "O bizim en yakınımız ve senin de çok fazla şey paylaştığın özel bir adam olabilir ama liderliğini tüm bunların ötesinde tutacak hep. İnan bana tutmuyor olsaydı biz bugün hayatta olmazdık, hayatta olsak bile bir arada kalmazdık."

"Beni tutamadı yanında," dedim titreyen bir sesle. "Yeterince uğraşmadı bile."

"Her zaman iyiliğini istedi," dedi Kaya. "Seni üç yıl önce aramıza katmadıysa bu bile iyiliğini düşündüğü içindi. Mete'nin yanında ne kadar mutlu olduğunu gördüğündendi. Sonra onun yokluğunda düştüğün çukurdan seni çekip çıkarabilmek için her şeyi bir kenara bırakıp peşine düştü Asya. Üç yıl adını anmadı, ben bile bir noktada acaba gerçekten unuttu mu diye düşündüm ama ne zaman ki senin ihtiyacın oldu, o zaman tuttu elinden ve bağladı o ipi bileğine." Derin bir nefes alıp gözlerimin içine baktı. "İstersen Görkem'e sabaha kadar hakaret edebiliriz. Geri zekâlı olduğunu, kafasının az çalıştığını, bazen duyguları yokmuş gibi davrandığını uzun uzun konuşabiliriz ama senin için yeterince uğraşmadığını söylemene izin vermem. Bu doğru değil, kendi gözlerimle gördüm her şeyi ben."

Söylediklerinde haklı olduğunu biliyordum. Benim için yaptığı şeyler bununla sınırlı değildi, sağladığı desteği asla yok sayamazdım. İkinci bir şansı ona vermeye kalksam neyle karşılaşacağım konusunda bir fikrim yoktu ama Kaya yumuşak karnımı bulup beni oradan vurmuştu. İçimdeki minnet, bir kavgayla sonu gelecek cinsten değildi.

Görkem bana sıfırdan bir başlangıç yapabilmem için fırsat vermişti ve ona olan hislerim, birkaç hatasıyla silinemeyecek türdendi.

Öte yandan terk ettiğimi söylediğim adamın ayağına gitmek, tükürdüğümü yalamak olurdu fakat bu noktada Egemen ve Bige çifti geldi gözlerimin önüne. Zamanında ikisinin de birbirine karşı atamadığı adımlardan dolayı kaybolan ayları, ayrı olarak geçirdiği günleri vardı. Deli gibi severken kavuşamıyorlardı.

Hayır, biz onlar değildik ama bu şekilde devam edersek tarih tekerrür edeceğine dair göz kırpıyordu sanki bana.

"Onu affetmek zorunda değilsin," dedi Can. "Onunla oturup konuşmak zorunda bile değilsin. Eve dönsen yeter."

Değer verdiğim tüm insanlar tek bir şey isteyerek gözlerime bakıyordu ve ben bana yapılanın aksine onları kırmayacaktım.

Çünkü bana çiçek almışlardı. Bana evlerini açmışlardı. Hastayken gelip kontrol etmişlerdi, iyi hissetmediğimde odamda uyumuşlardı. Bir daha gülemem sandığımda kahkahalar atmama sebep olmuşlardı. Çok fazla çünkü sayabilirdim Analizciler için, onları bu kadar seviyor olmamın çok fazla sebebi vardı.

Yapılan tüm konuşmalar pes edip omuzlarımı düşürmeme sebep oldu fakat sadece onlar değildi kararımı etkileyen, hislerimdi. Görkem ve benim aramdaki şey tek taraflı bir ihtiyaç değildi. Gözlerini biraz daha görmezsem delirecektim.

Elimi tutmalı, bugünleri birlikte aşmamızı sağlamalıydı. Çünkü o varken daha kolay oluyordu. O varken güvende hissediyordum. Karşımda yakılan o adama yeteri kadar sarılamamış olmanın ağırlığı vardı üzerimde. Egemen abi, onun kendinden nefret etmeye başladığını söylemişti. Ne olursa olsun buna engel olmalıydım. Olabilecek güce sahiptim ve bunu kullanmayı en azından bir kez olsun denemezsem, göğsümü gere gere ona ne kadar aşık olduğumu söylemeye yüz bulamazdım.

Onun için her şeyi göze almayacaksam, bunun adı artık aşk olmazdı ve eğer o beni her şeye rağmen yeniden uzaklaştırmaya çalışırsa bana hiçbir zaman aşık olmadığını kabul etmem gerekecekti.

Lalelerimi mutlaka geri getireceklerinin üzerine yemin ettiklerinde onlarla beraber Eylül'ün evinde bıraktım. Eylül beni kapıya kadar geçirdiğinde ona her şey için teşekkür ettim ama o bunun bir veda olmasına gerek olmadığını söyledi. Mecburmuşum gibi yollamadı beni o eve, bana her zaman gelebileceğim açık bir kapı bıraktı ve bu bile azalttı gerginliğimin yarısını. Analizciler ise rahat rahat konuşabilmemiz için bizi baş başa bırakmak istediler.

Dakikalar sonra birkaç gündür girmediğim o eve attım adımımı. Sanırım dördüncü günün gecesindeydik. Buraya ilk geldiğim an canlandı gözümde. Sanki yıllardır buradaydım ya da burada olmasam bile yıllardır ailemin eviydi bu bina. Tanıdık ve sıcaktı. Bıraktığım gibiydi.

Kapısının önüne dek yürüdüm sessizce ve durdum. Öylece, için için yanmıyor, bacaklarım titremiyor gibi dimdik ayaktaydım.

Her problemin üstesinden gelen Görkem, benim önüme yalnızca problemler koyuyor ve çözüm yolu sunmuyordu. Kendisi de bulamıyordu cevapları. Bir eşitsizliğin iki tarafına sıkışıp kalmıştık. Karmaşık bir denklemin bilinmeyenleri yapıyordu bizi devamlı.

Tek isteğim beni sevdiğini hissetmekti. İnsan sevildiği yere aittir, demişti Eylül. Ait olduğum yeri bilmek istiyordum. Karşıma savaşlarını bitirmiş olarak gelse her şey çözülecekti, biliyordum ama o savaşlar bitmiyordu. Bana karşı bir cephe açtığını görmek onu bırakışımın asıl sebebiydi. Beyaz bayrak sallamak için değil, ona yenilgiyi kabullendiğini söylemesi için bir şans vermek istediğimden buradaydım.

Ben, benim yanımda olacak bir adam istiyordum ve bunu karşımda durmayı seçerse yapamazdı.

İçeri girip girmeme konusundaki tereddüdüm büyüdü. Buraya kadar kendimden çok emin gelmiş olsam da cesaretimi kaybetmiştim. Ne konuşacaktık, ne anlatacaktı bana? Anlasa anlatırdı, öyle demişti bir keresinde. Hâlâ mı anlamamıştı? Ne durumdaydı şu an? Masasında mı bulurdum onu? Soru mu çözüyor olurdu? Üzerinde ne vardı mesela? Saçları dağınık mıydı sola mı yatıktı? Onu ne kadar özlemiştim bunun farkında mıydı?

Aradaki mesafeyi yine ben aşmıştım tamamen. Çabamı bir kez daha sonuçsuz bırakırsa yemin ederim bir daha denemeyecektim. Bu kadarı geliyordu elimden, ben bu kadarını yapabilmiştim. Daha fazla kırılmak istemiyordum. Daha fazla kırılabilir miydim bunu da bilmiyordum.

Her canım acıdığında bir şekilde elimi tuttuğundan ondan uzak kaldığım bu birkaç günde her şey dibe batmıştı. Tek başıma ayakta durabilen biriydim, beni varlığına alıştırması yaptığı en büyük hataydı. Onu sürekli baş ucumda istiyordum artık. Bu isteği bana o aşılamıştı.

Kuruyan boğazım yüzünden zorlukla yutkundum bir kez. Parmak uçlarımla kavradım kapı kolunu. O kadar hafif ittirdim ki gıcırdayarak açıldı kapı. Gözlerim tuhaf bir telaşla onu aradı her köşede. Sanki bunlar benim bu hayattaki son dakikalarımdı ve tek ihtiyacım onun gözlerine bakmaktı.

Odanın ışığı kapalıydı, yalnızca masa lambasının turuncu ışığı aydınlatıyordu içerisini. Loş bir ortam vardı, bir de aşina olduğum bir şarkının sesi.

Görkem'i yatağında uzanırken buldum. Üzerindeki tişörtü ben hediye etmiştim ona. Yalnız benim son gördüğümden farklıydı çünkü yaptığımız şaka, artık gerçekti.

Lacivert tişörtün üstüne Winnie The Pooh'taki eşek Eeyore'nin resmini bastırmıştı.

Sanki her şey oldukça yolundaydı, tek eksiği buydu ve birkaç gün önce yaşadığımız o felaketten sonra fazlaca canı yanmasına rağmen tişörte baskı yaptıracak zamanı bulmuş, bana verdiği sözlerden birini tutmuştu. Artık eksik olan tek parçası bendim.

Başını yastığa gömercesine yerleştirmiş sırt üstü yatıyordu. Yanıklarla dolu o sırtın üstüne yatabilecek duruma gelmesi bile iyileşme yolunda bir adımdı. Kapalı gözleri tavana dönüktü ve iki eli de ensesinin altındaydı. Yüzündeki acı çeker ifade bana uyanık olduğunu düşündürürken kulaklıklarından dışarıya vuran ses aynı acıyı ekti içime. Sadece kulak verdim, hareket edemedim birkaç saniye.

"Duygusal bir adam
Olamadım hiçbir zaman
Derdini anlatan ya da
Hislerini paylaşan."

Yüzüme yerleşen küçük gülümseme buruktu, kırıktı, canımı yakmıştı. Onun da canı yanıyordu. Burada değildi, ben gitmiştim ve o dünyayla iletişimi kesmiş gibiydi. Normalde koridordaki adım seslerinden bile birinin yaklaştığını anlayabilirdi ama bir adım ötesinde durmama rağmen beni fark etmiyordu.

Çenesini sıktığını anladım. Başı mı ağrıyordu, canı acıdığından mıydı yoksa ağlamasın diye mi yapıyordu? Gözlerini görmeye ne çok ihtiyacım vardı.

Koluna temas etmeyi düşündüm, seslenmeyi, varlığımı fark ettirecek herhangi bir şey yapmayı. Görkem derin bir nefes aldığında bunu bir iç çekişe benzetmiştim. Sonra kaşları çatıldı ve bir kez daha nefes aldı. Beni kokumdan tanımıştı.

Göz kapaklarını araladığı an, şarkıyı devam ettirmeye başladığım ana denk geldi.

"Duygusal bi' kadınım
Geri geri gider her adımım
Daha önce böyle bir adamın
Peşinden hiç koşmadım."

Ağlayacak gibi hissediyordum. Sesim titriyordu. Görkem önce gözlerini kırpıştırdı, irkilerek hafifçe geriye doğruldu. Emin olmak isteyerek bir daha baktı. Elini kulaklığın kablosuna götürdü ve sökercesine çekti. Şarkı arka fonda çalmaya devam ederken herhangi bir şey söyleyemeyecek kadar şaşkındı.

"Sahiden bu yaptığın iş değil," dediğimde gözümden akacak yaşı hesaba katamamıştım. Çok kırgındım ama buradaydım. Buradaydı ve beni düşünerek şarkı dinliyordu. Onun için böyle şeylerin ilk olduğunu biliyordum. Görkem'in ilkleri olduğumu ben hep biliyordum. "Kalbine biraz dokunsan yeter." Sözler benim sitemim gibiydi. Benim yerime ifade ediyordu hislerimi.

Gözlerine bakarken onların da benimkiler gibi dolu olduğunu görünce ayakta duracak gücü bulamadım kendimde. Yanındaki küçük boşluğa oturduğumda tüm teslimiyetimle önündeydim. Buna inanamıyordu. Şoka girmişti. Dudaklarını bir şey söyleyecekmiş gibi araladı, sonra bu anı bozmaktan korkarak hızlıca birbirine bastırdı. Sanki konuşsa yok olacaktım.

Yüzüne bu mesafeden bakmayı sürdürürken gözlerine daha derin bir ifade yerleşti. Çenesini daha çok sıktı. Veda edeceğimi sanmıştı. Her şeyi bitirmek için geldiğimi düşünüyordu. Beni ilk gördüğündeki heyecanı yerini hayal kırıklığına bırakırken gözlerini kaçırdı. Söyleyecek bir şeyi yoktu çünkü eğer bunu yaparsam beni durdurmayacaktı. Haklılığımı kabullenmiş, bana boyun eğmişti.

Kulaklarını kapatmak ister gibi duruyordu. Duyacaklarından korkuyordu. Onu böyle görmek içimi söktü. Kalbim sızladı. Kısık sesimle devam ettim şarkıya.

"Biraz da olsa görsem bir meyil."

Belli ki sözlerin devamı ezberindeydi. Sanki saatlerdir başa sarıp sarıp dinlemişti aynı şarkıyı. Nemli gözlerini ışık hızıyla gözlerime çevirip dudaklarıma baktı.

"Belki de devam etmemize değer," dedikten sonra sesli bir nefes bıraktım.

Ani bir hareketle iki eliyle birden yüzümü kavrayıp kendine doğru çekti. Tek bir dokunuşu her şeyin yoluna gireceğini hissettirmeye nasıl yetebilirdi? Gözlerindeki sönük ışığı gördüm, heves kırıntılarına tutunmuş yanmaya çalışıyordu. "Değer mi gerçekten?" diye sordu. Sesi öyle güçsüzdü ki içim titredi. "Bizim için..." dedi, durdu. Alnını alnıma yaslayıp gözlerini yumdu. "Devam etmemiz için bir ihtimal var mı?"

Ellerimi nereye koyacağımı bilemeyerek omuzlarına yasladığımda yüzünün yakınlığından düşünme yetimi kaybetmiştim. Bu hali beni tamamen dumura uğratmıştı. Kaybetmekten korkarak yanaklarımı okşadı baş parmaklarıyla. Çok fazla pişmandı. Hatasının farkındaydı. Her şeyden öte, beni anlamıştı. Nefes nefese, göğsü şiddetle şişip inerken cevabımı bekledi benden.

"Bizim için," dedim. Nefes almayı denedim. "Son bir ihtimal." Bunu söylemek, kalbimi yerinden sökmek gibiydi. İstediğim şekilde sonlanmazsa nasıl devam edeceğimi bilmiyordum. "Belki de değer Görkem."

Cümlem biter bitmez dudaklarıma yapıştı.

Yüzümü sımsıkı kavrayan elleriyle başımı kendine doğru kaldırdı. Beni görmeden geçirdiği tüm günlerin hesabını kapatmak ister gibi beni büyük bir özlemle öpmeye başladı. Kalbim anında hızlandığında elimi ensesine sararak geri çekilme ihtimalini sıfırladım. Böyle bir niyeti olmadığını belime sardığı koluyla anlattı bana.

Konuşulması ve halledilmesi gereken çok şey vardı ama bir kez olsun kendimi düşündüm. Beni öpüyordu ve bu günler sonra iyi hissetmemin sebebiydi. O halde beni daha çok öpmeliydi. Bir dizimi yatağa yaslayarak pozisyonumu hafifçe doğrulttum. Beni öpmeye devam etmesi için çenesini kaldırması gerekmişti bu hareketimden sonra.

Yatağa bastırdığım dizimin arkasına avucunu yasladı. Gülümsedim ve yapmak istediği şeye izin verdim. Diğer elini de dizimin arkasına koyup beni kucağına çıkmam için yönlendirdi. Alt dudağımı dişleriyle sıkıştırarak hafifçe çekti. Her bir kasının gerildiğini hissediyordum, üzerindeki etkimi görmek dudaklarıma içten bir tebessüm astı.

Gülüşüme küçük öpücükler bırakarak devam etti kaldığı yerden. Dudaklarını yanağıma sürtüp kulağıma doğru yaklaştı. "Teşekkür ederim," diye fısıldadı. Nefesi içimi gıdıkladı. "Geldin," dedi bir eli belimi okşarken. Burada olduğumu bütünüyle hissetmeye çalışıyordu. "Bana döndün."

Hâlâ inanamıyor olduğunu fark ettiğimde hafifçe hareket ettim kucağında. Ellerinden biri belimi sıkarken diğer elinin parmakları saçlarımın arasına daldı. Uzanıp başımın üzerini öptüğü sırada ciğerlerini derin bir nefesle doldurdu.

"Geldim Görkem," dedim dokunuşları beni mayıştırırken. "Her şeyi bir kenara bırakıp geldim. Bunun için kendimden nefret ediyorum ama yine de buradayım işte."

"İyi ki." Burnu hâlâ saçlarımın arasındaydı. Günler sonra ilk kez nefes alıyor gibiydi. "İyi ki geldin," diye sayıkladı. "Ne istersen konuşuruz. Kendimi açıklayabilmek için her yolu denerim. Çok üzgünüm 13, senden bin kez özür de dilerim ama lütfen, bana bunun bir rüya olmadığından emin olabilmem için biraz izin ver."

Berbat haldeydi. Tahmin ettiğimden daha kötüydü, söyledikleri kadar da ihtiyacı vardı bana. "Bitti mi savaşların?" diye sordum yüzümü yüzüne yaklaştırıp. Bir kez daha aramızdaki mesafeyi kapattı. Parmaklarım saçlarına karıştı. Onunkilerse belimden kalçalarıma doğru yol almaya başladı. Dili dudaklarımın arasına sızmak üzereyken kendimi geri çektim. "Cevap ver soruma."

"Ne sorusu?" diye sordu alık alık. Şişip kızarmış dudakları aklımı dağıttığı için ben de boş verdim soruyu.

"Bilmiyorum," diyerek iyice yerleştim olduğum yere. Dişlerini sıkıp sert bir nefes verdi. Bir kez daha ona sürtündüğümde fazla kaşınmış olduğumu biliyordum. Yerlerimizi değiştirmesi üç saniye bile sürmedi. Sırtım yatak başlığına yapışırken üzerime eğildi aynı hızla.

"Çok özledim," dedi içi giderek. Eli yüzüme uzandı. Beni tekrar öpecek sandım ama yanağımı okşadı, saçlarımı kenara çekti ve daha yakından baktı gözlerime. "Seni çok özledim."

"Bunu hak ettin, çok daha fazlasını hak ettin."

"Biliyorum." Yokluğumda yaşama hevesi tükenmiş biri kadar çaresiz hissetmiş olmalıydı. Sesinin tonu yeterliydi anlamam için. "Sana ulaşabilmeyi çok istedim," dedi. "Hak ettiğimin farkındayım ama seni gerçekten çok fazla özledim. O kapıdan kaç kere döndüğümü bilmiyorsun."

"Beş günde Eylül'ün kapısına kaç kez gelmiş olabilirsin?" diye sordum daha fazla konuşmasını isteyerek.

"94 saat, 17 dakika," dedi dudaklarını alnıma bastırırken. "Beş gün değil." Bunu hesapladığını tahmin etmiş, ondan duymak istemiştim. "Yirmi üç defa gelmeyi düşündüm, altı kez sana geldim, sadece bir kez kapıyı çalabildim ve onda da Eylül senin uyuduğunu söyledi. Uyuyabildin mi Yağmur? Ben uyuyamadım."

"Benim uyuyamadığım zamanlara sayarsın," dedim gözlerim hâlâ şakaklarıma sürtünen dudakları yüzünden huzurla kapanırken. Bu ana hapsolmak istiyordum. Konuşmak için geldiğimi sanıyordum ama konuşmanıza gerek yok demişti Can. Bu, ihtiyacımız olan şeydi. Herkes biliyordu.

"Sen bunlar yeni mi sanıyorsun?" diye sordu. "Sen benim seni düşünmekten kafayı yediğim gecelerin sayısını biliyor musun? Arkandaki duvarı, o odada olduğunu bilmenin rahatlığıyla, sanki seni görebilecekmişim gibi kaç defa izledim ben? Ya da sen daha bu eve gelmemişken kaç kez orada olduğunu hayal etti benim zihnim? Hisler yeni değil, hisler ilk günden."

"O zaman neden bu kadar yoruyorsun ki beni?" Bağırarak söylemeliydim ama sesim titremişti. Çok yoğun bir baskı vardı kalbimin üzerinde. "Neden bu kadar uğraştırıyorsun sürekli?"

"Nasıl birisi olduğumu biliyorsun en başından beri," dedi parmakları yüzümden boynuma doğru inerken. "Ben konu duygulara geldiğinde çok aptal bir herifim." İşaret parmağının sırtıyla dokunduğu her noktayı okşuyordu. "Kabul ettin, inat ettin, bile bile yordun sen kendini."

Bunu ondan duymak, ona yaptığım suçlamaların birçoğunun gerçek sahibiyle yüzleşmeme sebep oldu. Biliyordum. Canımın yanmasında büyük bir paya sahiptim ama bir şeylerle daha fazla suçlanmak istemiyordum. "Doğru," dedim omuzlarım düşerken.

Tavrımı fark ettiği an dudaklarını omzuma bastırarak ilgimi yeniden ona döndürdü. Hâlâ kucağında oturuyordum ve beni sarıp sarmalıyordu. "N'olur bana tek çabalayan senmişsin gibi bakma," diye fısıldadı başını boynuma doğru yaklaştırarak. Bu bir sığınma talebiydi. "Bütün sınırlarımı zorladım, mantığımı susturdum, kafamın içindeki tüm savaşları senin için verdim ben. Kaç fırtınayla boğuştuğumu, kaçından senin için sağ çıktığımı saymayı bıraktım."

"Her seferinde beni uzak tutmaya çalışarak yaptın bunu." Kırgınlığımı susturamıyordum. "Ne zaman yanında olmak istesem bana sırtını döndün."

"Benden olmayacağını biliyordum." Başımın arkasına yasladığı elinden destek alarak yüzümü göğsüne saklamamı sağladı. "Sen çok imkansızdın bana ama çok güzeldin be Yağmur." Kalbinin atışı kulaklarımdaydı. "Aramızda bir şeyler olduğu için eğer... Eğer pişmansan özür dilerim. Seni pişman edecek çok fazla sebep verdim sana, biliyorum ama yemin ederim ki ben de çok deniyordum. Yemin ederim sevgine layık olabilmek için çok uğraşıyordum."

Söyledikleri sanki dudaklarından değil de göğüs kafesinin içinden çıkıp varıyordu kulaklarıma. Telaşlıydı açıklamaları, her şeyi söyleyebilmek için aceleciydi. Beni ikna etmenin bir yolunu bulmaya çalışıyordu çünkü Görkem yeniden çekip gitmemden çok korkuyordu.

"Ağlama," diyene kadar gözyaşlarımın aktığının farkında değildim. "Aklımı sikeyim, ağlama. Çok özür dilerim. Ben seni suçlamak istememiştim. Sadece ailemi ayakta tutmaya çalışıyordum. Orada olanları bilmek zorundaydım. Seni benden alıp götürdüklerinde başına gelenleri dinlemek zorundaydım. Benim için sana sormak bile ne kadar zordu biliyor musun? Hermes sen gittikten sonra kendisi odadan çıkana kadar o demirle yakmaya devam etti beni, ben hep seni geri getirsin diye sayıkladım. Benim canım en çok sana yandı Yağmur."

"Hata yapmana sebep olmakla suçladın beni." Onun tarafından bu kadar üzülmüşken nasıl ona sarılıp ağlayabiliyordum ki? Görkem'den başka gidecek yerimin olmayışı yüzüme vurdu. Bu daha da çaresiz hissetmeme neden oldu. Olmak istediğim yer her şeye rağmen kollarının arasıydı. Ait olduğum yer burasıydı. "Aklını durdurduğumu söyledin sürekli. Beni sadece zarar olarak gördün. Yarın yine aynısının olmayacağının garantisini verebilir misin bana?" Hıçkırdım. "Yine beni uzak tutmaya çalışacaksın. Ben senin mantığını hiçbir zaman yenemeyeceğim. Savaşlardan bahsedip durdun, bekledim seni. Gel diye bekledim, ısrar etmedim de. Ama sen asıl savaşı yanımdayken bile benimle veriyormuşsun ki. Baksana, ben ne kadar çok yenildim."

"Sen zafersin, unuttun mu?" Tekrar yanaklarımı kavradı ama bu defa elleri titriyordu. "Yenilen benim. Mağlup olan benim. Boyun eğen, diz çöken benim 13. Sana olan zaafımı görmüyor musun? Gelen geçen buradan vurmaya çalışıyor beni ama sikeyim geleni geçeni. Zayıflıksa zayıflık, zaafsa zaaf. Sensin hepsi ve seviyorum bunu. Sen ne yöne gidersen peşinden o yöne savruluyorum ben, umurumda olmuyor kimse. Pusulamsın sen benim, önümü göremiyorum sensiz."

Ona nasıl baktığımı bilmiyordum ama beni ikna etme çabası küçük bir tebessüm yerleştirdi yüzüme. "Böyle konuşunca sana inanasım geldi biraz," dedim dudaklarımı büzerek. Yelkenlerimi suya indirmiyordum, yelkenlerim onu ilk gördüğümde okyanusun dibini boylamıştı zaten.

"İnan bana," dedi kendinden emin bir şekilde. "Ben kendimi bile kandırdım ama seni hiç kandırmadım. Sözlerimi tutamadığım için affet, yemin ederim daha fazla çabalarım. Bırakma beni. Vazgeçme bizden. İlk kez böyle bir şeye sahibim ben, çuvallıyorum ama öğrenirim, düzeltirim kendimi. Olurum istediğin gibi biri."

İstediğim oydu, her şeyiyle. Değişmesine de gerek yoktu üstelik, değer vermesine ihtiyacım vardı. Hayatımda belki de ilk defa biri benim kıymetimi anlasın diye onun gözlerinin içine bakıyordum. İlgisini üzerimde istiyordum, değerli hissettirilmek benim de hakkımdı.

Bir karışlık mesafe bile yoktu aramızda. "İçimdekileri tarif edemiyor oluşum beni bu kadar heyecanlandıran, her saniye aklımı işgal eden bu şeyi ilk kez yaşadığımdandı."

"Ve?" derken gözlerim merakla üzerinde dolanıyordu. Elimi göğsüne yerleştirip kalp atışlarını hissettim.

"Emin olabilmek için bizimkilere sordum. Abime, Kaya'ya falan anlattım kendimce. Beni biliyorsun, konu hisler olduğunda..."

"Dünyadaki en aptal, en cahil insansın." Dudaklarım iki yana kıvrıldı dolu gözlerle birlikte. "Biliyorum."

"Bir gün oturup aşkın tanımlarını bile okuumuştum 13."

Hislerine anlam verebilmek için Google araştırması yapan bir adamla öpüşmüştüm birkaç saniye önce. Bu yol yanlış bir yolsa bile kabul etmem gerekiyordu ki ben de iflah olmayan bir yolcuydum.

"Birine karşı duyulan aşırı sevgi, kuvvetli bağ, sarmaşık, iki kalbin bir noktada bütünleşmesi..."

Okuduğu tanımları sayıyordu. Duraksadı. Eli dirseğime gitti ve oradan omzuma tırmandı parmakları. Dikiş izime dokudu. Daha önce bir çapa dövmesi kazıdığı yeri okşadı hafifçe.

"Asya Yağmur Tunçbilek." Omzumda duran eline doğru istemsizce eğmiştim başımı, alttan alttan okyanuslarına baktım. "Benim sözlüğümde aşkın tanımı bu."

Kalbim ağzımdan çıkmasın diye derin bir nefes aldım.

"Çünkü okuduğum hiçbir tanım bu kadar gerçek ve bu kadar doğru, aynı zamanda bu kadar rüya gibi ve bir o kadar yanlış gelmedi kulağıma. Hepsi sensin, sen her şey demeksin."

Sert bir yutkunuş yakıp geçti boğazımı. Bir şeyler söylemem gerektiğini hissetsem de dudaklarımı aralayamadım. "Duymak için yanıp tutuştuğun o cümleyi biliyorum." diye devam etti kaldığı yerden. "Görmek istediğin o meyil ne biliyorum ben." Şarkıyı kastediyordu. Gülümsedi, gülümsedim. "Aşığım sana," dedi tüm kırgınlığımı yerle bir ederek. Sesi içime işleyecek kadar derindi. "Çok aşığım, öyle böyle değil."

Susup kaldığı anların aksine konuşup anlaşılmak istiyordu. Gidişim bir işe yaramıştı. Düşünüp durması onu istediğim sonuca ulaştırmıştı. Ellerimin ikisini birden tutup gözlerimin içine baktı. "Muhtemelen ilk günden beri. Haklıydı herkes yaptığı imalarda. Değiştiğimi söylediler, inkâr edemedim hiç çünkü biliyordum işte. Kalbimin bütünüyle, tüm hücrelerimle, şu yarım aklımla hatta, sana deli gibi aşığım."

Bir itiraf duymayı çok istemiştim ama bu kadarını ben de beklemiyordum. Nefesimi kesmişti. Görkem Duman beni ne kadar sevdiğini bana elinden gelen tüm çabayı sarf ederek anlatmaya çalışırken benim nefesimi kesmişti.

Elimi yanağına yasladığımda yanağını avucumun içine doğru yatırdı. Yatağın diğer tarafına savrulan kulaklığına baktı, şarkının bilmem kaçıncı kez başa sardığını o an fark etti ve ardından yumdu gözlerini. "Tüm bunları duyduktan sonra bir cevap versene bana. Yalvarırım belki deme, net bir şey söyle. Devam etmemize değer mi?"

İlk defa bu kadar şeffaf, bu kadar hassas, bu kadar istekli ve bir o kadar emin görüyordum onu. Bana aşıktı. Defalarca kez söylemişti arka arkaya. Her şeye hazırlıklıyım sanıyordum buraya gelirken ama buna değildim.

"Değer Görkem." Bütün yükü gözlerimin önünde hafifledi. "Hiç kolay bir ilişki olmayacak bizimkisi, biliyorum ama deneyelim, zorlayalım sonuna kadar. Ayrı kalmak iyi gelmiyor bana. Ben sana bu kadar düğümlenmişken geri adım atamam artık. Bu saatten sonra her şeye değer."

"Kalacak mısın yanımda?"

"Yanında tutacak mısın beni?"

"Elimden ne geliyorsa yapacağım." İki elini de belime yasladı. Bana yalvaran gözlerle bakıyordu. Görkem gerçekten onu terk etmemden deli gibi korkuyordu. "Onları susturacağım, endişelenme sakın kim ne der diye. Ben senin elini sımsıkı tutacağım ve kimseye hesap vermeyeceğim bunun için."

"Başından beri ihtiyacım olan tek şey güvenindi." Anlasın istedim. "Kendine güvendiğin kadar bana da güvenmeyi öğrenmen gerekiyor Görkem. Bunu hak etmeyecek hiçbir şey yapmadım. Seni başkaları karşısında zor durumda bırakmak da istemedim hiç, aksine hep kolladım arkanı."

"Biliyorum," dedi. "Eşeklik ediyorlar, eşeklik ediyorum. Hepsini hizaya sokup senin kölen yapacağım sonra da en kölen ben olacağım."

Tavrı beni güldürdü. Eşek kelimesiyle birlikte üstündeki tişörte kaydı gözlerim. Dizim Eeyore'nin kulağını kapatıyordu. "Çok yakışmış," dedim sırıtarak.

"Sen istedin, ben yaptım çünkü ben çok aşık bir adamım."

"Anladım orasını." Çok keyifliydi duyması, beni bundan uzun süre mahrum bıraktığı için onu pişman etmeliydim. Yatağa yaslı olan bacağımı çektiğimde elimle omzuna tutundum ve kucağından kalkmaya yeltendim. Bunu anladığı an belimi yakalayıp bakışlarıyla nereye gittiğimi sorguladı. "Üzerimi değiştireceğim."

Gördüğüm en gönülsüz izin verme şekliydi ama yine de ayağa kalktım. Ona son bir kez baktığımda gözlerindeki ifade bir yangının ayak seslerine benziyordu.


Yine de odama girip sırtımı kapıya yasladığımda nefeslerimin düzene girmesini bekliyordum. Bana aşıktı. Söylemişti. Evirip çevirmeden, dolaylamadan, gözlerimin içine aşık aşık bakarak. Beni gitmemem için sımsıkı tutarken bensiz yapamayacağını yüzüme haykırarak, bana ihtiyacı var gibi bana sarılarak dile getirmişti bunları.


Onun için yaşadığım kadar benim için yaşıyordu. Bunu biliyordum. Bunu hissetmiştim.

Az önce kucağına çıkmış olmamın getirisi olan his bacaklarımı titretirken ayakta durmaya çalıştım. Neden odama dönmek istediğimi bile bilmiyordum ama o an, yatağımın üzerinde gördüğüm şey gözlerimin yuvalarından fırlamasına sebep oldu.

Bu evden çıkarken yatağımın dağınık olduğuna emindim, biri tarafından toplanmış ve ayak ucuna siyah kaban bırakılmıştı.

Hani Görkem'in beni yenebilen olursa ona vereceğim dediği meşhur kaban.

Orada öylece, boynu bükük bir yalnızlık içinde duruyordu. Birkaç günlüğüne de olsa terk edilmiş olan odamda, yatağımın ucunda çaresizce bekliyordu. Görkem söyleyemediklerini böyle ifade etmek istemişti.

Eğer odama gizlice dönmeye kalkarsam ve beni göremezse diye oldukça açık bir mesaj bırakmıştı benim için.

Nefesim hızlandı, göğsüm sıkıştı, bacaklarım daha çok titredi ve anlamların ağırlığı altında ezilirken bana aşık bir adamın yenilgisinin işareti olan kabandan ayıramadım gözlerimi.

Ne yaptığımı bile bilmeden bir hışımla kapıyı açtım. Tam karşımdaki bir çift mavi göz ise sonum oldu orada.

Bir elini kapının üstündeki pervaza yaslamıştı ve diğer eli kapımı çalmak üzereymiş gibi havadaydı. Bu duruş kol kaslarının kıvrımlarını öyle bir belli ediyordu ki yutkunmak zorunda kaldım yüzüne bakarken. Neden buraya geldiğini sorgulamadım, neden dışarı çıkıyor olduğumu sorgulamadı çünkü ikimizin de gözlerindeki ifade yeterince karanlıktı.

"Kabanın..."

Cümlemi yarıda kesti. "Senin."

"Bu..."

"Sana yenildim demek."

Çenesini sıkıyor olduğunu gördüm. Az önce yaşananların sadece benim için zorlayıcı olmadığı ortadaydı. Bir şey söyleyecekti. Bir şey söylemeliydi ya da belimi kavramalı, beni o kabanın üzerine yatırmalıydı. İtiraz etmezdim. Hayır, istediğim buydu. O tüm güzelliğiyle ve en açık haliyle karşımda dikilirken başka bir şey düşünemiyordum.

"Bunu demek için mi geldin kapıma?" diye sordum kanım giderek daha fazla kaynarken. Cevapları duymalıydım.

"Yağmur," dediğinde adımı bir sitem, bir isyan, bastırılmış bir çığlık gibi söylemişti. Gözlerimin içine, en derinine baktı ve duruşunu düzeltirken bu defa omzunu pervaza yasladı. İçeri girmedi, bunun için bile izin bekliyorken aklından geçirdiklerini ifade etmekte zorlanıyor olduğunu düşündüm. Düşünmedim, gördüm. Görkem gerçekten zor durumda gibi görünüyordu. Durdu, dile getiremediğinde "Her neyse," dedi çaresizce, tüm o kelimeleri yuttuktan sonra.

(‼️Yetişkin içerik uyarısı. Bu tarz sahneleri okumaktan hoşlanmayanlar bölüm sonuna kaydırabilir. Geriye kalanlar derin bir nefes alıp devam edebilirler.)

"Ne Yağmur?" diye sordum ona doğru bir adım atarak. "N'oluyoruz?" Parmak uçlarımı göğsüne değdirdim ve kaskatı oluşunu hissettim. "Ne istiyorsun?"

Bakışları anında değişti. Sabaha kadar beni uyutmamaya niyetli olduğunu belli etti o üç saniyede ama yine de gizlemeye çalıştı bunu. Göğsüne yasladığım elimin bileğine sardı parmaklarını. Teması beklediğimden çok daha güçlüydü. Ona dokunmamam gerektiğini söyleyeceğini anladım ama geri adım atmadım. Kendini frenlemesine gerek yoktu. "Görkem," dedim tekrar, burnunun dibine kadar girmekten çekinmeyerek. "Ne istiyorsun?"

"Seni," dediğinde bu da bir yenilgiydi. Kalp atışlarım kulaklarımı uğuldatmaya başladı. "Seni öyle çok istiyorum ki Yağmur." Fısıltıya dönen sesi yüzünden aklım buharlaşacaktı. "Korkutmaktan ya da yanlış bir şey söylemekten kaçınmaya çalışıyorum ama sikeyim, delireceğim."

"Söyle," dedim sesim titremesin diye kendimi zorlarken. "Konuş benimle."

"Sana dokunmadım, sen yoktun. Kaç gün olduğu umurumda değil. Ben sana hiç dokunamadım." Çenesini daha fazla sıktı. Parmaklarım yüzüne değmek için uyuşmaya başladı. "Öpmek yeterli gelmiyor. Göğsüme yasladın elini, kül oldu avucunun değdiği yer. Bir insan bir insanı nasıl bu kadar ister? Bana dokunduğunu hayal etmekten kafayı yedim."

Bir an sustu, gözlerime baktı ve kafasını eğdiğinde geri çekilmeye kalktı. "Bunu," dedi duraksayarak. "Bunu söylememeliydim. İleri gidiyorum şu an."

Utancı ve ne yapacağını bilmeyen tavrı yüzünden köşeye sıkışmış hissediyordu. Aramızdaki mesafenin açılmasına izin vermeden omzuna tutunup parmak uçlarımda yükseldim. Kendini bana bakmaya zorlarken benim odağımda dudakları vardı.

Dudaklarımı dudaklarına bastırdım, Görkem gözlerini kapatıp bana doğru uzandı ama geri çekildim.

"Sen..." Hipnoz olmuş bakışları dudaklarıma kaydığında baş parmağı çene çizgime dokundu. "Beni öptün," dedi hayretle. Daha önce söylediklerimi hatırlayıp hatırlamadığımı anlamaya çalışıyordu. Bilerek yaptığımdan emin olmak için bir şeyler söylememi bekliyordu. Bu şaşkın halini görmeyi ben istemiştim. "Öptün beni." Suskunluğum devam ettiğinde isyan eder gibi çıktı sesi. Dudaklarımı birbirine bastırarak gülüşümü durdurmaya çalıştım. "Ama beni öptün." Ağzımdan çıkan sözlere sadık kalmam için ağlayacak gibiydi. Hâlâ kapının dışındaydı. Gözleri alev alev yanarken hâlâ benden davet bekliyordu. "Demiştin ki eğer beni öpersen-"

Tırnaklarım omzuna gömüldüğünde Görkem'in alt dudağını kavradım. Nefes alma fırsatı bile tanımamıştım ona. İki elimi de ensesinde birleştirdim. Dilim alt dudağını ıslattı ve sonra üst dudağına verdim bütün ilgimi. Bedenimi ona yasladığımda ilk şokun etkileri yavaş yavaş azalıyordu, her kendine gelecek gibi olduğunda geri çekilip bir kez daha yakaladım dudaklarını. Öptüm, çekildim, gözlerini aralayabilmesine bile izin vermeden daha büyük bir tutkuyla öptüm onu.

Belimi kavrayıp bedenlerimizi tamamen birbirine yapıştırdı ve sertçe karşılık verdi öpüşlerime. Gerilmiş kaslarının tümünü hissedebilecek kadar yakındım ona. Ensesindeki saçları çektim, bu bir fitili ateşlemek gibiydi. Görkem ondan daha önce hiç görmediğim hoyrat bir tavırla dudaklarıma asılırken ellerini belimden kalçalarıma kaydırdı. Üzerime bir adım attı, bir adım geriye gittim ve gidecek yerim kalmadığında sırtım kapımın üzerinde asılı olan çapa figürüne yaslandı.

Küçük iniltim çapanın sırtımda iz bırakacağı kadar Görkem'in beni kapıya yapıştırmasıyla son buldu. Duyduğum hafif acı ve onun bu kontrolü kaybetmiş hali içimdeki alevi harlıyordu. Eli yeniden kalçama kaydığında ayaklarımı yerden keserek beni kucağına almasına izin verdim. Kabanının serili olduğu yatağa serebilirdi bedenimi. Ona dokunmamı hayal ettiyse ona hayallerini seve seve yaşatabilirdim.

"Duymak istiyorum," dediğinde alnını alnıma yasladı ve sık solukları yüzümü talan etmeye başladı. "Duymam gerek. Daha ileriye gitmek istiyor musun sen de benim gibi?"

Nefes nefeseydim, bacaklarımı kavramıştı ve kucağındayken sırtım çapaya yaslıydı hâlâ. "Denizlerin alev almış," diye fısıldadım. "Hani olmazdı? Bak her yer yangın." Boynunu saran elimi tırnaklarımı sürterek nabzının bulunduğu kısma doğru sürükledim. "Duymak istediğin buysa, ilerisi hoşuma gider Görkem. Bana ihtiyacın mı var? Ben buradayım."

"Gider mi gerçekten hoşuna?" Başını boynuma yasladı. Soluklanmaya çalışıyordu ama uzak duramıyordu. "Bilmiyorum, ben daha önce hiç..." Dayanamıyormuş gibi bir küfür savurup dudaklarını boynuma yasladığında hislerinin yoğunluğu tenime aktı. "Bununla baş edemiyorum amına koyayım. Delirecek gibiyim. Sen kucağımdasın ve ben delirecek gibiyim."

Gülümseyerek "Bana aşıksın," dediğim an "Çok," dedi eriyip yok olur gibi. "Çok fazla. Seninle ilgili her şey bende çok fazla."

Yüzünü yüzümün hizasına çekip onu bir kez daha öptüğümde Görkem'in sınırları çok farklı şekilde zorlandı. Sırtımı kapıdan ayırıp birkaç adım ilerledi ve belimi saran kollarıyla üzerime eğildi. Sırtım, yatağımda duran kabanı teğet geçti ama beni yatağa bırakmadı. Başını iki yana sallayarak vazgeçti, benimle birlikte yatağımın üzerinden doğruldu. "Burada değil," dedi beni öpmeyi bıraktığı bir saniyelik anda.

Hiç beklemeden koridora doğru adımladı dudakları dudaklarımdayken. Sonra her nedense durdu, sırtımı koridorun duvarına yasladı ve bacaklarımdaki tutuşu sıkılaşırken öpüşü karşı koyulamaz bir hal aldı. Nefesimi tüketti, adını söylemeye çalışırken inledim. Bu yeniden duvardan ayrılmama sebep oldu.

Göz kapaklarımı zorlukla araladığımda kirpiklerimi kırpıştırdım. Başka bir kapının önündeydik şimdi, üzerinde dümen figürü duran. Kapı koluna uzanmadı. Parmaklarım kol kaslarının üzerinde çizgiler çekerken gözlerimin içine parlayan gözlerle bakıp "Daha fazlası," dedi alçak bir sesle. "Daha fazlası olsun mu Yağmur? Benim odamda, benim yatağımda, bana bir hayalden ibaret olan düşüncelerimi gerçekleştirme şansını verecek misin?"

"Görkem..."

"Sorun değil," dedi tek nefeste. Tutuşu gevşedi ama boynuna daha sıkı sarıldım. "Gerçekten, eğer istemiyorsan... Yani, asla. Ben... İstemediğin hiçbir şeyi yapmayacağımı söylemeye çalışıyorum. İstemezsen sana yaklaşmam bile. Halime bak, bana ne yaptığını görüyor musun? Aklımı kaçırdım senin yüzünden. İki kelimeyi bir araya getiremiyorum."

"Sen delirdin mi?" Kızdığımı sanıp yüzüme baktı. "Şimdiden böyleysen senin için ne kadar hazır olduğumu görünce ne hale geleceksin acaba?"

"Siktir." Nefesi yüzümü yakıp geçtiğinde ardımdaki kapı öyle sert açıldı ki duvara çarptı. Dümen figürünün titreştiğini görmek beni güldürdü. Ensesini okşarken endişesi kalmasın diye uğraşıyordum. Asıl endişeyi beni bu halde bırakırsa duyması gerekiyordu. Devam etmeliydi. "Sen..." dedi. "Böyle bakma. Böyle bakarsan-"

"İstediğin şekilde dokun bana sevgilim." Denizleri benim tarafımdan aleve verildi, nefesini tuttu ve muhtemelen farkında olmadan beni kendine öyle bir yasladı ki bacaklarımın arasında bir sızı belirdi. "Duymak istediğin buysa..." diye devam ettim kaldığım yerden. "Senin dokunuşların bana rahatsızlık vermiyor, hiç vermedi. Asıl dokunmazsan mahvolacağım."

"Duymak istediğim buydu bebeğim."

Gülümsedim. "Kendini aşıyorsun."

"Sadece hoşuna gidecek bir adam olmaya çalışıyorum."

"Görkem Duman, kendini affettirmeyi öyle beceriyorsun ki bu çok sinir bozucu olmaya başladı."

"Kendimi affettirmem bu sefer zor biliyorum," dedi gözlerimin içine bakarak. "Sürekli hatalar yapan, seni kırıp döken biri olmaktan nefret ediyorum ama işin içine sen girdiğinde öyle bir bocalıyorum ki 13. Bir telafi mümkünse inan bana bulacağım o yolu."

"Beni öperek başlayabilirsin."

Gülümsediğinde tek eliyle beni tutmaya devam ederken diğer eliyle kapıyı arkamızdan kapatıp kilitledi. Bir ses duydum ve sandalyesinin tekerleklerinin kaydığını anladım. O kısmı boşaltmak için hızlıca ittiğinden sandalyesi kitaplarının olduğu rafa çarpıp tok bir ses çıkarttı. Belimdeki eli yalnızca bir saniye ayrıldı ve masanın üzerindeki birkaç parça eşyayı yere savurdu. Not defteri yere çarptı, sonra ayaklarının dibinden yuvarlanan birkaç kalem gördüm.

Görkem beni üzerini boşalttığı çalışma masasına oturttu ve diziyle sol bacağımı ittirerek kendi bedenine yer açtı önümde. "Çözülmesi gereken bir problem miyim?" diye sordum dudaklarına sürtünürken dudaklarım.

Gözlerini kapattı. "Senin yüzünden soru çözemiyorum ki artık." Bu beni şaşırttığı için anlamsız bir hım sesi çıkarttım. "Gördüğüm bütün 13'lerin altını çiziyorum, şıklarda 13 varsa diğer seçeneklere dönüp bakamıyorum. Testin 13. sorusuna gelirsem soruyu okuyamıyorum. Gözümün önünden hiç gitmiyorsun."

"Çok fazla yenilmiş, kaybetmiş gibi konuşuyorsun."

"Sana kaybetmek değil, seni kaybetmek sorun." Yüzüme düşen saçlarımı geriye doğru çekti dayanamıyormuş gibi. "Bu bir daha olmamalı. Bunu bir daha yaşamamalıyım çünkü sen burada değilken bu çatı ev bile değil. Başın göğsümde değilse uyumak anlamsız. Sabahları reçeli o bal gözlerinle ekmeğe sürdüğünü görmeyeceksem kahvaltı yapmak mantıksız. Durduk yere kapımı açıp kucağıma gelmeyecek, bana bir şeyler anlatmayacaksan hiçbir şeyin anlamı yok. Seni dinleyemeyeceksem kimseyi duymak istemiyorum."

Onu dinlerken ensesinde gezdiriyordum parmaklarımı. Her nasıl bakıyorsam durduğunda gözlerime kilitlenip kaldı, tırnaklarımı ensesinden sürterek boynuna doğru getirdim ve bir kez daha belirginleşen damarına dokundum nabzını hissedebilmek için. Deli gibi attığı gerçeğiyle yüzleşmek aklımın tamamen uçmasını sağladı.

Avucunu başımın arkasına yasladı ve yüzümü yüzünün önüne yaklaştırdı. Ellerinden biriyle bacağımı kavradı, diğer elini saçlarıma dolayarak çenemi ona doğru yükseltti ve dudaklarıma öyle bir kapandı ki özlemini her hücremle hissettim.

Alt dudağımı kavradı, öptü, emdi, dişleriyle çekiştirdi ve bıraktığında nefes almadan üst dudağıma geçti. Büyük bir tutunma ihtiyacı hissediyordum ama sırtındaki yaralardan dolayı oradan uzak durmaya çalışıyordum. Kolunu kavradım, tırnaklarım bu defa izlerini istemli olarak kazıdı oraya. Canını yakmam Görkem'in kontrolü daha fazla kaybetmesine neden oldu.

Başını sağa yatırdı, yeniden öptü beni uzun uzun. Baskısı yüzünden dudaklarım sızlıyordu ama aynı arzuyla karşılık vermekten geri kalmıyordum. Birini öpmeyi benimle öğrendiğini düşünecek olursam, şu anki performansının şimdiye kadarki en ateşli performansı olduğunu söyleyebilirdim ve bu da ondan etkilenmeye yer arayan yanlarıma hiç iyi gelmiyordu.

Saçlarına asıldığımda alt dudağıma dişlerini geçirdiği için kesik bir inilti döküldü dudaklarımın arasından. Bacağıma sardığı elinin parmakları üzerimdeki pantolonun dikiş yerine değdiği an dizlerimi kapatmaya çalıştım ama bu bedenini kafeslememe yol açtı. Görkem halimi anlayıp gülümsedi, dudaklarımdan ayrılıp çeneme öpücükler bırakarak boynuma doğru ilerledi ve bacaklarımın arasındaki parmaklarını hareket ettirerek pantolonumun üzerinden ilk kez bana böyle dokundu.

Gözlerim iri iri açıldığı sırada düzenli nefes alamıyor, bir kalp krizinin eşiğinde olduğumu hissediyordum. Dudakları ve dili boynumla ilgilenirken kontrolü henüz kaybetmediğimi ona kanıtlama niyetiyle "Bunları da mı filmlerden öğrendin?" diye sormaya çalıştım ama sesim kısık, nefesim titrekti.

Küçük ve beni delirtebilecek kahkahası boynumun sınırlarına dağıldı. İçimi de dağıttı beraberinde. "Başrolü sen olmayan hiçbir şeyi midem almıyor hâlâ," dedi canıma kastı varmış gibi. "Filmler, diziler ya da başka şeyler değil; hayaller, rüyalar, sadece sen."

"Elin..." Sustum çünkü bunu söylemeyi bile planlamamıştım. Bileğine sarıldığımda parmaklarının hareketi kesilse de konumu sabit kaldı. Görkem bir şeyler söylememi bekler gibi baktı gözlerimin içine. "Sana çok sinirliydim ben," dedim kendime kızarak. "Sana çok sinirliydim, nasıl bu hale geldik biz? Bana diyorsun ama tehlike sensin, Görkem."

"Öfkeni sana unutturmayacağım, istediğin zaman benden çıkarırsın çünkü bu hakkın. Çünkü bunu hak ettim." Bileğine sardığım parmaklarımı çözmemi sağladı ve eli serbest kaldığında yeniden aynı noktaya dokundu kumaşların üstünden. "Yine de şimdi izin ver, biraz yatıştırmaya çalışayım şu sinirlerini."

"Sürekli benden izin mi isteyeceksin?" diye sordum aldığım zevk yüzünden zar zor teleffuz ederek kelimeleri. Bu olmamalıydı. Bu kadar çabuk kıvama gelmemeliydim. "Görkem, öyle okşamaya devam edersen-" Avucu bacaklarımın arasını kapladığında ellerim masanın iki yanını sımsıkı kavradı. Eşofmanının bel kısmından tutup bedenini üzerime doğru çektim. Dengesini kaybettiği için masaya yaslamak zorunda kaldı elini. "Çok fazla giyiniksin."

Sesim doğru düzgün çıkmıyordu. Eşofmanının iplerine uzanırken beni durdurdu. "Önce tişörtümden mi başlasaydın?" diye sordu doğrudan hedefe varmaktan beni alıkoyarak. Gülüyordu.

"Çıkar." Tişörtünün altından sıcak tenine yasladım parmaklarımı. Belinin iki yanını kavradım. Avuç içim keskin kemiğinin hizasındaydı. Baş parmağımsa kasığının hizasına bir çengel gibi asılmıştı. "Çıkar tişörtünü."

Neredeyse hırıltı şeklinde bir nefes verdi ve bir çırpıda sıyırıp çıkardı üstünden. Gümüş künyesi göğüs kaslarının arasında parlıyordu. Kollarını kaldırdığında kaburgaları belirginleşti, karnı içeri göçtü ve göğüs kafesinin altında kalan kısım içine gömülmek istediğim bir çukur şeklinde derinleşti. Her zerresini kazıdım aklıma.

"Sar bacaklarını belime." Karnımdaki kramplar kasıklarıma doğru indi sesi yüzünden. "Ben takıntılı bir adamım," dediğinde nefesi kulağımın dibindeydi. "Şartları eşitlemem gerek."

"Eşitle," diye fısıldadım. Kıvılcımlar her yerdeydi. Gözlerinin içine baktım. Ellerini karnıma götürdü. Kazağımı tuttu ve bir kez daha izin almak ister gibi kumaşı aşağı doğru çekiştirdi. Başımı sallayarak onayladım. Kazağı başımdan çıkarıp gözleri hâlâ gözlerimdeyken sağ tarafa doğru fırlattı.

Vücuduma bakmıyordu. Boynuma kadar bile inmiyordu gözleri. Önünde yarı çıplak olduğumu bildiği halde duruyordu öylece. Kendisinden ziyade benim hazır olmamı bekliyor gibiydi.

Beline sardığım bacaklarımla baskı uygulayıp bedenini daha fazla çektim kendime doğru. Beni tuttu, kaldırdı ve iki büyük adımın ardından sırtımı yatağıyla buluşturdu. Çarşafın soğuk dokusu sırtıma işlerken Görkem Duman bir dizini yatağa bastırarak üzerimde yükseldi ve gözlerini yavaşça vücudumda gezdirmeye başladı.

Boynumla ve köprücük kemiklerimle başlayan yolculuğu göğüs kafesimin üst kısmında uzunca bir süre duraksadı. Çillerime yerlerini ezberlemek istiyormuş gibi baktı. Göğüslerime doğru sıklaşıyorlardı. Yüzümdekilerden daha fazlaydı sayıları. Sütyenim bir kısmını gizlemeye devam ediyordu.

Gözlerini bir kez gözlerime çıkarttı ve ışıkların tümünü yuttu gözbebekleri. Arzuyu gördüm, tutkuyu, isteği. Heyecanı saniye saniye yükseliyordu çünkü uzun süredir hayalini kurduğu bir şeye kavuşmak üzereydi.

Yeniden yavaşça süzmeye devam etti beni. Karnımın hizasına geldiğinde nefesini tuttu. İşaret parmağını karnımdaki çıkıntıların arasındaki çizgiye değdirdiğinde elektrik verilmişçesine titredi bedenim. İstemsizce karnımı içeriye çektim ve karın kaslarım en belirgin haline gelmiş oldu. "Hay," dedi, sustu. Sonra kendine engel olamadı ve "Sikeyim," diye devam etti. "Bunları benden sakladığın için öyle pişman edeceğim ki seni."

"Değdi mi beklediğine?" dedim küçük bir tebessümle birlikte. Bana gördüğü en güzel şeymişim gibi bakıyordu. Onu büyülemiştim. "Tatmin etti mi seni gördüklerin?"

Kelime seçimim kaşlarını sitemle çatmasına sebep oldu. Ne yapıyorsun, dedi gözleriyle. Bunu anladım. Daha ne istediğimi sorguladı. Daha ne kadar ileri gidebileceğimi düşündü. Halbuki henüz hiçbir şey görmemişti.

Parmaklarının dış kısmını sürterek pantolonuma çarpana dek ilerletti karnımın üzerinde. İç çeker gibi bir ses çıktı aralık dudaklarımdan. "Sana dokundukça belirginleşiyor," dedi beni mahveden sesiyle. "Sana her dokunduğumda daha çok kasılıyorsun."

"Sınırlarımı merak ediyordun." Gözlerimi kırpmadan bana bakmasını bekledim ve baktığında yeniden konuştum. "Bekliyorum. Ölç hadi."

"Şu an sadece nefes almaya çalışmakla meşgulüm." Güldüğümde aklını yitirecekmiş gibiydi. "O kadar güzelsin ki."

"Sana konuşmayı yasaklıyorum," dedim zar zor. "Ses tonun bana kafayı yedirtiyor."

"Hep merak ediyordum." Parmak uçları karnımda dolaşıyordu. "İlk bahsettiğin andan beri, sadece meraktan görmek istediğimi sanıyordum. Bu düşünceler hiç yoktu kafamda en başta. Nasıl kirlendi bu zihnim inan ben de bilmiyorum ama tek istediğim, seni son nefesime kadar öpmek şu anda. Dudaklarım tek bir hücreni es geçmesin istiyorum."

"Susmanı söylediğimde konuşarak beni daha da etkileyebileceğini mi sandın?" Beni duyup duymadığından bile emin değildim ama eğer söylediğim gibi düşünüyorsa çok doğru düşünüyordu.

Dudaklarını karnıma yaslamasını o an beklemiyordum. Göğsümün altına başını yerleştirdi, parmaklarının dış kısmını karın kaslarımın arasındaki dik çizgi boyunca gezdirdi. Nefesimi tuttuğum için yine karnımı içeri doğru çekmiş oldum. Başını kaldırdı, gülümsedi. Islak dudaklarını bir kez daha aynı noktaya bastırdığında elimde olmadan hareket ettim.

Bileğimde iz bırakacağına emin olduğum parmakları avucumun içine kaydı ve kolumu dirseğimden bükmemi sağlayarak yatağa bastırdı avucumu. Bedenimdeki öpücüklerinin arasında dilini hissettiğimde hayatımdaki en yoğun hislerden biri belirdi içimde. Onu kendime tamamen bastırmak istedim ama güçsüz düşmüş gibi hissediyordum.

Çenesini altımdaki pantolonun hizasına yaslayıp yeniden bakışlarını yüzüme çıkarttı. Kaslarımla en başından beri alıp veremediği bir şeyler olduğunu biliyordum. Çizgilerin arasında gezinip durdu dudakları. Yanmadan kül oluyordum, öyle güçlüydü her bir hamlesinin etkisi. "Seninle ilgili her detayı çok seviyorum," dedi sesinden tenime lavlar akarken. "Tek bir kusurun yok. Nasıl olabilir bu? Akıl bırakmıyorsun bende hiç. Aklım fikrim sensin benim."

Bir sürü yaranın izine rastlıyordu vücudumda. Kapananlar, kaybolanlar vardı elbet ama o ilgilendiği karnımın kenarında bir bıçağın izi vardı mesela. Kusursuz değildim, hiç hem de. Bunu ona söylemek, beni aksine ikna etmesini istiyormuşum gibi duracaktı. Bu yüzden sustum. Tek kelime etmedim.

"Hayır," dedi düşüncelerimi okuyabiliyormuş gibi. "Hayır, her şeyinle çok güzelsin sen. Tüm bu yaralarınla, dikişlerinle, o dolmak üzere olan gözlerinle, ne kadar sevildiğini kabullenemeyen bakışlarınla... Gördüğüm en güzel kadınsın."

Yeniden dudaklarını karnıma yasladığında tutunma ihtiyacıyla çarşafı avucumun içine toparlayıp sıktım. Görkem tek bir santimimi bile kendinden mahrum bırakmak istemiyor gibiydi. Acelesi yoktu, tadımı çıkartmaya yeminli duruyordu. Çizgilere tekrar dokundu, karnımdaki fazla belirgin olmayan dilimleri dudaklarının arasına aldı. Bunu yapmayı çok beklemişti ve beklediğimize değsin istiyorsa kesinlikle başarıyordu.

Çenesini karnıma yaslayıp yüzüme baktığında gözlerine yerleşen parıltılar bir kaşife aitti. Bir kıtanın her köşesini keşfetmek istiyordu. Bakışlarında yine bir izin isteme vardı. Ne kadar ileri gitmek isterse istesin durup benden onay bekliyordu ve bu davranışı onun için tüm arzulardan daha önemli olduğumun kanıtıydı. Bana kendimi değersiz hissettirmiyordu.

Hafifçe doğrulup elimi cesurca sütyenimin kopçasına götürdüm. İki kanadı birbirinden ayırdığımda Görkem, askıları omuzlarımdan yavaşça indirdi ve üzerimden sıyırıp attı. "Sen beni öldürürsün bebeğim," dedi o derinden gelen, içimi dağıtan sesiyle. "Sen beni öldürür, üstüme toprak atar, gömersin." Gözlerini vücudumda yavaşça gezdirdi bir kez daha. "Şuna bak." Sanki içi, içime karışıyordu. Sanki ruhu benimkini sarıyordu. Sanki ikimiz birbirimiz için yaratılmıştık. "Şuna bak, sen benim sonum olursun. Sen bu dünyadaki en güzel son olursun."

Saçlarıma dokundu, saçlarımı sevdi, yüzümdeki çilleri okşadı. Rahat hissedebilmem için sürekli frene basıyordu. Ona beklentiyle bakarak gülümsedim. Dudakları acele etmeden çeneme dokundu, boynuma kaydı ve yeniden orada oyalandı. İç çekerken içimdeki istek onunkinden daha fazla gibi hissediyordum. Kasıklarımda alevler dolaşıyordu. Tırnaklarımı omuzlarına kadar sürttüm. Boynumda dişlerini hissettiğimde sırtını çizmiştim ama bu tamamen yanlışlıklaydı.

"Yağmur," dedi kafasını kaldırıp gözlerimin içine bakarken. Okyanuslarında kasırgalar kopuyordu. "Ben bir ilki daha seninle yaşamak istiyorum. Ben en çok seninle yaşıyorum, en çok sana yaşıyorum. Al bütün ilklerimi, benim neyim varsa al benden. Sen bendeki her şeyin sahibisin zaten."

"Çok aşığım sana." Yüzünü kavradım. "Çok. Anlıyor musun beni? Çok fazla." Dudaklarımı dudaklarına bir kez daha hızlıca bastırıp geri çekildim. "En çok sana yaşıyorum mu dedin? Sen beni bulduğunda ben hiç yaşamıyordum Görkem. Hiç keyif almıyordum hayattan. Hiç kimsem yoktu benim. Nefes almak için hiç sebep bulamıyordum, ölmek için çok sebep vardı. Sen benim hiçlerimle çoklarımın yerini değiştirdin."

"Değiştirdim mi?" diye sordu içi giderek. Alttan alttan yüzüme bakarken vereceğim cevap, hayatında alabileceği en güzel cevapmış gibi bakıyordu dudaklarıma. Sanki var oluş nedeni benden bunu duymaktı.

"Değiştirdin," dedim hiç düşünmeden. "Değiştirdin, sevgilim."

Gözlerinde yanan parlak ışıklar damarımda akan kanı bile hızlandırıyordu. Bir eliyle göğsümü kavradı. Baş parmağı az önce sütyenin kapattığı tüm o çillerin üzerini okşamaya başladı. Gözlerimi yumdum. Hayatımda ilk defa bir sanat eseri olduğumu düşünüyordum. İlgisi ve özenli dokunuşları bunun sebebiydi. "Hedefime ulaştım mı yani?" diye sordu yüzüne yerleşen aydınlık gülümsemeyle.

"Bence daha ulaşmadın." Gözlerini kıstı. Pantolonumu çıkartmasını istiyordum. Onu bir sonraki adımların tümü için ben teşvik ediyordum. Kontrolü eline almıyordu, kontrolü benimle paylaşıyordu. Düğmenin olduğu kısma gitti eli. Açtığında belimi havaya kaldırdım çıkartabilmesi için. Kalçalarımdan sıyırdı hızlıca, sonra bacaklarımdan ve bir kıyafetim daha yeri boyladı.

"Bunu da çıkarabilir miyim?" Parmakları iç çamaşırımın kenarındaydı ve sesi arzu doluydu. Ona bir cevap vermek üzereyken hiç istemediğim türden bir ürperti uğradı vücuduma. Bir an dilim kilitlendi, bir cevap çıkmadı ağzımdan.

Görkem bacaklarımın hizasında duran kafasını kaldırıp gözlerimin içine baktı sanki beni benden daha iyi tanıyormuş gibi. İçime uğrayan en ufak hissi bile çözebiliyordu. Bir saniye dahi sorgulamadan çekti ellerini üzerimden ve yüzünü yüzüme doğru yaklaştırdı.

Bir açıklama yapmam gerektiğini hissederek "Ben," dedim, durdum ama onu durdurmak istemiyordum. Kesinlikle bunu yapmamalıydı. Sadece bir anlığına kendimi tam olarak açıklayamayacağım bir durumun içinde bulmuştum. Kolay şeyler geçmemişti başımdan, tamamen çıplak olmak bazen banyodayken bile huzursuz ederdi beni.

"Sıkıntı yok."

Kendimi çok kötü hissedip yeniden ağzımı açmayı denedim ama Görkem, beni rahatlatmak için öyle bir gülümsedi ki gerilen her bir hücreme sanki elleriyle masaj yapmıştı. Gevşiyordum. Korkmuyordum.

"Sen ne dersen o," dedi bana. Tıkanmak üzere olan nefesimin ciğerlerime ulaştığını hissettim. "Seni rahatsız edecek en ufak bir şey bile yapsam, senden önce ben nefret ederim kendimden." Elini yüzümün yanından yatağa bastırmış, bir dağ gibi üzerime gerilmiş haldeyken gözlerimin içine bakarak konuşuyordu.

"Görkem," dediğimde ona ne kadar aşık olduğumu söyleyecektim ama konuşmamı bölüp "Seni göğsümde uyutabilirim," dedi. "Saçlarınla oynayıp mayışmanı sağlayabilirim. Sana gömleklerimden birini verebilirim ve sonra yemek yiyebiliriz birlikte."

Bir saniye bile ayırmadı gözlerini gözlerimden. Bana temas da etmedi bu süreçte. Saydıklarını yapmak istesem onun için gerçekten sorun olmayacağını biliyordum. Huzursuzluk hissi buharlaşıp uçarken üstümden aramızdaki bu hassas camı kırabilmek için adımı atan yine ben oldum. Elimi çıplak göğsünde parlayan künyesine sarıp başını kendime doğru yaklaştırdığımda "Beni istemiyor musun?" diye sordum başka hiçbir şeyden bahsetmeden.

"Deliriyorum sen diye." Durup düşünmemişti bile. "Hilbert problemlerini bile çözmeyi bu kadar istememiştim. Ama hazır değilsen hazır değilsindir. İstemiyorsan istemiyorsundur."

"Bir anlık bir şeydi," dedim sesim çekingen çıkarken hâlâ. "Bunu yaşanmamış varsayıp devam edebilir miyiz?"

"Bir başkası değil, benim." Aramızdaki cama parmak ucuyla dokundu sanki. Başını boynuma yaklaştırdı. "Benimlesin bebeğim." Nabzıma bir öpücük bırakıp yeniden kalbime savaş açtı. Aramızdaki mesafeyi aşıp bedenini yavaşça benimkine yasladı. Dudakları hâlâ nabzımda duruyordu. Korkuyla değil, heyecanla attığını hissettiğinde bu kez ağırlığını da üzerime verdi ve kasıklarıma yasladı kasıklarını. "Sen ne dersen o," dedi bir kez daha.

Sırtına doğru kaydırdım elimi. Kabaran yaraları hissettim. Dokundum, gözlerini yumduğunu düşündüm, saçlarına geçirdim diğer elimi. "Sana aşığım," dedim bilmem kaçıncı kez. "Ve lütfen söylediğimi yap. Devam etmene ihtiyacım var."

"Benim gemimin kaptanı sensin." O ışıltılı gülümsemesi heyecanımı daha da arttırdı. Ona kendimden daha çok güveniyordum. Bu konudaki çekincelerimin hiçbiri onunla alakalı değildi. Bunları açıklayamamıştım bile ama gerek de yoktu çünkü o biliyordu. Aslında o, bunun olacağını bile öngörmüştü ve her hareketinde güvenimi kazanmaya çalışmıştı. "Ama bir kez daha o dudaklarını büzüp bana aşık olduğunu söylersen gemiyi siktir edip bütün denizleri yakacağım."

Sesinde yükselen sitem beni güldürünce daha da kafayı yemesine yol açtım. Belimi ona doğru kaldırıp onu daha fazla hissedebilmek için açık bir davette bulundum. Yeniden üzerime yüklenirken bu defa bacaklarımın arasına sürttü sertliğini kumaşların üstünden. Eriyeceğimi sandım. Hislerim o kadar yoğundu ki heyecandan titremek üzereydim.

"Görkem," dediğimde inler gibi çıktı sesim. Adına tutunmaktan başka bir şey gelmiyordu elimden. "Seni hissetmek beni delirtiyor."

"Öyle mi?" Boynundan sarkan zincirini kavradığımda güldü yine. Çıldırtıcı bir yavaşlıkla bana sürtünüyordu. "Öp beni, Yağmur."

Hâlâ bir şeylerden emin olmaya çalışıyordu. Dudaklarımı dudaklarına ihtiyaçla yasladığımda onu her şeyimi alabileceğini anlatmak istercesine öptüm. Nefesi kesik kesik yüzüme vurdu. Gözlerini yavaşça aralayıp yüzüme bakarken ağırlığıyla beni adeta eziyordu.

"Bacaklarını benim için mi aralıyorsun?" diye soruşuna hazırlıksız yakalandım. Hızlanan nefesiyle birlikte benden bir cevap bekliyordu. Artık kendini ne kadar zor tuttuğunu anlayabiliyordum. Gözlerindeki tutku beni yerle bir ediyordu.

"Evet," diyebildim.

"Biraz daha arala." Islanan iç çamaşırımı gözlerinin önüne serecek olmak beni utandırmadı. "Peki," dediğinde elleri yeniden çamaşırımın iki kenarını buldu. "Çıkartabilir miyim şimdi?"

Kontrolümü eline almasına izin verdim. Bir eliyle belimden bana destek olarak kalçalarımı kaldırmamı sağladı, diğer eliyle çamaşırı aşağı doğru indirdi ve bunu yaparken bile gözlerimden ayırmadı gözlerini. Bu kadar beklemiş olmasına rağmen hiçbir şey için acele etmiyordu. Onun yavaşlığı benim daha çok istememe neden oluyordu. "Bakabilirsin," derken sesimde karanlık bir çağrı vardı. Tepkilerinin birini bile kaçırmak istemediğimden yüzünü dikkatle inceliyordum.

Kurduğum cümle onu güldürdüğünde nefesim kesildi. "İnan bana sadece bakmayacağım," dedi. "Her zerreni hissedene kadar bırakmayacağım güzelim benim. Sen kendinden geçene kadar bir saniye bile durmayacağım."

"Lütfen," diye bir kelime çıktı ağzımdan plansızca. Kaşlarını kaldırdığında daha fazla konuşmamı beklediğini anladım. "Sevgilim," dedim. "Yeterince beklemedik mi?"

"Neyin?" diye sorarken çene kemiği tenini yırtıp ortaya çıkmak ister gibi belirgindi.

"Sevgilim," dedim tekrar. "Benden uzak kaldığın günleri affettirmek istiyorsan ellerini üzerimden çekmemelisin."

Bacaklarımı kavrayıp bedenini arasına yerleştirdiğinde parmakları çabuk kızaran tenime izler bırakıyor olmalıydı. "Kocaman herifim," dedi kendi kendine. "Kontrol edemiyorum kendimi." Sanırım kendisine sinirlenmişti. "Canını yanlışlıkla yakacağım diye korkuyorum yemin ederim. Kolun bacağın elimde kalmaz değil mi?"

Yine beklemediğim için öyle sesli güldüm ki Görkem bana dünyanın en güzel manzarasına bakıyormuş gibi baktı hayranlıkla. Gözleri yüzümden ayrıldığında aşağılara doğru kaydı, gülümsemesi karanlık denilebilecek bir hal aldı ve yüzüne yerleşen ifade bacaklarımın titremesine neden olduğunda bunu fark etti. Avuçlarının içlerini uyluklarıma yerleştirerek kendisi için açtığı alanı büyüttü. Dudaklarını ıslatıp gözlerime baktı. İçimdeki arsız utanmadı, kesik bir nefes verdim.

"Bana bir sürü vaatte bulunmuştun," dediğimde gözlerini kısıp cesaretim karşısında şaşırdı. "Görkem, kafanda çektiğin filmleri bir kenara bırakıp beni başrolün yapmalısın artık."

Parmakları tenime gömülürken beni daha sıkı kavraması bile aklımı başımdan almaya yetiyordu. "Gerçekten öldüreceksin beni." Bu defa gülümseyen bendim. "Yağmur, büyüleyici görünüyorsun. Burada, benim yatağımda, önümde çırılçıplaksın ve gözlerinde o ateş, yüzünde bu gülümseme var. Rüyadan da öte bu, gerçek olamayacak kadar güzelsin. Aklımı kaçıracağım."

"Teşekkür ederim," derken elleri yavaşça bacaklarımdan daha yukarı tırmandığında bedenim yukarı doğru kaydı yatakta. "Ama artık sen de benim önümde çırılçıplak olmalısın. Şartları eşitlemek gerektiğini öğretti biri bana."

"Kimmiş o?" diye sorarken eşofmanının iplerine uzanmama müsaade etti.

"Aşık olduğum adam," dedim. "Benim, bana ait, birlikte olmak için yanıp tutuştuğum, uğruna canımı vereceğim bir adam."

Birkaç saniyelik bir aranın ardından baksırıyla önümde kaldığında bacaklarını saran kumaşın bitimindeki kaslar takıldı gözlerime. Harika bir fiziğe sahip olduğunu daha önce de söylemiştim ama bu kadarını ben de yeni görüyordum. Dilim damağım kuruyordu ve bu susuzluk dinecek gibi değildi. Kumaşın altındaki şişkinlik ise işleri benim için hiç kolaylaştırmıyordu.

"Yağmur," dedi ve sesinde bu kez hafif bir alay tınısı vardı. "Hoşuna gittiğimi gözlerine bakmadan anlayabilmek güzelmiş." Gözlerini mahremiyetime savaş açmış gibi vajinamdan ayırmamıştı bu cümleyi kurarken.

O utangaç adama sanırım artık ulaşılamıyordu.

"Gözlerini çok seviyorum ama sevgilim, daha fazlasını kullanmalısın yoksa dayanamayacağım."

"Bana ihtiyacın mı var?" diye sordu usulca parmak uçlarını oraya değdirerek. Varla yok arası dokunuşu her bir hücremi uyardı, ensemin terlemeye başladığını hissettim. "Benim sana hep ihtiyacımın olması gibi, bana ihtiyacın mı var bebeğim?"

Sabrım tükenmişçesine bileğine yapışıp parmaklarını doğru noktaya sürükledim ve elini geri çekmesine izin vermeden bastırmasını sağladım. Elini kendim için kullanmama zevkle izin verirken nefesleri içine öyle derin çekiyordu ki benden çok o tatmin oluyor gibiydi. "Böyle mi veriyorsun cevabını?" Aldığım zevk yüzünden bileğindeki elim gevşese de o beni okşamaya ara vermedi. Ne istediğimi öğrenmişti ve benim için bunu sürdürüyordu.

Boşta kalan elimi ağzıma kapatma dürtüsüyle kaldırdığımda elimi yakalayıp parmaklarını benimkilerin etrafına doladı ve avucumu yeniden yatağa doğru bastırarak hareketimi engelledi. "Biz bizeyiz," dedi. "Kendine engel olmanı istemiyorum."

Parmaklarının okşama aşamasını geçip derinlerime doğru yavaşça harekete geçmek istediğini fark ettiğimde nefesim boğazımı tıkadı ve bir kez daha aynı şeyi yaşadığımda büyük bir inilti döküldü dudaklarımdan. "Hadi," demeyi planlamamıştım ama bu sert bir emir gibi çıkmıştı ağzımdan. "Yap şunu."

"Bak bana."

Bacaklarımı ondan kurtulmak istiyormuşum gibi hareket ettirsem de aslında tam tersiydi. Ellerini bir saniye bile benden ayırsa ağlamaya başlayacağımı hissediyordum. Devam etmeliydi, bunun için ona istediğini verdim.

"Seni kendim için hazırlamam gerekiyor, değil mi?" Bu gerçekten cevabını beklediği bir soruydu. Başımı sallarken derin nefeslerin arasında onu onayladığımı belirten bir mırıltı çıkardım. "Nasıl yapmam gerektiğini bilmiyorum." Elini üzerimden ayırmadı ama hareketini kesip yüzüme yaklaştı. "Bakmak ister misin?" diye sorduğunda parmaklarının altında kasıldım, bu ona cesaret vermiş gibi daha fazla yakınıma girip yeniden araladı gözlerimi ayıramadığım dudaklarını. "Eğer beni görürsen, senin için neler yapabileceğimi bana anlatabilirsin diye düşünüyorum."

"Seni içime alabileceğimden şüpheliymiş gibi konuşuyorsun." Gücümü toplamam gerekmişti bu cümleyi kurabilmek için. Tamamen pasif kalacak yapıda biri değildim ama Görkem Duman tüm kurallarımı yıkabilecek biriydi.

"Şüpheyi siktir et, deneyip göreceğim." İleri gittiğini düşünüp dudaklarını ısırdığında yeniden gülümsedi. "Cümleler bana aitmiş gibi gelmiyor, kaba saba bir herif olmadığımı biliyorsun değil mi? Bana güvenmeni istiyorum. Sadece seni arzulamaktan kafayı yediğim için ağzımdan kaçıyor. Yine de sakın unutma, sen ne dersen o."

"Sevdim," dedim hızlıca. "Kendini frenlemenden her zaman nefret etmişimdir zaten. Rahat olmanı istiyorum konuşurken."

"Ya kasılıp durman beni çileden çıkarıyor gibi bir cümle kurarsam sana?" diye sorarken parmaklarından birini içime itti ve neredeyse çığlık atacaktım. Dudaklarım büzüldüğünde varlığına alışmaya ve ses çıkartmamaya çalışıyordum. "Yutma," dedi sertçe. "Sesini duymalıyım. Bağır çağır, adımı söyle, inlet burayı. Ne zaman duvara baksam kulağıma dolsun sesin. Hayatımın zirve anını güzelleştirecek anılar kazı odamın her köşesine."

İkinci parmağı da ilkinin yanında yerini aldığında kasıklarımda biriken his öyle yoğundu ki belim kavislenirken inleyerek kendimi ona doğru itmeye çalıştım. Güldü, o küçük kahkahası dizlerimi birbirine bastırmak istememe neden oldu ama bedeni buna izin vermeyecek kadar bacaklarımın arasındaydı.

"Canın acıyor mu?" diye soran bendim, replikler değişmişti bu kez. "Çok sert olduğunu hissediyorum, seni ne kadar rahatlatabileceğimi biliyor musun?"

"Sikeyim." Parmaklarını çekip yeniden itti. Görkem'in kalem çevirme becerisini defalarca kez hayranlıkla izlemiş biri olarak ellerini nasıl kullanabileceğini düşlediğim bir gece olmuştu, bunu yaşamak tahmin edemeyeceğim kadar yoğun bir histi. İçimdeki ilmekleri çözüyor gibiydi tek tek. Sırılsıklam hale getiriyordu beni.

"Yanında yattığımda genellikle ben soğuk olurdum, sen sıcak," dedim ve hız kesmeyen hareketleri yüzünden kıvrandım ama gözlerimi gözlerinden ayırmadım. "Şimdi ne kadar sıcak olduğumu bilsen aklını yitirirdin."

"Hissediyorum." Alnındaki damarlar yeşil yollara dönüşmüş haldeydi. "Hissediyorum bebeğim, parmak uçlarımı yakıyorsun."

"Bana dokunurken yanmayı göze almış mıydın?"

"Sana dokunurken ölmeyi bile göze almıştım."

Daha fazla dayanamayacağımın sinyalini aldığımda kalçalarımı ona doğru itmeye çalıştım, ihtiyacımı anlayıp parmaklarını defalarca kez izlediğim şekilde hızlandırdı ve içimde başlattığı büyük savaşın mağlubu olmam çok uzun sürmedi. Çıktığım tepeden kendimi bırakırken Görkem de nefes almayı bırakmıştı. Diğer eliyle iki bileğimi birden kavrayıp başımın üzerinde birleştirdi ve öbür eli hâlâ o noktadan fazla uzaklaşmamışken dudaklarını dudaklarıma bastırdı.

Öpüşü sertti, yüzünü kavramak istiyordum fakat bileklerimdeki elini gevşetmiyor, ona dokunmama izin vermiyordu. Ağırlığını bir kez daha üzerime vererek çeneme sert bir öpücük bıraktıktan sonra dudakları göğüslerime doğru inmeye başladı. Gördüğü her çilin kıyısında duraksayıp çillerim kadar öpücüğe boğdu bedenimi. Kıkırtılarım küçük kahkahalara dönüştü. Dudaklarının bıraktığı his beni gıdıklamaya başladığında yerimde kıpırdandım. "Her şey bittikten sonra," dedi tenime fısıldayarak. "Sırtındakiler için de aynı şeyi yapacağım."

Ellerimi baskısından nihayet kurtarıp ensesine sardım. "Neden şimdi değil?"

Dilini uzatıp göğsümün ucuna değdirdi ve saçlarını kavramama neden oldu. "Çünkü sırtındaki çillerin hepsiyle tek tek ilgilenecek kadar sabrım yok şu an."

Ensesindeki elimi yavaşça sırtına doğru kaydırdım. Su toplayan yanıklarına değdi parmak uçlarım. Bu onu rahatsız etmek yerine etkilemiş olacak ki yeniden kullanmaya başladı bacaklarımın arasındaki elini. Ağzı göğsümle ilgilenirken sırtını çizdim yanlışlıkla, bu onu inlettiğinde aklımı yitirdiğime kesinlikle emin oldum. Düşünmeden ayırdım ellerimi teninden fakat bu ona daha fazla dokunmak içindi. "Şartlar..." dediğimde baksırının iki yanına asılıydı parmaklarım. "Eşitle," dedi sabırsız bir şekilde.

Eşitlemek yerine ona baksırının üzerinden dokundum. Dişlerini sıktığında çene kemiklerine kadar gerilmişti. Omuzlarındaki çukurlar derinleşmiş, kol kasları tüm bu manzarayı daha da baştan çıkarıcı hale getirmeye yemin etmişti. Onu kavradığımda "Yağmur," dedi sert, uyarıcı bir sesle. Ardından yalvarır gibi ekledi. "Eşitle şartları."

Benim çıkarmamı istiyordu, daha da delirsin istedim. Onu yatağa devirip üzerine çıktığım an kalçalarımı kavrayıp beni de kendisiyle beraber geriye doğru çekti. Sırtını yatak başlığına yaslayıp gözlerimin içine baktı. Çırılçıplak olmak bile söndürmedi cesaretimi. Parmaklarım yaramaz bir oyuna başladı tüm sınırlarını zorlamak için. Kasıklarına sürtündüm yalnızca bir kez, başını hafifçe geriye doğru atıp yutkundu. Yeniden ona dokunduğum an bileğimi sıkıca kavrayarak beni durdurdu ve elimi baksırının içine sürükledi. Sertliğine parmak uçlarımın değmesi onu boğuk bir sesle inletti. Daha o bu hisse alışamadan aletini kavradım. "Siktir," döküldü dudaklarından. Gözlerini kapatırken ne yaptığını bile bilmeden dirseğimi kavramış haldeydi. Bana tutunuyordu, benim için yanıyordu. "Siktir," dedi ve bunu birkaç kez daha tekrarladı. "Yağmur."

"Seni böyle görmek o kadar keyifli ki." Bacaklarımın arasındaki sızı ona her dokunduğumda katlanarak artıyordu. Diğer elim çamaşırını olabildiğince aşağı doğru sıyırdı ve gözlerimi arsızlıkla ondan ayırmadım. Görkem, düşündüğümden fazlasıydı. "Sevgilim," dediğimde hayatta kalmak için çaba veriyor gibi görünüyordu. Boynundaki damarlar tenini yırtmak üzereydi ve elimin altındakiler de aynı şey için çabalıyorlardı. Nabzını hissediyordum. "Benim sevgilim," dedim. "Çok mu istiyorsun beni sen?"

"Evet." Gözleri kısıldı. Nefesleri öyle sertti ki göğüs kafesinin altındaki çukurları sayabiliyordum. Her bir hücresinde aynı elektrik dolaşıyordu. "Evet bebeğim," dedi bir kez daha. "Dokun. Evet, işte böyle. Çok iyisin." Dokunmamamı söylediği tüm o anlar ikimizin de gözünün önünden geçiyordu şimdi. Hangimizin ateşi daha kuvvetliydi bilmesem de aynı derecede yanıyorduk. "Her şeyim senin, her şeyim sensin. Çok aşığım lan. Bu böyle bir his miymiş? Dokunmasan ölecek gibiyim."

"Çok hayalini kurduğun bir şeye kavuşmak böyle hissettiriyor sanırım, kendimden biliyorum."

"Anlayamazsın," dediğinde yüzünde hoş bir gülümseme vardı. Elini yeniden bileğime sardı ve hızlandırmamı sağladı parmaklarımı. "Sen hiç sana aşık olmadın ki. Sen hiç bana nasıl baktığını görmedin, Bal."

Onu aşağı yukarı okşayan elim sertliğini kavradı ve sözlerinin etkisi yüzünden canını acıtacak kadar sıktım kaza eseri. Bu onda beklediğim tepkiyi uyandırmadı. Sadece daha derin bir nefes çekti içine, ardından iki elini kalçama sarıp beni kendine doğru çekti. Baksırının kıvrılan kumaşının üzerindeydim ve sertliğiyle aramdaki mesafe çok azdı. "Bana ne yapmamı istediğini söyle," dedim. "Ve ben de senin için yapayım."

"Omuzlarıma tutun." İçimi alt üst ediyordu ses tonu. "Ve gerisini bana bırak."

Söylediğini yaptığımda belimi bir koluyla kavrayıp öyle çevik bir hareketle beni yeniden altına aldı ki güldüm. Ellerim omuzlarından ayrılmamıştı hâlâ. Üzerinde kalan son kumaş parçasını da bacaklarına doğru itti ve ardından çıkarıp attı. Gözlerini gözlerime diktiğinde sanki bir şey kafasına dank etmiş gibi bakıyordu. "Prezervatifim yok." Dünyanın en üzücü cümlesini telaffuz ediyor gibi acı doluydu sesi. Alnındaki çizgiler kırıştı. "Amına koyayım hiç ihtiyacım olmadı ki. Prezervatifim yok benim."

"Bir seferliğine ben korunurum." Bu ihtimal aklına bile gelmemişti. Yüzüne bariz bir rahatlama çöktü. "Ama bir sonraki sefere mutlaka al, tamam mı?"

"Bir sonraki sefer ne zaman?" diye sordu daha ilk birlikteliğimizi yaşamamışken. Gülmeye başlasam da o ciddiydi. "Ya bir sonraki sefer de bu gece olursa?" O konuştukça ben ıslanıyordum. Bana dokunmuyordu bile. "Söz veremem çünkü birle yetinebileceğimi sanmıyorum. Tek sayı sevmem zaten."

Elini aletine götürüp bir kez sıvazladı, sonra girişime yaslandı, kıvılcımı sınırlarıma dağıttı ve gözlerimin içine baktığında son bir izin istemeydi bu. "Acele mi ediyorum?" diye sordu bir an emin olamayarak. "Yeterince hazır mısın?"

"Lütfen." Sesimden akan istek somut bir şeye dönüştü sanki. "Lütfen..." Kendini her sürttüğünde ıslaklığıma bulanıyordu. Keyifle gülümseyip alnını alnıma yasladı. "Lütfen ne?" diye sordu oldukça eğlenerek. Birbirimize işkence çektirmek bu kadar zevkli olmamalıydı.

"S-" Çok kararlı başlayan cümlem fazla açık devam edecekti fakat Görkem'in hamlesiyle kelimeler boğazıma dizilip kaldı. Kendini içime ittiğinde omuzlarına tutunan ellerim tenine parmak izlerimi kazıdı. İnledim, gözlerine yerleşen ifade akıl almaz türdendi. Ben acıya, o ise kalbini patlatacak bu yeni hisse alışmaya çalışıyordu.

"Durmalıyım," dedi aynı saniye. "Durmalıyım şu an." İçimde seğirdiğini hissediyordum ve etrafında kasılıyordum. Gözlerimi sıkıca yumup sırtına kaydırdım avuçlarımı. Bu onu kendime çekmek içindi. Elleri başımın iki yanına yaslıydı. Gözümden bir damla yaş süzüldü istemsizce. Sol eli yanağımdan kayan yaşı yakaladı. Ardından tarifsiz bir şefkatle okşadı elmacık kemiğimin üzerini. Biraz daha içime gömüldüğünde dudaklarımı ısırdım, gözlerim sonuna dek açıldı. Yüzüme eğilip yanağımı öptü sertçe. Bu sırada alnıma dağılan saçımı geriye doğru itti parmak uçlarıyla. "Duruyorum. Delireceğim. Beni çok fazla sıkıyorsun Yağmur. Sen istediğinde hareket edeceğim. Sen ne istersen onu yapacağım bebeğim. Ne kadarına ihtiyacın varsa sana o kadarını vereceğim."

Dudaklarına öyle bir tutkuyla asıldım ki bana karşılık vermeye çalışırken ağırlığını üzerime bıraktı. Daha derinlerde hissettim varlığını. Çıkarttığım sesleri yuttu dudakları. Birbirimizi delirmiş gibi öpmeye başladık.

Ellerini yatağa bastırıp kendini geriye doğru çekti ve dudaklarını da ayırdı dudaklarımdan. Hiç memnun olmamıştım bu durumdan. Kaşlarımı çatıp ona gözlerimle ne yapmasını istediğimi anlattım, dudakları iki yana kıvrılırken birleşme noktamıza gözlerini dikerek bir kez daha içime itti kendini. Görmek istiyordu, ilkti, sınırlarımı bu şekilde keşfediyordu ve o küçük gülümsemenin canıma kastı vardı.

"Alışıyor musun?" diye sordu boğuk sesiyle. Alışmıyordum, bağımlısı oluyordum. Çok fazla dikkat ediyordu, benim için çok hassastı ve bu çok özel hissettirmişti. Kendisine değil bana odaklıydı. "Alışıyorsun, sevgilim," diye fısıldadı biraz daha derin bir noktaya dokunduğunda. Gözlerimi kapattım, hisleri en zirve şekilde yaşadım ve yeniden ona baktım. Dudaklarını birbirine bastırmış haldeyken kafası karışmış görünüyordu. "Yetmiyor." Zorlandığını anladım sesinden. "Seni ilk öptüğümde daha fazlasını istemiştim, şimdi o noktadayım ama yine daha fazlasını istiyorum. Nasıl yani, hiç doyamayacak mıyım sana ben? Duru durağı yok mu seni istemenin?"

"İstiyorsan al," dedim kendimi ona doğru iterek. Kasıldım, hissetti ve haz yüzünden kapandı gözleri. "Hiçbir zaman doyamayacaksın ama elinden geleni de ardına koymak olmaz. Daha fazlasını istiyorsan, daha fazlasını al."

"Sen," dedi. "Böyle bakma."

"Sen," dedim. "Artık kendini tutma."

İşte bu tam olarak iplerin koptuğu noktaydı. Kalçalarını geriye çekip bir kez daha ittiğinde gözlerim karardı. Bir "Ah," döküldü dudaklarımdan ve bu daha sert bir hamle için tetikledi onu. "Böyle mi?" diye sorarken öğrenmek değil, öğretmek istiyor gibiydi. İçindeki dürtü ona yön veriyordu. Bilmediği yanını birlikte ortaya çıkarıyorduk.

"Bu kadar mı?" Bunu sorduğuma pişman olacağımı biliyordum ama gözlerinin içine bakıp sırıtarak onu kışkırttım.

Göğsü sık nefeslerle şişip inerken hızlı bir ritim tutturdu, ardından işin içine parmaklarını da kattı ve içime girip çıkarken beni delirtecek kadar okşadı. "Acı geçti mi?" diye sordu, yara bantlarını tenime yapıştırır gibi küçük hareketlerle bana dokunmayı sürdürürken.

"Bundan sonra çekeceğim tek acı artık bundan ibaret olmalı," dedim bacaklarım titrerken.

"Anlaştık," dedi. "Aç gözlerini." İstesem de yapamadım o an. Görkem yeniden içime vurarak mühürledi bizi. "Aç güzelim," diye yineledi. Ellerimle çarşafı kavradım, tutunacak bir şeylere ihtiyacım vardı. Doluluk hissi tarif edilir gibi değildi. Onu her hücremde hissediyordum. İlk baştaki tedirginlikleri gitmişti, yaptığı her hamlede kendinden oldukça emindi şimdi. Kirpiklerimi aralayıp yüzüne baktığımda ter damlalarıyla dolduğunu gördüm alnının. Çenesindeki çukurlar derinleşmiş, elmacık kemikleri fazla belirgin hale gelmişti. İçe çöken yanaklarını hafifçe şişirip sert bir nefes verdi dudaklarından.

"Yaklaş," dedim yüzüne uzanıp daha yakınıma çekerken onu. "Sana dokunmalıyım, yaklaş."

"Ne kadar yakın olabilirim ki daha?" diye sordu ukala bir gülümsemeyle. "İçindeyim ya."

Ellerimi ensesine sarıp bacaklarımı iki yana daha fazla açtım. Daha rahat hareket etme imkanı bulduğunda ben onun boynuna sarılmış haldeydim. Göğüslerimiz birbirine yaslanmıştı. Bir kez daha geri çekildi ben tir tir titremeye başlamış haldeyken. Sınırlarımda oyalandı, kendini içime itmeden kötü bir oyun oynadı benimle. "Görkem!" diye bağırdım. İplerimin tamamen eline geçmiş olması onu keyiflendiriyordu.

Yeniden içime girecek sandım, uyarıldım ama bunu yapmadı. Kulağıma doğru yaklaştırdı dudaklarını. "Bir daha," dedi sert bir sesle. "Gitmeyeceksin benden." Tüm sınırlarımı zorlayarak yerini aldığında büyük bir iniltiyle karşıladım onu. Geriye çekildi ve yeniden yaptı aynısını. "Anlaştık mı bebeğim?"

Hareketini kestiği an tırnaklarımı ensesine saplayıp "Anlaştık," diyerek devam etmesini bekledim. Düşünme yetime sahip değildim, soracağım tüm hesapları sonraya erteleyebilirdim. Ne kadarını istersem o kadarını alacağımı söylemişti ve istediğim çok daha fazlasıydı.

"Neyi kabul ettiğini söylemen gerek." Benim de dile getirmemi istiyordu. Benden bir söz alıyordu, bunu böyle bir anda yapıyordu.

"Senden," dedim nefes nefese. "Gitmeyeceğim."

Birkaç saniyeliğine hiçbir hakimiyeti kalmadı iradesinin üzerinde. Bana istediğim şekilde davranırken gözlerimi açık tutmam konusunda ısrarcıydı. Bayılacak gibi hissediyordum. "Hiçbir zaman?" dedi sorar gibi.

"Hiçbir zaman."

Elini sol bacağıma sardığında daha fazla aralandım onun için. Alnını sertçe alnıma bastırdığında göğüs kafesindeki kemikler kalbime kadar dayanmıştı. "Aynen öyle," dedi. "Aynen öyle, Yağmur. Evinim senin, insan bırakmaz evini."

"Hızlan." Tırnaklarım ensesini çizdi. Canını yaktım, bu onu aklını kaybetmiş gibi gülümsetti ve söylediğimi yaptı.

"Yağacak mısın etrafıma?" diye sordu bacaklarımın bir pelteden farksız olduğu o anda. "Hadi," dedi. "Kasılıp durma daha fazla, ak bana."

"Gör-"

"Ah," diyen oydu. "Geliyorsun." Bütün o yoğun hisler uçurumdan yuvarlandı ve Görkem aynı hamlelerini sürdürürken oldukça sert bir şekilde boşalmaya başladım. "Hassiktir," dediğinde bu bir yakarıştı. Sırtına sapladım tırnaklarımı, hiçbir şey düşünemeyecek durumdaydım. "Hassiktir gerçekten," dedi bir kez daha. Hareketleri çileden çıkmış bir hal aldı. Her seferinde çok daha derinlere gömülebiliyormuş gibiydi.

Belimi ona doğru iterek hamlelerinin tadını çıkarttım. Ritmi giderek düzensizleşirken "Bunu bir kez daha yapabilir misin?" diye sorduğunda öleceğimi sandım. Göğsünü göğsüme yasladı ve içimdeki hareketlerine bir son verdi. Benim için küçük bir mola verdiğini anladım. "Görkem..." dedim devam etmesini söylemek için fakat kelimeleri arka arkaya dizemedim. Adından başka tutunabilecek hiçbir şeyim yoktu. "Güzel kızım," dedi çenemi kavrayarak. "Benim güzel, arsız kızım... Sen öyle inler gibi söylersen adımı ben nasıl duracağım ki?"

"Durma," dedim hızlıca. Görkem kulaklarımdan asla silinmeyecek bir şekilde, boğuk bir sesle inledi ve dizimin altından kavrayarak sağ bacağımı hafifçe yana itti. "Nefesimi kesiyorsun." Gözlerim gözlerindeydi ve onun da artık rahatlaması gerektiğinin farkındaydım. "Eğer yorulduysan yer değiştirebiliriz," diyerek sırıttım. Çenesini sıktığında omuzları gerginleşti. Yine bir hayal kurdu o an fakat bu kez, bana en yakın olabileceği andayken yaptı bunu. Varlığımı düşlemedi, varlığıma teşekkür eden gülümsemesiyle beni tamamen kendine bağlamak istedi.

"Bir sonraki sefere," dedi buyurgan bir sesle. Planlarla dolu o adam, ilk ilişkimizin planını da önceden bana anlatmıştı ve şimdi ikincisini kurguluyordu aklının bir köşesinde. "Kucağıma çıkmana bayılıyorum ama şu an altımda olmanı tercih ederim."

"Oradan güzel mi görünüyorum?"

"Buradan benim görünüyorsun."

Kendini bir kez daha bana itti fakat bu kez bacaklarımı kastığım için rahatça hareket edemedi. Onu sımsıkı sarıyordum, içimdeki seğirmelerini hissediyordum ve sona yaklaşıyor olduğunu biliyordum. "Sıkıştırdın beni," dedi hafif bir şaşkınlıkla.

Kendi kendime gülmeye başladım. "Sıkıştırdım seni."

"Delireyim diye mi?"

"Delir diye."

Alnını alnıma yasladığında derin bir nefesle doldurdu ciğerlerini ve ardından hiç yavaşlamadan devam etti. Onun zorlanan hallerinden bu kadar keyif almam normal miydi fikrim yoktu. Karın kaslarına tırnaklarımı geçirip daha fazla delirmesini sağladım. "Geleceğim," dedi dişlerini sıkarak. Başımı salladım. Nefes nefese halde üzerime uzandığında başını boynuma yasladı ve avucuyla belimi sardı. İçime akarken de pozisyonunu bozmadı, aksine daha sıkı sardı vücudumu ve başını daha fazla yasladı boynuma.

Yavaşça kendini yanıma bıraktığında gözlerini tavana çevirdi. Aynı yastıkta yan yana yatıp tavanı izlerken bir anda ne yaptığımızın tam anlamıyla farkına vardık ve ilk gülmeye başlayan ben oldum. Ardından kahkahalarıma Görkem'in gülüş sesleri eklendi. Başımı kendine doğru çekip gülüşümü izledi ve ardından dudaklarını alnıma bastırırken derin bir nefes aldı.

Vücudumdan istemsiz bir titreme geçtiğinde kaşları çatıldı, huzurlu ifadesi dağıldı. "Üşüyor musun bebeğim?"

"Azıcık."

Gözlerini gözlerimden çekmeden kolunu yataktan aşağı doğru sarkıttı ve yorganı tek bir hamlede üzerimize çekti. Her ne kadar onu artık bütün çıplaklığıyla görememekten hoşlanmasam da sıcaklığa ihtiyacım vardı çünkü neredeyse omuzlarım titriyordu. "Gel," dedi elini göğsüne vurarak. "Isıtalım seni."

Bacaklarımı karnıma doğru çekerek küçüldüm ve Görkem'in göğsüne sokuldum. Benim için yan döndü yatakta, vücudundan yayılan ısıyı hissetmemle mayışmaya başlamam bir oldu. "Duş almak ister misin?"

"Biraz böyle kalalım," dedim. "Hatta sonsuza kadar böyle kalalım."

"İyi misin peki?"

"Evet," dedim hızlıca. "Sadece başımı döndürdün, kendime gelmeye çalışıyorum."

Korku dolu bir "Hih," sesi döküldü dudaklarından. "Hamile misin? Bu kadar çabuk mu?"

Parmak uçlarımla ağzına vurdum gülerek. "Salak."

"Arkanı dönsene Yağmur." Ona halimin kalmadığını söylemek için ağzımı açtım ama bakışlarımdan anlamış olacak ki konuşmaya devam etti. "Çillerine gereken ilgiyi göstermem gerekiyor. Hem saçlarınla da oynarım."

"Ama o zaman uyurum."

"Uyu güzelim." Diğer tarafıma hafifçe döndüğümde kolunu belimin üzerinden bedenime sarıp sırtımı göğsüne doğru çekti. "Bu gece benimle kal. Her gece benimle kal."

"Bu bir evlilik teklifi miydi?" dedim ciddi bir sesle. "Ağır ol, Duman. Bu işler sırayla. Daha flört edeceğiz."

"Ne?" dedi şok içinde. "Sikerim flörtünü, sevgilim dedin bana."

"Lafın gelişiydi o."

"Hiç de değildi." Omuzlarını bir kez kaldırıp indirdi ben anlamam der gibi. "Laf öyle gelmez bir kere, sen yanlış biliyorsun."

"Sen ne anlarsın ki? Aşık rolü yapabilmek için oturup birkaç tane aşk filmi izlemiş adamsın sen."

"Rol yapmıyormuşum." Dudaklarını omzuma bastırdığında sırtımı göğsüne daha çok yasladım. "Ben hiç rol yapmamışım aslında." Parmaklarını saçlarımda dolaştırdı. "Çapanın ipleri dümene dolandığında 13 Şubat 2019'muş, saat 12.47. O gün adam için durmuş zaman. Geç fark etmiş biraz ama olsun, kafası az basıyor işte bazen. Lacivert trençkotuna sarılmış çilli kadın, sokağın başından her öğlen yemek yediği o yere giderken kar yağıyormuş ama adam o gün bir yağmura tutulmuş."

Gülümsemem kulaklarıma kadar varacak sandım. Beni ilk gördüğü anı saatine kadar hatırlıyor oluşu, istesem bile hiçbir zaman onun beni sevdiği gibi sevilemeyeceğimi hissettirdi bana. Aklına kazınışım neredeyse üç yıl öncesine dayanıyordu.

"Her saniyesini, her detayını hatırlıyorum. Senin saçlarını kapatan siyah şapkanı, dizinin altında biten deri çizmelerini, o zamanlar hiçbir iz bulunmayan sol omzunu açıkta bırakan siyah kazağını, çorbana limon sıkarken yanlışlıkla gözüne kaçırıp yüzünü buruşturuşunu, Mete'ye gülerken gözlerinin kenarlarının bile kırıştığını ama yanından ayrıldığında yeniden somurtmaya başlamanı ve benim seni onun gibi gülümsetebilmek için her şeyi bir kenara bırakmak isteyişimi..."

"Fotografik hafızaya sahip olan benim sanıyordum."

"Belki de bir gün sana anlatacağımı hissettiğim için unutmadım hiç."

"Yani artık unutacak mısın?"

Güldüğünü göğsündeki titreşimden anladım. "Hayır," dedi ve dudaklarını kulağıma doğru yaklaştırdı yavaşça. "İleride bir gün, çillerini senden alan turuncu saçlı birine daha anlatırım diye anıları saklamaya devam edeceğim."

•⚓•

OKSİJEN MASKESİ LAZIM ŞU AN ÇOK ACİL

Bu bölüm 1.5 bölüm uzunluğundaydı. Belki şarkısının bulunduğu sahneyi yani kavgadan sonraki ilk karşılaşmalarını yazarken dört saat boyunca aynı şarkıyı dinlemiştim aralıksız. Geçen mayıs ayından bu yana bir köşede zamanını beklediğinden olsa gerek her zaman çok heyecanlıydım o kısım için ve tabi siz de bölümün geri kalan kısmı için heyecanlıydınız ;)

Görkem sonunda tamamen teslim oldu diyebilir miyiz? Deriz deriz.

Beklediğinize değdi diyebilir miyiz peki? :)

Dilerim bu bölümü oylamayı unutmamışsınızdır ve diğerlerine de oy vermişsinizdir. En büyük gülümsemelerinizi buraya bırakın gitmeden önce.

Twitter'da #Analizwattpad etiketiyle tweetlerinizi bekliyor olacağım. Hesabımı etiketlemeyi unutmayınnn.

Teşekkürler ve iyi günler!

💙🤝🧡

Yorumlar

Popüler Yayınlar

36. "Çatlaklar ve Kırıklar"

55. "Geri Sayım"

35. "Görülme İhtiyacı"