13. "Milat"

Bölüm şarkıları:

Sancak, Bu Kaçıncı Yağmur

Faith Marie, NVM

🌧

Ayrı sandığın olaylar,
Aslında uç ucalar.
Bakmasını bildiğinde
Kördüğüm olacaklar.

•⚓•

Maske taktıklarını söylesem eksik kalırdı. Benim etrafımda matruşka bebekler vardı.

Yeraltındaki kumarhane yer yer ışıltılı ve yer yer soluktu. İki farklı ortamı tek bir mekanda birleştirmişlerdi sanki. Sol yanımda büyük, parlak avizelerin süslediği kısım; en dipteyse büyük bir bar tezgahı vardı. Etrafında neredeyse hepsi mini elbise giymiş kadınlar duruyordu. Pahalı mücevherlerinin parıltısı aramızdaki mesafeye rağmen ulaşıyordu gözüme.

Sağ tarafımsa daha karanlık, daha göz yormayan kısımdı. Solda daha fazla masa bulunuyordu; sağdaysa büyük, tek bir kumar masası. Orada oturan adamları görüyordum. Hepsinin yüzü ciddiydi. Oyun oynamıyorlardı. Kadehlerini kavramış saatin gelmesini bekliyorlardı. Çoğunlukla benim bulunduğum kısma, daha doğrusu Hasan'a bakıyorlardı.

"İyi ki tavsiyeme uyup o gece Cengiz'in sergisinden bir tablo satın almadınız. Yoksa sizi burada göremezdim. Alıcıların hepsi gözaltına alındı da..."

Yem. Yem atıyordu. Tablolar rezerveydi o akşam. Kafasına esen kimse alamazdı. Bense daha önce hiç ortalıkta görünmeyen, öylesine biriydim. İstesem bile kimse bana satış yapmazdı. Kısacası Hasan blöf yaparak beni deniyordu.

Gözlerimi kaçırmadım, aksine onun gözündeki şeytana diz çöktürecek bakışlar yolladım suratına.

"Bana kaliteli olduğunu söylemiştiniz tabloların," dedim tablo kelimesine vurgu yaparak. "Siz de o gece alıcılardan biri değil miydiniz? Öyleyseniz neden içeride değilsiniz? Asıl sorularımız bunlar bence."

"Beni yakalamak o kadar da kolay değil," dedi şişirilmiş egosuyla. Demek milleti böyle kandırıyordu. Demek bu şekilde üstünlük kuruyordu diğerlerinde. Aslında neden bırakıldığını o da bilmiyordu fakat kendince uydurduğu cevap buydu.

"Zaten başka bir şey söyleseydiniz herkes sizden şüphelenirdi." Gülümsedim. "Neticede, onlarla iş birliği içinde olmanız düşüncesi korkunç."

Polis ifadesini kullanmak yerine onlar demiş, ufak bir psikolojik hamleyle devam etmiştim konuşmama. Sesimde tehdit yoktu fakat Hasan ne dediğimi gayet anlar şekildeydi. Üstelik bu atakları benden beklemediği için şaşkındı da.

"Neden o gece Cengiz'i arıyordunuz Mila Hanım?" diye sordu bana yaklaşarak. Geri gitmemi istemiş gibiydi fakat ben bir milim bile oynamadım yerimden.

"Ben bir kullanıcıyım," dedim anında. "Cengiz'se bir satıcı. Böyle basit şeyleri akıl edebilecek kadar zeki bir adam olduğunuzu düşünüyordum. Yoksa piyasa mı abartıyor sizi?"

Onu sinirlendirmedim, onu kendime hayran bıraktırdım. Yemin ederim yanlışlıkla olmuştu. "Piyasa beni abartıyor olsa burada mı olurdunuz acaba?" diye sorarken gözlerindeki ifade tamamen değişmiş, çapkın bir adamın bakışlarıyla çevrelenmişti.

"Reklamı en fazla yapılan şeylerin altı genelde boş olur Hasan Bey." Bir adım geriledim. Topuklularım sayesinde ondan yalnızca birkaç santim kısaydım. Dik duruyor, alaycı bakıyordum. "Beni yanıltacağınıza dair büyük bir umut var içimde. Dilerim söndürmezsiniz umutlarımı. Güzel bir hafta geçirmek istiyorum."

"Güzel bir hafta geçirteceğim size," dedi mükemmel şekilde fönlenmiş saçlarından elini geçirerek. "Kuşkunuz olmasın."

Beni kendine yakın tutacağının açık bir mesajıydı bu. Sohbetimize Görkem'in gölgesi düştü. Yüzü hiç de keyifli durmuyordu. Kıskançlığı geçirmişti üzerine. "Mila," dedi sert bir sesle. Hasan'a yolladığı bir uyarı gibiydi, ardından ona bakıp ukalaca gülümsedi ve yine bana döndü. Elindeki kadehi bana uzattı. "Al sevgilim."

"Teşekkürler," dedim dövmeli koluna temas ederek. Ardından parmaklarım parmaklarına değecek şekilde kadehi elinden söküp aldım. Biz temas için bir arada olan iki partnerdik ve bunu herkesin gözüne sokmamız gerekiyordu.

"İyi eğlenceler," diyerek gülümsedi Hasan. "Masaya bekliyorum mutlaka." Yanımızdan ayrıldığında etrafa kısa bir bakış attım.

Dış görünüşü kusursuz kadınlarla doluydu çevre. Özenilmiş makyajlar, saatlerce uğraşılmış saçlarıyla gerçekten çok güzel geliyordu gözüme baktıklarım fakat erkeklerin bakışları hâlâ benim üzerimdeydi. Siyah deri tulumum beni diğerlerinden ayırıyordu kesinlikle. Aralarında sırıtıyordum. En çok da bunu sağlamak için düz siyah bir elbise giyip inmemiştim aşağı.

Görkem kendisine içki almamıştı. "Mesajı çak," diye fısıldadı ben kadehimden bir yudum alırken. Yutkunduğumda boğazımda acı ama rahatsız etmeyen bir tat kaldı. "Şuradaki kadınlara bu adam benim de Mila."

"Bu sayede sen de Hasan'a mı mesaj çakmış olacaksın?" diye sordum ela gözlerine bakıp gülümserken. Mavisi yokken ona Görkem demek gerçekten zordu. En çok bu yüzden Kuzey'di benim gözümde.

Kumarhanenin ortasında, ışıklı ve soluk yerin birleştiği noktada karşılıklı dikilirken soruma cevap vermedi. Elimdeki kadehi kendimden uzaklaştırmak için dirseğimi hafifçe kırarak kolumu yana açtım. Ardından diğer elimin parmakları künyesini kavradı. Zincirden tutup hızlıca kendime çektim onu. Elini belime yaslayarak karşılık verdi.

Gözlerim gözlerindeyken, "Böyle mi?" diye fısıldadım yüzüne yaklaşıp. Başımı çevirdim ve bahsettiği kızlara kısa süreli fakat etkisi yüksek olanından bir bakış attım.

"Zincirimi kopartma," dedi dudakları iki yana kıvrılırken. Künyenin üzerinde M harfi kazılıydı. Parmağım metalin üzerinde kayarken anladım bunu. Bakmama gerek yoktu.

"Baş harfimi göğsünde taşıyacak kadar romantik misin Kuzey?" diye sordum pozisyonumuzu bozmadan. "Mila buna kusarak karşılık verirdi muhtemelen."

"Çocukluğum o benim," diye cevap verdi. Kuzey'in değil, Görkem'in çocukluğuydu M. "Manevi değeri var, bu yüzden zincirimi kopartma dedim az önce."

Onu yavaşça aldığım yere geri bıraktığımda parmaklarımı üzerinden çektim. M, gömleğinin içinde kalıyordu ve görünmüyordu. Bir adım geriye gittim. "Sormadım say."

Eli çenesini bulduğunda parmak uçları sakallarına değdi. Çenesini rolü devam ettirerek o ukala gülüşle sıvazlarken "Sorarsan anlatırım," dedi. Kolunu belime sararak ona yaklaşmamı sağladı ve kulağıma doğru eğdi dudaklarını. Bu sırada ben kadehimden bir yudum alıyordum. "Ne söyledi sana? Gergin gibisin."

"Yeri değil," diyerek bana dokunan elinin üzerine yasladım ellerimi. "Masaya geçmemiz gerek." Hasan, kendisi için ayrılan köşeye oturmuş gözlerini ise tam olarak üzerimize dikmişti. Başında bir krupiyer dikiliyor, elindeyse bir deste tutuyordu.

Tek bir boş sandalye kalmıştı, o da Kuzey için ayrılmıştı. O boş sandalyenin önünde duran kadehe yüzünü göremediğim bir kadın elindeki şişeden bir çeşit içki döküyordu. Sırtının bize dönük olması tuhaftı.

Bir kırılma sesi duyuldu parlak kısımdan. Omzumun üzerinden refleksle arkamı döndüm. Cam kırıkları etrafa saçılmıştı bar taburelerinin önünde. Gözlerimi hızla çektim üzerlerinden.

Nefesimi tuttum. Kırıklar. Kırık parçalar. Kan.

Kadının sol elindeki bilezik hangi renkti? Yeniden arkamı döndüm ve etrafı toparlayan garson kadına baktım. Altındı.

"Korktun mu?" diye sordu Görkem. Sesten irkildiğimi sanmıştı.

"Masaya geçelim," dedim ve adımlarımı hızlandırdığımda bana ayak uydurmak zorunda kaldı. Yan yana ilerledik tek boş yere.

"Kuzey Demirkan," dedi Hasan, masada oturanlara dönerek. Beş kişilerdi Hasan hariç. Görkem'in lobide gördüğü yaşlı adam Hasan'ın solunda oturuyordu. Karısını da az önce bar taburesinde görmüştüm arkamı döndüğümde. Kaya, bana o ikisinin zevk için kumar oynadıklarını söylemişti. Daha önce bir vukuatları yoktu. Paraya ihtiyaçları da... Bana anlatılan bu kadardı.

"Yeni biri mi?" diye sordu Hasan'ın solundaki adam. Gençti ama çökmüş bir görüntüsü vardı. Kafasının güzel olduğunu anlamak için iki saniye bile yeterdi insana. "Ne zaman tanıdın da ne zaman güvendin ona Hasan?"

"Ben kendimden başkasına güvenmem," dedi Hasan masadaki herkesi harcayarak. Bugün tanıştığı basit bir oyuncu için fazla gösteriş yapıyordu. Kuzey'i bu şekilde savunması beni düşündürdü.

Görkem sandalyeyi çekip yerleşirken ben de elimi sandalyenin sırt kısmına yaslayıp arkasında dikildim. "Rahatsız olduysanız kalkabilirsiniz beyefendi," dedi Görkem az önce konuşan adama bakarak.

"Nereden geldin kimi kovuyorsun?" karşılığını aldı ondan. Masaya yumruk vurmalı olanından... Görkem'in sinirlendiğini gömleğinin sırt kısmının gerilmesinden anladım. Kendine hakim olacağına emindim, bu yüzden olaya karışmadım.

"Sen madde mi aldın beyinsiz?" diye sordu Hasan. Adamın gözleri alevlendi ama omuzlarını düşürerek savunmasız bir görüntüye soktu kendini. "Kuralımı biliyorsun, bu gece burada yerin yok."

"Şu kadın..." dedi işaret parmağıyla beni işaret ederken. Siyah bir takım elbise giyiyordu ama kravatını çözüp öylece bırakmıştı. Esmer bir adamdı ve muhtemelen boyu çok uzundu. Biraz dik durabilse heybetiyle buradakileri korkutabilirdi fakat perişan haldeydi. "Bir değişik bakıyor bana." Ağzını yayıyordu hafiften.

"Serdar," dedi Hasan. "Odana git, mümkünse ben izin verene kadar da çıkma."

"Sana veriyor mu?" diye sordu bir anda. Gözlerimi yumup derin bir nefes aldım. O nefes orada takılı kaldı, içimi tutuşturdu. Dışarıdansa kaşlarını çatıp iğrenerek o adama bakan biri gibi görünüyordum. Elimi Görkem'in omzuna koydum korktuğum izlenimini vermek için. "Pişt yavrum," dedi ayağa yalpalayarak kalkıp masaya iki eliyle tutunurken. "Benim neyim eksik?"

Görkem omzundaki elimi tuttu korumacı bir tavırla. Gözleri Hasan'daydı. O, bu duruma son versin diye bakıyordu. Aniden celallenip Serdar'a sövmesi dikkat çekerdi çünkü.

Hasan'ın gözleri benimkilerle buluştu. Orada gördüğü şey bastırılmaya çalışılan bir korkuydu. Doğrudan yerime sinemezdim, Hasan beni dişli bir kadın olarak tanıyordu. Bu yüzden kendime en uygun rolü bulmaya çalışıyordum bana söylenenlerden sonra.

"Serdar, ben ağzımı bozmadan ve sen de daha fazla rezil olmadan git buradan."

Hasan onu kovdukça daha çok kaşlarını çatıyordu Serdar. "Onu bu denli koruyuşunun sebebi ne gerçekten?" Benim de merak ettiğim bir soruydu ve cevabını da biliyordum aslında. Beni yakın tutmaya çalışıyordu kendine. "Çok mu iyi yata-"

"Sesini kesecek misin?" diye sordu Görkem sertçe. "Yanımdaki kadına bu ne saygısızlık?"

Yaşlı adam dudaklarını araladı bu defa. Adı Fahri'ydi. Kaya söylemişti. "Kuzey Beyler haklılar." Sempatik, bembeyaz saçlı bir adamdı. Kahve, eski moda ekose ceketinin içine renkli bir kravat takmıştı. "Güvenlikleriniz niye var Hasan Bey?"

"Sen de bir dur be bunak," dedi Serdar elini şöyle bir sallayarak. "Bakın, dinleyin beni. Bu kadının bakışları normal değil. Şeytan aramıza sızmış beyler."

"İsmim Mila." Gözlerimi kaçırmadım üzerinden. "Ve torbacınızı değiştirmenizi öneriyorum Serdar Bey. Dilerseniz yönlendirme yapabilirim."

"Haha," dedi alayla. "Sen var ya düzenbazın tekisin. Belli bu. Hadi, tek bir isim ver bana. Yönlendir beni. Veremezsin çünkü yalancısın."

Narkotikte, hiç susmayan bir iş arkadaşı olan kadına yapılacak muamele değildi bu. Her seferinde göz devirerek dinliyormuş gibi yaptığım Hande'nin bana anlattığı hikâyeler geldi aklıma.

"Keş Apo derler adına," dedim kendimden emin bir şekilde. Görkem başını geriye doğru atıp bana baktı alttan alttan. "Surlara yakın dolaşır, sabit bir yeri yoktur ama." Meşhur biriydi kendisi. Ekipleri uzun bir süre peşine takmıştı. "Adımı söyleyip indirim alabilirsiniz."

"Sıkıyor beya," dedi Serdar bu defa. İyice ayakta duramamaya başlamıştı. Hasan'ın gözlerindeyse parlak bir ifade vardı. Tanıyor muydu adamı? "Şuna bak, felfecir okuyor kadın tek ayak üzerinde."

"Keş Apo'yu bilmiyorsan ne biçim bağımlısın lan sen?" diye sordu Hasan ciddiyetle. "Adam kaçakçılığın kralını yapıyordu. Dünyanın dört bir yanından getirip özel müşterilere satıyordu sadece." Serdar kafası karışmış bir ifadeyle dinliyordu onu. Hasan yüzünü bana çevirdi. "Yalnız Mila Hanım, yaklaşık iki ay kadar önce içeri aldılar onu."

Hee, biliyoz. Hande başımızı şişirdi böbürlene böbürlene.

Mete bir yerde haksız bir yerde haklıydı. Başımızı şişirdi evet ama böbürlenmesi sonuna kadar doğruydu. Basit görülen bir polis memurunu saygın bir hale getirmişti bu Apo. Hande onu enselemiş, amirlerinden alkışı kapmıştı. Daha önemli işlerle ilgileniyordu artık. Masa başından o da kurtulmuştu tamamen.

"Ciddi olamazsınız," dedim şokla ellerimi ağzıma kapatırken. "Türkiye'ye birkaç hafta önce döndüm. Haberim yoktu bundan."

"Normal o halde," dedi başını sallayarak. Ardından ayaklandı ve kapıdaki korumalardan birine eliyle işaret yaptı. Kolundan tuttuğu Serdar'ı gözlüklü adamlardan birine teslim ettiğinde Serdar onun üzerine ağırlığını verip yürümeye başladı.

Kapıdan çıkmadan önce son kez arkasını döndü. Bütün salonu inletecek şekilde bağırdı. "Ben hiç güvenmediiim buuu kadına! Atın bunuu..."

'Karpuz muyuz lan biz? Sen kimi nereye atıyorsun gevşek herif?'

Güvenlik, adamı zorlukla zapt edip nihayet dışarı çıkardığında geride kalan herkesin tek bir odağı vardı şimdi. Gecenin parlayan ismi olmuştum yanlışlıkla.

"İşinize bakın," dediğini duydum birinin. Bir kadına aitti ses. Daha önce duymuştum. Görüntüsüyle eşleştirdi beynim hemen sesini. Bir el belime dokunduğunda Görkem üzerine düşen gölgeye baktı, ardından bana gülümsedi. Kuzey değil, Görkem olarak; içimi rahatlatmak isteyerek gülümsedi.

"Kusura bakmayın bu rezillik için," dedi Hasan. Ceketinin eteklerini geriye doğru atarak sandalyesine oturdu. Cebinde saten bir mendil duruyordu. "Kardeşim sizinle ilgilenip telafi etsin bu saçmalığı."

Selma. Belimdeki elin sahibi, beni masadan uzaklaştıran kişi Selma'ydı. Parmaklarımın arasında tuttuğum kadehi daha sıkı kavrarken onun beni ilerletmesine izin verdim. Ben uzaklaştığım an kartlar dağıtılmaya başlandı masada.

"Sizi daha önce görmüştüm," dedi ışıltılı kısımda boş bir masaya oturduğumuzda. Hasanların olduğu kısma doğru bakan sandalyeye o oturduğu için bana Görkem'e sırtımı dönmek kalmıştı. Tedirgin hissettim. "Cengiz Bey'in sergisindeydiniz sanırım."

Adını bilmiyordum. Adını bana söylememişti o gece. Öncelikle bunu öğrenmem gerekiyordu. "Mila Tokel," dedim masanın üzerinden elimi ona doğru uzatarak. Siyah ojeli tırnakları çarptı gözüme. Düzenli maniküre gidiyor olmalıydı.

Elimi kavrayıp gülümsedi. Parlatıcı sürdüğü dudakları ışığın altına oturduğumuz için daha fazla parlıyor, normal insanlara göre biraz hassas olan gözlerimi acıtıyordu. "Selma Çıracı."

"Cengiz Bey'in çalışanı olduğunuzu sanıyordum," dedim kadehimden büyük bir yudum alıp onun dibini görerek. "Hasan Bey'in kız kardeşi çıkmanız beni şaşırttı."

"Yanınızda başka bir beyefendi gördüğümü sanıyordum." Saks mavisi elbisesini incelerken ellerine bir kez daha baktım. Oydu. Görkem'in oturacağı yerdeki bardağa alkol dolduran, sırtı bana dönük kadın ondan başkası değildi. "Şimdi yanınızda bambaşka bir erkekle karşıma çıktınız."

O gece Cengiz'in odasına girerken bana nasıl baktığını kamera kayıtlarından izletmişti Kaya bize. Hatta onun hakkında bir sürü teori üretmiştik bu yüzden. O ise Cengiz'e değinmemek istemiş, konuyu bana çevirmişti.

"Erkekler bunu yapınca onlara çapkın diyorlar, biz kadınlar yapınca orospu damgası yiyoruz," dedim nefret ettiğim bir gerçeği ortaya koyarak. Ayrıca bir kadının en hassas noktalarından biri feminist damarı olurdu çoğunlukla. Selma'yı kendime çekiyordum adım adım. "Her çiçekten bal almak erkeklere özgü olmamalı diye düşünüyorum."

"Seni asla böyle bir şeyle yargılamaya kalkmadım," dedi. Sizden sene geçişi epey hızlı olmuştu. "Toplumsal yargılardan nefret eden biriyim. Yanlış anlaşılmak istemem."

Garsona eliyle işaret yaptı ve ardından ismini daha önce duymadığım ama bir filmde gördüğüme emin olduğum ucunda mantar tıpa olan yeşil bir şişe getirtti masaya. Selma kadehinin alt kısmını tıpanın ucuna iki üç kez vurdurdu ve tıpa kısa bir mesafe havalanıp masaya düştü.

Kalkmam gerekiyordu. Görkem kendi kadehine dokunmasın diye dua ediyordum içimden. Kesinlikle bir şeyler dönüyordu. Neden Selma onun bardağını doldursundu ki garsonlar varken? Tam da o sırada tesadüfe bakın ki bir kadeh kırılmıştı ve herkes, ben dahil, sesin geldiği yere çevirmişti başını. Dikkat dağıtma operasyonuydu dakikalar önce yaşanan.

O kadeh ilaçlanmıştı. Netti bu.

Görkem'e haber veremiyordum. Yüzüm dönük olsa kaş göz yaparak anlatabilirdim belki ama değildi. Sanki her şey koca bir planın parçasıydı. Belki Serdar malı bile... Hepsi aklımızı dağıtmak, odağımızı değiştirmek için önümüze atılan yemlerden ibaretti.

"Kuzey'le," dedi Selma bardaklarımızı doldurduktan sonra. Gözü deri tulumumun yaka kısmından görünen dövmemin ucundaydı. "Ne kadar zamandır ilişkin var peki? Burada çoğu kadın benden hoşlanmaz. Sadece muhabbet etmek için soruyorum."

Hayır, beni deniyor ve ağzımı arıyorsun.

"Birkaç gün?" dedim parmaklarımı alnıma yaslayıp hatırlamaya çalışıyormuş gibi yaparak.

Diken üzerinde olma sebebim aklımın Görkem'de kalmasıydı. Oyun sırasında o bardağa kesinlikle dokunmamalıydı. Dokunup dokunmadığını bilmiyordum. Elimi çabuk tutmam gerekiyordu.

"Romantik bir tanışma mıydı?" diye sordu avuçlarını cam bardağın etrafına sararak. Başını hafifçe eğip kirpiklerinin altından meraklı bir bakış göndermişti Selma.

Elimi karnıma bastırıp kusar gibi yaptım. "Romantizm mide bulandırıcı. Ben çıkar için ilişkiye girenlerdenim."

"Karşılıklı fayda sağlamak diyorsun..." dedi imalı bir gülüşle. Masadan kalkmam gerekliydi. Onun yanına gitmem lazımdı. "İyi midir performansı?" Geniş bir sırıtış eşlik etmişti sorusuna.

Bu samimiyetsiz sohbet içimde kusma hissi uyandırdı. İki dakika önce tanıştığınız kadınla hayatınızdaki erkeğin yatak performansını konuşmamalıydınız ya. O kadar değildi gerçekten.

"İyi olmayanlardan tek seferde kurtuluyorum zaten." Maraton koşsam o an gülmekte zorlandığım kadar zorlanmazdım sanırım. "Kuzey için anlatılmaz yaşanır diyorum başka da bir şey demiyorum."

Şuh bir kahkaha koptu dudaklarının arasından. "Yeni favorim oldun Milacığım."

Milacığın sevsin seni.

"Sohbetin sarıyor Selma," dedim. "Yalnız, bazı şeyleri canlı tutmak gerekiyor. Ben bir Kuzey'i kontrol edip geleyim. Oyunun nasıl gittiğini öğrenirim hem. Buraya kazanmaya geldim de biraz..."

"Anlıyorum," dedi başını anlamıyormuş gibi sallarken. Bakışları omzumun üzerinden geriye kaydı, kafasını biraz sola çekip Kuzey'i almaya çalıştı görüş açısına. "Ben burada bekliyorum, sen bir kontrol et de gel madem."

İçmemiş olsun, içmemiş olsun. Lütfen, elini sürmemiş olsun. Bir şey olmasın. Ona da bir şey olmasın.

Düzensiz nefesimi toparlamakla uğraşmadan ayağa kalkıp hızla arkamı döndüm. Ciddi yüz ifadesiyle elindeki kartları sıkıca kavramış, diğerlerinin üzerinde gezdiriyordu ela gözlerini. Bardağa baktım hemen. Parmakları ona doğru hareketlenmek üzereydi çünkü yanlış anlamadıysam Hasan kadehi göstererek bir şeyler söylemişti.

Adımlarımı hızlandırdım.

Usain Bolt, sen arkaya geç kardeşim.

Görkem'in gözleri beni bulduğunda yüzünde şaşkınlık ifadesi vardı. O genişçe gülümsemeye çalışırken ben bütün bakışları yine ve yeniden üzerime toplamıştım.

Düşünmedim. Bunu durdurmam, engellemem gerekliydi. Kalçamı dizlerinin üzerine yaslayıp yan bir şekilde kucağına oturdum doğrudan.

Çok ani bir yutkunuş gerçekleşti boğazında. Adem elmasında oluşan büyük düğümü gözlerimle gördüm. Elinde olsa ne yaptığımı sorardı. Gerçi, sormazdı sanırım. Daha çok neden yaptığımı düşünürdü. Şimdi de bunu düşünüyordu.

Parmakları kadehten uzaklaştı, belime doğru hareketlendi. Yüzü yüzüme yakınken, "N'oluyoruz?" diye sordu fısıldayarak.

Keşke bilsem.

Neden abi kardeş değil de fuck buddy rolünü üstlendiğimizi, benim neden kendi ellerimle kucağına düştüğümü, senin neden öyle yutkunduğunu keşke bilseydim yani. Bilsem iyi olurdu.

Kadeh, Yağmur. Kadehi unutma.

Mila ve Kuzey arasındaki elektriğin salonu aydınlattığına emindim. Rolümüzü bayağı iyi oynuyorduk, akıllarda şüphe bırakmamıştık. Hatta rolümüze fazla kaptırmıştık, açıkta kalan boynuma değen nefesine hiç gerek yoktu bence.

"Sıra sizde Kuzey Bey," dedi başımı çevirmediğim için görmediğim kişi. Masayı aklımda canlandırmakla ve onun yüzünü hatırlamakla uğraşmak yerine dönüp eline baktım yüzükleri var mı diye. Yoktu. Yeniden Görkem'e çevirdim başımı.

"Sıra sendeymiş aşkım." Kıkırdamayı ihmal etmedim elim ensesine doğru kendine yol çizerken.

"Gençlik işte," dedi Fahri Bey gülerek. "Kanları kaynıyor sürekli."

Görkem oyunu görebilmek için beni düşmeyeyim diye sıkıca kucağına sabitleyip oturduğu yerde hafifçe öne doğru eğildi ve masanın ortasında duran açık kartlara baktı. Ardından elindeki kartlardan birini ortaya atıp kaldığı yerden devam etti bana bakmaya.

Bir saniyeliğine durdu, tekrar elindeki kartlara baktı ve boynuma sokulup yüz ifadesini gizledi diğer oyunculardan. "Sikeyim," diye mırıldandı orada. "Yanlış kartı attım."

Ona bir cevap vermek yerine Hasan'ın sık sık gözünün değdiği dolu kadehi aldım avuçlarımın arasına. İçsin diye bekliyordu. Ben kalksam bu masadan, dönsem Selma'nın yanına Hasan ne yapıp edecek bulacaktı onu Görkem'e içirmenin bir yolunu.

Yaptım. İçinde ilaç olduğunu bile bile diktim o bardağı kafama. Görkem için, bile bile bir zehri yudumladım durmaksızın.

Bana emanetti. Emaneti geç, her şeyi geç, ona bir şey olmasına izin veremezdim. Risk almadım, risk yoktu ortada. Yüzde elli şans da değildi. Emindim içinde bir şey olduğuna. Tadındaki tuhaflık bunu kanıtlar nitelikteydi. Bu tarz içkiler köpürmezdi. Bu köpürmüştü bir nedenden. Gözümden kaçmamıştı hiçbir şey. Diyordum ya, bile bileydi.

Kumar masasına hayatımı koymuştum. Ölmezdim değil mi? Yani, ölecek olsam da hayır demezdim aslında.

Kumar masasına hayatımı koymuştum ve kaybedecek bir şeyim yoktu.

Boş kadehi sertçe masanın üzerine bırakıp ferahlamışım gibi gülümsedim diğer oyunculara. Hepsinin ellerine bakmayı da ihmal etmedim. Aradığım yüzükler orada değildi, halbuki Görkem o oyuncunun masaya oturacağından emin gibi konuşmuştu.

Görkem, olayları birbirine bağlama yeteneği nirvana olan bir adamdı. Anında bakışları değişti ve gözlerinde korkuyu gördüm. Düşüncelerinin aksi bir şey söylemem için bekliyordu. Ağzımı açmadım ama ensesine geçirdim tırnaklarımı. O korkuyu silmeliydi. Oyuna odaklanmalıydı. Kuzey'di o.

Fakat belime yarı sarılıyor olması Mila'ya değil de 13'e gibiydi daha çok.

Bir kart daha attı sıra ona geldiğinde. Muhtemelen hangisini attığını sorsam bana cevap veremezdi. Aklı bütünüyle bendeydi çünkü. Yeniden boynuma sokulurken, "Ne yaptın?" diye sordu çaresizce. "Ne olacak şimdi?"

Keşke bilsem.

Hasan'ın bakışlarından anladığım kadarıyla başıma pek hoş şeyler gelmeyecekti. O kadeh, Kuzey için hazırlanmış bir tezgâhtı ama işe burnumu sokmuş, oyunu ters yöne çevirmiştim.

Parmak uçlarım Görkem'in sakallarına değdi. Bir vasiyet bırakmam gerekir miydi? Bilinmezlik psikolojiyi bozuyordu. Başıma bir şey gelmesini bekliyordum öylece oturmuş.

Öylece, Görkem'in kucağında oturmuş... Rolümü devam ettirme çabasıyla elimi sakallarında gezdirirken...

Boğazımda kötü bir tat kaldı. Yemek borum yerine soluk boruma gitmişti sanki içtiğim şey. İçime çektiğim nefesin asidik olduğunu hissediyordum.

"Sana göz kulak oluyorum," dedim kısık sesle. Gülümsüyordum ama o hiç gülmüyordu. Endişesi bana geçen duyguydu. Her saniye daha çok yapıştırıyordu beni kendine. Sanki böyle yaparak beni koruyabilirdi.

"Kazanmadan kalkma bu masadan." Bu cümleyi diğerlerinin de duyabileceği şekilde söylemiş, kalkmaya yeltenmiştim kucağından.

Beni dirseğimden çekip geri oturttu dizlerinin üzerine hızlıca. "Kaybetmeyeceğim," dedi kulağıma dudaklarını yaklaştırarak. "Oyunu değil, seni. Sakın 13, sakın."

"Mila," demeye çalıştım. Diğerleri cilveleşen bir çift görüyordu. Bizse belki de son konuşmasını yapan Duman ve 13'tük.

Veya dümen ve çapa.

Bir kart daha attı masaya sırf sırası geçsin diye. Dönen konuşmaları duyamıyordum. Sadece onun sesi vardı. Ona ait olmayan ela gözler hızlı hızlı taradı yüzümün her santimini. Muhtemelen dudaklarım morarıyordu çünkü bir süre orada kaldı bakışları. Kuruduğu için ıslattım dudaklarımı. Nefesim daralmaya başlamıştı.

İçkiye katılan şey her neyse etkiyi bu kadar çabuk vereceğini düşünmüyordum açıkçası. En azından Selma'nın yanına geri dönebilme fikri geçmişti aklımdan.

Yeniden ayaklanmayı denedim. Topuklularımın üzerinde dikildiğimde salondaki ışıklar gözümün önünde parlamaya başladı. Biri elinde tuttuğu feneri adım adım gözüme yaklaştırıyordu sanki. Sonra o ışıkların hepsi söndü. Başım o kadar hızlı döndü ki ayakta duramayınca kalçam masaya çarptı.

Aniden oyuncular telaş oldular. Görkem kartları öylece masaya fırlatıp ayağa kalktı ve tuttu beni sıkıca. "Alkol çarptı herhalde," dedim saf saf. Dünya ayaklarımın altından gidiyordu. "Siz bölünmeyin, ben odama çıkayım."

"Bırak kızım, yemişim oyununu." Fahri Bey'di yanıma koşan diğer kişi. Yanılmıyorsam eşi de bana doğru hareketlenmişti salonun öbür ucundan. "Kuzey evladımla odana çıkaralım seni. Başka zaman devam ederiz kaldığımız yerden. Çuvala girmedi ya günler."

"Zahmet etmeyin," derken sesim kulaklarımda çınlamaya başladı. Selma'nın kısık gözleri üzerimdeydi. Oturduğu yerden fırladı bir anda.

Sadece biraz ilgi çekmek için diğerlerinden farklı giyinip aşağı inmeme gülesim geldi bir an. Ben, kesinlikle herkesin aklına kazınmıştım bu gece farklı farklı suretlerde.

"Ben hallederim," dedi Görkem. Ayaklarımın beni taşıyamadığının farkındaydı. Ağırlığımı üzerine almıştı. "Oyunu terk etmek durumundayım. On ü... Onu bu halde bırakamam."

"Tabii ki, laf mı söylediğin?" dedi Hasan. Elinde patlayan bir planı vardı. Hesaba katmadığı için sudan çıkmış balık kesilmişti.

"Neler oluyor?" diye sordu Selma. "İyi misin Mila?"

'Ya Merve sen beni zehirledin.'

Ölmedin ki.

Keşke sussalardı. Ciddiyetimi söküp almışlar, kahkaha atma isteği uyandırmışlardı içimde atışmayı bırakmayan o sesler.

"O son kadehi devirmeyecektim," dedim sarhoş olduğumu sansınlar diye azıcık ağzımı yayarak. Görkem daha fazla bu oyuna sabredemeyecek gibiydi. Bir anda silah çıkarıp herkesin yere yatmasını söylese şaşırmazdım. O potansiyeli taşıyordu üzerinde.

Kolumu tutup omzuna dolamamı sağladı. Tam bir teslimiyet içindeydim başka şansım olmadığından. Kendimi iğrenç bir kukla gibi hissediyordum. Tiksinmiştim birden her şeyden. "Bebeğim, gidelim hadi sen daha fazla kötü olmadan."

Daha ne kadar kötü olacağım meçhuldü. Görkem'in hızlanan kalbi kulaklarımda atıyor gibiydi. Kan onun damarlarına değil benim içime pompalanıyordu. Daha kuvvetli bir basınca maruz kalıyordum her geçen saniye.

O kapıdan çıkış anımız biraz karamboldü benim için. Asansöre girişimizi hatırlıyordum ama. Yürüyebiliyordum fakat üç yüz kiloydum ve iki yüz doksan dokuzunu Görkem'in üzerine vermiştim. Kalan bir kiloysa midemde ağırlık yapıyordu.

Kapılar kapandığı an, "İyi misin?" diye sordu panikle. Düzgün bir ruh halinde değildi. Bu asansörde kamera ve dinleyici olabilme ihtimalini unutabilirdi. Benim bu kafayla bunu unutmamış olmamsa ayrı bir meseleydi.

Kolum omzunda, kolu belimde ve diğer eli kırmızı tuşun üzerinde yukarıya doğru çıkıyorduk. "Sorun yok Kuzey." Kelimelerime baskı uyguladım. Sıkıntılı bir nefes dudaklarından dökülüp yüzüme çarptı. "İyi ki sen içmedin," diye devam ettim bütün şeffaflığımla, Asya hatta Yağmur olarak.

Kapılar açıldı, koridora attık adımımızı. "Keşke ben içseydim," dedi kızgınlıkla. "Allah kahretsin, keşke ben içseydim."

Ben Görkem'i kriz anlarımda bile dik durup panik olmazken görmüştüm, bu sebeple şimdiki paniğini yabancılıyordum. Yine kendinden emin tavrıyla içimi rahatlatması gerekirken o kaybetme korkusuyla dolup taşıyor gibiydi.

Oda kartını nasıl parmakları arasında tutabildiğine şaşırdım. Son bir çabayla içeri adımımı attığımda kapı arkamızdan sertçe çarptı. Gömleğinin yakasında olan parmaklarım ensesinden içeri sızdı ve künyesinin zincirine dokundum. Soğuk bir nesneye temas etmek iyi hissettirmişti çünkü Görkem tam anlamıyla yanıyordu.

"Bir kere güleyim, öyle gideyim mi?" diye bir soru döküldü dudaklarımdan. Yorgun bir ifadeyle kıvırmaya çabaladım dudaklarımı iki yana.

Beni yatağa oturttuğunda bakışları yüzüme saplandı. Sanki lenslerinin arkası gözyaşı doluydu. Bir yarayı mı deşmiştim? Sadece ona gülümsemek için harcıyordum kalan enerjimi. Yutkunduğumda içime oltalar atıldı, boğazıma takılan kancanın başka bir açıklaması olamazdı.

"Nereye gidiyorsun?" diye sordu dizlerinin üzerine çökerek. Ben oturur vaziyetteydim yatakta, o bacaklarımın arasındaki boşlukta duruyordu. Öne doğru eğiktim çünkü dik duramıyordum. Yüzümü avuçlarının arasına aldı çünkü korkuyordu. "Gitmek yok Asya. İzin vermiyorum bir yere gitmene."

"Asya mı?" Yüzümü buruşturdum. "Küfür gibi geldi kulağıma ismim senden duyunca. 13 çuvala mı girdi?"

Onu hiçbir şekilde güldüremiyordum. "Bilincini açık tutmak zorundayım. 13 dersem beni algılayabilecek misin?"

Ne dediğini bilmiyordu. Bence bilinci kapanan kendisiydi. "Bana Asya dersen seni algılayamam asıl."

Yanağımdaki eli alnıma tırmandı ve geri çektiğinde avucuna yapışan ter damlalarını görebilmiştim. Halbuki ben üşüyordum. "Arda'yı arayacağım," dedi önümden hızlıca uzaklaşıp telefonunu almak için hareketlenirken. "O bilir ne olduğunu. Ne yapmam gerektiğini söyler."

"Suçlu hissetme." Gözlerimin kaydığını hissettim. Ellerimi sıkıca bastırdım yatağa. "Yine olsa yine yapardım. Bu benim tercihimdi, sonucu da her ne olursa olsun kabulümdür. Bir şey gelirse başıma sorumlusu sen değilsin."

"Konuşma öyle." Eli ensesinde, diğer elinin parmaklarıysa telefon ekranındaydı fakat yazıları okuyabildiğinden şüpheliydim. "Hemen aklına ölümü getiriyorsun. Yapma şunu."

Telefonunu kulağına koydu, araması bir türlü cevap bulamayınca ayağını sertçe yere vurdu ve başka bir numara aramaya başladı rehberinde. Bu sırada ben kafamın ağırlığını daha fazla kaldıramayacağımı fark etmiş, ayakkabılarımı bile çıkaramadan sırtımı yatak başlığına yaslayıp bacaklarımı uzatmıştım ileriye. Başım kabarık yastıkların üzerinde duruyordu.

"Şşh," dedi Görkem yanıt beklerken yanıma yaklaşarak. "Hasan'ın takım elbisesindeki mendili gördün mü?"

"Satendi."

"İlk girdiğimizde önümüzden geçen garson kadının tepsisinde kaç kadeh vardı?"

"Beş," dedim. Midem bulanıyordu. "Biri boştu."

"Lan," diye bir ses geldi telefondan. "Niye kulağınla bakışmak zorundayım ben gecenin bu saatinde?" Kaya'ydı konuşan.

Görkem Kaya'yı yanlışlıkla görüntülü aramıştı. Hızla telefonu kulağından uzaklaştırıp yüzüne çevirdi kamerayı. Kaya o ifadeyi gördüğü an "Lan," dedi tekrar, bu defa panikle. Oturduğu yerden kalkmış olmalıydı. "İyi misin oğlum? Bu surat ne?"

"Arda'ya ver Kaya." Telefonu çapraz bir şekilde kenarda duran komodinin abajuruna yasladı. İkimizi de görüyordu açı bir yere kadar. Benim yüzümü almıyordu gerçi kadraja, daha çok ileriye uzanan bacaklarım giriyordu. Yanımda bir boşluk açıp oturdu oraya. Eli bir kez daha alnımı yokladığında koluna tutundum.

"Su bulabilir misin?" diye sordum ona bakarak. "Çöle döndüğümü hissediyorum."

"İste kapıya itfaiye yığayım, ne demek su bulabilir misin?" Ayağa kalkıp buzdolabına koşarak gitti ve içinden bir şişe çıkardı. "Keban Barajı'nı İstanbul'a bile getiririm, ne demek su bulabilir misin?"

"Görkem," dedi Kaya'nın endişeli sesi. "Beni korkutmak yerine olayı açıklasana mal."

"Arda'yı bul dedim amına koyayım," dedi Görkem şişesi elinde koşarak yanıma dönerken. "Sende gülüp durma gidici gidici." Banaydı hitabı. "Geçip karşıma güleyim de öyle gideyim mi diyorsun bir de. Aklımı kaybetmek üzereyim ben zaten burada."

Şişenin kapağını açtı diyemeyecektim, şişenin kapağını söktü çünkü. Görkem birini kaybetmişti. Görkem geçmişinde bir kadını kaybetmişti, artık emindim buna.

Elini enseme atıp beni doğrulttu ve şişeyi dudaklarıma yasladı. Boğazımdan geçen her yudum bir yangını söndürmektense benzin etkisi yaratıyordu. Farkına vardığım an durdurdum suyu içmeyi.

Şişeyi geri çekti ve elinin tersiyle kibarca çeneme damlayan suyu sildi. Parmaklarının dışı dudaklarıma sürttü bunu yaparken.

Sonra bir kez daha alnıma dokunup ateşimi kontrol etti. "Fahri Bey'in kravat iğnesini hatırlıyor musun?"

Başımı salladım. "Gümüştü." Bilincimi kontrol etmek için iyi bir yöntem bulmuştu. Sorduğu sorular odağımı dağıtıyor, kanıma karışan zehirden uzaklaştırıyordu düşüncelerimi.

"Beni çağırtmışsın hayatım," sesi geldi telefondan. Bu alaylı ifade Görkem'in yüzünü gördüğü saniye dağıldı. "Söyle çabuk ne olduğunu."

Başımı biraz sağa yatırıp ekranı görmeye çalıştım. Can, Kaya ve Arda yan yana koltuğa dizilmişlerdi. Telefon muhtemelen bir nesneyle sabitlenmişti masanın üzerine. "Asya'nın içkisini ilaçlamışlar," dedi olayı uzun uzun anlatmak yerine kısa ve pek de doğru olmayan bir özet geçip.

"Asya kim ya?" diye sordum. Hem haplı, hem sarhoştum. Çok güzeldi her şey. Mide bulantım da zaman geçtikçe artıyordu. Mis gibiydim vallahi.

"13 demiyor. Durum ciddi," dedi Can.

Arda kaşlarını çatmıştı. "Uyanık mı?" diye sordu. Yüzüm görünmüyordu demek ki. "Ses ver Asya."

"Yaşıyorum," dediğimde sesim bu durumdan nefret eder gibi çıkmıştı. "Arda," dedim zorlukla. Konuşmak zor işti. Görkem'in üç suratı vardı. "Köpürmüştü alkolün üzeri. Kabarcık kabarcıktı. Sanki damlalar boğazıma yapıştı. Olması gerekenden daha acıydı tadı."

Son bir gayretle ona yardımcı olmaya çalışıyordum. Görkem'in kolunu yeniden sıkmaya başladığımı fark etmemiştim. Onun gözleri hiç ekrana dönmüyordu, sadece bendeydi.

"Biliyor muydun?" dedi Can şok içinde. "Asya, kadehin ilaçlı olduğunu anladıysan ne diye içtin ki sen?"

"Bunlar başka zamanın mevzuları," dedi Kaya kestirip atarak. "Arda bilgisayarımı alayım mı gidip? Araştırırım Asya'nın söylediklerini."

"Hakaret sayarım," dedi Arda. Sanırım gülmeye kendini zorlayarak söylemişti bunu. "Önüne bir şişe alkol getirsem kusacak gibi misin Asya?"

"Bir kadeh bile görsem duvara atıp parçalayacak gibiyim."

"Görkem, sümsük suratına kalmadım. Çevir de güzeller güzelime bir bakayım." Arda, Görkem'e liderlik yapıyordu. Gözlerindeki korkuyu okumuş, eline silgisini almış ve silmeye başlamıştı kendi usulüyle. Harika biriydi gerçekten. "Yüksek ihtimalle hap atmışlar Asya. Hemen erimediği için karıştırmış olabilirler içkiyi. Gördüğün kabarcıklar o yüzden."

"Midem berbat halde," dedim elimi ağzıma bastırarak.

"Kaç dakika oldu?"

"On beşten fazla değildir," dedi Görkem.

Onun tam olarak geçen dakika sayısını bilememesi üzerine Kaya ve Can arasında kısa bir bakışma geçti. Görkem ekranı bana çevirdiğinden onları göremiyor, Arda'ysa gözlerime odaklanmış öylece bakıyordu.

"Birazdan kusacaksın," dedi Arda emin bir şekilde. "Antabuse. Disülfiram da denir. Yüz kızarıklığın da bu tezimi destekliyor. O ilacı attıklarını düşünüyorum."

"Ne ki o?"

Görkem'den sonra Arda sakince anlatmaya devam etti. "Görkem, Asya bayılabilir. Tansiyonu düşecektir. Sakin ol. Ölümcül bir şey değil. Önce rahatlayın." Omuzları düştü karşımdaki adamın. Ölmeyeceğime sevinmişti. Ben pek sevinmiş gibi durmuyordum muhtemelen. "Alkol bağımlılığını tedavi etmekte kullanılan, yararlı bir ilaçtır aslında."

Soluklarım ağırlaştı. "Işık gözümü alıyor," dedim Görkem'e. İçimdeki zehir beni ilgilendirmiyor gibi davranıyordum ama elimde değildi. "Kapatabilir misin?"

"Bütün şehrin elektriğini keser," diye takıldı Kaya. O da Arda'ya destek olmaya karar veren ikinci isimdi. Aslında destek olunan esas isim Görkem'di işin sonunda. Kendisi komodinin üzerindeki kumandayı alıp odanın ışığını loşlaştırdı. "Sen iste, Tesla'yı mezarından çıkarıp hesap sorar bu adam alternatif akımın öncüsü diye."

"Tesla'yı karıştırma bak." Arda sert bir bakış attı annesine sövülmüş gibi. "Neyse, ne diyordum? Tedavi için kullanılan bir ilaçtır. Alındıktan sonra alkol kullanılırsa büyük bir tiksinti duyulur, yan etkiler göstermeye başlar. Zehirlenme belirtilerine yol açar. Doğrudan alkole katılması da aynı şekilde sonuç vermiş."

Alkol bağımlılığını engellemek için kullanılan bir ilacı alkolle tüketerek zehirlenmiştim. Olayın ana karakteri ben olduğum için kulağa o kadar da anormal gelmeyen bir hikâyeydi aslında.

Akciğer kanseri birinin sigara yakıp ameliyat gününü beklemesi gibiydi durumum. Tek sorun benimkinin keyfi bir davranış olmamasıydı.

"Daha fazla bilgi?" diye sordu Görkem. Hâlâ rahatlamış sayılmazdı tamamen.

"Etanole karşı akut bir duyarlılık oluşturur bu ilaç. Asetaldehit dehidrojenaz enzimini inhibe ederek çalı-"

"Kesin Vikipedi ezberliyor bu çocuk boş zamanlarında," dedi Can onun kafasına vurarak. "Zıttırıjenaz anlayacak hali var mı bu adamın? Türkçe konuşsana."

"Ne anlatayım ki başka?" diye sordu Arda başını avuç içiyle ovalarken. "Kustuğunda durdurmaya çalışma Görkem. Bırak rahatlasın. İlerleyen günlerde alkol gördüğünde tiksinme ihtimali çok yüksek. Planınızı şekillendirmeniz gerekebilir."

"Yakarım planını." Sağlıklı düşünebiliyor olsa asla kurmayacağı bir cümleydi bu. Muhtemelen bir saat kadar sonra da oturup hesap kitap yapacaktı önümüzdeki günlerle alakalı. Şimdi sadece anın adrenali yüzünden böyle konuşuyordu. "Tamam kapat ama ararsam sana ulaşabileyim. Sağ ol."

"Vazifemiz," diyen Arda'nın kolu ekrana uzandı ve karşımda siyah bir görüntü vardı artık. Kapatmıştı.

"Bir şeyim yokmuş," dedim. "Bana öyle bakma lütfen. Ölüm döşeğindeymişim gibi hissettiriyorsun."

Dizlerinin üzerine dirseklerini yaslayıp öne doğru eğildiğinde bakışları zemine kilitlenmişti. "Seni koruyabilmek için göreve geldiğim ilk günün gecesi bu halde olman beni çıldırtıyor." Öfkesi en çok kendineydi.

Bana neden içtin gibi sorularla kızmadığı için memnundum. Bu öfkeyi bana yönlendirebilirdi, kontrolsüz bir tarafı da vardı neticede. Yine de asla beni sorgulamamış, aksine bütün öfkesini kendi üzerinde toplamıştı.

"Kalkman gerek," dedim ani gelen öğürme isteğiyle elimi ağzıma bastırarak. Yeniden telaş tarafından ele geçirildi ve fırladı oturduğu yerden ayağa. Ellerini beline koyup bana dikti bakışlarını. "Kusacağım," derken dönen başım eşliğinde ayağa kalkmış, dünyanın en kötü sarhoş yürüyüşünü yaparak banyo kapısına doğru ilerlemeye koyulmuştum.

Bana destek olmak için hazırdı ama kolunu elimle ittirip benden uzaklaştırdım onu. Banyo kapısını zorlukla açtım. Bunun için gereğinden üç kat fazla bir efor harcamam gerekmişti. Arkamdan kapıyı kapatmak üzereyken bir el diğer taraftan ittirerek bunu durdurdu. "Ayna," dedi. "İzin ver yanında durayım."

Ağzımı ona cevap vermek yerine içimdekileri dışarı dökmek için açtım. Önümü göremiyordum, ne aynasıydı? Dirseklerimi lavabonun iki yanına yaslayıp öne doğru eğildim. Görkem'in içeri girmekle girmemek arasında kaldığını hissediyordum.

Beni yeterince berbat durumlarda görmüştü. Bir yenisi daha ıstakozun kabuğunu üzerinden söküp almak olurdu. "Gelme lütfen," dedim öğürmelerimin arasında. Elimi kapının dışına bastırdım ve bu küçük hareketimle kapandı. Parmağının ucuyla bile kapıya dokunuyor olsa kapatamazdım.

Orada ne kadar dikildi bilmiyordum ama ben içimde hiçbir şey kalmayana dek lavaboya eğilmiş, ardından gözlerim aynaya dokunduğunda bacaklarımın titremesiyle beraber kendimi yere bırakmıştım. Nadiren aynalara bakabiliyordum ve oradaki dağılmış kadınla karşılaşmak her seferinde bir öncekinden daha kötü hissettiriyordu.

Tansiyonumun düştüğü çok belliydi. Her an bayılacak gibiydim. Banyo kapısının yanındaki duvarla lavabonun altındaki dolabın kesiştiği köşeye sindim. Dizlerimi önüme çekip başımı dizlerimin arasına gömdüm. Karın boşluklarım sızıyla ağrıyor, terden kendimi bu deri kıyafete tamamen yapışmış hissediyordum.

Sarhoş kafam andan kopup geçmişten sahneleri seriyordu önüme. Herkesin müthiş bir yetenek olarak gördüğü ve şimdiki konumumu ona borçlu olduğum görsel zekâm bazen o kadar da iyi sonuçlara yol açmıyordu. Unutamıyordum ben yaşadıklarımı. O sahnelerdeki en küçük detaya kadar resmini çizebiliyordum ve bunu istemeden yaptığımda kontrol avuçlarımın arasından kayıp gidiyordu.

Saçımı çekiştirdim hırsla. Her şeyin varacağı yeri biliyordum. Rota belki de belliydi. Kendime itiraf edemediklerimi başkasından duyduğum an, nefret ettiğim saatler duracaktı belki.

"Sesin neden kesildi?" Hızla kapı koluna davrandı, kapının rüzgarı saçlarıma vururken başım hâlâ dizlerime gömülüydü. Beni yerde görmeyi beklemiyordu çünkü ancak birkaç saniye hareketsiz kalışının ardından yanıma eğilebilmişti. "Ağlıyor musun yine?" diye sordu içi giderek.

"Nefret ediyorum bundan," derken avucumun içini sertçe zemine vurdum. Bileğimi sıkıp engelledi yeniden vurmamı. Başımı kaldırıp akan makyajımla ona onu yanımdan kovmak ister gibi baktım ama dilime dökülmedi sözcükler. Kovamadım bir türlü. En başından kapımı kilitlemem gerekirdi benim.

Görkem'i yanında istemesen kilitlerdin Yağmur.

Bu seferki doğru değildi. Mete haksızdı. Sarhoşluğum yüzünden olmuştu kesin. Ne diye olacaktı başka?

Gözümden yaş akıyordu ama her akan yaşa ağlamak denmezdi. Kusarken kendimi zorladığım içindi. Ne diye olacaktı başka?

"Oturma taşa," dedi dirseklerimden kavrayarak beni kendime getirmeye çalışırken. "Gel hadi, yatırayım seni."

Burnumu çektiğimde kıpkırmızı olduğuma emindim. "Halime bak," dedim ne dediğimi bilmeden. "Olmak istemediğim ne varsa hepsinin toplamına dönüştüm. Tuvalet köşesinde kusup ağlamak ne demek ya?"

"Asya..."

"Ağlamıyorum ben!" diye yükseldim kendi kendime. "Görmüyor musun, yağmur yağıyor işte yine. Görmesene artık. Bakmasana bana. Niye başımı çevirdiğim her yerde sen varsın ki sanki?"

Söylediklerime odaklanmıyordu. Bütün bu tablonun sorumlusu ilan etmişti kendini. Suçlanıp duracaktı şimdi. Affedemeyecekti belki de benden önce o içkide ilaç olduğunu anlayamadığı için. "Özür dilerim."

Onu susturdum. "Görkem, başımı çevirdiğim her yerde olan insanların sonu ne olur biliyor musun?" Cevap vermesi için ona baktım nemli gözlerimle.

"Giderler mi?" Tonlaması öyle bir etki yarattı ki ağlasa aynı etkiyi verebilir miydi emin değildim.

Temasından kurtulup gözlerimi sildim. Başımı sallamaya çalıştım bir de. "Bu yüzden gezme benim çevremde. Özür de dileme. Başka bir ihtimal yoktu. Ben onu içmek zorundaydım."

Neden başka bir ihtimal varmış gibi bakıyordu o halde?

"Sana bakarken senden daha yaralı hissettiğim ilk an bu," dediğinde gözleri yavaşça yüzümü taradı. Akan rimelim siyah bir gölge oluşturmuş olmalıydı göz altlarımda. İğrenç kokan bu banyonun içinde, iğrenç bir halde duran beni yüzünü bile ekşitmeden incelemesi tuhaftı. "Söyle yağmura, bıraksın yağmayı. Dursun artık gözyaşların."

"Hiç iyi değilim." dedim gözlerimi yeniden silmeye çalışırken. "Allah kahretsin, hiç iyi değilim! Olamıyorum. Sustur beni, bunları sana söylememem lazım benim."

"Tamam," dedi sadece. "Kalk hadi. Her an bayılacakmış gibisin."

Tam olarak öyleydim. Işıklar bir yanıp bir sönüyor, karaltılar artarak çoğalıyordu. Beni kollarımdan tutup çektiğinde kolunu omzuma doğru attı ve baskısıyla birlikte başım omzuna doğru yattı. Aynaya veya lavaboya gözlerim değmesin diye yapmıştı bunu. Çıkarttı beni banyodan ve kapıyı hızla kapattı.

"Seni bu hale düşmekten kurtardım." Neden kahkaha atarak kendi söylediğime güldüğümü ikimiz de çözememiştik. "Asla çekemezdim ben seni. İyi ki yapmışım."

"Korkma," dedi yatağa uzanmamı sağlarken. Başımın sağına ve soluna ellerini yasladı, kafamın altındaki yastığın köşelerini tuttu ve aşağı doğru çekiştirdi. "Beni kaybetmekten."

Gülerek gizlemeye çalıştığım şeyi anlamıştı. Sarhoşken yeterince iyi rol yapamıyordum demek ki.

"Oyunu değil seni kaybetmeyeceğim derken sen korkmamış mıydın?" Kaşlarımı kaldırarak sorduğum soru onu afallattı. "Ben bir ara titrediğine bile yemin edebilirim halbuki."

"Hiç ve çoklarının yerini değiştirmek için bana zaman lazım," dedi geri çekilmeden. Yanımdaki boşluğa oturmuştu. Bir eli yastığın üzerindeydi hâlâ. Hafifçe bana doğru eğik duruyordu. "Zamanım tükendi sandım ve aklımı kaybettim. Ben bu gece seni kaybetmedim ama gerçekten aklımı kaybettim."

"Değmem," dedim başımı iki yana sallayarak. "Sana söylediğimi unutma. Başımı her kaldırdığımda seni görmek istemiyorum. Gitmem de deme sakın. Gidersin çünkü. Beni bir uçurumun içinden çekip aldın ama tekrar aşağı düşmem ufacık esintiye bakar."

"Fırtına yutmuş kadınsın," dediğinde parmakları yastığın üzerinden saç tutamlarıma değdi. Az önce kusmuştum, kötü kokuyor olmalıydım ama o aramızdaki mesafeyi açmak yerine küçücük adımlarla kapatıyordu sanki. "Esinti koymaz sana."

Elimi yanağına yaslama amacımı bilmiyordum. Belki de bir daha yüzünde görmeyeceğim sakalları hissetmek içindi. Avuç içim tenine sürttüğünde olduğu yerde donup kaldı. "Savrulduğumu söyleyen de sendin."

Kesik bir nefes verirken elimin üzerine koydu elini. "Halt etmişim," diye mırıldandı gözlerini kapatarak. "On saniyeye sızıp kalacaksın değil mi? İyi geceler 13."

🌧


Gözlerimi açtığımda hava aydınlanmıştı. Elimi alnıma bastırdığımda herhangi bir şişlik olup olmadığını kontrol ettim. Hayret, yoktu. Beynime balyozla vurulmadıysa bu baş ağrısı niyeydi peki?

Bedenimi sağa çevirmeye çalıştığımda üzerimdeki kumaşın soğukluğunu hissettim ilk. Deri tulumum hâlâ üzerimdeydi, yakam gereğinden fazla açılmıştı ve gözlerimi ovuşturmak için yüzüme doğru yol alan parmaklarıma siyah lekeler bulaşmıştı. Bir de ayak tabanlarım feci şekilde sızlıyordu. Ayakkabılarım zeminde yan yana duruyordu.

Savaştan mı çıkmıştım?

Sağıma tamamen dönmeyi başardığımda birkaç karış ötemde gördüğüm erkek bedeni duraksamama neden oldu.

Görkem oturur vaziyetteydi, başı omzuna yapışık duruyordu. Ayrıca telefonu bacağının bir iki parmak ilerisine düşmüştü. Düzenli solukları uyuduğunun işaretiydi.

Su şişesini fark etti gözlerim, onun tarafındaki komodinin üzerindeydi. Yattığım yerden hafifçe doğrulmaya çalıştım fakat kafama bir darbe daha indiğinde ayağa kalkamayacağımı anladım. Görkem'in üzerinden kolumu uzatıp şişeyi yakalamaktı hedefim. Uzanmam için ona biraz yaklaşmam gerekiyordu.

Ağırlığımı yatağa yasladığım dirseğimin üzerine verdim. Diğer kolumun gölgesi üzerine düştüğü an parmakları kıskaç gibi sardı dirseğimi ve eş zamanlı olarak gözleri açıldı. Maviydi. Gözleri mavi, saçları açık kumraldı ve ben bu görüntüyü gördüğüme sevineceğimi hiç düşünmemiştim. Tanıdık hissettirmişti.

Kuzey de oydu Görkem de ama Görkem Görkem'ken daha Görkem'di.

Evet, ayılamamışız hâlâ Yağmur. Geri mi uyusan acaba?

Ayılmak... Görüntüler yavaş yavaş yüklendi beynime. Dün gece alkolden daha doğrusu diyüfram tarafından zehirlenmiştim.

Disülfiram...

Öbür adı da şeydi. Şey... Antisude?

Antabuse...

Görkem dirseğimi bırakmadan, hiçbir şey söylemeden telefonunun ekranını açtı diğer eliyle. Daha gözündeki çapağı silmemişti, neydi bu kadar önemli olan?

"11.37," dedi. Yeni ayıyormuş gibi bir anda çekti parmaklarını kolumdan. Gözlerini tavana dikti ve biraz korkutucu bir şekilde baktı dümdüz. "Günaydın."

Silah zoruyla söylemiş gibiydi. Ondan istemek yerine yeniden kendim hareketlendim şişeye. Gözleri hiç hareket etmedi. Tavana sabitti öylece. Parmaklarım şişeyi kavradı ve tekrar yerime döndüm. Birkaç büyük yudum alıp zemine bıraktım şişeyi.

"Ne kadar çok uyumuşum..." diye söylendim kendi kendime.

"Geç yattığın içindir." Yavaşça başını bana doğru döndürdüğünde yüksek ihtimalle boynu tutulduğundan canı acımıştı. Dilenci gibi eğile büküle uyuyakalırsa tutulmaması imkansızdı zaten. "İyi misin şimdi?"

"Çok mu kötüydü gece?" diye sordum. Yüzünde öyle bir ifade belirdi ki aklıma okuduğum kitaplar ve izlediğim dizilerdeki sahneler doluştu. Kız sarhoş olduğunda hiç hayırlı bitmezdi bu işin sonu. Rezil olmayan sarhoş kız hatırlamıyordum ben hiç. "Görkem, namusunu elinden almışım gibi bakmaz mısın bana Allah aşkına?"

Sessiz kaldığında kaşlarım hızla çatıldı. "Gülüşüne giden sinirlerin tıkanmış yine senin. Bir mimik yap da robot olmadığına ikna olmaya çalışayım."

"Uyumaya çalışıyorum."

Alnım kırıştı. "Bu saatte uyandıktan sonra bile mi?" Gerçi, kendisi bana biri yanındayken rahat uyuyamayacağını söylemişti daha önce. Bu sebeple gece gözüne uyku girmemiş olabilirdi. "Hem bana bakmak yerine gözlerini kapatsan işin daha kolay olmaz mı Bay Deha?"

"Saat 12 değil," dedi dişlerinin arasından. Kıyamet kopuyor, cümlesini kuracak olsa eminim daha sakin konuşurdu. Dün gömleğinin üç düğmesinin açık olduğunu hatırlıyordum, artık dörttü. Sanki çıkartmak isterken son anda kendini durdurmuş ve öyle bırakmış gibiydi. "12 olmadan asla yataktan kalkamam."

Çift saat takıntısı... İlk zamanlardaki gibi şaşırmıyordum aslında artık. Sadece bu seferki daha ciddi bir şeye benziyordu. "Bacağını mı sallıyorsun yoksa bu titreme mi?" diye sordum.

"Dün gece sakin kalmak için çok fazla sıktım kendimi. Tetikleyici oldu bu. Bugün dünün acısı çıkacak şimdi her saniye."

"Böyle mi olur hep?"

"Çok uzun zamandır benzer bir olay yaşamadığım için artık olmadığını sanıyordum."

"Görkem, benim başım çok ağrıyor biliyor musun?" Yüzümü taradı yine bakışları. Kim bilir ne haldeydim. Bir enkazı andırdığım kesindi. Boğazımda acı bir tat vardı, su bile geçirememişti o kuruluğu.

"Resepsiyondan ağrı kesici isteyelim?" Cümleyi düz bir tonda kurdu, sonra nefesi hızlandı. Yumruğunu sıktığını ve gözlerinin üzerine bastırdığını gördüm. "Hayır," dedi. "Hayır. Yeminim var Kaya'ya. Diğerlerine de. Hayır. Ağrı kesici yok."

Sen iyi korkup kaçmıyorsun bu adamın yanından. Akıl hastanesinde oda arkadaşı olabilecek bir çiftsiniz aslında.

Alnında biriken terleri gördüğümde avuç içimi alnına bastırdım. Tam tersinin yaşandığı bir sahne yüklendi aklıma. Böyle parça parça gelecekti herhalde anılar. Benim için nasıl korktuğunu hatırladım. "Nane şekeri yersek geçer bence."

Buna hayır dediği ilk ana şahit oldum. "Sakın kalkma yataktan." Bu emir değil, ölmemem için bir kuraldı sanki.

"Altı yaşında sandalyelerin üzerinden zıplayarak koltuğa atladığımız oyunda mıyız? Halı lavlarla mı kaplı? Püf mü olurum yere basarsam?"

Onu güldürmeyi başardım. "Biliyorum saçma geliyor kulağa takıntılarım..." Saçma gelmiyordu, sadece endişeleniyordum. Özellikle de yeni yeni tanımaya başlıyor olduğumdan. "Ama ben senin için yoldan geçen bir adamın ayakkabısına yapışan sakızı aramış insanım. Lütfen sen de beni alttan al. Yirmi dakika daha yatakta kalırsan ölmezsin."

"Tamam," dedim gülümseyerek. "Başım gerçekten çok ağrıyor ama."

"Başım ağrıyor demeyelim de Görkem'le empati yapıyorum diyelim," dediğinde gözlerini sıkıca yumup kendi kendine gülmeye başladı. "Elin alnımda kaldı 13."

Beni konuşturup dikkatimi dağıtmıştı. Geri çekmeyi unutmuştum parmaklarımı. Yeniden bana doğru döndüğünde elimi çeneme yaslayıp yüzümü ona çevirdim.

"Ne kadarını hatırlıyorsun?" diye sordu elini ensesinin altına yerleştirip. Bu hareketiyle birlikte sağ kolu dirseğinden kıvrılmış, siyah gömleğinin kumaşı kol kasları yüzünden gerilmişti.

"Odaya girişimizi falan hatırlıyorum. Ateşim vardı galiba biraz. Kontrol ettiğini de hatırlıyorum. Boğazım çok ağrıyor. Ona anlam veremedim."

Diğer eli sakallarını sıvazlarken gözlerini gözlerime orada bir şey görmek ister gibi dikti. Dört parmağı çenesinin üzerindeyken başparmağını yanağında gezdirdi.

"Kustun," dedi en sonunda elini geri çekip. Flu olan görüntüler bir bir netleşti. Lavaboya yaslandığım an ve aynayla bakışmam düştü hafızama. Ben dün gece ağlamıştım yine. Onun yanındayken hem de.

"Hatırlamıyorum." Yutkundum. Şüpheyle bakmaya devam ettiğinde geri adım atmadım. Başını salladı hafifçe. Sessiz kalmamız beni ciddi anlamda rahatsız etti. Ben sustukça aklında dün geceki görüntülerim oynamaya devam edecekti.

Bir muhabbet açmak istedim bulutlar dağılsın diye. "Bir şey soracağım." Zaman geçirmek için soracağımı anlamış, başıyla onay vermişti bana. "Arda için ne düşünüyorsun? Yani Eylül durumuyla alakalı."

Sırtımı yastığa iyice gömerek kendime rahat bir pozisyon buldum ve sessizce bekledim cevabını. "Bir işin içine aşk karışıyorsa o iş bozulmaya yüz tutuyor anında." Yüzü ciddiydi. "Klasik gelecek belki sana ama söyleyenler boşa söylemiyor o sözleri. Aşk hata yaptırır. Aşk her şeyi mahvetmek için en kuvvetli silahtır da aynı zamanda."

"Cevaplarında ne Arda ne de Eylül'le ilgili bir şey söyledin," diye uyardım. "Sorum bu değil. Senin söylediğinse geçiştirmeceden fazlası değil."

"Arda, inanılmaz derecede parlak biridir 13." Başını geriye doğru atıp tavana dikti gözlerini. "Dahi diye kolayca nitelendirebilirsin onu. Çok uyanıktır, kurnazdır, işlevsel bir beyne sahiptir."

"Ama?"

"Ama hisler durdurur o beyni. Tamamen denge işi aslında. Kalbine birini alırsan aklından bir parça bırakırsın. Sonra o kişi yerini benimser. Büyür büyür ya, oraya sığsın diye aklından daha büyük parçalar kopmaya başlar. Körelirsin. Düşünce sistemin yerle bir olur. İstesen de istemesen de o kişi gelir ve ele geçirir seni. Ben bunların hepsini Arda'ya bakarak öğrendim ne yazık ki."

Öyle bir anlatmıştı ki bunların hepsini kendinin yaşadığını düşünürdünüz son cümlesini duyana dek. Oysa sadece gözlemdi hepsi. Bilmediği bir duyguyu gözlemleyerek öğrendiğini sanıyordu.

"Aşk aptallaştırır demek mi bu?" diye sordum kaşlarımı çatarak. "Yaşamadığın bir şeye düşmanlık besleyip önyargı yaparak hiçbir yere varamazsın. His diye küçümsediğin, koca bir gerçek."

"Aptallaştırır demiyorum," diyerek kendini açıklamaya çalıştı. "Aşk güçlendikçe aşık zayıflar. Kuralı budur bu işin."

"Yaa..." diye mırıldandım gözlerimi üzerinden çekerek. "Kim koymuş bu kuralı? Bilip bilmediği her şeye kurallar çizerek onları kontrol altına alabileceğini sanan biri mi?"

Adamın hisleri yok, kuralları var Yağmur. Vallahi değişik bir tip bu.

"Duygularla bir yere varamazsın." Düşüncelerini anayasa maddesi gibi ifade etmese iyiydi. "Yarı yolda kalırsın. Gözümün önünde Arda'nın eriyişini izliyorum. Ne zaman ona baksam gözlerinde aynı hayal kırıklığı... Aşk böyle bir şeyse korkunç hissettiriyor olmalı."

"Hiç aşık olmadın yani sen?"

Görkem'i aşkından sürünürken hayal etmek istedim. Birinin gelip ona hisleri küçük bir çocuğa okuma yazma öğretir gibi öğretişini gözümde canlandırmaya çalıştım fakat boşaydı. Görkem o çizmeye çalıştığım tabloya uymayan bir renkti.

"Olmadım," dedi. "Sen?"

"Arda söylemedi mi?"

"Arda'ya mı aşıksın?"

"Ne?" Alaycılığı olmadan sorduğu soru karşısında attığım kahkahayı engelleyemedim. Görkem'in kafasının basmadığı, kendisinin de zayıf noktası olduğunu kabullendiği tek konu hislerdi. Hayatıma birçok farklı tip girmişti fakat bu tarz bir kişilikle daha önce sohbet etmemiştim hiç.

Ayrıca Arda, ona güvenip anlattığım bir bilgiyi Görkem'e söylemediğine göre ona güvenmeye devam edebilirdim. Sır tutabilen biri olduğunu dolaylı bir yoldan öğrenmiş olmuştum.

"Bu dünyadan değilmiş gibi davranıyorsun bazen," dedim gülmem hâlâ kesilmemişken. Tavandaki gözleri yeniden bana döndü. "Bunu sana düşündüren ne olabilir ki?"

"Ne bileyim?" Omuz silktiğinde iki dirseğini yatağa bastırarak doğrulmuştu. Geriye attığı başıyla alttan alttan yüzüme bakıyordu. "Ben bu göreve hazırlanırken üç tane romantik film izledim, sana nasıl davranacağımı bulabilmek için. Gelmişsin bana aşktan bahsediyorsun."

O kadar fazla güldüm ki baş ağrım seviye seviye arttı. Niye güldüğümü anlamamıştı ama gülüşüme gülmeye başlamıştı o da. "Film mi izledin Kuzey olabilmek için? Bana karakterime hazırlanıyorum derken oturup aşk filmi izlemeyi mi kastediyordun?" Dalga geçiyor oluşuma sinirlenmedi, aksine durumun saçmalığı karşısında daha çok güldü. "Ne öğrendin o filmlerden? Anlatmazsan hatırım kalır bak."

"Erkek karakter neredeyse her cümlenin sonuna babe koyup kadının belini kavrıyordu." İzlediği her kimse o adamın aksanını taklit etmeye çalıştı. "Okey babe. Yes babe. My girl falan filan."

Beni gözümü açar açmaz kahkaha krizine sokmayı nasıl başarmıştı? "Çok komiksin şu an," demeye çalıştım gülüşlerimin arasından.

"Sıkıcı filmlerdi bu arada," derken dudakları iki yana kıvrıldı. "İlk ikisi birbirinin kopyası gibiydi. Son izlediğimdeyse düşmanlıkla başlayan bir ilişki vardı. Sonra bunlar bir sebepten sevgili rolü yapmak zorunda kaldılar. Birbirlerinden nefret ederken zamanla aşık oldular. Bak onun konusu bayağı orijinaldi."

'On beş aşk filminden on dördünün konusunun bu olduğunu ona söylemeli miyiz?'

Zoraki sevgililiği ve düşmanlığın aşka dönmesini orijinal bir konu sayıyordu. Biz de bu adama zeki diyorduk işte.

"Dur, tahmin edeceğim. Başrol kızın en yakın arkadaşı uçuk kaçık, patavatsızlık yapıp esas oğlanla bunu zor durumda bırakan biri miydi? Sarışın mıydı?"

"Aa..." Şaşkınlığı gerçekti. "Sen de mi izledin?"

"Esas kız normalde kot gömlek dolaşırken balo için elbise giydi ve erkek ona ilk defa kadın görüyormuş gibi baktı mı?"

"Evet evet," dedi başını hızlı hızlı sallayarak. "Kız böyle merdivenlerden iniyordu. Güzel bir sahneydi ama. Sonrasında gidip dans ettiler."

Her filmde, dizide hatta kitapta olan şeyleri bana öyle heyecanlı heyecanlı anlatınca karşısında gülmemem mümkün değildi gerçekten. İkimizin de filmi izlediğini düşündüğü için ortak bir nokta bulduğuna seviniyordu. Ben hangi filmden bahsettiğini asla bilmiyor ama senaryoyu ezberden okuyordum.

"Sen hiç başka film izlemedin mi ya Analizcilerle falan?" Aklıma takılan soruyu pat diye sormam kaşlarını çatmasına sebep oldu.

"Dört erkek oturup lisede geçen aşk filmlerini mi izliyoruzdur sence geceleri? Tabii ki film izledim ama bu tarz değildi." Alnını kaşıdı. "Gerçi sayılır mı bilmiyorum ama bir kere Titanik izlemeye kalkmıştık."

"Beğendin mi?" diye sordum ilgiyle. Küçük bir dipnot geçmek istiyordum tam bu noktada: İkimiz de dün gece üzerimizde olan kıyafetlerleydik, yüzümüzü bile yıkamamıştık ki kim bilir benim makyajım ne haldeydi, bir de ben en son zehirlenmiştim. Sabahında yatakta yan yana film muhabbeti yapıyorduk.

"Titanik gemi diye izlemeye başlamıştım," dediğinde gözlerimden yaş gelmek üzereydi. İçinde gemi var diye filmi izlemeye karar vermek nasıl bir kafa yapısıydı? "Uyumuşum. Üç saat on dört dakikalık film mi olur 13 ya? Kaç soru çözerim ben o kadar saatte sen biliyor musun?"

Bana Görkem'le ettiğim bir muhabbette hiç durmadan güleceğimi söyleselerdi asla inanmazdım. Analizcileri özletmemek için Arda kılığında karşıma çıkmaya karar vermişti sanki. "Sen sonunu bilmiyor musun şimdi?"

"Arda inat etti. Biraz zaman geçtikten sonra en başından izlemeye başladık, ben yine uyumuşum. Hayır bir de uyumayayım diye tekli koltuğa atmışlardı beni. Boynum falan tutulmuştu hep."

"E sen uyuyorken diğerleri bir kez daha mı izledi yani?" Diğerlerinin koyu Titanikçi çıkmaları beni şaşırtmıştı. Hadi benim için Leo'nun oynaması yeterliydi, onlar ne için izliyorlardı?

"Onlar üç kez bitirdi, ben bir kez bitiremedim." Olayın saçmalığına sırıtıyordu. "Ama Kaya iyi ki sonunu görmediğimi söyledi. Sinir hastası olurmuşum nasıl sığamadılar diye. Kimlerin nereye sığamadığını hâlâ bilmiyorum."

Uzayıp gitmişti konuşma. Nereden başlayıp nereye geldiğimizi takip edememiştim bir süre sonra. Saatin 12 olmasını beklerken açtığımız muhabbetin 12.48'de sona ermesi ikimizi de şoka uğratmıştı. Biraz daha konuşursak yine takıntısının tutacağını bildiğimden onu iterek kalkmasını sağladım. Ölecektim açlıktan. Baş ağrım giderek dinmişti, bu yüzden açlığım ağrımın önüne geçmişti.

Hızlıca rollerimize bürünüp öğle yemeği için üst kata çıkmaya karar verdik. Lenslerini ve peruğunu takmıştı. Üzerinde mavi, keten bir gömlek vardı ve künyesini çıkartmamıştı. Bense dün gecenin ardından daha fazla dikkat çekmemek için olabilecek en basit kombini seçmiştim. Yüksek bel bir kot pantolonla, siyah straplez bir cropu geçirmiştim üzerime.

Beni gördüğü an gözleri karnıma kaymıştı Görkem'in. İlk önce sebebini anlayamasam da sonradan çakmış, o sabah sekseninci defa gülmeye başlamıştım.

Karın kaslarımı görebilir mi diye öyle dikkatli bakıyordu karnıma...

Göremezdi çünkü cropum pantolonumun hemen bittiği yerde başlıyordu. "Şansına küs," dediğim an gömleğinin etek kısımlarını tutup düzeltmiş, elini kumaşın üzerinde gezdirmişti. "Sen de," diyerek karşılık verdi bana.

Karın kası görmek istesem açar kendiminkine bakardım, havası kimeydi?

İlerleyen dakikalarda saçlarımı topuz yaptığımda bu kombini tamamlayacak parçanın güneş gözlüğü olduğunu biliyordum fakat yemek yemeye gözlükle gidemezdim. Odadan çıkmadan önce elini bana uzatmıştı. Parmaklarım parmaklarına kenetlendi ve el ele çıktık koridora.

"Seni alkol çarptı sanıyoruz," dedi hatırlatmak ister gibi. "Zehirlenmeye çalıştığımızdan haberin yok. Sahi 13, sen kimin yaptığını biliyor musun?"

"İş hakkında konuşmak güvenli bölgemizden çıktığımız an mı geldi aklına Kuzey?" Ona bakıp dudaklarımı iki yana kıvırdım. "Rolünü oyna. Konuşuruz sonra."

Asansörle en üst kata çıktık. Yemek salonu oradaydı. Yedi yirmi dört hizmet veren restoran tarzı bir kat vardı bu otelde ve misafirler manzaranın tadını çıkararak yemek yesinler diye de terasın hemen altını seçmişlerdi yemek katı olarak.

Asansörden indiğimiz an belimi kavradı. Tanıdık yüzler gördüm masalarda, dün gece kumarhanede gördüğümü hatırlıyordum birkaç çifti. Denk gelişimize şaşırmadım, öğle yemeği yemek için uygun bir saatti. Herkesin gözleri otelin gündeminde olan bana çevrilirken Görkem başını bana doğru eğdi.

Bir anda dudaklarını sol omzuma yaptığı dövmenin üzerine bastırdı.

Hayır.

Dudaklarını hikayesini kimseye anlatmadığım, anlatamadığım ve onun da kaza eseri gördüğü dikiş izinin üzerine bastırdı.

Üzerine resim çizmesi için dikişe dokunmasına izin vermiştim fakat bu... O noktaya bıraktığı beklenmedik öpücüğü tam anlamıyla donakalmama sebep olmuştu.

Ensemden yayılan kıvılcımın bütün omurgamı ele geçirmesi çok hızlı gerçekleşti. Yüzüne baktım, sorgulayıcıydı bakışlarım. Çenesini kaldırdığında nefesi boynumdan uzaklaştı. Ela gözleri rol diye bağırıyordu.

Sevgili olduğumuzu milletin gözüne sokmalıydık, bunun için yapmıştı. Bana yakın durmalıydı fakat bu iş bittikten sonra aramızda tuhaflık olmaması adına çizgileri aşmamalıydı, her şeyin farkındaydı. Yanağımdan öpse bu fazlaca bir yakınlık olacaktı, omzuma yönelme sebebi buydu.

Bu muydu?

Ben dün herkesin içinde kucağına oturmuştum bu adamın. Yeterince sevgili olduğumuzu vurgulayamamış mıydım? Gerek var mıydı böyle bir hamleye?

Dudaklarım acıyla gerilirken verdiğim nefes ciğerlerimdeki bütün oksijeni boşaltmış olmalıydı. İçimin büzüldüğünü hissediyordum.

Hiçbir şey söylemeden, öylece çekip dudaklarıma yapışsa bile daha kolay olurdu benim adıma. Etkisini daha çabuk atlatırdım. O, tenimde taşımak zorunda olduğum yara izinin üzerini seçmişti.

Benim parmaklarımın dokunamadığı ize onun dudakları dokunmuştu.

Belimden ittirerek hareketlendirdi beni fakat ayaklarım ilerlese bile zaman ilerlemiyordu. Aynı anı başa sardım. Teması sanki hâlâ omzumdaydı ve bu gerçekten çırılçıplak hissettiriyordu.

Büyük bir çatışmanın ortasında kalmıştım ama etrafımda kendime siper etmelik hiçbir şey yoktu. Topsuz tüfeksiz meydandaydım tek kişilik dev bir ordu sınırlarıma saldırırken.

Sertçe yutkunduğumda sesini duyabileceğini düşünmüştüm. Nefesim kontrolden çıkmıştı ve o bendeki tüm değişikliklerin farkındaydı. Sandalyemi çekerek oturmamı bekledi. Ona gülümseyerek teşekkür edecek gücü kendimde bulamıyordum. Darmadağın olmuş hissediyordum sadece.

Yanımızda biten garsona umursamadığım siparişler verdi. Bana sormadı çünkü kitlendiğimi biliyordu. Dirseklerini masaya yaslamadan önce sandalyesini masaya doğru yaklaştırdı. Ardından ben parmaklarımla oynarken elime dokundu. "İleri mi gittim?" diye sordu kibar bir ses tonuyla.

Bakıldığında dün gece kucağına oturmuştum, onun omzuma bıraktığı öpücük masum bile kalırdı benim yaptığımın yanında. Fakat benimki anlamsızdı, durumu kurtarmak için yapılan bir hamleydi. Onunki... Onun bu yaptığı neydi?

"Bu da mı test?" Sesim titremesin diye doğrudan gözlerine bakıp omuzlarımı dikleştirdim. Bu hareketim köprücük kemiklerimi belirginleştirmiş olmalıydı, anlık olarak gözleri boynuma düştü ardından yeniden bana baktı. "Düşünüp planladın mı bunu da? Kaç saniyede toparlayacağımı mı sayıyorsun mesela şu an?"

Etraftakiler duymasın diye kısık sesle başladığım konuşmada volümümü istemsizce yükseltmeye başladığımı fark ettiğim an dudaklarımı birbirine bastırdım.

"Bu seferki öyle bir şey değildi."

Neydi peki?

"Senin görmezden gelmek istediğin yarayı ben sahiplenmeye karar verdim dün gece. Onunla başa çıkamayacağını anladım çünkü."

Bir şey mi söylemiştim bunun hakkında ben sarhoşken?

"Yine mi sayıkladım?" diye sordum gözlerimi sımsıkı kapatarak. Elimin üzeriyle varla yok arası olan teması arttı, parmağının ucunu dokunduğu yere sürttü yavaşça.

"Hayır," dedi sadece.

"Niye böyle diyorsun o zaman?"

"Çünkü..." Sustu. Yemeklerimiz önümüze bırakıldığında ağzını açıp tek kelime etmedi. Sorgular bakışlarım üzerinden ayrılmıyordu.

"Açsın," dedi. Dalga geçiyor olmalıydı. "Ne zamandır bir şey geçmedi boğazından."

"Çünkü?" diye ısrar ettim umursamadan. O sebebi ondan öğrenecektim. Başıma saplanan keskin acı öfkemi arttırıyordu.

"Bir şeyler yersen odada açıklayacağım." Omuzları düşmüştü. Onu üzen bir şeyler vardı. Üzmek değildi aslında. Hayal kırıklığına da benziyordu, suçluluk duygusuna da. Ne oluyordu böyle?

Diretmedim. Sözünü tutacağını biliyordum. Zorlaya zorlaya, ona bakmadan boğazıma ittirdiğim lokmalar kanıma karışan yeni bir zehir gibiydi. Bu defa beynim uyuşuyordu.

Karıncalar vardı örümceklerin yanında. Alışkın olmadığım sürü tarafından işgal edildi kafamın içi. Midem bulanmaya başladı ve bunu dün geceden kalan bir belirti olarak yorumladım.

Görkem'se yemek boyunca sessizdi fakat sık sık kol saatine bakıyordu. Bilmediğim bir takıntısını yaşıyor gibiydi. Saniye sayıyordu belki de. Elini saçlarına atıp iki kez çekiştirdi tutamlarını. Etrafına kısa bir bakış atmayı da ihmal etmemişti.

Tabağım bittiğinde önümdeki boşluğu işaret ettim umursamazca. Ona acımadım çünkü o da bana acımamıştı. Çatal tutan eli titrediğinde peçeteye uzandı ve yavaş hareketlerle ağzını sildi. Sonra o peçeteyi üçgen şekline getirip tabağının altına sıkıştırdı ve çatalı dümdüz bir şekilde masaya bıraktı.

"Dikkat çekmeyelim," dedi elini çenesine yaslayıp suratıma bakarken. Diğer eli parmaklarımı kavradı. "Uy bana, odaya kadar sürdürelim rolü."

"Seni karşımda sus pus bırakan o çünküden sonrası her neyse onu söylemeden hiçbir şey bekleme benden."

"Mila," dedi uyarırcasına. "Operasyon."

Parmaklarımı geriye çekip iki elimi kucağımda birleştirdim yavaşça. "Kuzey," dedim. "Elinde tutmaya çalıştığın o ipleri yediririm sana. Niye öpüyorsun sen benim omzumu ya?"

Fısıldayarak kavga eden ilk çift olarak tarihe geçmek üzereydik. Etrafına kısa bir bakış attığında gözlerin üzerimizde olup olmadığını kontrol etmişti. Rahat bir tavır takındığına göre herkes kendi işiyle ilgileniyor olmalıydı.

"Hiçler ve çoklar."

Gözlerime odaklanıp söylediği ve ikna olup susacağıma inandığı bu cümlenin sonunda kendimi gülerken buldum. Bu seferki sinirdendi.

İtiraf et Yağmur, ipler ve boklar dememek için zor duruyorsun.

Hızla ayağa kalktım, bana eşlik etmek zorundaydı. Kuyruğum gibi takıldı peşime. Yemek katının önündeki asansörlerin kamerasına suratı asık ben ve ardımdan hızlı adımlarla beni takip eden o yansıdı.

Asansör kapıları açıldığı an Selma'yı görmemle birlikte sağlam bir küfür savurasım geldi. Görkem o görmeden aniden elimi kavradığında o eli yumruk yapıp suratına geçirmek için deli oluyordum. Benden sakladığı her neyse acilen öğrenmem gerekliydi.

Dikişime dokunurken izin vermiştim. Dudaklarına izin verdiğimi hatırlamıyordum. Bu aşırıya kaçmaktı, bu dozu kaçırmaktı.

Bu beni krizin eşiğine getirmek, hafızamdan silmek istediğim o anları yeniden yaşatmaktı.

"Ay Mila," dedi Selma kendini kabinden dışarı atıp. "Dün çok endişelendim arkandan. Daha iyi misin şimdi?"

'Oyunculuk desen var. Karşındakini aptal yerine koymak desen o da var. Bizde aptallık desen hiç yok. Yemezler kızım.'

Ağzımı Asya olarak açabilsem kelimesi kelimesine bunları söylerdim fakat Mila gülümseyip geçiştirmeyi tercih etti. Avucum soğuktu ve Görkem'in avucunun içinde duruyor olmasından dolayı rahatsızdım. Birine sinir olduğunuzda her hareketi size batmaya başlardı ya, başlamıştı işte.

"İyiyim iyiyim," derken başımı salladım. "Neden öyle oldu ben de anlayamadım gerçekten. Alkole de alışıktır bünyem halbuki."

"Çok geçmiş olsun tekrar." Gözleri kenetli olan ellerimize kayarken saçlarını omzundan geriye doğru savurdu. "Bir aceleci gibisiniz. Ben tutmayayım sizi." İmalı gülüşünü o ağzına tıkabilseydim keşke. Bu rol işi zorluyordu insanı.

Görkem de rol icabı imalı bir gülüş takındığında göz devirip gülümsemeye çalıştım. "Akşam görüşürüz," dedim bir yere gitmediğimi, bizi korkutamadığını bilsin diye. Görkem hâlâ onun yaptığını bilmiyordu. Onu elinden çekerek kabine soktum.

"Görüşürüz hayatım, halin kalırsa." Kahkahası ancak kabinin kapıları kapandığı an çıktı görüş açımdan. İçeride ben sessiz kaldım, o sessiz kaldı. Ses tellerimi yormuyordum çünkü sormam gereken bir hesap vardı.

Bir tepki vereceğimi eminim ki biliyordu, plan değildi falan diyordu ama o Görkem'di. Anlık hareket etmezdi. Tepkimi aşırı bulduğundan şaşkındı sadece. Daha normal karşılayacağımı düşünmüş olmalıydı.

Neyi ne kadar bildiğini en kısa zamanda öğrenmezsem çıldıracaktım. Oda kartını o cihaza okuttuğu saniye bile üç yıla tekabül etmişti benim nezdimde.

İçeri girer girmez kapıyı çarparak kapatan ben olmuştum ilk kez. Anlık olarak irkildi, omuzları hafifçe yukarı kalkıp indiğinde anladım bunu.

"Çünkü?" dedim takılı plak gibi. "Benim görmezden geldiğim yarayı sen sahiplenmeye karar verdin. Onunla başa çıkamadığımı düşünüyorsun çünkü?"

"Dün sen sızdıktan sonra bizimkilerle konuştum," dedi benim aksime sakin bir tonda, beni de o tona çekme çabasıyla. "Haliyle olayı merak ediyorlardı, benim de davranışını analiz etmek için yardıma ihtiyacım vardı."

Bir ok gibi gözlerine saplanan gözlerimle birlikte elini sıkıntılı bir tavırla saçlarına attı ve peruğunu çıkarıp komodine doğru fırlattı.

"Aslında anlamıştım." Kendi saçları arasında gezdirdi ellerini, tutamlarını da iki kez çekiştirdi yine. "Belki de birinin tersini söylemesine ihtiyacım vardı. Bilmiyorum. Onlarla konuşmak zorundaydım gece."

"Neyi anlamıştın?" Sabrımın giderek taştığı belli oluyordu her halimden.

"Dün gece bana dedin ki, onu içmek zorundaydım. Başka ihtimal yoktu."

Kesik kesikti anıların hepsi. Kustuğum an netti, sonrası tamamen bulanık. Hele nasıl banyodan çıkıp yatağa geldiğimi hiç hatırlamıyordum bile.

"Başka ihtimal vardı 13. İhtimaller çeşit çeşit. İste dökeyim hepsini önüne. Elin çarpabilirdi, kadehi kırabilirdin içindekiyle beraber. Onu alıp benden uzaklaşabilir, ne bileyim yoldan geçen birine çarpıp üzerine dökebilirdin içkiyi."

Nereye gidiyordu bu konu? Ne anlatmaya çalışıyordu bana? Algılarım kapanıyordu sanki her geçen saniye.

Parmakları boynundaki künyenin üzerine gittiğinde birkaç saniye zinciri tuttu, ucuna dokundu ve derin bir nefes aldı. Getiremiyordu sonunu bir türlü.

"Bir sürü ihtimal vardı işte. Biliyordun içinde bir şey olduğunu ama ne olduğunu bilmiyordun. Can bu noktaya takıldı en çok. Bile bile içmene..."

"Senin için yaptım," dedim çenemi kaldırarak. "Olan bana olmasa sana olacaktı. Can da diğerleri de sana bir şey olmasını istemez."

"Farkında değilmişsin ama kendin için yapmışsın." Birinden duyduğu bir cümle... Sahibi Can olmalıydı. "Kendine tek bir ihtimal bıraktın ve düşünmeden yudumladın kadehimi."

Sıkıntılı yüz ifadesi daha da katlanılmaz bir hal alırken karşısında sesim soluğum kesilmişti. Dikkatle onu dinliyordum.

Susmasını isteyerek onu dinliyorsun.

"13." Sağanak yağmura yakalanmış gibiydi bakışları. "Yaranı sahiplenmek istedim, senin taşıyamadığını ve bu yüzden o tek ihtimale tutunduğunu hissettim. Bilinçaltı diye açıklıyor Can. Kasıtlı yapmadığından emin fakat bu gerçeği değiştirmiyor maalesef."

Kahkahalarla başladığım günü vücudumu saran titremeyle bitireceğimi bilmiyordum. Gök içimde gürledi, şimşek çaktı bir kez daha. Kara bulutlar yine yeniden çöktü benim omuzlarıma.

Acı, hayal kırıklığı ve dile getirmekten korktuğu her şey oradaydı. Aramızda dumanlar vardı fakat dağıldıkları an arkasında gizlenen şeyle yüzleşmek zorunda kalacağımı ikimiz de biliyorduk.

"Farkındaydın veya değildin," dedi bana doğru bir adım atarak. İçi çekiliyordu gözlerimiz kesiştiğinde. "Soru yok, sorgu yok. İstediğin cevabı vereceğim şimdi."

"Dikiş izini sahiplenmek istedin, çünkü?" dedim yine. Tüm bunların sonucunu söyleyeceği ana gelmiştik. Belki de ilk kez çünkünün ardından bir sebep gelecekti.

Dile getiremiyordu. Göz kapakları birkaç saniyeliğine kapandı. Yeniden açtığında titreyen göz bebekleriyle karşı karşıya kaldım.

"Çünkü dün sen ilk kez intihar girişiminde bulundun."

🌟

V.

"Şu fotoğraflara bakıp durma artık, ezberledin işte."

Çalışma masamın arkasındaki deri sandalyedeydim, o ise karşımdaki kırmızı koltuğa yayılmış vaziyetteydi. Samimiyetimizi kullanarak yanımda rahat davranıyordu. Bu beni rahatsız etmiyordu çünkü o sahip olduğum nadir arkadaşlardan biriydi. Yine de ufacık yanlışında kendisini tek kalemde sileceğimi adı gibi biliyordu.

İkinci şansları kimse hak etmezdi bu dünyada.

"Peşindeki birine bu kadar kafayı takman saçmalık! Senden beklemeyeceğim şeyler yapıyorsun son zamanlarda," diye devam etti kaldığı yerden söylenmeye.

Peşimdeki biri, diyip geçemezdim o adama. Fazlasıydı. Basit kelimelerle ifade edemezdim onu. "Ne zamandır işime karışıyorsun sen Selma?"

"Arkadaşın olduğumu sanıyorum," dedi alınarak. Arkadaşımdı. "Bana Cengiz'in kasasını patlatmam gerektiğini söyledin. Adamın yanına sızdım, aldım getirdim sana o fotoğrafları. Ben yaptım çünkü bana güveniyorsun. Belki hiç kimseye güvenmediğin kadar..."

Yanıldığı noktayı düzeltmekle uğraşmak yerine devam etmesini bekledim dudaklarımı birbirine bastırarak.

"Şimdi bana kapınızda köpek olan çalışanlarınıza yaptığın muameleyi yapamazsın. Sen bir oyuna başladın ve ben bu oyunu bilen üç kişiden biriyim."

"Fazla konuşuyorsun," dedim sert bir sesle. Bugün iyi bir günümde değildim. Bazı şeyler istediğim gibi gitmiyordu.

"Aklın dağınık," dedi benim aksime yumuşak sesiyle. İkna çabasına girişmişti. Bacak bacak üzerine attığında eteği yukarı doğru kıvrıldı. "O adam senin aklını dağıtıyor, bunu kabul etmelisin."

O adamın aklını da ben dağıtıyordum. Sadece henüz bundan haberi yoktu.

"Karşısına bir gün kendim olarak çıkacağım."

Vardı üzerinde çalıştığım fakat anlatmadığım planlar. Her aklıma geleni söylemez, sinsi sinsi ilerlerdim çoğu zaman. Bir gün diyordum ama o günün ne zaman geleceğini bile biliyordum içten içe.

"Saçmalama," diyerek karşı çıktı. Sesini yükseltmişti. "Yapacağını yaptın zaten. Başka bir hamle, koca bir imparatorluğu riske atar. Durduğun yerde duracaksın."

"İmparatorluğu sikeyim."

Bu konuda hassas olduğumu biliyordu. İçinde bulunduğum çetenin en kopuk parçası olduğumu da.

"O zeki bir adam," dedi. "Ondan kurtulman gereken yerde o sana daha fazla yaklaşsın diye bekliyorsun."

"Yaklaşıyor." Bu beni heyecanlandırıyordu. İçten içe her katil, peşine bir polisin takılmasını isterdi. Hiçbirinin benim kadar şanslı olduğunu sanmıyordum. Benimki, tam anlamıyla bana kafayı takmış bir psikopattı.

"Olay yerlerine biner defa bakan biri o." Ne kadar konuşursa konuşsun beni yolumdan döndüremeyecekti. "Günün birinde seni yakalayabilme potansiyelini taşıyan tek kişi olduğunu söyledin bana. Buna rağmen hâlâ ona meydan okumaktan bahsediyorsun."

Can.

İsmi buydu.

Bu kadar radarıma aldığım başka birisi olmamıştı hiç.

Beni kimse duymamış, kimse fark etmemişken; ben sessiz sedasız işimi yapmaya devam ederken o etrafını uyandırmaya çalışıyordu.

Kendisi ise en başından beri uyanıktı.

"Bir sonraki adımımda," dedim onu duymazdan gelerek. "Kendisini gözüme kestirdiğimi anlayacak."

"Onu öldürecek misin?"

Bunu isterdi. Ondan kurtulmamı gerçekten çok isterdi Selma.

Dilimi damağıma vurdum. Kaşlarımı kaldırırken dudağımın kenarı yukarı kıvrılmıştı. "O zaman eğlencesi mi kalır?"

Ben sıradan değilim. Hiçbir zaman olmadım. Bu hayatın içine doğdum, sözde imparatorluğun önemli bir halkası olarak biçimlendirildi kaderim.

Bir piramidin üstten ikinci basamağıyım. Hedefim en tepe. Hedefim gökyüzü. Hedefim yıldızımı çalanın yıldızlarını söndürmek. Hedefim hiçbir yıldız kalmayana kadar gökyüzünü alaşağı etmek.

Kendi yolumu çizene dek mecbur bırakıldığım her şeyin intikamını ondan alırken, diğer yandan da insanlara en büyük iyiliği yapan; birilerinin hikâyesinin kötü karakteriyim.

İyilik ve kötülük görecelidir.

O ise benim basit biri olmadığımı yakında öğrenecek.

Gün gelecek, herkes bilecek.

Kazağımın kollarını parmak uçlarımla tutarak aşağı çektim, jilet kesiğini kapatmak için. Ardından defalarca kez baktığım o fotoğrafı yeniden elime aldım. Ona, Can'a bakmak için...

•⚓•

Üç nokta. On üç nokta.

Tam anlamıyla milat bir bölüm. Şimdi tüm bunları sakince sindirelim. Dönüm noktasındayız.

Bazı hikayeler 13. bölümde başlar. Isınma turlarını atlattık, esas meselelere bodoslama dalışlar yapıyoruz artık.

En başından beri seni bekliyordum. Sonunda geldin piramidin ikinci basamağı. Ortaya çıkışın için daha güzel bir zamanlama olamazdı.

Olduk mu kördüğüm?

Başlangıçlar, bitişler.
İlkler ve sonlar.
Hiçler ve çoklar. :)

Milat arkadaşlar, her şeyiyle milat.

Elimizde tuttuğumuzu sandığımız ipin ucunu göremiyoruz, henüz hiç kimse farkında değil. Bazen hislere güvenmek gerekir.

Ayrıca Selma???

Bir de:

"N'oluyoruz?" :)

Neyse, 13. bölümü de atlatmadık demeyiz artık. Teşekkürler ve iyi günler.

🔵🤝🔵

Yorumlar

Popüler Yayınlar

36. "Çatlaklar ve Kırıklar"

55. "Geri Sayım"

35. "Görülme İhtiyacı"