4. "Yarına Atılan Düğüm"

 İnce, lacivert bir ip.

Böyle kuruldu bu ekip.

Bölüm şarkıları:
Billie Eilish, You Should See Me In A Crown
Meghan Trainor, No
Melike Şahin, Kara Orman

•⚓•

Üzerime geçirdiğim zümrüt yeşili saten gömleğin eteklerini, yüksek bel siyah pantolonumun içine soktuktan sonra üstteki üç düğmeyi açıp yakalarımı kenara çekiştirdim. Belime büyük gümüş tokalı bir kemer takmıştım. Ayaklarımdaki ince topuklu siyah stilettolar ve dizlerime kadar uzanan ama benim omzuma atmayı tercih ettiğim siyah kaşe kaban, kombinimi tamamlıyordu.

Koyu renk giyindiğimden saç rengim daha da ön plana çıkmıştı. Onları hafif dalgalandırdıktan ve bolca spreyledikten sonra yüzüme toprak tonlarında bir makyaj yapıp dudaklarıma da kırmızı bir ruj sürmüştüm. En son gümüş halka küpelerimi taktım ve son kez baktım yansımama.

Kendimi böyle görmeyeli çok uzun zaman olmuştu.

Sağ olsun evimde kalan kıyafetlerimin tamamını Eylül toparlayıp buraya getirmişti. Ben de bu sırada üst katta sanat terimlerini ezberliyordum. Bavullarım üçüncü odayı doldurduğunda bugün giyeceklerimi ayarlayıp ütülemiş ve hazırlıklarımı tamamlamak için banyoya atmıştım kendimi.

Sanırım her şey tamamdı.

Saçlarımı sağ omzumun üzerine ittirip silahımı da gümüş askılı siyah çantamın içine yerleştirdim. Ona bugün ihtiyacım olacağını sanmıyordum fakat her ihtimale hazırlıklı olmam gerektiğini yaklaşık on defa söylemişti Görkem.

Telefonumu çantamın içine attıktan sonra banyodan ayrıldım. Analizciler ve Eylül, beni salonda bekliyor olmalılardı. On beş dakika içinde evden çıkacaktık.

"Vaşş," dedi Arda ve Eylül salona girdiğim anda. Eylül, elini çenesine yaslayıp beni bir kez daha süzdü. "Cengiz'in hiç şansı yok, üç gramlık aklı da uçup gidecek."

"Düşmanımızı küçümsemeyelim," dedi Görkem. "Yine de daha avantajlı olduğumuz su götürmez bir gerçek."

"Asya'nın değişen bakışlarını fark ettiniz mi?" diye sordu Can. "Role bürünme konusunda hiç sıkıntı çekmemiş. Kibirli, egoist biri gibi. Soğuk, boş bakışlı, gözlerinde kıvılcımlar dans ediyor sanki."

Gülümsedim. "İlk avım."

"Ben de ikinci avcıyım." Başımı kapıya doğru çevirdiğimde Kaya'nın omzunu pervaza yaslamış olduğunu gördüm. Beyaz gömleğinin kol düğmesini ilikliyordu. Bileğindeki lacivert ipi, taktığı saatle kamufle etmişti. Üzerine ceketini de geçirdikten sonra cebinden küçük bir şey çıkarıp bana uzattı. "Kulağına tak."

Avucunun içinden siyah cihazı alıp dediğini yaptığımda başta hafif bir cızırtı duydum ve bu yüzümü buruşturmama sebep oldu. Ardından ses tamamen kesildi. "13." Herkes tuhaf tuhaf Görkem'e bakıyordu. Doğru ya, onlar üzerime yapışan bu sayıyı duymamışlardı şimdiye dek. "Eğer iletişimimiz koparsa veya tek başına kalırsan, içeride ilk yapacağın şey Kaya'yı bulmak olsun. Cengiz'i ağına düşürdükten sonra da Kaya'nın gelmesini bekle."

Arda önündeki serginin fotoğraflarını bize bir kez daha gösterdi. "Şu köşedeki kamera, görüş açısı en geniş olan ama ofise giden koridorda kör noktalar mevcut. Bütün kameralar ofisteki bilgisayara gönderiyor görüntüleri. Mekândan çıkmadan önce onları temizlemen gerekiyor Kaya."

"Bende o iş."

Başka bir şey konuşmadan çıktık evden. Onlar, Görkem'in de evime geldiği araba olan siyah Audi A5'e binerken, ben ve Kaya garajdaki koyu gri Skoda Kodiaq'ı aldık. Sonradan bu arabanın Eylül'ün olduğunu öğrendim fakat kendisi başka bir araba kullandığından bu arabayı Analizcilerin garajına bırakmıştı.

Demek ki Eylül iki arabası olacak ve bu siteden tek başına ev tutabilecek kadar zengindi.

"Seste problem var mı?" diye sordu Kaya, gri araçla diğer Analizcilerin önünden ilerlerken.

"Yok!"

"Kulağımı siktin Arda," dedim bir anda.

Boş bulunmuştum, keşke herkes beni duyabiliyorken çat diye yapıştırmasaydım küfrü. Kaya şoför koltuğunda alttan alttan gülerken bir gülüş sesi de kulaklığın öbür ucundan geliyordu. Görkem'e ait olduğunu anlamam zor olmadı.

Arda aniden hunharca kahkaha atmaya başlayınca kulaklığımı sökercesine çıkardım, umarım kulağımdan kan gelmezdi.

"Şu an seni duymuyor," dedi direksiyonu sımsıkı kavramış olan Kaya, gözlerini yoldan ayırmadan. "Sığır gibi bağırırsan o da kulaklığı çıkarır tabii aptal. Henüz sana bağışıklık kazanmadı. Neye uğradığını şaşırdı kız." Başını bir saniyeliğine bana çevirdi. "Susturdum onu, geri takabilirsin."

Kulaklığı yeniden takarken yola odaklanmaya çalıştım fakat Eylül ve Can kıkırdayıp duruyordu. "Görk... Dur. Şark..." Bir boğulma sesi, birkaç kahkaha... "Şarkı aça..."

Arda'nın can çekiştiğini anlayabiliyordum, sanırım Görkem onun ağzını kapatıp eline vuruyordu. "Şarkı açmayacaksın ve hayır, Domdom Kurşunu da dinleyemezsin. Senle uğraşırken kaza yapacağım gevşek dümbük."

Görkem'in bir yandan araba kullanmaya çalışıp bir yandan da Arda'nın ağzını kapattığını hayal edip gülmeye başladım. "Hep böyleler mi?"

"Hep böyleler," dedi Kaya. "O gevşek dümbük yüzünden hepimiz böyle şeylere maruz kalıyoruz. Dünyanın en saçma şarkılarının hepsi ezberimde ve o lanet olasıca şarkılar insanın aklına takılıyorlar."

Vay, dedi Mete. Uzun cümleler kurabiliyormuş.

"Kabul et, şarkılarımı seviyorsun."

"Saçmalama Arda." Kaya bir elini alnını kaşımak için direksiyondan ayırdı. "Ben sizin babanızım, ben ne dersem o olur diye sözlere sahip olan bir şarkıyı seviyor olma ihtimalim, Görkem'in şu an kalan yolun dakikasını hesaplamama ihtimalinden bile daha düşük."

"Ya hesaplamadıysa?"

"Boğazım ağrıyana kadar seçtiğin şarkıları karaoke yaparım. Hatta üstüme de senin resminin basılı olduğu bir kazak giyerim."

"Bunu görmeyi gerçekten çok isterdim," dedi Görkem. "Ama üzgünüm, yalan söylemeyeceğim. Tabii ki hesapladım. Bir dahakine daha mantıklı iddialara gir Arda."

"Olsun, sonuçta hâlâ lahmacun borcun var." Arda'nın söylediği cümlenin sonuna "Ve çay," diye ilave yaptı Eylül.

"Şu geceyi bir atlatalım da, gerisi kolay."

"Kaç dakika kaldı?" Bileğimden normalde eksik etmediğim saatimi bugün çıkarmak durumunda kalmıştım fakat Görkem işlevsel bir kişilikti, saat yerine onu kullanabilirdim.

"Aynı hızda gitmeye devam edecek olsaydık yedi dakika kalacaktı." Aynı hızda gitmeye devam etmeyecek miydik? "Kaya, olay yerine yaklaştıkça hızını adım adım arttırıyor. Tam şu an suratına bak, kaşlarını hafifçe çattı çünkü ben söyleyene kadar bunun farkında değildi."

Kaya'nın suratına baktığımda gerçekten de kaşlarının çatılmış olduğunu gördüm. Hız göstergesine bakıyordu. "Boş yere kendini durdurmaya çalışma kardeşim, ne kadar uğraşırsan uğraş yine hızlanacaksın ve dört buçuk dakika sonra orada olacaksınız."

"Dünya üzerinde analist diye bir şey olmasaydı bile sen analist olurdun Görkem," dedi Eylül hayretle.

Analizciler, Analistler... İkisi de kulağa hoş geliyordu. En azından 'fotoğraf makinesi' gibi bir üne sahip değillerdi. En azından bazı yüksek zekâlı iş arkadaşları, onların gözlerinin içine bakıp poz vermiyorlardı. Evet, bunu gerçekten yaşamıştım.

"46 kromozomlu XY canlısı.
Türü: Hesaptus makinetus.
Habitatı: Reel sayılar kümesi."

Arda'nın Görkem için yaptığı müthiş tanımla birlikte hepimiz aynı anda gülmeye başlarken Görkem ciddiyetle söze girdi. "Reel sayılar dersen, imajiner sayıları dahil etmemiş olursun. Beni ille bir kümeyle sınırlandırmak istiyorsan kompleks yani karmaşık sayılar demeni tercih ederim."

"Bu hataya düştüğüm için Allah benim belamı versin," dedi Arda.

"Vermesin," dedi Görkem ciddiyetle. "Kaya, burada durduruyorum bizim arabayı. Bir aksilik olursa yanınıza varabilecek kadar yakınız ama daha fazla mekâna yaklaşırsak şüphe çekme ihtimalimiz artar. Burası ideal o yüzden."

"Tamam," dedi Kaya. "Sen öyle diyorsan öyledir. Kasma bu kadar."

"Kasmıyorum."

"Şu an rahatlayabilmek için nabzını sayıyorsun," dedi Kaya.

"Beni bu kadar iyi tanımandan nefret ediyorum."

"Vay anasını," dedi Can. "Psikoloji benim alanım. Sizi anlaması gereken benim, lütfen rolümü çalmayın. Herkes haddini bilsin."

"Eline su dökemem Three P." Kaya arabayı park ettiğinde dikiz aynasını kontrol etti. "Ben kodlarımla mutluyum."

"Hadi, inin artık," dedi Görkem, birkaç sokak ötemizde olmalarına rağmen Kaya'nın arabayı durdurduğunu anlamıştı.

Torpidoya uzanıp silahını aldı Kaya. Onu beline sıkıştırdıktan sonra, "İn," dedi bana.

Çok da kibarmış, kaya kafalı.

Mete'yi hızlıca susturdum. "Kapımı aç."

"Çok beklersin Asya."

"Asya değil." Ukalaca gülümsedim. "Mila Tokel diyeceksin. Seninle İngiltere'de tanıştık. Çizimlerimden çok etkilenip bana tutuldun ama ben seni zengin olduğun için kullanıyorum. Bu sergiye de benim zorumla geldin."

"Bütün söylediklerimi harfi harfine ezberlemen de biraz şov bence," dedi Görkem, sesinden sırıttığını anladım. Ben çatı katında, sanat terimlerine çalışıyorken yanıma gelip bana bürüneceğim karakteri anlatmıştı.

"Birkan Balamir olarak açacağım sana o kapıyı. Kaya Eroğlu çevrimdışı. Duydunuz mu?" Son soruyu Arda'ya sorduğunu düşündüm ve bu düşüncemde yanılmadığımı da karşıdan gelen cevapla anlamış oldum. "Senin birine kapı açışını izlemek için bir milyon alveolümden vazgeçebilirim. Bana da Birkan Balamir olarak arabanın kapısını açar mısın bir gün?"

"Şu boşu susturun," diye mırıldandı Kaya. Ardından öfleyerek önce kendi kapısını açtı, ardından arabanın önünden dolanıp benimkini açtı. Kapının önünde dikilen birkaç sosyete kılıklının bakışları anında bizi buldu.

Hiç istifimi bozmadan omuzlarımdaki kabanı düzelttim ve Kaya'nın koluna girdim. Yavaştı adımlarımız, kontrollüydü. Bakışlarımı asla yere indirmiyor, aksine insanların gözlerine bakmaya gayret ediyordum.

İçerisi için sessiz diyemezdim fakat yorucu bir gürültüye de sahip değildi. Kendi aralarında fısıldaşarak konuşan bir grup zengin insan, siyah mini etekleriyle içki servisi yapan birkaç garson görüyordum etrafta. "Sol köşedeki kameraya bakmayın."

"Hiç öyle denir mi Arda?" dedi Can, kardeşini azarlayan bir abiyi andıran ses tonuyla. "Bakma dersen oraya bakmak isteyeceklerdir. Refleks olarak başınızı çevirmediğinizi söyleyin bana."

"Çevirmedik." Kaya, dudaklarını neredeyse aralamadan çıkarıyordu kelimelerini, içinden içinden konuşuyordu ve bu sebeple kimsenin ilgisini çekmiyordu. "Sağ tarafımda iki kişi tablonun ne kadar edeceğini konuşuyor. Satış olacağını bilmiyordum."

"Biz de bilmiyorduk," dedi Eylül hayretle. "Yalnızca sergilenecek sanıyorduk. Cengiz bu konu hakkında hiçbir şey söylemedi."

"Tuhaf işler dönüyor olabilir."

Görkem'in söylediklerinin ardından sol tarafımızda bir adam belirdi. Doğrudan bana bakıyordu. "Paltonuzu alabilir miyim?"

Yüzündeki kibar gülümsemeye karşı donuk bakışlarımı korudum. Mila Tokel, kibirli biriydi. İnsanlar bana hizmet etmek zorundaymış gibi davranacaktım bu sebeple. Görkem ince ince işlemişti bürüneceğim karakteri. Cengiz'in dikkatini çekebilmem için işimizi kolaylaştıracaktı bütün bunlar.

Omuzlarımı hafifçe kaldırdığımda adam kabanımı omuzlarımdan alıp arka tarafındaki askılıklara doğru ilerledi. "Herkes bir şeyler içiyor." Saçlarımı kulağımın arkasına sıkıştırıp küçük bir baş hareketiyle onayladım Kaya'yı. Biz de içecek bir şeyler almalıydık, sonra da Kaya 'artık gidelim' bakışları atarken ben büyük bir ilgiyle tabloları inceleyecektim.

Garsonlardan birine el işareti yaptı, kız aceleyle yanımıza gelip tepsiyi bize doğru uzatınca Kaya rastgele iki kadeh alıp onu geri gönderdi. Benim elime tutuşturduğu sıvı yeşildi, içinde limon dilimi vardı ve keskin bir kokuya sahipti. Onun elindekiyse şaraptı. Bildiğimiz, kırmızı şarabı kendine alıp ne idüğü belirsiz olan bu saçma şeyi de benim için ayırmıştı sağ olsun.

"Bünyenin alkolle arası nasıl?" diye bir soru geldi kulaklığın öbür ucundan. "Biraz içmen gerekse seni çarpar mı?"

Yüzümü Kaya'ya dönüp sanki onunla konuşuyormuşum gibi cevapladım Görkem'i. "Elimdeki şeyin alkollü olduğunu sanmıyorum."

"Elindeki şeyi göremiyoruz şu an." Bir anlığına unutmuştum bunu. Bizi sadece duyabiliyorlardı fakat Görkem tam elime içki almışken bu soruyu sorduğu için beni görebildiğine dair şüphelerim vardı. "Sorum cevapsız kaldı 13."

"Çarpmaz," dedim. "Dozu kaçırmadığım sürece bir şey olmaz ve bu görevi batırmayacağım. Rahat olsun için."

"Yanlış yorumladın."

Kaya da kafasını sallayarak onayladı Görkem'in dediklerini. "Ihtimalleri değerlendirip olasılık hesabı yaparken sinir bozucu olabiliyor. Alışırsın."

Bir kez omuz silkerek karşılık verdim ve solumdaki duvarda asılı olan eseri incelemeye başladım. İtiraf etmem gerekirse, sanattan zerre kadar anlamıyordum fakat dersime çalışıp da geldiğim için bu siyah zeminin üzerine çizilen tuhaf çiçeğin neyi ifade ettiğini biliyordum.

Gerçek bir çiçekten ilham alınarak yapılmış olmalıydı, doğayı veya insan davranışlarını taklide dayanarak yeniden yorumlamaya mimesis deniyordu. Turuncu yaprakların arasına altın sarısıyla rötuşlar atılmıştı. Bunu Cengiz'in yapıp yapmadığını merak ettim ve sonra bu eserin başkasına ait olduğu görüşünü çıkardım. Cengiz; Arda fotoğraf çekerken birçok eserle poz vermişti fakat bu, onlardan biri değildi. Kendi yaptıklarıyla sözde dergimizde boy göstermek istemiş olabilirdi.

Tabii bu yalnızca bir tahminden ibaretti.

"Mila," dedi Kaya, yine içinden içinden konuşarak. "Avın geliyor."

"Sizi birlikte görsün, ardından sıkıldığını bahane ederek ayrıl ortamdan. Mila tek kalsın," dedi Görkem. Çok hızlı konuşuyordu. Bazı kelimeleri yutarcasına söylüyordu ama yine de ne dediği anlaşılıyordu.

Kaya'nın omzunun üzerinden Cengiz'e bir bakış attım. Arda'nın çektiği fotoğrafta kibirli kibirli önünde durduğu tabloyla kimse ilgilenmiyordu ve o sürekli en gurur duyduğu eserinin olduğu tarafa bakıyordu. Hayal kırıklığına uğramış gibiydi fakat bakışları ve duruşu birkaç saniye içinde değişti. Garsonun uzattığı tepsiden bir kadehi alıp shot attı ve geri yerine bıraktı. Ardından ziyaretçi topluluğunun arasına karıştı.

Herkesin yanına teker teker gidiyordu, biz de sıramızı beklemeye başladık bu sebeple. Bu zaman diliminde üç tabloya daha baktık. Birinde geometrik şekiller vardı, Görkem olsa içinde kaç tane üçgen olduğunu sayardı diye düşünmeden edemedim.

Nihayet sıra bize geldi, yanımıza yaklaştığında Kaya bıkkın bıkkın bakışlar atıyordu etrafa. Cengiz onun tam karşısında durdu, "Hoş geldiniz," dedi elini sıkarken. "Cengiz Aksoy ben."

"Birkan Balamir." Sesinden bezmişlik akıtıyor olmak, Kaya için zor olmamalıydı. Genel modu hep öyleydi zaten. "Bu da kız arkadaşım, Mila Tokel."

Gözlerimi devirdim Cengiz görsün diye. Neyse ki sandığım kadar aptal değildi, fark etti bu hareketimi. Alması gereken ilk mesajı zihninin derinliklerine kazıdım. Bu adamı sevmiyorum, parasını seviyorum.

Eğer azıcık mantığı varsa şimdi karşı hamle yapması gerekiyordu, gerçi beni hafifçe süzüyor olmasından ağa takıldığını anlamıştım. Bu defa ben ona elimi uzattım, tokalaşmak yerine dudaklarına götürdü doğrudan.

Adam tam bir yavşak, demişti Eylül. Artık ona hak veriyordum, bu benim işime gelecekti.

"Sizi ilk defa görüyor olmalıyım, aksi takdirde kesinlikle hatırlardım."

Klişe.

"Türkiye'ye çok sık gelmiyorum," dedim yüzümdeki samimiyetsiz gülümsemeyle. Etrafımdaki diğer kadınlar da aynı maskeden takıyordu, buna uyum sağlamam hiç zor olmadı.

"Öyle mi?" diye mırıldandı Cengiz, büyük bir ilgiyle. Sandığımdan çok daha kolay oluyordu.

"Öyle." Elimdeki yeşil şeyden bir yudum aldığımda yüzümü ekşitmemek için yanağımın içini ısırdım. Kötü bir tadı yoktu aslında fakat asit içiyormuşum gibi hissettirmişti, boğazımı yakıp mideme doğru keskin bir yol çizmişti kendine.

"Daha sonra yanınıza yeniden uğramak isterim," dedi hafif bir baş selamıyla. "İzninizle ilgilenmem gereken başka konuklar var."

"Tabii." Kaya bıkkınlıktan ölecekti, rol mü yapıyordu emin olamadım.

"Ne diyorsunuz, takılacak gibi mi oltaya?" diye sordu Görkem, kulaklığın öbür ucundan.

"Bakışları onu gösteriyor," dedi Kaya. "Az sonra ortalıktan kaybolacağım."

"Tamamdır."

"Çaktırmadan kapıya bak." Göz ucuyla kapıya baktım. "Soldaki, esmer adam: Hasan Çıracı. Eskiden kumarhane işletiyordu, şimdi sadece oynuyor. Büyük vurguncudur kendisi, para bok gibi anlayacağın."

"Satış ne zaman gerçekleşir?" diye sordum, ardından cevabımı kendi kendime verdim. "Şimdi değil, belki ilerleyen dakikalarda. Birbirlerini tanımıyorlarmış gibi davranıyorlar. Hiçbir şekilde Cengiz'in olduğu tarafa bakmıyor Hasan. Cengiz de Hasan'ı gördü ama selam bile vermedi. Aralarında nasıl bir ilişki var bilmiyorum ama birbirlerini tanıdıklarını diğer konukların bilmesini istemiyorlar."

"Bu da demek oluyor ki hâlâ zamanımız var. Kaya, kaybol." Görkem'in cümlesi biter bitmez Kaya etrafına şöyle bir göz gezdirdi. Koridora doğru yönelmesi gerekiyordu fakat Cengiz, koridorun hemen dibinde misafirlerle konuşuyordu. "Sanırım biraz yardıma ihtiyacım var." Elindeki şarap kadehini yanından geçen garsonun tepsisine bıraktı ve tekrar bana çevirdi gözlerini.

"Dikkat dağıtman gerekiyor 13, Cengiz'in yanına git."

Kulaklıktan gelen Görkem'in sesiyle birlikte saçlarımı tek omzumda toplayarak ensemi açıkta bıraktım. "Hayır, o bana gelecek."

Cengiz'in favorisi olduğunu düşündüğüm, ara ara kimsenin ilgisini çekmediği için hayal kırıklığıyla baktığı tuhaf desenli tablonun önüne doğru ilerlettim adımlarımı ve pusuya yattım.

Kaya misafirlerin arasına karıştı, içkimden bir yudum daha alıp dikkatle bakmaya devam ettim tuvale. Çok geçmeden sırtımda bir çift göz hissettim.

'Üç, iki, bir.'

Arka fondaki klasik müziğe ve misafirlerin hafif uğultusuna rağmen bana yaklaşan adım seslerini seçebildim. Omuzlarımı dikleştirip yanıma kadar gelmesini bekledim.

"Nihayet birinin ilgisini çekebildi." Yüzünde bir gülümseme asılıydı, ellerini pantolonun ceplerine sokup sırtını duvara verdi. "Çok dikkatli bakıyorsunuz, ne düşündüğünüzü bilmek isterim Mila Hanım."

"Şimdiye dek nasıl olur da kimsenin ilgisini çekmez diye düşünüyordum." Sesime heyecan kırıntıları serpiştirmiştim. "İlk bakışta çok karışık, yoğunlaşınca çok derin. Sanırım uzun süredir böyle hissettirmemişti bana bir eser."

"Baban da mı Picasso'ydu be..." dediğini duydum Arda'nın. Ardından bir patırtı sesi geldi, muhtemelen içlerinden biri dikkatim dağılmasın diye Arda'yı susturmuştu.

"Sanattan anlıyorsunuz."

"Biraz." diye karşılık verdim. "Bu eserde No. 5 1948, Jackson Pollock esintileri sezdim, yanlış mıyım?"

Gözleri parladı. "Kesinlikle doğrusunuz."

"Bana kalırsa kendisi en cesur ressamlardan biriydi." İçkimden bir yudum daha alıp doğrudan gözlerinin içine baktım. "O zamana dek yapılmayan bir şeyi yaptı, kendi icat ettiği damlatma tekniği birçok sanat akımının da öncüsü oldu."

"Fırçasını palete değdirmeden yaptığı bu eser, sanat tarihinde yeni bir devrimdir benim fikrimce."

Gülümseyerek onayladım onu. "140 milyon dolara satılmıştı diye hatırlıyorum, yanılmıyorsam dünyanın en pahalı tablosu unvanını taşıyor."



(No. 5 1948, Jackson Pollock)


"Gerçekten bu konu hakkında fikri olduğunu düşünmeye başladım," dedi Can. "Yüzyıllardır bu işi yapıyor gibi konuşuyor."


"Bilgisayar ekranına bakmaktan kör olacaktı," dedi Görkem. "Araştırdığı her şeyi ezberlemiş, tıkır tıkır sızıyor Cengiz'in beynine."

"Koridordayım." Kaya, fısıldayarak konuşuyordu. "Ofise doğru gidiyorum. İstediğin zaman bu tarafa çekebilirsin adamı."

Şu an tam olarak avucumun içinde duruyordu, alabildiğim bütün bilgileri aldıktan sonra onu koridor tarafına sürüklemek en iyisi olacaktı.

"Haklısınız Mila Hanım, çok haklısınız. Her boya haykırışı temsil ediyor sanki. Pollock'un tekniğini kullandım sizin de söylediğiniz gibi. Bu bir eserden ziyade, bir terapi."

"Ruhun dışa vurumu." Başımı aşağı yukarı sallarken çapkın bir gülümseme yolladım. "Yalnız bir ricam olacak sizden. Mila demeniz yeterli, fazla resmiyete gerek yok."

Dudakları iki yana gereğinden fazla kıvrılınca yüzünde kurnaz bir ifade oluştu. Fırsat bilip bir adım yaklaştım ona doğru. "Satış gerçekleşecek mi bu gece? Böyle tuvaller yapabilen biri kesinlikle para kazanmalı." Hafif bir kıkırtı döktüm dudaklarımdan. Nefesini hızlandırdı bu.

"Yalnızca sol köşesinde imza olanlar satılıyor. Onların da alıcıları belli. Bunun dışında satış gerçekleştirmiyorum."

"Rezerve yani?" dedim yeniden gülümseyerek.

"Aynen," Gözleri zümrüt yeşili gömleğimin açıkta bıraktığı boynuma kaydı. "Yanındaki beyefendi nerede acaba?"

"Ah, hiç sorma. Benden mümkün olduğunca uzakta kalsın." Komikmiş gibi bir kahkaha attım. "Kendisi sıkıcı, sanattan zerre anlamıyor." Sesimi giderek alçalttım. "Üstelik, biraz aptal."

"Sağ ol ya," dedi Kaya. Bir an boşluğuma geldi, gülmemek için kendimi zor tuttum.

"O halde neden onunla birliktesin?"

Cengiz'e doğru bir adım daha attığımda gözleri yalnızca benim üzerimdeydi, konukları unutmuştu, sergiyi unutmuştu. Aklına girmiştim işte, bazı erkekleri kandırmak bu kadar kolaydı çünkü beyinleri yerine başka organlarını kullanmayı tercih ediyorlardı.

"Sebebi belli değil mi?" diye sordum, ukala gülümsememin arkasından. "Sanat yeteri kadar para etmiyor maalesef. Bazen sponsora ihtiyaç duyuyoruz. Ek iş gibi düşün."

"Bilmez miyim..." Mırıltısı, bir itirafın ayak sesleriydi sanki. Her an uyuşturucu sattığı dökülebilirdi dudaklarından. "Gerekiyor bazı," bir adım daha atınca nefesini kontrol edemez hale geldi, "ek işler."

"Siz de sıkılmıyor musunuz?" diye sorunca bir anda yüzü aydınlandı. "Bazen, bazı heyecanlar gerekiyor sanki."

"Hm..." diyebildi sadece.

"Dünden razı 3,14ç herif."

An itibariyle hayatımın en tuhaf küfrünü Görkem'den duymuştum:3,14ç.

Keşke ortam müsait olsaydı da buna rahat rahat kahkaha atabilseydim. Asıl sanat buydu işte, küfürün pi sayısıyla harmanlanmış hali...

Görkem'e de bu yakışırdı zaten.

"Sevgilin kızmasın?" diye sordu Cengiz, aptal aptal sırıtırken.

"Haberi olmazsa kızamaz, öyle değil mi?" Bu herifle cilveleştiğim için Analizcilerin evine gittiğimizde kendimi kusturmayı deneyebilirdim. "Ben biraz yaramazım galiba." İçkimden bir yudum daha alıp dilimi dudaklarımın üzerinde gezdirdiğimde bu son nokta olmuştu.

"Onu göreceğiz," dedi, suratının ortasına tükürmek istedim. "İlerideki kapıyı görüyor musun, koridora açılıyor. Sol tarafta tuvaletler var, sağda ofisim. Dikkat çekmeyelim, hangisine gitmen gerektiğini biliyorsun."

"Ağzının ortasına yumruk atasım geliyor, normal mi?" diye sordu Arda. Sesi biraz sinirli geliyordu. "Yavşak olduğunu söylediğinizde bu kadarını hayal etmemiştim," diye ekledi Can. "Benim bile bir yumruk sallayasım geldi."

"Herkes Cengiz'in şerefsizliğini konuşuyor, kimse benim kraliçemden bahsetmiyor," dedi Eylül, sırıtıyor olmalıydı. "Seninle çok iyi anlaşacağız Asya."

Saçlarımı bir kez daha kulağıma doğru ittirdim. Kulaklığımı gizlemek istemiştim refleks olarak.

"Boş bulundun," dedi Kaya. Ofise girmişti, kameralardan beni izliyordu. "Gerilme."

"Biz buradayız." Görkem'in sesinde güven vardı. "Kaya yanında, biz birkaç nefes uzağındayız sadece. Sakin ol, tamam mı?"

Onlar söyleyene kadar gerilmeye başladığımın farkına varmamıştım. Şimdiye dek gayet güzel idare edebilmiştim oysa. Derin bir nefes aldım ve Cengiz'in uzaklaşmasını izledim. O gözden kaybolduğu an, gözlerim Hasan'a kaydı. Cengiz'in peşine takılır sandım fakat aksine, tuvalleri inceliyordu alıcı gözüyle. Belki de rezervelerden biri ona aitti.

İçki bardağımı kenardaki masanın üzerine bırakıp az önce bana gösterdiği kapıya doğru yönlendirdim adımlarımı. Birkaç saniyelik gerginliğim, yerini özgüvenime bıraktı.

'Hiçbir topuk tıkırtısı bu kadar davetkâr çalamaz.'

Hayatımın fon müziklerini ayarlayan iç sesim, keşke biraz susabilseydi. Her sahneye uygun şarkı bulmasına gerek yoktu, kendimi odaya Tarkan şarkısıyla giriş yapan Arda gibi hissetmiştim birden.

"Ofise gelmedi, seni koridorda bekliyor." Kaya'nın sesi çok rahattı. "Ben hazırım, sen sakin kal yeter."

Sakindim. Kapıdan geçip koridora ulaştığımda, gerçekten de kollarını göğüs hizasında bağlamış beni bekleyen, kusma isteği uyandıran gülümsemesini takınmış Cengiz'le karşılaştım. Serginin sahibi olduğu için yokluğu elbet fark edilecekti, hızlı davranmalıydık.

"Fazla zamanımız yok." Elini tutup onu koridorun en sonundaki odaya kadar sürükledim arkamdan. Kafası çok başka yerlerdeydi, çok başka bir sebepten ötürü acele ettiğimi sanıyordu.

Aptal.

Hızlı adımlarıma çabucak ayak uydurdu, yüzündeki piç gülüşünü silmeden kapı koluna uzandı. Elini duvara doğru uzatıp lambayı yaktı, bana alık alık bakmakla meşgul olduğu için masanın arka tarafında kameraları izleyen Kaya'yı görmedi.

Cengiz'i içeri ittirdim, kapıyı kapattım. Beklentiyle bana bakarken elimi elinden kurtarıp kolumu boğazına dayayarak onu duvara yapıştırdım saniyeler içinde. "Sesini çıkarırsan nefesini keserim."

Cengiz'in gözleri Kaya'yı bulduğunda, yuvalarından fırlayacakmış gibi irileşti ve Kaya bir kahkaha patlattı. "Ulan... Şu sahneyi izlemenizi çok isterdim."

"Oha, Kaya gülüyor. Katliam var ve ben kaçırıyorum. Of!"

Arda'nın heyecanlı sesine karşılık Kaya daha çok güldü. "Mortal Kombat oyununa Asya'yı eklesek sırıtmaz yemin ederim. Çok keyiflendim, bir daha yapsana Asya."

Sanırım onu ilk kez bu kadar gülerken görüyordum. Şiddet seviyordu demek ki. "Hiç ciddi değilsiniz," dedim. "Gülesim geliyor." Bu sırada Cengiz, baskıyı azaltmadığım için konuşamıyor, hareketsiz kalıp olanları anlamlandırmaya çalışıyordu.

"Yemişim ciddiyeti." Görkem'in de sesi heyecanlıydı Arda'nınki gibi. "Büyük gösteri kaçtı ya, yanarım yanarım ona yanarım."

Cengiz'in boğazından kolumu çektiğimde soluklanma ihtiyacıyla ellerini dizlerine yaslayıp sık nefesler aldı. "Sen..." Öksürdü. "Kimle konuşuyorsunuz siz?"

Elimi saçlarına götürüp köklerini koparmak istermiş gibi çekerek onu odanın ortasındaki sandalyeye doğru sürükledim. Üstüme çullanmaya kalkınca dengem şaştı, sandalyenin köşesine tutunarak ayakta kaldım ve doğrudan silahıma davrandım. Kol çantamın içinden çıkarıp ona doğrultmam iki saniye bile sürmedi.

"Seni aşırı gebertesim var ama bize lazımmışsın."

İrkildi, uslu uslu sandalyesine oturdu.



Kaya bilgisayar ekranına bir kez daha göz attıktan sonra başını Cengiz'e çevirdi. Cengiz dehşet içinde izliyordu olanı biteni, hiç soğukkanlı değilken uyuşturucu işlerini nasıl idare edebildiğini düşünmeden edemedim. "Bak," dedi Kaya, başını sağa ve sola eğip boynunu çıtlattı, "ben hiç sabırlı biri değilim. Bu yüzden, yalnızca bir kez soracağım. İkincisinde ne yapacağımı da söylemeyeceğim, çok merak ediyorsan bekleyip görürsün; anlaştık mı?"

Başına yaslı silahın ardındaki adam titriyordu, bir şeyler vardı. Bir şeyler çeviriyordu. Pis işlerin bu kadar içindeyken şimdi böyle korkakça davranması hiç normal değildi. Kafasını sallayarak söylenilenleri onayladı ve sorusunu beklemeye başladı. "Kasan nerede?"

"Hırsız mısınız?"

Şakağına yaslı olan namluyu hafifçe hareket ettirdim. "Senden cevap bekliyoruz, yeni bir soru değil." Başını aniden bana çevirmeye kalktığında bakışları da değişti, Kaya'yla göz teması kurarken titreyen adam bana saf bir öfkeyle bakıyordu. "Masada, sol alt dolapta." dedi dişlerini sıka sıka. "Bu odadan sağ salim çıktığım takdirde istediğiniz parayı size veririm." Sesinde saklamaya çalıştığı sözcükler vardı ve beni giderek rahatsız ediyordu bu durum.

Bir şeyler dönüyor.

'Bir şeyler yapacak.'

Bir şeyler olacak.

Mete, iç sesim ve ben hemfikirdik fakat ne olacağını kestiremiyorduk. Kaya kasayı aramak için dizlerinin üzerine çöküp masanın arkasında kaybolduğunda, bir süredir beni huzursuz eden olay gerçekleşti. Cengiz, bir anda kolumu tutarak elimdeki silahı başımdan ayırdı ve tavana doğru çevirdi bileğimi. Panikleyip tetiği çekeceğimi, silah sesi duyulacağını ve kurtulabileceğini sandı; silahlara ihtiyacım olmadığını anlayamadı.

Parmaklarımı tabancamdan ayırdım, tabanca yere düştü. Bunu yapmamı beklemediğinden yalnızca bir saliselik şaşkınlık oturdu yüzüne, ardından öfkesi geri geldi. Nefretle baktı suratıma, bana doğru atılmaya karar verdi fakat ben ondan daha hızlıydım. Önce hâlâ bileğime kenetli olan kolunu kavrayıp koparmak istercesine ayırdım parmaklarını, sonra sandalyesine bir tekme savurdum ve sandalyesiyle birlikte geriye doğru devrildi.

Kaya başını masanın altından çıkarıp gürültünün nereden geldiğini anlamak ister gibi baktı, yerdeki adamı görünce tepki vermeden devam etti arama işlemine.

"İyi misin?" diye sordu Görkem, o an kanımda dolanan adrenalinden midir nedir, sesi yankı yaptı kulağımda.

"Problem yok," dedim yerde neye uğradığını şaşırmış halde yatan adama bakarak. Bacakları sandalyeye yaslandığından havada kalmıştı, sırtını düşerken çok sert vurmuştu çünkü kasıtlı olarak sert itmiştim sandalyeyi.

"Orospu!" dedi elini başının arkasına koyarken, acıyla ovaladı muhtemelen moraracak olan ensesini.

Kaşlarımı havaya kaldırarak ona meydan okudum, iki kısa adımda yanına vardım. Ayağımdaki siyah stilettomun topuğunu, delgeç misali bastırdım yere indirdiği bacağına. Acıyla haykırdı. "Senden zeki olan herkese orospu mu dersin?" diye sordum gözlerimi kısarak. Dudaklarımı büktüm. "Desene, dünya orospularla dolu."

"Uuuuv..." Bu tuhaf ses aynı anda Arda ve Can ikilisinden çıkarken Görkem'in kısık bir kahkaha attığını duydum. "Asya," dedi Eylül, diğerleri gibi değildi sesi, daha ciddiydi. "Parti kur oy verelim."

Gülümsedim, içten değil, oldukça sahte bir gülümseyişti. Benden korksun istedim. Kaya'ya titreyerek bakarken bana saldırmaya cesaret edebilen bu herifi, beni küçümsediği için cezalandırmak istedim.

Kontrolümü elimden azıcık kaçırsam, kokpitimin başına öfkem geçiyordu ve o kullanıyordu kanadı kırık uçağımı. Pilot koltuğuna o oturunca, aşağı bakıp hangi denize çakılsam diye düşünüyordum çünkü her öfke; beraberinde dibi getiriyordu.

Topuğumu bacağından çektiğimde pantolonunda içeri doğru göçük şeklinde bir iz kaldı. Cengiz hızlıca doğrulup oturur pozisyona geçti, gözleri bacağındaydı, acıya ve ize odaklanmıştı. "İmzam olsun," dedim, dizlerimin üzerine eğilip az önce yere bıraktığım tabancayı aldım ve pantolonumun arkasına sıkıştırdım. "Bulabildin mi?"

Kaya çoktan ayağa kalkmıştı, ceketinin iç cebine bir şey koyuyordu. Ben kasayı bulup bulmadığını sorarken o şifreyi bile kırıp içinden buraya kadar gelme sebebimiz olan fotoğrafları almıştı.

Kilitli her nesne ondan sorulur, demişti Görkem. Bunu bugün kendi gözlerimle görmüştüm: Kaya, Analizcilerin anahtarıydı.

Birkaç uzun adımda yanımıza geldi, yerdeki adama tepeden tepeden baktı. "Kopya var mı?"

"Ne kopyası?"

Kendi silahını çıkarıp doğrulttu Kaya. "Fotoğrafların kopyası var mı?"

Cengiz'in gözleri irileşti, bizi hâlâ hırsız sanıyor olmalıydı fakat şimdi anlamıştı neyin peşinde olduğumuzu. "Siz, o şerefsizin arkadaşısınız," dedi aydınlanır gibi.

"Teveccühünüz," dedi Görkem, sesi alaycıydı.

Kaya'nın kaşları çatılırken bir adım daha attı yerdeki adama doğru. "O şerefsizden bir şarjör dolusu selam getirdim." Yüzündeki ifade korkutucuydu. "Sana iletmemi ister misin?"

"Neden önemli?" diye sordu Cengiz, Kaya'ya aldırış etmeden. Başını önüne eğdi, tekrarladı. "Neden bu kadar önemli? Beni kandırmaya çalışan herifin teki, adını bile bilmediğim o adamın saçma fotoğrafları sizin için niye değerli olsun? Yoksa siz de mi düşmansınız ona, siz de mi kim olduğunu bulmaya çalışıyorsunuz?"

"Gizemli olduğum doğrudur," diye mırıldandı Görkem, alttan alttan güldüğünü belli eder bir sesle.

"Aslında biliyor musun," hafifçe eğildi Kaya, Cengiz'le göz temasını güçlendirdi, "benim için önemli olan bu fotoğraflar değil. Onun kimliğini arıyor olmanız da değil. Sen, benim kardeşimin peşine adam taktın; onu izledin, onu riske attın. İşine yarayacaktı, bu yüzden onu öldürmedin ama öldürebilirdin ve inan bana, ona en ufak bir zarar vermiş olsaydın şu an senin derini yüzüyor olurdum."

Kardeşim, demişti Görkem'den bahsederken. Bu bir anlık duraksamama neden oldu. Kaya buz gibi duruyordu dışarıdan. Kimseyi umursamıyormuş, kimseye değer vermiyormuş gibi. Görünüş aldatıcıydı, görünüş yalancıydı. Nasıl Can ve Arda arasında imrenilecek bir bağ olduğu ilk bakışta anlaşılacak kadar güçlüyse, Görkem'in değeri de Kaya'nın gözünde öyleydi.

"Ve şimdi, benim kuklam olmayı kabul etmezsen yine yüzerim derini." Kaya, çenesiyle beni gösterdi. "Hatta o da yapabilir. Sana bir hak tanırım, sen seçersin katilini. Yeterince net miyim?"

"Anlat." Cengiz canını seviyordu belli ki. "Yapacağım ne istiyorsan."

"Ne yapacaktın fotoğrafları?"

"Satacaktım," dedi anında. "Hasan'a. O içeride, şüphelenmeye başlamış olabilir yokluğumdan."

Kaya yeniden masanın arkasına geçip bilgisayar ekranına baktı. "Kendini bu kadar değerli görmemelisin. Salon avucumun içinde duruyor, başını çevirip de seni arayan bir kişi dahi yok." Sesli bir nefes verdi. "Söyle bakalım, var mı başka kopya?"

"Yok." Başını iki yana salladı. "Eğer olsaydı, onları Hasan'a satamazdım. Hasan kendini güvenceye alır, arkasından iş çevirseydim bunu bir şekilde öğrenirdi. Orijinallerini istedi, onu da ben alacağım ve bütün bu olanları unutacaksın dedi. Bekliyor şimdi, fotoğrafları daha önce görmedi. Yalnızca bir tanesine baktı, onu da ona ben götürmüştüm zaten tanıyor mu diye sormak için. Diğer resimlere talip olması beklemediğim bir şeydi."

"Tahmin ettiğin gibi," dedi Arda, muhtemelen Can'ı kastetmişti. Can da bu senaryoyu kurmuştu Analizcilerin salonunda oturduğumuz akşam.

"Yalan söylemiyor." Can'ın sesi kuşku barındırmıyordu, netti. Kimse onu sorgulamadı, Kaya başını hafifçe salladı sanki arabadakiler onu görebilecekmiş gibi. Parmakları klavyeye yerleşti, sanırım kameranın bizi görüntülediği anları yok ediyordu.

"Şimdi," dedim Cengiz'e. "Hasan hiçbir şeyi çakmayacak, ona yalan söylediğini sanacak. Kandırılmış hissettireceksin. Anlıyor musun?"

"Ya sonra? Beni öldürecek. Harika plan."

"Bizim korumamız altında olacaksın." Parmaklıkların ardı da bir nevi korunma sayılabilirdi bence. Cengiz bizim polis olduğumuzdan hâlâ bihaberdi. İşte bu yüzden bizimle gelirken tereddüt etmeyecekti, ta ki gerçekler yüzüne çarpılana kadar.

"Size nasıl güveneceğim?"

"Başka şansın mı var ibne?" diye sordu Kaya, parmakları hâlâ klavyede hareket ederken gözlerini Cengiz'e dikmişti. Tuşların yerlerini ezbere biliyordu, yapması gerekeni gözü kapalı dahi yapabilirdi. "Artiste bak, nasıl güvenecekmişmiş. Güveni falan bırak da seni öldürmediğime dua et."

"Tamam." Durdu, ciğerlerini havayla doldurdu. "Tamam. Siz ne diyorsanız o." Yine o sakinlik gelmişti yüzüne, halbuki az önce öldürülmekten bahsediyordu.

Kaya cebinden çıkardığı aleti, ona uzatıp kulağına takması gerektiğini söyledi. "Ensende olacağız. Tek bir yanlış hareketine bakar alacağın nefes sayısı. Şüphe çekersen, tetiği çekerim."

Sözler, silahlardan daha güçlülerdi. Birkaç kelimeyi şarjöre dizilen kurşun misali sıralıyordunuz arka arkaya. Namlunuz, dilinizin ucuydu. Belli bir bölgeyi hedef alıp çekemiyordunuz tetiği.

Sözcükler mermi kovanı gibiydi işte bu yüzden. Onların nereden sekip nereye saplanacağını bilemezdiniz.

Fakat eğer cümlelerinizi tehdit kılıfıyla sararsanız, o hissi duruşunuzla da verebilirseniz karşınızdaki insana; o zaman doğrudan damarlara enjekte oluyordu sarf ettiğiniz kelimelerin her biri. Onlar da bir araya gelip korkuyu oluşturuyordu.

Yeterince özgüvenle edilen tehdit, önünde sonunda korkuyu doğuruyordu ve böylece rakibi güçten düşürüyordu.

Yaptığımız buydu.

Yaptıkları buydu.

Koca bir adamı yerde tir tir titreten de buydu.

Gömleğimin yakasını düzelttiğim sırada yavaşça yerden doğrulan Cengiz hâlâ bana öfkeyle bakıyordu. Yenilmenin nasıl hissettirdiğini az çok tahmin ettiğimden yadırgamıyordum onu, sonuçta her gün bir kadın tarafından göt edilmiyordu. Hazmetmesi zor olabilirdi.

"Mila," dedi Kaya. Sahte kimliklerimizi kullanmaya devam ediyorduk, sanki bunu hatırlatmak için söylemişti. "Aynı anda hepimiz çıkmayalım dışarı. Biz önden gidelim, galeriyi tamamen terk ettiğimizi gördüğünde arkadan gelirsin."

"Birlikte mi ayrılacağız buradan? Hasan anlar her şeyi."

"Bir sus be çok bilmiş," dedi Eylül bıkmış sesiyle. "Halledecekler herhalde."

Cengiz kulaklığı taktığı için Eylül'ü duyabiliyordu. "Sen kimsin amına koyayım?" dedi anlık bir refleksle.

"Çeneni kapatmazsan ben uçacağım buradan sana," dedi Arda, kulaklarımızı delmek ister gibiydi. Onun sesini ilk kez öfkeli duyuyor olabilirdim.

"Kaç kişisiniz siz?"

"Örgütüz biz. 98 kişiyiz." Kaya bunu ciddi bir şekilde söylediğinden Cengiz'in gözleri pörtledi ve ben kenardan gülmeye başladım.

"Hadi, gidin artık."

Cengiz önde, Kaya hemen arkasında ofisten çıktıklarında bilgisayarın başına geçmiştim. Kaya bizim olduğumuz görüntüleri silmişti ama buradan çıktığımızda yeniden kameraya yakalanacaktık. O kayıtlar için de bir şey yapmış mıydı acaba?

Yapmıştır.

Kafamı sorulardan arındırıp bulunduğumuz ana odaklandım. Kaya, serginin sol köşesinde tek başına inceliyordu tabloları. Bir gözü Cengiz'in üzerindeydi.

"Söylediklerimi harfiyen tekrar edeceksin," dedi Can. "Tepki verme, omuzlarını dik tut. Çok nefes alma."

"O niye?" diye sordu Cengiz.

"Sinirimi bozuyorsun." Güldüm. Sakinlik abidesi gibi görünen Can'ın bile sinirleri gerilmişti bekleye bekleye. "Hasan'ın yanına gelmesi için bir işaret yap."

Cengiz parmaklarıyla bacağının kenarında ritim tutmaya başladı. Hasan'ın gözleri önce onun parmaklarına, ardından gözlerine çıktı ve yavaşça Cengiz'in yanına ilerledi. "Paranın kokusunu alıyor musun?" diye sordu yanına varır varmaz.

"Ufak bir aksilik çıktı," dedi Can. Cengiz'in tekrar etmesi için ona zaman tanıdı. "Elimde yalnızca tek bir fotoğraf vardı. Sana gösterdiğim dışında yoktu fakat sen para teklif edince, yeni fotoğraflar bulabilirim sanıp kabul ettim. Yok. Yer yarıldı da içine girdi herif sanki."

Can söyledi, Cengiz papağan gibi tekrarladı kelimesi kelimesine.

"Başımıza bela olacak bu adam," dedi Hasan, Cengiz başıyla hafifçe onayladığında Hasan ona bağırıp çağırmadığı için şaşkın görünüyordu. "Neyse, tablomu alıp gideyim bari. Gecenin sonuna kadar kalamayacağım maalesef."

"Ben de öyle," dedi Cengiz, bu defa Can'ı tekrarlamıyordu. "Eserlerin satışıyla Selma ilgilenecek. Benim bir işim çıktı."

"Pekâlâ," dedi Hasan. Yüzünde mimik değişikliği olmamıştı, gerçekten inanmış gibi duruyordu Cengiz'e. Uzanıp onun elini sıktı. "O halde tekrar görüşmek üzere eski dostum."

Cengiz kısa bir tokalaşmanın ardından başka bir kadının yanına yol aldı ve ona acilen çıkması gerektiğini söyledi. Selma olduğunu düşündüğüm kişi, üzerindeki kırmızı ince askılı elbisesinin eteğini hafifçe aşağı çekiştirirken kafasını salladı. "Elbette efendim. İyi geceler."

Kaya hızlı adımlarla şüphe çekmemeyi başararak misafirlerin arasından sıyrıldı ve çıkışa ilerledi. "Dışarı gel Cengiz," diye fısıldadığında Cengiz de kapıya doğru yönelmişti.

"Doğru zamanı bulduğunu düşündüğün an çık oradan 13," dedi Görkem.

Konukların durumuna şöyle bir göz attım. "Kayıtları hallettin mi?" diye sordum Kaya'ya.

"Telefonumdan kameralara sızdım. Mekânı izleyebiliyorum şu an. Yaklaşık yedi dakika içinde oradan ayrılman gerekiyor, içinde bizim göründüğümüz zaman dilimini imha edeceğim. Dışarıdan müdahale ettiğim için beni bulamazlar. Gerçi, beni zaten bulamazlar."

"Görüntüler imha edildiğinde bir tuhaflık olduğu anlaşılmayacak mı?"

"Mila, Cengiz'i kendi sergisinden kaçırıyoruz. Sence bu daha tuhaf değil mi?" Can çok mantıklı konuşuyordu, birden sinir olmuştum.

"Doğru," dedim omuz silkerek. Ekrana bir kez daha baktım. "Yedi dakika mı demiştin?"

"An itibariyle 6 dakika 28 saniye." Cevap, bekleneceği üzere Görkem'den gelmişti. Parmaklarımı fareye götürüp Hasan'ın olduğu taraftaki kamera görüntüsünü tam ekran yaptım. Yaklaştırdım, yaklaştırdım, netledim.

"Gözlerinin kenarları kızarık, kravatını doğru düzgün bağlayamamış, yamuk duruyor."

"Ne anlatıyorsun?" diye sordu Can.

"Eli titriyor, kravatı ve ceketi uyumlu değil. Aceleyle buraya gelmiş gibi. Sadece tablolarla ilgileniyor, sürekli gözü muhtemelen kendi için rezerve edilen tabloda. Bir an önce alıp gitmek istiyor ama dikkat çekmek istemiyor. Köşelerde dolaşıyor ve sırtını dönüyor. Göz önünde olmaktan kaçınıyor, onu tanıyan biri mi var?"

Hızlı konuşmamın ardından bir saniye soluklandım. "Hayır yok ama işi acele gibi." Yüzünü daha da yakınlaştırdığımda sadece göz çevresini inceledim bu defa. "Hasan uyuşturucu mu kullanıyor?" diye sordum. "Cengiz, yanındaki adam kafana sıkmasın istiyorsan bana hemen cevap ver. O yüzden mi sana eski dostum dedi? O senin müşterin mi?"

Kulaklığın öbür ucu ölüm sessizliğine büründü, sindirmeye çalışıyorlardı sanırım söylediklerimi. "Huh..." diye bir ses çıkardı Arda. "Galiba avuçlarıma akan şey benim kalbim, al senin olsun Mila Tokel. Durma al."

"Cevap ver lan kıza," dedi Kaya, yanlış yorumlamadıysam Cengiz'in ensesine vurmuştu.

"Evet," dedi Cengiz bir solukta.

"Aklından ne geçiyor bilmiyorum ama oradan çıkman gerekiyor," dedi Görkem. Sesinde endişe sezdim. "İşimiz bitti, basıp gidelim."

"Bana beş dakika verebilir misin?" diye sorduktan sonra etrafıma bakınmaya başladım. Tenim çok beyaz olduğundan ufak temaslarla bile kızarabiliyordu fakat bana biraz morluk lazımdı. Gömleğimin kollarını kıvırıp dirseğimin iç kısmını sertçe masanın köşesine vurdum.

"Hemen hemen o kadar zamanın var zaten," dedi. "Ne yapıyorsun?" Muhtemelen kolumu vururken çıkarttığım ses için sormuştu bunu. Hızlıca çantamdan telefonumu çıkardım ve kamerasını açıp karşıma koydum. Parmaklarımı gözlerimin kenarlarına bastırdım, neredeyse derime gömüleceklerdi. Biraz bekledikten sonra önce koluma, sonra gözlerime baktım. Kolumdaki kızarıklık biraz koyu renkliydi, kızıla çalıyordu. Mor olmasa da işimi görür gibi duruyordu. Gözlerim de hafif kızarmaya başlamıştı.

"Uyuşturucu kullanıyorum." Tehlikeli bir tebessüm yerleşti suratıma. "Yani, o öyle sanacak."

"Kendini ona tanıtacaksın, seninle ilgilenecek. Bir taşla iki kuş vurarak günü kapatacaksın ve ileride işimize yararsa diye elimize bir koz geçireceksin." Görkem heyecanlanmış mıydı, bana mı öyle geliyordu?

Saniyelerle yarıştığım için hızlı olmak zorundaydım. Saçlarımı kabaca düzelterek ayrıldım ofisten, adımlarım doğrudan serginin bulunduğu salona ilerliyordu. Hâlâ köşede tek başına duran, muhtemelen alacağı tabloya bakan Hasan'ın yanına vardım. "Pardon," dedim omzuna dokunarak. "Cengiz Bey'i gördünüz mü acaba?"

Kimsenin onunla konuşmasını beklemediğinden olacak ki ilk başta irkildi, tuhaf tuhaf baktı bana omzunun üzerinden. "Az önce çıktı kendisi. Yalnız, bunca kişinin içinde neden bana soruyorsunuz?"

Adam uyanık çıktı Yağmur.

"Kendini riske atma, şüphelendiğini hissettiysen yavaşça sıyrıl oradan." Görkem, henüz beni yeni tanıyordu. Bu söylediklerini çok kafama takmadım o yüzden.

"Açıkçası, misafirlerin çoğu çiftlerden oluşuyor ve kadınlarla konuşmaya kalktığımda beni öldürecekmiş gibi bakıyorlar." Sahte bir kahkaha attım. "Sanki eşlerini yiyeceğim, olacak iş değil!"

"Oyuncu olsan çok iyi para kırabilirmişsin," dedi Arda.

Onu duymazdan geldim. "Fakat sizi rahatsız ettiysem kusuruma bakmayın lütfen. İyi akşamlar dilerim." Sırtımı ona döndüğümde bir saniye kadar beklememe bile gerek kalmadı, elini bileğime sararak durdurdu beni.

"Esas benim kusuruma bakmayın. Kabalık ettim." Gülümsedim. Elini uzattı. "Hasan Çıracı," dedi. "Mila Tokel," diyerek karşılık verdim tokalaşırken. Gözleri, göz çevremde dolaştı. Ardından koluma indi. Büyük ihtimalle kendisi farkında değildi ama kaşları hafifçe çatıldı.

"Alıcı mısınız?"

"Alıcı gözüyle bakmaya geldim diyelim."

"Kalitelidir," dedi. "Eskiden beri tanışırız Cengiz'le. Becerir bu işi."

"Aklımda bulunduracağım." Yine güldüm, gülmek ne zor işti. "Sanırım Cengiz Bey geri gelmeyecek, artık gitsem iyi olur. Sizinle tanıştığımıza çok memnun oldum."

"Ben de Mila Hanım," dedikten sonra başıyla selam verdi. Arkamı dönüp çıkışa ilerlerken keşke biraz daha zamanım olsaydı diye geçirdim içimden fakat bir an önce buradan çıkmam gerektiği için konuşmayı kısa kesmiştim.

Uyuşturucu kullandığımı düşünmeye başlayana kadar benimle ilgilenmeyen gözleri, görmesini istediğim şeyi görmeye başladığında ışıltılarla süslenmişti. Böylece ufak da olsa bir şeyler öğrenmiştim hakkında.

"Koz elimizde," dedi Görkem, sesi oldukça keyifli geliyordu. Girerken üzerimden paltomu alan adamın gözlerinin içine bakıp omuzlarımı silkerek paltomu getirmesi gerektiğini işaret ettim. Hızlıca arkasındaki askılıktan alıp omuzlarıma bıraktı. Büründüğüm egodan ötürü ona teşekkür etmeden ayrıldım sergiden.

"Arka sokaktayız," dedi Kaya. Duraksamadan arka sokağa giden yola saptım. Ayın çevresinde kara bir bulut dolaşıyordu bu gece, yine de ay ışığını kapatmaya yetememişti. Ay inatla parlamayı seçmişti sanki.

Bak buluta, söndürememiş ayı. Ay yine parlak, sen yine parlaksın.

Değilim, diye geçirdim içimden. Titrek bir ışığım sadece, yanıp sönüyorum durmadan. Herkes böylelerine güvenilmeyeceğini bilir, sağları solları belli olmaz benim gibilerin.

Bu gece, elimden gelenin en iyisini yapmıştım Analizciler için fakat bir başka gün, belki de onları kendi ellerimle batırabilirdim.

Kafamdan o kadar çok düşünce geçiyordu ki, keşke bazılarını satabilseydim. Keşke düşünceleri kapatmak için bir tuş olsaydı da, hayatım boyunca bir parmağımı o tuşun üzerine bastırabilseydim.

Aşırı fazla düşünüyordum. Saçma sapan anlarda, saçma sapan bir şeye odaklanırken aklımdan yine saçma sapan şeyler geçiriyordum sürekli.

Ay ışığına bakarak Analizcileri batırabileceğimi düşünmüştüm.

Bir gün kendi kuyruğunu ısıran yılan misali, aklımdan geçirdiklerim tarafından zehirlenerek öldürülecektim.

Arabaya vardığımda şoför koltuğunda Kaya oturuyordu, arka koltuktaysa başını öne eğmiş sesini bile çıkarmayan Cengiz vardı. Yolcu koltuğuna geçtim, beni gördüğünde yine bakışlarında öfke belirdi, yine gözlerinden kıvılcımlar saçtı. Şeytani bir gülücükle karşılık verdim ona. "Gitmiyor muyuz?"

Kaya cevap verme fırsatı bulamadan arabanın kapısı bir kez daha açıldı ve Görkem atladı arkaya. "Selam, yine ben."

Cengiz'in yüzündeki ifade güzel çekirdeklerin arasından çürük çekirdeği alıp yemiş gibi ani bir hızla buruştu.

Alık alık izledi Görkem'i. Gereğinden uzunca bir süre bunu yapmaya devam edince Görkem omuzlarını düşürüp ona göz kırptı. "Bana öyle bakma, anlayacaklar."

Kulaklığın diğer ucundan ve şoför koltuğundan kısık kısık gülme sesleri geldiğinde nihayet Görkem de gülmeye başladı. "Özledin mi lan beni? Mecnun oldun çöllere düştün bulacağım diye. Bak, kavuştuk işte." Cengiz hâlâ pörtlek gözleriyle sessizce ona bakıyordu. "Ama ben Leyla değilim be Cengiz," dedi Görkem. "Çöl yılanıyım ben, derim kumlarla aynı renk. Bana yürürken beni fark edemezsin, bir bakmışsın yanıma kadar varmışsın ruhun duymadan."

İnce ince işleyip denklem kurar gibi kuruyordu cümlelerini. Cengiz ise matematikten bihabermişçesine bakıyordu hâlâ onun suratına. "Fotoğrafları aldın zaten, benimle derdin ne ki senin?"

"Aşığım sana," dedi Görkem, kulağımda Arda'nın 'puhahah' şeklinde başlayan kahkahası yankılanınca kulaklığımı çıkarıp torpidonun üzerine koydum.

"Ben de yaramazım biraz." Kaşlarını kaldırarak başını bana doğru eğdi Görkem. "Onun yaramazlığını görmek istemiştin, benimkini de görmek istemez misin?" Boynunu sağa ve sola yatırarak çıtlattığında yüzündeki alaycı ifade yerini saf bir ciddiyete bırakmıştı. "Bana da orospu desene." Psikopat gibi bakıyordu. "De, de. İçinde kalmasın."

Sinirle sert bir soluk verdi. "Oğlum, desene lan. Söyle hadi. Yemiyor mu? Ona diyebiliyorken bana niye diyemiyorsun?" Belli ki Görkem de Cengiz'in cinsiyetçi bir pislik olduğunu anlamıştı. "Keşke sana ihtiyacım olmasa, keşke dilini koparabilsem," diye devam etti. Bakışları, normal zamandakinden çok daha farklıydı. Mavilerinin gerisinde şimşekler çakıyordu.

Yeni biriyle tanıştım o an: kontrolsüz Görkem. Kendini frenlemeyi bıraktığında karşılaşacağım karakteri buydu. Söylediklerini gerçekten yapabilirdi. Açık konuşmam gerekirse, böyle bir yönü olabileceğini tahmin etmemiştim.

Sonra bir anda omuz silkerek gülmeye başladı, ruh hali öyle çabuk değişti ki ne olduğunu anlayamadım. Az önce gördüğüm karakter, geldiği gibi geri gitti. "Sür kardeşim sür," dedi Kaya'ya. Hâlâ gülüyordu. "Bunu karakola bırakalım. Yarın gideriz sorgusuna."

"Karakol mu?" İşte şimdi far görmüş bir tavşandan farksızdı Cengiz. "Sen..." Şok içindeydi, çarpılmış gibiydi. "Polis misin? En başından beri?"

"Yok, sonradan polis oldum."

"Ben bir polisin peşinde miydim bunca zamandır?"

"Peşime taktığın adam, işe yaramazın tekiymiş belli ki." Görkem sırtını arkaya yaslayıp başını da geriye yatırdı. "Mesleğimi bile bulamamış, boş yere para saymışsındır bir de ona."

"Bir kafede çalışıyorsun." Cengiz hâlâ sıyrılamamıştı o şoktan. "Garsonsun hatta."

"Öyle görmeni istedim." Kaya, Görkem'in cevabıyla birlikte bir kaşını havaya kaldırdı. Haberi yoktu galiba bundan. "Başta dikkatsizlik ettim, fark edemedim belki o adamı. Eline ne gibi bir koz verdim bilmiyorum ama bir yerden sonra sadece benim görmeni istediklerimi gördün. Her sabah evimden kilometrelerce uzaktaki o kafeye gittim, ne adresimi tespit edebildin ne de gerçekte ne iş yaptığımı."

"Kafeye gitmekle kalmadın, orada çalıştın. Servis yaparken fotoğrafların var! Anlamıyorum."

"Şeytan tüylüyüm demek ki ben." Göz kırptı. "Biraz tatlı dille, yılan delikleri açıyorum insanların kafalarında. Demiştim ya, çöl yılanı."

"Sabahları karakolda işim var diye evden çıkıp kafede garsonluk mu yapıyordun gerçekten?" diye sordu Kaya. Dikiz aynasından Görkem'e bakıp gülümsedi. "Harbi manyaksın sen."

"Öyle deme, ek iş yaptım. Para bile kazandım."

İçten içe gülüyordum ben de. Görkem, gerçekten göründüğünden tehlikeli biriydi. Bırakın şeytana pabucunu ters giydirmeyi, onu suya götürür susuz getirirdi.

"Beni hangi suçla yargılayacaksın?" Cengiz ellerini hareket ettirdiğinde Görkem refleksle sırtını dikleştirdi fakat Cengiz yalnızca ellerini birbirine kenetledi. "Sana bir şeyleri itiraf edeceğimi mi sanıyorsun? Önünde sonunda serbest kalacağım. Üstelik kim olduğunu da biliyorum artık."

"Kanıtım olmasa seni öylece alır mıydım IQ'suz herif?" Parmaklarıyla dizinin üzerinde ritim tutuyordu. "Hem, söylesene ne biliyorsun hakkımda? Mavi gözlü, yakışıklı ve zeki bir polis olduğumu söyleyerek adımı mı soruşturacaksın etrafta?" Alaycı yüz ifadesi, Cengiz'in yüzüne indirdiği bir tokattı sanki.

"Mila Tokel, Birkan Balamir... Sence bu iki isim de yetmez mi hakkında bir şeyler bulmama?"

"Allah aşkına sus artık, 'bütün sokağın IQ'sunu düşürüyorsun Anderson' diye bağırasım geldi yemin ederim." Nefes alamıyormuş gibi camını tamamen açtı Görkem. "Bir de bunu uyuşturucu işlerinin başına vermişler. Şaka gibi. Kimlerle uğraşıyoruz."

"Yokluğumu fark edecekler. Elbet bulacaklar sizi. Kayıtlar var!"

"He," dedi Kaya. "Var kayıtlar, he."

Bir anda Cengiz bana doğru atılıp saçımı yakaladı. "Seni öldüreceğim," diye haykırıyordu çıldırmış gibi. Bu gece yaşadığı bütün yenilgilerinin acısını saç köklerimden çıkarmak istiyor olmalıydı. "Yemin ederim, yemin ederim geberteceğim seni."

Tüm bunların olması saniyelik bir şeydi, diğer saniyeye geçtiğimizde bir eliyle Cengiz'in boğazını kavrayıp onu koltuğa mıhlayan kontrolsüz Görkem girdi devreye. Bu hali gerçekten korkutucuydu. "Sonsuz tane sayı var ya hani, hepsini bir bir götüne sokarım senin. Otur şuraya doğru düzgün, benim tepemin tasını attırma."

Bu adamın küfürleri de bir değişik Yağmur.

Olana bitene çok fazla odaklanamadım çünkü saçlarım acıyordu. Bunu yüzüme yansıtmamaya özen göstererek umursamaz bir tavırla diğer omzuma doğru attırdım onları. Canım gerçekten yandığı zamanlar nedense bunu belli edersem ölecekmişim gibi davranıyordum.

Görkem'in gözleri benim üzerimdeydi, bunu hissetmiştim; Kaya ise yola bakıyordu hâlâ. Başımı cama doğru çevirip dışarıyı izlemeye koyuldum çünkü dönüp arkama baksaydım eğer, bana Cengiz'in parmaklarını kırdırabilecek o öfke yer etmişti içimde.

On beşe kadar sayarken kol saatime bakmak istedim fakat onu bu gece takmadığımdan boş bileğimle bakıştık bir süre.

Kaya, arabayı durdurduğunda aşağı inmeye hiç yeltenmedi, Görkem Cengiz'in ensesinden tutarak karakola sürükledi onu. Bizim arabanın arkasında da direksiyonun başında Can'ın olduğu diğer araba duruyordu. Onlar direkt eve gitmek yerine neden karakola gelmişlerdi acaba?

Belki de her şeyi beraber yapmayı seviyorlardı.

İki dakika ya geçti ya geçmedi, Görkem yeniden arka koltuktaydı. "Seni öldüreceğini söyleyip duruyordu." Dudakları yukarı kıvrıldı. "Yavaş öldürsün."

Belki üç gün kadar önce olsa, ölüm fikri bana cazip gelebilirdi. İnkâr etmeyecektim, gerçekten cazip geldiği dönemlerden geçmiştim ve bu dönem sadece Mete'nin ölümünden sonraki günlerle sınırlı değildi. Öncesinde de ağır depresyonlara girmişliğim vardı, hatta bazen sadece Mete'nin hatırına yaşadığımı düşünürdüm.

Mete de gidince, hatırına yaşayacağım kimse kalmamış gibi hissetmiştim.

Ama bugün, o hisler için bir güncelleme gelmişti.

Yine de, ben kabul etsem bile sürümümün bu güncellemeyle uyumlu olup olmadığından emin değildim.

Göreceksin.

'Göreceğiz,' diye düzeltti iç sesim, içimdeki bir diğer sesi.

Kaya tekrar gazı kökledikten bir süre sonra Görkem telefonunu açtı. Bir numara tuşladı ve gecenin bu saatinde lahmacun siparişi verdi. Arda'yla iddiaya girdiklerini hatırladım, bu iddia sayesinde hepimizin karnı doyacaktı bu gece.

"Garsonluktan kazandığın paralarla mı ödeyeceksin?" diye sordu Kaya, bıyık altından gülerek.

"Karın tokluğuna çalıştım resmen." dedi Görkem. "Allah yardımcıları olsun, maaşlar yerinde sayarken hayat giderek pahalılaşıyor. İnan ki o paraya bazı müşterilerin kahrını çekmek çok zor."

"İtiraf et hadi, polis olmasan kafayı yerdin."

"Polis olmadığım zamanlardaki halimi biliyorsun."

Kaya ve Görkem, eski arkadaşlar mıymış Yağmur?

Öylelerdi sanırım.

Yolun geri kalanında ikisi de konuşmayınca ben de sustum haliyle, ki bu oldukça işime gelen bir eylemdi. Sitenin önüne vardığımızda motorlu kurye de aynı anda gelmişti bizimle.

'Yuh, bunu da mı hesaplamış ruh hastası?'

Umarım zamanla alışabilirdim, her defasında Görkem'e şaşırmak istemiyordum. Arda ellerini birbirine çarparak indi arkadaki arabadan, Görkem de parayı ödemek için çıktı dışarı fakat muhtemelen Arda'nın bir anda sırtına atlamasını beklemiyordu.

"Görkem reis!" Görkem onu düşürmemek için hızlıca ellerini Arda'nın bacaklarına sararken Arda uzanıp onun saçlarını öptü. "Kralsın be sen!"

Kuryenin garipseyerek bakmasını beklemiştim ama sürekli sipariş ettikleri bir yerin çalışanı olmalıydı, karşısındaki olayı gayet normal karşılamıştı çünkü. "Dur da parayı ödeyeyim şebek." Arda, onu dinlemedi ve inmedi sırtından. Görkem de o halde parayı ödeyip poşetleri teslim aldı. "Oğlum, çocuk musun sen? İnsene aşağı. Arabaya nasıl bineceğiz böyle?"

"Beni eve kadar taşısan olmaz mı?" İsteği çok masum gelmişti, üstelik sesindeki çekingenlikle sormuştu bu soruyu. Arda, sadece birilerinin sırtına atlamayı seviyor sanıyordum, artık işin daha duygusal bir boyutu olduğunu düşünmeye başlamıştım. Belki de bir anısı falan vardı.

"Tamam," dedi Arda, kırık bir sesle. "İniyorum."

"Dur ulan dur." Görkem elindeki poşetleri açık camımdan bana doğru uzattı ve tekrar doğruldu. "Sıkı tutun tamam mı?"

Arda bir elini yumruk yapıp havaya kaldırırken diğer elini Görkem'in boynuna sarmıştı. "Kıyamıyorsun değil mi bana?"

"Saçma ama gerçekten kıyamıyorum," dediğinde, Kaya içten bir tebessümle ikisini izliyordu. "Hadi madem, gidiyoruz biz."

Onların peşine takıldık, tempoyu Görkem'in yürüyüş hızına göre ayarladı Kaya. Neyseki çok fazla yolumuz yoktu, Görkem ölmeyecekti eve varana kadar.

Elimdeki lahmacun paketleriyle uzunca bir süre bakışırken ne kadar aç olduğumu yeni fark ediyordum. Normalde beni rahatsız edebilecek soğan kokusu, o an dünyanın en güzel kokusuymuş gibi geliyordu burnuma.

Sitenin diğer ucuna, Analizcilerin evinin bulunduğu tarafa, vardığımızda Kaya beni evin önünde indirdikten sonra kendisi garaja park etti. Can da Eylül'ü indirip aynısını yapmıştı. Arda hâlâ Görkem'in sırtında duruyordu. Evet, Görkem ölmemişti ama insan birazcık yorulurdu en azından. Öyle ki, nefesi bile kontrollüydü. Sanki koca bir adamı değil de küçük bir böceği taşıyormuş gibi elini kolunu sallaya sallaya gelmişti buraya kadar.

Arda, bu kez de onun kafasını geriye doğru çekip alnını öptü ve aşağı atladı. "Eyvallah, seviyorum seni deniz gözlüm."

"Arda, bana mı yürüyorsun koçum sen?"

"Kaya yüz vermediği zamanlarda şansımı seninle deniyorum diyelim."

"Ben sana ne zaman yüz verdim?" diye sordu garajdan çıkıp bize doğru yürüyen Kaya.

"Hiç vermiyorsun." Omuz silkti Arda. "Alışkınım zaten ben tek taraflı sevmelere." Az önceki neşesi yüzünden silindi, elinde olmadan göz ucuyla Eylül'e baktı. Eylül sadece gülüyordu onlara, bu cümlenin öznesi olduğundan habersizdi.

"Lahmacunları taşı," dedim konuşma ihtiyacı hissederek. Poşetleri Arda'nın eline tutuşturup kafasını dağıtmak istedim, başarılı da oldum.

"Çok güzel kokuyorlar, siz yemeyeceksiniz değil mi?" Etrafına bakındı. "Can'ım nerede? Niye açmıyor hâlâ kapıyı?"

"Geldim, geldim." Anahtarını cebinden çıkarıp kapıya doğru koşturdu. "Kurt gibi acıkmışım ya, bir an önce yiyelim."

"Bir an önce yiyemezsin." Görkem eliyle saatini gösterdi. "Necip abi geliyor bu gece, onu bekleyeceğiz."

Necip abi dediği kişi, bildiğimiz Necip Amir'di herhalde. Parmak uçlarımın karıncalandığını hissettim, kendisiyle tanışıklığımız olmasa da onu daha önce birkaç kez görmüştüm. Son gördüğümdeyse Mete'nin cenaze törenindeydik.

Kalbimi sızlatan ağrı, eriyip göğüs kafesimi doldurdu. Yine burnumun kanamasını istemedim Analizcilerin yanındayken. Elimi göğsümün üzerine bastırıp derin derin nefesler aldım. Onlar içeri girdiğinden en arkada ben kalmıştım, beni fark etmediler. Kendime birkaç saniye daha tanıdım ve sonra hiçbir şey olmamış gibi eve girip kapıyı ardımdan kapattım.

Salona girmek üzereyken mutfaktan içeceklerle bardakları taşıyan Arda ve Can da yanıma vardı. Anladığım kadarıyla salonda yiyecektik. Bu defa bir tekliyi Görkem kapmıştı, yanındaki boş olana da ben oturduğumda başını bana çevirdi. Bir şey diyecek sandım ama demedi, sadece baktı.

O an istemsizce gözüm saate kaydığında hâlâ pilinin takılmamış olduğunu gördüm, bu beni rahatlattı. Tekrar önüme döndüğümde Görkem'in bakışları anlam kazanmıştı. Resmen duvara bakacağımı biliyor ve bunu görmeyi bekliyordu.

"Onu değiştireceğim," dedi. "Yeni bir tane alacağım ve ses çıkarmamasına dikkat edeceğim. İçin rahat olsun."

"Nedenini sormuyorsun." Birkaç saniyelik duraksamadan sonra, "Sormuyorsunuz," diye düzelttim. "Sanırım bunun için teşekkür etmeliyim."

"Aslında deli gibi merak ediyorum ama sana çaktırmıyorum." Gülünce dudaklarının kenarlarında derin çizgiler belirdi. "Bana bir şeyler anlatmak zorunda değilsin," dedi. "Ama kendin için, birilerine bir şeyler anlatman gerektiğini düşünüyorum."

Konudan rahatsız olduğumu mu fark etti bilmiyorum fakat daha fazla uzatmadan değiştirdi rotayı. "Sanırım ben de sana teşekkür etmeliyim. Arkamı topladınız."

O ana kadar fark etmemiştim parmaklarının arasında tuttuğu fotoğrafları. Üçlü koltukta Eylül'ün yanında oturan Kaya'dan almış olmalıydı hepsini ben salona girmeden önce. "Sabahları Analizcilere bile çaktırmadan garsonluk yapman tuhafmış," dediğimde ikimiz de güldük.

"Daha önce fark etmem gerekirdi." Ters duran fotoğrafların önünü çevirdiğinde farklı günlere ait olduklarını gördüm. İlk fotoğraflar, arabasının içindeyken zoom yapılarak çekilmiş olanlardı. Bir poğaçacının önünde, benzinlikte ve markette çekilmiş olanlar da vardı. Son sıradakilerdeyse siyah bir önlük giyiyordu, elinde genelde bir tepsi vardı. Hepsinde de silah zoruyla orada tutuluyormuş gibi bir ifade takınmıştı. "Çok fotojeniğim değil mi?"

"Sorma," dedim. "Nasıl fark ettin?"

"Sahiden," dedi Eylül. "Nasıl anladın senin peşinde olduğunu?"

"Benzinlikte şüphelendim. Yol boyu dibimde olan arabayla aynı anda benzinimin bitmiş olması biraz fazla tesadüf olurdu." Durdu, telefonunu çıkarıp bir fotoğraf gösterdi. Benzinliğin kameralarını gösteren bilgisayar ekranının fotoğrafıydı bu. Parmağıyla ekranı kaydırdığında bu defa adamın yüzünü yakından gördük. "Zaten biliyorsunuz siz," dedi Analizcilere ve Eylül'e hitaben, sonra bana döndü, "Kaya'ya attım görüntüleri. Kimin için çalıştığını öğrendik böylece."

"Cengiz'i aldık fakat bu adam seni takip etmeye devam ederse ne olacak?"

"Cengiz'in yakalandığını duyunca peşime düşecek gö..." Durdu. "Göz yok onda."

Arabada bütün sayıları Cengiz'in münasip bir yerine sokacağını söyleyen adam, şimdi neden sansür gereği duydu ki Yağmur?

'O adamla bu adam bir değil bence,' dedi iç sesim. 'O kontrolsüz Görkem'di, bu kontrollü olan.'

Ben kendi içimde üç kişi olduğumdan ötürü, etrafımdakileri de birden çok karaktere sokmaya çalışıyordum galiba. Şimdiden Görkem'e ikinci bir kişilik eklemiştik hep birlikte.

Zil çaldığında Arda koşarak kapıya fırladı. "Lahmacunlar soğumadan geldin başkan!" Bağırışı salonda olmamıza rağmen gayet net duyulabilecek güçteydi. Analizciler belki de farkında olmadan aynı anda oturuşlarını düzelttiler, Eylül hâlâ bacak bacak üstüne atmış ve sırtını da koltuğa gömmüş pozisyondaydı.

Bütün heybetiyle Necip Amir girdi içeriye. Simsiyah saçlarını sola doğru yatırmıştı, ela gözlerine çöken yılların yorgunluğunu görmemiş olsam onun kırk üç yaşında olduğuna inanamazdım. Boyu neredeyse 1.85'ti, omuzları dik yürüyordu. Onunla ilgili birçok hikâye dinlemiştim, kendisi benim de hayranlık duyduğum biriydi. Komiser olduğu zamanlardan bu yana amirlerinin gözbebeğiydi ve şimdi, özel ve gizli bir ekip olan Analizcileri yönetiyordu. Üstelik bu ekibi kuran da oydu.

"Merhabalar çocuklarım," diye giriş yaptı iki elini birden sallayarak. Daha önce onun cenazedeki yüzünü gördüğümden kafamda oluşan portresiyle şu anki surat ifadesini bağdaştıramadım. "Eylül'ün attığı mesaja göre mission completed'mış."

"Evet!" diye bağırdı Arda, yumruğunu havada sallayarak. Bu coşkusuna bizim de ortak olmamızı bekler gibi bakındı etrafına, kimseden ses çıkmayınca üçlü koltuğa oturup yumruğunu sessizce kucağına çekti.

"Yorgun gibi bir haliniz var."

"Açız abi," dedi Kaya. Sanırım hiçbiri ona amir diye hitap etmiyordu fakat ben onların sahip olduğu samimiyete sahip değildim. Bu biraz gerilmeme sebep oldu.

"Ben de açım vallahi," Kaya ve Eylül'ün olduğu koltukta bana yakın olan tarafa oturdu. "Siz dökün içecekleri."

Bana döndüğünde dudaklarından dökülecekleri biliyordum, derince bir nefes alarak toparladım kendimi. "Başın sağ olsun kızım."

Dünyanın hem en ağır hem de en gurur verici cümlesi ne diye sorsalar hiç düşünmeden bunu söylerdim: "Vatan sağ olsun."

"Tanırdım Mete'yi." Biliyordum ve kesinlikle bu konu hakkında kimseyle konuşmak istemiyordum. "Teselli sözcüklerinin hiçbir işe yaramadığını iyi bilirim." Acımı paylaşıyormuş gibi hissettim. "Boş konuşmayacağım. İşine yarayabileceğim herhangi bir durum olursa, kapım sana sonuna dek açık Yağmur, sadece bunu bilmeni istedim."

"Asya." Bunu söylemeyi planlamamıştım, bir anda çıkıvermişti ağzımdan. Mete dışında bana kimse Yağmur demezdi, bu da demek oluyordu ki Necip Amir'e bir şekilde benden bahsetmişti Mete.

"Ah evet," dedi pot kırmış gibi. "Mete hep öyle derdi de, alışkanlık olmuş."

Alışkanlık olacak kadar çok mu konuşmuşlardı hakkımda?

"Şuradan iki tane uzatsana bana," dedi Görkem, Can'a. İki dakika daha aç kalsa bayılmazdı, konuyu değiştirmek için bir anda atladığını fark etmiştim ve gerçekten minnetle baktım ona. Diğerleri fark etmedi ama lahmacununu alırken bana göz kırptı.

"Çay yok mu ya?" diye sordu Eylül, salatadan marulları çıkarıp lahmacunun içine sararken.

"İçeri yeni girdik, kimin aklına çay koymak gelir?" Kaya kendine kola döküyordu bunu söylediği sırada.

Arda, ağzındaki koca lokmayı yutup gülümsedi. "Ben koydum suyunu, birazdan demlerim."

"Al kalbimi, senin olsun be!" dedi Eylül, ara ara Arda da bana bu cümleyi kuruyordu. Sanırım birbirlerine bulaştırmışlardı. Hiçbir tepki vermedi Arda, lahmacunu tırtıklamaya devam etti.

Bu sırada Görkem kulağıma doğru eğildi. "İki lahmacun söyledim sana da. Baktın seni kesmeyecek gibi, kolumu dürt. Hallederim ben."

'Görkem halleder.'

Kendi de dahil herkes ama herkes sürekli bu cümleyi kuruyordu. Her şeyi halledebileceğine önce kendini inandırmıştı, sonra da çevresindekileri ikna etmişti bir şekilde.

"Eyvallah." Sırıttım. "Yeter gibi duruyor."

"Görünüşe aldanmamak gerek. Parmağımdan daha ince olan Eylül'ün bir oturuşta neler gömdüğünü görsen bana hak verirdin." Sır veriyormuş gibi iyice kıstı sesini. "Ona üç tane söyledim."

Ve Eylül şu an ikinciyi yiyordu.

Bir süre onlar kendi aralarında muhabbet ettiler. Necip Amir geceyle ilgili birkaç soru sordu, cevapların neredeyse hepsini Görkem verdi. Bu sözlü bir rapor niteliğindeydi fakat bir süre sonra Görkem ne yapıp edip konuya matematik kattı. Olasılıkları kendi kendine değerlendirip bu akşamki işimizi derecelendirmeye başladı. Artılarımızı ve eksilerimizi bir bir saydı.

Mesela benim kriz anını yönetebildiğimi ama yeni bir kriz oluşturmaya da çok müsait olduğumu söyledi.

Değerlendirme yaparken hiçbir şekilde kırıp dökmekten korkmuyordu. Sadece saha görevinde olan ben ve Kaya'yı değil, bizi dinleyen Can, Arda, Eylül ve hatta kendini bile eleştirdi. Arda'nın çocukça davrandığını, Eylül'ün beni gaza getirdiğini, kendininse gereksiz paniklediğini söyledi.

Gecenin en az eleştiri alanı, Hasan'ı tek başına kandıran Can olmuştu. Onun dünyaya sakin olmak için geldiğini düşünüyordu Görkem.

Analizciler, Eylül ve Necip Amir; o anlatmaya başladığında hiçbir şekilde lafını bölmediler ve bütün söylediklerini kafalarında değerlendirmeye soktular sanki.

Asıl sorun şu ki, dedikleri arasında kulağa mantıksız gelen tek bir şey bile yoktu. Bütün eleştirileri yapıcıydı. Diğerlerinin tepkilerinden anladığım kadarıyla bunu hep yapıyordu ve yine tepkilerden anladığım kadarıyla, Görkem hep haklıydı.

Yeni karakter: lider Görkem.

Bu sıfatı sonuna kadar hak eden bir kafa yapısına sahipti, Analizcilerin başka bir lideri olduğunu hayal dahi edemedim.

İlerleyen dakikalarda bütün lahmacunlar yenildi, içeceklerin dipleri sıyrıldı. Can çöpleri toplayıp mutfağa taşırken Arda da çaylarla geri döndü. Ellerimi yıkamaya gittim, döndüğümde ortadaki masanın üzeri tamamen temizlenmişti ve baş köşede koca bir çaydanlık duruyordu.

"Günün anlam ve önemini belirten konuşmasını yapmak üzere kendimi takdim etmek istiyorum sizlere," dedi Necip Amir, çayından bir yudum aldıktan sonra. "Biliyorsunuz ki biz uzun zamandır altı kişiyiz." Her birine tek tek baktı, en son beni buldu gözleri. "Artık yedi olduk. Son parça geç de olsa yerine oturdu."

Son parça geç de olsa yerine oturdu.

Ne demek istemişti?

"Bir geleneğimiz var hepimizin bildiği üzere, hatta bayağı dilden dile dolaşıyor ünümüz." Bileğindeki lacivert ipi gösterdiğinde, diğerleri de kollarını sıvayarak bileklerini ortaya çıkarttılar. "Sizi birbirinize bağlayan hiçbir zaman bileklerinizdeki ipler olmadı, her zaman hislerinizdi." Durdu, duygulanmıştı yanlış anlamadıysam. "İp sadece bir sembolden ibaret."

"Yaşlanmışız be..." diye mırıldandı Arda. "Bu konuşmayı ilk dinleyişimizin üzerinden kaç yıl geçti? Üç mü?"

"Benim on beş," dedi Görkem. Şaka yapıyor sandım, yapmıyordu.

"Her şeyinle hoş geldin Analizcilere Asya." Elini üzerindeki hırkanın cebine soktu, lacivert bir ip parçası çıkardı. Ellerim üşüdü, parmak uçlarım yine karıncalandı. Bir anda ne hissedeceğimi bilemedim.

Necip Amir'in ipi Görkem'e uzatması kimsenin beklemediği bir durum olacak ki herkes şaşkındı. "Senin sıran."

Görkem'in mavileri fal taşından farksızdı. "Öyle şey olur mu?" dedi anında.

"Duygusal bir topum şu an," dedi Arda. "Ellerimde büyüdü minik kelebeğim."

Kaya ona pis pis bakmaya çalıştı ama beceremedi çünkü bakışlarında gurur vardı.

"On beş yıl mı demiştin?" Güldü Necip Amir. "On beş yıldır bu ekibin başı sensin. Analizciler ortada yokken bile sen liderdin Görkem."

"Bizi birbirimize siz bağladınız." Görkem durdu, bir bana bir Necip Amir'e baktı. "Ona da aynısını yine siz yapmalısınız."

"Ben sizi bağladım, sen sizi bir arada tuttun." Bu defa hiçbir itirazı kabul etmeyecekmiş gibi ipi Görkem'in avucuna bırakıp geri çekildi.

"Ama..."

"Sus lan," dedi Necip Amir. "Yapacaksın dedim, işte o kadar."

Bu benim için ne kadar özel bir ansa, Görkem için de en az o kadar özeldi. Ben ne hissediyorsam aynısını onun yüzünde gördüm. Ona baktım, bana baktı. Aynaya bakıyormuşuz gibi oldu. Sanki yansımaydık ikimiz de.

"Harbiden duygulandım he," dedi Can. Hafifçe güldü.

Görkem gülmedi, donmuş kalmış gibiydi. Bu göründüğünden çok daha fazla değerliydi onun için. İpi parmaklarının arasına alınca sol bileğimi ona doğru uzattım. Diğerleri bunu fark etti mi bilmiyorum ama ben ellerinin titrediğine şahit oldum.

Onu ilk gördüğümde bir idam ipi gibi boynuma sarılan elleri, bu defa bana yeni bir hayat verecek olan lacivert ipi bileğime sardı.

Nefesimi tutmuştum, o da öyle.

Ellerimin buz gibi olduğunu düşünüyordum, parmakları tenime değince benim ellerimin onunkilerin yanında sıcak sayılacağını anladım.

"Çok mu sıktım?" diye sordu. İpin iki ucunu bir araya getirmiş, düğüm atmadan önce gözlerimin içine bakıyordu.

"Hayır," dedim. "Bağlayabilirsin."

Yutkundu. Sanki hem korkuyordu, hem de gurur duymuştu Necip Amir ona bu görevi verdiği için. Bütün Analizcilerin sorumluluğu Necip Amir'deydi, ben istisnaydım. Ben bu gece Görkem'in omuzlarına koyulan bir yüktüm belki de.

İpin uçlarını bağladı, bileğimi tamamen sarana kadar sıktı ve ardından bir düğüm attı.

Fazlalık kısımlarını makasla kestiğinde Arda ve Can ıslık çalmaya başladı. Eylül ellerini birbirine inanılmaz hızlı çarparken bu alkışa Necip Amir ve Kaya da eşlik etti diğerlerinin aksine daha sakin bir şekilde.

"Aramıza hoş geldin 13."

Bu gece bir düğüm atıldı. Beraberinde benim de bir süredir yaşadığım yalnızlık hissi uçurumdan aşağı atladı.

Bu gece bir düğüm atıldı.

Atılan o düğüm beni Analizcilerin hayatına bağladı.


•⚓•


Nihayet kavuştuk 13'lerim!

Değişik bir şey soracağım bugün.

Sizce karakterlerin içinde başka hangi farklı karakterler var? Tahminlerinizi yazar mısınız buraya? (Kontrolsüz Görkem, lider Görkem gibi.) Aklınıza ne geliyorsa yazın lütfen, ne düşündüğünüzü merak ediyorum. Bence çok acayip cevaplar gelecek. :))

Bir de bu bölüm en çok hoşunuza giden yeri sorayım mıı??

Bir sonraki bölümde görüşmek üzereeee, kendinize iyi bakın.


🔵🤝🔵


Yorumlar

  1. Eylül ardayı görmezden geliyor çok sinir bozucuuuu😤☹

    YanıtlaSil
  2. Görkem'i biraz spencer reid'e benzetiyorum. Her an bir yerlerden çıkıp davranış analizi birimi fbi diyecekler gibi.

    YanıtlaSil
  3. Ya Görkem mı Yğmura aşık olacak Kaya mı? Çok kararsız kaldım ikisindrd de

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Bende ya çok merak ediyorum ama

      Sil
  4. Eylül Arda’yı hakketmiyor.

    YanıtlaSil
  5. Bişi dicem 13 numara nerden geldi ya

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. cidden ben de kaçırdım galiba onu

      Sil

Yorum Gönder

Popüler Yayınlar

36. "Çatlaklar ve Kırıklar"

55. "Geri Sayım"

35. "Görülme İhtiyacı"