32. "Boğmaca Matı"
Bölüm şarkıları:
Evanescence, Bring Me To Life
Billie Eilish, Ocean Eyes
Taylor Swift, I Know Places
🖇️
Boğmaca matı: Şah'ın kendi taşlarıyla sıkıştırılması sonucunda atla yapılan mat
•⚓•
İs lekeleri, küf kokusu, gri duvarlar, iki sandalye, boş oda.
Birinde ben, birinde Kaya.
Hareket etmeye çalıştığımda bileklerimdeki kelepçenin engeline takıldım. Gözlerimi sağa sola çevirmek yerine tavanın köşelerine bakmak ilk yaptığım şeydi çünkü beni çeken bir kamera olup olmadığını öğrenmek zorundaydım.
Hayır, çıplak değildim ve hayır, kameralar yoktu ama ellerim ve ayaklarım tıpkı o günkü gibi bağlıydı.
Görkem ve Can neredeydi? Kulağımda artık bir kulaklık yoktu, hepimizinkileri almış olmalılardı. Başımı Kaya'ya doğru çevirmeye çalıştım ama boynum o kadar ağrıyordu ki canım acımıştı. Buraya her ne şekilde getirildiysem pek kibar taşınılmadığım aşikardı. Gömleğimin bir yakası omzumdan düşmüştü ve çapa dövmesi açıktaydı. Başımda garip bir sancı vardı, boğazımdaki gıcık fazlasıyla rahatsız ediciydi. Burnum yanıyordu. Floresan lambanın açılmasıyla birlikte kafenin içine yayılan gazı anımsadığımda taşlar yavaş yavaş yerine oturmaya başladı, kaybolan anılar birer birer belirdi gözlerimin önünde.
Kaya'nın yüzünde kurumuş kan lekeleri vardı. Sağ yanağının tümünü kaplıyor, burnuyla dudağı arasında da rengi koyulaşıyordu. Çok fazla terliydi alnı. Gözleri açık değildi, başı sol omzuna doğru düşüktü. Onun yerde kıvrandığını görmüştü gözlerim. Titreyerek çaresizce ölmeyi beklemişti belki de. Görkem ne yapıp edip ona panzehrin verilmesini sağlamıştı ama bunun ne kadar işe yaradığını tespit edecek vaktimiz olmadan hepimiz zehirlenmiştik Vega Venom tarafından.
Sakin olmaya çalıştım. Gözümü kilitli duran kapıya diktim, ikimizin de yüzü o tarafa doğru dönük olacak şekilde yan yana oturtturulmuştuk. Muhtemelen Vega Can'la baş başa kalmanın tek yolunu bu şekilde bulmuştu. Eğer gerçekten onun yanındaysa ona bir şey olmayacağına inanabilirdim çünkü Vega'nın Can'a olan takıntısının ne denli büyük olduğunu gözlerimle görmüştüm ama Görkem...
O Hermes'in yanında mıydı?
Daha da önemlisi, hâlâ hayatta mıydı?
Kalbim hızını üç katına çıkartırken gözlerim kararacak gibi oldu. Bu şartlar altında, böyle bir konumdayken mantıklı düşünebilmem mümkün değildi. Her an biri içeri girebilirdi ve ben karşı koyamayabilirdim. Tarih tekerrür edebilirdi. Bu korkunun beni zangır zangır titrettiğini dakikalardır gözlerimi tavanın köşesindeki o noktadan ayırmadığımı fark ettiğimde anladım.
Hiçbir şey yapmadan sadece oraya bakarak donup kalmıştım. Kendime gelişim Kaya'nın küçük kıpırdanışı sayesindeydi.
Aynalar yok, dedi Mete. Kan yok. Saat yok. Kameralar yok. Yalnız da değilsin bu kez.
Keşke her şey bu kadar kolay olsaydı.
"İyi misin?" diye bir soru dökülürken dudaklarımdan gözlerim dolmuş, sesim titremişti. Ayakta kalışımın tek yolu diğerlerini düşünmekti. Her zaman bu olmuştu.
Gözlerini kırpıştırarak açtığında alnını kırıştırdı. Sadece beş saniye kadar duraksadı, ardından olanlara anlam verebildiğinde ellerini geriye doğru çekiştirdi ve bileğindeki demir kelepçenin sesi yankılandı duvarlarda. Gözlerimi kapadım. Kaya'nınsa başı doğrudan bana dönmüştü. "Sakin ol," dediğinde sesi öyle netti ki gözlerimi açtım.
Yüzündeki kan lekeleri, çektiği acı, diğerlerinin burada olmayışı, bir tuzağın içine düşüşümüz ve başımıza gelenleri geride bırakmıştı. Saatler önce kan kusmuş, elleri bağlı ve çaresiz biri değildi de güçlü, kaya gibi sert, aslında her şey kontrolü altında olan bir adamdı sanki.
"Nasıl?" diye sordum neredeyse acınası denilebilecek bir sesle. Bu benim devamlı olarak gördüğüm kâbuslara benziyordu ne yazık ki bu kez uyanamıyordum. Bağırmak için bile gücüm yoktu. Şu an bana her şeyi yapabilirlerdi. Sadece ben de değildim tehlikedeki. Görkem'e bir şey olmuş olma ihtimali beni öldürüyordu.
"Bana bak." Gözlerimi sabitlediğim tavanın köşesinden çekip ona çevirdim fakat görüşüm bulanıktı. "Şşh." Çatık kaşları düzelmiş, kastığı çenesi gevşemiş ve gözlerine merhametin gölgesi yerleşmişti yüzüme baktığı an. Beni ilk kez bu kadar çok korkarken görüyor olmalıydı. "Aynı şey değil," dedi sebeplerimi bildiğinden. "Bana bak, ben buradayım. Yüzünü bana yaklaştırabilir misin? Bizi dinliyor olabilirler."
Sandalyelerimizin arasındaki boşluk çok azdı, dizimle dizi arası bir karış bile değildi. İsteğini yerine getirip yüzümü ona doğru yaklaştırdığımda kulağıma doğru eğildi ama bu bile onun canını yaktı, verdiği sert nefesten anladım. Hareket etmekte hâlâ zorlanıyordu, bitik bir haldeydi, nefesi bile içine güçlükle çekiyordu ve bu haliyle durmuş, beni kendime getirmekle uğraşıyordu.
"Ben buradayım Asya," diye fısıldadı kulağıma. "Seni koruyacağım, tamam mı? Korkma. O Görkem manyağı bizi böyle sandalyelere bağlayıp kaç antrenman yaptırdı sen biliyor musun? Kodumun ahşap sandalyesini kırıp kurtulmam sadece birkaç saniyemi alır. Sana dokunmaya kalkışanı da bu kelepçenin zinciriyle boğarım, duydun mu? Sakin ol ve güven bana."
"Yaşıyor mudur?" diye sorarken kalbime çöken ağırlığın haddi hesabı yoktu. Kaya bile irkildi sesim yüzünden. Cevabı ondan duyarsam inanırdım çünkü ben ağzından çıkacak her söze çok güveniyordum. Kendim için olmasa da onun için güçlü durmaya çalışırdım. Görkeme bir şey olmuş olsa bile Analizcileri buradan sağ salim kurtarmak benim boynumun borcuydu. Kalanlar için güçlü olmak zorundaydım.
"Ondan öğrenmek istedikleri bir şey var," diye cevapladı beni. "Eğer öyle olmasaydı Nova'dayken öldürürlerdi zaten. Bir nedenden dolayı Hermes'in ona ihtiyacı olduğunu tahmin ediyorum. İstediğini alana kadar onu öldürmeyecektir."
Bu kadar soğukkanlı olabilmesini çok kıskandım ve onu örnek almaya çalıştım kendime. Söylediklerinde mantıksız hiçbir şey yoktu. Haklıydı, hâlâ hayatta olmalıydı. Olmak zorundaydı.
"Bizi kurtarmak için bile olsa," dedi yavaşça. Sindirmemi bekler gibiydi bu kez. "Onlara istediği hiçbir şeyi verme, anlıyor musun? Hepimize aynı anda sahip olmak istediler çünkü bizi birbirimizle tehdit edecekler."
"İyi görünmüyorsun." Alnındaki terler yanaklarından süzülürken değdiği kan lekelerini parlatıyordu.
"Eminim hâlâ çok yakışıklıyımdır." Beni güldürme çabası başarıyla sonuçlandı. O da gülümsedi ve bir kez yutkunup "Sorun değil," dedi. "Korkma, bu işten bizi çekip çıkarana kadar yıkılıp kalmayacağım."
"Ayağa bile zor kalkacak haldeyken hava atmaya çalışmak zor olmuyor mu?"
Bu defa ben onu güldürmüş oldum. "Ben senin gibi zırlamıyorum en azından." Şu durumda bile olsak birbirimize sataşabilme özelliğimizi kaybetmemiştik. Varlığı gücümdü. Buradaydı ve bu işten birlikte sıyrılacaktık. Ona yardım edecektim. İçimdeki korkunun hafiflemesini sağladığı için de ilk fırsatta ona börek açacaktım kendi ellerimle. Üstelik parka gitme sözü de vardı aramızda. O ve ben buradan çıkacak, içip sarhoş olacak ve çocuk gibi eğlenecektik. Hiçbir şey bitmemişti.
Hiçbir şey bitmedi sandığım anlarda her şeyin bittiği hissiyle cezalandırılmak zorunda olduğumu ne çabuk unutmuştum.
İçeri gelen kişi Selma'ydı. Buna şaşırmamıştım. Vega'nın sadece ikizine ve ona güveneceğini tahmin ediyordum zaten. İyi arkadaş olduklarına artık emin olmuştum. "Ah, tekrar sizi yan yana görmek de varmış!" diye şakıdı iğrenç bir gülümsemeyle birlikte ellerini de birbirine çarparak. "Erkek seçimlerinin olağanüstü olduğunu zaten konuşmuştuk Mila. Şimdi izin verirsen Birkan'ı ben devralacağım, Hermes'in de seninle planları var."
Kaya, bomboş gözlerle karşısındaki kadını süzerken ben de o alaycı gülümsemeye aynı şekilde karşılık verip "Arkadaş olduğumuzu sanıyordum," dedim. "Bu şekilde mi ağırlanmayı hak ediyorum ben? Hiç yakıştıramadım Selma."
"Arkadaştık şekerim." Bize yaklaştı yavaş yavaş. "Ama abimi içeri tıktığınızı göz önünde bulundurdum ve kuyunu kazan bir arkadaş olmaya karar verdim sonra."
Abisinden kendisi vazgeçmişti, fönlü saçlarıyla aklıma kazınan Hasan'ı o kumarhanede bizimle birlikte bırakmış ve Hermes'le birlikte otelden kaçmışlardı daha öncesinde. Bile bile yaptığı bir şeydi. Suçu bana atarak vicdanını rahatlatma çabasındaydı.
"Yalnız beni devralacaksan yanına destek mestek çağırsaydın bari," diye takıldı Kaya. İlgiyi üzerimden çekmiş oldu böylelikle. "Üç beş herif yok mu ya kolumdan tutacak? Eğlencesi öyle çıkar çünkü."
"Aa, sana söylemediler mi?" Yavaş adımlarla Kaya'nın yanına gittiğinde ellerini onun saçlarının içinden geçirip başını kendine doğru kaldırmasını sağladı. "Mila'yı da ben zehirlemiştim daha önce, gerçi o yanlışlıklaydı ama sonuç olarak neyi nasıl kullanacağımı biliyorum." Arka cebinden bir mendil çıkardığında Kaya'nın burnuna sertçe kapattı. Kaya karşı koymaya çalışmadı bile. Gözleri kayarak kapandı. Nedenini bilmesem de Selma ile yalnız kalmayı tercih ettiğinden bunu yaptığını düşünüyordum.
"Onu bunu zehirleyip bayıltmaktan başka işiniz gücünüz yok mu sizin?" diye sitem ettim her şey çok normalmiş gibi. Selma, Kaya'nın sandalyesinin arka kısmını kavrayıp ayakları yerde kayacak şekilde zorlukla sürüklemeye başladığında bana takılmadan "Amma da ağırmış," diye söylendi. "Sen biraz tek kalacaksın ama korkma fazla, birazdan sıran gelir."
"Onu nereye götürüyorsun?" diye sordum sertçe.
"Eski sevgilini bu kadar merak etmeni beklemiyordum. Hani her çiçekten bal almayı seviyordun sadece? Ona değer mi veriyorsun Mila? Hayatta inanmam."
Kaşlarımı şaşkınlıkla kaldırdığımda alaycı bir gülümseme yerleşti dudaklarıma. "Hermes benden hoşlandığı için mi kinlisin sen bana bu kadar?" Aralarında bir birliktelik olduğunu Görkem'le çıktığımız son görevde sezmiş olmanın bir gün işe yarayacağını tahmin etmemiştim ama Selma'nın kaşları çatıldı. "Dans ettik diye kıskançlık komasına girecektin Selma. Birilerine değer verme işini benden daha iyi biliyor gibisin."
"Ama sen Hermes'in sana neler yapabileceğini hiç bilmiyorsun."
Ürperdim. Burada tek başıma kalacaktım ve Hermes gibi birinin gerçekten sınırlarını kestiremiyordum fakat yüzüme bir ifadenin yerleşmesine izin vermedim.
"Dört kişi için bu kadar prodüksiyon hazırladığınıza göre umarım beklentilerimi karşılarsınız," dedim sinirini bozmak amacıyla. Tek derdim boyun eğmemekti.
"Göreceksin."
Gitmeden önce son söylediği buydu. Sonrasında odaya aynı anda iki iri yarı adam girdi. Daha önce onları kumar oynadığımız o salonda gördüğümü hatırlıyordum. Önce bana birkaç soru sordular, onlardan korkmamı falan söylediler, sonra konuşmayacağımın farkına vardıklarında beni Hermes'in yanına götüreceklerini söylediler ve bunun için zor kullandılar. Görkem'in orada olacağını tahmin ettiğimden direniyor gibi yapsam da fazla zorlamadım kendimi, ona varabilmek için beni peşlerinden sürüklemelerine izin verdim. Tek derdim birkaç saniyeliğine bile olsa onu görmekti, istediğime ulaştım.
O yaşıyordu, buna yaşamak denilirse.
Başka bir odanın ortasında bileklerinden tavana asılıydı. Peruğu da lensleri de yoktu. Üzerindeki gömleği bile çıkarmışlardı, yarı çıplak bir haldeydi. Kollarına ipler bağlanmış bir kukla gibi yere basamıyor, zincirler aracılığıyla ayakta güçlükle durabiliyordu. Başı öne düşmüştü, aldığı derin nefesler sert ve hırıltılıydı, kaburgalarında morluklar vardı. Benim sesimi duyduğu an topuklarını yere bastı ve başını eğdiği yerden kaldırıp acısını gizlemeye çalıştı.
Yanakları ve gözü morarmış, dudağı patlamıştı. Görmediğimiz zaman diliminde her ne olduysa Hermes sinirli, Görkem ise her şeye rağmen üstünlük elindeymiş gibi görünüyordu. Onu cümleleriyle delirtmiş olmalıydı ama bunu yaparken kendisi de mahvolmuştu bir yandan.
Hiçbir şey söylemedim. Ona koşma isteğim çok fazlaydı fakat titreyen bacaklarım buna el vermezdi. Zaten iki kolum iki iri yarı adam tarafından sıkıca kavranmıştı. Yine karşı koymadım, doğru an geldiğinde direnç gösterebilmek için saklıyordum gücümü.
Beni tam karşısına oturttular bir seyirci gibi. Başımda dikilen adam Görkem'e baka baka elini saçlarımdan geçirip kafamı arkaya doğru çektiğinde istemsiz bir inleme döküldü dudaklarımdan. Canımın acıması önemli değildi, Görkem'i güçsüz düşürmek için canımı yakıyorlardı. İşte bu en kötüsüydü.
İki yana gerili olan ellerini yumruk yaptı. Gözlerimin içine bakarken bana güven vermeye çalışıyordu fakat saçlarım çekildiği için dolan gözlerim yüzünden bana bakmaya dayanamadı ve yere eğdi başını.
Yumruk yaptığı ellerini hareket ettirmeye çalıştıkça zincirler ses çıkarıyor, demirin demire sürtünme sesi çarpıyordu duvarlara. Güçlü biriydi. Görkem belki de benim fiziksel olarak gördüğüm en güçlü adamdı ama dört bileğine de bağlı olan kelepçeler karşısında hiçbir şey yapamıyordu, boşa bir çırpınıştı bu.
Başımdaki adamların ikisi birden odadan ayrılırken sırtı bana dönük olan Hermes'e kaydı gözlerim. Yanan bir şöminenin çıtırtıları duyuluyordu içeride. Terk edilmiş binayı andıran bu yerde gördüğüm tek nesne önünde durduğu eski şömineydi. Alevini harlıyordu Hermes.
Bedenini biraz kaydırmasıyla birlikte diğer detaylara ilişti gözüm. Üç farklı demir çubuğu yarısı dışarıda kalacak şekilde yanan şöminenin içine yerleştirmişti. Yavaş adımlar atarak Görkem'in karşısına geçip "Kuzey," dedi alayla. "Bazı hesaplaşmaları anında görmeyi sevmediğimi anlamışsındır. Yüzüme attığın bir yumruk, beni insanların içinde rezil etmen, öncesinde uyuşturucu tezgahından kaybettirdiğin müşteriler ve daha birçok şeyden sorumlusun. Hangi taşı kaldırsam altından sen çıkıyorsun ve sonunda canıma tak etti."
Görkem gözlerini onun gözlerinden ayırmıyor ve artık bana hiç bakmıyordu. Ne hissettiğini anlayamıyordum. Elleri ve ayakları bağlı olmasına rağmen tek bir korku yoktu o çok sevdiğim gözlerinin içinde. Dümdüz, ifadesizdi. Korkutucu görünüyordu. Üstelik odaya benim getirilmem onun için hiçbir şeyi değiştirmemiş gibi bakıyordu Hermes'e, beni yok sayıyordu.
"İşkencenin beni konuşturacağını mı düşünüyorsun?" dedi sert, içimi ürperten bir sesle. "Durma, denemeye devam et. Boşa harca zamanını."
O demir çubukların onun için değil, benim için olduğunu sanıyordum. O anlamamış mıydı? Benim canımı yakacaktı onu konuşturabilmek için. Görkem bu tuzağa düşmeyecek kadar profesyoneldi. Böylesi bir anda duygularını bedeninden söküp atabilir, sonsuza kadar güveneceğim o mantığını kullanabilirdi.
Çekeceğin acıyı hiç mi düşünmüyorsun?
Düşünmüyordum. Bir can kaç farklı şekilde yakılabilirse ben hepsine şahit olmuştum zaten öncesinde. Tıpkı bunun gibi bir sandalyede acıdan bayılmışlığım vardı titreye titreye. O zaman yalnızdım, şimdi o vardı. Eli kolu bağlı olsa bile buradaydı ve bu yeterliydi benim için.
"Açıkçası," dedi Hermes dudakları yukarı kıvrılırken. "Konuşup konuşmayacağın henüz çok da umurumda değil ama en azından acı çektiğini görmem gerekiyor, anlıyor musun? Hak ettiğin muameleyi özel olarak sana göstereceğim bugün."
Söyledikleri senaryoyu değiştirdi. Acı çekmekten korkmayan ben, onun acı çekme ihtimali yüzünden nabzımın hızlandığını hissettim.
"Onu götür," dedi Görkem, gözleri bana değmemeyi sürdürürken. "Ona güvenmiyorum. Sizinle iş birliği içinde bile olabilir. Konuşacağım varsa da o buradayken konuşmam, Hermes."
"Sen beni aptal mı sanıyorsun?" diye sordu Hermes. "Dans etmemize bile katlanamadın. Yangın merdivenlerinden kaçarken üzerinize kurşunlar yağıyordu, sen kendini ona siper ettin. Bir lens takman bakışlarını değiştirebildi mi zannediyorsun? Ona silah çeken adamı gözünü kırpmadan vurdun Nova'da ve ben kendi gözlerimle gördüm bunu. Gerçekten ona karşı bir şeyler hissetmediğini mi söylüyorsun bana?"
"Canı değerli," dedi Görkem sanki ben en başından beri onun hedefiymişim gibi. "Onun canı değerli. Ölmemesi gerek benim için. Eğer onu buradan götürürsen sana sebebini anlatırım ve belki kendi çıkarların için kullanabilirsin onu."
Ne saçmalıyordu? Dudaklarımı birbirine bastırdım. Rol mü kalmıştı ortada? İnanmayacaklardı. İnanmayacağını bilmiyor muydu? Ne yapıyordu ve daha da önemlisi ben ne yapmalıydım?
"Ne diyor bu?" diye bana döndü yüzünü Hermes alayla. "Sevgili Mila Tokel'in, İspanyolca bilen ve sizi ifşa etmemek için uyuşturucu bile kullanmak zorunda kalan bu güzel kadının tüm emeklerini hiçe sayıp onun saf ve geri zekalı birisi olduğuna inanmamı mı istiyor? Sana ne büyük haksızlık etmiş olurum bunu yaparsam. Gördüğüm en dişli rakiplerden biri olduğunu söylemeliyim çünkü."
"Ne istiyorsun?" diye sordum tükürür gibi. "Neyin intikamı bu? Amacın ne senin?"
"İçinizden biri ölecek," dediğinde her hücremin aynı anda buz kestiğini hissettim. "Karar verilene dek bu anların tadını çıkartmak istiyorum. Açıklamam seni memnun etti mi?"
Görkem ona bir cevap vermemi istemediği için araya girmek, Hermes'in yeniden ilgi odağı olmak istedi fakat susmadım. "Neden? Senin yüzünden nezarethanede bir gün geçirdiğimiz yetmedi mi? Düzenlediğin oyunu polis bastığı için çatacak yer mi arıyorsun? Biricik babana hesap mı veremedin? Derdin ne?"
"Sana kibar davranmaya çalışıyorum saygı duyduğum için," derken dişlerini sıkmıştı. "Çünkü içlerinde oyunculuğunu en beğendiğim sensin. Senin hakkında çok az şey biliyorum ve meraklarımı gidermek için kullanabileceğim çok fazla yol var. Beni kışkırtmak istemezsin Mila."
"Benimle bir yemeğe çıksaydın o zaman psikopat herif!" dedim sertçe. "İnsan insanı bir şeyler merak etti diye kaçırır mı ya?"
Üç büyük adım ve ardından boğazıma sarılan kocaman eller. Nefesimi saniyeler içinde kestiğinde bir refleks olarak sınırlı hareket alanımı kullanıp ayağına bastım, ardından alnımı burnunun ortasına gömdüm ve elleri benden uzaklaştığında o kahkahalarla gülüyordu ama ben öksürerek nefes almaya çalışıyordum. Ona kafa atmak başımı zonklatmış haldeyken kesilen nefesimi yeniden düzenlemeyi denedim.
"Aptal tiyatronu da bitirmiş oldum böylelikle," dediğinde Görkem'in arka tarafta ettiği küfürler doluyordu kulağıma. Sandalyenin arkasında bağlı duran ellerim yumruk olmuştu. Kendime gelmeye çalışıyordum fakat boğazımdaki ellerini hâlâ hissediyordum. "Yurt dışında eğitim gördüğünü söyleyen bir ressama göre fazla iyi reflekslerin var Mila, otel odamdaki o adamı da senin kesip biçtiğinden emin olmuş oldum böylelikle."
Sert darbem yüzünden canı yanmıştı, kurduğu tüm cümleleri elleri yüzündeyken söylemişti. Buna rağmen sesi fazlasıyla keyifliydi. Oynadığı oyunun her saniyesinden zevk alıyordu.
"Sana söyledim!" diye bağırdı Görkem son bir çabayla. "Onun ne mal olduğunu bulmak için bir görevdeydim, göründüğü kişi olmadığını biliyorum ama henüz ben de çözemedim kimliğimi. Yaşayacağının garantisini verirsen sana bildiklerimi anlatırım."
"Kuzey, Kuzey, Kuzey..." dediğinde yeniden adımları bana doğru yaklaşmaya başladı. Tahminim doğruydu, sadece onun üzerine gitmek için kullanacaktı beni. "İşlerin böyle olmadığını biliyorum. Ona körkütük aşık olduğunu da öyle." Çenemi kavrayıp kaldırdığında sırtı ona dönüktü. Görkem'in gözlerindeki karanlığı yalnızca ben görebilmiştim bu yüzden. "Çünkü Mila," dediğinde parmağını dudaklarıma doğru kaydırdı. "Aşık olunmayacak bir kadın değil. Tanımlayamadığım bir aurası var."
Elini ısırdım.
Bu kadar canını yakabileceğimi beklemiyordu. Etini öyle bir kavramıştım ki çenemi gevşetebilmenin tek yolunu saçlarıma asılıp canımı yakmakta buldu. Geri çekildiğinde dişlerimin bıraktığı mor izle doluydu elinin sırtı. Görkem ise deliye dönmüş haldeydi o bana dokunduğu için.
"Gördüğünüz gibi," dediğinde Hermes bir mazoşist gibi canının acısını bir kenara bırakmış halde hâlâ aynı keyifle gülümsüyordu. "Birinin zaafları, diğerinin kozlarıdır. Bileklerini mi kanattın Kuzey? Sana vurduğumda bile kendini savunmak için sıkmadığın o yumrukların, kızının saçını çektiğim için mi öyle sımsıkı şimdi?"
Görkem kafasını kaldırıp ona baktığında ileriye doğru atılmak istedi, zincirler daha çok ses çıkarttı ve gözlerimi kapattım. Hızlıca yeniden açtığımda yapabilecek herhangi bir şey düşünüyordum. Bir kâbustan uyanmak bu kadar uzun sürmemeliydi.
"Önümde diz çökmeni söylediğimde dediğimi yapsaydın belki bu kadar zor olmazdı her şey." Şöminenin önüne ilerleyip demir parçalarından birini çekti. Bu bir tür şişe benziyordu, ucu turuncu bir kora dönmüştü yana yana. Dişlerimi sıktığımda hareket etmeye çalışan bendim fakat bir figüranmışım gibi umursamadı beni o.
"Sana bugün birkaç seçim yaptıracağım ve şimdi, ilkiyle başlıyorum. Canını nereden yakacağımı sen seç." Çubuğu, Görkem'in karnına doğru yaklaştırdığında tenine değmiyordu ama sıcaklığını şimdiden hissettiğine emindim. "Karnından mı?" diye sorduktan sonra çubuğu yukarı doğru kaydırdı yine temas ettirmeden. "Göğsünden mi?" Birkaç adım attığında onun arkasına geçmişti. "Yoksa sırtından mı başlamamı istersin?"
"Sanki yaptığım seçimle ilgileneceksin," dedi Görkem. Hermes'in arkasında durmasını fırsat bilmiş, benim gözlerimin içine ne olursa olsun sessiz kalmamı söylemek istermiş gibi bakmıştı. Korkma, diyordu o bakışlar bana. Burada olduğunu haykırıyordu. Burada olmasını istemiyordum. İlk defa yanımda olmasını istemiyordum.
"Bana gerekçelerini söylersen seçimine saygı duyacağıma emin olabilirsin," dedi Hermes bu bir lütufmuş gibi.
"Karnımda sevdiğim birinin parmak izlerini taşıyorum," dedi Görkem, gözlerimin içine bakmaya devam ederek. Başımı iki yana salladım onu susturmak için. "Ve göğsüm, birinin evi."
Gözlerim saniyeler içinde dolduğunda dişlerimi dudaklarıma geçirip kendime hakim olmayı denedim. Benden istediğini yapmalıydım. Canı yanacak olan oydu ama ben daha bu saniyeden bir ölü gibi hissetmeye başlamıştım. Onun kalbinin benim için atmasını günlerce beklemiş, hep istemiştim ve şimdi buna lanet ediyordum.
"Yakacaksan sırtımı yak," dediğinde çekeceği acı yüzünden değil de dolan gözlerim yüzünden buruştu yüzü. "Gerekçelerim ikna edebildi mi seni?"
"Bahsettiğin biri, o değil mi?" Demir çubuğun ucunu bana doğrultmuştu uzaktan. "Aşktan nefret ederim, yasal bir zehir çeşididir."
Görkem hiçbir şey söylemedi, çenesini sıktı ve bekledi. Öylece, hiçbir şey yapmadan, kor bir alevin seçtiği bölgeye değdirilmesini bekledi.
"Yapma," dedim kendime daha fazla engel olamadığım için. "Yapma! Bu kadar cani bir adam mısın sen? Hermes, bana karşı hep kibar oldun. Uyuşturucu kullandığım gün bile odama kadar eşlik ettin. Dans ettiğimizde uyardın beni. Ben... Ben bana karşı bir şeyler hissediyor olabileceğini sanmıştım."
Görkem yapmaya çalıştığım şeye öfkelendi. Ne sanıyordu? Susup oturamazdım. Onu canımdan çok seviyordum. Elim kolum bağlıysa kelimeleri denemek zorundaydım. Başka çarem yoktu.
"Çok güzeldin," dedi Hermes. "Seni hayal etmediğimi söylersem yalan olur ama bir şeyler hissetmek mi? Yapma Mila, ikizimle mi karıştırdın beni? Bir insanın kölesi olacak son kişiyim."
"Dedi babasının kölesi," diye mırıldandı Görkem ve aynı saniye güçlü bir çığlık yankılandı odanın duvarlarında.
Hermes, ilk hamleyi yapmış ve demir çubuğu sırtına değdirmişti onun. Öyle iğrenç bir şeydi ki bu, yanan etin cızırtısını bile duymuş ve yanığın kokusunu almıştım. Görkem'in az önce çıkardığı o iniltili ses kulaklarımdan hiç silinmeyecekti. O ömürlere bedel ilk saniyeler geçtiğinde korkutucu bir kahkaha attı Görkem, o seste bile acı vardı. "Anne baba sorunların yüzünden mi kötü adam triplerine girdin sen? Çok orijinalmiş Hermes."
"Kes sesini," dedi Hermes. "Bak, gerçekten bazı sınırlarım var ama hepsini aşarım. Tek bir cümle daha kurarsan kızına dokunurum Kuzey, duydun mu? Beni daha fazla sinirlendirirsen sonuçlarına katlanırsın."
Görkem'in dudaklarında içten bir gülümseme belirdi. "Kızıma ilk dokunduğunda sana kafa attı, ikincisinde elini zor kurtardın. Git dene bakalım, bu kez ne yapacak sana."
"Korktuğunu gizlemeye çalışan adamlar böyle gülümserler."
Görkem çenesini kaldırdı. "Babanın karşısında dizlerin titrerken odanın içinde ayna da mı vardı? Çok aşinasın belli ki."
"Görüyorsun Mila, birileri canına susamış." Demir çubuk, bir kez daha Görkem'in tenine değdi ve bu kez daha uzun süre kaldı değdiği yerde. Görkem bir kez daha bağırdı acıyla. O kadar çok hareket ettim ki sandalyem yana doğru devrildi. Başım yere çarptı, çırpındım, kurtulmaya çalıştım, onun gözlerinin içine baktım ve hâlâ bir gram bile korkmadığı gerçeğiyle karşılaştım.
Sırtı cayır cayır yanarken bile benim için güçlü duruyordu.
Yatağında geçirdiğim geceler doluştu aklıma başım tozlu, soğuk zemine yaslanırken. Bana gülümsediği, beni öptüğü, beni uyuttuğu tüm o anlar. Kollarında hissettiğim güven, sıcaklığı, huzurun bendeki tanımı olan kalp atışları... Karşımda çenesini sıkıp bağırarak acı çekerken ya bu onu son gördüğüm haliyse diye düşündüm. Birimizin öleceği kesindi, Hermes böyle söylemişti ve o kişi ben olmazsam eğer, buradan çıksam bile artık nefes almak için hiçbir sebebim kalmayacağını biliyordum. O, benim sonumdu.
"Yapma," dedim tekrar. Ağlamaklı çıkmadı sesim her şeye rağmen. Gözlerimdeki öfke Hermes'e yöneltebildiğim tek silahtı.
"Ona aşık mısın?" Odağını üzerime çekebilmeyi başarmıştım. Yürüdü, yürüdü ve baş ucumda durduğunda ayakkabıları gözlerimin tam önündeydi. Onun önünde devrik bir sandalyeye bağlı halde yerdeydim. İstediği buydu. İnsanların yıkımını görmek onu tatmin ediyordu. Ayağını yanağımın altına doğru getirdiğinde yüzümü ona doğru çevirmemi sağladı. Tepki vermedim. Burada geçirdiği her saniye elindeki demir çubuk soğuyordu. Küçük düşmem umurumda değildi, Görkem'e nefeslenebilmesi için bir fırsat sunmaya çalışıyordum.
Çektiği acıyı yansıtmamak için öyle bir kasıyordu ki bedenini başına giren ağrıların şiddetini tahmin bile edemiyordum.
"Neden bunu duymak istiyorsun?" dedim. Bakışlarına bir hayal kırıklığı yerleşti çünkü düşündüğü kadar perişan görünmüyordum. Konumum, baş kaldırışımı engelleyemiyordu. "Bu neyi değiştirecek?"
"Mila, ne zaman ağlamaya başlayacağını merak ediyorum." Yüzüme doğru eğildiğinde demir çubuğu göğsüme doğrulttu. "O restoranda bağır çağır ağlayabiliyordun, burada gıkın çıkmıyor. Gerçek hayatta olabileceğin kişiyi düşünmek beni büyülemeye başladı. Seninle tanışmayı her saniye daha fazla istiyorum."
"Üzgünüm," dedim. "Birinin son seçeneği bile olamayacak kadar korkunç birisin. Zaafın sevgi olduğundan mı papağan gibi yineleyip duruyorsun aynı cümleleri? Şu dünyaya seni getirenler bile seni mahrum bıraktı diye sevgisinden, onun ve benim aramda olduğunu düşündüğün bağ zarar veriyor sana değil mi? Onu canımı verecek kadar seviyor olma ihtimalim senin canını yakıyor, kimse sana bir avuç sevgi dahi göstermediği için."
Aralık bacakları görüş açımdaydı ve boşluktan Görkem'in yüzünü görebiliyordum. Bana gülümsedi. Dudaklarının kıvrımı, kalbime güç aşıladı. Onun için yaşamak onun uğruna ölmekten daha zordu ama bunu başaracaktım. Korkularımı gömecek, o gülsün diye gülümseyecek ve rakibimin aklını başından alacaktım.
Elini sandalyemin gerisine attığında tek bir hamleyle beni yerden kaldırdı ve eski konumuma yerleştirdi. Bunu yaparken nefes alış hızı bile değişmemişti. Gerçekten güçlü biriydi. Elindeki şişi gömleğimin üzerinden iki göğsümün arasına bastırdığında sivri ucu hissettim. Beni yakmadı. Soğumuştu fakat yine de canımı yakıyordu bastırdığı için. Bana bu kez yaklaşmamıştı, sadece az önce Görkem'in teniyle sönmüş bu demir çubuk şimdi benim göğüs kafesimi delip geçmek istermiş gibi orada duruyordu.
"Sana dokunmamaya çalışıyorum," derken kendine hakim olmak ister gibi konuşuyordu. "Çünkü gözlerinde gördüğüm ifade bana kız kardeşimi hatırlatıyor. Çok fazla acı çekmiş kadınları tek bakışta tanıyabiliyorum, ona verdiğim bir söz yüzünden de kendimi durdurmaya çalışıyorum fakat Mila, aklın varsa beni zorlamazsın."
"Sadece tehdit ederek mi konuşabiliyorsun sen? Sıkıcı olmaya başladı."
Sivri uç, tenime biraz daha gömüldü. "Oyuncağımla oynamama izin ver," dedi Görkem'i kastederek. "Ve tavsiyem, bir an önce ağlamaya başla çünkü sen bana durmam için yalvarana kadar durmayacağım."
"Bunun zayıflık olduğunu mu sanıyorsun?" diye sordum. Görkem gözlerini kısmıştı. Bana olan güveni yüzünden araya girmiyordu fakat sırtını yakan demirin bana değmesi dahi çileden çıkartıyordu onu. "Ona diz çökmesini ve bana da yalvarmamı söyledin, nefret ettiğini iddia etsen de güce tapıyorsun çünkü sen. Babandan korka korka ona dönüşmüşsün ve bunu bu kez seni sinirlendirmek için değil, gerçeklerle yüzleşmen için söylüyorum."
Bir şey söylemek isteyerek ağzını açtığında "Beni iyi dinle," diye devam ettim. "Senin için değil, benim için diz çökmesini isteseydin bunu yapardı ve ben de onun ölmemesi için yalvarmam gerekliyse yalvarırım. Birbirimiz için bir şeyler yapmak ne onun adamlığından eksiltir ne de benim gurursuz bir kadın olduğum anlamına gelir."
Gözlerine geçmişin gölgeleri sinmeye başladığında doğru noktayı yakaladığımı anlayıp "Hayır," dedim. "Kız kardeşin için babana yalvardığın anlar seni acınası bir adama çevirmedi. Bunun adı sevgidir. Sevgi öyle bir duygudur ki, gücün bile urganı olur zamanı geldiğinde. Üstünlüğünün kaynağı buradan gelir."
"Sen ve ben, çok yakışırdık Mila fakat bunun için senin aptal tarafını yontmak gerekirdi. Bağ dediğin şey ölümcüldür. Ümitsiz romantizmin midemi bulandırmaktan öteye geçemiyor."
"Yalvarıyorum," dediğim an gözlerimin içine dikti gözlerini. Bu cümleyi kurmak benim için dünyanın en zor şeyiydi çünkü ölmek için yalvardığım o gecenin izleri tenimde, lekeleri zihnimde, her saniyesi gözlerimin önündeydi. Sesim titremedi, ağlamadım, öylece durdum. Bu kez bir yaşam için yalvarıyordum, kurtarılacak onun canıydı ama yaşam ikimiz içindi. "Yalvarırım, onun canını yakma. Eğer sevdiğim adama zarar vermeye devam edersen senin urganın ben olacağım."
"Bu adama ne kadar zamandır aşıksın sen acaba?" Yalvarmamdan hoşnut olsa da üzerinde durmamıştı söylediklerimin. Aydınlatamadığı çok nokta vardı benimle ilgili. "Günün sonunda önce seni öldürsem sonra ona geçsem de yeni nesil bir Romeo ve Jüliet mi çeksek?"
"Onu öldürmeyeceksin," dedim. "Onu hayatta tutmanın bir sebebi var, bu yüzden Nova'da yirmi kurşunla delik deşik olmadı."
"Acı eşiği yüksekse hayatta kalmak için bir şansı olabilir," dedi Hermes. Şöminenin başına gittiğinde elindeki demir çubuğu yeniden oraya yerleştirdi ve bir başkasının sap kısmını kavradı parmak uçlarıyla. Yeniden Görkem'e doğru yürüdüğünde bu kez hiçbir şey söylemeden kızgın demiri bir mühür basar gibi bastırdı sırtına.
Gözleri yaşardı, dudaklarını parçalarcasına ısırdı, o yaş oradan akmasın diye çabalarken gözlerimin içine baktı ama dudaklarından çıkan o acı dolu sese yine de engel olamadı. Gözlerimi sımsıkı kapattığımda hâlâ o cızırtı seslerini duyuyor ve yanık etin kokusunu soluyordum. Görkem'in bedeni ter damlalarıyla dolmuştu. Alnı kırış kırıştı. O kadar canını yaktı ki Hermes, ayaklarını yere basmaya bile gücü kalmadı ve sadece tavandan sarkan zincir sayesinde yere yığılmadı.
Her şey bittiğinde "Onu buradan götür!" diye bağırdı. Alevler teninden çok gözlerindeydi. Ağlamamak için son bir çabayla direniyordu. "Beni böyle görmesin," dediğinde sesindeki gücün azaldığını fark ettim. "Beni bu şekilde görmesin."
"E asıl burada olma sebebi zaten bu ya," dedi Hermes demiri dalga geçer gibi onun omuzlarına iki kez dokundurduktan sonra. "İçinizden herhangi biri bize istediklerimizi verene kadar devam edeceğimizi anladınız değil mi? Hayır beyniniz algılayamıyor olabilir aptal duygularınız yüzünden, bir açıklık getirmek istedim buna."
"Ne öğrenmek istiyorsun?" diye sorduğumda Görkem gözlerimin içine korkuyla baktı, mavi gözleri bir denizi andıracak kadar nemliydi şimdi. Yaşlar göz pınarlarına asılıydı fakat kendini öyle bir sıkıyordu ki bu kaburgalarının belirginleşmesinden bile anlaşılıyordu. Vücudundaki her bir kas gergindi. "Bana bak, yalan söylüyor gibi görünüyor muyum? Sana anlatacağım. Bırak, sen ve ben konuşalım. İstersen başka bir yere götür beni."
"Bunu da yapacağımız an gelecek ama önce biraz da senin canını yakmayı deneyeyim ve bakalım Kuzey bir şeyler anlatacak mı bana?"
"Yapma." Görkem'in sesi çok fazla çaresiz çıkmıştı ilk defa. Çektiği acı ne kadar şiddetliyse benim aynısını yaşama ihtimalimi düşünmek, dakikalardır durdurmaya çalıştığı o ilk gözyaşını düşürdü yanağına. Başını sallayıp sertçe burnunu çektiğinde bu kez ölüm tehdidi gibi çıktı sesi. "Hermes, aklından bile geçirme."
"Uzun zamandır bu kadar zevk almamıştım bir şeylerden." Bunları bize yaşatmasının tek sebebi Görkem'in onun egosunu sarsmasıydı. İki yumruk yedi diye itibarı zedelenmişti ve biz bunun bedelini olabilecek en kötü şekilde ödüyorduk. "Başına gelecek her şeyi hak ediyorsun sen. Senin yüzünden neler yaşadığımdan haberin bile yok. Sana acır mıyım sanıyorsun?"
"Tamam, benimle derdin." Ayaklarını yeniden yere basmaya çalıştı. "Amına koyayım, benimle çöz! Ne yapacaksan bana yap."
"Sen bildiğin yalvarıyorsun lan." Hermes üçüncü demire doğru ilerlemeye başladığında ikinciyi oraya bıraktı ve içlerinden en sıcak olanını alıp bana doğru yürüdü adım adım. Aramızda bir metre varken bile hissetmiştim o kızgın ucun sıcaklığını. Turuncu kor gözlerimi yakıyordu.
Tepki vermeden, korkusuzca çenemi kaldırıp bekledim. Kelepçeli ellerim yumruk halindeydi. Hermes, gömleğimi omzuma doğru ittiğinde çapa dövmesine baktı. Elini daha önce oraya koymuştu, oraya dokunmuştu ve şimdi aynısını bir demir çubukla yapma niyetindeydi. Bir izi silememişken üzerine bir tane daha alacaktım ama bu ölüm demek değildi, sadece sevdiğim adam içindi. Buna inandırdım kendimi ve kapattım gözlerimi.
"Yapma," diye sayıklıyordu arka planda. İçli bir yalvarıştı bu. "Benden çıkar hıncını, dokunma ona."
Isıyı hissettim, yaklaştı, yaklaştı ve yanaklarıma bile vurdu sıcaklığı. Dudaklarımı bir çığlık savurmamak için dişlerimle ezip yalnızca kaçınılmaz sonun gerçekleşmesini bekledim.
O saniye, zamanı durduran bir şey yaşandı.
"Görkem Duman," diye bağırdı, aşık olduğum adam benim için kendinden vazgeçerek. Gözlerimi sonuna kadar açtım, bana değmek üzere olan kor alev ve tenim arasında santimler kalmışken Hermes durdu ve omzunun üzerinden ona döndü. "Adım bu," diye devam etti boynu bükülmüş bir sesle.
Tehlike buydu.
Tehlike, benim için yapabilecekleriydi.
Herkes bizi bu yüzden uyarmıştı.
"Nereden bileceğim?" diye sordu Hermes ama o vurgu, yalan olamayacak kadar yürektendi. Ben bir iz daha taşımayayım diye bugüne dek koruduğu kimliğini açık etmişti. Gözlerimin içine baktı Hermes ve sorduğu sorunun cevabını yüzümde gördü. "Vay be, demek bu kadar kolaydı." Benden uzaklaştı, onun yanına vardı ve "Kusura bakma," dedi. "O kadar hazırladık, boşa gitmesin." Şiş, Görkem'in yüzünün hizasındaydı. Gözlerimi sımsıkı kapatmıştım, bunu yapmayı istememiştim bile. Tekrar o içimi yerle bir eden, kalbimi kurutan, zihnimin her köşesine sinen iniltiyi işittim. Bu kez yanan çenesiydi.
Onu durduransa çalan telefon olmuştu. Görkem'in acısını son bulduran bir telefon melodisiydi. Hermes geri çekilip telefonuna tuhaf bir bakış atarak kulağına doğru götürdü ve hızlı adımlarla çıktı odadan. Geride o ve ben kaldık.
Gözlerinin içine bakacak cesaretim yoktu. Ağlamaya başladığım anı kestiremiyordum. Buradan kurtulabilsek bile bu anın içine hapsolup kalacaktık. Şöminenin sesleri duyuldu, Görkem artık ses çıkarmıyordu. Bunu yapacak gücü bile kalmamıştı. Ayakları yeri süpürüyor, başı omzuna düşüyordu. Gözlerinden akan yaşları durduramıyordu, dudakları giderek mora dönüyordu, hepsi çektiği acı yüzündendi.
Sandalyemde hiçbir şekilde hareket edemiyordum. Bu kadar çaresiz bırakılmak dünyadaki en acımasızca şeydi. Ona koşamıyor, onu öpemiyor, her şeyin geçeceğini bile söyleyemiyordum.
Saniyeleri saydım, Hermes'in kapıdan çıkışının üzerinden 1 dakika 13 saniye geçmişti ve Görkem ayaklarını yere sağlamca bastı, bileklerine bağlı zincirleri elleriyle kavrayıp güç almaya çalışırken yüzünü yüzüme çevirdi.
"Buradan sağ çıkabilirsem," diye girdi cümleye. Çatlayan sesi yüzünden bir kez yutkundu. Ağladığımı görmek onu kahrediyordu bu yüzden susmayı deniyordum ama nafileydi. Baştan sona titriyordum. Bu önleyemediğim bir krizdi. Çatlayan dudaklarını ıslatıp yeniden konuşmak için araladı. "Buradan sağ çıkarsam sana söyleyeceğim bir şey var ama çıkamazsam da bilmeni istiyorum."
Kelimeler canını yakıyordu. Sırtındakileri göremiyordum ama çenesindeki yanık, dudağının bir kenarından boynuna doğru inecek şekilde kıpkırmızı yapmıştı o bölgeyi. Bu yüzden konuşmak için harcadığı çaba bile ona acı olarak geri dönüyordu.
Ne söylemek istediğini anladığımda daha çok titreyerek "Sus," dedim. "Dur, şimdi değil. Biz çıkacağız buradan. Onu oyalamaya çalışmıyor muyduk? Ben anladım senin ne yaptığını. Arda gelecek, bilmiyor Hermes. Zaman kazanıyoruz ikimiz beraber. Dayanacağız, buradan çıkacağız."
"Beni dinle," dediğinde bu bir veda konuşması gibi geliyordu kulağa. Başımı iki yana salladım. Gülümsedi, alnı kırıştı, dudakları titredi ve yeniden gözlerimin içine, gözlerindeki yaşlarla gülümseyerek baktı. "Bir şarkı var," dedi. "Yanımda uyuduğun gecelerin sabahında senin için dinledim."
"Görkem..."
"Toprak yağmura, ben sana."
"Dur," diyerek böldüm onu gözyaşlarımdan yüzünü bile seçemez hale geldiğimde. Kulaklarım uğulduyor, kalbim çırpınıyordu. "Yalvarırım, bu şekilde değil. Biz seninle yolun başındayız daha. Son burası olamaz."
"Duydun," dedi. "Biri ölecek ve gördün, benim o." Bu onun için sorun değilmiş gibi gülümsedi. "Umudumu kaybetmedim. Biliyorum, Arda ne yapıp eder çıkarır bizi buradan. Senin de söylediğin gibi zamana oynamaya çalışıyorum ama-"
"Çok acıyor," dedim içim sökülürken. "Canın çok acıyor. O kadar acıyor ki öleceğini hissetmeye başladın."
Bu hissi biliyor oluşum kaburgalarının arasından bir zehir gibi sızıp kalbine ulaştı ve yüreğinde bir nokta derinden sızladı, bunu anladım gözlerinden.
"Yapabileceğim bir şey var mı?" diye sordum. "Düşünemiyorum, hareket edemiyorum, bir yol göremiyorum. Bu sandalye Kaya'nın yanındaki gibi de değil, o kolay kırılabilecek türdendi. Bu sapasağlam."
"Yorulma," dedi. "Bana açıklama yapmana gerek yok, ben biliyorum zaten neyin ne olduğunu. Hiçbir şey yapamazsın ve bunun için bir kez bile suçlamayacaksın kendini, anlıyor musun? Hiçbir zaman."
"Yanımda olmayacakmış gibi konuşuyorsun." Burnumu çektim. "Yanımda ol ve suçu kendime yıkmama izin verme. Görkem, sanıyor musun ki sana bir şey olsa ben sağ çıkarım buradan? Sanıyor musun ki yeniden başlamayı denerim bir kere daha? Ya birlikte ya hiç, sok bunu kafana."
"Zaten bunun için savaşıyorum," dediğinde dik durma çabasının altında bile benim imzamın oluşu gerçeği bir tokat gibi çarptı yüzüme. "Zaten senin için savaşıyorum güzelim benim. Aklımı yitirmediysem bu senin sayende. Kaya'yla Selma, Can'la Vega ilgilenecek dedi bana Hermes. Bir tek seni getirip koydu önüme, bir ceza kestiğini sandı. Halbuki varlığın tutuyor beni ayakta. Beni güçsüz düşürdüğünü sanıyorken güçlendirdi aptal."
Ona kendi adını söyleyecek kadar güçsüz düşmüştü aslında ama bunu dile getirmenin ne yeri ne de zamanıydı. Yüzüne vurmak istemiyordum, düzgün düşünebilmeye geri döndüğünde bunun pişmanlığı ölene kadar onunla olacaktı. Bu, Görkem'in şimdiye kadarki en büyük hatasıydı ve sebebi bendim.
"Ölmeyeceksin," dedim. "Bir daha bunu ima etmeye bile kalkma. Ben seni kaybedemem, gerçekten olmaz bu kez."
"Ölmek istemiyorum." Hafif aralık olan kapı bir anda sonuna kadar açılıp duvara çarptı kendiliğinden. Sanırım cereyan yapmıştı, demek ki etrafı açık bir alandaydık. En azından dışarı açılan bir kapı ya da pencerenin olduğu anlamına gelirdi bu ve büyük bir ümitti benim için. Sonra o ümit, Görkem'in gözlerindeki için için kan ağlayan ifadeyi gördüğüm an yerle bir oldu. Açık kapıdan içeri giren rüzgâr, yanık izlerini kamçılıyor olmalıydı. Her esiş tenine bir iz daha kazıyor gibi sımsıkı kapattı gözlerini.
"Ölmek istemiyorum," diye yineledi, yok olmak üzere olan bir sesle. "Beni hiç öpmedin, henüz ölemem."
Defalarca kez öpüşmüştük ama hiçbirini ben başlatmamıştım, bunu ilk birlikteliğimizi yaşayacağımız an için saklıyordum. Eğer başımıza bunlar gelmeseydi Nova'dan çıkıp yalnız kalacağımız bir yere gidecektik ve onu öpecektim. O arabayı son sürat kullanırken ben yan koltukta o anı hayal ediyordum birkaç saat önce. Kurduğu cümle içimde yeşerttiğim hayal ormanını küle çevirmişti, şimdi ikimiz de gözleri birbirine kenetli halde sadece acı çekiyorduk.
"Daha bir sürü anımız olacak ki bizim." Buna inandırmak zorundaydım ikimizi de. "Bak," dedim ve bir kez daha burnumu çektim. "Ben biraz korkuyorum, çok az ama. Sen benim için güçlü durursan geçer."
"Korkma," dediğinde gerçekten güçlenmişti sesi. "Söylediğin gibi, daha yaşanacak çok şey var. Hem bizi de geçtim, bizimkiler bensiz birbirlerini yerler kızım. Biliyorsun, ben iyi bir liderim ve sorumluluklarımdan vazgeçemem."
Rüzgâr yeniden esti, tonlarca iğne aynı anda batar gibi buruşturdu yüzünü tekrar. Dayanamadığında bir küfür savurdu. "Sıkma kendini," dedim. "Sadece geçeceğini düşün çünkü yemin ederim bir gün dinecek acısı. Ben dindireceğim. Buradan bir çıkalım, kendi ellerimle iyileştireceğim seni."
"Onunla birlikte miydin?" diye sorduğunda direkt olarak Kaya'yı kastettiğini de konuyu değiştirmek istediğini de anlamıştım.
"Evet," dedim. "Yanımdaydı. Nova'daki halinden eser yoktu biliyor musun? Sanki zehirlenip kan kusan bendim, öyle dimdik duruyordu."
"Onu devirmeyi öyle kolay başaramazlar," diye gururla bahsetti kardeşinden, her şeyden habersizken. Gülümsedim içten, başımıza neler geleceğini bilmeden.
Hermes geri döndüğünde yüzünde oldukça sinirli bir ifade vardı. Yaptığı telefon konuşması mıydı sebebi, başka bir şeyden miydi bilmiyordum ama ağzını bile açmadan başıyla içerisini işaret etti ve beni buraya getiren adamlar aynı şekilde dışarı çıkardılar. Arkamdan nereye gittiğimi sorup duran Görkem'in bağırışları ve zincir sesleri duyuluyordu. Hareket etmek için ne kadar çaba sarf ediyorsa sesler o kadar güçlüydü ki beynimin duvarlarına çarpan demirler vardı sanki.
Beni Kaya'yla yan yana olduğumuz o odaya götürdüler ama bu kez yalnızdım. Nerede olduğunu sorduğumda bir tokat yedim yüzüme. Dokunulmazlığımın sona erdiğini o an anladım. Tek kalışım, anıları ısıtıp ısıtıp koydu önüme. Bir yerde gerçekten çıldıracak gibi oldum. Geçen her dakika bir asıra denkti. Hem düşünmemek hem de dikkati üzerime çekmek için bulduğum yol bağıra bağıra İspanyolca bir şarkı söylemeye başlamak oldu. Sesim boş odanın içinde yankı yaptığı için olduğundan daha gür çıkıyordu. Beni duymamaları imkansızdı.
Dakikalar sonra gördüğüm ilk yüz, bir daha asla görmek istemeyeceğim birine aitti. Otel odasındaki bayık bakışlı, adının Nedim olduğunu Ros tarafından öğrendiğim, omzuna ve bacağına bıçak sapladığım o adamdı karşımdaki.
Kaset başa sardı.
Gözümü kapattım ve Ilgaz'ı gördüm. Gözümü açtım, Nedim'in bakışlarında aynı karanlık parıltılar vardı. Topallayarak yürüyordu, benim yüzümdendi. Bir kolunu rahatça hareket ettiremiyordu, benim yüzündendi. İntikam istiyordu, zamanında intikam isteyen başka biri yüzünden ölmek için yalvardığım anlar olmuştu.
Midemden ağzıma doğru yükselen asit, ciğerlerimi de yaktı beraberinde.
Bana bir sürü soru sordu tek tek. İğrenç gülümsemesi dışında o güne dair bir imada bulunmadı fakat soruların cevaplarını alamadıkça sinirlendi ve her sinirlendiğinde bana dokunmakla tehdit etti beni.
Onu zaten bir kez alt etmiştim, bir kez daha edebileceğimi biliyordum ve buna tutundum. Çileden çıkartana kadar durmadım. Bana saldırdığında ayaklarımı yere basarak sandalyemin arka ayaklarını yerden kestim. O Hermes kadar eğitimli değildi, onun kadar güçlü de değildi, farkındaydım. Şimdiye dek sakladığım gücümü sandalyemi onun üzerine devirerek kullandım.
O adamı etkisiz hale getirmem, nefes nefese kalmama sebep oldu. Bunu yaparken ahşap sandalye ve ben bir bütün haline gelmiştik. Dayanak kısmı en son boğazına yaslıydı o adamın, yalnız ne kadar sert davranırsam davranayım bir türlü başaramamıştım bağlı olduğum yerden kurtulmayı. Buna rağmen zayıf noktalarını kendi ellerimle oluşturduğum Nedim'i bir kez daha bayıltmayı başardım.
Küçük zaferim fazla uzun sürmedi. Beni yeniden Görkem'in bulunduğu odaya doğru sürüklemeye başladı kollarımdan tutan izbandutlar. Artık daha fazla sabrım kalmadığı için bu kez karşı koydum, birkaç darbe almalarını da sağladım fakat öyle kuvvetlilerdi ki parmakları kemiğime varana kadar kollarımı sıkı tutuyorlar, hareketlerime engel oluyorlardı.
Ellerimi arkadan kenetleyen kelepçeyi çözdüklerinde yeniden atıldım, önden bağlamaları üç saniye bile sürmedi. Bu kadar çaresiz hissetmek canımı çok acıtıyordu. Normal şartlar altında çok daha fazlasını yapabilirdim fakat beni Görkem'le tehdit ettiklerinde elim ayağım tutmuyordu.
İçeri girdiğimde ilk fark ettiğim şey, Görkem'in boynuyla çenesi arasındaki kızarık, kabartılı büyük yanıktı. Bu yeniydi. Çok... Çok acıyor gibi duruyordu. Sırtındakiler de böyle miydi? Vücudunda bu izlerden kaç tane vardı? Ben yokken canı ne kadar yanmıştı da gözlerindeki tüm fer gitmiş, bileklerinden akan kanlar omuzlarına doğru süzülmeye başlamıştı?
Neredeyse ölü gibi görünüyordu.
Başına dayalı olan silahı Hermes tutuyordu. Kollarımdaki baskının kalktığını dahi fark edememiştim dilim tutulmuş halde Görkem'in nefes alıp almadığını anlamaya çalışırken. Bir kez zorlukla gözlerini kapatıp açtı. Çok sevdiğim uzun kirpiklerinin titreşimi oldu kalp atışlarını hissetmemi sağlayan. İçime bir nefes çektim fakat zamana oynamaya daha ne kadar dayanabilirdi bunu kestiremiyordum.
"Dizlerinin üzerine çök, Mila."
Hermes'in insanları dizlerinin üzerinde görme isteği bana sadece komik geliyordu. Güldüm. Gözlerinin içine bakıp gülmeye devam ettim. İçeride beni tutmak için hazır bekleyen iki kişi vardı, Hermes'inse kontrolü sağlamak için bir silahı. Bizden bu kadar korktuğu halde bize üstünlük kurma çabası sadece gülünçtü.
Alay eder gibi gülmeye devam ettiğimde bunun bir kriz olduğunun farkında değildim. Gülücükler kahkahalara dönüştüğünde Hermes kaşlarını çatarak, Görkem'se şişmiş gözüne rağmen endişeli bakışlarla bana döndü yüzünü. Mahvolmuştu. Ben yoktum, nereye gittiğimi ve bana ne yaptıklarını bilmiyordu, beni koruyamadığını düşünüyor ve bu yüzden tam olarak gözlerimin içine bakmaya bile cesaret edemiyordu. Şakağına yaslı olan silah umurunda değildi, yine korkusu benim içindi.
Daha fazla güldüğümde kahkahalarım her yerde yankılanıyordu. Dizlerimin üzerine çöktüm ve Hermes'in gözlerine baktım. "Anlamıyorsun," dedim. Gülüşlerim arttıkça kaşları daha da çatılmıştı. "Güç senin sandığın şey değil. Gör, güç bu. Benim yaptığım. Söylediğini ikiletmedim, emrine uydum ama çileden çıkan yine sen oldun."
Yüzü sinirden morarmak üzereydi. Bir şey söyleyeceği sırada kelepçeli ellerim önümdeyken çenemi kaldırdım. "Dizlerimin üzerindeyim Hermes, istediğin gibi. Sevdiğim, aşık olduğum, uğruna her şeyimi vereceğim bir adamın canı için bunu yapmak küçük düşürmez beni. Hayır, buna boyun eğmek de diyemezsin. Hangi kölen sana bu içi yanan gözlerle baktı? Söylesene, benziyor muyum onlara? Seni dizlerinin üzerine çökmüş haldeyken bir zincirle boğduğumda kimseye benzemediğimi anlayacaksın."
Silah, bir oyuncakmış gibi benim başıma çevrildi. Sinirle tetiği çekme ihtimali de umurumda değildi, buna şahit olmak çok şaşırttı onu. Şimdiye kadar Mila'yı görmüştü, şimdiyse Yağmur'la tanışıyordu. Görkem'in Yağmur'u ölmeyi artık istemiyordu ama canını vermekten de korkmazdı o yaşasın diye.
Gözlerim bana hep okyanusu andıran gözlerine kilitlendi. Başını dik tutamadığından yere doğru eğikti, şanslıydım, ben de yerdeydim ve o gözlerin içine bakabiliyordum. Son nefesimi vereceksem bu tam olarak şu an olmalıydı. Şimdi değilse bile onun kollarında vermek için saklamalıydım soluklarımın sonuncusunu.
Bir an başka bir değişikliği fark ettim. Ona bakarken dudaklarımın aşağı doğru bükülmesine neden oldu bu. Kolunda şırınganın bırakacağı türden bir morluk duruyordu. Hermes "Boş palavraların bittiyse," dedi esniyor gibi yaparak. "Sen yokken neler olduğunu anlatayım son üyemizi beklerken. Görkem Duman, benden tek bir istekte bulundu. Kurtulmak değildi, kurtulman da değildi. Neydi biliyor musun? Ağrı kesici. Ben de yaptım."
"Ona ne verdin?" diye sordum dişlerimi sıkarak.
Gülerek "Ağrı kesici," dediğinde koridorun duvarından sesler yükselmeye başladı. Bağırış, Kaya'ya ait olduğunu anladığım bir küfür ve sonra, kapının eşiğinden içeri bir adam resmen fırlatıldı. Kayıp yanıma kadar gelen, omzuma vurarak hızı kesilen adam Kaya'ydı. Ağzı yüzü kan içindeydi. Gömleğinin bazı yerleri yırtılmıştı. Başı kucağıma doğru düştüğünde ellerimi ensesine sarıp yere vurmasını engelledim. Onun elleri hâlâ arkadan bağlıydı ve titreyerek kucağımda kaydığında elleri, bacaklarımla kendi bedeni arasında kaldı. Kelepçe dizlerime sürtüp canımı yaktı.
"Sağ ol," diye fısıldadı. Bu bilinçsizce dökülmüştü sanki dudaklarından. Sonra bir kez daha "Sağ ol," dedi.
Arkamdaki izbandut adamlardan biri onun da benimle aynı pozisyona gelmesini sağladı. İkimiz de Görkem'in hizasında, Hermes'in önünde dizlerimizin üzerine çökmüş halde duruyorduk. Kafasını kaldırdı, Görkem'le gözleri kesişti ve ikisi aynı anda birbirlerine gördüğüm en buruk gülümsemeyle baktılar.
Ölürken bile birlikteyiz demek gibi, dedi Mete. Bana gülümsediğini hatırladım kollarımda can verirken ve sımsıkı kapattım gözlerimi.
"Mor senin rengin birader," dedi Kaya. Görkem dişlerini göstererek gülümsediğinde Kaya kaburgalarına aldığını düşündüğüm darbeler yüzünden öksürüp yere kan tükürdü, ardından o da gülümsedi.
"Kırmızı da seni açıyor," diye karşılık verdi Görkem, kurumuş dudaklarının arasından. Hermes, hiç de istediği şekilde gitmeyen tiyatro karşısında sinirden deliye dönmek üzereydi. Gözyaşları yoktu. Sırtı alevlerle damgalanan adam gülümsüyordu, ona dokunan adamla aynı odaya hapsettiği kadın hâlâ boyun eğmemişti, kan kusturduğu adam keyifli görünüyordu. Bu sahneyi böyle hayal etmediği çok belliydi.
"Şakalarınız bittiyse esas toplanma sebebimize gelelim artık," dedi Hermes. Bizi geçip Görkem'in önünde durduğunda silahı önce onun çenesine doğrulttu, Görkem'in yüz ifadesi biraz bile değişmedi. Ardından silah, bir Kaya'nın ve bir benim alnımın hizasında sıra sıra hareket etmeye başladı. "Hepinize içinizden birinin öleceği söylendi. Kuralları baştan belirlemeyi severim. Şimdiyse oyunun sonuna geldik, asıl kritik soruyu sorma zamanı."
Yeniden yüzünü ona döndüğünde başına daha ne gelebileceğini düşünen, her şeyin en dibini gördüğünü sanan Görkem, hayatının en zor seçimiyle karşı karşıya kaldı.
"Bir tarafta uğruna Can'ı boğazladığın, ölme ihtimalini düşündüğünde kendini kaybettiğin bu herif var, Birkan. Diğer tarafta ona bir şey olmasın diye uğruna koca oteli birbirine kattığın biricik sevgilin, güzeller güzeli Mila. Hadi bakalım Görkem Duman, yap şimdi tercihini."
"Ne diyorsun lan sen?"
"İki seçenek, tek kurşun," dedi Hermes. "Ceza işkence değil, en büyük ceza değer verdiğin birini kaybetmek ve sen sebep olduklarının cezasını böyle çekeceksin. Canından bir parçayı söküp alacağım, Görkem. Seçimi sana bırakıyorum. Birkan mı yoksa Mila mı?"
O an, tek bir cümle belirdi zihnimin ortasında. Aslında Ros'un Görkem'den bir seçim yapmasını istediği anda saklıydı Hermes'in beklediği cevap.
"Diğer tarafa kimi koyduğunun çok da bir önemi yok eğer ilk seçenek Kaya'ysa."
Onun için ilk seçenek her zaman Kaya'ydı. Ben ise kimsenin ilk tercihi olamayan o kadındım.
♟️
Can Günay:
Gözlerimi yavaşça araladığımda bir sandalyede oturuyordum. Ellerim bağlı değildi, ayaklarım da. Üzerimde bir ağırlık var gibiydi, muhtemelen kaç dakika olduğunu bilmediğim baygınlık yüzündendi. Sanırım eski bir kulübenin içindeydim. Ayaklarımın hemen dibinde uyuyan bir kedi vardı. Dirseklerimi sandalyenin kollarına yaslayarak doğrulduğumda ise bir çift yeşil göz, gözlerimin içine odaklandı.
Kıyafetlerini değiştirmişti, ilk dikkatimi çeken buydu. Kırmızı elbisesi yerini gri bir askılıya ve siyah bir pantolona bırakmıştı. Bacak bacak üzerine atmış bir halde, neredeyse dizi dizime değecek mesafede oturuyordu.
Etrafıma bakınmak için bile olsa ayırmadım gözlerimi ondan çünkü amacını biliyordum. Tüm o kaosun aslında neden çıktığını ve o oyunların neden oynandığını da öyle.
"Baş başa kalabilmemizin tek yolu buydu," dedi.
Benimle Hermes olmadan görüşmesinin tek yolu, onun eline oyalanması için bir şeyler vermekti ve ben de onun ne kadar tehlikeli olduğunu çok iyi biliyor olduğumdan buluşmaya yalnız gelmeyecektim. Kendi başından ikizini savarken benim başımdan da Analizcileri almıştı. En başından beri ikimiz için planladığı büyük buluşma buydu.
"Gerçekten son ana kadar seni bayıltmamak için direndim ama başka çarem kalmadı." Elini yüzüme uzattığında çenemi yukarı doğru kaldırdı. Bana dokunmasına izin verdim. Sadece gözlerine bakıyordum. Bakışları akıl hastanesinde ne kadar hissiz ise şimdi o kadar yoğundu. Parmaklarının dışını boynuma sürttü. "O adamın seni boğacak kadar delirmiş olmasına hâlâ inanamıyorum."
Görkem'in zekâsının beni en büyülediği anlardan biriydi. Öyle pratik düşünmüştü ki ilk başta neye uğradığımı şaşırmıştım. Artık V'yi neyle ve nasıl tehdit edebileceğimi biliyordum. İşin ucunda ben olduğumda hiçbir zaman o kumar masasına oturmayacaktı. Varlığım ona karşı benim en büyük kozumdu.
"Konuşmayacak mısın?"
"Boynunu kırabileceğimi biliyor muydun?" diye sordum ona doğru yaklaşarak. "Hastanede tanıştığın adam sana her yüzünü göstermedi Vega. Bunu yapmak benim için öyle kolay ki. Üstelik ellerimi boğazına sarsam geri çekilmeye bile çalışmazsın."
"Zamanımızı boşa harcamasak mı?" İşaret ve orta parmağını birleştirip boynumdaki yatay bir çizginin üzerinden okşayarak geçti. Görkem boğazımda bir iz bırakmış mıydı yoksa hayali bir şeyi mi siliyordu bilmiyordum ama dokunuşu benim için tehdit değildi, bundan emindim. "Beni öldürürsen aklındaki soruların hiçbirine cevap alamazsın. Bu senin için de bir tür ölüm olur ve yakın zamanda ölmek gibi bir planının olmadığından bahsetmiştin bana mesajlarımızda."
"Diğerleri nerede?"
"Beni ilgilendirmiyorlar," dedi. "Tabii seni boğmaya çalışanla kişisel bir husumetimiz var artık ama onun dışında hiçbiri umurumda değil."
"Hepsi yaşıyor mu?" Güldü. Biraz bile olsun gülmediğimde kaşlarını çatıp dudaklarını büzdü. Bana olan yakınlığını fırsat bilip elimi saçlarının arasına attım ve başını bana doğru kaldırmasını sağlayacak şekilde kafasını geriye doğru yatırdım. "Sana bir soru sordum."
Kaya'yı ilk defa öyle görmüştüm. Nefes alamıyor, inliyor, sayıklıyor, ağzından ve burnundan kan geliyordu. Hayatımın en zor mücadelelerinden birini o sandalyede eli kolu bağlı şekilde otururken vermiştim. Asya'nın başında bir silah varken ben hâlâ onlara meydan okuyarak savaşımı sürdürmek zorunda kalmıştım. Benim dışımda herkesin canının yanacağı bir tuzaktı bu. Böyle olacağını defalarca kez söylemiştim onlara ama yine de beni yalnız bırakmamışlardı.
Hayır, benim yüzümden yaşanmamıştı bunlar.
Ortada bir seçim vardı ve arkadaşlarım seçimini yapmışlardı.
Suçu kendime yıkarsam ayakta kalamayacağımı biliyordum. Akıl sağlığımı korumak zorundaydım bu yüzden Arda'yı düşündüm. Çekip gitmişti ve kendini kurtarmıştı. Evet, bu bir seçimdi. Diğerleri de onun yaptığını yapıp bu işlere hiç bulaşmayabilirlerdi.
"Can, beni öyle bir etkiliyorsun ki," dediğinde elim hâlâ saçlarının arasındaydı fakat gözlerimin içine tutku olarak adlandırabileceğim bir duyguyla bakıyordu. Saçlarının köklerini kavradığımda canını yaktığıma dair hiçbir belirti göstermedi. "Benzerliğimizi görüyor musun? Konu değer verdiklerin olduğunda bir kadına karşı şiddete eğilimli bile olabiliyorsun. Eminim bunu yapışın ilktir. İlklerin olmak güzel."
"Vega, dalga geçtiğimi falan mı sanıyorsun?" Ona saldırsaydım muhtemelen beni yere devirirdi, hem o eğitimliydi hem de ben konu kas gücü olduğunda çok iddialı sayılmazdım fakat Analizcilerden birinin başına bir şey gelme ihtimali beni nasıl birine dönüştürürdü, bunu tam olarak öngöremiyordum. "Hepsi hayatta mı?"
"Kuzey'in ölmesini de mi istemiyorsun? O seni siyahlı adam için sattı."
"Sorumu cevaplamazsan seninle tek kelime etmem ve benim aksime, senin benimle beş gün boyunca susup oturacak kadar vaktin yok."
"Hepsini öldürdüğümüz gibi bir ihtimal var ortada ve sen yeterince korkmuş görünmüyorsun. Neden? İçinde bulunduğun gruba karşı sen de mi gizli bir nefretle dolusun yoksa?"
"Bana baktığında bir duvar görüyorsan bir duvar görmeni istediğim içindir." Anlamıştım, hepsi hayattaydı. Tek derdi alay etmek, sınırlarımı zorlamak, neler yapabileceğimi görmek için beni kışkırtmaktı. "O cinayet mahallerine baktığımda ise tek istediğim bu eserlerin ustasıyla tanışmaktı. Görüyor musun? Her istediğime ulaşırım."
"Benim tarafımdan ele geçirildin."
"Seni ele geçirmem üç saniyemi alır."
"Denediğini görmeyi çok isterim," dedi meydan okuma yerleşirken bakışlarına. "Özellikle arkadaşların elimin altındayken yap bunu, bakalım ne oluyor o zaman."
"Onlara bir şey olursa bu odadan bir ceset çıkacağını biliyorsun."
"Ölüm beni korkutuyor mu sanıyorsun?"
"Sen değil," dedim. "Ben. Benim cesedim."
"Beni kendinle mi tehdit edeceksin?" Güldü. "Hadi ama Can, bunu zaten yaptılar. Yeni taktikler bulmalısın."
"Bir taktiği işime yarayacaksa kullanırım ve kabul et Vega, bana bir şey olmasından deli gibi korkuyorsun sen. Etrafımızda yirmi silah varken birinin bile ateşlenmeyişinin nasıl bir saçmalık olduğunu anlatır mısın bana?"
"Silahları sevmem." Omuzlarını kaldırıp indirdi. "Sadece kimyasallar ilgimi çekiyor."
"Onların iyi olduğundan emin olmamı sağla," dedim. "Ardından beni buraya getirmenin nedenini dinleyeceğim."
"Birinin arkanda ölü bir şekilde yatıyor olmadığını nereden biliyorsun?" diye sorduğunda dönüp bakmamı bekledi, bu benim dışımda herkesin vereceği ilk tepki olurdu. Dudaklarını bir gülümseme çekiştirdi. "Solundaki kapının ardında seni beklemediklerini nereden biliyorsun?" Gözümü kırpmak için dahi hareket etmedim. "Yeterince zihnine girdiğim bir insanı kuş olduğuna ve uçabileceğine bile inandırabilirim," dediğinde bu örneği öylesine vermediğini biliyordum. Kurbanlarından birinin ölümü bu şekilde gerçekleşmiş olmalıydı. Onları yüksek binalardan aşağı itmiyordu, onları intihar etmeleri için manipüle ediyordu.
"Kendine en kolay kandırabileceğin grubu seçip bir de bununla övünüyor musun?" diye sordum. "Beni arkamı dönmeye bile ikna etmeyi başaramadın oysaki."
"Aslında bakarsan gençler o kadar da kolay manipüle edilebilecek bir grup değil."
İnkâr etmediğine göre haklıydım. O çatılarda şimdiye dek hep iki kişi vardı. İtmek için değil, kendini öldürecek kişinin atlayacağından emin olmak için. Çünkü yüksek çatılara çıkıp aşağı bakmak zor olan değildi, iş o aşamaya geldiğinde son bir cesaret gösterilmesi gerekiyordu. O, insanlara bu cesareti sağlamayı kendine görev edinmişti.
"Yaşlarından bahsetmiyorum," dedim. "Sitene üyeliği bulunan herkes zaten intihara meyilli. Böyle birini kendini öldürmeye ikna etmek sence başarı mı? Sen sadece er ya da geç gerçekleşecek olan şeyin zamanına karar verip kendi kendine tanrıcılık oynadığını sanıyorsun."
"Böyle düşünmüyorsun," dediğinde başını iki yana sallayıp tehlikeli bir şekilde gülümsedi. Onu hafife alışımdan nefret etmişti, herkesten farklı olduğumu ve onu anlayabildiğimi düşünüyordu. Zaten anlıyordum, sadece her anladığımı dilimin ucuna yollamıyordum. "Bana karşı şeffaf olursan sevinirim. Bak, ben sözümü tutup perdelerin arkasına çektim ikimizi. Sadece senin ve benim olduğum bir yere geldik. Süslü kostümler, aptal dekorlar yok. Tüm gerçeklerimizle var olacağımız bir ortamdayız."
"Hermes olmasa kendini öldürür müydün?" Konuyu değiştirişimle birlikte anlık olarak afalladı. Gerçeklerimizle değil, gerçekleriyle burada olacaktım. Beni kaçırmış olabilirdi ama buradan kazançlı çıkabilirdim. Bana nasıl bir şans sunduğunun farkında değildi. "Hermes'e olan nefretin sadece o benden hoşlanmadığı için kaynaklanıyor olamaz. Doğumundan nefret ediyorsun çünkü onun yüzünden, onun için hayatta kalmak zorundasın. Sen ölemediğin için öldürüyorsun Vega. Öfkenin kökeni bu senin."
"Geçmişini unutup sadece seni tanımak isteyen o kadını, sana ölesiye muhtaç o kadını nasıl geride bırakabildin Can?" Sorularımın cevaplarını hiçbir zaman vermeyecekti, saldırılarıma saldırılarla karşılık verecekti. "Bağlandığı tek şeyin sen olduğunu biliyordun, seni görmek için nefes alıyordu ve ona bir veda bile etmeden çekip gittin. Kelimeler en yaygın cinayet silahıdır. Sen neden öldürdün o kadını Can, kendin ölemediğin için mi?"
"Ben birine umut olabilecek bir adam değilim Vega." Kaşlarını aksini iddia eder gibi havaya kaldırdı. "Birinin bel bağlayacağı, devamlı olarak yanında görmek isteyeceği, yaşama tutunmak için sebep olarak görebileceği biri değilim. Kimse kimseyi hayatında bu konuma koymamalı zaten. Bu aşk değil, sevgi değil, hastalıklı bir bağlılık."
"O akıl hastanesine deli oteli dendiğini duymuştum," diyerek konuyu yeniden ilk tanıştığımız yere çevirdi. "Dünya zaten bir deli oteli, sevgili Can ve tüm bağlar da hastalıklı. Hepsi. Her insanın nefes alması için bir neden var ve o nedeni yok edersen ölüm kulağa o kadar da korkunç gelmemeye başlar."
"Nefes almak için tek bir nedenin varsa yaşamanın zaten anlamı yoktur Vega."
Gözlerine tuhaf, derin bir ifade yerleşti ve ne dediğimin gerçekten farkında olup olmadığımı düşündü. Kastettiğimi yanlış anlayıp anlamadığını sorguluyordu. Doğru anlamıştı, öyle anlamasını sağlamıştım çünkü. Ben gelene dek tek bir sebebi vardı, yaşamanın bir anlamı yoktu ve ben onun ikinci sebebiydim, aslında ona her şeyi değiştirdiğimi söylüyordum. Bu umut vermekti. Bu bana bel bağlamasını sağlamak, o hastalıklı bağın köküne kibrit çakmak demekti.
İşte bir insanı manipüle etmek tam olarak böyle bir şeydi.
"Sor," dedi sadece. Duraksadı, dudakları aralandı ve derin bir nefes çekti içine. Durgun yeşil gözlerini, aralık dudaklarını, burnunun yapısını, omuzlarına kadar gelen siyah saçlarını yavaşça inceledim. Onu izlediğimi ona fark ettirdim. Alnına, dudaklarına ve yeniden gözlerine baktım. "Bana aklından geçenleri sor. Tek isteğim, hepsinin benim hakkımda olması. Arkadaşların yaşıyor, sana yalan söylemediğimi biliyorsun. Konuşmak istediğim o, bu, başka biri değil. Bana benimle ilgili merak ettiklerini sor."
"İlk ne zaman gördün beni?"
"Üç numaralı yerde."
"Seni bana iten neydi?"
"Seni aynı yerde üç kez daha görüşüm."
Hepsinde tek başımaydım. "Neden devamlı oradaydın?"
"Fiziki olarak değil," dedi. "Bana attığım her adımda arkama bakmam öğretildi."
"Bir kamera aracılığıyla beni fark ettiğini mi söylüyorsun?" Kaşlarımı çattım. "Olayı didik didik inceleyen memurlar değil de oraya üç kez sivil şekilde uğrayan ben mi çektim dikkatini? Farklı farklı günlerde orada bulundum. Beni çeken kamerayı her gün yirmi dört saat boyunca izlemediysen olayların anlattığın şekilde ilerlemesi saçmalık."
"Seni ilk görüşüm tesadüftü," dedi. "O sokaktan arabayla geçiyordum, aptal polislerin çoktan intihar diyerek soruşturmayı kapattığı dönemdi ama sen, çöp kutularının önünde durmuş ve başını çatıya doğru kaldırmıştın. Sen ve deri kapaklı not defterin göze çarpmayacak gibi değildiniz Can."
"Devam et," dedim net bir sesle, kontrol bendeymiş gibi. Üstünlük kurmuş olmam hoşuna gitti. "Kuzey'in ve benim bir fotoğrafımı bulmuştuk bir kafenin bahçesinde. O olay neydi peki?"
"Birbirimizin kaderinde yazılı olduğumuzun kanıtıydı elbette ki." Sesinde heyecan vardı. Anlatacağı hikâyeyi çok sevdiği belli oluyordu gözlerinin ışıltısından. "Şu bize Kuzey diye tanıttığınız kişi var ya, o Cengiz'e müşteri kılığıyla yanaşıp uyuşturucu satın almaya çalıştığında Cengiz çakmıştı olayı. Hâlâ şaşırıyorum nasıl anlamış olduğunda, aptalın teki çünkü. Sonra Kuzey'in peşine bir fotoğrafçı takmış bir de, yine ondan beklenmeyecek kadar zekice bir hareket. Neyse Hasan'ı da biliyorsun, Selma'nın abisi olan. Kuzey onun da kumarhanesini basmıştı vakti zamanında. Hasan kafayı takmıştı o adama. İşte Cengiz'e gidiyor, soruyor soruşturuyor sonra öğreniyor ki ikisinin de işlerini batıran kişi aynı adammış. Fotoğrafları satın almak için sergiye gidiyor."
"Buraları biliyorum," dedim. Asya'nın bize yeni katıldığı döneme denk geliyordu anlattıkları, biz üç yıldır birlikteydik diğerleriyle ama her şeyin başlangıcı sanki Asya'nın gelişinden sonra gerçekleşmiş gibi hissediyordum. "İşin beni ilgilendiren kısmına gelir misin?"
"Sabret," dedi. "Cengiz bazı işleri fena halde batırmıştı, Hasan'ı uyuşturucu tezgâhının başına geçirmemiz gerekiyordu. Bu yüzden de Cengiz'in öldürülmesine karar kılındı. Selma'yı da Cengiz'in yanına sekreter diye verdik işte biz fakat o kadın tam bir şeytandır. Cengiz'in aklına sızıp abisinden bile önce görmüş Kuzey'in fotoğraflarını. Neyse, içlerinden birinde Kuzey'le seni bir arada görünce şoka giriyor, gizlice alıyor o kareyi ve bana getiriyor bu senin peşindeki adam değil mi diye. Kaderin cilvesi işte Can. Ben o sırada çoktan tanışmıştım seninle, geçmişi olmayan bir kadın olarak."
"Selma sana bunu söyledikten bir sonraki gün intihar ederek dikkatimi üzerine çektin, değil mi?"
"Mila'nın çıktığı operasyonda kasanın olduğu odaya giderken fotoğrafları vardı, zaten sonra Cengiz'i alıp götürüyorlar Birkan'la birlikte. Sonuç olarak niye geldiğinizi de ne yaptığınızı da birlikte çalışıyor olduğunuzu da anlıyoruz buradan. Ben bir süre kabullenemiyorum gerçi, seni hep yalnız gördüğümden olsa gerek diğerleriyle bir türlü bağdaştıramıyorum kafamın içinde. Ertesi gün, sahte bir intihar girişiminde bulunup seni yanıma çekiyorum belki bir şeyler öğrenebilirim yaşananlar hakkında diye. Halbuki sen tek bir fire bile vermiyorsun. Aklına takılan ya da sormak istediğin bir yer var mı?"
27 yaşındaydım, çoğu klinik vaka olmak üzere çeşit çeşit insanla karşılaşmıştım ama beni bu kadar allak bullak eden tek bir kişi bile olmamıştı hayatımda.
"Seni durdurmamı mı istiyorsun?" Sorum, onu gafil avladı. Başımı aydınlanmış gibi ağır ağır salladığımda yapbozun eksik parçalarını yerine yerleştirmeye başladım. "Olay yerlerinde tuz yığınları bulduğumda bunun bir çeşit ayinle ilişkili olabileceğini düşünmüştüm en başta. Sonra aklıma başka bir şey geldi. Tuz, bazı inanışlara göre kötü enerjiyi uzaklaştırır ve kötü ruhları kovar. İntihara meyilli o insanların ruhlarının lekeli olduğunu düşündüğün için onların ölmelerini sağlıyorsun ama bunun arkasında daha derin bir sebep var değil mi? Sen birilerini öldürmek zorundasın Vega. Bu bir dayatma, belki baban tarafından. Kurbanlarını kötü ruhlardan seçiyor ve arındırıyorsun. Bu şekilde mi avutuyorsun kendini? Zaten ölmek isteyenleri öldürüyor olmak mı bastırıyor vicdanının sesini?"
Gözlerinin kenarları içtenlikle gülümsediğinde kırıştı ve bana kimsenin daha önce bakmadığı türden bir hayranlıkla baktı. "Bir kısmını doğru, bir kısmını yanlış yorumladın ama araya girip seni bölmek istemiyorum."
Zihnimdeki bulanık çamur, berrak bir suya dönüştüğünden düşüncelerimin hızını alamıyordum. Kelimeler arka arkaya yuvarlanmaya devam etti dudaklarımdan. "Annen öldürdü kendini ve kurtuldu. Şimdi sen diğerlerinin kahramanı oluyorsun. Kurtulmak isteyenleri kurtarıp onları hem kendilerinden hem de kötü ruhlardan koruyarak bir cenaze töreni organize ediyorsun kendince."
"İntihara meyilliler, yalnız hisseden insanlardan oluşan koca bir topluluktur sevgili Can ve yaşayan bir ölüye yapacağın en büyük iyilik, son nefesini verirken onu yalnız bırakmamaktır."
"Yaşayan bir ölüye yapacağın en büyük iyilik, onun ölü tarafını yontmaktır Vega. Manipülasyonu iyi niyetle kullandığında bir heykeltıraşa dönüşüp ortaya bir sanat eseri çıkarabilirsin ama kötü niyetle kullanmak seni bir katil olmaktan öteye götüremez."
"Bazı hasarlar kalıcıdır." Sesi, omurgamı delip geçti. Kürek kemiklerimin arasında bir sızı hissettim, çünkü kelimeler dudaklarından çıkıyordu ama kökleri sırtındaki yara izlerine dayanıyordu. "Bazen tek kurtuluş ölümdür, Can. İntiharın nedenini anlayamadığını söyleyip bu yola başvurduğum için hayal kırıklığı ile bakmıştın bana o hastane odasında. Dilerim hiç anlamazsın neyi kastettiğimi. Sadece aklına kazınsın, bulunduğu zemin çürükse er ya da geç sarsılıp parçalara ayrılır en güzel heykel bile."
Aksini savunabilirdim. Savunabileceğimi biliyordum. Durup düşündüm, bileklerindeki izlere bakarken ölümü bu kadar kez hayal etmiş birine yaşamın güzelliklerinden bahsetmenin anlamsız olacağını fark ettim. Onu ikna edemeyeceğimden değildi, onu imha etmek istediğimdendi. Vega, tehlike kavramına yeni bir boyut kazandırmıştı benim için. Varlığı zarar demekti.
"Hiç yara izleriyle dolaşmak zorunda kaldığın oldu mu?" diye sorarak yön verdi bu konuşmaya. "12 yaşını öldürmek istediğini yazmışsın Lir için kayıt olurken doldurduğun forma. Ayrıca anne ve babandan psikolojik ve fiziksel şiddet gördüğünü de işaretlemişsin seçeneklerin arasından. Doğru olup olmadığını düşünmekten uyuyamadım bir gece, biliyor musun? Kesin bir kanıya varabilseydim sıradaki kurbanlarım ebeveynlerin olurdu."
Bu düşünce kanımı dondurdu. Hayatımda yerleri neredeyse hiç yoktu annemin ve babamın fakat ölmelerini bir kez bile istememiştim. Bana saplantılı o kadın, ailemi yok etmeyi düşündüğünden bahsediyordu karşıma geçmiş. "Sadece ölmek isteyenleri öldürüyorsun," dedim. "Günaylar, intihara meyilli değillerdir. En değer verdikleri şey canlarıdır aksine."
Canları. Kendi canları.
"Sen varsan kural yoktur, Can." Her bir kelimesi doğruydu, bunu okudum gözlerinden. "Sana zarar veren benim tarafımdan biri de olsa sonunun ne olacağını Nova'da gördün."
"Başardın," dedim. "Seni merak etmemi sağladın, beni kendine bağladın. Şimdi senden kopmam mümkün değil fakat elini aileme sürmeye kalkarsan inşa ettiğin bu bağı geri dönüşü olmayan şekilde yok etmiş olursun."
"Sakin ol," dediğinde gülümsüyordu. Yorgun bakışları, zorlukla dik duran omuzları, hayatta kalma mücadelesi verirken çıkan bir kamburu vardı fakat güçlü kadın imajı çizmeyi öğrenirken bunları gizlemeyi de başarmıştı. Nova'daki hali o imajı yansıtmak içindi, benimle yalnız kaldığındaysa düşük omuzlarını da buruk gülümsemelerini de saklamıyordu. Akıl hastanesindeki hali, kendisini asıl hissettiği şeklin bir yansımasıydı. Kişiliğini oluşturan taşları bir bir tespit edip üst üste diziyordum. Benim analizlerim en çok karakter çözümlemelerine dayanırdı ve o, şimdiye dek en keyif aldığım denklemdi her şeye rağmen. "İkimizi birbirine bağlayan ben değilim Can, kader. Hâlâ bunu kabul etmeyecek misin?"
"Sevdiklerimin kılına zarar gelirse gözünün yaşına bakmam Vega, sen de bunu kabullen şimdiden. İntihara meyilli birine yapılabilecek en büyük kötülüğü yaparım, senin yapayalnız kalmanı sağlarım. Önce kedini, sonra Hermes'i, en son beni kaybedersin ama ne kadar istesen de atamazsın kendini o çatıdan aşağı. Sana atla diyecek insan bulamazsın çünkü çevrende, zaten buna cesaret edecek güç de yok senin içinde."
"Tamam," dediğinde eli elime uzandı. Uzun tırnaklarını işaret parmağım boyunca sürttü ve sonra bileğimi kavrayıp eklem yüzüklerimden birini çıkardı parmağımdan. Kendi parmağına geçirirken "Ee," dedi. "Ne zaman evleniyoruz? Çok uzadı bu iş."
Gülmeye başladım.
Gülmeye başladı.
Gözlerimiz birbirine odaklıyken sonu gelmeyen kahkaha selimiz kediyi rahatsız hissetti. Bacaklarıma sürttü kafasını. Ardından gözlerim gözlerindeyken sanki her gün yapıyormuş gibi siyah kediyi karnından tutup kucağıma çektim. Parmaklarım tüylerin arasına daldı, kedi kafasını dizimin üzerine bırakıp kıvrıldı.
On iki yaşındaki Can, evdeki kediye bir kez daha dokunmamakla cezalandırılmıştı çünkü ona zarar vereceğini düşünüyordu ailesi. Tek arkadaşı siyah bir kedi olan küçük erkek çocuğunu bir cani olduğuna inandırmışlardı ve o günden sonra ne kadar içi gitse de dokunamadı onlara aynı şekilde.
Seneler önce sarılıp uyuduğum da böyle bir siyah kediydi, şimdi kucağıma kıvrılan da aynı türdendi fakat o günkü Can ve bugünkü Can apayrı insanlardı birbirlerinden.
"Hem en sevmediğin hem de en sevdiğin hayvan kediymiş, öyle yazmıştın."
Verdiğim cevapların her biri ezberindeydi ve yeri geldikçe çıkarıp önüme sunuyordu. Önce kendisi hakkında konuşmama izin vermişti, şimdi kendimi ona açmamı istiyordu.
Anlamamış gibi yaptım.
"Çok seviyorum," dedim kedileri kastederek. Gözlerim gözlerinden ayrılmadığı için kurduğum cümleyle birlikte derin bir nefes alması gerekti. "Kedileri," diye ekledim. İmalı gülümsemem teslim bayrağını çekmesine neden oldu ve küçük bir kıkırtı döküldü dudaklarından. "Ve onlara zarar veririm diye korktuğumdan dokunamadım yıllarca. Bu yüzden nefret ediyorum onları görmekten, bir yaranın kabuk bağlamasına izin vermiyorlar her yerde oldukları için."
"Benim de bir kedim vardı, sarı. Beyaz benekleri vardı üzerinde. Hatta biri kalp şeklindeydi." Bakışlarını geçmişe dalmış gibi benden uzaklaştırıp yere çevirdi. "Babam öldürmüştü onu gözümün önünde. Kediyle oynarken yemeğe inmemiş olmamdı sebebi."
Ona sadece bir saniye kadar baktım ve çok emin bir şekilde "Hayır öldürmedi," dedim.
V güldü. "Evet öldürmedi ama babamdan benim kadar nefret etmeni sağlamak istedim."
Bunu yapmaya çalışırken de çok kısa bir sürede hikayesine inandırıcı detaylar ekleyip hiç var olmayan bir kediyi anlatmıştı bana. Uzmanlık alanı insanların yalanlarını yakalamak üzerine kurulu olan bir adamla tek ayak üzerinde kırk yalan uydurabilen bir kadının karşı karşıya geldiği bu satranç maçının da galibi bendim fakat maç bittikçe bir yenisini başlatmayı da yine ben teklif ediyordum, nereye kadar gideceğini görmek için. Sanki bunu yapmaktan o beni yenene dek vazgeçmeyecektim.
Vega'nın potansiyelini zorluyordum.
Yalnızca canına susamış biri böyle yapardı.
"Babandan nefret ettiğimde ne geçecek eline?" diye sordum. "Piramit'i yok etme isteğimiz ortak zaten. Neden ek olarak düşmanını düşmanım yapayım istiyorsun?"
"Ortak noktalarımızı çoğaltıyorum," diyerek karşılık verdi. "Ayrıca o kedi ne kadar yakıştı senin kucağına öyle. Merkezin önündeki sokakta yaklaşmaya bile korkuyordun."
"Ona bir isim vermelisin," dedim. "Ve Vega, bana ne yapacağın umurumda değil ama sana emanet ettiğim bu canı gerçekten korumalısın. Beni pişman etmezsin onu sana getirdiğim için, değil mi?"
"Gözüm gibi bakacağım." Bana söz veriyordu, saçmaydı. Onun sözüne güveniyordum, daha saçmaydı. "Ve bundan sonraki her buluşmamıza getireceğim. İstediğin zaman görebilirsin onu."
"Sana düzenli olarak buluşacağımızı düşündüren nedir?"
Az önce benden aldığı yüzüğü göstermek isteyerek elinin tersini yüzüme doğru yaklaştırdı. "Çünkü yeni evliler böyle yapar."
Yeniden gülmeye başladım ve yüzünde oluşan derin gülümsemeye baktım. Aldatıcı bir yüzü vardı. Yeşil gözleri bana bakarken diğer insanlara baktığındaki o alevleri taşımıyordu. Bu halinin masum göründüğünü bile söyleyebilirdim. Dudakları yukarı kıvrıldığında tüm portresi değişiyordu. Elbisesini değiştirmişti ama makyajını hâlâ silmemişti. Mor ruju duruyordu dudaklarında. Ojeleri de Lir'in sohbet ekranı da mordu, en sevdiği renk olduğuna artık emindim.
Bir an durdum ve ne yaptığımı sorguladım. Gülüşüm yavaş yavaş silindi yüzümden. Gözlerim gözlerinden kopup ayrıldı.
"Arkadaşlarım elinde," dedim kendime geldiğimde. "Burada şakalar yapıyorsun, gülüyorum fakat bir sonraki buluşma olsun istiyorsan hepimizin buradan sağ çıkması gerektiğini de biliyorsundur umarım." Yine ucuna kendimi koyup onu tehdit ettim. "Çünkü Vega, dışarıdan nasıl göründüğümü bilmiyorum ama gerçekten ölmekten beter hale getiririm seni. İşkenceye bile başvurmam bunun için. Sadece kelimeleri kullanırım, ölmek için bana yalvarırken bulursun kendini."
"Dışarıdan mükemmel görünüyorsun." İşin hâlâ bana asılma tarafındaydı ama ciddi olduğumun gayet farkındaydı. "Bunu düşünmediğimi mi sanıyorsun Can? Seni kaybetmeyi göze almayacağımı biliyorsun. Merak etme, beni tekrar görmeyi sen de isteyeceksin ve benden nefret etmeyi hiçbir zaman başaramayacaksın."
"Öyle mi dersin?" Bir kaşımı havaya kaldırdım. "Bir kurbanını sırf bana mesaj bırakmak için öldürdün ve avucundan adım çıktı Vega. Sence gerçekten nefret etmek için sebeplerim yok mu senden?"
"Sebep doğruları söylemem mi?" Kendi kendine güldü. "Bi' akıllıları sensin Can. Kimse sana inanmadığında daha çok sinirlendim ben hep. O olay yerlerinde defalarca kez yalnız başına gezdin, ikna edemedin kimseyi. Herkes uyurken bir tek sen uyanıktın. Bir tek sen gördün beni. Senin zekân, tanıdığım tüm insanlarınkinden farklı. O kafanın içinde dönenler diğerlerinden ayırıyor seni. Geçmişini unuttuğunu sandığın ve kimseyle konuşmadığını bildiğin bir kadınla günlerce oturup gökyüzünü izledin tek kelime etmeden. O dakikaların tümünde içim içimi yedi benim, sesini duyabilmek için."
"Kimseyle konuşmadın çünkü benimle konuşmayı bekliyordun. Konuşmaya başladığımızda da keyif aldın içten içe, çünkü her kelimen yalandı ama ben inanıyordum sana."
"Keyif aldım çünkü benimle ilgileniyordun. Kimseyle konuşmadım çünkü seni bekliyordum. Dilim bir tek sana çözülüyor benim."
"Ben bir polisim ve sen bir katilsin Vega. Bu işin sonu ya senin hapishane hücrende ya da benim mezar taşımda bitecek, nikah dairesinde değil."
"Adli psikoloji uzmanı olarak tanımladın kendini bana yolladığın formda. Ben de bir katil olarak tanımlamıyorum kendimi, belki kuklacı diyebiliriz bana. Ayrıca Can, ölümünden bahsedip durma artık. Buna izin vermeyeceğim. Ben seni koruyacağım ve sen de bana yardım edeceksin."
"Benim korunmaya ihtiyacım yok."
"Eğer bana yardım etmeyi kabul edersen olacak."
"Neyden bahsediyorsun?"
"Piramit'in ne kadar büyük bir hiyerarşisi olduğunu bilmiyorsun," dedi nihayet konuyu istediğim yere getirerek. "Birinci basamak, tek bir kişiden oluşuyor. İkinci basamakta Hermes ve ben varız fakat kalanlarda kimlerin olduğunu tahmin bile edemezsin. Her küçük suç bir şekilde buraya bağlanıyor Can. Bize çalışanların çoğu bize çalıştıklarını bile bilmiyor. Altair'in gücünün sınırlarını hayal bile edemezsin."
"Baban," dedim emin olmak isteyerek ve başını salladı. "Senin sırtını o hale getiren adam... Sen ikinci basamaksın, diğerlerinin üzerinde otorite sahibi olmalısın ama onun yanına bile yaklaşamıyorsun kızı da olsan."
"Lir'i kurma sebebimiz Piramit için adam seçmek değildi sadece. Kendimize kaynak bulmaktı, öldürülecek olanları toplamak için. Can, biz yok etmek için getirildik dünyaya Hermes'le. Bunun için büyüdük. En ağır cezaları biz çektik, en ağır cezaları kesebilelim diye."
"Bir saniye." Onu susturdum çünkü düşüncelerimin konuşmasına ihtiyacım vardı. "Öldürdüğün insanları öldürmek zorundaydın, doğru anlıyorum değil mi? Bunu yapmanı baban mı istiyor?"
"Şart koşuyor," diyerek düzeltti. "Ve ben kimseyi öldürmedim. Kendini öldürmek isteyenler için uygun koşulları oluşturuyorum, onlara son bir hizmet sunuyorum. Tek yaptığım bu, yapmak zorunda olduğum bu. Lir'in bir puanlama sistemi var, işe yaramazları diğerlerinden ayırıyor ve işe yarayacaklara hayatta kalmaları için birer sebep veriyor. Becerilerine ve mevkilerine göre basamaklara yerleştiriliyor üyeler. Üye olmayı hak etmeyenleri tanıyorsun, onların cesetlerini gördün."
"Ben sana bir ceset daha görürsem seninle konuşmayı keseceğimi söyledim, sen kuralıma uydun ve sonra babanı karşına almış mı oldun?"
"Bizim de görevlerimiz var, hayatta kalmamız için," dedi Vega. Daralmış gibi bileğindeki tokayla saçlarını bağladı hızlıca. Onu izledim. Üzerine atlayabilir, sandalyesini devirip boğazına yapışabilir, elimden geleni yapmayı deneyebilirdim ve ardından Analizcileri bulmaya çalışabilirdim ama bunlara kalkışırsam hiçbir şey öğrenemezdim.
Bu sandalyede oturduğum her dakika psikolojik bir eziyetti çünkü biliyordum, diğerlerinin canları yakılıyordu ve buna engel olabilme ihtimalim küçük de olsa vardı fakat tercihim, liderimin de yapacağını düşündüğüm şey olmuştu. Bilgi almak önemliydi. Analizciler Piramit ve Lir hakkında çıkmaza girip kendilerini böylesine büyük bir oyunun ortasında bulmuşlardı ve oyun kuruculardan biri oyunun kurallarını tek tek anlatmaya başladıysa oturup dinlememek saçmalık olurdu.
Bizi ilerletecek şey kavga değil uzlaşmaydı, Hermes'le mümkün değildi ama Vega'yla mümkündü. Bunu sağlayabilecek tek kişi ise bendim. Yerimde olsa Görkem de aynı şeyi yapardı. Arda yapmazdı, Arda burasının altını üstüne getirir ve bize ulaşmaya çalışırdı. Kaya doğru zamanın geldiğini hissettiği an Vega'yı etkisiz hale getirirdi. Asya'nın ise ilk aklından geçecek şey bizi kendisiyle takas etmek olurdu. Vega'yla uzlaşabilmek için salınmamızı istediğini söylerdi, ardından kendisine ne olacağı hiç umurunda olmazdı.
"Piramit'e düzenli olarak yeni kişiler kazandırıyorsunuz ve düşük puanlıların siteyle de hayatla da bağlantılarını kesiyorsunuz. Göreviniz bu."
"İnsanları hipnoz ediyorum," diyerek tanımladı kendini o. "Fazla iddialıyım bu konuda. Hatta muhtemelen turuncu kadın ve siyah gömlekli adamla birkaç saat geçirsem, onları da yüksek bir binanın önünde kanlar içinde bulabilirsin."
"Onlarla birkaç saat geçirsen seni doğduğuna pişman ederler," dedim emin bir sesle. Güvenim sonsuzdu fakat Vega'nın acı bir haklılık payı olduğunu biliyordum. Kaya ve Asya, daha önce zihninden intiharı geçirmiş insanlardı ve gerçek bir manipülasyon ustasıyla karşılaşırlarsa olabilecekleri düşünmek dahi istemiyordum. Bilinçaltında yatan korkuların nelere yol açabileceğini ve bilinçaltının neler için kullanılabileceğini biliyordum çünkü bu benim suçlu insanlarla yaptığım birebir sorgularda en etkili yöntemlerimin başını çekiyordu.
"Yapabileceğimi biliyorsun, yapabileceklerini de öyle." Onları bir binadan düşerken hayal ettim yalnızca bir saniyeliğine, üşüdüğümü hissettirdi bu bana. Yüzünü görmek için sırt üstü çevirdiğimiz bedenlerden birinin ikisinden birine ait olduğunu düşünmek, buzdan bir tabutun içinde donarak ölmeyi beklemek gibiydi. "Lacivertli adam konusunda şüphelerim var. O sanki biraz sana benziyor mantığını kullanma açısından ve en zor anda bile liderlik iç güdüsü yüzünden hayatta kalmaya zorlar kendini. Bu arada lideriniz o, öyle değil mi?"
Yaptığı nokta atışları korkunçtu.
Bir aynaya bakıyor gibiydim.
Her şeyin zıttıyla var olduğunu ve beni bu yüzden seçtiğini söylüyordu fakat birbirimize ne kadar benzediğimizi benim fark etmemi beklemişti. Bunu ondan duysam reddedebilirdim, kendi düşüncelerimi ise reddedemezdim. Pençelerini beynimin kıvrımlarına saplıyor, canı neyi isterse onu kazıyordu dokunduğu yerlere.
"Yanılıyorsun." Gözlerimi gözlerine sabitlemiştim. Bahsettiği ihtimalleri sonsuza kadar ortadan kaldırmaya kararlıydım. "O kızıl kadın var ya, sana tahmin edemeyeceğin kadar yakın biri. En büyük acıları senin çektiğini mi sanıyorsun? Bir de onunkileri dinle." Zihnine sızıyordum. Bunu yapmaya Asya'yı öne atarak başlamıştım çünkü Vega'nın içinde bir merhamet olduğuna emindim, özellikle karşı taraf hemcinsiyse bu daha da artacaktı. "Ve biliyor musun? Hissizleştiğini sandığı bir anda aşık oldu birine, kurtuldu sonra."
Ona Asya'nın zaafını vermedim. Ona Asya'yı da anlatmadım. Ona kendisini anlattım. Aşık olursa kurtulacağını söyledim. Bana aşık olmasını söyledim. Kendimi ateşe attım. Seni kurtarırım, dedim. Hissizleşen Vega'ydı, hislerini kendimden ibaret kılacaktım.
"Siyah gömlekli adam ise dünyadaki bütün bağlardan nefret eder fakat ona hiç benzemeyen bir kadınla tanıştığında bana demişti ki, şimdiye kadar boşuna nefes almışım, hayatım bugün başladı." İşte buradan itibaren Can Günay'ın neden Can Günay olduğunu ispatlayacağım yerdeydik. Kucağımdaki kediyi yavaşça yere bıraktım tüm odağımı ona verdiğimi anlasın diye. "Hayatım bugün başladı," dedim utangaç bir gülümsemeyle gözlerinin içine bakarak. "Bunu hissediyorum. Seni iki farklı kimliğinle merak ettim Vega, hem hastanedeki kadını düşündüm günlerce hem de Lir'in kurucusuyla mesajlaştığım o geceler uyku girmedi gözlerime. Farklı yollar dönüp dolaşıp aynı kişiye çıkıyorsa belki de haklısındır, belki de bunun adı kaderdir."
Kelimelere hükmedebildiğini sanan kadının dili tutuldu ben tahtıma otururken.
"İnkâr etmedim senden etkilendiğimi ve aynı annemle babamın bana zarar verdiğini öğrendiğinde hissettiğin gibi, ben de sırtındaki o kabuk bağlamış yaraları gördüğüm an nefret ettim babandan." Uzanıp elini tuttuğumda gözlerindeki ışıklar capcanlıydı. Bir orman yeşertmiştim karanlığı yutan göz bebeklerinin etrafında. "Bana anlat, yapabileceklerimi gözden geçireyim ve sana geri dönüş sağlayayım fakat şunu bilmen gerekiyor, bu bir sır olacak." Gözlerini kırpıp açtı seçenekleri değerlendirirken. "Tekrarlayan görüşmelerimizin tümünde yalnızca sen ve ben olacağız. Buna ne Hermes'i ne de diğerlerini dahil etmeyeceksin."
"Hermes'in sana zarar vermesinden korkuyorum."
Bu itiraf, benim onu sona götürecek yolumdu aslında. Her şeyi bunun çevresine inşa edecektim. "Ben de," dedim hızlıca. "Fakat birlikte savaşacaksak beni koruyacağını söylemiştin."
"Seni kendimden koruyamam Can."
Hermes'i kendinden sayıyordu. İkizlerdi. Aynı anda doğmuş, aynı havayı solumuş, aynı ortamda yetişmiş, aynı yerden yara almış ve aynı anda dibi görüp aynı anda zirveyi yaşamışlardı. Bana kalırsa aynı ruhu bölüşüyorlardı, yalnızca farklı yöntemlerle şekillendirmişlerdi onu. Hermes güce taparken Vega güçsüz düşürmelere aşıktı. Birini kölesi yapmak Hermes için paradan veya kanlı yollardan, Vega için ise sadece konuşmaktan geçiyordu.
"Beni kendinden koruma Vega," dedim hâlâ soğuk eli avucumun içindeyken. "Seni tanımama izin verirsen ben seni kendinden koruyabilirim. Perdenin arkasına çektin bizi, diğerlerinin sonlarını birlikte yazalım diye. Anlat bana aklındakileri ve senaryoyu elime ver, bırak bu oyunu ben yöneteyim."
"Bu durumda ben şah oluyorum ve sen de vezir misin?" diye sorduğunda elini avuçlarımın arasından çekip aldı. Kapılıp gittiğinin farkındaydı, bunu gizlemiyor veya güçsüzlük olarak görmüyordu. Bu onu memnun ediyordu çünkü ben hayal ettiği şekilde karşılık veriyordum ona. Akıl oyunlarına bayılan kadının aklıyla oynuyordum.
"Yedinci yataydaki bir piyonum, beni karşı kıyıya geçirirsen istediğin taşa dönüşeceğimi vaat ediyorum sana. Neye ihtiyacın varsa oyum ben."
"Neden sen olduğunu anlıyor musun?" diye sordu bana yaklaşarak. Bir anda aramızdaki mesafeyi öyle çok azaltmıştı ki kişisel alanımın tamamını kapladığını hissettim. "Kendi potansiyelinin farkında mısın sen?"
"Senin potansiyelinin farkındayım," dedim geri çekilmeden. Biraz da ben yaklaştım ona. "Ve güçlerimizi birleştirmeyi teklif ediyorum."
"Lir aracılığıyla iletişim kuracağız." İkimizin devamlı olarak birbirine bağlı olacağı bir kanal oluşturuyordu aramızda.
"Hermes'in konuşmalarımıza erişimi yok mu? Beni kandırmaya çalışırsan şartlar değişir Vega."
"Seni kandırmıyorum," dedi. "Sana alt basamakları ifşalayabilirim. Bir anda Altair'e ulaşamayız ama gerçekten yanımda olacağına inandırırsan beni ve testlerimin tümünü geçersen ona çok büyük darbeler vurmuş oluruz. Yılanı güçsüz düşürürsen bana da ayakkabımın topuğuyla ezmesi kalır başını. İkimiz de kârlı çıkarız."
"Tek başıma yapamam," dedim. "Ekibimi kullanmak zorundayım ama sen zaten bunu istiyorsun, değil mi? Benimle değil, bizimle iş birliği yapmalısın ama temsilcimiz ben olmalıyım çünkü yalnızca bana güvenebilirsin."
"Saatlerce dil döküp kimse onu anlamıyor diye geceler boyu ağlamış bir kadına senin gibi bir adam çok büyük bir lütuf, sevgili Can. Sen benim için yaratılmışsın."
Hayır, dedim içimden. Ben senin gibileri bitirmek için yaratıldım.
"Annemin gözlerimin önünde intihar ettiği konusunda haklıydın fakat bir çatıdan atmadı kendini. Dayanamayacak noktaya geldiğinde onun sonunu babama olan aşkı getirdi. Kız çocuklarının annelerinin kaderini yaşadıkları yaygın bir inanıştır ve ben bundan da korkmuyorum, Can. Sen o hastalıklı adam gibi değilsin, cehennemi yaşatmazsın ailene dünyada. Sen uğruna savaşlar verilecek bir adamsın, varlığın cenneti kıskandırır ve yokluğun cehennemi yaşatır bana."
"Onu izledin mi?" diye sordum. "Kendini öldürmesini bir köşeden seyirci gibi izledin mi?"
Arka arkaya sorduğum sorular, arka arkaya sorduğu sorularla karşılık buldu. Sürüp giden bu karşılıklı zihin savaşı boyunca ne o ne de ben farkında değildim akıp giden dakikaların. Onu çözmek için varımı yoğumu koydum ortaya, beni hipnoz etmeyi her denediğinde kendisini etki alanıma kapılmışken buldu fakat bir kez bile pes etmedi. Başka bir yol buldu, başka bir dala tutundu, yeniden denedi zihnimi ele geçirmeyi.
Sonra tüm her şeyi berbat eden o an geldi. Kurduğumuz tüm köprüleri parçalayan, tepeden tırnağa titremememe sebep olan ve onun da beklemediği büyük bir gürültü duyuldu kulübenin etrafında.
Siyah kedi sıçrayarak açtı gözlerini. Benim göğsüm yaşadığım korkudan dolayı alamadığım nefesler yüzünden sıkıştı. Vega'nınsa kaşları çatılmıştı, her şeyin mahvolduğunu anlamış gibi.
Kulübenin dışından gelen bir silah sesi, tüm oyunların sonunu getirdi.
Kalbimdeki korku katlanarak büyüdüğünde Kaya'nın masasında duran çerçeve geldi gözlerimin önüne. Aynısını Asya'nın odasındaki duvara da asmıştık hep birlikte. O fotoğraf karesinde biz vardık; yan yana, kol kola, evimizin önünde, gülümsemelerle.
Bir kurşun o çerçevenin tam ortasına saplandı. Yıldızlar karardı, satranç tahtası kana bulandı, tuzaklar bizi çepeçevre sardı ve bileğimize bağlı ip bir halat oldu, o halat hepimizi boğdu.
Çerçeve yere düştü ve anladım, resimdekilerden biri ölmüştü.
•⚓•
Her bölümü yayınlamadan önce birkaç kez okuyup düzenliyorum ama ben bu bölümü okumadım, ben bu bölümü resssmen izledim.
Toprak yağmura, Görkem Asya'ya, ben bu bölüme. Öyle işte.
Ee nasılız? Nasıl gidiyor? Ölüyor muyuz?
Savaştık dövüştük kurtulmaya çalıştık sonra zehirlendik tekrar kalktık konuştuk ettik kelimeleri silah yaptık o silahı alıp seçim yapmamız istendi sonra da vurulduk mu?
Keyifli olduğum için özür dilerim, biliyorum bana sövüyorsunuz ama tatlı görünüp sizi yumuşatmaya çalışıyorum. Kanın bana.
Bir kere gülümseyip öyle gitmenizi istemeye de dilim varmıyor ki...
O halde her zamanki gibi
teşekkürler ve mümkünse iyi günler.
⭐🤝🏻⭐
Yorumlar
Yorum Gönder