30. "Deva"


Bölüm Şarkıları:

Canozan & Damla Eker, Öyle Kolay Aşık Olmam
No.1 & Melek Mosso, Hiç Işık Yok
Selena Gomez, The Heart Wants What It Wants
SZA, Nobody Gets Me

🌷

Bazı ışıklar eladır.

•⚓•

V.V. : Can?

V.V. : Bu sefer gecikmedim, burada mısın?

Can.günay : Buradayım

21.21'de hepimizi nefesimizi tutup ekran başına kilitleyen olay, bir seri katil ve ev arkadaşımızın edeceği muhabbeti merak etmemizdi. Analizcilerin evinde sıradan akşamlardan biriydi işte.

Bu saate gelmeden önce deve güreşi yapmış, sonra da hep birlikte börek yemiştik. Her şeyin keyifli ilerlediği dakikalarda içime dolan o huzursuzluk hissi azalsa da yok olmamıştı. Hâlâ nedensizce biraz gergin hissediyordum.

Can laptop ekranına gözünü ayırmadan bakarken bir saniyeliğine diğerlerinin ne durumda olduğunu inceledim.

Arda deve güreşinde beni yenecekti normalde çünkü oldukça tecrübeliydi bu konuda ama Kaya, ona börek yapacağım için benim kazanmamı istiyordu ve oyunu sabote edip sarsa sarsa zorla düşürmüştü Arda'yı omuzlarından. Arda düştüğü yerden kalkmadan onun bacaklarına yumruklar atmaya başladığında olanları kenardan izleyen Can kahkaha krizine girmişti.

Ben deve güreşi sırasında sadece Görkem'in sırtında dengede durmaya çalışmakla uğraşabiliyordum. Hiçbir zaman düşeceğimden korkmamıştım çünkü bacaklarımı öyle sıkı kavramıştı ki üzerimi değiştirirken parmaklarının bıraktığı izleri görmüştüm tenimde ve bu, bana beni zor durumda bırakacak şeyler hayal ettirmişti. O andan beri karnım tuhaf bir şekilde kasılıyordu.

Şimdi Kaya, sessizliğe gömülmüş halde dikkatle bilgisayara bakıyordu. Bize yirmi dakika önce Lir hakkında öğrendiği her şeyin özetini geçmişti. Burada devamlı olarak akan sohbetin yanı sıra üyeler farklı online oyunlar da oynayabiliyorlardı site üzerinden fakat bunların hiçbiri masum şeyler değildi. Kaya hepsinin suç ve şiddet içerikli olduğundan bahsetmişti. Bir tanesini örnek olsun diye açıp gösterdiğinde hepimizin midesi bulanmıştı. Az daha yaptığım börekleri çıkaracaktık hep beraber.

Ortada uzanan bir cesedin otopsisini yapma temalı bir oyun vardı. Simülasyonun detayları öyle gerçekçiydi ki cerrahi aletleri kullanırken bedenin ilgili kısmı yaklaşıyor, her bir çizikte nasıl yaranın yavaş yavaş açıldığını detaylı olarak gösteriyordu oyun.

İşkence, uyuşturucu satıcılığı, hırsızlık ve intihar gibi farklı konu başlıklarından oyunlar da vardı. Hangi üyenin kaç puan topladığını gösteren bir notlandırma sistemine sahipti site. Kaya'nın anlattığına göre biz her ne kadar sadece ilk yirmiye giren isimleri görebilsek de Hermes'in ve V'nin hepsine erişimi olması muhtemeldi.

Can'ın öne sürdüğü fikir, şimdiye kadar intihar süsü verilerek öldürülenlerin bu sıralamalarda altlarda yer almalarıydı. Çünkü becerikli olanların piramitte üst konumlara yerleştiriliyor olduğunu düşünüyordu. Buraya giriş yapan üyelerin tümünün ortak özelliği intihara meyilli olmalarıydı. Piramit ise işlerine yarayabilecek insanlara bir amaç verip onları kendileri için çalıştırıyordu, işe yaramazlardansa bu şekilde kurtuluyordu.

Bunların hepsi birer tahminden ibaret olsa da epey ilerleme katettiğimizi düşünüyorduk.

Arda, bulunduğumuz ana çok odaklanamıyor gibi hissettiriyordu bana. Oyun oynarken biraz kafası dağılmıştı ama şimdi yeniden bir çukurun en dibinde kendi başına oturuyordu.

Başımı bir tek Görkem'e çevirmedim. Onunla göz temasından olabildiğince kaçınmam gereken bir haldeydim. Kazandığımız zaman beni sırtından indirirken kolumu kavrayıp bedenimi tek bir omzunun üzerinden çekerek kucağına düşürmüştü. Ben bu sırada diğerlerine zafer gülümsemesiyle kol kaslarımı göstererek seviniyor olduğumdan beklenmedik hamlesi sonrası gereğinden fazla etkilenmiştim yine. Her şekilde ondan çok etkileniyordum gerçi.

Can'ın gelecek mesajı beklerken kastığı çenesine odakladığımda gözlerimi, yan profilini dikkatle inceleme fırsatı buldum. Bir kadını kolaylıkla etkileyecek bir adamdı ve bunun için bir şeyler yapmasına gerek yoktu. Yine de etkilediği kişi katilin biri olmasaydı hepimiz daha hoşnut olurduk bu durumdan. Gelen mesaj dağılan dikkatimi üzerine çekti ve ekrana doğru eğildim.

V.V. : Dün de burada olmalıydın

Can.günay : Zamanında gelmeliydin

V.V. : Geçerli bir sebebim vardı. Dinlemedin, zaten anlatmazdım ama eğer bilseydin bana hak verirdin

Can.günay : Seninle arkadaş olduğumuzu sana düşündüren nedir V? Neden dertlerini dinlemek isteyeyim?

V.V. : Nasıl demiştin? Karşı tarafın yalan söylediğini bildiğim bir konuşmayı sürdürmeyeceğim mi diyorduk? Beni ne kadar merak ettiğini biliyorum. Yalan söyleme Can, rol de yapma. Sen ve ben, iki başrol olabiliriz ama tiyatro sahnesinde değiliz. Perdelerin ardında duranlarız daha çok.

Can birkaç saniye durduğunda kendisine düşünmek için zaman ayırdı ama dönüp hiçbirimize bakmadı. Hiçbirimizden ne yazacağına dair yardım istemedi. Bu onun şahsi meselesiydi, ne yapacağına kendisi karar veriyordu. Biz bahsedilen tiyatronun seyircileri konumundaydık.

Can.günay : Başroller perdenin arkasında durmamalı. Neden ışıkların altında yerimizin olmadığını düşünüyorsun?

V.V. : Oyunun sonu bize sıçramasın diye.

V.V. : Kendi sonumuzu yazabilmek için bir fırsat istediğimden belki de.

"Ne sonundan bahsediyor şimdi bu?" diye sordu Arda, sesinden gerginliği anlaşılıyordu ve yüzünde tahammülsüzlük izleri vardı. Bu mesajlaşma en çok onu rahatsız ediyordu. Kendince haklı sebepleri olduğuna emindim ama böyle bir anda, bu şekilde davranırsa Can'la aralarının bozulacağından korkmuştum. "Neyin sonu? Bir planları mı var bunların?"

"İki başrol dedi." Fikirlerini dinlemek için Görkem'e çevirdim başımı. Sadece cümlelerine odaklanmaya zorladım kendimi. "Ortada bir plan varsa bile Can olmadan işlemeyecek demek ki. Can da burada olduğuna göre, en azından şu an için panik yapmamıza gerek yok. Sakin ol da gerekli detayları ondan alabilelim."

"Işıkların altında yerimizin olmadığını inkâr etmedi." Can kendi kendine konuşur görünüyordu. Elini saçlarının arasından geçirdi. "Son bize sıçramasın diye perdenin arkasında olmalıyız. Beni karanlığa çekmesi gerekiyor, güvende olmam için mi bu? Öyle olmalı. Söylemiştim, zarar görmemi istemiyor. Bunu neden bugün bana söylüyor? Bir şey düşüncelerini tetiklemiş. Zarar mı görmüş?"

Kafasını kaldırıp Kaya'ya baktığında bunun onayını ondan bekliyordu. Can, şu ortama tamamen kendini verebilen tek kişinin Kaya olduğunun bile farkındaydı. Bu yüzden de bir şey danışmak istediğinde ilk adresi o olmuştu.

"Sen ortada bir plan olduğunu düşünmüyor musun?" diye sordu Kaya ilgiyle. "Seni kendisiyle birlikte korumak isteğinden dolayı perdelerin ardında olmayı seçmesi mantıklı. Dün gelmemesi için bir sebebi varmış, belki de ucu bir şekilde sana dokunuyordu bu sebebin. Bu yüzden biraz kırgın konuştu sanki en başta da."

Kaya'nın bir kadının kırgın olduğunu mesajlarından çıkarması bana bir anlığına bu konuda tecrübeli olduğunu düşündürdü. Bildiğim kadarıyla hayatında biri yoktu ama sadece bana anlatılan kadarını biliyordum. Onun kapalı bir kutudan ibaret olduğunu kavramıştım, bu yüzden tam olarak emin olamazdım hiçbir şeyden.

Can.günay : Senin ve benim sonum ortak mı olacak yani?

V.V. : Bunu ister miydin? Ben çok isterdim.

Can.günay : Birlikte ölmekten mi bahsediyorsun? Senin aksine benim yakın zamanda ölmek gibi planlarım yok.

İki dakika kadar karşı taraftan bir cevap gelmemesi üzerine "Gitti mi?" diye sordum Can'a, sanki o ekranın arkasından V'yi görebiliyormuş gibi.

"Hayır," dedi Can gülümseyerek. "Sadece benimle baş etmeye çalışıyor. Ona biraz zaman ver, kolay değil."

Takındığı egolu tavır Kaya ve Görkem'i güldürürken Arda'nın kaşlarının iyice çatılmasına sebep oldu. Her an kalkıp gidebilecekmiş gibi duruyordu. Belki de ilk kez bizim yanımızda durmak istemiyordu.

Tam dört dakika sonra V yeniden yazdı.

V.V. : Sen ölmeyeceksin

V.V. : Senin ölmene izin vermem

İlk defa Can'ın yüzündeki keyifli ifade değişti ve anlamsızca baktı bize dönüp. "Bu yüzden mi dört dakika boyunca yazamadı?" diye sordu Görkem. "Senin öldüğünü düşünmek mi kilitlenip kalmasına sebep oldu?"

"Bunu ben de beklemiyordum." Alnındaki çizgiler daha da derinleşti. "Bu çok büyük bir takıntı. Onunla tanışmıyoruz bile. Neden beni bu kadar önemsiyor ki? Beni bu kadar önemli yapan şey ne?"

"Sayayım mı tek tek?" Arda, ellerini birbirine kenetleyip oturduğu koltukta öne doğru eğildi. "Zaman alır yalnız, çok şey var çünkü."

Her şeye rağmen Can gülümsedi. Arda hâlâ gergin olsa da Can'ı rahatlatabildi o an. Bunu yapabilmesi büyüleyici geliyordu bana. Aralarındaki bağa bilmem kaçıncı kez imrendim.

V.V. : Son, başkaları için Can. Bizim daha zamanımız var. Benim de yakın zamanda ölmek gibi bir planım yok çünkü ilk kez geride bırakamayacağım birden fazla kişi var.

Can.günay : Ve o kişi ben miyim?

V.V. : Cevabını bildiğin soruları sormazsın sanıyordum

Can.günay : Diğeri de H.D. mi o zaman?

Lir sitesinin ana başlığı altında kısaltma şeklinde V.V'nin yanında yazan H.D.'nin Hermes Deneb olduğunu biliyorduk ama Can, ismini kullanmak yerine bu şekilde yazmayı tercih etmişti. Hermes'le tanışan Mila ve Kuzey'di. Can'ın da Görkem'le fotoğrafı tehdit amaçlı daha önce bize iletilmişti ama yine de Can, herhangi bir bağı belli etmeden profesyonelce hareket etmeye devam ediyordu.

V.V. : Kıskandın mı ;)

Can küçük bir kahkaha attığında bir an durdu, bizim dehşete düşmüş ifadelerimizi izledi. Bir katilin onunla flörtleşmesini garipsiyor olmamızı garipsedi ve en son dayanamayıp "Ne?" diye sordu. "Komik birisi."

"Sen kafayı yedin iyice," dedi Arda sertçe.

"Çok dar açıdan inceliyorsunuz olayı." O da ciddiyete bürünmüştü şimdi. "H.D. dedim, kim olduğunu bilmiyor gibi davranıyorum ve o, bir erkek olduğu bilgisini veriyor farkında bile olmadan. Zorlarsam eğer buradan kendisinin yaşlarında biri olduğunu da çıkarabilirim ama buna gerek yok. Hermes'i zaten tanıyoruz."

"Yanlışlıkla sana mı çözülüyor?" Görkem'in sorusundan sonra kısa bir sessizlik oldu. "Tek taraflı bir mağlubiyet değil bu, Can. Konuyu son diye bahsettiği şey neyse ondan çevirdi sen farkına varmadan. Bir anda alaya vurup dikkat dağıtıyor şimdi."

"Sana farkında olmadığımı düşündüren nedir?" Rahat bir tavırla yeniden klavyeye uzandı.

Can.günay : Perdenin ardı ikimizden ibaret değil mi?

V.V. : Can :)

V.V. : Karşına çıkma isteğiyle baş edebilmek giderek zorlaşıyor benim için

Can.günay : Sen bana biraz hayran olabilir misin acaba :)

V.V. : Seni tanıyıp sana hayran olmayacak bir insan var mı ki?

"Neden karşına çıkmak dedi?" diye sordu Can, kaşlarını çatarak.

"Bu cümlede yanlış olan ne anlamadım," dedim kafa karışıklığıyla.

"Tanışmak demedi, karşına çıkmak dedi. Benimle zaten tanışıyor gibi konuşuyor. İki üç mesajlaşmada benim gibi birini tanıyamayacağını biliyor olmalı."

"Ne yapacaksın?"

Kaya'nın sorusundan sonra Can'ın yazdığı cümle, Arda'nın yerinden kalkmasına sebep oldu.

Can.günay : Karşıma çıkmak için neyi bekliyorsun?

V.V. : Senin de benim kadar istemeni bekliyordum ve sanırım an itibarı ile duymak istediğimi duydum

V.V. : O halde yarın seni mekan için bilgilendiririm

Can.günay : 21.21?

V.V. : Hım hım... Bir satranç maçı da yapacak mıyız?

Can.günay : Kısıtlı vaktimizi benimle oyun oynayarak mı harcayacaksın

V.V. : Seninle birlikte olduğum bir vakitte ne yaptığımızın pek bir önemi yok

V.V. : Ve ayrıca, vaktimiz kısıtlı değil. Vaktimiz çok sevgili Can. Sadece, henüz bizim zamanımız gelmedi o kadar.

V.V. : Seninle tekrar iletişime geçeriz o halde yarın akşam

Can.günay : Bekliyor olacağım. Teşekkürler ve iyi günler V.

"Oturdum şaka yaptığını söylemeni bekliyorum," dedi Arda. Gözlerinde deli bir öfke vardı. Önüne geleni ezip geçecek, yıkıp dökecek gibiydi. Bir kaosun ayak sesleri ne kadar net duyulabilirse o kadar duyuyordum. "Onunla buluşmayı düşünmüyorsun değil mi? Sana takıntılı bir manyağın karşısına geçip oturmayacaksın."

"Bunun zaten planını yapmış." Kaya'nın sesi sakin olsa da gözlerinde gerilimin izlerini görüyordum. "Sadece bizim şu an haberimiz oluyor."

"Bunun planını V de yapmış," diyerek araya girdim. "Konuyu sen açmışsın da o kabul etmiş gibi göründü. Yer ve mekan bile vermedi çünkü önceden hazırlık yapmanı istemiyor. Son saniye bize bildirecek. Kendini bir şekilde koruyacak yakalanmaktan."

"Yakalanmak mı?" Can gözlerini bana çevirdi. "Onu henüz yakalamayı düşünmüyorum Asya."

Hepimiz onun sakin ve emin tavrı karşısında bir anlığına afalladığımızda ilk ağzını açabilen Görkem oldu. "Öylesine sohbet edip dağılacak mısınız? Paravan mı açıyoruz burada? Birer çay da için bari."

"Lir işleri değiştirdi," diyerek açıklamaya başladı Can. "O artık sadece benim ilgilendiğim intihar olaylarının ardındaki isim değil, onu yakaladığımızda hiçbir şey son bulmayacak. Koca bir siteden bahsediyoruz, sorumlusunun o olduğunu kanıtlayabilecek bir bulgumuz yok ve ötesi, piramit denilen sistem her neyse onu bitirmek için bir aracı olarak kullanabiliriz onu. Başkalarının sonlarından bahsediyor. Memnun değil. Sitemkâr. Ortada mevcut sisteme apaçık bir isyan var, görmüyor musunuz? Bana ulaşmak istemesinin tek nedeni kaşımı gözümü beğenmesi değil herhalde."

"Ne anlatıyorsun lan sen?" diye yükseldi Arda. "Ben onunla mesajlaşmana bile karşıydım, yüz yüze gelmekten bahsediyorsun. Saplantı oğlum bu, kafayı takmış bir katil var sana. Bir kurbanın avucundan ismin çıktı lan senin! Apaçık tehditler aldık kaç kez. Ölmek istiyorsan bana söyle ben gebertirim seni. Ne uğraşıyorsun böyle şeylerle?"

"Ölmeme izin vermezmiş, okumadın mı?"

"Geri zekâlı, manipülasyon ustasının manipülasyonlara kandığı nerede görülmüş? Neyine inandın sen bunun?"

"Ona değil, kendi düşüncelerime inanıyorum," dedi Can. "Ve o bana bu cümleyi kurmadan önce de size bana zarar verme niyetinde olmadığını söylemiştim. Biraz ciddiye alırsınız anlarsınız."

"Şu evde ciddiye alınmayan bir ben varım," dedi Arda, aynı öfkenin daha şiddetlisiyle. Birikmişliğini biliyordum, ne kadar zor zamanlar geçirdiğinin farkındaydım ve bu öfkenin sadece yaşanan olaya olmadığını düşünüyordum. Şu an tamamen bir püskürtme ruh haline bürünmüştü, önüne ne gelirse ona yönleniyordu. Bir anda Görkem'e dönüp "Niye susuyorsun?" diye sordu. "İzin mi vereceksin buna?"

"Olay başlı başına mantıksız ama Can'ın söyledikleri mantıklı geliyor. Sadece eğer söyleyeceği yere gideceksek bile bunu birilerine açıklayabileceğimizi sanmıyorum. Riskleri hesap ettiğim için susuyorum şu an."

"Ne demek gideceksek?" Elini önce dizine vurdu sertçe, sonra kıvırcık tutamlarının arasından geçirdi. "Bu rutin bir olay gibi davranamazsınız amına koyayım! Altı intihar var ortada. Aylar sonra cinayet olduklarını fark eden kişi Can, bunu fark ettiği için de ona kafayı takan birinden bahsediyoruz. Bu kişi de tüm bu palavranın sorumlusu olan kadın. Sonra Lir diye bir site çıkıyor, yine başka bir sebepten peşinde olduğumuz Hermes ve piramitle bağlantılı olduğunu öğreniyoruz her şeyin. Görkem ve Can'ın fotoğrafı bir kafeye bırakılıyor, başka bir gün Egemen abi üç kişi tarafından sıkıştırılıyor, Mila ve Kuzey çıktıkları görevde kurşun yağmuruna tutuluyorlar. Birkan diye Kaya'yı da gördü bu insanlar. Belki hepimizi, ne yaptığımızı biliyorlar. Birileri oturmuş bizimle taşak geçiyor, siz de kimseye söylemeden tuzağa atlayacaksınız öyle mi?"

O kadar hızlı konuşuyor ve öyle bağırıyordu ki bir yerde Kaya araya girip "Nefes al," dedi ona. Değişen bir şey olmadı.

"Sizin gibi düşmanım olsa buluşma noktasına döşerim dinamitleri, kökünüzü kuruturum yemin ederim. Kafayı mı yediniz hep birlikte ya?"

"Ben birlikte gitmekten bahsetmedim farkındaysan."

Can'ın savunmasından sonra her şey daha da kötüleşti. "Seni nasıl akıllı görmüş bu kadın? Psikopata bak, aklını meşgul eden olay çözülsün diye tek başına cehennemin ortasına atlamayı göze almış. O mu sana takıntılı, sen mi ona saplantılısın bunu mu konuşsak önce?"

"Ben her şeyin farkındayım Arda. Onu kullanabileceğimi biliyorum. Önce beni neden istediğini anlamam gerek. Beni hangi amaçla kullanmaya çalışacağını anlarsam onu da piramidi de parmağımda oynatırım, bu ihtimalin farkında mısın?"

"İşin ucunda sizden birine zarar gelebilme riski varsa sikeyim bütün ihtimalleri. Yeterince net miyim? Beynine ulaşıyor mu söylediklerim yoksa V'yle kaç çocuk yapacağınızı mı düşünmeye başladın?"

"Saçma salak konuşursan tabii seni kimse ciddiye almaz." Ağzından kaçırdığına emin olduğum bu cümle, ortamın buz kesmesine sebep oldu. Kaya dudaklarını birbirine bastırırken gözlerine bir çaresizlik yerleşti. Söylenmek istenilen şey bu değildi ama geri dönüşü olmayan cümlelerin tümü nedense hep Arda'ya karşı kuruluyordu.

"Ben..." diye açıklayacağı sırada "Böyle demek istemedin mi?" diyerek onu böldü Arda. "Sorun değil." Kırgınlığı gözlerini dolduracak sandım. Yutkunduğunda adem elması sarsıldı ve başını son bir çabayla Görkem'e çevirdi. "Tek bir cevap istiyorum. Can'ı bile mantıklı bulabiliyorken bana biraz olsun hak vermiyor musun? Neden beni dinlemiyorsunuz hiç?"

"Oğlum, olur mu öyle şey? Ben seni son nefesime kadar dinleyeyim. Dinleyeyim de, son zamanlarda kendi içinde o kadar karıştın ki düşündüklerini ifade etme şeklin ters tepiyor." Görkem'in ılımlı sesi bana güven verdi ve bir anlığına her şeyin çözülebileceğine inandım. "Bu kadar öfke sana fazla değil mi Arda? En çok zararı sen göreceksin. Konuşalım, tartışalım, analiz edelim meseleyi, problem bu değil. Hep yaptığımız şey. Sadece bu şekilde olmamalı, böyle varamayız bir yere."

"Yani sen diyorsun ki aklın Eylül'de, mantıklı davranmıyorsun. Benim aklım hep Eylül'deydi, demek ki hiçbir zaman mantıklı davranamadım."

Bu defa "Arda," diye lafa giren kişi Kaya'ydı ve şaşırtıcı bir şekilde tüm odağını anında ona verdi Arda. "Ne oluyor sana böyle? Başlarım piramite de V'ye de. Hiçbiri önemli değil senden. Bir oturup konuşalım, gerekirse ikimiz yalnız. Ne bileyim bir sigara yak, kendine gel."

"Bana bir şey olduğu yok. Sadece ekstra göze batıyorum devamlı." Başını yeniden Görkem'e çevirdiğinde "Benim tanıdığım Görkem," dedi sinir bozucu derecede baskın bir imayla. "Bunun ne kadar mantıksız bir fikir olduğunu savunup beni destekler, Can'a engel olmaya çalışırdı çünkü o akıllı biriydi."

"Konuyu değiştirme."

"Düşünmüyorsun." Neredeyse bağırıyordu Arda. "Bana dediğin yerde olduğunun farkında bile değilsin. Mantıklı davranmıyorsun Görkem. Aklın başka yerlerde olduğu için böyle bu. Şimdiye kadar başımızın etini yediğin o otoriteyi neden göremiyorum ben?"

"V ve Can konuşalı 3 dakika oldu. Konum belli değil, zaman kesin değil, buna rağmen seksen bin senaryo kurup doğrusunu bulmaya çalışmakla meşgulüm. Hazırlıksız gitmeyeceğiz gideceksek de. Gözüme uyku girmez bu gece belki ama ben düzgün bir plan yapmadan harekete geçmem Arda. Hiçbir zaman geçmedim."

"Bu aralar yapılan planları bozmakla daha meşgulsün sanki..." diye geveledi Arda ağzının içinde.

"Ben senin varacağın yeri anladım ama kes sesini." O az önceki her şeyi düzeltebileceğine inandığım anlayışlı adamın şimdi gözlerinden geçen ifade iç ürpertecek cinstendi. "Bir senin derdin yok, anladın mı beni? Necip Amir'den yeteri kadar dinledim o konuşmaları ben. Bu yüzden sus, sakinleş, sabrımı sınama benim."

"Yine mi bana geldi mesele?" diye sordum bu kez kendime engel olamadan. "Bu mudur? Canınız sıkıldıkça Görkem'e saldırmak için beni mi kullanacaksınız?"

"Seni suçlamıyorum-" demeye kalktığında "Beni suçluyorsunuz!" dedim sertçe. "Üzerimden ona laf söylemeye bıkmadınız mı? Konumuz bu bile değildi ama yine aynı noktaya geldik bir şekilde."

"Hepiniz o kadar gerginsiniz ki ortamdaki en sakin kişi benim," dedi Kaya. "Saçmalık. Can bile endişeli bakıyor. Kendinize gelin."

"Benim derdim seninle, ilişkinizle ya da başka bir şeyle değil Asya. Benim derdim Görkem'in bu olay karşısında bu kadar pasif kalmasıyla. Her şeyi çözebileceğine inanıyor ama bunun için yaptığı bir halt yok. Bocalayıp duruyoruz."

"Suçlusu da benim öyle mi?" diye sordu Görkem.

"Başka ne değişti?" Ne dediğini bildiğini sanmıyordum. Düşünmeden konuşuyordu. Arda kendisiyle düşünülmeden konuşmasına öyle alışmıştı ki şimdi aynısını yapmaya başlamıştı başkalarına. "Senden başka ne değişti söyler misin bana?"

"Ben geldim," dediğimde ilk defa ona karşı böyle soğuk bir sesle konuşuyordum. "Ben geldim, değişen bu. Gelmek için yalvarmadım kimseye, siz istediniz bunu. Siz getirdiniz beni. Zorla da durmuyorum yanınızda. Şu evde her Allah'ın günü değişen şeylerin sorumlusu ilan ediyorum ama yeter artık, anlıyor musunuz? Eylül seninle kavga ettiğinde ağladığın omuz benimkiydi Arda. Bugün moralin bozuk diye kırk takla attım seni güldürebilmek için, börek açtık, deve güreşi yaptık. Ben sürekli bir şeylerin yoluna girmesi için çabalarken ilk bulduğun fırsatta bana böyle davranamazsın, duydun mu? Bana bir fazlalıkmışım gibi hissettirmekten vazgeçin artık."

"Ya anlamıyor musun? Olayın seninle alakası bile yok. Seni hiçbir şey için suçlamadım ben. Emin ol şu evde sizi destekleyecek ilk kişi de benim. Sadece sürekli başarısız oluyoruz ve bıktım bundan. Birilerinin bu ekibi tokatlayıp kendine getirmesi gerekiyor, en başta Can'ı sonra da Görkem'i. Üzerime düşeni geç olmadan yapmaya çalışıyorum ama kimse beni dinlemiyor bile."

"Sen de ben de kendi kararımızda diretiyoruz, arada fark yok," dedi Can sakinliğini korumaya çalışarak. "Sen doğru olduğunu düşündüğün şeyi kabul ettirmeye çalışıyorsun, ben yapmam gerekenin bu olmadığını düşünüp karşı çıkıyorum. Olayı içselleştirip abartıyorsun çünkü hassassın, anlıyorum. Konuşup halledelim istiyorum ama sadece kendini anlatma derdinde olursan bunu yapamayız. Beni dinlemeyen sensin."

"Dinlemeyeceğim de Can. Ne yapıyorsan yap, ben yokum. Gerçekten yokum." Yeniden Görkem'in gözlerinin içine baktığında bir meydan okuma gördüm. Hayran olduğu liderine karşı bir başkaldırıydı bu. "Sen de dört kişilik yap planını çünkü ben bu saçmalığın içinde yer almayacağım. Beni ciddiye almanız için bunu yapmam gerekiyor."

"Eğer sana benzeseydim," dedi Görkem dişlerini sıktıktan sonra. "Eğer senin gibi bir günah keçisi arasaydım tüm bu başarısızlıklara, Eylül'e olan aşkın yüzünden saçmaladığını söylerdim." Gülümsedi alayla. "Ama ben sen değilim, su alıyorsak suçlunun kim olduğunu sormak yerine durdurmak için ne yapabileceğimi düşünürüm. Batan gemiyi de terk etmem, hiç etmedim."

"O kadın ciddi bir şey planlıyor ve sonuçları iyi bitmeyecek, eminim bundan. Göz göre göre ölüme yürümek istemiyorsam beni suçlayamazsın."

"Hepimiz ölürsek senin yaşamanın bir anlamı kalacak mı?" Kaya'nın derin sorusu üzerine bir an için afalladı Arda. İlk defa o önündeki kalın duvar çatladı ve durup ne yaptığını sorguladı. "Her şey birlikte demedik mi oğlum biz? Var mı sırtını dönüp gitmek?"

"Çocukluk yaptığımı düşünüyorsunuz yine değil mi?" Çaresizce Can'a döndüğünde tüm maskeleri düştü. "O kadınla görüşürsen hayatın kayar Can," dedi anlaşılmak için yalvaracak gibi bir sesle. "Kaya'nın Görkem'i tanıdığı gibi tanıyorum seni. O da biliyordu, ben de biliyorum. Bazen yaşayan anlayamıyor ama yakın arkadaşlar bunun için varlar. İleride pişman olmaman için o buluşmaya gitmemen gerekiyor. Söyleyeceklerim bu kadar."

Gerçekten de tek bir cevap beklemeden masanın üzerinde duran telefonunu arka cebine attı. "Ben üç beş gün kafa dinleyeceğim," dedi soğuk bir sesle. "İzin kullandığımı falan varsayın. Yapmayı planladığınız şeyi onaylamıyorum, yine de yapacaksınız biliyorum ama ben yorgunum, yokum. Size kolay gelsin, umarım yanılan ben olurum."

Hızlıca konuşup bitirdiğinde salonun kapısına doğru yürümeye başladı. Hepimiz sessizlik içinde olduğumuzdan portmantodan ceketini aldığını ve ardından kapıyı çarparak dışarı çıktığını duydum. Salıncağına gitmiyordu. Oraya gitmek için odasından parka açılan kapıyı kullanırdı. Arda gerçekten evden gitmişti ve birkaç gün dönmeyecekti. Nereye gittiği hakkında en ufak bir fikrim yoktu.

Kaya birçok şeyi beklese de bunu beklemiyordu. Konuştuğunda ikna olacağını sanmıştı. Arda'nın gidebileceğine inanmamıştı hiç, bu yüzden şaşkındı. Can kendini bok gibi hissediyordu. Onun ne düşündüğünü genellikle anlayamazdım ama bu defa her şey çok netti. Bir bataklığa çekiliyordu sanki ruhu. Birkaç gün boyunca odasındaki diğer yatak boş olacaktı. Onların birbirleri olmadan rahatça uyuyamadıklarını biliyordum. Arda onu tek bırakmıştı. Belki de ilk kez böyle bir yalnızlığı sırtlanacaktı Can.

Görkem'in çenesi kaskatıydı. Dizlerini sallıyor, ayaklarını yere vuruyordu ve en sonunda yerinde duramıyormuş gibi bir hışımla ayağa kalktığında Arda'nın peşine düşecek sandım. Yanıldığımı dış kapının olduğu tarafa değil de odalarımızın bulunduğu koridora yönlenmesinden anlamıştım.

Herkesi tek tek incelerken bir düşünce belirdi zihnimde. Bir ses değildi ama Mete'dendi. Bunu tanımlayamıyordum. Mete'nin sesini duymamıştım ama ona ait bir cümleyi kazımıştı sanki zihnime. Sen? diyordu. Sen ne hissediyorsun?

Diğerlerine odaklanmaktan kendimi umursamadığımın farkında değildim. Ne hissettiğimi düşünmem gerekti. Öfkeliydim çünkü sürekli sorumlu tutuluyordum, üzgündüm çünkü ilk defa bu evde böyle bir eksiklik yaşanıyordu, kırılmıştım ama bu bana ait bir kırgınlık mıydı yoksa Arda'nın kırılan kalbinin acısı mıydı anlayamıyordum.

Orada öylece ne kadar oturduğumu bilmiyordum. Beni hayata döndüren dakikalar sonra Can tarafından laptopun sertçe kapatılması ve ardından kolunun altına sıkıştırılması oldu. Ayağa kalktığında hissiz bir "İyi geceler," döküldü dudaklarından. Sanki hiçbir şey olmamış gibi. Odasına döndüğünde Arda'nın yokluğu çok daha ağır gelmeye başlayacaktı ama kaçmak istese burada kalırdı. Yeryüzündeki tüm yüzleşmelere hazırdı sanki Can.

"İyi geceler." Görkem'in yanına gitmek için kuvvetli bir istek belirdi içimde. Karşı koyamayacak kadar kaotikti her şey. Bana ihtiyacı olabilirdi. Benim neye ihtiyacım olduğu çok daha az önemliydi ondan çünkü benden daha ağır bir yük vardı omuzlarında. İlk defa içlerinden biri sırtını dönmüştü ona.

"Arda'nın nereye gideceğini biliyorum," dedi Kaya salonda yalnızca ikimiz kaldığımızda içimi rahatlatmak ister gibi. "Her zaman bilirim. Sana bir sır, benden kaçmak istiyorsan yanına telefonunu alma." Beni güldürmeye çalıştığını fark ettiğimde hayal kırıklığına uğramasın diye gülümsemeye zorladım kendimi. "Ve başka bir sır," dedi masanın üzerindeki araba anahtarlarına uzanarak. "Benim tek bir ailem var ve istemeseler bile her zaman, her koşulda, her birine sahip çıkacağım."

"Onu döndürebilir misin geri?" diye sordum koluna dokunma ihtiyacı hissederek. "Birimiz bile eksik olunca bu eve ev diyesim gelmiyor benim. Baksana, tepetaklak olduk."

"O bir göreve çıksak bile bu sefer bizimle olmayacak." Çok emindi sesi, bu canımı acıttı. "Ama önemli değil Asya, benim için değil. Böyle anlarda görevler de umurum dışı. Ben bu mesleğe isteyerek başlamadım ama Analizcileri kendi isteğimle ailem yaptım. Onlar olmasa katlanamazdım, sırf bunun için bile her tavırlarına katlanırım. Arda bugün gitse de olur, herkes günün sonunda evine döner. Ben sadece bu gece iyi olduğunu bileyim, yalnız olduğunu hissedip üzülmesin yeter. Başka bir derdim yok."

"Ne yapmalıyım?" diye sordum. "Ben ne yapmalıyım? Çok kötü gidiyor her şey, nefes alamıyor gibiyim ama bir şey yapayım. Kimse yalnız hissetmesin."

"Can'a dokunma." Ondan akıl alıyor gibi değil, emir alıyor gibi hissettim. Kaya'ya duyduğum saygının ne ara bu denli arttığına dair fikrim yoktu. "Görkem'in yanına git, mümkünse hemen. Onunla kal, mümkünse tüm gece. Gerisini ben hallederim, anlaştık mı?"

"Can ne olacak?" İçim asla rahat etmezdi böyle. "Onu tek başına mı bırakacağız?"

"Onun kitapları var," dedi buruk bir şekilde gülümseyerek. Hiçbir zaman yalnız kalmadığını bana anlatmak istemişti bunu söyleyerek. "Bir şeyler okur ve bir şeyler yazar sabaha kadar. Yarını düşünür, kötü de hisseder ama Can kendisiyle nasıl başa çıkacağını biliyor Asya. Biz bilmeyenlere yol gösterelim, tamam mı?"

"Emin misin?"

"İçin rahat etsin diye onu kontrol edeceğim çıkmadan önce." Benim için yapacak olması özel hissettirdi. "Geç de olsa evime dönmeye çalışacağım ama eğer gelmezsem bu gece, aklın bende kalmasın."

"Teşekkür ederim," dedim neden ettiğimi bile bilmeden.

Avucunu başımın üzerine götürüp saçlarımı dağıttı. "İyi ol," dedi sadece. Aynısını daha önce de yapmıştı. İçten bir gülümsemeyle karşılık aldı benden.

Ondan önce oturduğum yerden kalktığım an bu kez ben parmaklarımla onun saçlarını dağıttım sertçe. "İyi ol," dedim abisini taklit eden küçük bir kız gibi. "Çünkü bugün ben sana börek yaptım."

"Evet." Sırıttı. "İşte bu yüzden hiçbir şey keyfimi kaçıramaz benim."

Onu arkamda bırakıp gülümseyerek salondan ayrıldım. Koridorun başına vardığım an hızlandı adımlarım. Odamı es geçip onun kapısında durdum bilmem kaçıncı kez. Kapıyı çalmak yerine kola uzanıp zaman kaybetmeden içeriye girdim.

Önce sandalyesine baktım, sonra yatağına. İkisinde de göremeyince telaşla başımı eğdim ve başını gördüm. Sırtını yatağa yaslamıştı. Saçları görüş açımdaydı. Neden yerde oturuyordu? Kapıyı arkamdan kapatana dek içeri girdiğimi fark etmedi bile. Hızlıca eğilip ona yaklaştım ama karşılaştığım manzara, beni daha fazla korkuttu.

Avucu yumruk şeklinde bedeninin yanındaydı. Sımsıkı kapalı olsa da bir şey tutuyordu, biliyordum. Başını yatağa yaslamış, gözlerini tavana çevirmiş bomboş bakıyordu. Adını söylesem de başta bakmak istemedi bana. Alnının terlediğini fark ettim, elimin tersiyle hızlıca sildim. Çenesi seğiriyordu, dişlerini sıkmaktan kaskatı olmuştu. Yavaş yavaş soluk alıp veriyordu, neredeyse yok denecek kadar az.

Uyuşmuş gibi.

Yoksunluk krizine girmiş bir bağımlının ihtiyaç duyduğu maddeye ulaştığındaki hali gibi.

"Görkem," dedim ellerimi yüzüne koyarak. Beni duyup duymadığından emin olamadım. Gözlerimin içine baktığında bilincinin yerinde olduğunu anladım. Yakalanmışlık hissinin getirdiği suçluluktan da öte, saf bir korku vardı bakışlarında.

Elimi sıktığı yumruğunun üzerine götürdüm. Anlam veremedim, vermek istemedim. Dokunduğum an biraz gevşettiği için elindeki kapaklı ilaç kutusunu gördüm. Hâlâ bırakmıyordu onu. Diğer elimi kalbine yasladığımda zayıf atışlar karşıladı beni. Göz bebekleri de büyümüştü.

"Bu ne?" dedim ondan duymak istediğim için. Sesim öfkeli değildi, öfkelenemeyecek kadar yoğundu düşüncelerim. Aylardır kullanmıyordu ilaç. Bırakmıştı. Öyle söylemişlerdi. Kendini zehirleyebilecek aşamaya geldiğinde diğerlerine yemin etmişti bırakmak için. Onu bu halde yerde bulmamalıydım. Bunun gerçekleşmemesi gerekiyordu.

"Yağmur," dedi kısık bir sesle. Yine uzunca bakamadı gözlerimin içine ama göğsüne yaslı olan elimin bileğini tuttu. "Lütfen."

"Bu ne?" diye tekrarladım dinlemeden. Yaşadığım şoktan kaynaklıydı onu duymazdan gelişim. "Ne zamandan beri? Ben... Görkem, ne zaman başladın tekrar?"

"Yağmur, n'olur bırakma beni." Korktuğu şeyin bu olduğunu duymak gözlerimi kocaman açmama sebep oldu. "Lütfen."

"Ben nasıl fark edemedim bunu?" Takıldığımız yerler çok farklıydı. Kendime kızıyordum, ona değil. Anlayamadığım için üzgündüm, yanında olamadığım için kalbim ağrıyordu. Şu hale gelene kadar müdahale edemediğimdendi çaresizliğim. "Nane şekeri yerken görmedim seni, son elinde gördüğüm paketin şekli hep aynıydı. Sakindin sürekli, birkaç dakikalığına kayboluyor sonra aşırı dingin dönüyordun. Nasıl anlayamadım ben?"

"Özür dilerim." Sayıklar gibiydi. "Özür dilerim. Lütfen bu yüzden gitme. Sen de sırtını dönme bana. Lütfen."

"Hiçbir yere gittiğim yok."

"Bir bağımlıya dönüşmeni izleyemem demiştin." Bileğimi daha sıkı sardığında gözleri dolmak üzereydi. Nefes alamıyordu. "Herkes arkasını dönüyor. Sen de yapma, n'olur."

"Sakinleş." Çenesini tutup gözlerimin içine bakmasını sağladım. "Sakinleş. Gitmiyorum hiçbir yere. Sadece anlamaya çalışıyorum. Görevden döndüğümüz gece mi başladın? Hani benim... Benim size anlattıklarımdan sonra mı?"

"Sakın," dedi sertçe. "Sakın bu yüzden suçlamaya kalkma kendini. Benimle ilgili her şey. Ben önceden de... İstemiyorum geriye dönmek ama baş edemiyorum. Kızma. Anla beni. Beni de anlasın artık birileri."

"Kızmıyorum," dedim elimi ensesine sararak. Kollarına izler açtığı gün de benzer bir sahne yaşamıştık bu odada ama bu, o günden de beterdi. "Sana kızmıyorum. Sakin ol."

Çok korkuyordum çünkü daha önce bu durumla hiç karşılaşmamıştım. Onu hiç böyle görmemiştim. Kaç ilaç aldığını bilmiyordum ama hislerim birden fazla olduğunu söylüyordu. Yine de sormadım, sorgulamadım. O benden daha çok korku yaşıyordu. Geçirmeye çalışmak ilk hedefim olmalıydı. Çaresizlik hissini dindirmeliydim.

"Buradayım," dedim bana devamlı olarak dediği gibi. Muhtemelen utandığı için gözlerime bakmakta zorlanıyordu. Dizlerimin üzerinde yükselip yüzüne yaklaştım ve mavisi kaybolmak üzere olan gözlerinin içine baktım. Gözbebekleri giderek büyüyordu. "Buradayım." Bir krizin ortasında yalnız olmadığını hatırlatmak istiyordum. "Her şeyi hallederiz birlikte, tamam mı? Gitmem yanından Görkem, gidemem. Ben yalnız bırakmayacağım seni."

"Çok kızacaklar," dedi bitkin bir halde. "Herkesi hayal kırıklığına uğrattım yine. Yine her şeyi batırdım. Neden böyle oluyor? Neden sürekli başa sarıyorum?"

Elimle saçlarını geriye doğru taradığımda gözlerinin doluşunu izlemek beni paramparça etti. Güçlü bir adamın en savunmasız haliyle karşı karşıyaydım. O güçlü adam, beni kendimden bile korumuştu ben savunmasız olduğumda. Ben de yapabilirdim aynısını. Yapmak zorundaydım.

"Her şey düzelecek." Güvensiz bir güvenceydi bu. İnanmadan söylediğim bir şeydi. "Çözeriz," dedim ve bu defa inanarak söyledim. "Hallederiz. Kimseyi hayal kırıklığına uğratmadın. Sen kimseye hayaller borçlu değilsin Görkem. Sana eskisi kadar yüklenmesine izin vermeyeceğim kimsenin."

"Arda gitti," dedi gözlerini sımsıkı yumarak. "Bir arada bile tutamıyorum onları. Verdiğim sözleri bile tutamıyorum ki." Nefes almak istediğinde ciğerlerini havayla dolduramadı. Canı yandı, yüzünü buruşturdu. Korkum giderek büyürken belli etmemeye zorladım kendimi.

"Bir daha ağrı kesici almaya niyetlenirsem seni kaybedeceğimi söylemiştin." Gözlerini sıkıca yumduğunda alnındaki çizgiler acıyla belirginleşti. Yavaşça yutkunup yeniden bana baktı. "Seni kaybetmek istemiyorum," dedi. Bu kez benim soluğum kesildi. "Özür dilerim. Durduramadım, engel olamıyorum. Çok özür dilerim. Seni kaybetmek istemiyorum."

Çaresizliğini iliklerime kadar hissettiğim anda gözlerini kırpıştırdı ve uzun kirpikleri ıslandı. Göz pınarına birikmeye başlayan gözyaşını gördüm, akarsa mahvederdi beni. Başını kendime doğru çekip saçlarını öptüm. Boynuma doğru yaklaştığında çenemi saçlarına yasladım ve sıkıca sarıldım ona bir kolumla. "Hatırlıyorum böyle söylediğimi," diye mırıldandım. "Boş ver. Unut sen onu. Bak ben buradayım, tam yanındayım. Gitmeyeceğim hiçbir yere, söz."

Başını kaldırdığında gözleri kızarmıştı. Yeniden yatağa yasladı kafasını, hâlâ dizlerimin üzerinde duruyor olduğumdan çenesini bana doğru kaldırdı ve boynu açığa çıktı. Yutkunuşunu seyrettim. Parmaklarını yeniden kalbinin üzerinde duran elimin bileğine sardı. "Çok yavaş atıyor, değil mi?" diye sordu güçsüz bir fısıltıyla. "Böyle zamanlarda ölecek gibi hissediyorum."

"İlaçların yan etkisinden mi bu?" diye sordum bilmediğim için. O biliyordu her şeyi. Alışkındı bunlara. Ben değildim. Ölecek gibi hissettiğini söylemesi bile geriyordu beni. "Nefes alamıyorsun ve kalbin yavaşlıyor. Hep mi böyle oluyor?"

"Bazen," dedi. "Korkma, geçecek. Geçtiğinde daha iyi olacağım. Sadece yeniden yaşadığımı hissetmem gerekiyor, bunun için de kalbim hızlanmalı." Dudakları yavaşça iki yana kıvrıldı. "Sen buradasın ya, hızlanır zaten şimdi."

Gülümsediğimde gözüm hâlâ elinde tuttuğu ilaç kutusuna kaydı ama yüz ifademin değişmesine izin vermedim. "Özür dilerim," dedi bir kez daha. "Beni böyle gördüğün için, seni korkuttuğum için, benim yüzümden sana söylenenler için, neden olduğum bir sürü şey için. Senin yerinde bir başkası olsaydı benim gibi sorunlu biriyle harcamazdı zamanını. Sen neden bu kadar uğraşıyorsun?"

"Çünkü aşık oldum ben sana."

Tam o an, avucumun altındaki kalbi göğüs kafesinden fırlamak istiyormuş gibi zonklayarak atmaya başladı.

Plansızdı, ona ilk söyleyişimdi ve bir çırpıda gerçekleşmişti ama uygun bir zaman olduğuna inanıyordum. Bu yüzden devam ettim. "Öylece çekip gidemem, arkamı dönemem. İşte beni bu yüzden kaybetmeyeceksin çünkü ben aşığım sana."

Kalbinin az önceki ritminden eser kalmadı. Avucuma çarpıp duruyordu. Göz bebekleri mümkünmüş gibi daha da büyüdü. "Bir şey söylemene gerek yok-" demeye çalışırken dudakları, dudaklarımın üzerine sertçe kapandı.

Boştaki eliyle belimi sıkıca kavrayıp beni kendine doğru çekmişti. Neye uğradığımı şaşırmış olsam da karşılık vermemi bile beklemeden öpmeye başladı beni. Baskısı öyle kuvvetliydi ki ne yaptığımı bilmeden omzuna vurdum hafifçe, gülümsediğinde karnım kasıldı. Tişörtünün kumaşına asıldım, yetmeyince parmaklarımı omzuna sarıp tutunma ihtiyacımı gidermeye çalıştım.

Her bir hareketi aklımı başımdan almaya yemin etmiş gibi olsa da küçük bir irade kırıntısıyla elimi yerde duran eline doğru götürdüm. Öpüşüyor olmamız onu gevşetmişti. Parmaklarım, gevşeyen yumruğunu iyice açtı ve ilaç kutusunu avucunun içinden çekip aldım. İçinde kalan haplar kutunun kenarlarına çarpıp ses çıkarttı. Görkem bunu umursamadı ve burada olduğuma teşekkür eder gibi yavaşça sürttü dudaklarını dudaklarıma.

Ben ilaç kutusunu arka cebime sıkıştırırken boşta kalan elini sırtıma koydu ve avuç içini belime kadar sürterek indirdi. Bu dokunuş içimin titremesine neden oldu. Ona biraz daha sokuldum. Bugün yaşananlardan ötürü zaten ona dokunma isteğiyle dolup taşıyordum. Normal günlerden daha şiddetli bir istekti içimdeki. Her temasında kurumuş yaprak gibi ufalandığımı hissettiriyordu bana.

Küçük saldırılarına karşı koyacak gücü bulamadığımdan geriye doğru gidiyordu başım beni öptüğü sırada. Bunun farkına varınca beni kendine çekmekten vazgeçip üzerime eğilen o oldu. Altıma topladığım bacaklarımın üzerine oturdum, sırtım yatağa yaslandı ve Görkem bu şekilde öpmeye devam etti beni. Belimdeki parmakları aşağı yukarı hareket ediyor, beni delirtiyordu.

Öpücükleri çeneme kaydı, sonra boynuma. Islak dudakları nabzımın üzerindeydi. Az önce alamadığı nefeslere tezat, şimdi verdiği nefesler oldukça sertti. Saçlarını çektim, başımı geriye doğru attım, ona açtığım alanı büyüttüm. Hepsini istemsizce yaptım. Parmaklarının dışıyla boynumdan köprücük kemiklerime kadar bir yol çizdi. İki kemiğin ortasında kalan çukura bastırdı dudaklarını. Kesik bir nefes verdim zorlukla.

Yanağını göğsüme yaslayıp öylece durdu. Nefeslerimin düzene girmesi için çabalarken ensesini okşuyordum yavaşça. Gülümsediğini hissettim. Kulağını kalbime dayadı. Sonra başını oradan kaldırıp bir anda kucağıma yasladı. Bacaklarını karnına doğru çekerek cenin pozisyonuna geldi yerdeyken, karnıma doğru yaklaştı ve gözlerini kapattı.

Havada kalan elim bu duruma çabuk alıştı ve parmaklarım saçlarının arasına karıştı. Öndeki alnına düşen uzun tutamı ikiye ayırıp sağa ve sola dağıttım. Sonra sağdaki parçayı alıp sola doğru taradım. Huzurla gözlerini yumduğunda diğer elimi tutup göğsüne götürdü. "Bak, artık çok hızlı," dedi kalbini kastederek. "Sen hızlandırdın. Sen hissettirdin bana yaşadığımı."

Elimi yüzünde dolaştırmaya başladım yavaşça. Yanağına tüy gibi dokunuşlar bıraktım. İç çekti. Parmaklarımı tutup avucuma dudaklarını bastırdı. Orada silik izler vardı, son çıktığımız görevden kalan. Ben umursamıyordum ama o unutmamıştı. Karnımda yine birlikte çıktığımız bir görevden kalan bıçak izinin hizasını da öptü sonra. Kararlıydı, her bir yarayı sevdirecekti bana.

"İyi misin?" diye sordum kısık bir sesle. Onun kırılgan ve hassas olduğunu uzun zamandır görebilen tek kişiydim. Herkes üzerine yüklenirken ben kendimi öne atmaya, onu korumaya çalışıyordum.

"Şu soruya bile ihtiyacım varmış." Kırgındı ama kırılmaya hakkı olmadığını düşünüyordu diğerlerine. Arda'nın gidişinin suçlusu ilan etmişti kendisini. "Teşekkür ederim."

"Beni öyle öptükten sonra böyle kıvrılıp kucağıma yatmanı çok tatlı buldum," derken kıkırdadım. Keyfimin yerinde olduğunu görmek onu da keyiflendirdi. Genişçe güldü gözleri kapalıyken.

"Ben seni beklemişim, belki varlığından haberim yokken bile." Saçlarıyla oynadığım için mayışmış bir haldeydi. "Hayatım sadece senin yanındayken rayına oturuyor Yağmur. Öyle bir kadınsın ki kendinden öncesini unutturacaksın bana."

"Bana izin verirsen daha birçok şeyi unutturabilirim sana." Bir anlığına gözlerini açıp karanlık bir ifadeyle baktı suratıma. "Salak," dedim parmak uçlarımla alnına vurup sesli bir şekilde gülerken. "Onu kastetmedim."

"Bence biraz kastettin," dedi alaycı bir sırıtmayla. "Bence ben böyle dizlerine kıvrılıp yatmasaydım, kucağıma kıvrılan sen olurdun yine."

"Sen giderek arsız biri oluyorsun Görkem Duman." Hoşuma gitmediğini söyleyemezdim. Maalesef yaptığı imalar bile dizlerimin bağını çözmeye yetiyordu.

"Seviyorum," dedi. Durdu. "Öylesine zamanlarda odama girip yanıma gelmeni, beni kontrol etmeni. Seni öptüğümde bana tutunma ihtiyacını seviyorum. Farkında mısın bilmiyorum ama genelde sol omzumu sıkıyorsun. Bu özel hissettiriyor, sanki bir yara izini bölüşüyormuşuz gibi."

"Farkında değildim." Hareketlerimi hafızasına kazıyor oluşu, ses tonu ve bana değil de tavana bakarak, sanki öpüştüğümüz anları gözünün önünden geçiriyor gibi söyleyişi yine ondan etkilenmeme sebep oldu. İstemsizce saçlarına asıldığımı o kaşlarını kaldırarak yüzüme baktığında anladım. Kendime bir ayar vermeye çalıştığım sırada dünyanın en keyifli adamı oymuş gibi sırıtmaya devam ediyordu.

İkimiz de bir süre sessiz kaldık. En sonunda bir konu açma ihtiyacı hissedip "Kaya gitti," dedim. "Arda'nın peşinden."

"Biliyorum."

"Kapının sesini mi duydun?"

"Kaya'nın ne yaptığını bilmem için onu görmeme ya da duymama gerek yok," diyerek karşılık verdi. "Tahmin etmiştim gideceğini."

"Sence doğru bir şey mi yapıyoruz?" diye sordum bu kez. Sesimde suçlama ya da sorgulama yoktu. "İpleri Can'a bırakman doğru bir karar mıydı?"

"Can tehlikeli biridir." Bir elim saçlarının üzerindeyken diğer elim onun gövdesinde duruyordu. Bileğimdeki lacivert iple oynuyordu o da konuşurken. "O her ne olursa olsun gidecekti V'yi görmeye. Bunu bize hiç söylemeden de yapmaya kalkabilirdi. Bir şaşırtmaca hazırlayıp tek başına gitmeye de çalışabilirdi yanına. Çok öyle görünmez ama fazla gözü karadır. Her şartta kendi kafasına koyduğunu yapacaktı yani. Onu durduramayacağımı biliyorsam yanında olmayı seçerim 13. Bir başkasına yanlış gelebilir ama benim doğrum bu."

"Durdurmayı denemedin ki," dedim sakince. Arda'nın bakış açısını ona sunmaya çalışıyordum, araları daha çabuk düzelsin diye. Arda bunu yanlış bir üslupla anlatmaya çalışmıştı, bir de ben denemek istemiştim. "Denemediysen başarısız olacağını nereden biliyorsun?"

"V ve Can görüşmeli, Yağmur." Bunu daha önceden defalarca kez düşündüğü belli oluyordu gözlerinden. "İlerlemek istiyorsak bazı riskler alınmalı. Olayımız bu, boşuna Analizciler olarak ünlenmedik biz. Ortada çözülmesi Can'a bağlı olan bir düğüm var. Bazı merdivenleri çıkmak için kırılacak gibi görünse bile her basamağa basman gerekir. Acele edersen düşersin, biz adım adım gidiyoruz ve sıradaki adımın bu olduğunu düşünüyorum."

"Kaya bana bu gece Can'a dokunmamamı söyledi ama içim rahat etmiyor. Sence de onu kendi haline mi bırakmalıyım?"

"Ya kızım." Elini boynuma sarıp beni aşağı doğru çekerken başını da bana doğru kaldırdı ve yanaklarımı tek eliyle sıkıştırıp öne çıkan dudaklarıma hızlı bir öpücük bırakı. Yeniden aynı pozisyonuna dönmesi bir saniyeden az sürdü. "Sen böyle herkesi tek tek iyileştirmeyi mi düşünüyorsun boş zamanlarında?"

Yaşadığım ani öpücüğün etkisinden henüz çıkamamışken irileşmişti gözlerim. Beni şaşırtmak onu daha da güldürdü. Az önce burada mahvolmuş halde tek başınaydı, elleri titriyor ve bir kriz geçirmek üzere gibi duruyordu. Şimdi bu kadar gülümsemesi ilacın etkisi miydi yoksa benim de payım var mıydı bilmesem de dudaklarının yukarı kıvrılması bile kalbimi daha hızlı çarptırdı.

"Düşüneceğim hepinizi. Bazen liderler yorulurlar. Ben başkalarının aksine tüm sorumlulukları tek bir kişiye yıkmayı doğru bulmuyorum. Herkesi aynı anda düşünebilir ve iyileştirebilirim. Daha önce de yaptım."

"Yaptın tabii," diyerek içtenlikle onayladı beni. "Çok kez hem de."

"Bazen asıl ilaç kutularda değil insanlardadır," dedim aklına kazınsın diye.

"Beni iyileştirecek tek ilaç sensin." Büyülenmiş gibi baktı gözlerimin içine. "Benim ilacım insanlarda değil, sadece sende."

Sözlerinin hedefi doğrudan kalbimdi. Akıldan ibaret olduğu düşünülürken o kalbimle konuşuyordu. Dengem değişti, damarlarımdan akan kanın basıncını hissedebildim. Kulaklarım uğuldadı. Bağımlı bir adamı uyuşturuyordum, daha önce de bunu söylemişti ve şimdi ilacının bende olduğunu söylüyordu.

"Umarım böyle kalırım senin gözünde." Yelkenlerimi suya düşürmüş kadar zayıf çıktı sesim. "Çünkü bir gün diğerleri gibi düşünürsen benim hakkımda, o zaman burada bir yerim kalmamış demektir."

Kaşları çatılırken gerildiğini hissettim. "O ne demek şimdi?"

"Onları haklı çıkarma, Görkem. Sen de uzak durman gerektiğini düşünüyordun benden birkaç gün öncesine kadar. Tekrar bunu yapmaya kalkarsan şu anlarımız sadece zaman kaybı olarak kalır gözümde." Sesim giderek kısıldığında tüm bunların sırtımda oluşturduğu yükün aslında ne kadar ağır olduğunu yeni fark ediyordum. "Lütfen, onlar gibi davranma bana," dedim. "Diğerleriyle başa çıkabilirim ama sen... Sen de beni bir hata olarak görürsen gidecek yerim kalmaz benim."

Dirseğini yere bastırıp doğruldu ve bir eliyle yüzümü avuçlayıp baş parmağıyla çillerimi okşadı. "Ağlayacak gibi bakma," dedi. Gözyaşımın akma fikrinden nefret etmişti. "Başlarım diğerlerinin fikirlerine, ağlama sakın." Yüzümün dibine kadar girdi. "Kim üzdü seni bu kadar?" diye sorduğunda ona anlatmadığım konuşmaların yaşanmış olduğunu da hesaplıyordu kafasında. "Hangisi?" dedi bu kez.

Hiçbir cevap vermeden ona bakmaya devam ederken o bana ağlama dedikçe daha fazla dolmuştu gözlerim. Asıl sebep, kendimi ait hissettiğim bu yerde devamlı olarak hedef haline getirilmemdi. Bu kadar kolay vazgeçilebilecek olmak ağır geliyordu işte. Ben burada yokken sanki çok daha iyilerdi de sadece ben bozmuştum işleyen düzeni.

"Seninle hiçbir ilgisi yok," dedi yanağımı avucuna yatırmamı sağlarken. "Bana söyleniyor, benimle ilgili her şey. Özür dilerim sebep olduklarım için. Lütfen ağlama."

"Ağlamıyorum," dedim ve burnumu çekip gözlerimi kapattım. Sırası değildi bunun. Önemli olan oydu. İlaç kullanmaya dönmesiydi. Benim üzerime gelmedikleri halde bu kadar ağırsa her şey, onun yükü benimkinin kim bilir kaç katıydı. "İyiyim ben."

"Anlat bana." Yine her şeyi bir kenara bırakmıştı. "En çok hangisi sıktı canını? Necip Amir mi yoksa Can'ın arabada söylediklerine mi takıldın? Arda bu gece saçmaladı, eminim pişman olacaktır. Kaya mı diyeceğim ama o yapmaz öyle bir şey. Bilmediklerim mi var 13? Bana anlatırsan çözerim."

"Sorun değil," diyerek bir yalana başvurdum. "Can'ın yanına gidelim mi? Ne yapacağımızı konuşuruz hem. Uyumayıp plan yapacağını söylemiştin. Birlikte yapalım."

Gözlerimi kaçırdığımın farkında değildim. Çenemi kavrayıp ona bakmamı sağladığında bu sert hareketi tüm duygu durumumu yerle bir edip ağzımın içinin kurumasına yol açti. "Sorun," dediği an bakışları yüzünden yutkundum. "Bir sınır koyacağım hepsine, o sınır sensin. Tek bir şey daha duymayacaksın bu konu hakkında, söz veriyorum."

Zaten korktukları buydu. Onun sınırlarını kestirememeleriydi. Sınırı ben olacaktım. Tehlikeli cümleler kuruyordu. Tutamayacağı sözler vermezdi, bir kez tutamadığından beri çok dikkat ediyordu bu konuya.

"Can'la konuşuruz, plan da yaparız. Hallolur, geç oraları sen. Kendine önem vermiyorsan ben sana veririm, üstesinden gelebileceğini biliyorum ama kestirip atmana izin vermeyeceğim. Senin gözlerini dolduran şey tırnağının kırılması bile olsa bu benim için bir sorundur, anlıyor musun?"

Ona aşık olmamak, bir ihtimal değildi.

Her geçen gün bir adım daha yaklaşıyordu bana. Tehlikeli olduğunu bile bile, tüm çanlar çalarken kulaklarını tıkayıp o yola devam ediyordu. Can'a söylediği gibi, Analizcilere karşı beni seçmiyordu çünkü ben bir seçenek değildim. Bir oyun değildim onun için. Vazgeçmeyecekti benden.

"Bu gece uykusuzluk sebebim başka olacak bu gidişle," diye mırıldandım.

"Hım?" dedi anlam veremeyerek. "Çok düşünmekten mi? Ağlayacağın için mi öyle dedin? Birlikte plan yaparız, ben dağıtırım senin kafanı. İstersen uyuturum da seni. Yatarsın göğsüme yine, sarılırız geçer. Üzülme sen."

Keşke, demek istedim yüzüne. Keşke uyutmasan beni. Sabaha kadar uyanık kalsak ama plan değil de başka şeyler yapsak birlikte.

Onu ruhu duymazken bu kadar istemek benim sonum olacaktı.

"Kalk," dedim bacağına vurup. "Saf saf bakma yüzüme, kalk Can'ın yanına gidiyoruz. Hoş şeyler olmayacak yoksa."

"Plan yapmak yerine uyumak gibi mi?" Bu kadar zeki biri olup beni anlamamak konusunda bu kadar diretmesi nasıl mümkün oluyordu bilmiyordum. Rol yapmadığına emindim, gerçekten ne düşündüğüm hakkında hiçbir fikri yoktu. "Uyumak istiyorsan uyuyalım. Ben rüyamda da plan yapabilirim, sorun olmaz yani."

"Hayır," dedim. "Can'ı yalnız bırakamayız. En azından biraz konuşalım, sonra uyuruz."

"O halde," dedikten sonra hızlıca ayağa kalkıp bana doğru eğildi. "Tut bakalım elimi."

Parmaklarım parmaklarının arasına dolandığında beni yerden kaldırmasına izin verdim. Birlikte odasından çıkıp Can'ın odasının önüne geldik. Kapalı olan kapıyı çalmadan çat diye açtı ve önden geçmemi işaret etti centilmence.

Karşılaştığım manzara, şimdiye kadar gördüğüm tüm Can profillerinden daha da tuhaftı.

Yatağının üzerinde duruyordu. İçerisini abajurdan gelen loş bir ışık aydınlatıyordu. Kucağında laptop vardı ve beyaz ışık yüzüne vuruyordu. Bir eliyle laptopun klavyesindeki tuşlara basarken diğer eliyle diğer bacağının üzerinde duran deftere yazı yazıyordu. Gözleri bilgisayar ekranına kilitliydi. Ne klavyeye ne de deftere bakıyordu ama iki eli, aynı anda iki farklı şey yazıyordu.

Bunu yapabildiğini bilmiyordum.

Can'ın kendini hangi konularda ne kadar eğitmiş olduğu hakkında hiçbir fikrim yoktu. Onun yeteneklerinin sınırını bilmiyordum.

Benim aksime Görkem bir saniye bile garipsemedi. O hazırlıklıydı bu görüntüye. Can'ın dikkatini kapı sesi de bizim içeriye girmemiz de dağıtmamıştı. Başını bile kaldırmamıştı, duraksamadan yaptığı işler her neyse onlara devam ediyordu. Ağır ağır soluduğunu işitiyordum. Dudakları kıpırdadı ama bir şey söylemek için değildi, sesli okuma yapar gibiydi.

"13'ten özür dile," dedi Görkem Can'ın ayak ucuna yayılan üç farklı defteri ve bir kitabı üst üste koyup kendine oturmak için yer açarken.

"Özür dilerim." Bize bakmadı, iki eli de duraksamadı ama ne söylediğimizi dinliyordu aynı anda. Bu beni tam anlamıyla büyülemişti.

Ondan büyülendin mi yoksa korkmaya mı başladın Yağmur?

Ürkütücü ama kendine hayran bıraktıran birisiydi.

"Ne için özür diliyorum?" diye sordu sonra. Görkem de "Çünkü eşeklik yaptınız hepiniz, sıra sıra özür dileyeceksiniz. İlk seninle başlayalım dedik," diyerek hızlı bir açıklama yaptı her şey normalmiş de tek sorun buymuş gibi.

"Can." Sesimi zar zor bulabilmiştim. "Ne yazdığına bakabilir miyim?"

"Az önce sana danışmak için odana gittim," dedi Can ve içeri girdiğimizden beri ilk defa gözlerini ekrandan ayırıp bana çevirdi. "Ama yoktun." Bıyık altından gülümsediğinde yaptığı ima üzerine Görkem onun bacağını ittirdi. Laptop kucağında sallanmaya başlayınca keyifle gülüp elindeki kalemi kulağının arkasına sıkıştırdı Can. Ardından defterini bana uzattı.

"Onunla konuşuyorum," dedi. Ben şaşırdım, Görkem şaşırmadı. "Bana heyecanlı olup olmadığımı soran bir mesaj attı. O konuşmanın orada bitmeyeceğine emindim, Arda'nın peşinden gideceğini biliyordum Kaya'nın. Dikkat dağınıklığını fırsat bilip laptopunu aldım ve o zamandan beri Lir üzerinden V ile mesajlaşıyorum."

Elimdeki sayfaya döndüğümde beni italik bir el yazısı karşıladı. Can sağa yatırıyordu harflerin hepsini ve kuyruklarını uzatıyordu y ve g'nin. İnce seslilerin ise noktalarını çizgi şeklinde yapıyordu. O harfinin üzerine iki nokta koymayı bile zaman kaybı saydığını düşündüm, direkt bir çizik atıp ö'ye dönüştürüyordu. Aceleci ama okunabilir bir el yazısı vardı.

En fazla 25 yaşında, kadın
Okumuş, eğitimli
Sitenin kurucusu değil, yöneticisi
Dizaynını kendi yapmış olmalı, yıldızlar ve sitedeki renkler bir kadının zevki
Normal düzeyden daha hızlı yazıyor, yazılımla kodla haşır neşir olmasa bile klavye kullanımı gelişmiş
En sevdiği renk mor olmalı

Burada duraksadım ve devamını okumadan önce ona baktım. "Mor mu?"

"Dünya üzerinde tonlarca renk varken mesajlaşma ekranını morun bir tonu yapmak tesadüf olmasa gerek." diye açıkladı ve yeniden yazdı klavyeye bir şeyler.

"Morun intiharla bağlantısı olduğunu düşünmüştük," dedim. "Hani öyle bir hipotez vardı."

"Depresyonun rengidir. Bilinçaltındaki korkuları açığa çıkarttığına dair araştırmalar var."

"Sesli okusana yazdıklarını," diyerek araya girdi Görkem. İsteği üzerine listenin en başından kaldığım yere kadar olan kısmını tekrar okudum. Ardından diğer maddelere geçtim.

İntihara meyilli değil, ölmekten korkuyor
Birini kaybetmiş
Babası?

Üzeri kalın bir çizgiyle çizmişti ve hemen altına baba sorunları yazmıştı.

Annesi?

Bu kelimeyi etrafını defalarca kez çizerek yuvarlak içine almıştı ve bir ok çıkartıp intihar? yazmıştı. Başka bir ok daha vardı. Babası katil, annesi kurban? Ve bir ok daha. Şahit olmuş. Ölümden korkuyor, öldürdüklerini izliyor olabilir.

Ölüm anı. Önemli olan bu. Rekabet? Travma. Kendisine meydan okuyor. Travması var ve neden olduğu intiharların tümünde izleyici rolünde. Psikozlu biri. Gerçeklik algısı ara sıra zayıflıyor olabilir. Zaaf. Sevgi? Annesi. Tüm korkuların esas sebebi.

Bilinci nasıl akarsa öyle yazmıştı parmakları. Bazı kelimelerde kalem daha fazla gömülmüştü sayfaya. Özellikle zaafı yazarken kalemin ucunu kağıda öyle çok bastırmıştı ki f harfinin alt ucunda küçük bir yırtık vardı.

Can'ın yaptığı çıkarımlar ve profil analizi ağzımı açık bırakmak üzereydi. İkna olmam için hiçbir sebep yoktu ama yazan her şeyin doğru olduğuna inandırmıştı beni. Konuşmadan manipüle edilmiştim onun tarafından yazılan bir kağıt parçası tarafından.

Cesareti yok, ölmek istemiyor
Öyle görünecektir ama korkuyor, üzerine git
Hayatta kalması için bir sebep var
Bir erkek arkadaş?

Bir sebep, ifadesini karalayıp üzerine 'iki' yazmıştı. Yanında ise iki ok vardı.

1. Hermes Deneb
2. Ben

Anlam veremiyor gibi yuvarlak içine almıştı adını. Hermes'in yanınaysa önce sevgili yazmıştı. Sonra bunu karalayıp neden daha önce yapmasın? şeklinde bir not düşmüştü. Hermes devamlı yanında olan biri olmalı. Kardeş???

Bunu okuduğum an Görkem ve ben göz göze geldik. İkimizin de aynı noktaya takıldığından emindim. Benden önce o açtı ağzını. "Hermes'in tasmasını tutan kişinin babası olduğunu düşünmüştük," dedi. "Piramidin başı, kardeşlerin babası olabilir Can."

"Kardeş olduklarına dair bir kanıtım olana kadar bekle," dedi Can sakince. "Ama ben beklemedim, bir araştırma yapıyordum. Hermes Deneb bir rumuz olduğuna göre V.V. de buna benzer bir şey olmalı. Bağlantı aradım. Arda'nın eksikliğini en hissettiğim yerdi bu. Google yerine onu kullanmak çok daha pratik olurdu."

"Bir şey bulabildin mi?" diye sorduğumda "Fikirlerim var," dedi. "Ama araştırmak benim için zaman kaybı olur."

"E niye anlattın o zaman?"

"Siz araştırın diye." Yüzüne düz düz bakmaya devam ettiğimde bilgisayardan gözlerini çekip bana çevirdi. "Her şeyi tek tek söyleyecek miyim Görkem? Ara Kaya'yı gelsin şuraya."

Görkem sabır çekerek derin bir nefes aldı ama yine de bir dediğini ikiletmedi. Telefonunu almak için uzaklaştı yanımızdan. Arda'nın yatağına oturup bağdaş kurdum ve vücudumu Can'a çevirdim. Avizedeki kurumuş yaprağın artık orada olmadığını kapıdan girdiğim an fark etmiştim ama bunu düşünmek için uygun bir zaman değildi. Peluş oyuncaklar da yoktu. Durum böyleyken odadaki gezegenli avize ve kitap rafındaki çizgi romanlar dışında her şey Can'a aitmiş gibiydi. Sanki bu oda artık Arda'nın değildi.

Başımı iki yana sallayıp düşünceleri kovaladım. "Bana ne soracaktın?" İlgisini üzerime çekebilmem beni şaşırttı. "Ve şu an ne konuşuyorsunuz merak ediyorum."

"Az önce bana, ona en sevdiğim alıntılardan birini atmamı istedi. Kitap, şarkı, şiir diye sınırlandırmadı. Ne yapıyor biliyor musun? Beni sohbette tutmaya çalışıyor. Ne konuştuğumuz önemli değil, konuşalım yeter. Bu sayede karakterim hakkında fikir sahibi olabileceğine inanıyor. Kendince bir oyun oynuyor yine."

Çağdaş Hoca'nın da bana aynısını yaptığını hissetmiştim ve bu, Can'ın taktiği gibi gelmişti. Eğer V'nin yaptığı gerçekten de buysa Can ve onun birbirlerine birçok noktada benzedikleri anlamı çıkabilirdi buradan. "Ne yazdın peki?"

"İnsan, karşılaştığı kişilerin kalıntısıdır."

Gözümün önünde mavi kapaklı bir kitap canlandı. Eskiden yaşadığım sokağın oradaki otobüs durağının sol tarafında bir kitapçı vardı. Her hafta yenilerdi vitrindekileri. Otobüs durağında durup vitrini incelerken bu cümleyi okuduğuma emindim. "Sigmund Freud mu?" diye sordum.

Biliyor olmamla birlikte kaşlarını havaya kaldırıp bana bir bakış attı. "Evet. Kısa bir cümle ama derin. Bilerek Sigmund Freud'u seçtim, psikanalizle ilgi duyan herkes onun kitaplarını mutlaka okumuştur. Benim de onlardan biri olduğumu bilirse, yapabileceklerim karşısında stres altında hissedebilir kendini. Onun bilinçaltını baskılıyorum."

"Odama niye gitmiştin peki?"

"Senden İspanyolca bir şarkı isteyecektim," dedi. "Hermes'in telefonda bir kadınla konuştuğunu duymuştun. O kadının V olduğunu varsayarsak o da Hermes kadar akıcı şekilde biliyor olmalı ama konuyu buraya durup dururken getiremem. Bir şarkı üzerinden ilerlersem belki de bana bildiği dil hakkında bir şeyler anlatır veya en azından İspanyolca dinliyor olmam onun ilgisini daha çok çekebilir üzerime."

"Sence de yeteri kadar üzerinde değil mi ilgisi?"

"Görüşmemizden önce şu yaptığımız muhabbet bile öyle faydalı oldu ki." Endişelenecek olmamdan korkmuş gibiydi. Arda onda bir travma bırakıp öyle gitmişti. Çağdaş Hoca ise bana, belki de beklediği desteğin benden olduğunu söylemişti konuştuğumuz zaman. Can, sırtını bana yaslamak istiyorsa burada duracaktım. "Hakkında bir sürü çıkarım yapabiliyorum. Yapması gereken tek şey cümle kurmak. Sana verdiğim defteri geri alabilir miyim? Bir şeyler daha yazacağım."

Ona defteri geri uzattığımda Görkem de odaya dönmüştü. Can ve V, yaptıkları sohbete devam ettiler. Biz Can'ın yazdıklarını gözden geçirerek ve konuşulanları okuyarak bir yarım saat geçirdik. En son kağıt parçasını yeniden aldığımda Can'ın yazısının giderek çirkinleştiğini fark ettim. İlk anlar gibi değildi, aklı muhabbete kaydıkça yazısı okunmaz hale geliyordu.

Tek gelmemi söylemedi hiç. Neden? Güven? Plan? Hermes de orada olacak mı?
Mekanı önceden belirlemiyor. Belirlese bile son saniye değiştirecektir.
Onu bir daha konuşmamakla tehdit ettiğimden beri intihar olayı olmadı.
Sözlerini tutuyor, geçmişiyle alakalı bir nedenden dolayı muhtemelen.
Bir söz verilmiş ve tutulmamış mı?
Annesi, annesini çöz. Ya rol modeli ya da dönüşmekten korktuğu biri.
Beğenilme ve takdir edilme arzusuna sahip değil, bunu kafasına takmıyor, ihtiyacı yok.
Anlaşılmak. Bu kelimeyi devamlı olarak vurguluyor.
İntiharları birbirlerine bağlayan kişi ben olduğum için onu anladığımı düşünüyor. Parçaları birleştirmem ilgisini çekmiş olmalı. Onun eksik parçalarını da birleştirmemi bekliyor gibi.
Satranç maçı yaparsanız açılışı E4 olacaktır.

Bir noktada durup "Oha," dedim. "Satrançtaki açılışını nerden çıkarmış olabilirsin?"

"En sık kullanılan açılışlardan biridir. Hem vezirin hem filin önünü açar. Garanti tercihtir biraz. V bana saygı duyuyor. Gidip de kalenin önünü iki kare açarak başlayıp alaya almaz. Gerçek bir maç istiyorsa şampiyon gibi davranacaktır."

"Yapılacak bir sürü ilk hamle var," demek üzereyken Görkem sözümü kesip "20 tane," dedi. "Ayrıca Amerika Satranç Birliği'ne göre satrançta ilk on hamlede oynanabilecek yaklaşık 170 oktilyona yakın seçenek vardır."

"Oktilyon mu?"

"10 üssü 27," dedi. "İkinci hamleden sonra rakibini sekiz farklı şekilde mat edebilirsin. Üçüncü hamleden sonra 355'e çıkar bu sayı."

"Anlıyorum..." Neden bunları bildiğini elbette ki sorgulamadım. O içinde sayı geçen şeyleri unutmamak üzere dünyaya gönderilmiş bir makineydi.

Biz satranç hakkında derin bir sohbete dalmışken park tarafına bakan camların orada bir kafa belirdi. Kaya, ön kapıdan gelmek yerine bu kapıyı seçmişti. Orayı açıp içeri girdiğinde hiç beklemediğim bir şey karşıladı beni.

Elinde bir buket sarı lale tutuyordu.

Tutunma ihtiyacım yüzünden yorganı avucumda toparlayıp sıktım. Sarı laleler, Mete demekti. Gecenin bu saatinde çiçekleri alıp kapıya dayanır, bu şekilde kendini affettirir veya sadece keyfimi yerine getirmeye çalışırdı. Onun en sevdiği çiçekleri şimdi elinde Kaya tutuyordu ve bana bakıyordu. Ben onu zor görüyordum, gözlerim doluydu.

"Arda özür diliyormuş," dedi dümdüz bir sesle. Öylesine bir şey yapıyormuş gibi buketi bana uzattı.

O an anladım, Arda'nın haberi bile yoktu.

Onu daha kolay affedebilmem için bunu yapan Kaya'ydı. İyi hissedebilmem için bana gidip gecenin bu saatinde sarı laleler almıştı çünkü söylediği gibi, onun tek bir ailesi vardı ve herkese sahip çıkmayı kendine görev sayıyordu. Ne kadar kırıldığımı görebiliyordu, benim yeni farkına vardığım üzerimdeki o baskıyı benden daha çok hissediyordu ve sadece iyi gelmek istemişti bana.

"Sen..." Sesim titreyecek gibi olduğunda yutkundum. Diğerlerini göremiyordum, gözlerim sadece Kaya'daydı. "Nereden biliyorsun bunu?"

"Neyi?" dedi gayet rahat bir tavırla. Karşısında ağlayacak kıvama gelmemi görmezden geliyordu. "Hiç de bilmiyorum. İnanır mısın tek bir çeşit çiçek kalmış sadece." Bir an durdu, pot kırdığını fark etti. "Onu da Arda aldı, senin için," diye devam etti hızlıca.

Kendisinin aldığını inkâr ederken Mete'yle aramdaki mevzuyu bilmiyor gibi davrandı. Benim için yaptığı şeyin büyüklüğünün farkındaydı ama ona minnet duymamı istemiyordu. Bu yüzden sıradan bir şeymiş gibi davranıyordu.

Arda'nın yatağından ayağa kalktığımda küçük bir kız çocuğu gibi karşısında dikilip yüzüne baktım. "Alacak mısın?" diye sordu. Duygulanma fikrimden nefret etmiyordu, nefret ettiği şey kendi duygularını göstermekti ama Kaya ne yaparsa yapsın bize duyduğu sevgiyi saklayamıyordu. O bizin içinde ben de vardım. Ben de ailesindendim onun.

Ona sarıldım.

Sarı laleleri çekme fırsatı bulamadı. Bedenlerimizin arasında sıkışıp hışırdadı paket ve çiçekler çeneme sürttü.

Düşünmüştü beni. Kenara bırakmamıştı. Onunla konuşup diğerlerini toparlama planı yapmıştık ve o beni de es geçmemişti.

"Teşekkür ederim." Kaya hâlâ bu sarılışa bir karşılık verememişti. Yumduğum gözlerimi açtığımda Görkem'le bakışlarımız kesişti. Yüzündeki ifade çok başkaydı. Çok farklıydı. Kaya'yla arasındaki o özel bağı sığdırmıştı gülümsemesine. Can da benzer duyguları yaşıyordu. Öyle ki laptopu bile bir kenara bırakmış, sadece bize bakıyordu.

Biz kaybedecek bir şeyi olmayan iki insandık Kaya'yla. Ellerini sırtıma yaslayıp sarılışıma karşılık verdiğinde hiç kimsemiz olmasa bile bundan sonra birbirimiz için ayakta kalacağımızın yeminini ettik sanki sessizce. Bunu iliklerime kadar hissettim.

Bir börek ve bir buket çiçekten ibaretti. Ne kadar basitse bir o kadar da özeldi.

"Çiçekleri eziyorsun," dedi alaycı tonuyla. Bunu söylerken bana ne kadar sıkı sarıldığını bilmeseydim gerçekten de çiçekleri sorun ettiğini düşünürdüm. "Para verdim onlara ben." Bir yalanı tamamen eline yüzüne bulaştırmış oldu böylelikle. Aynı çocuk gibiydi. "Yani Arda," dedi. "Arda verdi."

Tekrar "Teşekkür ederim," diye fısıldadım. Parmak uçlarımda yükselip boynuna sarılı olan elimle gözlerimin altını sildim. "Sadece beni değil, Mete'yi de gülümsettin."

"Uzak dur benden, şizofren seni," diyerek geri çekildiğinde bir kahkaha attım ve puslu hava dağıldı.

Kıskandım, dedi Mete.

Onu kaşlarını çatmış, kollarını önünde bağlamış gözlerini devirirken hayal etti zihnim. Kaya'nın Ros'a davrandığından da beter olurdu herhalde Kaya'ya karşı.

"Vazo var mı?" diye sordum Görkem'e dönüp. Onun halledebileceğini ummuştum. Bu bir refleksti, diğerleri gibi artık ben de bir şey istediğimde ilk ona bakmaya başlamıştım.

"Sen iste evdeki camı söküp eritir, yapar sana vazo." Kaya Görkem'le uğraşmaya bayılıyordu. Görkem ona ters bir bakış atsa da güldü.

Gecenin kalanı konuşarak, daha fazla konuşarak ve çok daha fazla konuşarak geçti. Can ve V'nin konuşması bir iyi gecelerle son bulduktan sonrasında yarın için bir plan oluşturmak istedi Görkem ama ne mekan belliydi ne de zamanı kesindi. Bir sonraki mesaja kadar beklemek zorundaydık. Elimiz kolumuz bağlı gibiydi. Can'ın yaptığı çıkarımlar haricinde V hakkında hiçbir bilgiye sahip olmayışımız tüm tehlikelerin asıl sebebiydi. Neyle karşılaşacağımızı hiçbirimiz bilmiyorduk.

Artık Kaya'nın yorgunluktan gözleri kapanmaya başladığında Can odalarımıza dağılmamız gerektiğini söyleyerek bizi kovdu. Sarı lalelerimi göğsüme bastırarak odasından çıkarken Kaya'ya dönüp gülümsedim. Ona dilediğim iyi geceler, muhtemelen hayatında duyduğu en sıcak dilekti. Beni ilk defa o kadar gülümserken görmüş bile olabilirdi. Karşılık olarak homurdanma şeklinde bir "Sana da," lafı duysam da odasına ilerlemek için arkasını döndüğü an en az benim kadar gülümsediğini biliyordum. Böyle şeyler hissedilirdi.

Kendi odamın kapısına uzandığımda Görkem ani bir hareketle belimi kavrayıp beni kendine doğru çekti. Sendeleyip ona çarptım ama can havliyle çiçeklerime sarılmıştım. "Nereye gidiyorsun?" diye sordu başını kulağıma doğru yaklaştırarak.

Ne istediğini bilsem de "Odama," diye karşılık verdim safa yatarak.

"Üzerini mi değiştireceksin?"

"Evet, uyurum sonra da."

"Uyuruz demiştin." Belimi daha sıkı kavradı gitmeme izin vermiyormuş gibi. "Can'ın yanına gitmeden önce bana böyle söylemiştin."

Ettiği sitem kulağıma çok tatlı geliyordu. Onu daha fazla üzmek istemedim. "Lalelerimi bırakıp gelirim." Onun yanında yattığımda her şey daha güzel oluyordu. "Ama Görkem," dedim sonra bir anda aklıma gelen şeyle birlikte. "Sen de uzun kollu giysen olur mu?" Kaşlarını çatıp gözlerini kıstı. Ne dediğimi anlayamamıştı. "Kolların..." Kendimi bu konuda hâlâ çok kötü hissediyordum. Devamında ne diyeceğimi bilemesem de tek kelimem beni anlamasına yetti.

"Bu gece kâbus görmeyeceksin." Verdiği güveni kelimelere dökemiyordum. Çok nadiren rüyasız geçerdi gecelerim. Hatırlamıyor olsam bile bir şekilde karşıma çıkardı izleri. Bana böyle sarılıp bunu söylediğinde içimin rahatlaması saçmalıktı ama oluyordu. Görkem beni kâbussuz uykulara inandırıyordu.

"Aslında daha önce uykumda sana yaralar açtığım için bir daha yanında uyumamayı bile düşünmüştüm," diye bir itiraf döküldü dudaklarımdan o an. Kalkanlarımı indirip savunmasız kaldığımda gerçekleşen türden bir itiraftı.

"Bir kalemle senin bana yaptığından daha beterini yapmıştım ben kendi koluma," dedi belimi bırakıp omuzlarımdan tutarak beni kendine doğru çevirdikten sonra. Yüzümü yüzüne kaldırdığımda bir elimde sarı lale buketi duruyordu hâlâ. "Ne zaman benim açtığım yaraları görsem kötü hissediyordum çünkü bu utandığım bir şeydi benim. Sanki izleri geçmeyecek gibiydi. Senin tırnakların iz bırakmadı, benim bıraktıklarımı sildi. İçimdeki o boktan hissi geçirdi. İnsan bir yaraya bakıp gülümseyebiliyormuş 13. Kendini şu konuda suçlayıp durma. Ne sen bilerek yaptın ne de ben rahatsızım bu durumdan."

Bana kızmak yerine sakince açıklaması, onunla uyumama fikrime bile takılmadan önce tüm bu cümleleri kurarak içimi rahatlatmak istemesi ve bunu gözlerimin içine bakarak yapması beni bir başka ağlama krizinin eşiğine getirdi. Değerli hissediyordum. Konu ben olduğumda gösterdiği özen yüzünden ona olan sevgim giderek hassaslaşıyor, giderek çoğalıyordu.

Görkem Duman ince biriydi. Farkında bile olmuyordu çoğu zaman yaptığı en ufak şeyin bende hangi anlamları ifade ettiğini.

"Ne oldu?" dedi cevap verme sürem uzadığında. Bir şeyler söylemem gerektiğini unutmuştum gözlerine dalmışken. "Yağmur, senin bu gözlerin niye bu kadar çok doluyor? Birikmiş acılarının yanında bir de istemeden ben mi dert oluyorum sana?"

"Dert mi?" Yüzüne dokundum. Yanağından aşağı doğru kaydı parmaklarım. Sadece temas ihtiyacım yüzünden yaptığım bir şeydi. "Buna deva deniyor sanıyordum."

"Hım..."

"Yatağa geç," dedim göz bebeğinin etrafındaki her bir tonu kazırken aklıma. "Geleceğim. Kâbuslarımı kovman için değil, senin için. Birlikte uyuyalım yine. Bu gece seni yalnız bırakacağımı sanıyorsan yanılıyorsun."

İlaç kelimesini kullanmamıştım ama bunu kastettiğimi biliyordu. Ona kızacak olmamdan korkuyordu hâlâ. Kızmayacaktım. Sırası değildi. Azara değil desteğe ihtiyacı vardı.

Başını sallayıp uzaklaştığında hızlıca üzerimi değiştirdim. Sarı laleleri dikkatlice komodinin üzerine bıraktım. Yatağımın yaslı olduğu duvardaki fotoğraflarımıza bakarken orasının daha da dolu gözükmeyi hak ettiğini düşündüm. Toplu resimlerimiz haricinde onlarla bireysel olarak biriktirdiğim anıları da asmalıydım. Mesela sarı laleleri elimde tutarken Kaya'nın ekrana bakıp somurttuğu bir fotoğrafımız olmalıydı mutlaka. Bu fikri aklımın bir köşesine not edip bordo düğmeli pijama takımımla çıktım odamdan.

Görkem'i yatağın içinde uzanırken gördüm. Üzerini değiştirmişti ama uzun kollu değildi giydiği. Bu bile düşünülmüş bir hareketti. Ben istediğim halde yine de gidip uzun kollu giyse bu diken üzerinde hissetmeme neden olacaktı. Onu rahatsız ettiğim ve kendini korumak istediği fikri yatacaktı bilinçaltımda.

Kendisi ve duvar arasında bedenimin sığabileceği bir boşluk bırakmıştı. Beni gördüğünde battaniyenin o kısmını açarak yanına yatmam için açık bir davette bulundu. Kapıyı arkamdan kapattıktan sonra dizimi yatağa bastırdım ve küçük mesafeyi emekleyip gülerek yattım yanındaki boşluğa.

Göz göze gelmemiz için bekliyordu ama nedense utanıp gözlerimi tavana diktim ellerim göğsüme doğru çektiğim battaniyenin üzerindeyken.

Küçük bir kahkaha attığında ona bakmak zorundaydım. Gülüşünü kaçıramazdım. "O kadar tatlısın ki," dedi gülmeye devam ederken. Dünyanın en içten söylenen cümlesi gibi geldi kulağıma. "Delirtiyorsun beni."

"Sen bence delirmeye yer arıyorsun bana," dedim utancımı bir anda kenara bırakıp. Ruh halimin değişimine ben de şaşırdım.

Daha çok gülümseyip parmaklarını yastığına dağılan saçlarımda gezdirdi. "Olabilir."

"Çok uykun var mı?" diye sordum yüzümü ona doğru dönerek. Dirseğinin üzerine başını yaslamış, diğer eliyle saçlarımla oynarken yüzümü izliyordu. Başını hafifçe iki yana salladı. "Tadını kaçırmak istemiyorum ama bir şeyler sormak istiyorum sana."

"Haplar hakkında mı?" diye sordu yüzünde bir duygu değişimi olmadan. Bu kez ben başımı salladım. Biraz çekindiğimin farkındaydı. Canını sıkmak istemiyordum ama bilmem gereken şeyler vardı. Ona destek olabilmek için detaylara hakim olmak zorundaydım.

"Benden başka kimse biliyor mu?"

Yeniden başlamasını kastediyordum. Bunu benden bile gizlemeyi başarmıştı. Karşılaşacağı tepkilerden korkuyordu Görkem. Bu sadece ilaçlarla alakalı da değildi üstelik. Genel olarak Analizcilerin birçok konuda tepkilerini öğrenmek istemiyordu. Bu konulardan biri de bendim.

"Kaya anladı," dedi bana bakmaktan kaçınarak. Saçlarıma verdi ilgisini. "Üzerime gelmedi, tekrar sormadı ama ilaç kullandığım ilk gece anladı."

"Benim..." Yine kendimi çok kötü hissettim. Suçum olmadığını biliyordum ama bu hissi geçiremiyordum. "Benim size o günü anlattığım geceydi. Ne zaman peki? Yanıma gelmeden önce mi?"

"Aynayı kırdım ya, o zamandı işte. Lavaboda içtim."

"Bu seni rahatlatıyor mu?" diye sordum. "Kendini daha mı iyi hissediyorsun? Gerçekten geçiriyor mu baş ağrını?"

"Eskiden..." Konuşmaktan hoşlanmadığını anladım. Yine de ne sorarsam cevaplayacağını söylediği günden beri cevapsız bırakmamaya gayret ediyordu sorularımı. "Eskiden kullandığımda rahatlama hissi geliyordu direkt. Şimdi suçluluk geliyor önce. Ben yeminlere, sözlere, insanların üzerimdeki haklarına çok önem veririm. Yani, sanki tek bir hapı yutmak tüm bunlara ihanet etmek demekmiş gibi geliyor."

"Ama buna rağmen durduramıyorsun."

"Bu yüzden adına bağımlılık diyorlar." Bana bakamıyor oluşunu sevmedim. Yüzüne dokundum rahatlasın diye. Niyetim onu germek değil, anlamaya çalışmaktı. "Nefesim kesiliyor, ellerim titriyor. Aklıma girdiği an bir anlığına beyin fonksiyonlarım duruyor sanki. İçene kadar geçmiyor."

"Anladığım kadarıyla basit ilaçlar da değil kullandıkların." Şiddetli ağrı kesicilerin bağımlılık yaptığını duymuştum. Bu yüzden bir kısmı reçetesiz satılmıyordu ve Görkem'den aldığım kutu da bu tarz bir kutuydu. Nereden ve nasıl temin ettiğini sormakla sormamak arasındaydım.

"Hafifler yetmiyor," dedi. "Bir tane de yetmiyor."

"Kaç kez içiyorsun?"

"Uyuyalım mı?" dedi dirseğini yataktan çekip başını yastığa yaslayarak.

"Kaç tane?" diye yineledim. "Her şeyi sayıyorsun, bunu da sayıyorsundur."

"Aynı anda en az iki tane yutuyorum." Bana bakmadığı için mutluydum çünkü tepkilerimi bastıramayabilirdim. Kalbim korkuyla kasıldı. Ona bir şey olma fikri beni her şeyden daha fazla ürkütüyordu. "Yirmilik kutular üç dört gün dayanıyor en fazla."

Ona daha fazla yaklaştım. "Mide kanamasına bile yol açabilir," dedim. "Böbrek, karaciğer... Hepsine zarar. Sadece dış çevreni değil iç organlarını da korumalısın." Gülerek ve alayla söylemiştim. Kasılı duran omuzları gevşedi ve gerginliği yerini başka bir gülümsemeye bıraktı. Bir şey söylemedi ama dudaklarını saçlarımla alnım arasındaki çizgiye bastırdı.

"Yani," dedim sorgulayıcı bir tavırla dirseğimi yatağa bastırıp dikilirken. "Beni öpmeden hemen önce ağrı kesici mi almıştın?" Alakayı anlayamadı ama tripli sesim yüzünden bana bakıyordu şaşkınca. "Bir haftadır daha sakin, dingin olman ilaçlar sayesinde. O günden beri gülümsediğin, iyi hissettiğin, benimle uyuduğun ve beni öptüğün anlarında hep ağrı kesici etkisindeydin yani."

"Lan bu öyle bir şey değil," diye sitem ederek o da kaldırdı kafasını. "Senin yanındayken sadece senin etkinde oluyorum. Sikerim ağrı kesicileri."

Duymak istediğim tam da buydu. Böyle konuşması hoşuma gidiyordu. Sırıttığımda ağıma düştüğünü anladı ama söylediklerinden pişman olmadı. "İyi," dedim. "Ben varken ilaçlara ihtiyacın yok o zaman."

"Sen de bağımlılık yapıyorsun, onu ne yapacağız?"

"En azından iç organlarınla bir derdim yok," dediğimde yine o küçük, içimi eriten kahkahasıyla doldurdu kulaklarımı.

"Bu aralar soru çözmeyi de azalttın sanki." Konu tamamen değişsin istemiştim. Kafasını dağıtmaya çalışıyordum. "Yoksa matematikten uzaklaşıyor musunuz Görkem Bey?"

"Asla," dedi tek nefeste. "Benim için matematiğin sadece sorulardan mı ibaret olduğunu sanıyorsun?"

"Anlatsana," dedim hevesle. "Bana bir şeyler anlat bununla ilgili. Neleri hesaplıyorsun mesela?"

"Ruh hastası olduğumu düşün diye mi?"

"Onu zaten biliyorum." Güldüm. "Sadece merak. Seninle ilgili çok fazla şeyi merak ediyorum. O kafanın içinde nelerin hesabını yaptığın da bunlardan biri."

"Alakalı alakasız bir sürü şey," derken hâlâ anlatıp anlatmamaktan tam olarak emin olamıyordu. Gerçekten dinlemek istiyordum oysa.

"Örnek veremez misin?"

"Bizimkilerden bahsedeyim mi?" diye sordu. Onayladığım an başını yastığa yasladı. Hemen aynısını yaptım ve ona yaklaştım. "Can için telefonunu şarja takma sınırı 21'dir," diyerek başladı aklına gelen ilk yerden. "Hiç daha aşağısını görmedim ve evet, hiç şarjı bitmedi bugüne dek."

Nedense Can'ın bu konuda pimpirikli olmasına şaşırmadım.

"Kaya'nın ideal uyku süresi sekiz saat on iki dakika. Bunu yıllarca takip edip test ettim ve sonra ona bir deney faresi muamelesi yapıp haberi olmadan bir süre bu kadar saat uyumasına izin verip uyandırdım. Aşağısı olunca daha asabi oluyor ve gün içinde sürekli esniyor. Yukarısı olursa uyandığında toparlaması zor oluyor."

"Uyumayı çok seviyor." Bu çok büyük bir gözlemmiş gibi onunla paylaşmak istemiştim. "Bıraksak yirmi dört saat bile uyur."

"Uyuyamadığı günlerin acısını çıkarıyor."

Bu bir anda canımı çok fazla acıttı. "Bana sarı laleler almış," dedim. "Çok mutlu oldum." Gözleri kırışarak gülümsememe karşılık verdiğinde burnunun ucunu da bir kez burnuma sürttü öyle mi der gibi. "En başta beni istemiyordu bile. Şimdi eve gelirken benim için çiçek alıyor."

"Seni istememesi bile benimle ilgiliydi. Görüyor musun? Seninle ilgili her şey benimle de ilgili."

Üzülsem mi sevinsem mi bilemedim. Takılmak yerine "Devam et," dedim. "Başka?"

Hiç yadırgamadı, biraz düşünüp devam etti hayatının matematiğini bana anlatmaya. "Arda'yla beraber izlediğimiz Beşiktaş maçlarını kazanma olasılığımız yüzde altmış dört. Eğer ben tek başıma izlersem kırklara kadar düşüyor, yani anlayacağın o benim totemim. Kaya telefonunun pil sağlığının yüzde seksen altıdan aşağı düşmesine izin vermez. Arda en sevdiği çizgi roman serisini tam on dokuz kez baştan sona okudu. Can'ın en çok kullandığı ansiklopedinin sayfa sayısı 1478. Sen ekmeğine krem peyniri sürdükten sonra yaklaşık üçte birlik oranda reçel sürüyorsun üstüne. Gizli tarifin bu. Abimin davalarında başarı oranı yüzde seksenlerdeydi, Bige abladan boşandığı günden beri biraz düştü. Analizcilerle toplu taş kağıt makas oynadığımızda Can'ın kazanma olasılığı yüzde yetmiş iki falan. Onunla bu yarışa girmeni tavsiye etmiyorum."

Gereğinden fazla sırıtıyor olmalıydım onu izlerken. Bir noktada durup neden güldüğümü sorguladı bakışlarıyla. "Hiç," dedim kelimeyi uzatarak. "Senin için çok zor olmalı ama böyle senden dinlemek hoşuma gitti."

"O zaman son bir bilgi daha," dediğinde keyfi yerindeydi. "Uyurken nabzın dakikada elli yedi kez atıyor. Günlük ortalaman da hemen hemen altmış yetmiş aralığında. Seni öptüğümde nabzının ne kadar değiştiğini öğrenmek için saymaya çalışmıştım ama bunu yapamıyorum. Seni öperken sayı saymayı bile unutuyorum çünkü."

"Bunu gerçekten denedin mi?" Neden hoşuma gittiğini bilmiyordum. Kendine kendisi gibi bir ruh hastası bulmuştu. Tencere kapak olmuştuk ikimiz.

"Boynuna koydum elimi, hissetmek için. Sonra unuttum."

"Tekrar dene istersen diyeceğim ama başarılı olacağını sanmıyorum."

"Evet, uyu o yüzden."

Bu onunla dalga geçtiğim için huysuz bir homurdanmaydı. Daha önce de yaptığım gibi ellerimden birini karnına yaslamak için tişörtünün altından geçirdim. Henüz parmaklarım tenine bile değmemişken sert bir nefes verdi Görkem. Avuç içimi karnına koydum ve parmaklarım, kaslarının kıvrımlarına sürtündü.

"Elin soğuk," dediğinde başımı boynuna doğru yaklaştırmış, kendime rahat bir pozisyon bulmuştum. "Buz kesmiş parmakların nasıl bu kadar yakabilir anlamıyorum."

"Soğuk da yakar," diyerek bilimsel bir açıklama yaptım. "Uyuşturur, hissizleştirir."

"Uyuşturduğu kesin de hissizleştirdiğine katılmıyorum." Yüzünün kıyısında olduğumdan çenesi saçlarıma değiyordu. "Sanki parmak uçlarında duyguları taşıyorsun, dokunduğun her yere kazımak için."

"Sana dokunuyorum," dedim kısık bir sesle. "Sana hissettiklerimi bulaştırmak demek mi bu?"

"Hissettiğin şey saf bir arzu mu?" Açık oluşu sık rastladığım bir şey değildi. Sık rastlasaydım hayatta kalamazdım belki de çünkü tek bir cümlesi, gerçeklikle olan tüm bağlarımı koparmaya yetebilirdi. İstemsizce elimi yumruk yaptım karnının üzerinde. Parmak boğumlarım gerilen kaslarının arasındaki çizgilere yerleşti. "Belli ki öyle," dedi tehlikeli bir tebessüm asılırken dudaklarına. "Nefesin hızlandı. O hızlı nefeslerinle işgal ediyorsun boynumu."

"Geri mi çekilmeliyim?"

"Sence izin verir miyim?" Başımın altından geçirdiği koluyla beni sırtımdan destekleyerek daha da kendine yaklaştırdı. Yeniden ona tutunma ihtiyacıyla yumruğumu açıp avuç içimi karnına yasladım.

"Benim aksime sen ne kadar sıcaksın." Başımı kaldırıp yüzüne bakmak istediğimde aramızdaki mesafe tahmin ettiğimden daha kısaydı. "Ev gibi," diye fısıldadım.

Hızlı bir hamleyle bileğimi tutup tişörtünün içinden çekti, sonra başımı da yastığın üzerine bıraktı ve tamamen kurtuldu temasımdan. Ne yaptığını anlamaya çalışırken bana bakmadan doğruldu yatakta. İki elini çaprazlayıp beline doğru götürdü ve tek bir hamlede tişörtünü üzerinden sıyırıp attı. "O zaman," dedi çıplak omzunun üzerinden bir bakış atıp. "Gel bakalım evine."

Başım yastıkta olduğundan ona alttan alttan bakıyordum. Gözlerindeki ifade yüzünden karnıma bir kramp girdi. Bakışlarımı sırtına diktiğimde deli gibi dokunmak istedim her bir santimine. Yeniden yanıma uzandı. Bedeninden yayılan ısı beni terletmeye başlamak üzereydi. Beklediği göğsüne yaslanıp eski pozisyonuma dönmem ve bu şekilde uyumamızdı. Ben ise bunu yapabilecek gücü kendimde bulabilmek için toparlanmayı bekliyordum.

"Eğleniyorsun," dedim gülümsemesini bastırmaya çalıştığını görünce. Ani şeyler yapıp kalbimi tekletmeye bayılıyordu. "Bir dokunuşum nabzını iki katına çıkartırken benimle eğlenmemelisin Görkem."

"72'den 109'a çıkmıştı bir kere." Güldü. Bunu hangi ara hesapladığını merak ettim. "Seni lacivert elbiseyle gördüğümdeydi, ikimiz göreve çıkmadan önce. Lavaboda makyajını yapmıştın, ben de odamdan çıkmıştım o an."

"Ne giydiğim pek de önemli değil sanki," dedim keyiflenerek. "Pijamayla da olsam fark etmiyor senin için."

"O elbise sırtında da çiller olduğunu görmemi sağlamıştı." Bunun önemli bir detay olduğunu o söyleyene kadar bilmiyordum. Bir gün sayılarını öğrenirsin belki, dediğini hatırladım. O da tam bu esnada "Bir gün hepsini tek tek sayacağım," dedi. Odanın oksijeni bir anda sıfıra indi benim için. Nefesimi tuttum. "Yüzüne saçılanları, kürek kemiklerine dağılanları, omuzlarına doğru çıkanları, göğüslerine inenleri... En silik olandan en belirgin olanına kadar hepsini ezberleyeceğim."

Başımı göğsüne yaslamak yerine elimi oraya götürdüm. Künyesinin zinciri sarkıyordu boynundan. Ucunu kavrayıp kendime doğru çektim. Dudakları dudaklarımın hizasında durdu ama onu öpmedim.

Anlamsız bir "Hım," sesi döküldü dudaklarımdan. Soğuk metali sıkıca sardığımda künyenin kenarları avucuma battı. "Sayabileceğini söyledim mi sana?"

"Söylersin," dedi. Kendinden emin çıktı sesi. "Söyletirim. Benim istediğim kadar istemeni sağlarım."

İddialı konuşması ve kararlı tavrı göğüs kafesimdeki volkanı aktifleştirdi. "Çabalamana gerek yok öyleyse." Bunu zaten biliyordu. Bilmiyorsa bile şu an hissediyor olmalıydı. Ona doğru yaklaştım. Çıplak teni, susama hissimi körüklüyordu. Bir yangının ortasında kalmış gibiydim. Elimi kaldırıp omzuna götürdüm. Köprücük kemiklerine ve ardından iki göğsünün ortasından geçen çizgiye ilerledim. Sertti bedeni. Kas beni özellikle etkileyen bir şey değildi aslında, yani öyleyse de bunu şu ana kadar bilmiyordum.

Görkem Duman'ın her zerresi beni etkiliyorken düşünebilmem pek mümkün değildi.

"Öyle dokunmaya devam mı edeceksin?" dediğinde sesinin değişen tonu dikkatimden kaçmamıştı.

"Seninle alakası yok," dedim umursamazca. "Sadece ellerimi ısıtıyorum." Yüzüne bakıp sırıttığım an dişlerini sıktı. Eğer bir frene basmaya çalışıyor olmasa beni arkamdaki duvarla arasına sıkıştırıp nefesimi tüketene dek öperdi, bunu anlayabiliyordum.

"İstediğin her şekilde yararlanabilirsin benden." Bu oyunu tek taraflı oynayamayacağımı söylüyordu. Daha önce sadece yanağını öptüğümde bedeninin verdiği tepkiden dolayı utanıp sus pus olan adam, günden güne değişiyor ve kendini baskılamaktan yavaş yavaş vazgeçiyordu.

Dudaklarımı birbirine bastırdım. "Her şekilde mi?"

Bir saniye bile düşünmedi. "Her şekilde." Parmaklarım yeniden karnının üzerine doğru hareketlendiğinde elimin altında gerildi bedeni. Omuzları çok güzeldi. Kolları da öyle. Karnına sıra sıra dizilmiş olan kasları bir manzara gibi izleyebilirdim durup. Sadece izlemenin bana yeterli gelmeyeceğini bilsem de bununla idare etmeye çalışıyordum.

Ona uzun kollu bir şeyler giyerek kollarını kapatmasını söylemiştim yeni yaralar açmak istemediğimden ve o, üstsüz bir şekilde yatmayı seçmişti yanımda.

Boynundaki damara dokundum. Nabzını saymak için değil sadece fazla belirgin hale geldiği için. Düz bir çizgi çizerek aşağı indim. Bu vücudun henüz istediğim şekilde tadını çıkaramamış olmak parmak izimi bıraktığım her noktada daha da dert oluyordu içime.

"Ne senin derdin?" diye sordum. "O gözlerin insanları yeterince etkilemiyormuş gibi gittin bir de kusursuz fizik mi yaptın? Ne kadar iyi göründüğünün farkında mısın sen?"

Yerinde bir kez kıpırdandı ama biraz olsun geri çekilmedim. "Kontrol altına almaya çalıştığım dürtüler var," dedi gergin bir sesle. "Ve sen kontrolü kaybedeyim diye elinden geleni yapıyorsun her defasında."

"Ne olur ki kaybetsen kontrolü?"

"Sınırlarımı bilmiyorum," dedi yavaşça. "Seninkileri de öyle ama merakım, bilinmeyenlerden de çok. Neyin hoşuna gidip neyin gitmeyeceğini öğrenmek istiyorum mesela. Bana anlatmanı değil, ben bulmalıyım cevapları. Kendim keşfetmeliyim seni."

"Sana izin veririm." Kurduğum cümle nefesini kesti. "Dururum ve beklerim. Sen ne istiyorsan onu yaparsın, hoşuma gider bu."

"İlki, bir keşif olur," dedi bir hayalini bana anlatır gibi. "Mükemmelliyetçi bir adamımdır ve çabuk öğrenirim. Diğerleri, ilkine benzemez. Bir noktada sana adını bile unuttururum çünkü sen bana tam da bunu yapıyorsun. Tek bir dokunuşunla, bakışınla, gülümseyişinle, kokunla hatta."

"Daha hiçbir şey yaşamamışken ikinci üçüncü seferleri mi düşünmeye başladın yanlış mı anlıyorum?"

"Neyi ne kadar düşündüğümü bilsen aklını kaçırırdın." Ses tonu beni gereğinden fazla etkiledi. "Sandığın kadar masum değilim. O tür filmleri izlemekten hoşlanmam ama sen ve ben, kafamın içinde az film çekmedik Yağmur."

Canıma kastı olmalıydı.

"Seninle uyumak iyi bir fikir değil," dedim zorlukla. Tırnaklarımı istemsizce karnına bastırdığımı o an fark ettim. Elimi telaşla geri çektiğimde dudağının bir kenarı yukarı kıvrıldı.

O an göz kırptı ve içimde derin bir ürpertiye sebep oldu. "Benimle ne yapmak iyi bir fikir?"

"Beni kışkırtma," dedim çünkü daha ne kadarına dayanabileceğimi bilmiyordum. Karşı koymak zorunda olmak güçtü ama tuhaf bir heyecanı da vardı bunun. Aramızdaki gerilim bana çok fazla şey hissettiriyordu. Bir bekleyişse bu ikimiz adına, hangi noktada her şeyi boş verip birbirimize karışacağımızı merak ediyordum.

"Yaklaş," dediğinde kendimi geri çektiğimin farkında bile değildim. "Hiçbir ima yapmayacağım ve nefesimi kesmiyormuşsun gibi davranacağım. Duvara doğru gitme, göğsümde uyu yine."

"Rahatsız olmuyor musun?" diye sordum. "Ben diken üstünde hissedeceğim sen böyleyken. Olur da kâbus görürsem her yerin tırmalanmış uyanabilirsin."

"Duymak hoşuna gittiği için böyle soruları sürekli sorduğunu yeni fark ediyorum," dediğinde sesi fazlasıyla kibardı. "İstediğin kadar söyleyeceğim, ne kadarına ihtiyacın varsa. Sorun değil. Gerçekten. Hayatımın en güzel uykuları senin yanında yattığım gecelere ait benim. Yarala, acıt, kanat, yemin ederim sorun değil. Seni kâbuslarından bile korumak için tam burada olacağım."

Ona doğru yaklaştığımda elini belimin kıvrımına yerleştirip bedenlerimiz arası boşluğu azalttı. Bir bacağımı bacağının üzerine attım, başımı yaslamadan önce göğüs kafesini uzunca öptüm. Kalbinin ritmini dudaklarımda hissettim. Belimi kavrayan eli kalçamın hizasına kaydı yavaşça. Bir yutkunuşla birlikte geri çekildiğimde öptüğüm yere yasladım şakağımı.

"İçim tenha değil diye dışıma kapandım hep demiştim ilk gün hatırladın mı?" Mırıltı şeklinde bir onay yükseldi dudaklarından. "Sen beni geldin aldın, kendi içine kapattın. Şimdi tüm kapıları kilitle Görkem, çünkü ben çok sevdim burada kalmayı."

Başımın üzerini öptü. Karşılık olarak hiçbir şey söylemedi, durdu, düşündü, söylediklerimi sindirmeye çalıştı ve bana verecek bir tepki aradı ama bulamadı. En sonunda saçlarımı küçük küçük, hızlı hızlı öpmeye devam etti ve saydım, tam on üç küçük öpücüğün ardından durdu. Bunu yapacağını bildiğim için kıkırdadım, attığım kahkahalar göğsüne dağıldı ve kalbi hızını iyiden iyiye arttırdı.

Saçlarımı okşamaya bir saniyeliğine ara verdi parmakları. Sol omzuma doğru gitti ve orada durdu. Kulağıma yaklaştırdı dudaklarını ve uyumadan önce bana tek bir şey fısıldadı.

"Ben de Yağmur, ben de."

•⚓•

Kalbe zararsınız maalesef.

Selamlar yeniden. V ve Can konuştu, Arda rest çekip gitti, Kaya sarı laleler aldı derken dolu dolu bir bölümdü yine. İlk sorum şu, Arda'ya hak veriyor musunuz?

Kitabın yarısı Görkem'in odasında geçiyor ssmdöwskw Şikayeti olan var mı ya Asya'nın pek yok gibi de çünkü :)

Kendisi Görkem'in ilacıymış, Görkem öyle diyor.

V ve Can olaylarına yorumunuz nedir? Karşılaşacakları sahne için geri sayım başlatabiliriz bence artık.

Bir kere gülümseyip öyle gidelim :)

Teşekkürler ve iyi günler!

🔵🤝🔵


Yorumlar

Popüler Yayınlar

36. "Çatlaklar ve Kırıklar"

55. "Geri Sayım"

35. "Görülme İhtiyacı"