13. "En Değerli Oyuncu"
Bölüm şarkıları:
Ski Mask The Slump God & Jacquees & Coi Leray & LouGotCash, Save The Day
Pinhani, Beni Sen İnandır
Taylor Swift, Lover
•🧁•
Yanımda Naz, önümde evdeymişim gibi hissettiren basketbol sahası ve çevremde mavi renkli tribün koltukları vardı. Doruk'un bizim için bilet aldığı yerdeydik, onu izlemek için Bursaspor-Efes maçına gelmiştik.
Shaw sakatlandığı için bu maç Doruk'un aldığı süre artacaktı. Birinin talihsizliği onun belki de kendini kanıtlayabilmesi için en büyük şansıydı.
Babam, Shaw'ın bir hafta ve belki daha uzun bir süre sahadan uzak kalma ihtimali karşısında sanki ona inme inmiş gibi gezmişti evde dün gece. Özellikle Euroleague'de oynayacağımız Real Madrid maçı için Shaw'ın en önemli oyuncumuz olduğunu söylüyor, o olmadan kaybetmemize kesin gözüyle bakıyordu.
Benim içimde Doruk'a karşı duyduğum sonsuz güven vardı ama bunu tabii ki ona söylemedim.
Çok heyecan yaptığım için ya geç kalırsak diye diye Naz'ı maçın başlama saatinden elli üç dakika önce sahaya getirmiştim. Canım arkadaşım sesini bile çıkarmıyordu hevesim sönmesin diye.
Henüz tribünler tek tük insanla doluydu. Bursasporlu üç oyuncu sahanın sol kısmında ısınıyorlardı. Birazdan takımın kalanı da onlara katılacaktı. Efes acaba ısınmaya ne zaman gelecekti? Doruk'u bir an önce görmek istiyordum.
Bugün babamın Efes tişörtlerinden birini çalma riskine girmemiştim ama gelirken mavi ve beyaz renkler içeren örgü bir ip satın almıştık Naz'la birlikte. O bileğine takmıştı, bense bir bant gibi o ipi saçlarım için kullanmıştım.
Az önce görmeyeceğini tahmin etsem de Naz'la birlikte kameraya gülümsediğimiz bir fotoğrafı Doruk'a yollamıştım WhatsApp'tan. Geldik biz yazmıştım altına da. Başarılar sana.
Bildirim ışığı yandığında gözlerimi hızla telefonuma çevirdim. Doruk, kamerasını yere doğru çevirmiş ve kenarında fosforlu turuncu bir şerit olan lacivert spor ayakkabılarının fotoğrafını çekip yollamıştı bana. Son hazırlıklar, yazmıştı altına. Birazdan ısınmak için sahada olacağız.
"Heyecandan bayılacaksın," dedi Naz. O basketbolla pek ilgilenmediği için ilk teklifimi Ferdi'ye yapmıştım ama bugün kardeşimi de alıp halı saha planı yaptığından habersizdim. Biz maçtayken Ferdi ve Fırat da bizim mahallede halı saha maçında olacaklardı.
"Bayılacağım," dedim. "Her şey güzel geçsin diye o kadar çok dua ettim ki iki gündür."
"Aptal aşık seni."
Reddetmek için ağzımı açmadım, o da reddetmemi beklemedi zaten. Yalnızca benim bu hallerimle doyasıya eğlenmekle meşguldü. Bordo deri ceketini kucağında bir top yapıp dirseklerini üzerine yasladı. "Bugün sana eşlik ettiğim için yarın karşılığında sabah kahvelerini sen mi yapacaksın?"
"Ne istersen yaparım. Akşam kahvelerini de yaparım. Her türlü kahveyi yaparım."
"Ay birileri geliyor," dediğinde maçın başlamasına otuz iki dakika kalmıştı. Gelenlerden biri Doruk'tu. Sahanın kenarındaki kapıdan çıkan mavi tişörtlü dördüncü kişiydi. Arkasından bir kişi daha geldi. Beşi, topları almak üzere kenarda duran sepete doğru koşarlarken Doruk kafasını kaldırıp doğrudan benim olduğum yere baktı. Kendisinin altyapıdayken maçları buradan izlediğini söylemişti. Bu yüzden koltuğumun konumunu eliyle koymuş gibi bulabilmişti.
Sonra bana göz kırptı.
Gülümsedi, bir topa uzandı, onu bacaklarının arasından sektirerek potaya doğru ilerlemeye başladı.
"Sana göz kırptı!" dedi Naz koluma bir koala gibi yapışarak. "O kadar tatlısınız ki bana bir gençlik kreasyonu çıkaracak kadar ilham veriyorsunuz. Delireceğim şimdi. Sana göz kırptı!"
"Ondan hoşlanıyorum Naz," dedim birden. Heyecanlandığım için yine dilime hakim olamamıştım. Naz bunun çok daha fazlasını hissettiğimi zaten biliyordu ama yine de benim dile getirmem karşısında şoka uğramıştı. "Nasıl ondan hoşlanmam ki? Ne kadar güzel gülümsediğini gördün mü?"
Omzuma sarılarak beni kolunun altına çektiğinde saçlarıma kocaman bir öpücük bıraktı. "Ya seni yerim ya," dedi küçük bir bebeği sever gibi iştahlı bir sevgi gösterisiyle. "Bebek suratını yedim, midemdesin şu an."
Gözlerim Doruk'ta, başım Naz'ın kolunun altındayken kendi kendime gülümsedim. Sonra Ivan Reyes'le paslaşmasını izledim Doruk'un. Birlikte ısınıyorlardı. Takımın yaşça büyük olduğu için en tecrübeli isimi olan Reyes'in Doruk'un attığı pası smaçlamasını seyrettim. Ardından yumruğunu kaldırıp onunkine vurdu. Sonra saçlarını karıştırdı kardeşini sever gibi.
Adının Giray olduğunu bildiğim genç de yanlarındaydı. Sürekli olarak üçlük deniyor, bu şekilde ısınıyordu. Yarım saat kaldığında ise ortaya bir hoca geçti ve bütün kadro iki çizgiye dizildi. Tıpkı beden eğitiminde gördüğümüz dersler gibi ikisi de hocanın gösterdiği ısınma hareketlerini yaptılar. Yere uzanıp esnediler, ayağa kalkıp koştular ve sekerek yürüdüler. Doruk ne zaman karşı taraftaki çizgiye geçse bir kez başını bana çeviriyor, sanki burada olduğum gerçeğini idrak etmeye çalışıyordu.
Tribünler giderek dolarken artık tek tük boşluklar kalmıştı. Maçın başlamasına birkaç dakika kalmışken ise önce teker teker Bursaspor'un oyuncuları anons edildi. Ardından salondaki tüm ışıklar söndü, ortadaki devasa ekranda sırasıyla numaralar ve Efes oyuncularının fotoğrafları belirmeye başladı.
İnsanlar bağırdıkça biz de Naz'la uyum sağladık ve anons edilen numaralara isimlerle birlikte eşlik ettik. İsmi söylenen oyuncu kenardaki oyuncularla el çakıştıktan sonra sahaya doğru koşuyordu.
Sıra 15'e geldiğinde elim istemsizce kalbimin üzerine doğru gitti. Yemin ederim kalbim çıkacaktı.
Hep bir ağızdan bütün salon bağırdık.
"15 Numaraaa, Dorukhaaan Falaaay!"
"Ay ben bile ağlayacağım şimdi gururdan," dedi Naz. "Şuna bak, heyecanı yüzünden okunuyor. Ay evladım gibi seveceğim bu çocuğu ben galiba."
"Çok güzel olacak." Büyülenmiş bir şekilde ona bakıyordum. Karanlığın ortasındaki tek ışık, onların tepesine vuruyordu. İlk tanıştığımız anda bile gölgeme saklanmaya çalışan Doruk şimdi hak ettiği şekilde bütün ışıkların altında duruyor ve adeta bir yıldız gibi parlıyordu. "Her şey çok güzel olacak."
Her şey çok da güzel olmadı.
İlk beş başlamadığı gibi ilk çeyrek boyunca süre de almadı. Alex Petersen, Shaw'ı aratmayacak düzeyde oynuyordu fakat Bursaspor'un oyun stili sertti. Babamdan da bildiğim kadarıyla Alex biraz agresif biriydi ve henüz maçın altıncı dakikasındayken Bursaspor'un sert oyununa karşılık veren Alex, ikinci faulünü yapıp faul problemine girmişti. Beş faul yapan oyun dışı kalıyordu. Bu yüzden çoğu zaman oyunun sonuna saklanmak istenen oyuncuları arka arkaya fauller yapmaya başladıklarında koçlar kenara alırlardı.
Alex bir faul daha yapmamak için dikkatli davrandıkça savunmada boşluk oluştu ve Bursaspor arka arkaya iki fast break yaparak, yani hızlı hücum şansı yakalayarak farkı bir anda çift haneli sayılara çıkardı. Skor tablosuna çevirdim başımı. Efes oynan sekiz dakikada henüz 8 sayı bulabilmişken Bursaspor 18 sayıya ulaşmıştı. Bu Efes'in savunmada büyük eksikleri olduğunu ve henüz oyuna adapte olamadıklarını işaret ediyordu.
Efes'in koçu çıldırarak bir mola aldığında oyuncularını paylayacağı kıpkırmızı olan suratından belliydi.
Fakat bu mola da Efes'in toparlanmasına yetmedi ve ilk çeyrek 22'ye 11'lik skorla kapandı. Efes'in sayıları Ivan Reyes ve Giray Gürbüz'den gelmişti. Skor üretecek bir oyuncu bulmakta zorlanıyorlardı. Şutlar kaçıyor, oyuncular Shaw'ın oyun zekasını ve asistlerini mumla arıyordu.
İkinci çeyrek başlamak üzereyken hocanın Doruk'a bir işaret yaptığını gördüm. Sonra şaşkın Doruk, üzerindeki antrenman tişörtünü çıkarmayı unutarak sahaya doğru yürümeye başladı heyecanla. Hakem onu uyardığında ise afalladı. Yüz ifadesi sahanın üst kısmına asılı dev ekrana yansıdığında sırıtarak ona bakıyordum. Geri koştu, antrenman tişörtünü çıkarttı ve üzerindeki formasıyla kaldı. Şortunun iplerini çekiştirdi, formasını düzeltti ve iki faullü Alex oyundan alındığında yerine Doruk oyuna girdi.
Ne yapacağımı bilemeyip o anki heyecanla ayağa kalktım ve sonra yeniden yerime oturdum. "Ay girdi," dedim. "Süre alacak. Ay Naz, Doruk oynayacak şimdi."
"Benim bu maça geldiğim çok iyi olmuş ya," dedi Naz. "Ambulans çağıracak biri lazımmış çünkü."
Oyunun sertliği fazla yüksek olduğu için her pozisyona faul çalınmıyordu fakat ikinci çeyreğin daha ilk dakikasından Doruk potaya doğru giderken aldığı omuz darbesiyle yere kapaklandığında ben ellerimi ağzıma kapatıp "Off," dedim. "Çok kötü düştü. Buna da mı çalmayacaklar?"
Hakemler o faulü çalmadı.
Doruk'un kendi kendine hırs yapmaya başladığı belli oluyordu. Çok istekli oynuyor, arkadaşlarını yönlendiriyor ve sürekli konuşuyordu. Ivan abinin ona attığı pasla birlikte hızlanıp topu sürerek potaya doğru hareketlendi. Topu eline aldığında turnike bırakacağını anladım. İlk adımı attı, sonra ikinciyi ama üçüncüsünü atamadan omzuna bir beden çarptı.
Doruk kafasını öfkeyle kaldırıp topu tutarak hakeme doğru döndü yüzünü ve ellerini iki yana açarak bir itirazda bulundu. Hakem onunla konuştu, sırtı dönük olduğu için Doruk'un ne yaptığını anlayamıyordum ama bu konuşma giderek uzuyordu. Giray, Doruk'un yanına varıp onu omzundan tuttu ve uzaklaşmasını sağlamaya çalıştı fakat fayda etmedi.
Hakem düdüğünü çaldı ve Doruk'un teknik faul yediğine dair bir işaret yapıldı.
"Hem serbest atışı verilmedi hem de teknik yedi," dedim Naz'a. Naz ne dediğimi anlamadığı için boş boş suratıma baktı. "Şimdi karşı takımdan birisi atış kullanacak ve top onlara verilecek," dedim. "Halbuki Doruk haklıydı, hakem kameralara bile bakma zahmetinde bulunmadı."
"Hıı... Anlıyorum."
Hiçbir şey anlamıyordu.
Doruk, yediği teknikten sonra önce hocasına baktı. Hocası da diğer hakeme laf anlatmaya çalışıyor, öfkeyle bağırıyordu. Doruk'un haklı olduğunu düşündüğü hareketlerinden belliydi.
Hakemler daha fazla itiraz istemediklerini belli edip karşı takımın serbest atış çizgisine gitmesini istediler. Doruk da onların arkasından sahanın diğer yarısına doğru yürümeye başladı.
Kafasını iki yana sallıyor ve gülüyordu.
O an bu maçın dönüm noktasında olduğumuzu hiç kimse bilmiyordu.
Serbest atış kullanıldı ve Bursaspor'un hanesine bir sayı daha yazıldı. Ardından bir hücum daha yaptılar fakat takımın pivotu yani pota altı savunucusu Slovenya asıllı Thomas Zahovic sıçrayıp topu blokladı. Top, Giray Gürbüz'ün kucağına düştüğünde Giray hızlı bir pasla topu boşta olan Doruk'a ulaştırdı ve Doruk ne yapacağının planını çoktan kafasında çizmiş gibi diğer potaya doğru koşmaya başladı.
Hücum için kullanabileceği 24 saniyenin yerine bireysel oynamaya karar verdi ve üçlük çizgisinin sağ köşesindeyken topu elinden çıkardı.
"Üç sayılık basket, Dorukhan Falaaay!"
Ne zaman tribündeki herkesle birlikte ayağa kalktığımızı bilmiyordum. Yumruğumu ne zaman havaya kaldırdığımı da öyle.
Skor 22-14 olmuştu.
Savunmada daha organize hareket etmeye başladı Efes. Doruk'un oyuna girip bir kaptan edasıyla kontrolü eline alışı diğerlerine biraz olsun nefes aldırmışa benziyordu. Eğer yanlış anlamadıysam Doruk, kenarda oturduğu bir çeyrek boyunca Bursaspor oyuncularını adeta okumuştu. Kimin ne yapacağına oldukça hazırlıydı, takım arkadaşlarına bir şeyler anlatıp duruyordu. Keşke onu duyabilseydim.
Az önce kendisine omuz atan karşı takımın 7 numaralı oyuncusuyla aralarında sessiz bir düello başlamış gibiydi. 7 numara iki sayılık bir isabet buldu, oyunu pota altından Ivan abi başlattı ve Doruk topu diğer sahaya doğru sürdü. Pas verdi, konumunu değiştirip kendini boşa çıkardı ve o pası geri aldı. Ardından hiç düşünmeden potaya bir üçlük daha salladı.
Güzel bir savunma ve oyuna dahil olan Lukas'ın smaçladığı topun ardından skor bu kez 24-19 olmuştu. Rüzgar tamamen Efes'in lehine dönmeye başladığında ikinci çeyreğin bitimine beş dakika varken karşı takımın hocası mola aldı.
Doruk, fark yaratıyordu.
Üstelik 2/2 üçlük oranına sahipti. Attığı giriyordu ve bu da ona özgüven kazandırıyordu. Muhtemelen bu maç daha fazla şut deneyecekti.
Oyun yeniden başladığında böyle de oldu. Doruk hakeme bilendiği yetmemiş gibi bir de karşı takımın 7 numaralı oyuncusuna bilenmişti. Sanırım rakibi onu kışkırtacak bir şeyler söylüyor, konsantrasyonunu bozmaya çalışıyordu. Doruk kendisine yapılan faul sonrası serbest atış çizgisine gelerek 2 atış kullandı ve ikisi de isabetliydi. Yüzde yüz isabet oranıyla bu çeyreği tamamladığında ben kalbim yerinden çıkmasın diye elimi göğsüme bastırıyordum.
"32-32," dedi Naz skoru kontrol ederek. "Doruk 8 sayı buldu ama bu çocuk böyle oynarsa durdurulamaz kızım. Öfkeden köpürüyor gibi görünüyor. Visal'deki kibar beyefendiye pek ulaşılamıyor sanki."
"Sahadayken bambaşka biri," dedim büyülenmiş bir sesle. Çatık kaşları, formasından adeta taşan kocaman omuzları ve devamlı hareket eden kollarıyla birlikte Doruk her bir adımında ben basketbola aidim diye bağırıyordu sanki. "Ve benim gökyüzüne bakar gibi kafamı kaldırıp baktığım bu çocuk, takımının en kısası falan. Bu beni aşırı şaşırttı."
"Kaçtı boyu seninkinin?"
"1.87." İkinci yarıdan başlamadan önce on beş dakikalık araya girmiştik. Oyuncular soyunma odalarına doğru hareketlenmişti. Doruk, o kapıya doğru yürürken bir anda omzunun üstünden geriye doğru döndü ve gülümseyerek el salladı.
"Ay şapşal bu," dedi Naz ben oturduğum tribünde kıpkırmızı kesilmiş, kimsenin dikkatini çekmemeye çalışırken. "Flört ediyor seninle resmen." Telefonunu çıkardığında "Gel, takımdakilerin boylarına bakalım," dedi ve böylece önümüzdeki on beş dakikayı bunu yaparak geçirdik.
Doruk, 1.82'lik Shaw'dan sonra takımın en kısa ismiydi.
"Yuh," dedi. "İçlerinden biri 2.21'miş. Senden neredeyse altmış santim uzun. Yan yana gelseniz beline yetişir misin acaba?"
"2.21'lik birine bakarsam muhtemelen boynum tutuk gezerdim. Doruk'la yan yanayken nasıl duruyorum peki?"
"Dünyanın en güzel çifti olacakmışsınız gibi duruyorsun."
"Naz!"
"Senin için en iyisini istiyorum." Elimi gözlerindeki ışıltılı sevgiyle birlikte avucunun içine aldı. "Ve bu çocuk, seni mutlu ediyor. Kendini ona bakarken göremiyorsun Feyza, eğer görebilseydin ne demek istediğimi anlardın. Bu çocuk yeni patlayan bir oyuncu. Yıldızlaştığı zaman ün ona saçma sapan şeyler yaptırmayacaksa ben ikinizin olmasını bütün kalbimle isterim kızım. Bu haliyle tam sana göre çocuk bu çocuk."
"Bana kafasını kaldırdığında bakacak kimsesi olmadığı için çoğu zaman üzüldüğünü anlatmıştı." Sesim buruktu. "Şimdi ben varım," dedim sonra. "Şimdi devamlı kafasını kaldırıyor ve bana bakıyor. O gülümseme o yüzde dursun diye her şeyi yapabileceğimi hissediyorum. Delilik bu Naz. O bana böyle bakacaksa ben her maçına giderim onun."
"Gözlerini senden alamıyor gibi görünüyor." Dakikalardır ağzında tuttuğu baklayı çıkarmıştı. "Gaza getirmeyeyim diye susayım diyorum ama o çocuk sana ömrünü yoluna sermeyi teklif edermiş gibi çok büyük bir minnetle bakıyor Feyza."
Duyduklarım bile kalbimi hızlandırmaya yeterken bir de üstüne o çıktı yine o kapıdan. Bu kez takımın en önünde yürüyen isimdi hem de. Üçüncü çeyreğe kenarda oturarak başlamak yerine doğrudan oyuna soktu koçu onu. Süre yeniden akmaya başladığında bu kez her şey daha da aksiyonluydu.
Hücumlar hızlı hızlı akıyor, maç çok az duraksıyordu. Bursaspor agresif oynamaktan vazgeçmemişti fakat Efes buna nasıl cevap vereceğini bulmuştu. Doruk sayıları kadar asistleriyle de skora katkı sağlıyor, koçun kendisine tanıdığı bu fırsatı boşa çıkarmayacağına yemin etmiş biri gibi oynuyordu.
Savunmayı adam adama yaptıkları zaman ona düşen kişi karşı takımın 7 numarası oluyordu. Doruk'un gösterdiği el üzerinden iki sayılık bir basket attı o kişi. Ardından diğer sahaya doğru koşup Doruk'u savunurken geri geri yürüyor, ona doğru top süren Doruk'a devamlı bir şeyler söylüyordu.
Doruk, sağ bacağını kendisine doğru çekip sol ayağıyla bedenini yukarı doğru iterek zıpladı ve eli bile titremeden üçlük çizgisinin gerisinden topu potaya doğru fırlattı.
Önünde 7 numara varken tek ayağının üzerine bastı. Diğer ayağını yere indirmeden önce üç kez sekerek ve az önceki şut pozisyonunu koruyarak yüzündeki gülümsemeyle birlikte olduğu yerde zıplayarak kutladı attığı üçlüğünü.
Bu onun maçtaki on ikinci sayısıydı.
7 numaranın yüzü giren üçlük yüzünden düşerken Doruk, geri geri koşan taraftı.
Çok geçmeden bu senaryonun bir farklısı bir kez daha yaşandı.
Potaya giren top, onun dördüncü üçlük isabeti ve on beşinci sayısıydı.
Önce üç parmağını havaya kaldırdı Doruk, sonra yalnızca işaret parmağı havada kaldı ve o parmağının ucunu tribüne doğru çevirdi.
Benim bulunduğum yere.
Doruk, yüzündeki kocaman gülümsemeyle bana bakıp yalnızca bir saniye sonra yine oyuna odaklandı ama benim metrelerce uzaklıktan gördüğüm o gözlerin içinde bir yerlerde başardık diye bağıran bir erkek çocuğu vardı.
Naz kolumu tutup sarsıyor, bağıyordu fakat ayaklanan tribün ve onun adını haykıran tezahüratlar yüzünden hiçbir şeyi algılayamıyordum. Ben, beni işaret ettiği ana hapsolmuş durumdaydım ve oradan çıkmayı düşünmüyordum.
Üçüncü çeyreğin bitimine bir buçuk dakika kala biraz dinlenmesi için hocası onu kenara aldı. Ben oyundan kopmuş, aynı sahneyi kafamın içinde yüzüncü kez tekrara almıştım.
Doruk, on beşinci sayısını bana ithaf etmişti.
Kaç sayı attığını saydığını sanmıyordum, oyuncular maç içindeki aksiyon yüzünden bunu tek tek hesaplayacak değildi fakat bilmeden de olsa Doruk formasına yazdırdığı numaraya denk olan sayıyı bana adamıştı.
Dördüncü çeyrek yine neyi var neyi yoksa hepsini sahaya koyarak oynadı. Yalnızca bir şut kaçırıp oyunu toplam 24 sayı atarak tamamladığında ve Efes, Bursaspor'u 68-64'lük bir skorla mağlup ettiğinde bütün arkadaşları Doruk'un üzerine doğru koştu.
Üzerine 2 metrelik adamlar atlamadan bir saniye önce gözleri benimkilere tutundu ve Doruk, birleştirdiği üç parmağını şakağına yaslayıp bana bir izci selamı gönderdi. Ardından mavi tişörtlü koca bedenler onu yumruklamaya ve etrafında bir çember oluşturup deli gibi zıplamaya başladı.
🏀
Her yerde ama her yerde Doruk'a yapılan editler vardı.
Bütün gece Instagram'ı gezmiş, hepsini izlemiştim. Maçta beni işaret ettiği dakikada kamera şanslıydım ki bana dönmemişti bu yüzden kimseye hiçbir açıklama yapmak zorunda değildim ama Doruk bana bir açıklama yapmak zorundaydı.
Nasıl bu kadar yakışıklı göründüğünün hesabını vermeliydi.
7 numarayla aralarındaki gerginlik, editçiler için kocaman bir fırsat doğurmuştu.
Keşfetimi kaydırdıkça şarkılar değişiyor fakat sahne hep aynı kalıyordu.
Maçtan bir kesitti. Ne konuştuklarını o zaman anlayamamıştım ama videolarda dudakları çok net bir şekilde okunuyordu. Aralarındaki gerilim kameralara yansımıştı.
Bininci kez videoyu baştan oynattım.
Önce karşı takımın 7 numaralı, isminin Samuel olduğunu öğrendiğim oyuncusu Doruk'un onu savunduğu bir pozisyonda iki sayılık basket buluyordu. Ardından geri geri koştuğu an ekrana geliyordu. Doruk, elinde sürdüğü topla birlikte onun üzerine doğru gidiyordu.
Üçlük çizgisinin bir santim önünde Samuel dururken az önce onun üzerinden attığı basketin havasını atmak ve onu kışkırtmak ister gibi "I am good, I am good," diyordu.
Doruk, aynı saniye üç sayılık bir isabet buluyor ve ardından tek bir şey söylüyordu. "I am better."
Tüm bunlar yetmezmiş gibi video onun üçlükten sonra üç kez ayağının üzerinde sektiği ve yüzünde güneşten parlak gülümsemesiyle taraftarlara baktığı anla devam ediyordu.
Başka bir editte önce siyah ekran vardı. Arkadaki müziğin ritmiyle uyumlu şekilde sıra sıra I, am, better kelimeleri ekranda beliriyor ardından Doruk'un maç boyu bulduğu sayılar arka arkaya hızla akıyordu.
Maçın MVP'si o olmuştu.
(Most Valuable Player: en değerli oyuncu)
Bu yüzden Anadolu Efes'in kendi hesabından da onunla ilgili bir video atmışlardı. On beşinci sayısını aldığı, işaret parmağını kaldırıp beni gösterdiği videoyu.
Kamera tribünlere dönmediği için kaç kez şükrettiğimi bilmiyordum. Naz yurda ve ben de eve varır varmaz bir saat boyunca bu sorunun cevabını araştırmıştık ve hiçbir şekilde görüntülerde olmadığıma kanaat getirmiştik.
Ama insanlar, bir şeylerden şüphelenmiş olmalıydı.
Doruk'un takipçileri dolardan daha büyük bir hızla artıyordu. Son baktığımda 13 bine ulaşmış durumdaydı. Postlarına beğeni yağıyor olmalıydı. O gerçekten yakışıklı bir çocuktu ve oynadığı oyunla taraftarların ilgisini çekmekle kalmamış yapılan editler sayesinde de bir anda genç kızların sevgilisi oluvermişti.
I am better repliğinin bu kadar viral olacağını o gün hiçbirimiz bilmiyorduk ama bu cümle ileride onunla bir bütün haline gelecek gibi görünüyordu.
Yetmiş farklı çeşit editte kullanılan aynı sahneyi tekrar tekrar izlerken ona kaç kez aşık olduğumu saymadım. Eğer onu hiç tanımıyor olsaydım bu video beni yine de etkilerdi. O zaman içinde bulunduğum durumu çocukça bir hayranlık olarak nitelendirip bu işten sıyrılabilirdim fakat şimdi gümbür gümbür atan kalbim, hislerimin geri döndürülemez olduğunu bana gayet iyi bir şekilde açıklıyordu.
Gece üç sularında karşıma çıkan başka bir edit, maç boyunca onun gülümsediği anlara odaklanılarak hazırlanmıştı. Hepsinde tribünlere dönüyor ve hep aynı yere bakıyordu. O yerde ben oturuyordum. Bunu bir ben, bir Doruk ve bir de Naz biliyordu.
Naz da benim gibi uyumayıp bulduğu bütün hasılatları bana gönderdi. Arada da gelinlik fotoğrafları yolladı ve yanlışlıkla attığını söyledi. Beni çok güldürüyordu ama diğer yandan hâlâ, hâlâ kalbim deli gibi atıyordu.
Videonun yorumlarına girdiğimde bir sürü güzel kız profiliyle karşılaştım. Ardından yorumları tek tek okumaya başladım.
Bir gülüşü var kelebek görse ömrü uzar derler ya, öyle aynı.
Kızlar bu kimmiş ya, acil link.
Hangi türbanlı bacımızın gününe renk katıyor düşün dur şimdi
Ünlü basketbolcu avcısı Influencer Hülya Marina seni görmesin aslanım, dikkat et kendine
19 yaşındaymış bu bey. Reşit yani okey. Kızlar malum soru??
İçimde bir öfkenin kol gezindiğini hissettim. Onu kıskanıyor olmam çok komikti. Onun hayatında böyle bir konuma sahip değildim ama bu videodaki gülümsemeler benim içindi. Banaydı. Bu yüzden bence Doruk'u sahiplenmeye duyduğum bu istek de normaldi.
Naz, ün kazanırsa onun değişebileceği fikrini devamlı olarak bana hatırlatmış ve bilinçaltıma sokmuştu kendimi öylece kaptırmayayım diye. Daha ilk oynadığı maçtan bile ona olan ilgi böyleyse ileride neler olacağını düşünmemeyi seçiyordum.
Ben bu kızlarla ölsem yarışamazdım.
Gözüm bu sırada başka bir yoruma takıldı ve dikkatim bir anlığına dağıldı.
Tribünde kim vardı bilen var mı? Bu çocuk bu gülümsemeyi birine gönderir gibiydi bütün maç boyunca.
Bunu da fark eden birileri vardı.
İçimde bendim o yazmaya dair çocukça bir his belirdi. İlk defa diğer kızlara bu kadar hava atmak istedim. O benim demek istedim. Kendime bile yabancıydım. Ben böyle bir insan değildim, hiç olmamıştım ama Doruk'u kimseyle paylaşasım yoktu.
Onu kimseye bırakmak istemiyordum.
Galiba babam da benimle aynı düşüncelere sahipti. Kendi kendime gülmeye başladım. Eve girdiğimde heyecanla ayaklanıp "Biliyor musun?" demişti bana sarılarak. "Yeni çocuk maçın MVP'si oldu. Muazzam oynadı muazzam, görmen lazımdı kızım."
Görmüştüm. Canlı canlı hem de ama bunu babama söyleyemedim.
İki saat kadar önce Doruk bana mesaj atmıştı. Bir kez daha okudum mesajlarımızı onun çoktan uyumuş olduğunu tahmin ederek.
Doruk: Keşke çıkışta seni görebilseydim
Doruk: Teşekkür ederim her şey için
Doruk: Naz'a da teşekkürlerimi ilet, iyi ki geldiniz
Doruk: İyi ki geldin Feza, bana şans getirdin
Doruk: Madrid maçına da geleceksin değil mi? Gelmeni çok isterim
Doruk: Saat geç olmuş, kusura bakma anca dönebiliyorum
Doruk: Çok yorgunum, iyi geceler
Feza: İyi ki gelmişiz Doruk. O kadar güzeldi ki. Önümüzdeki maça da koşa koşa geleceğim.
Feza: Bursaspor koçunun senin hakkında verdiği röportajı izledin mi? Herkes seni konuşuyor.
Feza: Çok gurur duyuyorum seninle
Feza: Yorgunsundur tabii, iyi geceler. Maçtan önceki gün falan görüşme şansımız olur mu? Bana yazarsın.
Feza: Tekrar iyi geceler
Feza: MVP :)
Konuşmamızı okuduktan sonra yeniden Instagram'a döndüm ve Bursaspor koçunun maçtan sonra verdiği röportajı yeniden izledim.
"Ben öncelikle Dorukhan Falay'ı tebrik etmek istiyorum," diye başlıyordu spor muhabirinin kendisine maç hakkında sorduklarından sonra. "Yaşından büyük oynadı, onu bir türlü durduramadık." Bu koç sempatikti, babam bile severdi onu. Burada gülüyordu. "Çok potansiyelli bir genç yetenek. Kendisine başarılar diliyorum."
Ardından maç hakkında beni hiç de ilgilendirmeyen açıklamalar yapıyordu. Beni bir tek Doruk ilgilendiriyordu.
Ona maçtan sonra keşke sıkı sıkı sarılabilseydim ama hemen dönmemiz gerekmişti. Naz yurdun son giriş saatini kaçıramazdı ve ben de normalde eve döndüğüm saatten daha geç dönersem şüphe çekerdim.
Ama yine de yazmıştı bana Doruk. Mesajlaşarak da olsa konuşmuştuk.
Çok başarılı olsun istiyordum. Dünyadaki en başarılı basketbolcu o olsun istiyordum. Ben onu, yatmadan önce ettiğim dualarda adını geçirecek kadar çok seviyordum.
Sabah gözlerimi onun "Günaydın" mesajıyla açmak, dünyanın en güzel hissiydi. Bana akşam evinin yakınındaki basketbol sahasında takılacağını, istersem onun yanına gidebileceğimi yazmış ve cevabımı beklemeden bir de konum atmıştı.
Ben de gittim.
Visal'in her bir saatini onun yanına gideceğimi düşünerek geçirdim. Eren yine benim yerime kapanışa kalabileceğini söylemişti. Böylece ortada yanına gitmem için hiçbir engel kalmamıştı.
Doruk keşke beni cebinde falan taşısaydı. Onun gözlerindeki yalnız bırakılmış çocuğun bir daha hiç yalnız kalmamasını sağlayabilirdim böylece.
Metrobüsten inip bana attığı konumdaki adrese doğru yürümeye başladım. Ona yolda olduğuma dair bir mesaj atmıştım ama görmemişti. Basketbol sahasına adımını attığı an telefonunu bir kenara fırlatmış olmalıydı.
Etrafı koyu yeşil tel örgülerle çevrili bir basketbol sahası vardı parkın kenarında. Doruk'un oturduğu siteye oldukça yakındı burası. Herhalde sık sık geldiği bir yerdi ve bugün beni de yanına davet etmişti.
Adımlarımı hızlandırıp girişin nereden olduğunu anlamaya çalıştım. Doruk, tel örgülerin ortasında ve üçlük çizgisinin gerisindeydi. Üzerinde önü düz, sırtı ise beyaz yazılarla dolu baskılı bir sweat vardı. Koyu griydi rengi, kumaşının yumuşacık olduğu aramızdaki mesafeye rağmen anlaşılıyordu. Doruk, koyu renkleri açıklara göre daha fazla tercih ediyordu. Benim beyaz bir cropun üzerine giydiğim civciv sarısı gömleğim onun kombininin yanında komik kalacaktı.
Bacaklarında düz siyah bir şort vardı. Dizlerinin birkaç santim yukarısında bitiyordu, salaş duruyor ve ona çok yakışıyordu. Kapüşonunu başına geçirmiş olduğu için saçlarını göremiyordum ama hafif uzun olan dalgalarının alnına dağıldığını tahmin edebiliyordum.
Topu bacaklarının arasından sektirerek yürüdü. Aldığı derin nefesin sesini sahanın kapısının önünde dikilirken duydum. Üçlük çizgisinin gerisinden bir atış kullandığında şutu isabetli oldu, potanın filesi oldukça rahatlatıcı bir ses çıkardı. Sonra kendi topunu almak için tempolu bir şekilde koştu ve bunu yaparken kulağında kulaklıklar olduğunu fark ettim.
Varlığımı hissetmiş gibi topu aldıktan sonra başını bulunduğum yere çevirdi. Ben de tel kapıyı ittirerek açtım. Bu onun özel alanına girmek gibi hissettirdi. Rengi solup kahveye dönmüş basketbol topunu kolunun altına sıkıştırdığı sırada nefes nefeseydi. Kulağındaki kablosuz kulaklıkları diğer eliyle çıkarıp avucuna aldı ve sonra onları şortunun cebine attı. Bu sırada göğsü hızlı hızlı şişip inerken bana bakıp gülümsedi.
Kenarda siyah bir sırt çantası, aynı renk bir matara ve mataranın üzerinde ise telefonu duruyordu. Ben de el çantamı o kıyıya bırakıp telefonunu da çantamın üzerine koydum. Matarayı alıp ona doğru yürümeye başladım. "Selam," dedim tam önünde durduğumda. Başını eğmiş, gözlerimin içine bakıyordu. Nedense donup kalmış gibi duruyordu. Antrenmanını böldüğüm için kendimi kötü hissettim ama beni buraya çağıranın o olduğunu hatırlayınca geçti o kötü hissim.
"Selam," dedi yanağındaki derin gamzeyle birlikte.
Matarasını ona doğru uzatıp "Su içmek ister misin?" diye sordum. "Kaç saattir buradasın?"
"Bilmem." Omuz silkti. "Oldu biraz." Matarayı elimden aldı. "Mahalleden birileri oynuyordu burada ben geldiğimde. Üçe üç maç yaptık çocuklarla, az önce gittiler. Ben tek devam ediyorum bir süredir."
Siyah mataranın kapağını açtığında önce bana doğru uzattı. "Daha içmedim, sen içmek ister misin?"
Kuruyan boğazımı biraz ıslatsam iyi olurdu aslında. Bu yüzden onu reddetmedim ama çekindiğimi de anlamış olmalıydı. "Al al," diye diretti. "Soğuktur ama, yavaş iç."
Metrobüsten buraya yürüdüğüm birkaç dakikalık yolda onun saatlerdir yaptığı antrenmandan daha fazla yorulmuş olmalıydım. Hiç sportif bir insan değildim. Matarayı elinden alıp dudaklarıma yasladım ve soğuk suyun içimi ferahlatmasına izin verdim. Birkaç yudumdan sonra, "Teşekkür ederim," dedim.
Ben henüz ağız kısmını silmeye fırsat bulamamışken matarayı benden alıp hiç düşünmeden kendi dudaklarına götürdü. Suyu çölden çıkmış gibi lıkır lıkır içerken gözlerim bir saniyeliğine adem elmasına takıldı. Boğazındaki çıkıntı öyle belirgindi ki yutkunduğu her an boynunun içinde yaşayan minik bir dev boğazının dışına doğru bir yumruk atıyor gibiydi.
Muhtemelen bütün suyu bitirdikten sonra onu ağzından uzaklaştırdı ve kapağını kapatıp onu yere bıraktı. Suyla ıslanan dudaklarına basketbol sahasını aydınlatan ışıklar vuruyor, bu alt dudağının parlamasına sebep oluyordu. Gözlerimi hızla kaçırıp gözlerine çıkarttığımda "Terliyim," dedi. Kaşlarımı çatmama sebep oldu bu. "Yoksa sarılırdım," diye devam ettiğinde kalbimin erimeye başladığını hissettim.
"Nasılsın?" diye sorup onun cevaplamasına fırsat bırakmadan ben konuşmaya başladım. "Maçtan sonra neler oldu? O kadar iyiydin ki! Herkes seni konuşuyordu. Hiç gördün mü maçtan sonraki videoları?" Hafifçe koluna doğru vurup yüzümü sağa doğru eğdim. "Demek I am better?" Kendi kendime gülmeye başladım. "Bunu söyledikten sonra resmen rengi atmış Samuel'in. Çok komik. Hak etmiş ama. Zaten sürekli fiziksel temasta bulundu sana."
Bana bir insanın bir tatlıya bakacağı türden bir bakış attı. Gözüme beni yemek istiyormuş gibi göründüğünde hayal gücüm beni güldürdü ve ben güldüğümde Doruk'un dudakları da yukarı kıvrıldı. "Teknik faul yediğim andan sonra bir şeylerin değiştiğini hissettim."
"Ben de," dedim hemen. "Bu arada söylemem gerekiyor, saha içinde bambaşka birisin."
"Ne anlamda?"
"Yani, nasıl desem... Full konsantrasyon senin bakışlarını bile değiştiriyor. Sanırım bir şeylere öfkelenmek seni diri tutuyor. Samuel seninle konuştukça daha çok oyuna asıldın gibi. Bu tür şeyler seni yıldırmıyor da güçlendiriyor sanki."
Kolunun altındaki topu yerde bir kez sektirdi. "Doğru," dedi ama gözlerinin daldığını fark ettim. "Saha içinde ben de pek kibar biri sayılmam. Oyunu kuralına göre oynamak gerek." Biraz duraksadığında bir şey söylemeye hazırlandığını anladım. Gözlerime bakıp "Teşekkür ederim," dedi mahcup bir şekilde. "Başımı her kaldırdığımda seni orada gördüm ya Feza, bu his çok güzelmiş."
Ne diyeceğimi bilemedim ama aramızda böyle bir konuşmanın geçmesini beklemediğim kesindi. "Bir çift gözün hep sende olduğunu bilmenin nasıl bir şeye benzediğini hep merak ediyordum ben." Başını eğdiğinde saçları alnına döküldü. Kapüşonunu başından çıkarıp eliyle ensesini ovalayarak kelimelerini toparlamaya çalıştı. "Yani ablam, Onur abi falan bana hep destek olmaya çalıştılar aslında. Küçükken de hep gelirlerdi izlemeye ama bu konuda sana yalan söylemeyeceğim, bir yanım hep eksikti benim. Arkadaşlarım en ufak başarılarında anne babaları tarafından ödüllere boğulurken ben sırtımda olması gereken asıl elleri hiçbir zaman görmedim. Bu yüzden bir süre sonra başımı eğip o sahadan hızlı adımlarla uzaklaşmayı kabullendim. Ama geçen gün, sen bana öyle bakarken soyunma odasına gitmek istemedim. Her zaman koşar adımlarla kaçtığım o oda yerine senin yanına koşmak istedim. Ben böyle bir hisse sahip olacağımı düşünmeyi bırakmıştım. Birilerinden destek beklemekten vazgeçmiştim."
"Heyecandan ölecektim," dedim bir yanım onun şeffaflığı yüzünden boynunu bükerken gülümsemeye çalışarak. "Doruk, ben senin geçmişini eşelemek istemiyorum ama ne kadar yalnız bırakıldığını gözlerinden anlıyorum."
"Ben on dokuz yaşındayım," dedi yavaşça. Bunu bana daha önce de yine bu ses tonunu kullanarak söylemişti. Yaşadıklarının yaşından büyük olduğunu kabullenen bir erkek çocuğuydu karşımdaki. Her ne çektiyse onlar henüz on dokuz yaşındaki birinin çekmemesi gereken şeylerdi. "Şu yaşıma kadar herkes bir şeyler bekledi benden," diye devam etti. "Koçlarım, antrenörler, takım arkadaşlarım, kendi arkadaşlarım, hayatıma giren herkes. Sosyal ilişkilerimin çoğunun çıkara dayalı olduğunu sezerdim. Bu yüzden herkesin beklentilerini karşılamak zorunda hissettim. Ben çabaladıkça daha fazla beklenti oluştu. İnsanlar her saniye bir şeyler bekler oldu benden."
"Ben hiçbir şey beklemiyorum senden."
Yine de beni biraz sevebilirsen, bu çok güzel olurdu.
"Biliyorum," dedi. "Biliyorum ve bu yüzden inanamıyorum senin yanımdaki varlığına. Maçımı izleyişine, buraya gelişine, bana pasta yapmış oluşuna, desteğine... Bunlar benim için çok özel, gerçekten."
Ona onun da benim için çok özel olduğunu söylemeyeyim diye dilimi ısırdım.
Böyle konuşurken, böyle bakarken, karşımda bir dağ gibi dikilip gözlerime doğru eğilirken kafamın içinde onun için bin farklı şarkı çalıyordu.
"Doruk, bunların hepsini içimden geldiği için yapıyorum ben," derken buldum kendimi. "Karşılık beklemiyorum. Senden ne gibi bir çıkarım olabilir ki benim? Yani, demek istediğim... Benimleyken bu konuda rahat olabilirsin. Omuzlarına yük bindirmek istemem hiçbir zaman. Desteğimi olurum, kenara çekilirim. Böyleyimdir ben. Bana izin verdiğin kadar gelirim sana."
"Sonsuz izin sana." Nefesimi tek bir cümleyle kesebileceğinin farkında olsaydı kelimelerini daha dikkatli seçerdi ama o durmadı. Devam etti. "İlmek ilmek kendini bana işliyor gibisin."
Biraz utandım, kızarmayacağımı umdum kendimi yüzüne bakmaya devam edebilmek için zorlarken. Bunu yapmasaydım gözlerim yine dudaklarına kayacaktı. Düşüncelerim beni daha çok utandırdı.
"Eğer kabul edersen," dediğinde topu yere bırakıp ayağıyla sabitledi, ardından benden uzaklaşıp sırt çantasına doğru yürümeye başladı. "Senin için bir şey getirdim."
Benden uzaklaştığı için derin bir nefesle doldurabildiğim ciğerlerim duyduğum cümleyle birlikte yeniden büzüldü. "Ne getirdin?"
"Ben hatırası olan şeyleri çok önemserim," dedi çantasının fermuarını açarken. "Nesnelere anılar yükleyip onları saklamak hoşuma gider." Bulunduğum yerde onu beklerken heyecanımın giderek arttığını hissediyordum. "Anadolu Efes'in A takımında MVP olduğum ilk maçtı bu." Çantanın içinden lacivert bir forma çıkarıp elinde tutarak bana doğru yürümeye başladı. "Allah nasip ederse son da olmayacak. Diliyorum ki bu sadece bir başlangıçtır benim için."
Kalbim ağzımda atmaya başlarken o tel örgülere sırtını yaslamış haldeki bana doğru adımladı ve aramızda az bir mesafe kaldığında durdu. Bir desteğe ihtiyacı varmış gibi kolunu kaldırıp elini başımın üzerinden tel örgülere yasladı. Diğer elinde ise formayı tutmaya devam ediyordu. "Bu maçta giydiğim formam benim," dediği an, ensemden başlayan bir ürperti bütün bedenimi ele geçirdi. "Koleksiyonuma koymak için almıştım ama oraya aitmiş gibi gelmedi. Sana aitmiş gibi geldi."
Formayı bana doğru uzattığında karnımın kasıldığını hissettim. "Hem," dedi daha kısık bir sesle. "Bursaspor maçındaki tek eksiğin formasız oluşundu bence." Sıcak nefesi yüzümü ısıttı. "Eğer sen de istersen, Real Madrid maçında eksiksiz bir şekilde tribünde olmanı çok isterim."
MVP olduğu ilk maçın formasını bana hediye etmeye çalışıyordu.
İki elimle bana uzattığı düzgün bir şekilde katlanmış formayı tutup karnıma doğru bastırırken ona baktım. Bana ne kadar yaklaştığının farkında değil gibiydi. Başımın yanından geçirdiği koluyla beni kafeslediğinin de öyle.
Sonra asla kendimden beklemediğim bir şey yaptım.
Parmak uçlarımda yükselip onun yanağını öptüm.
Doruk'un nefesini tuttuğunu hissettim. Ben minicik temasımın ardından kıpkırmızı bir pancar kesilerek geriye çekilirken o, nefes almak için bile hareket etmedi. Çenesi kilitlenmiş, bakışları bana saplanmıştı.
Çok utandım, çok utandım, çok utandım.
Gözlerimi aşağı doğru çevirip yeniden ayaklarımın üzerine bastığımda elimdeki formaya diktim bakışlarımı. "Teşekkür ederim," dedim kalbimin gümbürtüsünü duymasından korkarak. "Çok incesin. Çok değerli bu." Anlamsızca kenardaki basketbol topunu ayağımla ittim ve top sürüklenerek arkaya doğru gitmeye başlayınca onun beni kafeslediği alandan kaçarcasına uzaklaşıp topa doğru yürümeye başladım.
Doruk, bir elinin parmakları sıkıca tel örgüyü kavramış haldeyken diğer elini kaldırıp parmak uçlarıyla az önce öptüğüm yanağına dokundu. Sesini toparlayabildiğinde yüzünü bana doğru çevirmeden "Rica ederim," dedi. Yine de yaşadığı şoku saklayamadı benden.
Bunu hemen unutmamız gerekiyordu.
Eğilip topu yerden alarak birkaç kez sektirdim. "Ee, üçlük mü çalışıyordun? İstersen pota altında durup topu sana geri atabilirim."
Başını bana doğru çevirdiğinde doğrudan dudaklarıma baktı.
Oracıkta can vereceğimi sandım.
Yeniden bütün dikkatimi elimin altındaki topu sektirmeye verdiğimde formayı da diğer elimde tutmaya devam ediyordum. "Bence onu giymelisin," dedi çenesiyle formasını göstererek. "Gömleğin açık renk, topum kirli. Üstün toz olmasın."
"Bu iyi bir fikir. Topu ona atıp formanın katını düzgünce açtım. Kumaş döküldükçe döküldü aşağı doğru. "Ya da değil," dedim ve kendi kendime güldüm. "Benden üç tane girer bunun içine."
Bir kahkaha atıp zaten zor çalışan kalbimi yerinden hoplatmasını beklemiyordum. "Dizlerine gelecek resmen." O kadar içten güldü ki gözlerinin kenarları kırıştı. "Bağlarsak kurtarır gibi. Çıkar gömleğini sen."
Gömleğimi kollarımdan sıyırdığımda onu benden alabilmek için yanıma gelmişti. Formayı üzerime yapışan beyaz tişörtün üstüne geçirdiğimde kumaş üzerimden salınarak bacaklarıma kadar döküldü. Doruk'un deli gibi gülmeye devam ediyor oluşu yanaklarımı daha fazla kızartıyor olmalıydı.
"Küçücük bir şeysin," dedi dünya üzerinde gördüğüm en etkileyici gülümsemeyle birlikte. Gömleğimi bir omzunun üzerine atıp ellerini bana doğru uzattı ve formanın eteklerini toplayıp bel hizama kadar çekiştirdi. Sağ tarafımdan bir düğüm attığında forma üzerime hâlâ oldukça boldu ama en azından boyunu toparlayabilmiştik.
"Komik oldum değil mi?"
"O kadar tatlı oldun ki." İşaret parmağıyla burnuma dokundu. Düşünmeden, tamamen içinden geldiği için yaptığı bir şeydi. "Çok yakıştı sana."
Omzuna attığı gömleğimi özenle katladığında onu sırt çantasının içine bırakmak için kenara doğru ilerledi. Fermuarı açarken "Top bu tarafa kaçarsa diye çantama atıyorum," diye açıklama yaptı bana. "Giderken alırsın içinden."
Yüzümdeki aptalca sırıtmayı ondan saklamak için yeniden topa doğru yürüdüm ve ona arkamı dönmüş oldum.
"Sırtında soyadım yazıyor," dedi bunu yeni idrak edebilmiş gibi. "Muhtemelen benim numaramı giyen ilk taraftar sen olacaksın."
"Son olmayacağım," dedim buna sonuna kadar inanarak. "Tribünler senin adını bağırmaya başladı bile. Takipçi sayın da inanılmaz arttı birden. Şimdiden bir sürü fanın oldu."
"15 sana benden daha çok yakıştı." Söylediklerimi duyup duymadığından emin değildim. Hâlâ üzerimdeki formasına bakıyordu dikkatle. Yönümü ona çevirince onun yönü bir kez daha dudaklarıma kaydı. Ardından, "Üçlük denesene," diye cesaretlendirdi beni.
"Sana kendimi rezil etmeyeceğim."
"Böyle bir şey mümkün değil," dedi hızlıca. "Seninle asla dalga geçmem. Sadece bana eşlik etmeni istediğim için öyle dedim. Canının sıkılmasını istemem, basketbol oynayabiliriz beraber."
"Bana öğretmen gerekecek."
"Elindeki basket topu. Şu fileli şeye de pota diyoruz. Topu oraya atıyorsun."
"Doruk! İyi ki dalga geçmezmişsin gerçekten."
"Merak ettiğin bir şey varsa sorabilirsin," dedi anlayışlı olacağını bana kanıtlamak ister gibi.
Sonra ben de "Uzanınca potaya değebiliyor musun?" diye sordum.
Gülecek gibi olduğunda kendini hızla toparladı. "Hayır, profesyonel potalar yerden 3 metre 5 santim yükseklikte olur," dedi. "Benim boyum 1.87. Kolumu uzattığımda potaya değemem ama sıçradığım zaman smaç basabilirim."
"Her basketbolcu smaç basabilir mi?"
"2 metrenin üzerindekiler için bu zor değil. 1.90 altı kişilerin ise ne kadar yükseğe zıplayabildiğine bağlı olarak değişir. Yani herkes smaç basar diye bir kaide yok, ben yükseğe sıçrayabildiğim için yapabiliyorum. Böyle açıklayabilirim."
"Hım..." dedim. "Çok sık tercih etmiyorsun ama."
"Evet, doğru söylüyorsun."
"Turnike tam olarak nasıl oluyor peki?"
"İki adım atıp zıplıyor, topu panyaya çarptırarak sayı buluyorsun." Uygulamalı olarak göstermek isteyerek topu aldı. "Eğer sağ taraftan geliyorsan," dedi ve potanın sağına doğru geçti. Topu bir kez sektirdi. "Sağ ayakla başlarsın," diye devam etti. "Sağ adım, sol adım, sonra zıplarsın ve topu potaya bırakırsın."
Bana anlattıklarını sonra harfiyen uyguladı ve çemberin içinden geçen top filenin iplerine çarparak yine rahatlatıcı bir ses çıkardı. "Ne güzel ses çıkıyor," dedim. Takıldığım şeyler çok komikti ama o benimle alay eder gibi değil, ben onun hoşuna gidiyormuşum gibi gülümsüyordu.
"Denemek ister misin?" diye sordu. "Alışana kadar ilk başta zor gelecektir ama zamanla öğrenirsin."
"O kadar sabrın var mı?"
"Sana her zaman."
İçimdeki şeytan git diğer yanağını da öp diye bağırıyordu. Neyse ki Doruk bunu yüzüme vurmak yerine hakkında tek kelime etmemeyi seçmişti. Böyle bir şeyi bir daha asla yapmamam gerekiyordu, bu yüzden kendime hakim olmayı denedim.
Bana benim denememi ister gibi pas attığında kendimi gülünç duruma düşürmemek için denemek yerine potanın altına doğru geçtim topla beraber. "Başka bir gün bana öğretirsin," dedim ve topu ona geri yolladım. "Şimdi üçlük çalışmana yardımcı olayım, ben gelmeden önce bunu yapıyordun."
İtiraz edecek gibi oldu ama kararlı olduğumu görünce bir şey söylemedi. Yaklaşık on beş dakika kadar onun üçlük çizgisinin farklı noktalarından denediği üçlüklerden sonra topu yakalayıp ona fırlattım. Ben bunu yaparken bile yoruluyordum. Onun da yüzü kızarmaya, saçları terlemeye başlamıştı ama benim kadar yorulmadığı belliydi.
"Dip köşeleri hep sevmişimdir," dedi Doruk. Oradan isabet oranı da oldukça yüksekti. Arka arkaya attığı yedi şutun yedisi de çemberden geçmişti. Bir seri yakaladığını fark ettiğimde konsantrasyonunu bozmak için konuşmadım ve görevimi profesyonelce üstlenip topu ona fırlattım. Bir başka üçlük daha attı, sonra bir tane daha. Yüzümdeki gülümseme giderek büyülenen bir hal aldı. "Sol köşeyi ayrı bir severim," dedi ve attığı şutun girip girmeyeceğine bakmak yerine potaya arkasını dönerek bana artistlik yaptı. Bir isabet daha bulduğunu hareketlenen filelerin sesinden anlamıştı.
Sesli bir şekilde gülmeye başladım. "Çiviledin ayaklarını oraya," dedim kendi kendime kıkırdarken. "Tamam anladım, sol köşe senin yerin. O zaman sağa geçip antrenman yapsak ya, zaten yapabildiğin bir şeyi daha ne kadar devam ettireceksin?"
"Antrenörlük düşünür müsün?" diye sordu adımlarını potanın sağında kalan köşeye yönlendirirken. "Menajerlik falan da olur? Her yere yanımda taşısam keşke seni."
Sırıttığımı belli etmemek için topu elimden kaçırıyor gibi yaptım ve ona arkamı döndüm.
"Menajer demişken," dedi sırtım ona dönükken. "Sanırım sağlam bir menajerim olacak. Ivan abi birisini benimle görüşmesi için yönlendirecekmiş. Anlaşma sağlarsak büyük bir adım olur benim için."
"Hadi ya," dedim bu işlerden hiç anlamıyor olsam da heyecanla. "Belli ki seni seviyor. Ivan Reyes gibi bir adamın seninle böyle ilgileniyor olması nasıl bir duygu? Babam çok saygı duyar o adama."
"Muazzam bir kariyer," dedi Doruk, hayranlıkla. "Yirmi sekiz yaşında ağır bir sakatlık geçirmemiş olsaydı muhtemelen şu an NBA yıldızı olacaktı. Kader işte. Şimdi otuz dördünde Anadolu Efes'in demirbaşı ve ben hiç şikayetçi olduğunu görmedim. Çok çalışkan birisi, örnek alınası. Bana inanılmaz ılımlı yaklaşıyor. Bir abi gibi aynı. Sağ olsun."
"Takımdaki herkes sana göre abi sayılır aslında." Güldüm. "Hem küçüksün hem de diğerlerine göre kısasın."
"Ne güzel dalga geçiyorsun sen benimle öyle..." Huysuz bir çocuk gibi ayağını yere vurdu. "Ver topumu. Küçük ve kısa bu çocuk biraz daha üçlük çalışsın."
"Alındın mı ya? Sen bana kısa dediğin zaman ben alınmıyorum hiç de."
"Değdirememekten korktuğun için topu potaya bile atmadın."
"Ondan değil. Utandım sadece. Yoksa ben ne biçim basket oynarım sen biliyor musun? Bilmezsin. Babam doğduğumda elime basketbol topu vermiş benim. Tabii... Annem hamileyken ohoo, sabah akşam NBA izlermiş. Sen kendini kötü hissetme diye atmadım ben yani, yoksa teke tekte alırım ben seni."
Doruk güler sanmıştım ama bana inanılmaz bir dikkatle baktı. Gözlerini gözlerime kilitledi, bakışları bir kez daha dudaklarıma kaydı ama hemen gözlerime çıktı. Sonra elindeki topu yere vura vura kararlı adımlarla yanıma geldiğinde aramızdaki mesafe kısaldıkça nefesimin kesildiğini hissettim.
"Teke tekte alırsın sen beni," dedi derinden gelen bir sesle. "Bu kesin."
Ne demekti şimdi bu?
"Sen devam edecek misin oynamaya?" diye sordum garip bir telaşla. "Ben yavaştan gitsem iyi olacak."
"Bir basket atmadan bırakmam."
"Doruk..."
"Omzuma alayım mı seni?"
Karnım kasıldığında gözlerimi kocaman açtım. "Saçmalama. Ne işim var omzunda benim? Maç öncesi kendini sakatlayacaksın."
"Ne olacak ki?" diye sordu ciddi bir şekilde yüzüme bakmaya devam ederek. "Senin ağırlığın kadar dambılı ısınmaya başlarken tek kolumla kaldırıyorum ben. Sakatlamam hiçbir yerimi."
"Şov mu yapmaya çalışıyorsun bana sen?"
Güldü. "Belki?" Soru sorar gibi tek kaşını kaldırınca karnımdaki kasılmalar daha da arttı. "Gelecek misin?"
"Omzuna mı?"
"Hımhım..." Ben nasıl diye soracakken önümde dizlerinin üzerine çöktü. "Tırman."
"Bunu gerçekten yapacak mıyız?"
"Yükseklikten korkuyor musun?" Önümde sırtı bana dönük halde bir dizini yere yaslamıştı. Rahatsız olup olmayacağımı anlamak ister gibi yüzüme baktı. "Seni düşürmem, güven bana."
"Güveniyorum sana," dediğimde bunu yapmak istediğimi fark ettim. Beni omzuna almak mı istiyordu? O zaman bir saniyeliğine düşünmeye ara verip, utancımı bir kenara bırakıp omzuna çıkmalıydım. Çıktım da.
Doruk, "Seni tutacağım," dedi temasından rahatsız olmamam için. Bacaklarım onun göğsüne doğru sallanıyordu. Omzunda benimle birlikte yerden yavaşça yükseldiğinde her şeyi böyle tepeden görmek beni keyiflendirdi. "Düşmem değil mi?" diye sordum yine de.
"Düşmene izin vermem." Ayak bileklerimin biraz üzerisinden beni tuttu. Başının arkasındaki saçlar karnıma sürtünüyordu. Topu almak için öne doğru eğilince karnım tamamen kafasına yaslandı. Korkarak başına tutundum. Gülüp aldığı topu yukarı doğru uzattı ve ben de topu alır almaz potaya yolladım.
Çemberin kenarına çarpıp dışarı çıktı. "Bir kere daha," dedi Doruk ve omzunda ben yokmuşum gibi koşar adımlarla yürüyüp topu yine bana verdi. Bu kez isabet bulmayı başardım. Ben ellerimi havaya kaldırırken Doruk da küçük bir sevinç koşusu yaptı omzundaki benle birlikte. "15 Numaraaaa," dedi anonsörlerinin sesini taklit ederek. "Fezaaa Faleeez!"
Ben de kendimi çok büyük bir şey başarmışım gibi alkışladım. İkimiz birlikte saçmaladık ve bundan çok hoşlandım.
Beni yer indirmeden önce telefonuna doğru gitti. Kamerayı açtı ve eğik bir açıyla yere koyup tel örgülere dayadı. "Gülümse," dedi sadece. Kolunun altına basketbol topunu almış, diğer elinin de iki parmağını kaldırmıştı. Ben de forma sebebiyle çıplak kalan sağ kolumdaki kasları sıkıyor gibi yapıp gülümseyerek gözlerimi kapattım.
"Ee," dedim fotoğraf çekindikten sonra. "Nasıl ineceğim şimdi?"
"Getir kolunu." Elini yukarı doğru uzatıp koluma dokundu. "Seni çekeceğim, korkma tamam mı?"
Kolumdan çektiğinde bedenim, Doruk'un sağ omzundan aşağı doğru kaydı. Bir elimi ensesine sardım. Güldüğünü duydum. Beni yavaşça kucağına doğru çekti ve sonra dikkatle yere indirdi. Ayaklarım yerle buluştuğunda ondan uzaklaşmam çok zor oldu. Onun göğsüne takılı bir mıknatıs varsa ben de bir yığın demir tozu olmalıydım. Her bir parçam göğsüne çekiliyordu.
Ben formadaki düğümü çözerken o da gömleğimi çantasından çıkardı. Formayı üzerimden sıyırdım ve benim için tuttuğu gömleğimin içine kollarımı geçirdim. Geri çekilmeden önce yakalarımı nazikçe düzeltti, ardından "Oldu," dedi. "Teşekkür ederim bana eşlik ettiğin için. En iyi antrenmanım buydu."
"Biraz yalancısın gibi hissettim," dedim gülerek. "Ama peki bakalım, öyle olsun. Maçta görüşürüz."
"Maçta görüşürüz zaten ama seni durağa bırakacağım."
Buna gerek olmadığını söylesem de dinlemeyeceğini artık biliyordum. Bu yüzden benimle yürümesine ses çıkarmadım.
O gece eve sırıtarak girdim, annemi yine mutfakta gizlice bir şeyler atıştırırken yakaladım ve bu kez bir şeyden emindim.
Onunla konuşmam gerekiyordu.
Artık Doruk'u anneme anlatmanın zamanı gelmişti.
🏀🧁🏀
Bu çift salak salak sırıtmama sebep oluyor.
Nasılsınız? Nasıl gidiyor?
Bursaspor maçını atlattık, sırada Real Madrid var... :)))
Bu kez en çok hangi kısmı sevdiniz? Aklınızda kalan bir favori repliğiniz oldu mu?
Hep formalarınızı giyin diyordum, bu bölüm Feza gerçekten de giydi formasını. Evet, onun forması. Doruk daha düne kadar formayı alacak mı almayacak mı diye düşünürken, o dönemde yanında olan kıza MVP olduğu maçın formasını hediye etti. Biz şimdiden büyüyoruz, çok duygusal.
Buna tanık oluyor oluşunuz çok değerli. Dört Çeyrek de büyüyor, umuyorum daha da büyüyecek. Her şey için teşekkür ederim ve tatlı günler dilerim. Yeniden görüşene dek kendinize çok iyi bakın 🧡
Muhteşem bölüm ya gülerek okudum hepsini. Yazarın sayılara takıntısı var galiba 13,15 sıradaki ne acaba
YanıtlaSilÇooook güzeldi bayıldımm🩷 Hele basketbol oynadıkları sahne🥹
YanıtlaSilAllahim allahimmm ben bunlari yerimmm. Abi bu ne tatlilikkk. I'm better demek haaa havlara bak sanki macin MVP'si
YanıtlaSilAma bunlar çok tatlı 🏀💫
YanıtlaSilAllahım heyecandan koltuğu tekmeleye tekmeleye okudum çok tatlısınız sizz
YanıtlaSilBugün gerçekten zor bir gün geçirdim hani yani ağlamaktan içim çıkmıştı bölüm geldi bide bunların güzelliğine ağladım dldmwpdmwpdm. ŞAKA Bİ YANA BÖLÜM O KADAR SOFTTU Kİ YUMUŞ YUMUŞUM ŞUAN. AZRA BİZE BASKETBOLU ÖĞRETİYOR ÖYLE GÜZEL YAZMIŞ Kİ ANLAMAKTA ZORLUK ÇEKMEDİM. HELE SPİKERİN DORUĞUN İSMİNİ SÖYLEDİĞİ KISIMLARDA KEREM AKTÜRKOĞLUNU HÖNKÜREN SPİKERİN SESİYLEE OKUDUM
YanıtlaSilBu kitabı o kadar sırıtarak okuyorum ki yüz kaslarım ağrıdı yicem ben bu ikiliyi ya o kadar sevdim ki anlatamam kalbimi sımsıcacık ediyorlar bir
YanıtlaSilHayatımda bu kadar tatlı çift görmedimmmm
YanıtlaSilDorukhanın 15. Sayısını fezaya ithaf etmesine düştümmm
YanıtlaSilYanağından öptüğü kısım çook tatlıydı harikasın yazarım gelecek bölüm diğer yanağından da istiyoruz
YanıtlaSilGene mükemmel bir bölüm ♡
YanıtlaSilYA COK TATLILAR OF. keske artik dorukhan da hislerini kabullense de tatlus bir cift oluverseler. BEN BU ARADA WKDBWNDIWBDKWBDKS TUM OYUNCULARI GOOGLE’DA ARATIYORUM GERCEKTE VAR MI BOYLE BIRILERI DIYE
YanıtlaSilVar mıymış peki dkdkdkdk
SilBu akşamda Anadolu Efes - Fener maçı var nerdesin Doruuukkk
YanıtlaSilAyyyyyyy çok tatlılar
YanıtlaSilO kadar minooşlar ki ❤️❤️❤️❤️
YanıtlaSilYAAA ALLAHIMMM ÇOK TATLILAARRR ISIRCAAM
YanıtlaSilBu hafta bölüm var mı?
YanıtlaSilBen de saatlerdir onu bekliyorum beklemekten başka hiçbir şey yapamıyorum
SilLütfen yazarım bölümün ne zaman geleceğine dair bir açıklama yap beklemekten bitap düştü bu okurlar 🥺
YanıtlaSilHala bekliyorum 🤌🤌
YanıtlaSilYeni bölüm yazarım lütfenn
YanıtlaSilOturup yalvarırım şimdi valla 1 hafta boyunca gün sayıyorum yeminle en azından açıklama yapsa dakka başı girip girip bakmam yani
SilKesinlikle şey yapmıyorum önemli bir işi olabilir lütfen üzülmesin ama açıklama yapsa hoş olur yazarım valla kitabı çok sevdiğimden ve yeni bölümü okumak için yanıp tutuştuğumdan
Sil