41. "Üçgenin Son Köşesi"

Bölüm Şarkıları:

Yıldız Tilbe, Vursalar Ölemem
Duman, Yürek
Heijan & Muti, Birader :)
Arctic Monkeys, Do I Wanna Know?
Arctic Monkeys, R U Mine?
NF, The Search

🌱

Bir üçgeni böl üçe
Ölüm kalır her köşede.

•⚓•

Kar, kış, kıyamet. Kendimizi hissel olarak böyle bir dönemin içinde bulmuştuk. Çok uzun zamandır sürekli bir şeylerle mücadele veriyor, sürekli kuru soğuğa direniyorduk. Ellerimiz çatlıyor, burnumuz kızarıyor, bazen o soğuk bizi çok derinden yakıyordu fakat bir avuç insan birbirlerine sarıldığında hiçbir soğuk, o çemberin içindeki sıcaklığa etki edemezdi. Bunu acı yollardan da olsa öğrenmiş, her darbede daha sıkı kenetlenirken bulmuştuk kendimizi.

Tartışıyorduk, kavgalar ediyorduk, karşı karşıya geliyorduk fakat bileğimizdeki gibi bir ip, kalplerimizin de etrafındaydı ve o ipin üzerindeki düğümlerin sayısı altıdan çok daha fazlaydı. Biz; ben, Görkem, Kaya, Can, Arda ve Eylül'den ibaret değildik. Analizcilerin hayatıma kattıkları yalnızca kendileri olsa bile bu benim için minnet sebebi olurdu fakat bununla sınırlı kalmayıp aileleri saydığı her kişiyi ailem yapıyorlardı ve ben bugüne dek hiç bu kadar kalabalık bir yuvaya sahip olmamıştım.

Bahar, ikimiz için hazırladığı ballı sütleri sehpanın üzerine bıraktığında saat gece yarısını geçiyordu. Onun evine geldiğimden bu yana biraz fikir yürütmüş, neyi nasıl yaparız diye konuşmuştuk. Öncelikli olarak planladığı işler düşündüğünden çok daha kısa sürmüştü çünkü bana avukatlıkla ilgili kendimi idare edecek düzeyde bir şeyler öğretme hevesinin yerini çok kısa bir süre içinde yaşadığı şaşkınlık almıştı.

Bana rastgele bir sayfa açmasını istemiştim dosyalarının içinden. Yalnızca bir kez okuduktan sonra kağıdı onun eline tutuşturmuş, noktası virgülüne kadar aynı şekilde tekrarlamış ve o cin çarpmış gibi gözlerini sonuna kadar açıp bakarken ben bir kahkaha atmıştım.

Yeteneğimle ya da bana verilen en büyük cezayla bu şekilde tanışmayı beklemiyordu. Bana insanüstü bir varlıkmışım gibi bakarken ellerini göğe kaldırıp "Allah'ım," demişti. "İdare Hukuku dersime çalışırken ya da ne bileyim Borçlar Hukukunun büt sınavını vermeye çalışırken neden şunun yarısını bana bahşetmedin ey Yüce Rabb'im?"

Bu beni güldürdüğünde Bahar yeteneğimi biraz daha sınamak istemiş, birkaç defa daha tekrarlamaya devam etmiştik aynı senaryoyu. Elime bir kağıt veriyordu, ezberleyip geri veriyordum. Elime anayasayı veriyordu, söylediği maddeleri bir kez okuyor ve aynı şekilde ona söylüyordum. Bıkmamış, usanmamış, bunu yaparken oldukça da eğlenmişti.

Şimdi nihayet mola vermiştik ikimiz. "Hayatım," demişti. "İşte ballı sütlerimiz."

Neden kahve olmadığını ya da neden çay içmediğimizi sorgulamıyordum. Çünkü su almaya gider gibi söylemişti bana bunu. Bir anda ayaklandığında ballı süt saatimiz geldi demişti. Böyle bir saatimiz olmamasının yanı sıra, biz ilk defa Bahar'la yan yanaydık ama o bana kırk senelik bir arkadaşımmış gibi davranıyordu ve elimden yalnızca buna uyum sağlamak geliyordu.

Ellerim pötikareli krem rengi kupanın çevresini sıkıca sararken sıcaklık avuçlarımı ısıtıyordu. Derin bir nefes alıp onun gözlerinin içine baktım. Orada abimi büyüten kız çocuğunu gördüm.

İlk zamanlar kalpsiz sandığım Kaya'nın kalbi birkaç yüz kilometre uzaktaymış meğerse, ben bunu yeni anlayabiliyordum.

"Ee," dedi Bahar. "Görkem'i iyi bildiğim için Kaya sizin birlikte olduğunuzu söylediğinde şoka girmiştim. Nasıl oldu bu, bana çok detaylı bir özet geçmen gerekiyor."

"Onu seviyorum," dedim. "O da beni seviyor. Böyle oldu."

Omzumdan itti beni. "Kız nemrut, uzun uzun dedikodular ve uçsuz bucaksız aşk masalları dinlemek istiyorum. Kaya gibi somurtuk bir şey misin sen de? Seni kendisine benzettiği için mi iyi anlaşıyorsunuz onunla?"

Birbirimize ayırdığımız on dakikalarda edilen sohbetlerdi aslında anlaşma sebebimiz. O eve girdiğimde bana en mesafeli olan kişi Kaya'ydı, şimdiyse ondan birkaç metre uzaklaştığımda bile kırmızı alarmlar çalıyordu kafamın içinde. Benim için güvenli bir alandı.

"Sanırım," diye yanıtladım sorusunu. "Biliyor musun? Kaya, ben daha o eve gelmeden önce bile biliyormuş Görkem ve benim aramda bir şeyler olacağını. Öyle söylüyor."

"O kadere çok inanır." Gözleri geçmişin hangi sayfasındaydı bilmiyordum ama gülümsedi. "Bizim aramız bir dönem bozuktu," diyerek anlatmaya başladı bana kendi hikâyesinden bir parçayı. "On dokuz yaşındaydım. Kaya beni eskisi kadar arayıp sormuyordu. Yanıma gelmeye çok istekli değil gibiydi. Bir sürü işi vardı tabii, boş vakti pek kalmıyordu. Öyle sanıyordum ama sonra anladım ki bana vakit ayırmak istemiyordu. Ben de bu süreç uzadıkça ondan ümidimi kesmeye başlamıştım. Biraz yoluma bakmak istedim açıkçası, belki burnu sürtsün de aramızı düzeltmek için çabalasın diye de böyle bir arayışa girmiş olabilirim ama sonra, bir şekilde hayatıma biri girdi. Kaya'yla olan tuhaf ilişkim dışında ilişki sayabileceğim tek şeydi."

"Yaa," dedim sesindeki pişmanlık beni rahatsız etmeye başlarken. Başına istemediği bir şeylerin gelmiş olma ihtimalini düşünmek nefesimi kesiyordu.

"Yaşça büyüktü benden," dedi. "Üniversitemde yüksek lisans yapıyordu. Ona aşık olmaya başladığımı zannediyordum. Neyse, konumuz o adam değil. Sadece ben onunla birlikteykenki hislerimi Kaya'yla kıyaslamaya başladığımda hissettiğimi sandığım aşkı gözden geçirmem gerekti." Kaşlarını çatarak yüzüme baktığında görmeyi beklediği şey yargılayıcı bir bakıştı. Bense yalnızca konunun nereye varacağını merak ediyordum. "O adamın bana dokunması bile Kaya'nın telefondaki bir alo sesi kadar etki yaratmıyordu üstümde. Bunu fark etmiş olmama rağmen yine de devam ettim, şansımı zorladım."

"Kendine yeni bir şans yaratmak istedin," dedim doğru anlamış mıyım diye. "Kaya kendi kabuğuna çekilip senin için mücadele etmeyi bıraktığından sen de kendi yoluna bakmak istedin."

"Öyle," dedi Bahar anlaşılmanın getirdiği sevinçle. "Sonra bir gün Kaya beni görmek istediğine dair bir mesaj attı. O sırada bu ilişkim hâlâ devam ediyordu ve o da bundan haberdardı. Buna rağmen görüntülü konuşmayı kabul ettim. Gözlerimin içine baka baka hesap sordu bana, neden bunu kabul ettiğime dair. O adama gerçekten aşık olsaydım bunu yapmayacağımı söyledi acımasızca. Biraz sert bir konuşmaydı, canı yanıyor diye canımı yaktı. En son ağlamaya başladığımda neden bütün yollarım sana çıkmak zorunda diye sorduğumu çok net hatırlıyorum. Yirmi yaşına yeni basan bir kızın en masum duyguları sığmıştı bu soruya. İsyandı, inkârdı, canımı yaktığını bildiğim birine, benimle olmak istemeyen birine sığınma çabasıydı, utanç doluydu biraz da. Neden, demiştim üstüne basa basa. Neden bir sana atmak zorunda benim bu kalbim?"

Avuçlarım kupadan vuran sıcaklık yüzünden yanmaya başlamıştı. Kalbim Bahar'ın seneler önceki hislerinin yüzündeki ince çizgilere vuran yansımasından dolayı ağrıyla doluyordu.

"Çünkü benim adım, senin alnında yazıyor, demişti Kaya bana." Onun gibi birinin bu cümleyi kuracağına Bahar'ı tanıyana kadar asla ihtimal vermezdim. "Çünkü benim de kaderim sensin. Çünkü insan bir kaderinden kaçamıyormuş Bahar. Başka birinin senin elini tuttuğunu bildiğim halde parmak uçların buz kesmiş midir diye düşünüp duruyorum Ankara'daki hava durumunu her kontrol ettiğimde. Evet, bunu her gün yapıyorum. Sana Ankara'da değen rüzgar bana İstanbul'da fırtına oluyor, bunu bilmiyorsun."

"Vay be," dedim garip bir gururla dolarken göğsüm. "Kendi kabuğuna çekildi diyorsun ama bir sen varmışsın o kabuğun içinde bile. Sağı solu senmişsin adamın."

"Bunu bana korkusuzca söyleyebilseydi belki de her şey farklı olurdu." Durdu, dingin bir ifade oturdu bakışlarına. "Kaya kendi hisleri tarafından sıkıştırıldıkça kaçtı Asya. Ben bütün hayatımı onu kovalayarak geçirdim. İstedim ki bir kere de o beni kovalasın ama bunu yapmadı. Kendi kafasında belki de başka biriyle olmamın beni mutlu edeceğine inandı. Ondan başka yolum olmadığını söyleyip elimi tutmak yerine bana müsaade etti, ben de kapıyı çarpıp çıkacak kadar gururluydum o dönemler."

"Şimdi değil misin?"

"Şimdiki aklım olsa on sekizime bastığım an evlenir, üç de çocuk yapardım ondan."

Kahkaha attığımda ciddi olmadığını biliyordum. O da buğulanmaya yüz tutan gözlerim yüzünden yapmıştı bu şakayı zaten. "Kader," dedi bütün bu paragrafların oluşmasına sebep olan tek kelimeyi söyleyerek. "O benim kaderim. Kaçamadığım biri. Aradan yıllar da geçse dönüp dolaşıp vardığım biri. Ne yapabilirim ki? Topladım pılımı pırtımı, geride bıraktım Ankara'mı. Aldım bavullarımı bastım geldim, yirmi yedi yaşımda kadere yenilmek için. Çünkü kalbim bunu yapmamı söyledi."

"Henüz yirmi yedi olmadım," dedim yüzümde derin bir tebessüm varken. "Olursam, aynı cümleyi kuracağıma eminim. Çok iyi anlıyorum seni. Ben yirmi altı yaşındayım Bahar, yirmi altı farklı ömür bahşedilseydi bana yirmi altısını da Görkem'le geçirmek isteyeceğimi hissediyorum. Kaderin tanımlarından biri de budur bence."

"Neden olursam dedin?"

"Ne?"

"Yirmi yedi olursam dedin. Niye ölecekmiş gibi konuşuyorsun, ağzından yel alsın."

Bunu bilerek yapmamıştım ama kaç kez ölümden döndüğümü göz önünde bulunduran bilinçaltım yarınımın tehlikede oluşunu hiçbir zaman unutmuyordu. "Alsın," dedim sadece. "Peki Bahar, o kadar sene... Bu kadar uzaktan... Nasıl oldu ki yani? Hep onu mu bekledin?"

Bahar'ın anlatmaya dair duyduğu isteği gözlerinden okuyabiliyordum. Bu konu üzerine bugüne dek konuşacak kimsesi olmamış gibiydi ve şimdi bana bir nimetmişim gibi bakıyordu. "Bana var olduğunu hep hatırlattı," dedi canı yanar gibi. "Ben unutmak istediğimde bile." Kırgınlıklarını gördüm, affetmeye ne kadar hazır olduğunu da öyle. Kaya, onun zaafıydı. "Sırf onu düşünmeyeyim diye sürekli uyuduğum bir dönem vardı mesela. Geçmiş gitmiş biri olmalı halbuki. Zaten mesaj da atmıyor sana. Aslında seni rahat bırakıyor, yani öyle sanıyor. Ne kafana takıyorsun değil mi? Ama yok. O geceleri illa zehir edeceğim kendime. Öylesine kurduğu tek bir cümleyi bile altı ay düşüneceğim. Bilmiyorum Asya. Kulağa delice geldiğinin, anlaşılmasının zor olduğunun farkındayım ama içimde bize dair hep bir ümit besledim. O bunun artık mümkün olmadığını düşündüğünü bana söylediğinde bile, ben mümkün kılmanın yollarını arıyorken buldum kendimi. Bir insan bir insana kaç kez yenilebilirse o kadar yenildim ben Kaya'ya. O benim hiç kazanamadığım bir davaydı hayatım boyunca."

Cümleleri öyle kalbinden geliyordu ki bu anın ne kadar özel olduğunu her hücremle hissettim. Bana içini bu denli, hiç korkmadan, sonuna dek açması bir başlangıç değildi. Belki de bir sondu. Bizim yeni başlayan acemi arkadaşlığımızın sonu. Çünkü biz, çok yakın iki dost olmuştuk henüz birlikte geçirdiğimiz ilk geceden.

"Anlıyorum," dedim. "Rahat olabilirsin. Seni yargılamam. Kaya'yı da tanıyorum az çok. Aranızda yaşananlar hakkında tahminlerim var. O duygularını belli etmek konusunda biraz şey..."

"Kaybedeceğinden korkuyor," dedi Bahar sözümü keserek. "Birlikte büyüdüğü çocuklarla görüşmüyor ama hepsinin hayatını takip ediyor. Eli her yere yetişiyor fakat bunu gizlemeye uğraşıyor. Beni de izledi uzaktan, bunu biliyorum. Tek istisnası bendim. Çocukluğunun üzerini çizmeye çalışırken sıra bana gelince eli titredi, bunu da biliyorum. Hayatına az insan almaya çalışıyor çünkü o birini sevmeye başladığında çok seviyor, Asya. Kendine has bir sevgi bu, sadece ona özgü ve öyle bir hissediyorsun ki, Kaya hayatının merkezine koyuyor kendini sen fark bile etmeden. Öyle işte."

"Doğru söylüyorsun." Buz gibi bir adamdı ama kalbimi ısıtıyordu. "Çok değerli biri benim için. O eve ilk girdiğimde asla tahmin edemezdim bu konuma geleceğimizi."

"Bana senden bahsetmediği için hâlâ kızgınım. Altında bir sebep arardım eğer Görkem'le aranızda bir şeyler olduğunu söylemeseydi. Kendi kuyusunu kazıyormuş az kalsın, Görkem kurtarmış bunun paçasını sana aşık olarak. İyi bari yani ne diyeyim."

Tavrı beni güldürdü. "Kaya Görkem'in bana aşık olacağını beni ilk gördükleri zamandan beri bildiğini iddia ediyor. Eve yeni girdiğimde bana ters davranırdı hatta bu yüzden. Görkem'i koruma niyetindeydi herhalde."

"Muhtemelen seni koruma niyetindedir. Görkem'in bir ilişki yürütebileceğine olan inancımız o kadar yok ki ben de olsam böyle yapmaya çalışırdım sanırım."

"Ama yürütebiliyor," diye savundum onu çocuk gibi.

"Sen öğretmişsindir hayatım," dedi omuz silkmeme gülümseyerek karşılık vererek. "Bizim çabamız olmasa bunlardan bir cacık olmazdı muhtemelen."

Attığım kahkaha bıçak gibi kesildi duyduğum sesle birlikte. Gözlerimi kocaman açıp Bahar'a bakarken refleks olarak savunmaya hazır hale gelmiştim. Apartmandan gecenin bu saatinde bir gürültü yükseliyordu. Başta bunu bir kavga sandım. O an pek sağlıklı çalışmayan zihnimden Bahar'ın yeni taşındığı bu evin güvenliği hakkında binbir düşünce geçerken farkında bile olmadan onu korumak üzere kendimi odakladım.

İkimiz de neler olduğunu anlamaya çalışırken kapıya yöneldiğimizde şok içinde durdu Bahar. "Birileri şarkı mı söylüyor?"

"Komşuların olabilir mi?"

Ama hayır, evlerin içinden değil apartman boşluğundan geliyordu sesler. Kapı deliğinden bakarken karşı dairenin kapısının açıldığını ve iki adamın da bu saatteki gürültüye anlam vermeye çalışarak kapıya çıktıklarını gördüm.

Sesler biraz daha netleştiğinde Bahar'la gözlerimiz kesişti ve ikimiz de aynı anda "Hayır," dedik. "Yok yok," dedim ben. "Yanlış düşünüyoruz."

"Yıldız Tilbe bu," dedi Bahar avucunun içini utançla alnına vurarak. "Kesinlikle doğru düşünüyoruz."

"Kar hazır inmeye saçlarıma
Beklemedim ki beklemedim.
Geçsin ömrümün yaz baharı
İstemedim ki istemedim."

Avaz avaz bağırmıyorlardı ama seslerinin yankı yapmaması o merdivenleri çıkarken mümkün değildi. Utanç duygusu göğsümde yükselerek kalbimin etrafına sarılırken kapı kolunu tutup hızlıca açtığımda Bahar da benim hemen bir adım gerimdeydi.

Bizimle aynı şoku yaşayan Bahar'ın karşı komşuları bizi gördüklerinde ikimizin de üstünde şortlu ve askılı pijama takımları vardı. Telaşımızı yanlış anlayıp korktuğumuzu sandılar. Önce birbirlerine, sonra ise Bahar'a baktılar. "Serter Bey, Serkan Bey," diyerek selamladı Bahar ikisini utanç içinde bir ifade ve kızarmaya başlayan bir yüzle. "İyi akşamlar."

"İyi akşamlar Bahar Hanım," dedi şaşkın Serkan.

"Gençliğimin gül bahçesinde
Aldı telaş beni ellerine
Sen bırakma beni, kalbimin gerçeği
Düştüm aşkının ayağına."

Bu merdivenler bu kadar uzun muydu ya? Hâlâ kendileri ortalıkta yoktu çünkü.

Karşı tarafa mahcup bakışlarla bir şeyler anlatmak üzereyken adının Serter olduğunu öğrendiğim adam terliklerini ayağına geçirip bize doğru yaklaşmaya başladı. Bir yandan da eliyle geride durmamıza dair bir işaret yapıyordu. "Ben bir bakayım," dediğinde Bahar bir anda onun kolunu tutup aşağı inmesine engel oldu. "Yok yok bakmayın, biz hallederiz."

"Tanıdığınız birisi mi?"

"Bu saatte sizi rahatsız mı ediyorlar?" diye ekledi Serkan da kapıda dikilmeye devam ederken. Kollarını göğsünde birleştirmiş, kaşlarını çatmıştı.

"Durma, durmaz geceler
Durma, durmaz çileler."

Ve biz bu ortamın içindeyken önce Kaya'nın saçları girdi görüş açıma, ardından bedeni ve sonra dirseğinden tutup peşinde sürüklediği sevgilim. Görkem'in alkole olan duyarsızlığı adımlarına yansımıştı. Savrularak basamakları çıktıklarından bu kadar uzun sürmüştü yolları.

Zar zor ara kata ulaşan Görkem, kafasını kaldırdığında etrafına bakınmak yerine doğrudan bana odaklandı. Beni gördüğü an gözleri ışıldadı, dudaklarına derin bir gülümseme yerleşti. Bakışlarımız birbirine sarılmışken bir elini havaya kaldırdı ve sesini yükseltti.

"Durma, dursun yüreğim
Sana binlerce kez öleceğim."

Onu gördüğümde ona kızarım sanmıştım. Bacaklarım titremesin diye uğraşırken yapabildiğim tek şey ise başımı sağ omzuma yatırıp gülümseyerek yüzüne bakmak olmuştu.

"Birader," dedi Serter. Basamakları tırmanırken Görkem'i de taşıdığı için ekstra dikkatli olan Kaya, başını ayaklarının hizasına doğru eğmiş haldeyken duyduğu erkek sesiyle birlikte birden kaldırdı. "Ne oluyor gecenin bu saatinde?"

Saçı başı dağınık halde oldukça keyifli bir şekilde Görkem'le Yıldız Tilbe söylediği o versiyonun içinden bir anda sıyrıldı ve sert bakışlı, huysuz tavırlı abim geri geldi. "Sen kimsin lan?"

"Siz kimsiniz lan asıl?" dedi Serkan sorgular bakışlarla. Olaya dahil olmaya hazır olduğunu o da terliklerini ayağına geçirerek belli ettiğinde "Bir yanlış anlaşılma oluyor şu an," dedim dikkatleri üzerime çekerek.

Tırabzanın başında dikilen Serter'in gözleri bana öyle bir döndü ki kendimi sadece bir saniye içinde rahatsız hissettim. Bakış süresi uzarken gözlerini üzerimde dolaştırmaya devam etti, muhtemelen istemsizce yaptı bunu fakat yüzünde hafif alık, çarpılmış bir ifade belirdi. Ortamın gerileceğini hissettiğim an "Onları tanıyoruz," diye açıklasam da Serter beni süzmeyi bırakmadı.

"O gözlerini hemen onun üzerinden çekmezsen yaslandığın tırabzandan sallandırırım seni."

Az önce kendi ayaklarının üzerinde zor duran Görkem, omzunu duvara yaslayıp dikilirken çenesini sıkmıştı.

"Onları gerçekten tanıyor musunuz?" diye sordu Serter yeniden bana dönerek. Serkan'sa duyduğu tehditle beraber arkadaşının bir adım arkasındaki yerini almıştı. "Bu adamlar gecenin bu saati size mi geldiler yani?"

"Sana mı soracağız yarrağım?" dedi Kaya bir anda.

Bahar dehşete düşmüşken ben bir kahkaha patlattım, sanırım sinir bozukluğundandı.

"Üslubuna dikkat et, ben kızlarla konuşuyorum."

"E yanlış yapıyorsun," dedi Görkem kollarını yukarı doğru yavaşça sıvayarak. "Muhatabın biziz senin."

"İki ayyaş gecenin bu saati ortalığı ayağa kaldırdığınız yetmiyormuş gibi bir de avukat hanımları rahatsız ediyorsunuz."

"Avukat Hanım," dedi Kaya, derinden gelen bir sesle. Yeşil gözlerini Bahar'ınkilere çevirdi. "Rahatsız oldunuz mu?"

Bahar tek bir bakışa bütün gemileri yakmıştı. "Olmadım," dedi tek nefeste. "Olmadık."

"Korkuyor musunuz?" diye sordu Serkan. "Bir sorun varsa gerçekten söyleyebilirsiniz." Serter de onayımı beklercesine yüzüme bakıyordu.

"Seni uyardım," dedi Görkem buz gibi bir ifadeyle. Parmak eklemlerini çıtırdatırken yüzüne yerleşen deliliği dehşet içinde izliyordum. "Bu iki olsun, üçü sevmem."

"Sen önce dengede dur, sonra artistlik yaparsın bana."

Kaya, Görkem'in önünde bir dağ gibi dikilirken Görkem'den bile daha ürkütücü türden bir bakış attı Serter'e.

"Ne yapıyorsunuz?" Dört erkeğin köpek dalaşını sessiz kalıp köşeye sinerek izleyecek halim yoktu. "Siz evinize girebilir misiniz artık? Verdiğimiz rahatsızlık için özür dileriz ama müdahil olmanızı gerektirecek bir sorun yok ortada."

"Hanımefendi," dedi Serter yumuşak bir sesle. "Adınızı da bilmiyorum, nasıl sesleneceğimi kestiremedim. Neyse, buradan bakınca iki serseri iki genç kadının kapısına dayanıyormuş gibi geliyor göze. Sadece güvende olduğunuzdan emin olmaya çalışıyoruz."

"Çok incesiniz," dedim. "Ama size kalmadı buradan sonrası. Sorun olmadığını söylediğim halde üsteliyorsunuz."

"Çünkü korktuğunuzu hissettik," dedi Serkan, başından beri daha sessiz kalmış olan Bahar'a dönerek.

"Hissine başlatma," dedi Kaya. "Geçin içeri, daha fazla germeyin durduk yere ortamı.

"Ama Bahar Hanım..."

"Geçsene lan evine." Kaya, bir basamak daha yukarı çıktığında Serkan'la burun burunaydı. "Laftan da mı anlamıyorsun?"

"Beyefendiler çok şiddete eğilimli tipler gibi duruyor," dedi Serter bana. Kötü niyetli biri olmadığını anlıyordum fakat rahatsız olduğu her halinden belli olan bana alenen yürümeye devam ettiği gerçeğini inkâr edemiyordum. "Polisi aramamız gerekmediğine emin misiniz?"

Metrekareye üç polisin düştüğü bir ortamda sorulan soru bu kez Bahar'a kahkaha attırdığında elini ağzına kapatıp "Ay çok pardon," dedi. "Biraz sinirlerim alt üst oldu da benim."

"Sen," dedi Görkem, hiç gülmeden. Serter'e kitlenmiş durumdaydı. "Eceline susamış gibisin çok."

Serter o an "Gel lan," demek gibi bir hata yaptı. Bu bana öyle ilkel geldi ki yaşadığım şoku üzerimden atlatamadım. Belki şimdiye dek niyetleri tamamen söyledikleri gibiydi fakat şu saniyeden sonra artık bu bir gövde gösterisine dönmüştü. Kaostan keyif almıyordum, yalnızca rahatsız olmuştum.

Ayrıca Görkem istese şu sarhoş haliyle bile Serter'i ikiye ayırırdı ama konumuz bu değildi.

"Hepinizi dava edersem görürsünüz," dedi Bahar artık hiç de eğlenmeyen sesiyle. "Koca koca adamlarsınız, kendinize gelin ya."

Serter bana çekilen bir mıknatısmış gibi inatla yüzünü bana çevirdiğinde Görkem yeterince sabretmişti. "Sen," dedi bir kez daha. "O gözlerini karımın üzerinden çekiyorsun sonra da siktir olup evine giriyorsun. Beni anladın mı? Bu sefer ikilemeyeceğim."

Ben anlamamıştım.

İyelik ekli kelimeden sonraki kısmı idrak edememiştim çünkü.

"Karım mı dedi o?" diye sordu Bahar sessizce kolumu sarsarak.

"Eşiniz mi?" dedi Serter şaşkın şaşkın geri adım atarken.

Uzaklaşması için onunla evli olduğumuzu bilmesi mi gerekiyordu? Bakışlarım, beni rahat bırakması için hiçbir mesaj verememiş miydi ona?

"Bak," diyerek atılacaktı Görkem. Kaya, onu tuttu ama kendisi öne çıkıp "Yeterince tat kaçırdınız," dedi. "Pestilinizi çıkarmayı da biliriz ama ne gereği var, değil mi sayın apartman sakinleri? Şu kodumun evine girer misiniz artık?"

"Siz girin," dedi Bahar, otoriteyi devralarak. "Şu saçmalık da bir son bulsun. Beni ilk günden dairemden kovdurtacaksınız."

"Kimse sizi bir yere kovamaz Bahar Hanım."

Delirmek üzereydim. İflah olaları yoktu hiç. Resmen karşı tarafı kışkırtma işine dönmüştü artık olay.

"Aşkım," dedi Bahar, Kaya'ya o an adıyla hitap edemeyeceği için fakat Kaya, donup kaldı. "Lütfen gelir misin şöyle? Başım ağrımaya başladı gerçekten."

"Gelirim." İkiliye ters bir bakış attıktan sonra tıpış tıpış adımlarla bulunduğumuz kata tırmandı. Tam emir almış bir asker gibi içeri geçecekken birden durdu. Omzunun üzerinden hâlâ aşağı katta pis pis Serter'e bakan arkadaşına döndü. "Bir saniye Bahar," dedi. "Kardeşimi unuttum."

"Onu ben alırım," dedim Kaya'nın sırtına dokunarak. Merdivenlere doğru ilerlemeye çalışırken ayağıma ortalık yerdeki terlik takıldığı için çok hafif bir sendeleme yaşadım, Serter'in eli de fırsat kolluyormuş gibi bana uzandı. "Dikkat edin lütfen."

Omzumu silkerek temasından kurtulduğumda Görkem'in iyice celalleneceğini biliyordum. "Eşimin yanına ineyim," dedim bu yüzden.

Basamakları hızlı hızlı geçip beni bekleyen Görkem'in kolunu omzuma atmak için bir hamlede bulunduğumda hiç kıpırdamayışı sebebiyle yüzüne çevirdim gözlerimi. Onunkiler Serter'deydi. "Neye bakıyorsun hâlâ sik kırığı?" dedi. "Neye bakıyorsun amına koyduğum? Gözünün yuvasını siktiğim, neye bakıyorsun?"

Onunla bir otel odasındayken yan yana konuştuklarımızı hatırladım. Alkolün onu küfürbaz biri yaptığından bahsetmişti. Onu bu halde ilk kez gördüğümden dolayı şaşkındım fakat bu kadar sinirlendiğine göre Serter'in ben basamakları inerken vücuduma baktığını düşünüyordum. Görkem'in öfkesinin önünde duramayacağımdan koluna dokunmayı kestim çünkü böyle bir anda ters bir hareket yaparsa aramız gereksiz yere bozulurdu.

Bu kez Serkan'ın bile sesi sertleşmişti. "İçeri geçelim Serter."

Serter'in yüzündeki donuk ifade bu işi uzatmaya devam edeceğini anlamama yetti. "O diline sahip çık. Gece gece bela arama başına."

Kaya'nın eve girmesiyle evden çıkması bir olmuştu bu olaylar yüzünden. Bahar'ı bileğinden yakalayıp arkasına çekmiş, onun bir adım önünde dikilip gözlerini Serter'e dikmişti. "Güzel kardeşim," dedi sakin bir sesle. Kudurtucu tarzda bir sakinlikti bu. "Sen gözüne sahip çıkıyor musun ki arkadaşım diline sahip çıksın?" Bir adım daha atıp Serter'le burun buruna geldi. "Bak ben gerçekten hiç hoşlanmam kavga gürültüden ama kafam pek yerinde değil. Şimdi seni dürüp evine zorla soksam hoş mu olur? Söyle, hoş mu olur?"

"Hanımefendiler," dedi Serter. "Çok yanlış seçimler yapmışsınız gerçekten."

"Serter Bey," dedi Bahar Kaya'nın arkasından çıkarak. "Tek kelime daha ederseniz sizi ben düreceğim şimdi şuracıkta."

"Serter, gel kardeşim şöyle. Aile içi meselelere karışacak halimiz yok. Hanımefendiler herhangi bir sorun yaşanırsa bize söyleyebileceklerini anladılar bence."

"Ne söyleyeceğiz be size?" diye çemkirdi Bahar. "İdare ederiz biz tek başımıza. Size mi kaldı bizim sorunlarımız?"

"Ben sadece-"

"Sen sadece birkaç gündür her fırsatta benimle konuşmaya çalışıyorsun o kadar. Çünkü ben tek başına yaşayan bir kadınım, öyle değil mi?"

"Bahar Hanım..."

"Ne?" dedi Kaya. "Ney ney?"

"Bi' dur," dedi Bahar yargı dağıtırken. Serter'i tutup kolundan çekti geriye doğru. "Sen de hayatında ilk defa kadın görüyormuş gibi bakarsan arkadaşıma, tabii ki dellenir kocası. Hem suçlusun hem salağa yatıyorsun. Susayım susayım dedim de burama kadar geldi artık. Bütün apartmana rezil olduğum yetmezmiş gibi şu saatte sizinle uğraşıyorum bir de. Yeter be aa! Gir evine, kapat kardeşim kapını."

Serter'in dudakları Bahar'ın taramalı tüfek modunda sarf ettiği cümlelerden sonra yarı aralık kalırken ağzından yalnızca "Peki," kelimesi dökülebildi.

Görkem kolunu omzuma atıp beni kendine çektiğinde başımın üzerini öptü ve az önceki kaos hiç yaşanmamışçasına başını kulağıma yaklaştırdığında "Bir daha desene," diye fısıldadı. "Bir daha eşim desene."

"Bu mevzuyu sonra konuşacağız," dedim öfkeli görünmeye çalışarak. Serter ve Serkan nihayet içeri girdiklerinde dayanamayıp gülmeye başladım. "Ayakta bile duramıyorsun gerçekten. Ne yaptın kendine?"

Bahar da bu sırada Kaya'yı sürükleyerek içeri çektiği için merdivenlerde bir tek biz kaldık. "Barışmamız lazımdı," dedi Kaya'yı kastederek. "Biraz dağıtmamız gerekti. Onu bunu boş ver de, bir kere daha söyler misin?"

"Görkem..."

"Eşin."

"Görkeeem..." dedim bu kez.

Omzumdaki elini tutarak ağırlığını üzerime almaya çalıştım. Dengemi bozdu, beni kendine çekti ve yerlerimizi değiştirip duvarla kendi arasına sıkıştırdı bedenimi. "Eşin eşin."

Elini başımın yanından duvara yaslamış, üzerime doğru eğilmişti. Yüzümü buruşturdum. "Leş gibi de alkol kokuyorsun. Senden şu halde bile etkilendiğime göre eşim olma potansiyeline sahipsin sanırım."

Masmavi gözleri beni her seferinde bulunduğum yerden alıp götürüyor, bir okyanusun ortasında bırakıyordu. Orada benim için hazırladığı küçük adacık sessizdi, sakindi, güvenliydi, bana aitti, benimdi.

"Tam öpülmeliksin şu anda," dedi kendisiyle savaşır gibi. "Ama bu kokuya seni maruz bırakmak istemiyorum."

Ben ona sessizce bakarken o bana oldukça gürültülü bir şekilde baktı. Kalbinin hızını kalbime duyurdu. Elini yüzüme uzattığında parmaklarının tersini yanağımda gezdirdi. "İleri gittiysem, sana rahatsız hissettirdiysem özür dilerim." Bu beklemediğim bir şeydi. "Sana bakışlarından hoşlanmadım," dedi açıklamasını kibarca sürdürmeye çalışırken fakat sonra "Sikeyim," diyerek çenemi kavradı ve sesi sertleşti. "Bakışlarını sikeyim onun. Seni gözleriyle yiyip bitirdi yavşak herif. Bunu yapamaz. Kimse sana o şekilde bakamaz. Hiçbir erkeğin hiçbir kadına bunu yapma hakkı yok. Sen de rahatsız oldun, değil mi bebeğim? Aklım berrak olmayabilir ama bunu ayırt edebilirim. Sana o şekilde bakanı ters yatırır düz si-"

"Görkem," dediğim an frene basıp sakinleşmek ister gibi çenemi okşadı baş parmağıyla. "Beni öpebilirsin şu an."

"Kötü kokmuyor muyum?"

"Umurumda değil."

Avucunu yanağıma yasladığında gözlerimi kapattım. Dudaklarını benimkilere yaklaştırdığı sırada hızlanan kalbim, Bahar'ın sesini duymamla birlikte yavaşladı. "İçeride öpüşürsünüz aşk kuşları," dedi kapının eşiğinden. "Kaya iki saniyede bir Görkem'in neden gelmediğini soruyor. Karşı komşularımın evine dalmadığına ikna edebilmemin tek yolu içeri gelmeniz."

"Geliyoruz," dedim gülerek. "Hadi." Görkem'in belini sımsıkı kavradım ve yeniden kolunu omzuma dolamasını sağladım. Bahar geldiği gibi geri gitmişti.

Görkem diğer elini bir anda karnıma doğru götürüp avucunu oraya yasladı. "Kaslısın kız sen," dedi onu taşıyabiliyor olmama şaşırmış gibi.

"Sanki görmedin," diyerek ona bulaştım. Alkollü alkollü kapıma dayanmayı biliyorsa onunla biraz oyun oynamakta bir sakınca görmemiştim.

"Gördüğüm en güzel şeysin." Bir basamağı çıktık, sonra bir diğerini. Bir eli omzumda, bir eli hâlâ karnımın üzerindeydi. "Çok güçlüsün," dedi keyifle. "Hem fiziksel hem mental. Ben var ya ne biçim hayranım sana."

"Ne kadar içtin sen cidden?" dedim bir kez daha. "İçince sapıtıyor musun anlamadım. Ben yokken de ona buna yazıyor muydun böyle?"

"Sen yokken?" dedi gözlerini açarak. "Senden öncem mi vardı benim? Düşündüm düşündüm hatırlayamadım hiç."

"Pislik birisin."

"Ve sana aidim, her şeyimle." Ona romantik bakışlar atamadım çünkü yukarı vardığımızda karşı komşuların kapısını görünce yine küfür etmeye başladı. "Köklerini siktiğimin yavşakları, gece gece asabımızı bozdu 3,14ç herifler."

Avucumu ağzına kapattım. "Geç şu eve artık ne olursun."

"Ne olurum? İzin verirsen eşin olmak isterim."

Onu zorla eve soktuktan sonra kapıyı arkamızdan kapattığımda gözlerimi devirdim. Sonra Görkem sitemle "Bahar," diye seslendi. "Bahaaar!"

"Ne var ya?"

"Yağmur'u ikna etmemiz lazım. Benimle evlenmek istemiyor. Yardımcı olabilir misin?"

"Sana şu an değil yardım etmek, günahımı bile vermem Görkem."

"Ama lütfen," dedi Görkem çocuk gibi. "Kaya, sen mi bir konuşsan Yağmur'la?"

"Neredesin sen? Bensiz ev bastıysan yemin billah barışmam seninle."

"Yok basmadım," dedi Görkem. "Gözüm kararıyor çok. Yoksa aklımdan geçti ama şimdi bayılsam mayılsam rezalet. Biraz ayılınca yapalım mı ne diyorsun?"

"Geç şu salona arkadaşının yanına, beni delirtmeyin daha fazla," dedi Bahar.

Görkem başını önüne eğip sarsak adımlarla somurta somurta salona geçti ve Kaya'nın yanına adeta bıraktı bedenini. İkisi de yayık bir şekilde oturduklarından yaklaşık dört kişilik yer kaplıyorlardı.

"Sorunu çözdünüz mü?" dedim. "İyisiniz değil mi?"

"Sorunu çözmedik," dedi Görkem. "Benimle evlenmeyi kabul etmedin."

"Bahar da etmedi, bu da sorun," dedi Kaya boş boş bakarak. "Tehlikeyi bu kadar seven bir kadın beni nasıl sevmez anlamıyorum. Ben belanın kendisi değil miyim? Söyle Görkem, değil miyim?"

Görkem iki baş parmağını da havaya kaldırıp kollarını öne doğru uzatarak karşısında bir kamera varmışçasına onayladı Kaya'yı. Bahar'sa yanıma gelip oturmuş, "Ben mi sevmiyorum seni?" demişti. "Alkol alınca aklın nerene kaçtı acaba?"

"Komşularını öldürmek istiyorum," dedi Kaya. "Kan istiyorum, vahşet istiyorum, apartmanın wi-fi şifresini istiyorum. Bana şu an bir bilgisayar verirsen yemin ederim onu hapse attıracak bir şeyler bulurum ağa sızıp. Bana bir bilgisayar getirir misin? Bilgisayar istiyorum."

"Ben de burada olmamanızı istiyorum. Bir keyif yapacaktık, ona bile müsaade etmediniz. Gecenin bu vakti siz kafayı mı yediniz?"

"Siz yedirdiniz," dedi Kaya.

Bahar bu çok romantikmiş gibi alayla elini kalbine götürüp "Ah," dedi gözlerini devirerek.

Görkem ve Kaya yalnızca bir saniye birbirlerine baktılar. Görkem'in sağ, Kaya'nın sol kolu aynı anda havaya kalktı. "Ah," diye bağırdılar. "Kimin için atıyor buuuu yürek? Söööyle kimin için atıyor bu yüreek?"

"Biraz daha bağırırsanız gerçekten polisi ararım."

"Yardımcı olayım mı?" diye sordum. "Karakolda tanıdıklarım var." Kendi kendime gülmeye başladığımda Görkem'in gözlerinin bana saplandığını hissettim. Benim olduğum bir yerde benden başka bir şeye bakmayı zaman kaybı sayıyor gibiydi. Bakışlarının son durağı hep ben oluyordum.

"Sizi ayıltmak şart ama," diye mırıldandı Bahar kendi kendine. Sonra yardım ister gibi bana çevirdi yüzünü. "Kafalarını kahveye falan mı batırsak?"

"Pek ayılmak istiyor gibi görünmüyorlar." Cevabıma bir süre anlam veremedi çünkü onlarla birlikte yaşayan o değildi. Görkem ve Kaya bir geceliğine her şeyden kaçmak istedilerse onları hayata geri döndürmek, gerçeklerimizi önlerine sermek istemiyordum. İkisinin yaşadığı tartışmanın izleri bu şekilde silinecekse bir süre daha böyle kalabilirlerdi. "Evdekilerin haberi var mı?" diye sorduğumda yine birkaç saniye bakıştılar. Sanırım haber verme işini ikisi de birbirine bırakmışlardı. "Tamam," dedim. "Ben Can'ı arayayım, meraktan çatlamasınlar."

"Arama," dedi Görkem. "Biz eve döneriz."

"Bu gece Bahar'da kalacağım," dedim. "Sizin de bu şekilde eve gidebileceğinizi pek sanmıyorum açıkçası."

Görkem, elini Kaya'nın dizine bastırarak destek aldı ve ayağa kalktı. "Biz," dedi elini kaldırıp kendisini ve beni göstererek. "Eve döneriz, Yağmur."

İkisini yalnız bırakalım istiyordu. Görkem ne yapmış etmişse Kaya'yı ikna etmenin bir yolunu bulmuştu. Bahar ve ben çok kısa bir süre içinde göreve birlikte gidecektik. Bundan önce de ikisinin oturup baş başa konuşmaları gerekiyordu sanırım.

Bahar olanları anlamayacak birisi değildi. Bana ayıp olmasından korkuyordu sadece. Doğrudan gözlerini üzerime çevirmişti bu yüzden. "Yarın?" dedi sorar gibi. "Yarın bende kalabilirsin. Birlikte planımızın ana hatlarını çizeriz. Ben de o zamana dek davanın detaylarına çalışmış olurum."

"Sorun değil," dediğim an Görkem'in gözlerine yine aynı korku dolu ifade yerleşti. Dilimin ucunu ısırdım ve gülümsemeye çalıştım. Bu cümleyi lügatımdan çıkarmam gerekiyordu fakat öyle bir cümleydi ki hayatımı özetlemem gerekse belki de bunu kullanırdım. Başıma gelen her şeye sorun değil deyip geçiyor, sonra tüm o sorun saymadığımı söylediklerimin altında tek başıma ezilip gidiyordum. "Siz bir konuşun Kaya'yla, sonrasını hallederiz."

Gözlerini anlayışım karşısında bir kez minnetle kapatıp açtı. Yüzünden endişeli olduğunu anlamam uzun sürmedi. Bana dakikalar önce anlattıklarını düşündüm, Kaya'yla yüzleşmeye hazır olup olmadığını bilmiyordum. Üstelik Kaya'nın dili ayıkken bile sivriydi, şimdi sarhoşken ona neler söylerdi bunu kestiremiyordum.

İki küçük adım atarak Bahar'la aramızdaki mesafeyi kapattım ve kolumu sıkıca boynuna doladım. Bir sarılmayı başlatan taraf bendim, bu muhtemelen Kaya'yı da Görkem'i de şaşırtmıştı. Ona destek olmak isteyerek daha sıkı sarıldığımda Bahar'ın içine çektiği derin nefesi hissettim. "İstiyorsan seni yalnız bırakmalarını sağlayabilirim," diye fısıldadım kulağına. Bunu onun dışında kimse duyamazdı. "İstiyorsan Kaya'yı da eve götürebilirim."

Yanağıma bir öpücük bıraktıktan sonra geri çekildi. "Teşekkür ederim," dedi gözlerimin içine bakarak. Bu onun sorun olmadığını söyleme şekliydi. "Bir başka gün bende kalacaksın ama, söz verdin bak."

Tüm bu süreci sessizlik içinde izleyen Kaya'nın oturduğu yerden dudaklarının yukarı doğru kıvrıldığını gördüm. Bahar'ın benimle kurduğu ilişkiyi ne kadar çok sevdiği gözlerinden okunuyordu.

Görkem elini salonun kapısına yaslamışken birden arkasını döndü. "Komşulara sataşacaksan bir alo de," dedi Kaya'ya. "Kavgaya bensiz gidersen asla affetmem seni."

"Anlaşıldı. Görüşürüz."

Yani diyordu ki, hadi artık gidin.

Biz de Görkem'le bir taksi çağırdık.

🪨


Kaya Eroğlu:

Onu ne kadar kırdığımı fark ettiğimde her şey için çok geçti.

Görkem başına gelen tüm olaylardan sonra kendisinin artık daha fazla yara alamayacağına inanıyordu, benim vurduğum darbe onun için öyle beklenmedikti ki kızlar Bahar'ın evine gidince ikimiz salonda yalnız kaldığımızda dakikalarca ağzını açamamıştı. Durmuş, sindirmeye çalışmış ve bunu yaparken bana bakmamıştı.

Bir inattı sanki aramızdaki, ikimiz de ilk konuşmayı başlatanın karşı taraf olmasını bekliyorduk. Ben ona gereken süreyi veriyordum. Söylediklerimin bir kısmı için pişmandım fakat bir yere kadar haklıydım, bu da gurur yapmama sebep olmuştu fakat sonra o gururu alıp yere çalacak bir cümle kurdu bana uzun süreli sessizliğinin ardından.

Gözlerini benimkilere çevirdiğinde orada gördüğüm şey uzlaşmak isteyen bir adam değildi, öfkeli bir adamdı. "Kırıcı mı konuşmak istiyorsun?" diye sorduğunda dümdüz baktım. Onu durdurmayacak, bütün birikmişliğini akıtmasına izin verecektim. "Sana orada karşılık vermediysem bu yapamayacağım için değildi, bunu biliyorsun değil mi?"

"Biliyorum," dedim sadece.

"Ben Bahar'ı öldürsem sen benim omzumda ağlarsın Kaya. Gidecek başka yerin yok çünkü."

Hiçbir şey söylemedim. Görkem istediğinde benim canımı böyle kolay yakabilirdi, bunu yapmasına sebep olacak kadar ileri gittiğim için kendime öfkelendim.

"Senin yüzüne bunu vurabilirdim," diye devam etti aynı sert sesle. Onu herkesin ortasında küçük düşürüşümün intikamını beni yalnızken ezerek alıyordu. Vicdan azabı çekeyim diye yapıyordu sanki. "Ama yapmadım," dedi. "Yapmadım. Bir enkazı tek başına sırtlanmak mı zoruna gitti senin? Hadi ya! Ben bunu ne zamandan beri yapıyorum haberin var mı? On senedir sırtımda enkazla dolaşıyorum lan ben."

Enkaz bendim.

Görkem haklıydı. Benim kahrımı kimse onun kadar çekmemişti.

Nasıl ki Can'ın yumruk olayına ne kadar alındığını o konuşana dek anlamadıysam Görkem'i de nasıl paramparça ettiğimi yüzüme haykırana dek anlamamıştım. Öfkem bana asla söylememem gereken şeyleri söyletmişti.

"Sana güvenemeyeceksem kime güveneceğim dedin bana," diye devam etti konuşmayacağımı bildiği için. "Bana güvenmeyeceksen, bunu tam şu an söyle." Tavrı otoriter ve kendinden emindi ama bu onun sesi titremeye başlamadan önce kullandığı son savunma kalkanıydı. "Yenildiğimiz için beni suçluyorsan, beni artık güçsüz buluyorsan ve hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağını düşünüyorsan bunu bana söyle. Arkama baktığımda ilk göreceğim kişi artık sen olmayacaksan bunu bileyim, bundan sonra ona göre davranırım."

"Özür dilerim," dedim. İki kelimeydi fakat samimiydim. "Nefes almaya devam ettiğim sürece her zaman ilk göreceğin ben olacağım. Değişmedi, değişmeyecek."

"Çok alındım lan," dediğinde duygularını ifade edebiliyor olması beni şaşırttı. Bu onun için çok köklü bir değişiklikti. "Arda bana hepinizle tek tek aramı bozduğumu söyledi. Kaya sana arkasını dönerse toparlanamazsın dedi. Durdum düşündüm, gerçekten toparlanamam. Beni kırdın, seni kırdım, şartları eşitledik. İçinde başka bir şey kaldıysa dök gitsin. Ben seninle daha fazla kavga etmek istemiyorum."

Her şeye rağmen yapıcı yaklaşıyordu. Aramızı ben bozmuştum ama düzeltmenin yolunu aradığını dile getiren oydu.

"Bahar'ı buna bulaştırdığın için öfkelendim," dedim. "O buraya döneceğini söylediğinde bile başımızdaki belalar yüzünden ödüm kopmuştu. Şimdi onu alıp tehlikenin göbeğine göndermek mantıklı gelmiyor. Bunu bana alıştıra alıştıra söylemek yerine Bahar'ı tutup eve getirmen doğru bir hamle değildi."

"Ama en kestirme yoldu. Zamanımız tükeniyor. Hem Yağmur'u da göndereceğim lan. Sen Bahar'ı seviyorsun da ben Yağmur'u sevmiyor muyum? Sanıyor musun ki benim içim içimi yemiyor? Bu kararı verene kadar canım çıkmadı mı benim? Beni anlayacağına inanıyordum ama sen dinlemek bile istemedin. Senden bu şekilde tepki alırsam ben nasıl tekrar kendime güvenebileceğim ki?"

Elini çenesine götürdüğünde parmakları yanık izine temas etti. Gözlerini kapatıp açtı ve sesli bir nefes bıraktı. "Var mısın yok musun?" dedi sadece.

"Kendine güvenmiyor musun?" diye sordum bunun öylesine söylenmiş bir cümle olmadığını bildiğimden. Arkasına gizlenmiş hisler vardı. Kim bilir kaç bin tane soru çözmüş, kaç fikrini zihninin derinliklerine gömmüştü bunu yapabilmek için.

Ve o an doğru noktaya parmak bastığım için boğazındaki düğüm çözülmeye başladı. "Bırakmayı düşündüm." Beynime bir kurşun yeseydim muhtemelen aynı şekilde hissederdim. Ben onu pes ederken görmemiştim. Görkem aklının içinde hep savaştaydı. Teslim bayrağını çekmez, seneler sürecek olsa da vazgeçmezdi. "Sana," diye devam etti. "Yerimi sana bırakmayı düşündüm."

"Ya sen ne yapacaktın?"

"Bilmiyorum." Elini göğsüne sürükleyerek götürdüğünde hiçbirimizin şahit olmadığı bir panik atak geçirdiğini anladım. Bu o atak sonrası aklını yoklamış bir düşünce olmalıydı. "Sadece olması gereken buymuş gibi geldi. Herkes içten içe bunu düşünmüyor mu zaten? Her geçen gün bana olan güveniniz azalıyor. Belki de köklü bir değişikliğe ihtiyaç vardır devam edebilmek için. Bulunduğum konumu artık hak etmiyorumdur ben belki. Zaten hatalar yapıp duruyorum."

Başını koltukta arkaya doğru atmış, benimle göz teması kurmuyordu. Dirseklerimi dizlerime yaslayıp öne doğru eğildim. "Sen kafayı mı yedin?Lideri olmayan ekip mi olur?"

"Sen olacaktın işte."

"Hadi ya?"

"Necip Amir de böyle düşünüyordu."

"Gerçekten kafayı yemişsin," dedim. "Böyle bir şeyi ne ben kabul ederim ne diğerleri eder. Derdin sorumluluğunu azaltmaksa konuşur bölüşürüz, hepsini uyarırım yüklenmezler sana ama o söylediğin asla olmayacak yani, saçmalama."

"Bana bir şey olursa," dediğinde abisinin evinde geçirdiği o saatlerde aklından geçirdiği ihtimaller hakkında artık bilgi sahibiydim. Her şeyi düşünmüştü yine. "Asla deme," diyerek kestirip atmaya çalıştı. "Bana bir şey olursa yerimi sen devralacaksın."

"Öyle saçmalıyorsun ki şu an."

"Nesi saçma lan?"

"Senin öldüğün bir senaryoda ben niye yaşıyorum amına koyayım?"

"Romeo ve Juliet mi çekiyoruz sikik, ben öldüm diye niye sen de ölüyorsun?"

"Sen Romeo ve Juliet'i nereden biliyorsun? Titanik'in sonunu bile izlememiş adamsın."

"Annem edebiyat öğretmeni benim. Ayrıca konuyu değiştirme."

"Ortada konuşulacak bir konu yok," dedim. "Birlikte başladıysak birlikte bitireceğiz, nokta."

"Bari intikamımı al haysiyetsiz herif! Kanımı yerde mi bırakacaksın?"

"Bana ne lan senin kanının nerede kalacağından? Beni dımdızlak bırakırken bana mı sormuşsun?"

"Seni bırakmayacağım diye ecele mi kafa tutayım? Tamam her şeyi hallederim diye geziyor olabilirim ortalıkta da o kadar da değil yani."

"Yoksan yokum," dedim. "Nasıl ki sen varsın diye ben buradayım, yoksan da yok olurum. Her şeyi bırakmaya mı karar verdin? Senden önce yazarım istifa dilekçemi. Küçüktük belki ama verdiğim sözleri unutmam ben. Ölene kadar dediysek ölene kadar. Beni bir bok çukurundan tuttun çıkardın, Eyvallah diyip arkamı döneceğimi sanıyorsan çok yanılıyorsun. Son neresiyse oraya kadar birlikte gideceğiz biz. Bu hayattaki en büyük yeminim bu benim."

Konuşma sırası bana geçmişti. Sessizce dinliyordu o da şimdi. "Çok güveniyorum sana, gerçekten. Azalmadı hiç. Böyle düşünmene sebep olduğum için özür dilerim. Bana bir şey olursa sen geç başa diyorsun ya, anlayamadığın sana bir şey olursa biz diye bir şeyin kalmayacağı. İçimizden biri ölürse beş ceset torbası çıkar bu evden. Aklından çıkarma bunu."

"Yine de bana söz verseydin içimi rahatlatırdın."

"Görkem," dediğimde alçalan sesim yüzünden dönüp yüzüme baktı. "Günün birinde şu evin içinde üç beş tane çocuk koşturmayacaksa bizim ayıbımız olsun."

Bakışları yumuşadı. Az önceki tartışma hiç yaşanmamışçasına dudakları iki yana kıvrıldığında "Doğru lan," dedi. "Boşuna mı bahçesinde park olan bir evde oturuyoruz?"

"Omuz omuza verip Arda'yı salıncakta sallamaya çalışan veletlerimiz olmayacaksa zaten yaşamayalım şu hayatı oğlum."

"Sevdim bu hayali," dediğinde daha geniş gülümsedi. "Yağmur'dan sonra sen de hayal kurmaya başladın. Belki de gerçekten bu hayatta yapamayacağım şey yoktur benim."

Şişirdiği göğsüyle kurduğu cümleyi beklemediğim için kahkaha attım ve ben gülmeye başlayınca o da güldü. "Şüphem yok," dedim sonunda, ona hâlâ ne kadar güvendiğimi bilsin diye.

"Kaya," diye seslendiğinde bu kez ben bütün dikkatimi ona verdim. "İçmeye gidelim mi? Biraz dağıtsak iyi gelecek gibi."

Ve gittik.

Şimdi de buradaydım, Bahar'ın evinde.

Aklım bulanık, zihnim puslu ama yüzü her şeyden daha netti bana biraz mesafeli şekilde karşımda otururken.

Görkem ve Asya gittiğinden beri benimle daha tek kelime etmemişti.

"Düzenimi oluşturmadan düzenimi alt üst eden bir adamı evime almam demiştin," dedim gözlerimi kırpmadan yüzüne bakarken. "Oluşturdun mu düzenini?"

"Kaya," dedi Bahar ve adımın nasıl bu kadar güzel telaffuz edilebildiğine bir kez daha şaşırdım.

Bir kayalıkta bulunduğum için kaderime işlenmiş bu isme baharı getiriyordu.

Ayağa kalktım çünkü öğrenmem gereken bir şey vardı. İçeri girdiğim andan beri gözüme çarpan televizyon ünitesinin rafına doğru ilerledim ve yatık bir şekilde duran gri çerçeveyi tutup kaldırdım.

İçinde hâlâ aynı fotoğraf duruyordu. On bir on iki yaşlarındaydık. Benim siyah saçlarım kısacık kesilmişti ve ellerimde kollarımda toprak izleri vardı. Bahar'ın saçları iki yanından korkunç bir örgüyle toplanmıştı. Uçlarında çiçekli tokaları vardı. Omuz omuza duruyorduk, o kocaman gülümsüyorken benim dudaklarımda küçük bir kavis vardı fakat o dönemler için Kaya'nın atabileceği en büyük kahkahaydı aslında bu.

Bahar'ın çirkin örgülerini ben örmüştüm ve o tokalar, bana neredeyse unutmak üzere olduğum bir şeyi hatırlattı.

Sessizce oturup oradan beni izlediğinin farkındaydım. Evindeki varlığım kolayca alışabileceği bir şey değildi. Çerçeveyi yerine dikkatlice bıraktım fakat devirmedim, dik koydum. Çocukluğum, ona sahip çıkan kişiye emanetti.

Elimi arka cebime götürüp bir kutu çıkarttım ve ona uzattım. Ne olduğuna anlam veremiyordu. "Küçükken," dedim. "Sürekli kaybediyorum diye ağladığın tel tokalarını ben çalıyordum. Asya sana tel toka hediye etmemin romantik olacağını söyledi." Dudaklarımı birbirine bastırdım. "Benim aklıma geldi yani," diyerek asla döndüremeyecek olsam da çabalamaya başladım. "Ben oturdum düşündüm, sana bir kutu tel toka almaya karar verdim. Tamamen benim fikrimdi."

"Kaya," dedi tekrar. Derin bir nefes alırken gözbebeklerinin büyüyüşünü gördüm. Daha dik bir şekilde oturdu yerinde elime şaşkın şaşkın bakarken. Ben onun bacaklarının hemen dibinde ayakta dikiliyordum. Benim gibi ayağa kalktığında kutuyu elimden aldı ve az önce oturduğu koltuğa bıraktı. Gülmeye başladığında aklımı kaçıracağımı sandım. "Teşekkür ederim, çok incesin." Sesini alçalttı. "Asya çok ince, bayılıyorum o kıza ben." Yeniden gözlerini bana çevirdi. "Ayakta zor duruyorsun."

Elini göğsüme bastırdığında gözlerinden gözlerimi alamıyordum. Kalp atışlarımı avucunun içinde hissetti. Bakışmamız uzayıp giderken "Sarhoşsun," dedi kendine bir şeyleri hatırlatmaya çalışır gibi.

"Olabilir," dedim hemen. "Çok daha sarhoş olduğumuz zamanlar bizi durduramamıştı."

Dudaklarını ıslattığında bu cümleyi duymayı benden beklemediğini anladım. Bakışlarımın odağı kaydı, onun belini kavramak için yanıp tutuştu ellerim fakat onun ifadesi arzu barındırmıyordu, sanki endişeliydi. "Ya yine aynısı olursa diye korkmuyor musun hiç?"

"Aynısı ne demek?" dedim kaşlarımı havaya kaldırırken.

"Sen Ankara'ya gelirsin, beni alt üst eder sonra basar gidersin hani. Sonra ben İstanbul'a gelir, aynısını sana yaparım. Birbirimizi mahvederiz ama aşk der geçer, aramızdaki mesafeler yüzünden bir adım öteye gidemeyiz."

"Mesafe yok." Kaşlarımı çattım. "Bu ev senin. Komşularından nefret ediyorum, dilediğin an yeni bir ev bakabiliriz tabii ama konumuz bu değil. Sen buradasın artık. Benimlesin."

"Mesafeden kastımın yollar olmadığının farkındasın bence."

Zamanında yediğim haltları yüzüme vuruyordu. Mesafeler benim tarafımdan konulurdu aramıza. Hiçbir zaman kolay birisi olmadığımı biliyordum, haklı olduğu için de sesimi çıkartmıyordum. Ağzımı açsam avukatım diliyle beni yerin dibine sokardı. Ben onunla girdiğim her laf dalaşında müebbet yerdim çünkü gözlerine bakarken kendimi savunmaya halim kalmazdı.

"Bana mı güvenmiyorsun?" Ondan bir adım uzaklaşıp kendime baktım. Kanımda dolaşan alkol sanki bir anda kalbimin çevresinde birikti ve orada bir sancı hissettim. "Sana kendini kullanılmış mı hissettiriyorum?" Yüzümdeki ifade tiksintiye dönüştü. "Bunu yapmam. Bunu hiç yapmadım. Böyle biri değilim."

"Ne diyorsun be sen?" dedi yüzünü buruşturarak. "Beynine gidecek kan başka taraflarına mı gidiyor? Böyle bir şey söyledim mi ben?"

"Ne o zaman?" diye sordum. "Ne durduruyor bizi?"

"Sana hep bu kadar yakın olmak istedim," derken bir adım attı bana doğru. Sonra bir başka adım ve en son yüzü yüzümün birkaç santim önündeydi. "Bu kadar yakın." Elini yüzüme uzattığında gözlerim emir almış gibi anında kapandı.

"Ben buraya sadece senin için gelmedim. Tek sebep sen değildin. Kariyerim için attığım bir adımdı ama şimdi, sanki bir tek sen varsın." Başımı biraz eğerek alnımı alnına yasladığımda daha sakin bir sesle devam etti konuşmaya. "Sana yakın olursam güvende hissederim sanmıştım ama sana yakınken kendime sınırlar çizme ihtiyacı hissediyorum. Çünkü Kaya, benim içine dahil olmadığım bir düzenin var senin. Bana ayıramayacak vakitlerin var ve benim sana gelemeyecek gecelerim. Sırf biz yolunda gidelim diye kalan her şeyi bir kenara atamayız. Bu beni korkutuyor."

"Benim sorunlarımı bırak ben çözeyim," dedim hızlıca. "Sana vakit ayırmanın bir yolunu bulurum, Bahar. Burnumun ucundasın ilk defa. Biz seneler sonra aynı şehrin içindeyiz ve sen gelip bana benden uzak durman gerektiğini mi söylüyorsun? Zaten uzaktın. Hep uzaktık. Siktir etsene işi gücü, biz yolunda gidersek gerisi zaten hallolur."

"Olur mu?" dedi şüpheli ama hevesli bir şekilde. Çenesini kavrayıp bana doğru kaldırdım.

Kırmızı çiçekli elbiseli, çorabının dizleri düşmekten sürekli yırtılan o kız çocuğu; yurdu birbirine katıp her seferinde kaçmanın bir yolunu bulan, gece olduğunda da başka gidecek yeri olmadığından geri dönen ve her seferinde sağlam dayak yiyen o erkek çocuğunun kaderiydi.

"Sen," dedim söylediklerim iyice kafasına girsin diye yavaşça konuşarak. "İstediğim tek şeysin. O zaman da böyleydi, şimdi de böyle."

İstediği şey ona güven vermem değildi. Bana zaten çok güveniyordu. Benden beklediği bunu boşa çıkarmayacağıma dair bir söz vermemdi. Çok konuşmazdım, Bahar konuşayım istiyordu. İçini rahatlatmama duyduğu bir ihtiyaçtı bu.

"Çok mu geç?" diye sordum emin olamayarak. Cevaptan korktuğum için sesim çaresiz çıktı. İki elimle yüzünü kavradım. "Çok mu geç her şey için? Yapamadım o zaman Bahar. Olamadım yanında. Şimdi çok mu geç? Hayatımdaki herhangi biri olmanı istemiyorum, bütün hayatım olmanı istiyorum. Bir şansı da mı hak etmiyorum?"

"Kaya," dedi yine. "Yalvarır gibi bakmasana gözlerime. Ben zaten hâlâ aynı şekilde bağlıyım sana. Sadece korkularımı konuşmak istemiştim ama bunun için doğru bir gece değil sanırım. Sen daha çok korkuyorsun benden."

"Oraya gitmeni istemiyorum," dedim. "Gideceksin biliyorum ama istemiyorum. Çok tehlikeli diye kafanı ütülemeyeceğim, sen neyin ne olduğunu az çok anladın ve buna rağmen bir seçim yaptın. Saygı duymaya çalışıyorum, Görkem'in planına sadık kalmaya çalışıyorum ama düşündükçe kafayı yiyecek gibi oluyorum."

Sessizce beni dinliyor oluşu bile rüya gibiydi. Bir telefona sarılmış halde değildim, parmaklarım tenine değiyordu. O gerçekten buradaydı. Gözlerinin içine bakıp konuşmak bile garipti. Birbirimize bu kadar alışkınken o mesafelere nasıl katlanabilmiştik hayret ediyordum. O yokken nasıl nefes alıyordum? Çok fazla soru vardı.

"Gözümün önünden ayırmam seni fırsatım olsa," diye devam ettim ondan ses çıkmayınca. "O kadar çok bekledim ki şu günleri. Sen buraya geldiğinden beri sürekli sırıtıyorum lan. Yağmur yağıyor, Bahar da mı ıslanıyor acaba diyorum. Başımızı yukarı çevirip aynı yıldızı görebiliyoruz diye mutlu oluyorum ben. Bunlar ne kadar büyük nimet benim için, farkında mısın? Acaba Ankara'da hava nasıldır diye düşünmüyorum da Bahar sıkı giyinmiştir İnşallah diyebiliyorum artık içimden. Sana vuran rüzgâr bana da vuruyor diye şükür namazı kılmadığım kalıyor. Ben seni ne kadar çok seviyorum sen biliyor musun?"

"Şu an sarhoşsun." Söylediklerime inanmadığı anlamına mı geliyordu bu? "Belki de ayık kafayla bunları bana söylediğin için pişman olacaksın."

"Ne?" dedim. "Sanki seni sevdiğimi bilmiyorsun. Bunu ilk kez söylemiyorum ki. Ne ilgisi var sarhoş olmamla?"

"Çok rahat konuşuyorsun," dedi hâlâ yüzü bir karış kadar uzağımdayken. "Belli bir promilin üzerindeyken beyanlarına itibar etmemi bekleyemezsin."

"Avukat hanımı bir süreliğine buradan uzaklaştırır mısın lütfen?" Baş parmağım elmacık kemiğinin altını okşarken yüzüne yerleşen huzur dolu ifade beni mutlu etti. "Yanımda hayaller kuran o kız çocuğu hâlâ oralarda bir yerde mi?"

"Tek bir soru soracağım. Cevaba göre cevabım değişebilir."

"Ne istersen."

Yüzündeki elimin bileğini kavradığında dokunuşunun beni sakinleştirmek için olduğunu anladım. "Aşabildin mi?" dedi. Konuyu anlayamadığımı fark ettiğinde, "Hayatıma başka birini almış oluşumu," diye devam etti bundan utanır gibi sesini alçaltarak. "Bunu içten içe atlatamadığının farkındayım." Bana sorduğu sorunun cevabını kendi kendine vermişti. "İmasını yaptığın şey ciddi bir ilişkiye başlamaksa benimle, geçmişimin bir sorun teşkil etmeyeceğini bilmem gerekiyor."

Elimi yüzünden çektim, bir adım geriye gittim ve ondan uzaklaştığım için kaşlarını kaldırarak baktı yüzüme. Koltuğa oturdum. Yanımdaki boşluğa vurarak gelmesi için bir davette bulundum. Adımları çekingendi. "Bu benim canımı çok yakmıştı," dedim dürüstçe. "Ben senden bir adım öteye gidemezken senin başka birini sevebiliyor oluşuna çok bozulmuştum."

"Sevemiyormuşum zaten," dedi çocuk gibi bir sesle. "Dönüp dolaşıp sana geliyorum baksana halime."

"Seni arayıp kafanı karıştırmasaydım belki devam ederdin hayatına."

Bunu başını iki yana sallayarak kesin bir şekilde reddetti. "Bunu dile getirmek kendimi çok kötü bir kadınmışım gibi hissettiriyor ama seni aklımdan atmayı onun elini tutarken de başarabilmiş değildim. Zaten çocuk sayılırdım daha. Kendime bir şeyleri ispatlamaya çalışıyordum ama yanıldığımı anladım."

"Bensiz yapamayacağını mı öğrendin?"

Güldü. "Bunu zaten biliyorduk ikimiz de," dedi anılarımız yüzünde çiçekler açtırırken. "Bana bok gibi davranırdın, ona rağmen yine gelip sana ağlanırdım ben. Aklımın hiçbir şeye ermediği yaşlardan beri böyleydi bu."

"Sana kötü davranmazdım," dedim. "Senin için saç örmeyi bile öğrenmiştim, çok ayıp ediyorsun."

"Tokalarımı çalıp beni ağlatıyormuşsun, kendin itiraf ettin daha az önce."

"Tokalarınla yaptığım pratikler geçen gün hayatımı kurtardı." Bunu söylemeyi hiç planlamamıştım. Alkol iyiden iyiye kanıma karışmış olmalıydı. "Seni hayatımın bu kısmına dahil etmek istemiyorum," dedim üstelemesine engel olmak için.

"Bütün hayatın olmamı istediğini söylemedin mi? Kendinle çelişip duruyorsun, bu şekilde ilerleyemeyiz."

"Ne şekilde ilerleriz?" diye sorduktan sonra göz kırptım. "Kestirme bir yol biliyorum aslında ben."

"Arsız," dedi sanki onun hiç bu taraklarda bezi yokmuş gibi.

"Bırak," diye karşılık verdim. "Bana şu an deli gibi yaklaşmak istediğini inkâr edebilir misin? Kendini frenlemeye çalışıyorsun sırf sarhoş olduğum için."

"Uzun zaman oldu," diyerek tenimi karıncalandırdı. Üzerindeki askılının açık bıraktığı gerdanına yerleştirdi elini ve parmak uçlarıyla boynun alt kısmını kaşıdı. Bütün odağımı oyun hamuru gibi şekillendiriyordu. O neyi konuşmak isterse onu konuşuyorduk, o ne yapmak istiyorsa onu yapıyorduk ve bu umurumda bile değildi. "Biraz özlemiş olabilirim belki."

"Sence seninle biraz ilgilensem o adamın avukatı olmaman için ikna edebilir miyim seni?"

"Anlamadım," derken bana doğru yaklaşmaya başladı Bahar. Önce elini aramızdaki boşluğa yaslamış, öne doğru eğilerek yüzümün dibine girmişti. "Beni bu şekilde kandırabileceğini mi sanıyorsun?" diye fısıldadı dudaklarıma dikerek gözlerini. "Sence benimle girdiğin herhangi bir iddiayı kazanma ihtimalin var mı senin?"

Elim beline gitmesin diye büyük bir savaş veriyorken madem kaybedeceğimi biliyordu, o halde kaybetmek istedim. Kolum belinin çevresine sarıldığında ne istediğimin gayet farkındaydı. Dizlerinin üzerinde doğrulduğunda başımı kaldırıp ona doğru baktım. Bir elini saçlarımın arasına attı, ardından durup bekledi. Avuç içim dizinin arkasını kavradı ve bedenini kucağıma çekmek için bir hamlede bulundum. Bana uyum sağlaması uzun sürmedi. İki dizini birbirinden ayırıp yüzünü benimkine hizalayarak kucağıma yerleşti. Elleriyle yüzümü kavradığında nefesimi tutmuştum.

"Söyle," dedi.

"Ne söyleyeyim?" dedim algılarım tamamen kapanmışken.

"Sorduğum sorunun cevabını."

"Sana karşı kazanma şansımın olmadığını mı duymak istiyorsun?" Ellerinin sıcaklığı tenimdeyken kelimeleri kullanmaya devam edebildiğim için bir alkışı hak ediyordum. "Hiç yok, Bahar. Hiç olmadı."

"Ve bana aşıksın."

"Aşığım." Bu kez kanımdaki illete şükrettim çünkü kolayca söyleyebilmemi sağlamıştı. "Hep aşıktım."

Siyah saçlarını omuzlarından geriye doğru ittirdiğimde o hâlâ gözlerimin içine bakıyordu. "Benden yine kaçmaya çalışacak mısın?"

"Bu sefer seni yanımda tutabilmek için her şeyi yapacağım," dedim. "Yemin ederim."

"Kız çocuğu da sana aşık, avukat da," dedi. Önce benden duymak istediklerini duymuş, sonra bana duymak istediğim cevabı vermeye geçmişti. "Yedim de, on yedim de, yirmi yedim de. Benim her yaşım aşık sana."

Başımı ona doğru yaklaştırdığımda dudaklarımı omzuna bastırdım. Ben bu kadının hasretinden ölmeden çok iyi dayanmıştım bu zamana dek.

"Buna hazırsan," dedi çenemi tutup gözlerime bakarak. "Seninle bir ilişki yürütmek istiyorum. Gerçek bir ilişki."

"Her şeye hazırım."

"Söylediklerini yarın sabah unutursan çok fena bozuşuruz bak."

Sağ elim belinin kavisine yerleşti, onu benimle tutmak içindi sanki bu. "Unutmam," dedim. "Söz veriyorum. Önüme şart diye ne koyarsan koy kabul edeceğim. Bu bir sözleşmeyse bütün kuralları sen belirle. Sen ne diyorsan o olsun."

"Sözleşme değil, uzlaşma," dedi o bilmiş tavrıyla. "Karşılıklı rıza söz konusu."

"Ne anlatıyorsun bilmiyorum ama seni öpmek istiyorum."

"Neyi bekliyorsun?" diye sordu kollarını boynuma sarmadan hemen önce. Kokusunu içime çektim. Burada bir evi vardı. Benim şehrimdeydi, benimleydi. Sikik komşularını bile şu an için boş vermiş durumdaydım. Bahar ve ben, birlikte olmayı deneyecektik. İkimiz de bunun için çabalamayı çoktan göze almıştık.

Ellerim kalçalarına kaydığında kucağımdaki yerini sabitledim ve dudaklarım, dudaklarının üzerine kapandı.

Hermes Deneb:

"Dizlerinin üzerine çök!"

Dizlerimin üzerine çöktüm. Üzerimde bir tişört yoktu. İçeri esen rüzgâr tenimi dövüyor, belimdeki bandajın üzerinden kan sızıyordu. Elinde tuttuğu bastonun ucunu tam olarak oraya bastırmıştı dakikalar boyunca. Altair, işte böyle sevgi dolu bir babaydı.

Kaybettiğim kan yüzünden gözlerim kararıyordu. Dünya dönüyor, nefesim ağırlaşıyor, dizlerimin de üzerine çökmüş olduğumdan belimdeki yara daha fazla sızlıyordu ama dik durdum. Başımı eğmedim önüme çünkü eğersem daha fazlasını yapacağını biliyordum.

"İşe yaramazın tekisin," dedi. Ezberlediğim cümlelerinden biriydi ama favorim değildi. "Öyle eziksin ki." İspanyolca birkaç küfür savurdu. Sanki bir golf topuna vurur gibi bütün gücüyle bastonuyla belimdeki bandajın üzerine vurduğunda acı her hücreme yayıldı. Dişlerimi sıktım. Yüzümdeki her bir kas seğirdi fakat ağzımdan tek bir ses bile çıkmadı.

"İşimi gücümü bırakıp senin arkanı toplamak zorunda kalıyorum sürekli! O zaman ne sike yarıyorsun lan sen?" Cevap vermek yasaktı. Bu, çok zor öğrendiğim bir kuraldı. Soruları cevap beklediği için sormazdı. Susmanı isterdi. Seni susturana kadar durmazdı. "Erkek olan Vega olsaydı bir saniye bile yaşatmazdım seni. Bunu biliyorsun değil mi? Biraz bile benzemeyi beceremedin ona. Bir de ikiz olacaksınız."

Benden nefret ediyordu.

Benden öyle çok nefret ediyordu ki bazen benim ona beslediğim nefret bile yanında küçücük kalıyordu. Onu tiksindiriyordum.

"Beni utandırdın," dedi. Bu cümle kurulduysa Vega ve Hermes birbirine sarılır, kalan gecelerde ölmek için dua ederlerdi. Yani, Hermes hâlâ yaratıcının onu kurtaracağına inanan o çocukken böyleydi bu. "Kendini de rezil ettin. İkinci basamağı hiçbir zaman hak etmedin. Sana bir çöp bile emanet edilmez!"

"Özür dilerim," dedim gözlerimi sımsıkı kapatarak. Annemin yüzünü düşündüm. Bana babamdan özür dilemeyi öğretmeye çalışıyordu. Sesini çıkarma, derdi hep. Alttan al, boyun eğ, sus oğlum. İsyan etme.

Onu dinlemiştim fakat sığamıyordum bana verilen kabuğa. Bir dönem, isyanım küçük bir piercingdi. Başka bir dönem liseyi yarıda bırakmayı denedim fakat zorla geri döndürüldüm okula. Biraz daha büyüdüğümde kaşımı çizdirdim, sonra asker gibi kısacık kesilen saçlarımı uzatıp dağıttım. Bir şekilde baş kaldırmayı deneyip durdum ve her defasında daha sert çakıldım yere.

Bir yıldızın adını almaya zorlandım, kendi adımı unutturana kadar vazgeçmedi bundan. Sırf ona uyalım diye, sırf onun yönettiği imparatorlukta istediği gibi kuklalar olalım diye yapmadığını bırakmadı.

Kulağının arkasındaki üçgen dövmesine bakarken içim tiksinti doluydu. Aynısı bende de vardı ve nefret ediyordum. Kendisini, beni ve Milat'ı bu şekilde birbirimize bağlamıştı. Yaz üçgeninin üç köşesiydik. Piramit'i oluşturan üç temel elemandık. Bir oyunun üç kuralıydık. Dövmeler, henüz birer çocukken kazınmıştı tenimize. Hâlâ canım o günkü kadar yanıyordu. Hâlâ ateş, kulağımın altında harlanıyordu.

"Küçük düşürdün kendini. Üstelik hâlâ bunun nasıl gerçekleştiğini bile anlatmadın bana. Sen benden bir şey saklayabileceğini mi sanıyorsun?"

Kız kardeşim celladıyla bir buluşma ayarlayabilsin diye baş etmek zorunda kaldığım tüm bu sorunlar karşısında durup düşündüm. Onu satabilirdim. Çok sevdiği Vega'sı yüzünden başımıza bunların geldiğini ona anlatabilirdim ama sustum. Annemi hatırladım ve sustum.

Altair, Cengiz ve Hasan'ın hikâyesine bir şekilde dahil olan mavi gözlü adamı biliyordu. O adamın peşimize düştüğünü, uyuşturucu baskınlarını organize ettiğini ve bizim için büyük tehlike arz ettiğini. Oteldeyken içimize sızıp beni herkesin önünde rezil edişi yüzünden bundan çok daha beter bir işkenceye maruz kalmıştım.

Azul oscuro diyordu ona. Ele geçirdiğimiz fotoğraflarında sürekli lacivert giyiyor olduğu için takmıştı bu adı. Onu istiyordu, canlı olarak. Sana bunu yapan adamı bul, senden daha beter hale getir, seni affedeceğim demişti. Yapmıştım. Bununla da sınırlı kalmamıştım üstelik. Elimde o adamın gerçek kimliği vardı.

Görkem Duman.

Altair bunu öğrendiğinde beni takdir etmişti fakat onu elimden kaçırışım yüzünden bana çok sinirliydi.

Ona polislerin peşimize düştüğünü, Vega'sını kurtarmak için oyuncaklarımdan vazgeçtiğimi anlatamamıştım.

Lir'deki fiyasko ise son nokta olmuştu onun için. Tüm üyeler, beni bir kazığın üzerinde otururken görmüşlerdi. İtibarım iki paralık edilmişti Görkem Duman tarafından. Yendiğimden daha sert yenilmiştim, bu kabul edilemezdi.

Altair, böyle bir rezilliği asla cezasız bırakmazdı.

Saç köklerimden kavrayıp başımı karşı duvara çevirmemi sağladı. Duvar, aynı kadının farklı görüntüleriyle kaplıydı. Kimisi otelin lobisindendi, kimisi yemek katından, kimisi Nova'nın içinden. Hiçbir şeyin detayına hakim değildi ama o duvarı bana kendisi hazırlatmıştı. O kadınla ilgili ne toplayabiliyorsan topla demişti. Ben de karşılaştığımız yerlerin üzerinden geçmiş, elimdekileri değerlendirmiştim.

"Mila," dedi.

"Mila," dedim.

"Bu kadın mı yaptı sana bunu yani?" Belimdeki yarayı bir kez daha dürttü. Saçlarımı daha sert çektiğinde başımı kendisinin oturması için odada duran sandalyeye sertçe çarptı. "Ufak tefek bir kadın mı bıçakladı seni?"

İşte şimdi cevap bekliyordu. Derin bir nefes aldım. "Evet efendim."

Başımı bir kez daha sandalyeye çarptığında gözlerim kararıyor, ışıklar bir yanıp bir sönüyordu. Durdu. İçine sesli bir nefes çekti ve deri eldivenleriyle birlikte önümde çömeldi, dizleri yere temas etmeden koluma uzandı. Kolumu sertçe kendine çekti. Kupkuru olan ağzımın içini yutkunarak ıslatmaya çalıştım. Bunu artık yapmak istemiyordum ama durdurmak için bir hamlede de bulunmuyordum. Tek istediğim Vega'nın burada olmasıydı. Vega'nın bunlara bir son vermesiydi. İkizimin beni kurtarmasıydı.

Damarımın içine şırıngayı saplayıp pistonu ittirdi. Parmak uçlarım uyuşacaktı birazdan. Ellerim tutmaz hale gelecek, yere devrilecek ve titremeye başlayacaktım ama en azından canımın acısı geçecekti. Her bir dozda acıya karşı duyarsızlaştırdığına inanıyordu beni. Halbuki her seferinde daha az bir şeyler hissetmemin sebebi bende öldürdüğü tarafımın bedenimi yavaş yavaş ele geçirmesiydi.

"Kısas, oğlum," dedi. O kelimeyi kullanmasından nefret ediyordum. Beni sahiplenmesinden nefret ediyordum. Aynı kanı taşımaktan nefret ediyordum. "Kısas istiyorum."

"Kısas," diye tekrarladım anladığımı belli etmek için. Başımı salladığımda bacaklarım titremeye başlamıştı. Direnmek zorundaydım. Dizlerimin üzerindeki pozisyonumu bir süre daha korumalıydım.

"Keşke Vega bir erkek olarak doğsaydı," dedi bunu yeterince dile getirmemiş gibi. "Kız olan sen olsaydın, seni ilk hatanda gebertebilirdim böylece. Sana bu kadar müsamaha göstermek zorunda kalmazdım."

"Haklısınız efendim."

"Can yak, Deneb," dedi. "Sana öğrettiğim şekilde. Kısas istiyorum, üç gün içinde. Aksi halde benim kısasım ikizinde aynı şekilde bir yaranın açılmasıyla olacak. Çünkü siz yarımsınız, yaraları birlikte alırsınız. Öyle değil mi oğlum?"

Terlemeye başlamıştım. Yara artık sızlamıyordu fakat etrafından soğuk soğuk terler akıyordu. Kanım durmuş muydu donmuş muydu bilmiyordum ama ruhum sanki bedenimden ayrılıyordu. "Öyle efendim."

"Sana bunu yapan kadın, senin tarafından bir kurşun yiyecek ve seni rezil eden adam, bedelini ödeyecek."

Cümleyi aynı şekilde tekrarlamam gerekiyordu. Yere yığılmadan önce yapmam gereken buydu. Karşımdaki fotoğraflarına baktım. Güzel yüzünün arkasındaki ölüm makinesini tahmin etmek zordu. Nedim'e yaptıklarını biliyordum ve bu o kadının fragmanı bile değildi. Göründüğünden daha güçlü biriydi. Ben ise o gücü sonuna dek tüketecek olan kişiydim.

"Bana bunu yapan kadın, benim tarafımdan bir kurşun yiyecek."

Kanıma karışan uyuşturucu yüzünden konuşurken dilim sürçüyordu fakat tamamlamalıydım. Bir hata yaparsam, cezasını Vega'ya çektirirdi. Keza onun hatalarının da sonuçlarına katlanan ben olurdum.

"Ve Görkem Duman," dedim yere devrilmeden hemen önce. "Bana yaptığının bedelini ödeyecek."

"Üç gün içinde."

"Üç gün içinde."

•⚓•

Yavaş akan olaylardan sonra kaossuz, sakin bir son bekliyorduysanız sizi hayal kırıklığına uğratmış olabilirim. Bunun için özür dilerim, genel. :)

Üçgenlerden kurtulamadığımız gibi bölüm de kendi içinde üçe ayrılıyordu. Yine oyunlar bi şeyler, bıkmayacağım hiç. Bir de unutmayın ki biz tek sayı sevmeyiz, on üç hariç.

Analiz, tamamen küçük detaylar üzerine kurgulanmış olduğu için size her şeyi zamanı geldikçe göstermek istiyorum. Örneğin Bahar ve Kaya'nın kendi arasında geçen konuşmayı ya da Kaya ve Görkem'in kavgadan sonra aralarının nasıl düzeldiğini anlatmayıp üstünkörü o sahneleri geçseydim benim için bir şeyler eksik kalmış olacaktı.

Her insan yan karakter okumayı sevmez fakat Analiz'de aslında herkes ana karakter. Vega ve Hermes bile. En azından benim gözümde böyle. Dolayısıyla da onlardan da bazen küçük kısımlar okuyorsunuz.

Altair de girmiş oldu hikâyeye bu vesileyle. Genel olarak bölüm hakkında ne düşündüğünüzü öğrenmek istiyorum.

Kapıdaki kaosların ayak seslerini işitiyor musunuz?

Bir kere gülümseyip öyle gidelim mi her şeye rağmen? En sevdiğim aktivitelerden biri son satıra gelip gülücüklerinizi kalplemek.

Teşekkürler ve iyi günler. 🧡

🪨🤝🔵

Yorumlar

  1. Hermesin babasının zorla o şeyi enjekte etme sahnesi beni aşırı yaraladı ve kötü hissettirdi. Midem, kanım düğüm düğüm oldu. Her okuduğumda aynı paragrafı resmen elim ayağım uyuştu. Bu şekilde Hermese embati besleyip, analizcilerin onu bu çukurdan bu adamdan kurtamsını istemem Görkemin çektiği acılara haksızlık ediyormuş gibi hissettiriyor. Ama bu pislik durumdan kurulmasını istiyorum yinede. Bak düşündükce kötü oluyorum. Gerçi o da görkeme zorla ağrı kesici enjekte etmişti ama o sahne bu sahne kadar etkilememişti çok saçma bu 😅😅

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Popüler Yayınlar

36. "Çatlaklar ve Kırıklar"

55. "Geri Sayım"

35. "Görülme İhtiyacı"