36. "Aile"
Bölüm Şarkıları:
Brent Morgan, Gonna Be Okay
Yüzyüzeyken Konuşuruz, Tutun Sen Bana
348, Bana Sen Lazımsın
Yıldız Tilbe, Arzular Arsız
🥂
Farklı rüzgârlarla aynı noktaya savrulanlar,
Hayatta kalmak için birbirlerine sarılırlar.
•☸️•
Görkem Duman:
Buradaydı, yanımda. O buradaydı ve her şey yolundaydı.
Sırtımda yakılmamış yer kalmaması da liderliğimi sorgulayıp durmaları da umurumda değildi. O benim yanımdaydı.
Başı göğsüme yaslıydı. Yaralar yatağa temas ediyor, kaşınıyordu fakat uyuyakaldığı andan beri onun rahatı bozulmasın diye hareket bile etmiyordum. Turuncu saçlar gövdeme yayılmıştı. Yanağının sıcaklığı kalbimin yanındaydı. Eli her zamanki gibi karnımın üzerindeydi. Derin uyuyordu, ben ise gözümü bile kırpmamıştım.
Çok güzeldi.
Her saniyesi, her zerresi kadar güzeldi.
Saçlarından bir tutama uzanıp parmağımın ucuna dolarken gülümsüyordum. Uykuya dalmadan önce göğüslerinin hizasına kadar çektiği yorgan dışında üzerinde hiçbir şey yoktu. Üşüdüğünü söylediğinde ona bir gömlek vermek istemiştim ama o beni ısıtıcı olarak kullanmayı tercih etmişti. Analizcilerin bu gece gelmeyeceğini bildiğimden yanımda kalması konusunda ısrarcı olmuştum ve o da diretmemişti.
Onu gereğinden fazla yormuş olmam muhtemeldi çünkü ona doyabilmek bir seçenek olmamıştı benim için. Daha fazlasındayken bile daha fazlasını istemiştim.
Burada mıyım diye kontrol eder gibi elini karnımdan göğsüme doğru sürterek çıkarttı uykusundayken. İnanamıyordum. Gerçek gelmiyordu. Uyansın ve inanmam için bunu bir kez daha tekrarlayalım istiyordum.
Çok aşıktım.
Aşk beni uyutmuyordu. Aşk bende akıl bırakmıyordu. Aşk beni göz göre göre tüketiyordu, kendimi her defasında bir kadına yenilmiş halde bulmama sebep oluyordu. Baş edemeyeceğim bu duyguyu nihayet kabullenmiştim. Yağmur'un benim ilacım, tek çarem olduğunu artık biliyordum.
Bana geri dönmüştü ve gitmeyeceğinin sözünü vermişti. Benim gibi birine onu kırıp dökmüş olmama rağmen bir şans daha tanımıştı.
Bunu mahvetmeyecektim. Bir daha arkasını dönmesine izin vermeyecektim. Hiçbir şey onu benden alamazdı, yeri burasıydı.
Bir gözünü yarı aralayıp yüzüme çevirdiğinde uyanık olduğumu gördü ve göğsüme yasladığı elini sağ gözünü ovalamak için kullandı. "Sevgilim," dedi yorgun sesiyle. Bana arka arkaya birkaç kez böyle hitap ederse hayatta kalma ihtimalim sıfırdı. "Daha çok erken değil mi?"
Hava hâlâ aydınlanmamıştı. "Çok erken," dedim alnına dudaklarımı bastırdıktan sonra. Kolumu etrafına sararak onu biraz daha kendime çektim. "Uyu sen."
"Olanları mı düşünüyorsun?"
Olanları düşündüğüm doğruydu ama aynı olanlardan bahsettiğimizi sanmıyordum.
"Seni düşünüyorum." Burnumun dibinde de olsa o vardı aklımın kıyısında. Bunu bilsin istiyordum. Ona verdiğim değeri görmeliydi. Hissettirmeliydim. Benim için öylesine biri olmamıştı hiçbir zaman.
Ben ondan hiçbir zaman vazgeçmek istememiştim.
İki elini göğüs kafesimin üstünde birleştirip çenesini de ellerine yaslayarak bal gözlerini gözlerime dikti. "Ne düşünüyorsun benimle ilgili?"
Cilveli sesi, duyduğum en güzel melodiydi.
"Beni öptüğün anı." Yalan sayılmazdı. "Bütün ipleri nasıl kopardığını, köprüleri nasıl yaktığını, tek çıkışın sen olduğunu bana nasıl gösterdiğini ve benim antin kuntin hislerimi nihayet kabullendiğimi."
Dudaklarına asılan gülümsemesi göz kamaştırıcıydı. Parmaklarımı saçlarının arasından geçirip sırtına ulaştım ve o bana bakarken küçük dokunuşlar bırakmaya başladım kürek kemiğinin etrafına. "Biliyor musun," dedi. "Kendimi hiç bu kadar özel hissetmemiştim."
Kaşlarımı çatma sebebim neyden bahsettiğini anlayamamamdan kaynaklanıyordu. Gözlerini kaçırdığında utangaç bir tebessüm gördüm güzel yüzünde. Şaşırdım çünkü onun utancına şahit olmak sık rastladığım bir durum değildi. "Senin için ilkti," dediğinde kanım sanki zonklayarak vurmaya başladı damarlarımın duvarlarına. Ne zaman düşünsem o anı böyle hissedecektim. "Ama çok temkinliydin benim için. Çok fazla önemsedin, ilkimizin bir keşif olacağını söylemiştin ve gerçekten yaptın bunu. O kadar dikkatli davrandın ki oturup ağlayacağımı sandım gösterdiğin değer yüzünden."
Duygusallığıyla karşılaşmayı beklemiyordum. Açıkçası, söylediklerinin bir kısmını bilerek yaptığımı bile sanmıyordum. "Seni çok seviyorum." Bunu dile getirmenin aslında ne kadar önemli olduğunu o öğretmişti bana. "Ve küçük bir itiraf, yanlış bir şey yapacağım diye çok korktum Yağmur." Bir kahkaha attığında çıkarttığı ses doğrudan kalbime ulaştı ve yerinden çıkacağını sandım. "Benim için en önemli şey iyi hissetmeni sağlamaktı."
Sebeplerinden bahsetmemize gerek yoktu. Öyle bir geçmişten sonra korkuları olmasını anlıyordum, bunların benimle hiçbir ilgisi olmadığının da farkındaydım. Kendini rahat hissetmesi için elimden geleni yapmıştım ve karşılığında bana bir teşekkür konuşması yapmasına gerek yoktu. Bu zaten olması gerekendi.
"Kesinlikle iyi hissettim." Bana muzipçe göz kırptığında daha derin nefesler almak zorunda kaldım ve hâlâ göğsümde yatıyor olduğundan bunu fark edip daha çok gülümsedi. "Bana ne zaman araba sürmeyi öğreteceksin?" Konu geçişi karşısında şaşkınlıkla ona baktım ama o devam etti konuşmaya. "Aa aklıma ne geldi, tişörtüne eşek bastırmaya birlikte gitseydik dönüşünde bana ekler alacağını söylemiştin. Bana ekler borcun var. Bensiz gittin diye bunu yok sayamayız. Söz ağızdan bir kere çıkar."
Tatlı tatlı konuşuyordu. Çenesi açılmıştı. Yalnızca bir saat otuz yedi dakikadır uyuyordu ama uykudan alabileceği tüm verimi almış gibiydi.
Bir saat otuz yedi dakika. 97 saniye için 97 dakika uyumuştu göğsümde. Tesadüftü. Değildi. Kader diyecektim. Onu ilk gördüğüm anda nasıl ki her şey 13'se, bugün göğsümde uyuduğu dakika sayısının benim yakıldığım saniye sayısına denk olması bile hayatın bana oynadığı oyunun bir parçasıydı.
"Sen yüzme biliyorsun, değil mi?" diye sordu alakasızca. Parmaklarını köprücük kemiğim boyunca kaydırıyordu, bu yüzden göz temasımız kesilmişti. Aynı hareketi tekrarlarken, "Havalar ısındığında denize gidelim mi?" dedi. "Belki hep beraber bir tekne tatili. Sen dümene geçersin." Başını iki yana sallayıp güldü. "Belki de sadece ikimiz, birkaç günlüğüne küçücük bir kaçamak. Yapar mıyız ki ileride?"
Yanında kaldığım ilk gece bana gelecekle ilgili hayal kuramadığını söyleyip ağlamıştı. Araba sürmeyi öğretmek ise ona vaat ettiğim ilk şeydi, sonra başka şeyler de sıralamış ve ona zorla hayaller kurdurtmaya çalışmıştım. Çabamın karşılığını böyle bir günde, böyle bir anda alıyordum. Bana o ışıltılı gülümsemeyi yolluyor, sanki sarhoşmuş gibi cümlelerin varacağı yerleri bile bilmeden sadece konuşuyordu.
Bir şeyler söyleyebilmek için ağzımı açacaktım ama parmakları boynumdan dudaklarıma çıktı. "Bir keresinde sizin çok uzun zamandır ben hiç oynamadığınızı söylemiştin. Ben de oynamak istiyorum. Bana öğretir misin onu da? Böylece hep birlikte oynayabiliriz bir gece." Tırnaklarını tek tek göğsüme vuruyor, düşünceleri akıp giderken tenimle oyun oynuyordu. "Bu arada beni bir yemeğe bile çıkartmadın hiç. İkimiz iş dışında sürekli evdeyiz, dışarıda birlikte zaman geçirmeliyiz bence biraz."
Ses tonuna da düşünmeden konuşmasına da bayılmıştım ve bu halini sık sık görmek istiyordum bu yüzden de mecburen sık sık sevişmek zorunda kalacaktık. Yeni tanıştığım bu uysal Yağmur, bir tek böyle zamanlarda kendini gösteriyor olmalıydı.
Uzanıp onu öptüğümde hipnoz olmuş gibi yarı aralık kaldı dudakları ve gözleri kocaman oldu. Sussun istemiyordum ama dayanamamıştım. Aralık dudaklarının arasına bir kez daha yerleştim ve az öncekinden daha uzun bir süre öptüm onu kaç saniye olduğunu bilmesem de.
Elimi belinin çukuruna kadar kaydırdım. "Ne istersen," dedim o gözlerini zorlukla açarken. "Ne istersen güzelim. Sen söyle, ben yapayım. Bundan sonra böyle."
"Ne istersem mi?"
"Aynen öyle."
"O zaman kendinden nefret etme." Öyle bir kadındı ki ne zaman ne söyleyeceğini tahmin etmek mümkün olmuyordu. Afallayışımla birlikte omuzlarım gerginleşti. Bir dirseğini yatağa bastırarak doğruldu ve diğer elinin parmakları çenemdeki yara izine dokundu. Gözlerimi sıkıca kapattım. "Lütfen." Sesi titrerken parmakları dudağımın kenarından boynuma doğru pürüzlü tenimi takip etti.
"Yapmasan olur mu? Bunlardan bahsetmek istemiyorum."
"Kendinden nefret etmene izin vermeyeceğim." Yemin ediyor gibiydi. Öyle kararlı söylemişti ki benim hiçleriyle çoklarını değiştireceğimi söylediğim zamana götürmüştü beni sesi. "Bunu hak etmiyorsun."
Bileğine uzanıp çeneme dokunmasını engelledim. Gözlerine acıma duygusu yerleşti, ağlamak üzereymiş gibi burnunun etrafı kırıştı. "Kötü görünüyor, değil mi?" diye sordum güçsüz bir sesle. "Sakalların yüzüme yakıştığını söylemiştin. Artık sakal bile çıkmayacak o noktada."
Gözleri doldu. "Olsun," dedi hızlıca. Yeniden dokundu yanığa. "Demek ki en rahat burasını öpebileceğim."
Çabası yüzümü güldürdü fakat bu birkaç saniye kadar sürdü. Ardından kaşlarımı çattım. "Sakallarım yüzümü rahatça öpmeni engelliyor mu?"
Buruk bir şekilde gülümsedi. Halbuki bu çok ciddi bir soruydu. "Yüzünü mü çiziyor?" diye sordum aynı ciddi ifadeyle. "Bunu fark etmemiştim. Beni bu yüzden mi çok sık öpmüyorsun?"
"Seni çok sık öpmek istiyorum aslında." İtirafı kalbime yapılmış bir suikast girişimiydi. "Özellikle çok sinirli olduğun zamanlarda. Kaşlarını çattığında, kasların gerildiğinde, sık sık soluduğunda..." Aklı başından gitmiş gibi gülümsedi. "Saçma ama öfkeliyken seni çekici buluyorum."
"Başka?" diye sordum ağzına geleni düşünmeden söyleyen bu halini fırsat bilerek. "Başka ne zaman çekici buluyorsun beni?"
"Soru çözerken yanına geldiğim günü hatırlıyor musun?" dedi. O gece benim yatağımda birlikte uyumuştuk, tabii ki hatırlıyordum. "Çözdüğün soruyu yarım bırakıp beni dinlemeye başlamıştın. Bu da çok etkileyiciydi. Bir gün soru çözerken sana eşlik etmek istiyorum. Seni bir şeylere odaklanmışken izlemek hoşuma gidiyor."
"Edersin," dedim. Sanırım dünyanın en mutlu adamı bendim. Sevdiğim kadın bana dokunurken benimle ilgili hayaller kuruyordu. "Her soruyu doğru cevapladığımda bana bir ödül vereceksen neden olmasın?"
"Ben varken her soruyu doğru cevaplayabilir misin ki?" Bir göz süzüşle aklımı başımdan aldı. "Kumarda da çok iddialıydın ama yanlış kartı atmıştın."
"Ama o zaman kucağımdaydın," diyerek önemli bir noktaya dikkat çekmek istedim.
"E sen soru çözerken de kucağında olacağım."
Bu detaydan yeni haberim oluyordu. Elini göğsüm boyunca sürterek aşağı indirdiğinde karnımı da es geçti ve kasıklarımda atan damara dokundu. "Beni öldürmek mi istiyorsun?" diye sordum her bir parçam onun için sertleşirken. "Canıma kastın olduğunu düşünmeye başlayacağım."
Dudaklarını büzdü. O güzel dudaklarını düşünür gibi yaparak büzdü ve harfleri uzatarak "Bilmem, belki," dedi benimle dalga geçer gibi.
Kafamı dağıtmak istediğini fark ettim. Rahatsız olduğum konuyu değiştirmişti böyle davranarak. Bunu sürdürecekti ama bir anlığına rol yapamadı, yüzündeki maske yere düştü ve endişeli bakışlarını üzerime dikti. "Neden hiç uyumadın Görkem?"
Çünkü gözlerimi kapattığımda yanan bir şömineyi görüyordum. Çünkü odamın tavanında zincirler olmadığı halde ne zaman uyku beni esir almaya kalksa bileklerime kelepçeler geçirilmiş gibi hissediyordum. Çünkü aldığım nefes göğsümü tıkıyordu ve kendimi yüksek bir binadan yere çakılır gibi sıçrayarak gözlerimi açarken buluyordum.
Çünkü görev için izlediğim filmlerin birinde kadının adama geri döndüğünü sanmıştım, o gece birlikte olmuşlardı fakat ertesi gün adam başucunda bir veda mektubu bulmuştu. Bunun gibi bir şey yaşamayacağımdan emin olmam gerekiyordu. Hâlâ gözümü kapattığımda kaybolacak gibi geliyordu. Onu benden almaya çalışmışlardı, ben bununla nasıl yaşayacağımı çözemiyordum.
Uyumayı günlerdir deniyordum fakat birkaç dakikalık sızıntılar dışında istesem de başaramıyordum.
"Seni izlemek istedim," dedim gülümseyerek. "Çillerini sayıyordum."
Onu kandırmayı başaramadım. "Canın mı yanıyor?" Bana gözleriyle itiraf edebileceğimi söylüyordu, acımın normal olduğunu. Benim de canımın yanabileceğini bana kabul ettirmeye çalışıyordu. "Sırtını çizdim yanlışlıkla, bu yüzden daha fazla acıyor olabilir. Yapmamaya çalıştım ama kendime hakim olamadım."
Parmaklarımı saçlarına götürerek "Canımı yakmadın," dedim. "Saçmalama Yağmur, istediğin kadar yapabilirsin bunu. Her istediğinde yapabilirsin." Göz kırptığımda parmak uçlarıyla dudaklarıma vurdu utanır gibi. Beni bu hale getirmekten hiç utanmıyordu halbuki.
Parmakları bu kez omzumdan koluma doğru dokunuşlar bırakarak inmeye başladı. Üzerindeki tek şey bileğindeki lacivert ipti ve bu beni her saniye daha fazla delirtmeye başlamıştı. Konuşmalara ya da başka şeylere değil, ona odaklanmak istiyordum. "Diğerleri geldi mi?" diye sorduğunda başımı iki yana salladım. "Peki söylemeyi düşünüyor musun?"
"Seviştiğimizi mi?" Yüzümü gördükleri an bunu anlayacaklardı zaten ama Yağmur yine de söylediğim onu utandırmış gibi bakışlarını kaçırıp güldü.
"Hayır, bundan bahsetmiyorum. Yani, karşı olduklarını biliyorsun. Gerçi buraya gelmem için beni ikna eden de onlardı ama yine de ilişkimizi destekleyeceklerinden şüpheliyim. Yarın yeniden her şeyin benim suçum olduğunu duymak istemiyorum herhangi birinden."
"Çok ağırdı bu," dedim kaşlarım çatılırken. "Bendeki değişimlerin sebebinin sana yorulmasıyla kıyaslanamaz bile. Bunu duymayı hiç hak etmedin." Necip Amir'i karşıma aldığımı biliyordum. İsmimi düşmanımın eline verdiğim an bunu yapmıştım zaten. Haklı oldukları tek konu, eğer mevzu Asya'ysa benim sınırlarımın olmayacağıydı. Artık bu da umurumda değildi çünkü o benim yanımda değilken hiçbir şey iyiye gitmiyordu. O yokken ben diye bir şeyin olmadığını hepsi kendi gözleriyle görmüşlerdi.
"Biliyorum," dedi. "Alıştım sanırım." Omuzlarını kaldırıp indirdiğinde belindeki elimle dokunduğum yerlere küçük daireler çizmeye başladım. "Zaten senden de hata yapmana sebep olduğumu duyduktan sonra herkesten her şeyi beklemem gerektiğini hatırlamış oldum. Size karşı borçlu hissetmesem ben bu evin önünden bile bir daha geçmezdim Görkem, bunun farkındasın değil mi?"
Kafasına koyarsa dönmemek üzere gidebileceğini biliyordum ama o, gidişinin beni nasıl etkilediğini bilmiyordu.
Sesindeki kırgınlığın altı tehditlerle döşeliydi. Açık açık söylemese de kendime gelmem için bana bir mesaj veriyordu. Beni her an onun ellerimden kayıp gidebileceği korkusuyla yaşamaya davet ediyordu. Sessizliğim uzadığında konuşmadıklarımızın omuzlarına nasıl yük yaptığını anladım çünkü o, bir kez olsun anlaşılmak istiyordu benim tarafımdan.
"Buradan çıktığımda nereye gideceğimi bilemedim," dedi daha alçak, daha sakin bir sesle. "Üzülsem, sıkılsam, uyuyamasam veya nefes alamadığımı ne zaman hissetsem senin yanına geliyordum. Sana çıkan yollarımı tıkadın. Beni kovmadın ama sen beni evsiz bıraktın Görkem."
Ettiği her sitemde ne kadar haklı olduğunu biliyordum ve özür dilemekten başka bir şey yapamıyordum. Kendimi açıklayabilmek için çabalayacaktım. Derin bir nefes alıp biraz sessiz kaldım. Gözlerinde terk edilmişlik vardı. Görünen onun beni terk ettiğiydi ama o, benim kendisinden vazgeçtiğimi düşündüğü için gitmişti.
"Yağmur," dedim anlaması için yalvarır gözlerle ona bakarak. "Ben sürekli kazanmaya alışkındım." Gözlerini gözlerime dikti, dudaklarını birbirine bastırdı ve dinlemeye hazır olduğunu belirtti. "Başımıza ne gelirse gelsin ben hep hallederdim. Biri batırsa bile toparlardım. Arda Eylül yüzünden hiç hata yapmadı mı sanıyorsun? Ortalığı temizlemek benim görevim, kimse de durup hata yapana yüklenmez çünkü biz birbirimize koşullar ne olursa olsun sahip çıkarız. Ama bu kez ben öyle bir kaybettim ki, kimse bir şey yapamadı. Her şeyi berbat eden benim tökezlememdi zaten. Ne onlar alışık benim yenilmelerime ne de ben kendi hatamı telafi etmeyi biliyorum çünkü kusursuz yaptım her şeyi bugüne dek, başkalarını kolladım ama hiçbir zaman kendim için buna ihtiyaç duymadım. Attığı her adımı en az yüz kez düşünen bir adam o adımı attıktan sonra dönüp arkasına bakmaz."
"Kendini yalnız bırakmak istemenin sebebi bir cezayı hak ettiğini düşünmen miydi?" diye sordu yumuşak bir sesle. Suçlama yoktu bakışlarında. Ondan vazgeçecek olduğumu bile biliyordu ama beni hiç suçlamıyordu. Gerçi bulunduğum konumun hakkını veremediğimi söylemişti benden gitmeden önce. O cümlenin doğru olduğunu biliyordum ama ondan duymak yine de canımı yakmıştı. Benim aşamadığım, aşamayacağım çok şey vardı.
"Kendimi yalnız bırakmak istemedim aslında." Yanağını göğsüme yatırdığında parmaklarım sırtını takip ederek saçlarının hizasına kadar çıktı. Dokunduğum her tutamı yavaşça okşamaya başladım. "Ben hiç oradaki kadar çaresiz kalmamıştım. Ben daha önce hiç bu kadar kaybetmemiştim. Hermes ve Vega beni yendi, Yağmur. Oradan kurtulmamız bir şeyi değiştirmiyor. Beni kalbimle tehdit ettiler, bunu düşünmeden yapamıyorum. Sana benim önümde silah çevirdiler, hem de birden çok kez ve ben o silahların birinin bile geçemedim önüne. Bunun ne demek olduğunu biliyor musun? Benim orada kaç kere öldüğümü biliyor musun?"
"Sakin ol," dediğinde saçlarıma uzandı ve yavaşça geriye doğru yatırdı. Terliydim. Soğuk soğuk terletiyordu beni o depoda yaşananları düşünmek. "Görkem." Yatıştırıcı sesiyle adımı söyledi fakat ben bir şöminenin alevini görüyordum bu sırada. Kulaklarımda kendi çığlıklarım vardı, öyle bir sesin bana ait olabileceğini bile bilmiyordum o güne kadar. Canım hiç o kadar acımamıştı. Yeniden adımı söyledi ve çenemi kavradı, bu kez endişeliydi gözleri.
"Böyle olsun istemedim." Gözlerim doldu. Duvarlar tarafından kafeslenmiştim. Tavan üzerime geliyordu. "Yemin ederim ki ben böyle olsun istememiştim."
"Biliyorum." Yüzümü iki elinin arasına aldı. "Biliyorum sevgilim. Senin tek yaptığın Can'ı yalnız bırakmamaktı."
"Onun bir suçu yok," dedim. "Onu durdurmayan bendim. Bizi oraya götüren de bizi o duruma düşüren de bendim. Bunu kabul etmeye çalışıyordum. Yaptığım hatalarla yüzleşmeyi deniyordum. Bahanelerin arkasına sığınıp kendimi acındırmak istemiyorum Yağmur ama sen yanıma geldiğinde yemin ederim kendimde değildim. Bu enkazın sorumluluğunu almaya çalışıyordum ama kendimden kaçmak isterken bunu yapabilmek çok zordu. Sonra sen de gittin. Her şey daha kötü olamaz sanıyordum ama olabiliyormuş. Dibin sınırı yokmuş, battıkça batıyormuşsun. Seni geri kazanmayı tabii ki istiyordum, sadece bir yolu olduğuna inanmıyordum çünkü ileri gitmiştim, yanlış anlaşılmıştım, eğer kendin istemezsen bana dönmeni sağlayamayacağımı da biliyordum. Ben son bir haftada yaşadığım çaresizliği hiçbir zaman yaşamadım. Elim kolum günlerdir o zincirlerle bağlı benim."
"Seni pişman bulmayı bekliyordum," dedi açıkça. "Ama o tükenmişlik çok fazlaydı. Bunu hak etmiyorsun. Hiçbir zaman etmedin."
Parmaklarımı sırtında artık yerini ezbere bildiğim çillerin üzerinde dolaştırmaya başladım. "Özür dilerim," dedim birkaç gün içinde bininci kez. "Özür dilerim bebeğim."
"Sorun değil diyeceğimi biliyorsun."
"Bana bir daha sorun değil deme." Kalbimin korkuyla kasılmasına engel olamıyordum. Gözlerini kırpıştırıp yüzüme bakışı, elleri titrerken öleceğini kabullenip teslim oluşu geliyordu aklıma. "Çünkü sorun. O zaman da sorundu, şimdi de sorun."
"Hiçbirimiz senin yaşadığını yaşamadık, Görkem." Beni ikna etmeyi her şeyden çok istiyordu. Her şeye rağmen gözlerimin içine güvenle bakıyordu. Yağmur, tüm hatalarıma rağmen hâlâ bana saygı duyuyordu. Onun kalbini paramparça etmiş olsam bile buradaydı, benimleydi. "Hiçbirimiz orada acıdan bayılmadık çünkü buna izin vermedin. Hiçbirimiz yakılmadık çünkü buna engel oldun. Necip Amir'in sana ne söylediği umurumda değil, ben oradaydım ve benim için ne yaptığını gördüm. Adını keyfinden vermedin. Verdin çünkü bir iz daha taşımamı istemedin. Benim için yaptın."
"Yapmamalıydım." İçim içimi yiyordu. Yine aynı yere dönmüştük. Ben buradan bir adım ilerisine gidemiyordum.
"Yerinde Necip Amir olsaydı ve benim yerimdeki kişi sen olsaydın, inan bana senin yaptığının aynısını o da yapardı."
Doğrudan yapmazdı diyecektim fakat Yağmur'un anlattığı durumun hayalini kurdu zihnim. Benim orada çektiğim acıyı çekmiş olsaydı, aynı acı başıma gelmesin diye bunu göze alabilirdi. Çünkü o, tek bir saniyede verilen karardı. Sırtımdaki derinin buruşup büzüştüğünü, Hermes bastırdıkça çubuğa yapıştığını saniye saniye hissederken orada öleceğimi sanıyordum. Aynı alevin Yağmur'a değmemesi için o an her şeyi yapacak haldeydim. Şimdi düşündüğümde, kimliğimi açık etmenin ne kadar delice bir risk olduğunu görebiliyordum ama o an, düşünmeye zamanım bile yoktu.
"Aranızı düzeltmelisiniz," diyerek ne kadar sürprizlerle dolu olduğunu bana bir kez daha hatırlattı. Çünkü bahsettiği adam, ona her şeyin suçlusu olduğunu söylemişti. "Onu hayal kırıklığına uğratmak, kendine olan güvenini de yerle bir etmiş Görkem. Bu depresyon sürecini minimum hasarla atlatabilmen için onun desteğine ihtiyacın var."
"Karşısına geçip af dilemeye yüzüm yok 13." Gözlerini kapatıp açtığında buna gerek olmadığını söylüyordu sanki. Af dilenecek bir şey yapmadığımı düşünüyordu fakat yanılıyordu. "Ailemi korumak için canını dişine takıyor ve yeri değildi ama benim hakkımda söylediklerinde haklıydı."
"Sen de aileni korumak için canına dişine taktın," dedi. Bahsettiği kendisiydi. Kocaman gülümsedim çünkü ailem olduğunu biliyorsa, bunu kabul ediyorsa ve bana böyle bakıyorsa elimden yalnızca gülümsemek gelirdi. "Her zaman başıma gelenleri basite indirgemeye çalıştığımı söylerdin, şimdi aynısını sen yapıyorsun. Orada ne olup bittiğini siktir et Görkem, çıktığımızda herkesten çok sen yara almıştın ve bir tanesine daha izin vermeyeceğim. Kendi kendini yaralamaya çalışsan bile durduracağım seni."
Verecek bir cevabım da kendimi savunacak halim de yoktu. Haklı olduğunu düşünmüyordum, hisleri aklının önüne geçiyor ve beni kafasının içinde aklayacak şeyler buluyordu fakat bu olay, ne olursa olsun benim en büyük hatam olarak kalacaktı. Yine de uzanıp saçlarını öptüm, çabası teşekkürlerin hepsini hak ediyordu.
Anladı beni. Anladığını gözlerinde gördüm. Konuyu uzatmak istemediğinde yeniden dirseklerinin üzerinde doğruldu ve "Duş alacağım," dedi yüzüme bakarak. Gülümsedim çünkü teklif bekliyordu. Gülümsedim çünkü beni deniyordu.
"Su faturasını ben ödüyorum," dediğimde Yağmur, kahkaha atarken başını göğsüme gömdü. Saçlarını kavrayıp kafasını bana doğru kaldırdım ve gülmeye devam ederken izledim onu. "Bu ciddi bir mesele. Tasarruf önemli, yoksa cebimden gidiyor."
"Ben de gelebilir miyim diye sorsan ölür müydün?"
"Su kaynaklarının bu kadar hızlı tükendiği bir dünyada kıtlıkta payın olsun istiyorsan gelmeyeyim."
Dudakları yukarı doğru kıvrıldığında aşkın ne demek olduğunu bakışlarında gördüm. Beni seviyordu. Beni sevdiğini iliklerime kadar hissettiriyordu. "İstemem tabii." Sırtındaki yorganı eliyle ileriye doğru ittirdi. Ayağa kalkarsa karşımda çıplak kalacaktı, bu yüzden ondan önce yataktan çıkmaya yeltenmedim ve bekledim.
Üzerimden atlayarak yere indi. Gözlerim sırtına dağılan saçlarından başlayıp kalçalarına kadar bir yol çizdiğinde gülümsediğinin de onu izlememe izin verdiğinin de farkındaydım. Yerde duran eşek baskılı tişörtümü alıp üzerine geçirdi. Saçlarını tişörtün içinden çıkartmadı, altına başka bir şey geçirmedi. Arkasını dönüp beni bekledi.
Yersiz, gereksiz bir his, göğsümü sıkıştırarak yerini belli ettiğinde sanki kemiklerim bir mengene tarafından sıkıştırılıyordu. "Sen suyu ayarla," dedim sesimi normal tutmaya çalışarak. "Havluları alıp geliyorum." Fark ettirmemeyi başarmış olmalıydım. Beni geride bırakarak odamızdan çıktı.
O buradaydı. Her şey yolundaydı. Onu kaybetmeyecektim. Seçim yapmamıştım. Kaya bir çaresini bulmuştu. Düzelmem gerekiyordu. Kalbim bu kadar hızlanmamalı, başım bu kadar dönmemeliydi. Mideme yumruk indiriliyordu sanki arka arkaya, gözlerimi diktiğim tavan üstüme geliyordu. Bunu ilk kez yaşadığımda bedenimi Analizcilerin yanına zar zor taşımıştım. Panik ataktı. Her şeyin yolunda olduğu bir anda uğramayacağına inandırmıştım kendimi. Korkumu böyle dindirmeye çalışmıştım. Yağmur döndüğünde geçecek demiştim. Geçmek zorundaydı.
Yattığım yerden kalkıp ellerimi saçlarımın arasına geçirdim. Odanın penceresini açtım, üstsüz olduğum için bedenime çarpan hava beni üşüttü. Göğüs kafesim hızlı hızlı şişip inerken masamın çekmecesini kendime doğru çekip üstteki defteri kaldırdım ve altındaki ilaç kutusuna sanki ölmemem için tek yol oymuş gibi sarıldım.
Ölüm anksiyetesi, dediğini hatırladım Can'ın sesinin. Öleceğim falan yoktu, sadece kaygıydı. Bunu geçirmenin bir yolunu bulmam gerekiyordu. Benim en yakın zamanda Çağdaş Hoca'ya gitmem gerekiyordu. Bu işi uzamadan çözmenin bir yolunu bulmak zorundaydım.
İlaç kutusunu titreyen parmaklarımla açmaya çalışırken bileklerimde zincirlerin bıraktığı izler geldi gözümün önüne. Sırtım yeniden yanmaya başladı. Acı çoktu, acı geçmiyordu. Dile getirmemem canımın hâlâ yanmadığı anlamına gelmiyordu. Aynada o korkunç görünen sırtıma kaç kez baktığımı bir ben biliyordum, her yara o kadar iğrençti ki bu beni kusturmuştu.
"Görkem?" diye seslendi banyodan Yağmur. Hapları kutudan çıkartmaya çalışan parmaklarım duraksadı. Dakikalar önce bana geleceğe dair planlarını anlatırken dinlemiştim onu. Düşlediği geleceği bağımlı bir adamın mahvetmesine izin vermemeliydim. Kendimi de takıntılarımı da kontrol altına almanın bir yolunu bulmam gerekiyordu. Ayrıca onu ne olursa olsun bir daha kaybetmeyecektim. Bu yüzden ona karşı dürüst olmalıydım.
"Görkem?" dedi bu kez daha yüksek bir sesle. İlaç kutusunu çekmeceye geri bırakıp derin nefesler alırken gözlerimin önüne en son çözdüğüm integral sorusunu getirdim, Nova'ya gittiğimiz günden öncesiydi. Çözüm yolundaki basamaklarımı hatırlayarak dolabımda duran bornozu aldım ve odamdan çıkıp banyoya yöneldiğimde sayılarla meşgul ettiğim aklımı Can'ın bana öğrettiği yöntemle dağıtmayı başarmıştım.
İçeriden buhar yükseliyordu fakat Yağmur kabinin içinde değildi. Lavabonun önünde duruyordu, gözlerini tam karşısına dikmişti.
Lavabonun aynası o yokken benim tarafımdan bir kez daha kırılmıştı ve Kaya geçen gün o aynayı yenilemekle kalmamış, onu bir perdeyle örtmüştü. Tıpkı camlarımızın önündekiler gibi, kornişli küçük bir perde düzeneği kurmuştu üst dolabın rafına.
"Bu nereden çıktı?" diye sordu hayretle. Rahatlamış göründüğünü söyleyebilirdim. Karşılaştığı manzara hoşuna gitmişti.
O, lacivert kumaş perdeye dikmişken gözlerini ben arkasına geçtim ve beline sarılıp çenemi sol omzuna yasladım. "Artık ben de sevmiyorum aynaları."
Sırtını tamamen göğsüme yasladığında beline dolanan ellerimin üzerine kendi ellerini yerleştirdi. İç çeker gibi bir ses çıkarttı, ağlamak ister gibi. "Bunu yapma," dediğinde bana yalvarmak üzereydi. "Görkem, bunu yaşamanı istemiyorum." Başını bana doğru çevirdiğinde bu ona yeterli gelmedi, tamamen bana doğru döndü ve yüzümü kavradı elleriyle. "Kendinden nefret etmenin ne demek olduğunu ben biliyorum. Yara izlerinden nefret etmeyi biliyorum. Bana geldiğimden beri sırtını göstermemeye çalıştığını da fark ediyorum ama lütfen..."
Kalanı yoktu. Omuzdaki yara bir tişörtle ya da üzerine çizilen bir dövmeyle gizlenirdi insanlardan ama çenemdekini gizlememin tek yolu kendimi sonsuza dek odama kapatmamdı. "O gece..." dedim kavga ettiğimiz zamanı hatırlatarak. "Yaralara bakmak istemiştin ama buna engel olmuştum." Beni anlaması için kendimi en düzgün şekilde ifade etmenin yolunu bulmalıydım.
"Seninle ilgili değildi," dedim. Kulağa yeterli gelmediğini anladım. "Yağmur." Omuzlarım yenilgiyle düştü. "Çünkü bu beni çok utandırıyordu." Kalçalarını mermere yaslayıp gözlerimin içine bakmaya devam etti ama artık gözleri dolu doluydu. "Orada öylece elim ayağım bağlıydı. Benim... Ben siktiğimin yerinde hiçbir şey yapamadım. Kendimi bu duruma düşürmüş olmaktan çok utanıyorum. Sanki yaralar da o utancın izleriymiş gibi geliyor. Bana nasıl yenildiğimi, nasıl da her şeyimi kaybedecek oluşumu hatırlatıyor. Kazındı işte oraya, hep benimle olacak."
"Bana da öyle geliyordu." Sesi titreyince bu konuyu açtığım için kendimden nefret ettim ama doğrusu buydu. Görebiliyordum. Kendimi açmam gerekiyordu. "Bu hissi büyük ölçüde geçirdin," dedi. Dudaklarımda küçücük bir tebessüm yer edindi. "Doğruyu söylüyorum," diye devam etti. "Bana bir dövme yapmak zorunda olduğun o gün ne kadar titrediğimi hatırlıyor musun? Şimdi gelip omzumu öpebiliyorsun ve buna izin veriyorum. Beni eskisi kadar rahatsız etmiyor. Hatta artık o gün değil, senin öpücüklerin geliyor aklıma."
"Ben de sana izin vermeliyim," dedim başımı eğerek.
"Hem orada sadece yanık izleri yok." Bir elini öne doğru uzatıp tırnaklarına baktığında aklım yaşananlara kaydı ve beni daha fazla güldürdü.
Buraya gelirken ona panik atak geçiriyor olduğumu söylemeye çok kararlıydım fakat eğer anlatırsam bunun suçunu tamamen kendinde bulacağından korkuyordum. Bu yüzden yalnızca biraz daha süre vermek istedim kendime. Ona tamamen açılabilmek için biraz daha zamana ihtiyacımız vardı ikimizin de.
Tişörtünün uç kısmından yakalayıp onu kendime doğru çektiğimde doğrudan kollarını havaya kaldırdı. Bana açık davetlerde bulunması beni delirtiyordu. Tişörtü üzerinden sıyırıp attım. Gözlerim sanki ilk kez görüyormuş gibi bu manzaranın bir kez daha tadını çıkarttığında Yağmur'un bedeninden bir titreme geçti. Çok çabuk üşüyordu. Gülerek onu kabine yönlendirdim ve altımdaki şorttan kurtulur kurtulmaz yanındaki yerimi aldım.
Yaptığı ilk şey, sıcak akan suyu soğuğa çevirmek oldu. Ben yeterince yandığım içindi.
Yaptığım ilk şey, belini kavrar kavramaz onu mermer duvara yaslamak oldu. Aklımı durduracak kadar güzel olduğu içindi.
"Görkem..." Adımı öyle bir söylüyordu ki akıl sağlımı kaybedeceğimi hissediyordum her defasında. "N'oluyoruz?"
Sırıttım. "Sanırım seninle ilgili yapmak istediklerim henüz bitmemiş."
"Sanır mısın?" Dudağını ısırdığında birazdan bunu benim de yapabilecek olmamın verdiği rahatlık vardı üzerimde. "Peki ya su faturası? Ya kıtlık, Görkem? Ne kadar duyarsızsın."
Elimi tutmuş, her kelimesinde bedeninden aşağı doğru indirmemi sağlamıştı.
"Ya benim kıtlığım?" dediğim an yüzüne oldukça eğlenen bir ifade yerleşti. "Yirmi sekiz yıl, bebeğim. Ne kadar duyarsızsın."
"Mecbur telafi edeceğiz," dedi sanki bu onun için büyük bir görevmiş gibi dudaklarını büzerek.
"Mecbur," dedim. "Tutun bana."
🙈
Asya Yağmur Tunçbilek:
"Kaya'yı mı daha çok seviyorsun beni mi? Seni de."
"Seni," dedi Görkem gülerek.
Oradaki kötü anının üzerini karalamak için elimden geleni yapıyordum. Ne Görkem ne de Kaya birbirlerine ya da bana karşı bir suçluluk hissetmemeliydi. Benim için gerçekten sorun olmadığını elimden geldiğince iki tarafa da anlatmaya çalışıyordum.
Şimdi mutfaktaydım, saat epey geçti ve ben kollarımı sıvamış halde full odak bir şekilde börek açıyordum. Bu kez hamurunu da ben hazırlamıştım. Yufkayla değil, el yapımı yapacaktım. Görkem bana verdiği sözlerden birini tutacaktı. Bu gece hepimiz hayatımızdaki her şeyi boş verip ben hiç oynayacaktık.
Hâlâ evde yalnızca ikimiz vardık ve demişti ki, yarına kadar düşünmeyelim hiçbir şeyi. Gerekirse yarın sabahın köründe kalkar, ortalığı toplamaya başlarım ama ailemle birlikte geçireceğim bir gece istiyorum.
Büyük bir hevesle kabullenmiştim isteğini. Banyoda gereğinden uzun bir süre oyalanmış olsak da çıkar çıkmaz üzerime bir şortla bir askılı geçirmiş ve kendimi mutfağa atmıştım. Çok az uyumuştum ama kendimi fazlasıyla enerjik hissediyordum. Bir de sürekli konuşuyordum ama o buna aldırış etmiyordu. Oturduğu sandalyeden beni izliyordu.
Elimin tersiyle yanağımı kaşıdıktan sonra nihayet kıvamına getirebildiğim hamuru tezgahın üzerine bıraktım. O kenarda mayalanırken ben ellerimi yıkadım ve değişen şarkının ritmini tanır tanımaz kendi kendime sallanmaya başladım.
"Dans etmeyi çok severim," dedim. Görkem az önce Kaya'ya mesaj çekmişti ve o mesaj tek kelimelikti. Börek. Bunun yeterli olacağını söylemişti ama ardından Arda'ya da gelirken elleri boş gelmemelerini yazmıştı. Sarhoş olabilmemiz için bol miktarda içki siparişi vermişti yani. "Tek başıma yaşarken ara sıra dans ederdim. Çünkü mutfağa girdiğimde reçel yiyip ağlamaktan daha iyi bir seçenekti. Benden hiç beklemezsin değil mi? Güzel dans ederim ama."
Görkem oturuşunu daha rahat bir hale getirip başını hafifçe geriye doğru attı. "Sanki güzel yapmadığın bir şey varmış gibi..." Gözleri beni takip etmeyi hiç bırakmıyordu. Hamur yoğururken de yardım etmek istemişti ama onu reddetmiştim.
"Biliyor musun," dedim heyecanla tezgaha yaslanıp. "Mike vardı ya, hani sana bir kere kafayı çekmiştik diye anlatmıştım." Utanıp başımı eğdiğimde gülümseyip devam ettim. "Onunla herkesin deli gibi dans ettiği bir mekâna girmiştik. Oradakiler az daha beni hafta sonu düzenleyecekleri bir yarışmaya katılmam için ikna edeceklerdi ama benim Türkiye'ye dönmem gerekiyordu. Gerçi zaten katılmazdım da. Niye bunu anlatıyorum bilmiyorum şu an."
"Konuş, Yağmur." Sesi emir verir gibiydi ve yüzündeki gülümseme bu halimi çok sevdiğini söylüyordu. "Ama içinde erkek isimlerinin geçmediği şeyleri dinlemekten daha çok memnun olurum."
"Mike öldü mü kaldı mı onu bile bilmiyorum," dedim. "Onu kıskanmana gerek yok."
"Bu arada," dedi bir anda kaşlarını kaldırarak. "Kaya yanında bir misafir getirebilir mi diye sordu, sorun olmaz değil mi?"
"Kendi evinize birini çağırırken benden izin mi alıyorsunuz?" Birden kendimi büyük bir krallığı yönetiyormuşum gibi hissettim. "Alacaksınız tabii," dedim sonra. "Kim? Ros falan mı? Sahi, Barbaros iyi mi?"
"Kaya'nın neden Ros'u bu eve getireceğini düşündüğünü tam olarak anlayamadım ama Ros iyi. Ona bir can borçluyum, bir de yumruk. Senelerin intikamını aldı haysiyetsiz herif. Neyse, bunu sonra konuşuruz. Kaya başka birini getirecek."
Kim olduğu hakkında hiçbir fikrim yoktu. Yetimhaneden biri falan mıydı acaba? Üzerine düşünmek yerine usul usul ona yanaştım. "Ablamı da mı arasak Görkem?"
Yakınlığım kafasını karıştırmış olacak ki başta anlayamadı. Nihayet aydınlandığında "Bige ablayı mı?" diye sordu şaşırarak.
"Ailecek oynayalım istiyorum." Ona bir adım daha yaklaştım. "Hatta Egemen abiyi de arayalım. Kalabalık olduğumuzda daha eğlenceli olmaz mı? Bizimle oynamak isterler mi sence? Çok mu çocuksu bulunuruz büyüklerin tarafından?"
"Bebeğim," dedi bileğimi yakalayıp beni dizinin üzerine çekerken. "Bir şey var aklında senin."
Anında kucağına yerleşip yüzüne baktım. "Benden duyduğunu söylemeyeceğine söz ver."
"Söz." Parmaklarını yanağıma uzatıp hafifçe okşayarak beni anlatmam için cesaretlendirdiğinde Doğukan'ın Bige ablayı öpmeye kalktığını sonra Egemen abinin biz sarhoşken Eylül'ün evine gelmesini hızlı bir özet geçerek ona anlattım. O gece birlikte kaldıkları detayını da iliştirdim sonuna. Görkem'in dudakları beni dinlerken aralık kaldı. "Ciddi misin?" diye sordu en son ve ben de başımı salladım. "Abimin çok zoruna gitmiştir bunu dinlemek."
"Abin artık akıllanmalı." Beni onayladığı gözlerinden belliydi. Yine de bir şey söylemedi. "Onları da çağıracak mıyız? Eğlenceli olurdu gerçekten. Hem de birlikte olacakları bir ortam ayarlamış olurduk."
"Kalbini çok seviyorum," dedi elini bacaklarımın üzerine bırakırken. Düşünmeden söylemişti. "Yine herkesi bir araya getirmeye çalışıyorsun."
"Galiba ben beni sevsinler istiyorum." Bu itiraf, plansızca çıkmıştı ağzımdan. Söyleyene kadar böyle hissettiğimin ben de farkında değildim. "Daha önce insanlar için çok çabalamazdım. Yani buraya gelene kadar biraz bencildim belki. Belki de kimseye faydam olmayacak kadar bitik haldeydim ama şimdi bir şeyleri değiştirmek istiyorum işte. Elimden geleni yapıyorum sizin için. Biliyor musun, bana laleler almış Analizciler. Eylül'e getirdiler. O kadar sevindim ki."
Dudaklarını son cümlem biter bitmez dudaklarıma yasladı ve son birkaç saat içinde bilmem kaçıncı kez öptü beni uzun uzun. "Çok tatlısın," dedi geri çekilirken. "Deliriyorum yemin ederim. Ne kadar sevindin? Ne renkti lalelerin? Eylül'de kalırken ne yaptınız başka? Küçükken en sevdiğin renk neydi? Anlat hepsini hadi."
"Turuncuydu," dedim son sorusuna ithafen. "Saçlarımın rengini çok seviyordum kimsede yok diye. Yani, farklıydım. Garip garip bakılıyordu aslında o zaman da ama babam beni özel olduğuma inandırmıştı. Çok küçükken acaba siyaha boyasam diğerleri beni sever mi diye düşünüyordum. Şimdi saçımın rengini değiştirmek yerine ölmeyi tercih ederim. Bir anda siyah yaptığımı düşünsene, kafayı yemişim demektir."
"Eğer bir söz hakkım varsa," dedi benim hızlı konuşmalarımın aksine yavaşça. "Buna izin vermem." Saçlarımın bir tutamını kavrayıp yavaşça okşadı. "Seni ilk gördüğümde turuncu mu kahve mi anlayamamıştım, Kaya söylemişti. O zamandan beri vurgunum belli ki saçlarına. Her zaman salık kalmasını istemem bile bu yüzden olabilir."
Konuşmaya devam edecekken zilin çalışı girdi aramıza. İki kez basmışlar, bir kez basmışlar ve alacaklı gibi iki kez daha basmışlardı. İkimiz de bunu yapanın Arda olduğunu anlamıştık. Kucağından fırlayıp neredeyse koşarak vardım kapıya. Enerjimin bugün sonu yoktu.
Şortlu ve askılı pijama takımımla Analizcilerin karşısına çıkmak benim için sorun değildi fakat ilk gördüğüm, daha önce hiç görmediğim bir kadın oldu. Gri kabanı dizlerinin altına kadar uzanıyordu. İçinde siyah triko bir elbise vardı ve beline gümüş tokalı bir kemer takmıştı. Siyah saçları maşalı halde omuzlarına dökülüyor, yüzündeki makyaj gözlerinin rengini öne çıkarıyordu ve ilk fırsatta kırmızı rujunun linkini isteyecektim.
Bu güzel kadının kim olduğunu bilmesem de karşısına bu halde çıktığım için kendimi rahatsız hissettim. Keşke Görkem bana bir kadının geleceğini haber verseydi.
"Merhaba," dedi kadın ben onu gözlerimle süzerken. İçeri geçmelerine müsaade etmeyi unutmuş, öylece kapıda dikiliyordum. "Bahar ben. Bahar Aral." Elini uzatmak yerine boynuma sarılmayı tercih ettiğinde kaşlarım çatıldı ve onun sarılışına karşılık verirken gözlerimi kısıp Kaya'ya baktım. Kaya, ilk defa gördüğüm bir utangaçlıkla dudaklarını birbirine bastırdı.
"Asya," dedim, Bahar'ın sıcak sarılması sona erdiğinde. Bu evde daha önce bizim dışımızda gördüğüm tek kadın Ceren'di ama Bahar'la onu kıyaslayamazdım bile. Bahar'dan aldığım elektrik farklı hissettirmişti daha ilk andan. "Asya Yağmur Tunçbilek."
"Kaya'nın börekçisi." Gülümseyerek içeri girdiğinde kabanını çıkarıp Kaya'ya doğru uzattı ona hiç bakmadan. Kaya, tek kelime etmeden kabanı alıp askıya asarken gülüyordu ve ben, olanlara anlam vermeye çalışıyordum. Bahar eğilip topuklu botlarından kurtuldu. "Umarım henüz pişirmeye geçmemişsindir, tarifini bana da öğretebilir misin?"
"Tabii." Şaşkın ördek gibi davranmayı acilen kesmeliydim ama çenem her an yere yapışabilirdi. İçeri sıra sıra Arda, Can ve Eylül de girdiklerinde kapı arkalarından kapandı. İstemsizce başımı Görkem'e çevirdim bana açıklama yapmasını bekleyerek.
Onunla göz göze gelemedik çünkü Bahar, bu kez ona sarıldı sıkıca. "Oğlum," dediğini duydum. Kısık sesle konuşmak gibi bir çabası yoktu. "Sen bu kızı düşürmeyi nasıl başarabildin? Nerenin talih kuşu kondu omzuna?"
Bana ettiği iltifatı anında kabul ettim. Karşılıksız kalmasını da istemedim. "Oğlum," dedim aynı şekilde Kaya'ya. "Asıl sen bu kızı nereden buldun?"
Analizciler gülüştüklerinde Eylül ellerini birbirine çırptı heyecanla. Sanki şimdiden planlar yapmaya başlamıştı yeni bir kızlar toplantısı için. Seve seve katılmaktan onur duyardım. Diğerlerini geride bırakıp mutfağa ilerledik önden. Bahar bir koluma Eylül diğer koluma girmişti ve arkamızdaki adamların hepsi gülüyordu bize. "Biliyor musun," dediğini duydum Görkem'in Kaya'ya. "Bu kez hamuru kendisi hazırladı."
Ve ardından Kaya'nın çocuk gibi heyecanlı sesini duydum. "Börek yaptı diye dünyaları önüne seriyorduk, şimdi hamuru kendi hazırladığına göre yıldızları da yere indireceğiz mecbur."
Bahar kulağıma, "Seni çok seviyor," diye fısıldadı. "Ben de seni çok sevdim."
"Bahar," dedim yeni tanıştığım o kadına. "Bana anlatman gereken çok şey var."
Ve börekleri hazırlayıp üzerine sütlaç pişirmeye başladık üçümüz. Görev dağılımını ben yapmıştım. Erkekler salonu ve içkileri ayarlıyorlardı. Bu sırada Bahar bana Kaya'yla nasıl tanıştıklarını ve İstanbul'a taşınmak üzere olduğunu anlattı.
Aramıza Bige abla ve Egemen abi de katıldıklarında Egemen abi ve Bahar o kadar uzun sarıldılar ki birbirlerine kaşlarımı şaşkınlıkla kaldırdım. İkisinin nereden tanıştıklarını bana açıklayan Bige abla oldu. Onlar aralarında muhabbet ederlerken Bahar'ın da avukat olduğunu, Egemen abinin maddi manevi ona her anlamda yardım ettiğini öğrendim öğrencilik döneminde. Bir nevi Bahar'ın akıl hocasıydı.
"Müge nerede?" diye sordu Kaya. İçerideki sehpanın üzerinde sıra sıra dizili alkol şişelerinin olduğu bir ortama onun gelmeyeceğini tahmin ediyor olmalıydı fakat yine de merak etmişti.
"Babamlarda," dedi Egemen abi.
"Bu çocuğu resmen Arif Ahmet Duman büyütüyor," diye atladı Arda lafa.
Bige abla gülümsedi. "Keşke her çocuğu Arif Ahmet Duman büyütse."
O adam hakkında tek bir kötü laf bile duymamıştım şimdiye dek. Kim adını ağzına alsa ondan bir baba gibi bahsediyordu. Egemen abinin yüzünden bir anlığına rahatsız bir ifadenin geçtiğini yakaladım. Bakışları Görkem'e döndü. "Hiçbir şeyden bahsetmedim," dedi ve bunun içine sıkıntı olduğunu anladım. "Ama Görkem, en kısa zamanda ona gidip başına gelenleri anlatacaksın."
"Ne oldu ki?" dedi Bahar endişeli bir sesle. "Yani, çenendeki izi fark ettim ama-" Kaya'nın boğazını temizlemesiyle beraber Bahar anında sustu.
Görkem gözlerini kaçırdı. "Biraz toparlayayım giderim yanına."
"Onunla konuşmak, hepimizle konuşmandan daha iyi gelecek sana." Bunu söyleyen Can'dı ve bakışlarında daha önce de Görkem'i babasına göndermek için çabalamış bir adam vardı. Görkem'se mümkün olduğunca kaçıyordu yüzleşmelerden çünkü nefes almaya bile ben geri döndüğüm an başlamıştı.
"Çok üzülür," dedi sadece. "Benim bu hale düştüğümü görürse babam paramparça olur."
"Halinde bir şey yok," dedi Bahar, dışarıdan bir gözün görüş açısını ona sunmak isteyerek. "Her zamanki Görkem'sin işte."
"İnan değilim." Ona sarılmak istedim, bedenini kollarımın arasına çekmek ve her şeyin geçeceğini söylemek. Bunu söylemeyecek, gösterecektim. Bu gece kafasının dağılması için elimden geleni yapacaktım.
"Haklısın," dedi Bige abla, kimsenin beklemediği bir anda Görkem'in kararının arkasında durarak. "Babam seni böyle görse çok üzülür ama eğer her şey bittikten sonra sen bu haldeyken yanında olamadığını öğrenirse buna çok daha fazla üzülür."
"Sizi buraya kendimden bahsetmek için toplamadım," dedi Görkem sert bir sesle. "Lütfen, bir geceliğine ne kadar kötü göründüğümü bir kenara bırakabilir miyiz?"
"Kötü görünmüyorsun," dedi Eylül. "Sevdikleri için bedel ödemek zorunda kalmış görünüyorsun ve o nefret ettiğin iz, bana her zaman senin ne kadar iyi bir lider olduğunu hatırlatacak."
Görkem gözlerimin içine baktığında benim rahatsız hissetmemden korktuğunu anladım. Bahsedilen bedel, benim canım yanmasın diye ödenmişti onun tarafından. Eylül'ün söylediği cümleyi çarpıtıp suçu kendime yıkmamdan korkmuştu. Gülümsedim. Geçirdiği değişimden, beni her saniye önemsiyor oluşundan memnundum.
Üzerine fazla bir şey söylenmedi. Hep beraber oturup kendi ellerimle açtığım böreği yedik, üzerine sütlaç kaselerini kaşıklamaya geçtik ve tüm bunlar olurken öylesine konulardan bahsettik. İlk defa bu kadar kalabalıktık, ilk defa bu kadar keyif almıştım. Kaya, sofranın en başındaki sandalyeden kalkmadan önce "Bir daha," dedi tehdit eder gibi bir sesle. "Evde börek pişecekse eve kimsenin gelmesini istemiyorum."
Bu en çok Arda'yla Can'ı güldürdü. "Bahar'ın bile mi?" diye sordu Can kısık bir sesle.
Kaya, bir boşalan tepsiye bir de Bahar'ın yüzüne baktı ve dümdüz ifadesiyle "O üç dilim yedi," dedi. "O gelmeseydi o üç dilimi de ben yiyebilirdim." Bahar hiç kapris yapmadı, aksine kocaman sırıttı ve sonra elini göğsüne sürtüp oh, canıma değsin dedi dudaklarını oynatarak.
"Hepimizin kaç dilim yediğini saydın mı?" diye sordu Egemen abi, başını iki yana onaylamaz şekilde sallayarak. Bige abla lafa atlayıp "Arada camı pencereyi açın ablam," dedi biz Analizcilere dönüp. "Dört duvar arasında Görkem'e maruz kala kala ona dönüşmeye başlamışsınız."
"Ben kaç dilim yediğinizi saymadım." Bu cümle, bir sürü şaşkın gözün odağını Görkem haline getirdi.
Şaşkınlık yerine yüzünde sırıtış olan tek bir kişi vardı. "Nabzını saymakla mı meşguldün?"
Kaya'nın neyi ima ettiğini biraz geç anladım. Görkem'in dudaklarına küçük bir gülümseme yerleşti. "Engel olamıyorum," dedi yenilmiş gibi, yenildiğini kimseden gizlemesine gerek yokmuş gibi, herkes bunu bilmeliymiş gibi. Gözlerini gözlerime dikti. "Yemeğe oturduğumuzdan beri öyle çok gülümsedin ki benim nabız yine kafayı yedi."
Ağzıma götürmek üzere olduğum sütlaç dolu kaşık havada asılı kaldı. Çok utandım. O kadar çok utandım ki eğer yanaklarım kıpkırmızı olmuşsa buna şaşırmazdım. "Şuna bak," dedi Arda, Can'ı dürterek. "Bizim kütük adam, körkütük olmuş."
Konuyu hemen kapatmaları gerekiyordu ama bunun yerine hepsi el birliğiyle üzerimize gelmeye yemin etmiş gibi davranıyorlardı. Bahar'ın yüzünde Görkem'i ilk kez böyle görmekten kaynaklanan şok asılıyken Eylül benim kızarmış olmama gülüyor, Egemen abiyse muhtemelen bir aynaya bakıyor gibi hissediyordu. Kardeşinin de kendi Bige'sini bulduğunu düşünüyordu.
"Ee," dedim son kaşık tatlımı da ağzıma atıp. "Oyun?"
"İki kelimeyi zor bir araya getirdi," dedi Arda. Kaşlarımı çatıp onun çok eğlenen yüzüne ölümcül bakışlar attım ama o, yüzünü tavana çevirmeyi seçti. "Ey aşk, sen nelere kadirsin."
"Bir şey söyle," dedim Görkem'e kızgınca. "Beni utançtan yerin dibine sokmaya çalışıyorlar."
Görkem, içi gider gibi gülümsedi ve sonra ani bir ciddiyetle kaşlarını çattı. "Utandırmayın kızı."
Eylül ve Bahar birbirlerine dönüp gülme krizine girdiler. Bige ablaysa gözlerimin içine adeta onu yakmışsın der gibi baktı. Kaçmak için tek yolumun ayağa kalkıp sofrayı toplamak olduğunu düşünmüştüm ama evimizin erkekleri buna izin vermedi. Bizi salona gönderdiler, her şeyi hallettikten sonra arkamızdan kendileri geldiler.
Ortam, bir tekeli andırıyordu. Kenarda kasayla alkol şişeleri duruyordu. Küçük shot bardaklarını çıkartmak için yanlarından ayrıldım, geri döndüğümde ise koltuklar kenarlara itmişti. Ortadaki sehpanın etrafı hepimiz için renkli minderlerle doluydu. Benim için boş bırakılan Görkem'in yanındaki turuncu minderde yerimi aldığımda içimde garip bir heyecan vardı. Hayatımda hiç bu kadar kalabalık bir grupla böyle bir oyun oynamamıştım.
"Kural gereği," dedi Can. "Ben üç shot atarak başlamalıyım."
"Anlamadım," dedim fikrim olmadığından. "Niye ki?"
"Çünkü diğer türlü adil olmuyor," dedi Arda ve sonra Görkem ekledi. "Bunu ilk yaptığımızda daha yeni tanışıyorduk ve bu herif hepimizi parmağında oynattı. Direnci kuvvetli diye biz yamuldukça üstümüze geldi, bir sürü itiraf koparttı bizden. İkinci ve üçüncü oyunda intikam almak için diğerleriyle birlik olduk, sürekli Can'ın içmek durumunda kalacağı sorular attık ortaya. En sonunda işte bu kuralı koyarak uzlaştık. Can dezavantajlı başlamak zorunda oyuna katılmak istiyorsa."
"Yani bireysel görünse de bu bazen bir takım oyununa dönüşebiliyor Asya," dedi Eylül. "Kimin kimi hangi saniye yarı yolda bırakacağını asla bilemiyorsun."
"Ve bugün masada iki tane de avukat var," dedim başıma neler geleceğini düşünürken. "Harika gerçekten." Bahar ve Egemen abi birbirine bakıp gülümsediler. Nedense birlik olup canımıza okurlarmış gibi hissediyordum.
"Ya yalan söylersek?" dedi Bige abla kaşlarını çatarak.
Arda, Can'ı işaret etti. "Dedektörümüz var abla."
Can gülümsedi ve cezası olan üç shotu arka arkaya kafasına diktiğinde yüzünü ekşitti. "Hadi, başlayın."
"Ben hiç," dedim fakat arkasından ne diyeceğimi bilemedim. Önümde hiçbir örnek yokken böyle dan diye atlamam tamamen heyecandandı. Duraksadım, ardından "Hiç daha önce bu oyunu oynamadım," diyerek kurnazca bir yola başvurdum.
Analizciler ve Eylül, kendi kendilerine gülerek kadeh kaldırdılar. Eylül ve Arda'yı özellikle izlemeye çalışıyordum fakat tamamen ortama uyum sağlamış durumdalardı. İlgileri birbirlerinin üzerinde değilmiş gibi görünüyordu.
"Zekice ama masum," dedi Arda.
Ve Can gülümsediğinde gözler onun üzerine döndü. "Ben hiç sevişmedim."
İkisinin buraya geldiğimizden beri birbirlerine kaçamak bakışlar atmaları anlam kazandı. Kıvranıp durmalarının sebebi bu sorunun cevabını öğrenmekti. Görkem'le aramda geçenlerin boyutunu merak ediyorlardı.
Egemen abi, "Bu oyun için yaşlı mı kaldık?" diye sorarken dudakları iki yana kıvrılmıştı. Onun hemen yanında oturan Bige abla, "Müge'yi leyleklerin getirmediğini bilecek kadar büyükler mi sence?" diye sordu.
Aynı saniye Bahar'ın bakışlarının Kaya'da olduğunu yakaladım. Tuhaf olan, Kaya'yı ilk kez böyle bakarken görüşümdü. Gördüğüm en serseri gülümsemesi yüzünde kocaman yer edinmişti. Şişeyi eline aldı ve iki shot bardağını doldurduktan sonra birini Bahar'a uzattı. O ve Bahar, Bige ablayla da Egemen abi kadeh tokuşturdular. Eylül de köşede kendi başına bir kadehi bitirdi.
Ardından bardaklar masaya sertçe bırakıldı ve herkes öne doğru eğilerek Görkem'le bana baktı.
"İddiaya girmişsiniz!" dedim şok içinde. Elimi yüzüme kapattım. "Gerçekten mi ya?"
Baş belam olan üç adam, birbirlerine bakıp sırıttılar. Diğerleri bu iddiadan haberdar değildi ama hepsinin yüzüne asılan meraklı ifade aynıydı. Dünya üzerindeki en büyük sorun, biz cevap verdiğimizde çözülecekti sanki. Gözlerimi yanımdaki adama çevirdim. Benim aksime o gayet rahattı. Bunun olacağını bile önceden hesap etmişti. Kafasını eğip benimle göz göze geldiğinde bunlar iflah olmaz der gibi gülümsedi ama çok keyifli duruyordu. Bunu ilan edecek olmanın zaten bir yolunu arıyordu sanki. Alnına yazıp etrafta dolaşması yerine böyle bir durumda öğrenecekleri için mutlu olmalıydım sanırım.
"Ee?" dedi Bahar heyecanla. "Kaya öpüştüğünüzü söylediğinde ben pek inanamamıştım ama şu an suç üstü yakalanmış gibi görünüyorsun Asya."
"Aşk olsun."
"Olmuş belli ki."
"Gözlerimle görene kadar ben de ikna olmamıştım." Can, bir şişeyi Görkem'e doğru uzattı. "Sonsuza kadar bekleyemeyiz." Arda ellerini çenesinin altında birleştirip kafasını yana eğmiş, merakla anlamaya çalışıyordu hâlâ.
Görkem şişeyi aldı. Önümdeki bardağı doldurdu. Kaya iki avucunu iki yana açtı ve Arda'yla Can somurtarak ceplerine uzandılar. İkisi de ikişer yüzlük çıkarıp Kaya'ya verdiler. Onun yüzünde her zamanki çok bilmiş ifadesi asılıyken diğerleri kaybetmekle fazla ilgilenmedi çünkü bizim için sevinmekle meşgullerdi.
Küçük bardağı kavradım, sonra onun gözlerine baktım fakat o bir bardak doldurmak yerine şişeyi kafasına dikip büyük bir yudum almayı tercih etti ben shot atarken. Keskin sıvı boğazımdan kayarken yanaklarımın alev alev yandığını hissediyordum utançtan. Normal şartlarda utangaç biri sayılmazdım ama bu gece nedense sürekli bu duyguyla doluyordu içim.
Abisiyle bakışmalarını yakaladım. Görkem'in dudaklarında oldukça büyük bir sırıtış asılıydı. Kaya, "Siz nereden bileceksiniz ki bana kafa tuttunuz zaten?" dedi diğer ikisine. "Allah'ın sapları."
"Ayıp oluyor yalnız."
Aldırış etmeden aynı ifadeyle devam etti. "Böyle ayrılıklı kavgalar hep aynı şekilde biter oğlum. Başrol Görkem de olsa değişmemiş kural işte."
"Bakıyorum çok bilgilisin," dedi Bahar. İkisinin arasındaki kıvılcımı görmemek için kör olmak gerekirdi. Nasıl olurdu da Kaya bunca zaman bir kez bile ağzından kaçırmazdı anlamıyordum.
"Anayasa maddesidir bu," diyerek Kaya'ya destek çıktı Egemen abi. "Özlemden ölen çiftler temassız duramazlar." Dönüp ablama göz kırptı cümlesinin sonunda. Bir şeyler oluyordu. Bir şeyler dönüyordu. Ortam içinde bulunan çiftlerin enerjisi yüzünden alev alevdi sanki. Herkesin vardı kendi içinde bir hikâyesi.
Diğerleri birbirine sataşırken ve Kaya paraları cebe indirmenin keyfini yaşarken Görkem, şakağıma küçük bir öpücük bırakıp kulağıma eğildi. "Eğer rahatsız olduysan bir daha hiç bu konu hakkında konuşmamalarını sağlayabilirim."
Onu öpmek istedim. Yapabildiğimse elimi dizinin üzerine bırakmaktı. "Rahatsız olmadım," diye fısıldadım. "Eğlenceli aslında."
Onu bir tek benim böyle etkileyebileceğimi diğerlerinin gözlerinden okumak dünyanın en eğlenceli şeyiydi tabii ki. Gülümseyerek uzaklaştı benden. Dizine bıraktığım elimi tuttu, bacağının biraz daha yukarısına yerleştirdi ve orada kalmasını istediğini gözleriyle anlattı bana. Gülüp yeniden odağımı oyuna vermeye çalıştım.
"Ben hiç," dedi Egemen abi. Boğazını temizlediğini fark edince söyleyeceği şeyin onun için zor olduğunu düşündüm ve bu kez de bütün gözler ona döndü fakat o masadaki tek bir noktaya bakıyordu. "Başka birine aşık olmadım." İşte o an neyi öğrenmeye çalıştığı netlik kazandı. Bige abladan öğrenmek istediği şey buydu. "Yani, tek bir kişiye aşık oldum hayatım boyunca. Anladınız işte soruyu."
Bige abla gözlerini kırpıştırırken Egemen abinin şüpheleri yüzünden kendini kötü hissettiğini gördüm gözlerinde. Zar zor cesaret edebilmişti o kelimeleri sarf etmeye. Ayrıca korkuyordu. Korkusu ses tonuna yansıyacak kadar çoktu.
"Durduk yere yine shot atmam gerekiyor üstelik bu seferkinin sebebi daha önce hiç aşık olmamam," dedi Can. Bir saniyeliğine gerilen o ortama biraz olsun neşe katmayı başarmıştı huysuz tavrı.
Kadehimi ona doğru kaldırdım, benimkinin sebebi ise birden fazla kez aşık olmuş olmamdı. Sırf Bige abla için ortaya atılan cümlenin benim yeni başlayan ilişkimi zedelemeyecek olmasını umdum. Bir elim hâlâ Görkem'in bacağında duruyordu. Parmaklarımı biraz daha yukarı doğru kaydırdırarak kendimi garantiye aldım fakat çok geçmeden Bahar ve Eylül de bardaklarını doldurduklarında üzerimdeki ilgi kayboldu. Biz üç kız ve Can birer kadeh daha yuvarladık hızlıca.
Egemen abi Bige ablaya baktı, baktı, baktı. Hiç hareket etmediğini görünce gerilen omuzları gevşedi, sonra engel olamadığı bir gülümseme asıldı yüzüne. Sanki ortam müsait olsa önce yumruğunu havaya kaldırıp sonra kucağına doğru çekerek zaferi kutlayabilirmiş gibiydi. Onun en büyük korkusu ablamın hastanedeki o adama karşı bir şeyler hissetmeye başlamasıydı, şimdiyse içindeki o yangına su serpilmişti adeta.
Görkem elini elimin üzerine koydu. Parmaklarımı sıktı ve yüzünde bastırmaya çalıştığı tebessümden abisiyle yengesi için yeni bir umut beslemeye başladığını anladım. İkisi eskisi kadar sorunlu değildi sanki, eskisi kadar kırgın bakmıyorlardı birbirlerine. Bunun Egemen abinin Bige ablayı bizden kaçırıp birlikte kaldıkları geceyle bir alakası olup olmadığını merak ediyordum.
Eylül de benimle aynı şeyi düşünüyor olmalıydı ki, "Ben son üç gün içinde hiç kimseyle birlikte uyumadım," dedi.
"Çok istedim ama olmayınca olmuyor," dedi Kaya, hepimizin kaşlarını havaya kaldırarak bir Bahar'a bir ona dönmesine göz yumarak. Bahar başını iki yana sallarken Kaya, "Ne var?" dedi. "Senin yüzünden ayık bitireceğim bugünü bu gidişle." Bahar yeniden başını iki yana salladı.
Oklar yine dönüp dolaşıp beni bulmuştu. Ben de gecenin sonunu getiremeyecektim bu gidişle. Boş geçtiğim el yoktu resmen. Görkem'e dönüp neden içmediğini sorgularcasına baktım ama yanımdayken uyumadığını hatırladım. Benim daldığım o kısa süre boyunca onun gözleri açıktı. Bu yüzden olan yine bana oldu.
Meraklı bakışların hedefinde Bige abla ve Egemen abi vardı tekrardan. Aralarındaki ilişkiyi çözmek için böyle bir oyuna ihtiyaç duyuyor olmamız çok saçmaydı fakat başka şekilde gelişmeleri takip edemiyorduk. İkisi de sır küpü gibiydi, üstelik son zamanlarda fazla denk gelemiyorduk. Bulmuşken de onları rahat bırakmamaya kararlıydık.
"Bingo!" diye bağırdı Eylül, ikisi de önlerindeki içkiyi yudumladıklarında. "Biliyordum."
Sonra Bahar hiç çekinmeden "Ee," dedi. "Düğün ne zaman şimdi?"
Egemen abi küçük kız kardeşini azarlar gibi kaşlarını çattığında bile ona olan sevgisini gizleyemiyordu. Bige ablaysa biraz daha çekinik kaldı, aralarında yaşanan bu belirsiz ilişkinin gidişatı onu mutlu ediyordu ama kırılmaktan korkuyordu.
Günden güne ikisine olan bize de olacak diye korkmaya başlamıştım çünkü hiç beklemediğim bir anda Görkem yürütemeyeceğimizi düşündüğünü söylemişti, bir adım atmasaydım devam edecek miydik bunu bilmiyordum ve bu da beni Bige ablanın konumuna düşürüyordu. Zamanında o da çok çabalamıştı, yalnızca bir kez bıktığında ise geri dönüşü zor olan iki ayrı yola girmişti ikisi. Birbirlerine ne kadar aşık olurlarsa olsunlar halledemedikleri çok şey vardı.
"Ben hiç," dedi Bige abla hızlıca. "Kaya'ya körkütük aşık olmadım." Bahar önündeki shotu tek dikişte bitirdiğinde az önceki sorusunun cezasını çektiğinin farkındaydı.
Bahar bozulmak yerine keyifle gülümseyip Kaya'ya da bir kez göz kırptı. "Ee," dedi yönünü Görkem'e çevirerek. "Sen de içmeyecek misin?"
Görkem'in şaşkın bakışlarına karşılık ilk kahkahayı patlatan bendim. Hemen ardımdan Can ve Arda'nın sonra o ikisi hariç herkesin gülüşleri birbirine karışmıştı. "Ben 1.35'ten hiç kurtulamayacağım sanırım."
Can'ın ona eşcinsel olup olmadığını sorduğu saatti bu. Bir tek Analizciler anladı neyden bahsettiğini, bu yüzden bir tur da kendi aramızda gülüşmeye başladık.
Kaya ciddi yüz ifadesiyle resmen gözlerini tek tek üstümüzde gezdirdi ve arkasından bir şişeye uzanıp onu masanın ortasına bıraktı. "Ben hiçbir zaman Görkem'in en yakın arkadaşı olmadım."
Hepimiz durduk. Kaya, gözleriyle hepimizin içmesini ister gibi şişeyi işaret ettikten sonra Can, "Yanlış kalıp kullandın," dedi ve Arda nefessiz kalana kadar Kaya'nın şaşkın ifadesine güldü. "Bir tek sen içeceksin şimdi."
"Avel," dedi Eylül Kaya'nın attığı shotu keyifle izlerken. "Kendi kendini yaktı."
"Ona birkaç kadeh daha içirelim de şarkı söylemeye başlasın," diye takıldı Görkem en yakın arkadaşına.
"Sanırım benim de içmem gerekiyor," dedi Egemen abi, kardeşine bakarak. Görkem başıyla onayladı çünkü abisi küçükken onun en yakın arkadaşı olmuştu hep.
"Ben hiç banka hesabı hacklemedim." Arda'nın niyeti kıskandığı bu bağı hepimizin önünde rezil edene kadar alkole boğmaktı. Kısa sürede bir ittifak kuruldu ikisine karşı. Sonraki söylenenlerin tamamı Görkem ve Kaya'nın içmek zorunda kalacağı türdendi.
"Benim hiç arabalı yatağım yok."
"Ben hiç Arda'yı çıplak görmedim."
"Ben hiç Harikaya diye site kurmadım."
"Ben hiç kafayı matematikle bozmadım."
"Ben hiç oradan buradan fırlayıp insanları refleks testine tabii tutmadım."
"Benim hiç küçükken kelebek makarnaların sayısıyla bir derdim olmadı."
Egemen abi bile Görkem'e sırtını döndüğünde Görkem'in bakışları hafiften buğulanmaya başlamıştı. Onun alkole en dayanıksız olanımız olduğunu gözlerinden bile anlayabilirdim.
"5 yıl kaç saniye yapar Görkem?" diye sordu Can en son. Görkem kaşlarını çattı ve ben de onu koruma içgüdüsüyle "Bunu normalde de kafadan hesap etmek zor ki," dedim durduk yere. Can başını iki yana sallayıp "Ona değil," dedi.
Görkem gözlerinde büyük bir çaresizlikle bana baktı. Avucumu yeniden dizine yasladığımda elimi tuttu, saniyeler içinde artık yılı da hesaba kattığını söyleyerek cevabı verdi. Bahar inanmadı, kafadan atıyor olduğuna dair inatlaştı, telefonunu çıkarıp kontrol etti ve yanıldığını görünce gözlerine yerleşen ifade bizi yine güldürdü.
"İtirazların mahkemede söker belki ama ona karşı sökmez," dedi Egemen abi. "Onun haksız olduğu dava yok kızım."
"Arada sırada sizi çaktırmadan kandırıyor olduğuna eminim, her şeyi hesaplayabiliyor olamaz."
"İnan bana hesaplayabiliyor," dedi Kaya. "Eğer bir soruya doğru cevap veremezse krize girer, bu yüzden söylediğinin doğruluğundan şüphe etmeyiz."
"Görkem'le uğraşmanız bittiyse ben hiç gizlice Kaya'nın yatağını denemedim," dedim. Komik olan, aynı evi paylaştığım diğer üç erkeğin hepsinin suçlu bakışlar eşliğinde kadeh tokuşturmalarıydı. Kaya arkasından çevrilen işler karşısında pek mutlu görünmüyordu.
"Ben hiç," dedi. "Uzanamadığım raftan kitabımı almaya çalışırken o gün yemek yemeyi unuttuğum için tansiyonumun düşmesiyle rafı üzerime devirip bayılmadım."
Bu spesifik tanımlamayla birlikte önce birbirimize baktık ama sonra Can omuzlarını düşürerek bir kadehi fondipledi. Ne zaman yaşandığını bilmediğim olaydan diğer Analizcilerin de haberi yoktu. Yalnızca Kaya'nın bildiği ve istediği zaman ortaya atabileceği kaç farklı şey vardı acaba?
"Ben hiç," dedi Bige abla. "Gece yarısı abimin kapısına dayanıp ona aşk hayatımdan bahsetmedim."
Görkem için ortaya atıldığı besbelli olan bu cümlenin üzerine "Abiyi tanımla," dedi Arda. "Kan bağı şart mı?"
"Hayır."
Kaya ve Görkem, Egemen abiye bakarak içtiler, Arda ve Eylül'se Kaya ve Görkem ikilisine kaldırdı kadehini. İkisi de içti ama ikisinin derdi apayrıydı birbirlerinden. Sonra ben masaya diktim gözlerimi, her yudum bu kez daha acıydı diğerlerinden. "Aa," dedi Bahar heyecanla. "Senin abin mi var Asya?"
Oluşan derin sessizliği küçük bir gülümsemeyle bozdum. "Vardı."
"Pot kırdım," dedi çaresizce Kaya'ya dönerek. "Çok büyük pot mu kırdım? Dilimi eşek arısı soksa mıydı Kaya?"
"Sorun değil." Bu sefer de kurduğum cümle Görkem Kaya ikilisinin donup kalmasına neden oldu. Sonsuza kadar unutmak istedikleri o anı hatırlatmıştım yanlışlıkla. Umursamadan gülümsedim. "Bu eve gelmeden önce yanında çalıştığım ortağımı kaybettim. O benim abim gibiydi. Bir gün sana anlatırım Bahar."
"Özür dilerim hayatım, yaranı deşer gibi oldum."
"Sorun değil."
"Söyleyip durma şunu," dedi Görkem ortamı gerecek kadar sert bir sesle. Kaya, Bahar'a "Seninle bir alakası yok," diye fısıldayarak onun omzuna dokundu. Dikkatimi ikisine veremedim çünkü Görkem'in nefesi kesilecek gibi olmuştu. Göğsünün zorlukla şiştiğini fark edince elimi kazağının üzerine koyarak ona yaklaşacaktım ama deli gibi atan kalbiyle karşılaşmayı beklemiyordum. Korkudan mıydı? O anı hatırlamak onu korkuttuğu için mi birden böyle olmuştu?
"Ben hiç bu ekibin lideri olmadım," dedi Can ama o kadar hızlı konuşmuştu ki bir şeylerin ters gidiyor olduğunu ve müdahale etmeyi denediğini anladım. Görkem küçük bardaklardan birini alıp kafasına dikerken hâlâ onun yakınına sokulmuş halde bu haline anlam vermeye çalışıyordum. "Lider benim." Kendini anda kalmaya zorluyor gibiydi.
Arda gülerek uzanıp onun omzuna vurdu. "Hem de ne biçim lidersin sen var ya."
"Hem de ne biçim liderim," diye tekrarladı arkadaşlarına bakarak. Dağılan kafasıyla birlikte solukları normal düzenine döndü. Kafam karışmıştı. Benden saklanılan bir şey olduğunu düşünmek üzereydim.
"Ben hiç," dedi Bahar yeniden bizi oyuna döndürerek. "Boşanmadım."
Aramızda içecek tek bir çift vardı. Egemen abinin yüzü düştü. Bahar, onu üzmek isteyecek son insan bile olabilirdi ama o aynı zamanda zeki bir avukattı. İçten içe varmak istediği bir yer vardı, ikisine de hatırlatmak istediği bazı şeyler. İstanbul'a adımını atar atmaz arabuluculuk için çaba harcamaya başlamıştı sanki.
Bu kez Eylül onunla ittifak kurarak Dumanlardan büyüğünü daha da köşeye sıkıştırmak istedi. "Ben hiç sarışın bir kadına yenilmedim."
Egemen abi, içeride bir gram oksijen kalmamış da tek nefesi bu sayede alabilirmiş gibi şişeye uzanıp hiçbir şey söylemeden büyük bir yudum aldı. Eylül'ün beklemediği, Arda'nın da bir kenarda shot atmasıydı. Kaşları havaya kalktı, o kadının kim olduğunu düşündü, sonra kaşları daha fazla havaya kalktı ama Arda ona bakmıyordu. Kafasının ortasında büyük bir soru işareti kalmıştı şimdi.
"Parkta devam edelim mi?" diye sordum dakikalar sonra sarhoş olmayan kimse kalmadığında.
Can, başını duvara çevirmiş ve sessizleşmişti. Arda, Görkem'in zamanında bana anlattığı gibi yavaştan çökmeye başlamıştı. Aklında sarışın bir kadından aldığı yenilgi dışında hiçbir şey yoktu. Görkem dalgın ve boş bakmaya başlamıştı, buna alıklık bile diyebilirdim. Kafası yerinde görünmüyordu. Eylül sadece kafa karışıklığından ibaretti. Bahar hâlâ dağılmamıştı, Kaya ayık halinden daha çok sırıtıyordu. Bige ablanın başı zar zor dik duruyordu, her an Egemen abinin omzuna yaslanacak gibiydi. Gözlerinde buna dair duyduğu isteği gördüm. Her şeye rağmen her şeyi yoluna koymak istiyordu. O ve ben, konu malum kişiler olduğunda hiçbir zaman uslanmayacaktık anlaşılan.
Kaya gözlerini bana dikti. "Unutmadın mı sen onu?"
"Ben verdiğim sözleri unutmam."
"Burada ne döndüğünden benim haberim yok," dedi Can. "Ne yapacağız parkta, soğuk değil midir?"
"Değildir," dedi Kaya. "Geçelim hadi dışarı, Asya öyle istiyor."
"Ayağa kalkabilecek misiniz hepiniz?" diye sordu Egemen abi alayla. Bige abla oldukça ciddi bir şekilde başını iki yana salladığında gülmeye başladım. Sonra yanımdaki Görkem de başını iki yana salladı ve daha çok güldüm.
Kaya ayaklanıp birkaç şişeyi kucağına aldı ve doğrudan parka doğru yürümeye gidecekken Bahar, "Beni unuttun," dedi sitemle. Kaya geri döndü. Elini ona doğru uzattı ve Bahar, onun parmaklarını kavrayıp destek alarak ayağa kalktı. "Kusura bakma," dedi Kaya. "Yokluğuna alışkınım ben, varlığına alışamadım hâlâ."
Bahar önce "Alıştırırız," dedi ve sonra hepimizin içinde uzanıp Kaya'dan makas aldığında Kaya kaşlarını bile çatmadı. Sadece güldü.
Diğerleri de ayaklanırken Görkem ve ben hâlâ oturuyorduk. "O kadar tatlılar ki," diye fısıldadım ona. Görkem yüzüme baktı. Herkes yavaş yavaş çıkmaya başlamıştı salonun kapısından. O hâlâ sessizce gözlerimin içine bakıyordu. Dalıp gitmiş, konuşmayı unutmuş gibiydi. Adını söyledim kendine gelsin diye. Hiçbir tepki oluşmadı yüzünde.
Saniyeler süren bakışmamızın sonunda "Gözlerin," dedi nihayet. "O kadar güzel ki."
"Hım."
"Yine gözümü kırpmadan tüm gece yüzünü izlemek çekti canım."
"Hım," dedim bir kez daha. "Bizi bekliyorlar, parka çıkmalıyız."
"Sonra?"
Gözlerindeki ışıltılar beni şaşırttı. "Sonrası yok." Kendinde bile değildi, bayık bakıyordu fakat konu ben olunca gözleri parlıyordu.
"Nasıl yok? Beni bir kez öpmene bakar sonrası."
"Ayağa kalk," dedim. "Sarhoşsun."
"Senin yanındayken hep."
Kolunu çekiştirip onu da benimle birlikte ayağa kaldırdım. "Sence abinle ablan barışacaklar mı?"
"Bence abim ablamı birlikte kaldıkları gece öpmüş," dediğinde gözlerimi kocaman açtım. "Bence abim, onu gerçekten ilk kez kaybetmeye bu kadar yaklaştı ve şimdi onu geri kazanabilmek için her şeyi yapacak."
"Harekete geçmeniz için illa bir şeylerin kafanıza dank etmesi mi gerek?"
"Evet, maalesef." Kolunu omzuma atıp beni göğsüne doğru çekti. "Özür dileriz."
"Keşke özür dilenecek şeyler yapmasanız."
"Keşke," dedi o da. "Gidelim hadi diğerlerinin yanına."
Parkta beni hangi manzaranın karşılamasını bekliyordum bilmiyordum ama Arda'yla Can'ı Kaya'yı iki kolundan tutmuş Arda'nın salıncağına sürüklemeye çalışırken görmeyi beklemediğim kesindi. Bahar, Eylül'ün koluna girmiş gülüyordu. Bige abla kaldırımda oturup yorgun bir gülümsemeyle ellerini çırpıyordu ve Egemen abi ayaktaydı ama devrilse onu tutabilecek kadar yakınındaydı Bige ablanın.
"Sallanırsam kusarım," dedi Kaya. "Arda, özellikle sana denk getiririm bak. Bırak şu kolumu." İşin komik yanı, Kaya'nın hiç de onlara zorluk çıkartmadan salıncaklara kadar yürüyor olmasıydı bu sırada. İstemem yan cebime koy derlerdi ya, tam olarak o durumdaydı.
"Oo Asya Hanım," dedi Eylül bana takılarak. "Nihayet teşrif edebildiniz."
"Buraya gelmemizi kendisi teklif edip kendisinin gelmemesi ironik," diye destek oldu Can da.
"Can," dedim kaşlarımı çatıp. "Sen akıllı olcan." Kendi kendime gülmeye başladım ama kimse bana katılmadı. Bir tek ben güldüğüm için daha çok güldüm ve garip bakışların tam ortasında kaldım.
"Üstüne gitmeyin kızın." Kaya, omzunun üzerinden dönüp bana göz kırptı. Koşup ona sarılmak istedim. Nedensizce bu istek büyüdü içimde. Sonra bunu yapmamam için bir engel göremedim ve koşamadım ama olabildiğince hızlı yürüyerek kendimi onun sırtına doğru attım. Duvara toslamak gibiydi. Alnım acımıştı.
"Ne yapıyorsun avel?" dedi omzundan sarkıttığım bileklerimi tutarak. "Sırtıma çıkacağını önceden söylersen eğilip işini kolaylaştırabilirim."
"Sarılacaktım."
"Çok fazla tecrübem olmadı belki ama sarılmanın buna benzediğini sanmıyorum," dedi Kaya. Arda ve Can onu tutmaya bırakıp bizi izlemeye başlamışlardı iki yanımızda. Sarhoştuk, gülüyorduk, içimizden ne gelirse onu yapıyorduk, yargılanmıyorduk ve sanırım mutluyduk. Yaşanan onca şeye rağmen burada yan yanayken mutluyduk.
"Dönüp kıza kollarını açman gerekiyordu," dedi Bahar. Bir an ona dönüp bir açıklama yapmak istedim. Kıskanabilirdi, bunu hesap etmemiştim ama Bahar'ın yüzünde hiç de buna benzer bir ifade yoktu. O Kaya'ya güveniyordu üstelik Görkem'e ne kadar aşık olduğumu da kendi gözleriyle görmüştü. "Senin suçun."
"Alnım acıdı. Tabii ki senin suçun."
"Evet," dedi alkole oldukça duyarsız olan Bige abla. "Ben de gördüm, senin suçun."
Kaşlarımı çatmış arkasında dikilmeye devam ederken Kaya birden bana doğru dönüp birleştirdiği iki parmağıyla alnımı ovaladı. "Oy," dedi sonra. "Alnın mı acıdı senin?"
Omzuna güçsüz bir yumruk savurdum. "Dalga geçiyorsun benimle. Ayıp bu."
"Görkem yanan sırtına bu kadar ağlamamıştı," dedi Can. Söyler söylemez buna pişman oldu. Kaya da ben de dönüp Görkem'e baktık ama o gülüyordu. İkimizi böyle görmekti onu böyle gülümseten, başka hiçbir şey umurunda değildi.
Cebimden telefonumu çıkarttım. Dikkatleri üzerime çekmek için tek bir hareketim yetmişti. Onu Kaya'ya uzatırken "Borcunu öde," dedim. Telefonu elimden aldı, müzik uygulamasını açtı ve düşünmeden parmakları klavyede hareket etmeye başladı.
Kısa süre içinde bir müzik doldurdu parkın içini. Evler birbirlerine çok yakın değildi, milleti rahatsız etmeyecek olmamızı diledim fakat gece gece rahatsızlık veriyorsak bu da umurumda değildi. İyileşmeye ihtiyacımız vardı.
Kaya, gözlerini Bahar'a çevirdi ve Yıldız Tilbe'yle aynı anda şarkıya girdi. "Sevdiğim kaçak baharım." Gülümsedim. Bu ikisi arasında dönen garip ilişkiyi çok hızlı bir şekilde kabullenmiştim. Birbirleri için yaratılmışlardı. "Yüzüne boyandı gece."
Görkem birkaç büyük adım sonrası Kaya'nın yanındaydı. Kolunu onun omzuna attı ve Kaya sıradaki cümleyi ona bıraktı. "Toprağıma düştü yağmur,
ah süzüle süzüle."
Saniyeler sonra lacivert ipli erkeklerden oluşan bir koro, tribün bestesi söyler gibi aynı anda şarkının sözlerine eşlik ediyorlardı.
"Ellerin tenimde ateş
Korkular bir adım öte
Dağlarımdan geçti rüzgar
Çığ düşüre düşüre
Sen bana şahit
Durdu zaman kalbimle bir
Ah deniz gel git
Darmadağın yine sahil."
Bahar güldü, ben güldüm, Eylül güldü, Bige abla güldü ve Egemen abiye doğru uzattı elini. Egemen abinin kaşları çatıldı. Bir an endişelendi, muhtemelen onun başının döndüğünü falan sandı fakat elini tuttuğunda Bige abla destek alarak ayağa kalktı ve ellerini Egemen abinin boynuna sardı. "Beni dansa kaldırmak ister gibi bakıyordun," dedi. "Teklifini reddedemezdim."
Egemen abi az önce ona bakmıyordu, kardeşinin nihayet o depresyon döneminden çıkmasının keyfini yaşıyordu fakat Bige ablayı bozmak yerine bir eliyle onun belini kavrayıp bedenini kendine doğru çekti. "Seninle dans etmemi mi istiyorsun Başak?" diye sordu, diğerleri arka planda bağıra bağıra şarkı söylemeye devam ediyorlardı ama ben pürdikkat onları dinliyordum. Bu soruda nedense Görkem ve benim "N'oluyoruz," sorumuz gibi bir havanın olduğunu hissetmiştim. İkisi için bir şeyler ifade ediyor olmalıydı çünkü Bige abla artık daha farklı bakıyordu.
"Benimle dans etmeni istiyorum Ege."
"Emrin olur," dedi Egemen abi gülerek. Yüzünde etkileyici bir gülümseme vardı.
"Ben de dans etmek istiyorum," diye bağırdı Bahar. "Ama benim adam, Görkem'le dans etmeyi seçiyor. Hayat çok acımasız bir yer."
Kol kola girmiş iki yana sallanan ikili bir anda duraksadı. Birbirlerine baktılar. Sonra ateşe değmiş gibi birbirlerinden ayrıldılar. O kadar çok gülüyordum ki yanaklarım sızlamaya başlamıştı.
Elimi Bahar'a doğru uzattım. "Onlara ihtiyacımız olduğunu kim söylemiş hayatım?"
Bahar avuç içlerini birbirlerine çırptığı an ellerini omuzlarıma çıkarttı. Anlık olarak taş kesildim ve üç saniye gibi bir süre içinde Kaya, Bahar'ın omzumdaki elini tutup sırtıma doğru kaydırdı. "Omzuna dokunma," diye fısıldadı onun kulağına. Bahar söyleneni algılayabilmiş miydi bilmiyordum çünkü kulağının dibine giren Kaya onu etkilemişti. Başını iki yana salladı, nedenini sormadı ama bir eli avucumda, diğer eli sırtımdayken sarsak adımlarla sallandık olduğumuz yerde.
"Geceler aysız arzular arsız
Ne yana yıkılayım
Ona katıksız aç deli yüreğim
Kime yalvarayım?"
Bahar beni olduğum yerde döndürürken Görkem'le göz göze geldik. Gözlerinde dilinde olan sözcükler gibi bir ifade vardı. Arkamı dönüp Bahar'ın adımlarına ayak uydurdum. Kısa süre içinde adımlarımızı ayarlamış, hoş bir uyum yakalamıştık ve deli gibi gülüşüyorduk. Sonra Eylül'e baktım, tek başına orada oturuyordu. Bahar da bakışlarımı takip etti ve biz bir tepki veremeden önce buna müdahale eden kişi yine Kaya olmuştu. Onu tutup ayağa kaldırdı ve parkın ortasında oluşan pistte onlar da yerlerini aldılar.
Kaya'nın konu biz olduğumuzda sarhoş haldeyken bile hiçbir şeyi gözden kaçırmıyor olması bende ağlama isteği uyandırdı. Koşullar ne olursa olsun bizi koruyup kollamanın bir yolunu buluyordu.
"Çare sende Allah'ım
Beni al, rahata kavuşayım
İnce ince işliyor sevda
Nasıl kurtulayım?"
Can, Arda ve Görkem'den oluşan üç kişilik grup kenarda sap sap kaldıklarında Can gözlerini devirdi. Şarkı söylemeyi kesti ve "Ben hiç," dedi. "Parkın ortasında dans etmedim." Kaya'nın getirdiği şişelerden birini yerden alıp bize doğru yürümeye başladı. Şişeyi elinden kaptım, ilk yudumu ben aldım. Sonra aynı şişeyi Bahar aldı ve gülüp kafasına dikti. Aramıza giren Can bizi birbirimizden ayırmıştı.
İkimiz de ayakta zor duruyorduk, ben geri geri adımlarken ayağım kaldırım taşına çarptı, Görkem kolumu tutup beni kendine çekti ve sırtım göğsüne yaslandı. "Her şeyi düşünürdüm," dedi kulağıma. "Şu hayatta her ihtimali düşünürdüm de seni Bahar'dan kıskanacağımı düşünmezdim."
Kendimi ona daha fazla yasladım. "Hım."
Elleri karnıma sarıldığında çenesini omzuma bastırdı. "Başlayacağım hımlarına."
"Hımm..."
Görkem sağa sola baktı, ilginin üzerimizde olmadığını anladı ve ellerini tişörtümün altından tenime yasladı. Parmaklarını karın kaslarımın üzerinde birbirine kenetledi. "Seni her an her saniye bu kadar çok istemeyi durdurmanın bir yolu yok değil mi?"
Başımı iki yana sallayıp sırıttım. Sonra işaret parmağımı ileri doğru uzatıp "Bak," dedim Egemen abiyle Bige ablayı göstererek. "Onlar da seneler sonra bile birbirleri için aynı şeyi düşünüyorlar." Sonra Bahar'la Kaya arasında hareket ettirdim parmağımı. "Ve onlar da." Ardından Arda'yı gösterdim, durdum, Eylül'ü işaret edemedim. "Ve o," dedim hâlâ Arda'yı gösterirken.
Görkem, sesimdeki hüznü fark edince buna müdahale etmek istedi. Amacı tam olarak neydi bilemesem de bu kez alkol şişesini gidip havaya kaldıran oydu. Doğrudan Eylül'e doğru yürümeye başladı ve Can'ın izinden yürüyerek içerideki oyunu devam ettirdi. "Ben hiç," dedi ve Eylül'ün önünde durup sırıtmaya başladı. "Arda'yı dudaklarından öpmedim."
Eylül kendisine açılan bu cephe karşısında bir anlığına dilini yutacak gibi oldu. Herkesin ortasında bu anın ona hatırlatılması onu kıpkırmızı yaptı. Arda'ysa bir köşede dudaklarını birbirine bastırmakla yetindi. Kimse buna şaşırmış görünmüyordu. Biz Analizciler arasında yaşananlar, bir sır olarak kalmıyordu anladığım kadarıyla. Seven sevdiğine koşup hemen yetiştiriyordu. Örneğin aramızdaki avukatların olaydan haberdar olmamaları gerekiyordu ama ikisi de ilk kez duyuyora benzemiyorlardı.
Eylül şişeyi utana sıkıla eline aldı ve küçük bir yudumun ardından bu konu hakkında konuşmayacağını belli etmek ister gibi başını eğdi. İhtiyacı olan cesaretlendirilmek miydi, emin olmak mıydı bilmiyordum ama ikisinin oturup adam akıllı konuşmaları gereken zaman geldi de geçiyordu.
Sonra ben bunu sağlamak için bir şey yaptım. Belki sarhoş olmasam yapamazdım, belki mantıklı değildi, belki de asla yapmamam gereken bir şeydi ama o cesurca adımı kendimi ateşin ortasında kalmak pahasına ben attım.
"Ben hiç," dedim. "Eylül'e aşık olmadım."
İçinde olduğumuz çocuk parkı da içimizdeki tek çocuk da buz kesti.
Bana baktı. Arda gözlerini gözlerime kilitledi. Bana kızmadı. Sadece emin miyim diye soruyordu sanki. Bunu şu an yapmanın doğru olup olmadığını soruyordu. Bakışlarında çaresizce içinde büyüttüğü aşk vardı, ortaya çıkmayı bekliyordu ama bunu bunca zaman sonra nasıl yapacağını bilmiyordu. Ben de ona bir yol sunmaya çalışmıştım.
Herkesin gözlerini benim üzerimde hissediyordum, bir tek Eylül Arda'ya bakıyordu ve şok olmuş görünüyordu. İdrak edememişti ağzımdan dökülen sözcükleri diğer herkes gibi.
Sonra Arda hepimizi şok edecek o hamleyi yaptı.
Şişeyi elimden alıp içinde tek bir damla kalmayana kadar kafasına dikti ve bunu yaparken gözlerini Eylül'ünkilerden bir an olsun ayırmadı.
Şişe boşaldığında öylece durdu. Derin bir nefes aldı. Kafasını yere eğdi. "Sanırım bu gecenin sonuna geldik," dedi. "Ben uyumaya gidiyorum. İyi geceler."
Arda'ya karşı her zaman kör olan kadının gözleri sonuna kadar açıldı. Arda bir kez daha ona bakmadan arkasını döndü, yürümeye başladı ve ilk defa Eylül geride kaldı.
•⚓•
AAAAAAAAA İMDAT!
Arkadaşlar n'oluyoruuzz?
Her şeye rağmen bu bölüm yaralarımızın büyük bir kısmını sardı diyebilir miyiz?
Hasret kalmışım ben bile kaossuz sakin sakin takıldığımız ve bize derin nefes aldıracak sahnelere.
Görkem Duman'ın düştüğü yerden daha güçlü kalkabilmesi için ilk hamle buydu fakat tamamen toparlanabilmesi için bir başkasına daha ihtiyacı var, onu diğer bölüme sakladım. :')
Arda Gökmen'in de toparlanabilmesi tek bir kişiye bağlı ama kader bu ya, en ihtiyaç duyduğumuz görmez bazen bizi. Bazen gözünün içine bakıp bağırmak gerekir ki bu da gerçekleşecek, yakındır. Öyle işte.
Gitmeden önce buraya sizi en etkileyen sahneyi bırakır mısınız? Ben uzun bir süre "Artık ben de sevmiyorum aynaları." repliğini aşmaya çalışacağım.
#Analizwattpad etiketiyle attığınız tweetleri de bekliyor olacağım yine. Beni etiketlemeyi unutmayın lütfennn
Şimdi bir kere gülümseyip öyle gidelim :)
Teşekkürler ve iyi günler!
🔵🤝🔵
Ben okurken kendimi asyanın yerine koyuyorum ve Kaya yı kıskanmam normal mii. Sanki abisini kıskanan biriyim öyle mutluyum ama kaya işte ya çok sevimli 🥹
YanıtlaSil