17. "Aitlik Hissi"


Bölüm Şarkıları:

Emir Can İğrek, Dayanamam
Alec Benjamin, If we have each other :')


Küçük bir oda, sıcak bir ev, güzel bir aile
İyileştirebilir can çekişen ruhu bile.

•⚓•

Parmaklıkların ardı kafamın içine benziyordu.

Kendimi korumak için arkasına saklandığım duvarlardan veya ıstakozun dışındaki kabuktan bahsediyordum ya, bulunduğum yer de bunu andırıyordu. Tek farkı bir anahtarla açılabilen kilidiydi.

Sırtımı yasladığım soğuk duvar biraz üşütmüştü beni. Ellerim üzerinde oturduğum tahta bankı kavramış vaziyetteydi. Kafamı dağıtacak hiçbir şey olmadığından karnımdaki taze yara sürekli aklımdaydı ve bu da acısını hissetmeme sebep oluyordu.

Burada iki kişiydik. Başımı sağ tarafıma çevirdim ve Görkem'in ayakkabısının burnuyla yere daireler çizdiğini gördüm. Onun da canı sıkılmıştı beklemekten.

Gözaltındaydık.

Hayali bile komik geliyordu insana, ben bizzat yaşıyordum.

"Canın acıyor mu?" diye sordu gözlerini yerden çekmeden.

"Neden hâlâ buradayız?" Nezarethanenin bulunduğumuz bölümünde yalnızca ikimiz olduğumuzdan rahat konuşabiliyordum. Buraya kapatıldıktan sonra gelen giden hiç kimse olmamıştı.

"Acele etme." Ayağı hareket etmeyi bıraktı. Artık o daireleri dizinin üzerine parmaklarıyla çiziyordu. "Öyle elimizi kolumuzu sallayarak çıkamayız."

Normal şartlarda çıkardık ama burada hiçbir şey normal değildi.

"Herkes lacivert iplileri biliyor," dedim. "Bileğini göstersen eve dönmüştük şimdiye kadar."

"O kadar kolay değil." Sesi dingindi, biraz da yorgun belki. "Bizimkilere haber ulaşmıştır. Gerekeni yaparlar. Biz şimdilik bunu sürdürmek zorundayız."

Analizcileri tanımak, görmek ve kimliklerini bilmekle dilden dile yayılan lacivert ip hikayesini duymak bir değildi. Ne kadar çok insan bilirse o kadarı risk altına giriyor olmalıydı. Ayrıca buradan kolayca çıkarsak, o kumarhanede veya o gece otelde olup bizi gören herhangi biri bu işin içinde bir terslik olduğunu anlayacaktı.

Belki Hermes ve Selma bile gözetliyor olabilirdi karakolu. Yakalanan diğer şahıslara nasıl bir prosedür uygulanıyorsa bize de uygulanmasını beklememiz gerekiyordu tüm bunlar yüzünden.

"Buradan kimseyi tanıyor musun?" diye sordum. Ne onun bağlı olduğu karakoldaydık ne de benim eski çalıştığımda. Yine de bazı bağlantılara sahip olması beni şaşırtmazdı.

"Ekip arabasından indirildiğinde seni devralan adamı tanıyorum." Esmer, benimle hemen hemen aynı boylarda bir erkekti. Solaktı. Ellerinde bir kedinin bırakacağı türden tırnak izleri vardı. Önce kafasını kaldırıp Görkem'e bakmış, tam ona yönelecekken bir anda direksiyonu bana kırmış ve beni buraya kadar o getirmişti. Hareketlerinin kibar olduğunu söyleyebilirdim.

"O seni tanıyor mu?"

Başıyla onay verdi. "Ama onun da yapabileceği bir şey yok. Eğer bunu soracaksan..."

"İfade mi vereceğiz?" dedim. "Sorgulanacak mıyız? Nasıl ilerleyecek? Bana biraz bilgi vermen gerekiyor. Konu siz olunca benim bildiğim şekilde ilerlemiyordur olaylar."

"Mila olmaya devam et." Netti. "Sana bir işaret verilmediği veya bizden herhangi birini görmediğin sürece sen Mila'sın. Ben de Kuzey'im. Merak etme, içeri atılacak halimiz yok."

"Çok sağ ol." Gözlerimi devirdim ama bana bakmıyor olduğundan bunu göremedi. "Nasıl rahatladığımı bilemezsin."

"Oradan bakınca her gün gözaltına alınıyor gibi mi görünüyorum?" Aramızdaki parmaklıklara yasladı başını. Gerçekten bitkin durumdaydı ama nedense gülüyordu. "Halimize bak."

"Çok saçma şu an." Gülmeye başladım ben de istemsizce. "Operasyonumuzu operasyonla patlattılar."

"Gizli yürütüyor bizimle ilgili olayları." İsim kullanmadı ama Necip Amir'den bahsediyordu. "Gerekli yerlere gerekli bilgiler veriliyor. Biliyorsun, hesap vermemiz gereken tek kişi o ve kalanını da o hallediyor bir şekilde. Bu yüzden, bizi yakalayanlar işlerini yapıyorlardı. Haberleri yoktu hiçbir şeyden."

"Anladım o kadarını. Yaralıyım diye salak muamelesi yapmana gerek yok." Kaşlarını çattı öyle bir şey yapmadığını anlatmak ister gibi, sonra yavaşça düzeldi ifadesi. "Sadece çok sakinsin. Senin sakinliğin bu ortamdan daha çok gerdi beni."

"Telaş yapmalık bir durum yok çünkü ortada." Duyguları içinden vakumla alınmış gibiydi sesi. Dümdüz, aynı volümde konuşup bir de üstüne ifadesiz suratını ekleyince bana bir bilim kurgu filminde olduğumu hissettiriyordu.

"Konuşmuyorsun hiç," dedim bankta o tarafa doğru kayarak. Başımı geriye yasladım, sonra boynumu ona doğru çevirdim ve saniyeler içinde o da aynısını yaptı. "Zaman geçmiyor."

"Benimle konuşmak isteyeceğini düşünmediğim için susuyordum," dedi çekinerek. "Bana kızgınsın hâlâ. Belli etmemeye çalışıyorsun ama öylesin."

"Sana kızgın değilim," dedim. "Dün gece hiç uyumadın mı sen?" Sözde soru cümlesiydi, cevaptan emindim. Suçluluk duygusu onu bu demir parmaklıklardan bile daha çok esir almıştı.

"Yani, çok az." Başı ağrıyordu. Mimikleri, gözlerinin kenarındaki damarın renkleri ve alnında ara sıra beliren çizgilerin yerlerinden tespit edebiliyordum bunu. "Bilmiyorum. Sen bazı cümleleri bir kere kurdun ama o cümleler yedi saat aralıksız döndüler kafamın içinde."

"Öfkeliydim o an." Takılıp kalması hoşuma gitmiyordu. Ben önüme bakmaya çabalarken o neden bozuk plak gibi dönüp duruyordu? "Geçti."

"Üç tekme yedin karnına." Gözlerini loş ışığın bulunduğu tavana çevirdi. "Saydın benim için." Ellerini birbirine kenetledi. Omuzları düştü. "Nasıl geçecek ki? Nasıl geçireceğim ben o üç tekmeyi?"

Birçok cümle kurmuştum ama onun canını en çok acıtan buydu. Onun gibi saymıştım bir şeyleri, burada bir sıkıntı yoktu. Sıkıntı, onun için yediğim tekmeleri saymamdaydı.

Sertçe yutkundu bir kez. "Yaralısın ve buradasın. Bir tahta bankın üzerinde, nezarethanede... Seni yanımıza alırsam iyileşirsin sanıyordum. Aksine, seni dibe yolluyorum. İstemeden yapıyorum ama yapıyorum. Kurtarmak için çırpındığım insanı kendi ellerimle boğuyorum sanki."

Son cümlesi çınladı kulaklarımda.

Onu çaresiz, ne yapacağını bilemez ve bitik bir halde karşımda göreceğimi söyleseler inanmazdım. Uzun bir süre olmamıştı tanışalı ama öyle biriydi ki Görkem ne yapsa, ne söylese doğru gelirdi. Her zaman kendinden emin, her zaman sorumluluklarını bilen ve sanki hiçbir zaman dik duruşu bozulmayacak bir adam... Sanırım onun hakkındaki ilk izlenimlerim buydu.

Seni boğduğu andan sonraki ilk izlenimlerin mi Yağmur?

Evet, onu Analizcilerin evinde gördükten sonraki ilk izlenimlerim şeklinde düzeltmeliydim cümlemi.

"Belki çırpınmamalısın," dedim kısa süreli sessizliğimizi bölerek. "Belki kurtarılmaya ihtiyacım yoktur benim."

"Senin kapına dayandım, aynı günün gecesinde bizim evde kalmaya başladın." Neyi kastettiğini anlayamadığım için hafifçe çenemi eğerek devam etmesini bekledim. "O evden kurtulmayı bekliyordun," dedi. "Ev diye bahsettiğimi sen biliyorsun. O anılar, o hisler, o uykusuzluk rekorunu kırdığın geceler belki... Sana geldim ve sen bizi bir sığınak gibi gördün."

"Ben kimseye sığınmam Duman." Koridora baktım. Hâlâ gelen giden yoktu. "Yanlış anlamışsın."

"Bunu anlatmaya çalışmıyordum." Tane tane konuşuyordu, hızlı kelimelerine alışkın olduğumdan ne zaman kendini bu şekilde ifade etmeye kalksa garipsiyordum. "Sadece diyorum ki, o şekilde daha fazla devam edemeyeceğini sen de biliyordun ve şansını denemek istedin."

Daha fazla devam edememek... Cümle içinde tehlikeli sözcükler kullanmasının sebebi yüzümdeki ifadeyi analiz etmek istemesi miydi yoksa ben mi paranoya yapıyordum?

"Sana bir şey söyledim, değil mi?" Kalbimin hızlandığını hissettim. "Henüz hatırlamadığım şeyler var. Toz çektiğim gece sana ne söyledim ben? Ne anlattım da koruyucu meleğim olmaya karar verdin bir anda?"

"Gözaltındayken toz çekmekten bahsetmese miydin ki?" diye sordu bütün masumluğuyla gülerek. "Hayır başımız yeterince belada, bir de kullandığın uyuşturucunun hesabını mı verelim polislerimize?"

"Gö..."

"Göt kafalı Kuzey," dedi beni bölerek. "Sahte kimlik kullanıyoruz ya Mila. Unuttun mu? Oldukça kabarık bizim sicil. Yandık."

Kafamı allak bullak ederek konuyu dağıtmıştı ve ben ağzımı açamamıştım.

Duyduğum adım sesleri lafımı iyice ağzıma tıkınca burada kalan on kişiden sekizinin yapacağı gibi Görkem'le ayaklanıp parmaklıklara yöneldik. Görkem'in tanıdığı olan kişi değildi, başka biriydi gelen. Gözlerini doğrudan bana dikti. "Avukatın geldi," dedi ve cebinden çıkarttığı anahtarı kilide takıp çevirdiğinde çıkan metal sesleri yankı yaptı duvarlarda.

Görkem parmaklarını demirin etrafına sarmıştı. Sahte bir üzgünlük ifadesi vardı suratında. "Benimki gelmedi mi?"

Başımdaki polis memuru onunla muhatap olmadı ama ben onun bu tavrına neredeyse kahkaha atacaktım. Bir alt dudağını sarkıtmadığı kalkmıştı sorusunu sorarken.

Göz teması kurmaya çalıştım. Herhangi bir fikri var mıydı? Necip Amir olaya el mi atmıştı? Avukat da nereden çıkmıştı?

Kolumdan çekiştirilmemle önüme dönmek zorunda kaldım ve sorgu odalarının olduğu kısma doğru ilerledik birlikte. Kapıyı açtığımda içeri girmemi bekledi. Kimse yoktu. Boş olan sandalyelerden birine oturdum. Sorgulayan değil sorgulanan konumunda olmak daha önce yaşamadığım bir deneyimdi.

Analizciler bana böyle şeyler katıyorlardı işte. Kelepçelenip gözaltında çürümüştüm, şimdi de kahverengi bir masanın arkasında beni buradan çıkaracak avukatımı bekliyordum.

Saniyeler geçti, sonra dakikalar... Oteldeyken Serdar gibi akılsızlarla uğraşıyordum ama en azından olaylar oluyordu da canım sıkılmıyordu. Bu olaylar ilaçlı içki içmem, toz çekmem gibi şeyler olsa da zaman bir şekilde geçmişti işte. Bir haftalık görev, biraz erken de olsa bitmişti. O otel odasında olmayı burada olmaya tercih ederdim.

Halbuki evime dönmüş gibi hissetmem gerekirdi. Neticede, az buz zaman geçirmemiştim ben bu odalarda.

Siyah cama odakladığım gözlerim camın ardındaki hiçbir şeyi göremese de nedense orasının boş olduğunu hissediyordum.

Nihayet kapı aralandı. 1.85 boylarında ve otuzlu yaşlarda olduğunu tahmin ettiğim bir adam içeri girip kapıyı arkasından sertçe kapattı.

Oldukça hızlı vurmuştu. Elimde olmadan kendimi savunma pozisyonuna aldım. Omuzlarımı dikleştirip başımı kaldırdım.

Lacivert bir takım elbise giyiyordu. Gözlerim yüzünden önce üstündekileri incelemeye başlamıştı ki ceketini çıkarttı ve seri adımlarla ilerleyip ayaklı kameranın üzerine örttü. Kaşlarım çatılmasın diye çaba harcadım.

Kimse beni karakolda, çevrede bu kadar polisin olduğu bir alanda öldürmezdi herhalde. Bunu bilmesem çoktan ayağa kalkıp ona yumruğumu sallamış olurdum. Bu tavırları normal değildi çünkü.

Dalgalı saçları vardı adamın. Koyu kumraldı. Elmacık kemikleri belirgindi, diğer yüz hatları da oldukça keskindi aslında. Mavi gözleri ışın çıkarıp beni buhara dönüştürebilecekmiş gibi bakıyordu. Doğrudan göz bebeklerime odaklanmıştı. Onu incelediğimi biliyordu ve sanki bana zaman tanıyordu.

Beyaz gömleğinin üzerine pantolonundan ve kameranın üzerinde duran ceketinden bir tık koyu tonda kravat takmıştı. Saçları, üzerine tam oturan kıyafetleri ve duruşuyla düzenli bir adam olduğu imajını veriyordu bana. Bir avukatın sahip olacağı disiplin sanki onda vardı.

Yüzüne çevirdim bakışlarımı tekrar. Göz altları çökmüştü. Dudakları düz bir çizgi halindeydi. Burnu normal boyutlardaydı ve gözlerine doğru çıkan kısımda, yan taraflarda iki küçük çökük izi vardı. Gözlük kullanıyordu. Ya dinlendiriciydi ya da numarası düşüktü.

Elinde ne dosya vardı ne de kağıt parçası. Sadece bir kalem görmüştüm pantolonun cebinden belli olan. Karşımdaki sandalyeyi ayakları yere sürtecek şekilde çekip oturduğunda o kalemi parmaklarının arasına aldı. Tükenmez ve siyahtı.

"Egemen," dedi dirseklerini masaya yaslayarak. "Adım, Egemen."

"Soyadın yok mu?"

"Adım yetmiyor mu?"

İşkillenmemek elimde değildi.

Ellerimi onun gibi masanın üzerinde birleştirdim. Beden dilim hakkında sayfalarca makale yazabilecek biri gibi duruyordu. Anlasın istedim. Ellerimi saklarsam çekinik görünecektim. Aksine, onun gibi dirseklerimi masaya yaslayarak meydan okumaya geçtim.

"Mila," dedim. "Bu kadarı yeter herhalde?"

"Asya Yağmur Tunçbilek." Ses tonu otoriterdi. Bana üstünlüğünü kabul ettirmeye çalışıyordu. "Müvekkilim hakkında kapsamlı bir araştırma yapıp geldim."

"Soyadını söylemiyorsun. Görüşmemizin kaydını kapatıyorsun ve sonra bana müvekkilim diyorsun. Neler olduğunu bana açıklamazsan buna devam etmeyeceğim, avukatım."

"Seni daha önce görmedim. Emin olmam gerekiyor."

Avukatım ve ben çok samimi ve çok sıcakkanlı bir ilişki kurmuştuk anında. Senli benli konuşuyor, birbirimize emir verir gibi hitap ediyorduk. Tencere kapak uyumundaydık adeta.

"Bana bilgi ver," dedi.

"Ne?"

"Neden Mila olarak tanıttın kendini? Asya'yken bunu söylemene sebep olan nedir?"

Bir Analizci olduğumu benim ağzımdan duymayı mı bekliyordu? Görkem sürdür demişti ama bu adam benim ismimi biliyordu. Tavırlarından hoşlanmasam da bu üstün güvenlikli koruma sistemini kullanıyor olması gerçekten onlar hakkında bir şeyler bildiğinin işareti gibi geliyordu.

"Eğer aynı taraftaysak bu soruya cevap vermeyeceğimi biliyor olman gerekiyor," dedim.

Tavrım hoşuna gitmiş gibi gülümsedi. Kravatını gevşetti, gömleğinin bir düğmesini açtı ve boynunda bir zincir gördüm.

Gözlerim önce sağ, sonra sol elinin yüzük parmağını buldu. Aradığım şeye sol tarafta rastladım. İz vardı. Ten rengi hafif de olsa değişiyordu o noktada. Egemen ya yeni boşanmıştı ya da eşini kaybetmişti.

Ana odaklanmaya çalıştım. Bu sırada kalemi parmakları arasında çevirmeye başlamıştı o da rahat bir tavırla. "Analizcileri biliyorum."

"Ve?"

"Yanındaki adam hakkında bilgi almam gerekiyor."

Normal bir avukat müvekkil görüşmesi değildi bu. Birincisi ben onun avukatım olmasını kabul etmemiştim. Ortada imza yoktu. İkincisi, hiçbir avukatın Analizciler hakkında bilgi isteyeceğini sanmıyordum.

"Adı Kuzey." Duraksamadım söylerken. "Erkek arkadaşım."

Analizcileri gerçekten biliyorsa bunun uydurma bir hikaye olduğunu da bilirdi. Pusuya yattım ve beklemeye başladım. "Bana güvenmiyorsun." Gözleri kısıldı ve gülümsedi. "Aferin."

Ona bön bön baktım.

"Adı Görkem," dedi. Bir elinin parmakları masada ritim tutuyor, diğer elinin parmakları aynı anda kalem çeviriyordu. "Ve artık güvenini kazandıysam sana Analizciler hakkında sorular sormam, senin de koşulsuz cevaplaman gerekiyor. Sorgu yok Asya. Bana onlar hakkında bildiklerinin hepsini anlatacaksın."

"Görüşme bitti o halde," dedim. "Hiçbir şey bilmiyorum."

Yine hoşuna gitmişti. Bir psikopatla karşı karşıyaydım.

Parmaklarının masanın üzerindeki hareketine odaklandığımda fark ettiğim şey, bakışlarımı yeniden ona çevirmemi sağladı.

İki kez masaya vuruyor, kısa bir esin ardından bir kez vuruyor ve sonrasında iki kez daha vuruyordu. Devamlı tekrarlıyordu. Tırnaklarıyla değil de parmaklarının iç kısmıyla bunu yaptığından ses çıkmıyordu. Fark etmem bu yüzden zaman almıştı.

İki tık, tek tık, iki tık.

Sessiz versiyonuydu.

"Egemen Duman?" dedim sorar gibi.

Şaşkınlıkla çevrelendi bakışları. "Bak bunu beklemiyordum işte," diye itiraf etti sonra ve bir gurur gördüm gözlerinde. "Avukat Egemen Duman," dedi elini bana uzatarak. Tokalaşmasına kısa ve resmi olanından bir karşılık verdim. "Görkem'in abisiyim. Benziyor muyuz? Nereden anladığını merak ediyorum."

"Mavi göz geni, uzun boy, gizemli tavırlar, güven testleri, aynı tarz kalem çeviriş ve aynı ritim..." Kaşları havaya kalktı. "Bir de meydan okumaları sevme huyunuz var... Tuhaf bir şekilde hoşlanıyorsunuz bundan. Sanırım biraz benziyorsunuz, evet."

Gözleri Görkem'den daha koyu ve Arif Ahmet Bey'inkilerden daha açıktı. Sonuç olarak mavinin her tonunu taşıyordu bu aile resmen. Ayrıca lacivert rengine de takıntılı oldukları konusunda şüphelerim vardı. Bir de, nedense Görkem'in bir abisi olabileceğini hiç tahmin etmemiştim. Biraz şaşkındım bu sebepten.

"Sen hayırsız mısın?" diye sordum.

Kahkahasına engel olamadı. "Ne?"

"Arif Ahmet Bey, Görkem'e 'o hayırsız seni ararsa bana haber ver' demişti. O hayırsız sen miydin?"

"Üç yıl kadar önce de Görkem bana bir kız var demişti. O kız sen miydin?"

"Ne?" deme sırası bana geçmişti bu defa.

"Analizcilere katılması planlanan ama sonra bir sebepten aralarına dahil olmayan o kız... Sanırım ikimiz de farklı kimliklerle birbirimizi tanıyormuşuz."

"Bir şey soracağım." Başıyla devam etmem için bir işaret verdi. "Ağzımı aramak senin fikrin miydi?"

"Soruyu dolaysız yoldan alabilir miyim rica etsem?"

"Görkem'in haberi var mı?" dedim. "Senden beni test etmeni o mu istedi?"

"Hayır." Kesin bir ifadeyle vermişti cevabını. "Burada olduğumdan henüz haberi yok. Birazdan seninle gidip çıkartacağız onu da."

"Sonra?"

"Birilerinin sizi gözetlediğini düşünüyor Analizciler. Buraya gelmeyecekler, Necip Amir de aynı şekilde. Sizi alıp benim arabama geçeceğiz. Sessiz sedasız buradan çıkacağız ama hâlâ takip ediliyorsak bunu yol üzerinde anlarız zaten. Ona göre bakarız bir hal çaresine. Yok bütün bunların hepsi bizim paranoyamızsa kazasız belasız sizi evinize bırakacağım."

"Biraz acele edebilir miyiz?" diye sordum elim karnımın üzerine giderken. Yüzümde oluşan acı ifadesini yakalamaması mümkün değildi.

"Görev esnasında yara mı aldın?"

Adam hukuk hukuk konuşuyor Yağmur.

Hukuk hukuk konuşmak... Sesini duyduğum Mete, gerçek hayattakinin bir kopyasıydı. Kendime sürekli onun sadece bir ses olduğunu hatırlatmazsam gerçeklik algımı yitirecektim.

"Evet," dedim Egemen'e.

"Yanında Görkem varken..." Kaşlarını çattı. "Sen yara mı aldın?"

Görkem'i abisine şikayet etmek planlarımın arasında olmadığından basit bir kafa sallamayla geçiştirdim sorusunu. "Tamam," dedi. "Halledeceğiz. Kurşun mu bıçak mı yoksa başka bir şey mi? Yürüyebiliyor musun desteksiz?"

"Bıçak ve evet, yürüyebiliyorum," dedim. Paniği bile Görkem'inkine benziyordu. Durumu kontrol altına alma çabasını öne çıkarıp endişesini arkaya gizliyordu Dumanlar. "Sorun yok. Sadece eve geçmek istiyorum. Burada durmaktan sıkıldım."

"Tamam, gel. Görkem'i alıp gidelim." Telefonundan bir numarayı tuşladığında saniyeler sonra kapıda Görkem'in tanıdığı olan esmer adam belirdi. Egemen kameranın üzerine bıraktığı ceketi alıp giydi ve tek başına koridora çıktı. Nezarethane yönünde ilerliyordu.

"Sana nezarethaneye kadar eşlik edeceğim dikkat çekmemek adına," dedi esmer bana bakarak. "Adım Muhip. Ellerine kelepçe geçirmek durumundayım. Bir de enseni kavrayacağım, kusura bakma."

Güldüm. "Sıkıntı yok."

Muhip de gülümsedi ve dediklerini yaptıktan sonra başımı eğerek hızlı adımlarla aştım koridoru. Beni nezarethaneye getirdiğinde anahtarı çıkarıp açtı kelepçemi. Ardından içeri girmemi işaret etti ve kendisi işine döndü.

Karşılaştığım manzara, Görkem'e bakıp gülen bir Egemen Duman'dı. "Oğlum," dedi. Nefes almaya çalıştı. "O saçlar o sakallar ne öyle?" Görkem, Kuzey'di ve Kuzey peruk takıyordu. "Dövme mi yaptın bir de? Seni iki boşladım diye ailenin ilgi çekmeye çalışan serserisi mi oldun benim başıma? Bir de karakollardan topluyorum geri zekâlıyı."

Görkem de olsanız abiniz varsa size geri zekâlı diye hitap ediyordu demek ki.

Egemen Duman'a ısınıyor olmam garipti.

"Abi ya..." dedi Görkem çocuk gibi. Ben bir kenarda dikiliyordum, onlar köşede konuşuyorlardı. "Buraya düşmesem seni göreceğim yoktu. Aklımı kullanayım dedim."

"Aklına tüküreyim ben senin." Cebinden çıkarttığı anahtarı havaya kaldırdı ve Görkem'in parmaklıkların önünde duran suratının önünde sallamaya başladı. "Kaderin bana mı bağlı şimdi senin? Açmıyorum lan kapıyı. Ne yapacaksın ki?"

Görkem hıphızlı bir şekilde parmaklıkların arasından elini uzatıp anahtarı kavradı ve saniyeler içinde içeri çekti. Egemen ona bakıp gülerken Görkem de aynı şekilde gülümsüyordu.

"İyi yan kesici olurdu senden." Anahtarı kardeşinin elinden geri alıp kilide geçirdi ve çevirdi. Görkem dışarı adım attığında önce elini kavradı abisinin. Sonra Egemen onu kendine çekip sarıldı.

İkisinin de yüz ifadesini görebilecek açıdaydım. Özlem kokan bir sarılmaydı bu. Görkem iki kez abisinin sırtına vurmuş, Egemen geri çekilmeden önce Görkem'in şakağını öpmüştü.

Görkem'i hiç bu kadar huzurlu görmüş müydüm hatırlamıyordum. Bütün yaşadıklarından sıyrılıp abisine sığınmış gibiydi.

"İyi misin?" diye sordu Egemen bir adım kadar geri giderek. Gözleri onu süzüyordu. Görkem bir saniye gibi bir süre bana baktı, yeni fark etmişti onları izlediğimi. Yüzümü inceledi ve abisine baktı yeniden. Sonra aynısını Egemen tekrarladı. Onun gözleri üzerimde biraz daha fazla oyalanmıştı sadece. "Anladım," dedi sonra Egemen.

"Çıkalım mı?" diye sordu Görkem ona bakarak.

"Düş önüme sıpa."

İlişkileri güzeldi. Gülümsetmişti beni.

"Abi." Egemen benim yanıma varmıştı, tam çıkmak üzereydik ki durup arkasını döndü. "Sağ ol."

"Ne sağ ol ne?" dedi sahte bir sinirle. "Babama şikayet edeceğim seni daha. Alsın elinden test kitaplarını da gör gününü."

"Ben de sigara içtiğini söylerim."

"Bıraktım ya oğlum." Yüzü ciddiydi. "Bıraktırdı ya Bige. Yıllar oldu, sürmedim ağzıma."

"Yemin et!" dedi Görkem elini dudaklarının üzerine bastırarak. Yüzünde oluşan sahte şoka yine gülmeye başladım. İkisini izlemek keyif veriyordu insana. "Hiç haberim yoktu."

"Dalga geçilmez abilerle. Taş olursun."

Görkem ona dil çıkardı ve benim yanıma geldiğinde elini belime koyarak yürümemi işaret etti. "Eve geçelim de dinlen bir an önce," dedi. "Abi, o..."

"Yaralı, biliyorum. Halledeceğim ben burayı. Siz arabaya geçin, beş dakikaya geliyorum."

Dumanlarda bir şeyleri halletmek de genetikti herhalde.

Abisinin havaya attığı anahtarı sol eliyle yakaladı Görkem. Ardından yine belime yasladı elini ve yürümem için hafifçe ittirdi beni. Birlikte yangın merdivenlerinin olduğu kısma yöneldik. Aşağı indiğimizde gereğinden fazla nefes nefese kaldığımı fark etti. Otelde merdiven kullanmadığımızdan sorun olmamıştı ama karnımda bir bıçak darbesi varken basamak inmek, kendimi kasmama sebep olmuştu ve canım yeniden acımaya başlamıştı.

"Ağırlığını üzerime almamı ister misin?" Ne yapacağını bilemiyordu. Destek olmak istiyordu ama kendimi yetersiz hissetmemden korkuyordu. Onu tersleyebileceğimi düşünüyordu ve bunun için her an tetikte gibiydi sanki. "Koluna girebilirim."

"Olur," dedim. Kendi kendime yürümeye devam edemeyeceğimden değil, kendini daha fazla dibe çekmesin diye. Kolunu karnına doğru büktü, dirseğiyle beli arasındaki boşluğu işaret etti gözleriyle. Koluna girdim, diğer elim de karnımın üzerindeydi.

"Abimle ne konuştunuz?" Arabaya yeni geçmiştik bunu söylediğinde. Arka koltukta, yan yana oturuyorduk. Yolcu koltuğuna geçer sanıyordum ama yanımı tercih etmişti. Kendini affettirmek için amuda kalkmasını söylesem kalkardı, halbuki ortada affetmelik bir durum yoktu.

"Havadan sudan," dedim. "Görkem, Serdar ve adamlarına ne olacak?" Çenesini sıktı. "Benim polis olduğumu biliyorlar. Eğer salınırlarsa tüm çeteye gider haberim. Bir çaresine bakmamız gerekiyor."

"Her şeyi halledeceğim," dedi peruğunu çıkarırken. Sonra lenslerini de çıkardı ve Kuzey'i tamamen bir kenara atıp Görkem oldu. "Sen şimdilik hiçbir şeyi düşünme. Tamam mı?"

Duymazdan geldim. "Fahri Bey de gözaltına alındı değil mi? Onu sevmiştim ve Kaya oyunları sadece keyfine oynadığını söylemişti. Bazen kazandığı ödülleri bile almıyormuş. Eğer uyuşturucularla da bir bağı tespit edilemezse serbest bırakılacaktır. Onu kendi tarafımıza çekebileceğimize inanıyorum. Bence bizi sevdi."

"13, lütfen... Şimdi değil."

Egemen Duman şoför koltuğuna geçtiğinde susup oturdum yol boyunca. Başımı cama çevirmiştim. "Asya," dedi Egemen. Siteye girmek üzereydik. "Pansuman için birini çağırdım. İtiraz kabul etmeyeceğim için de sana sormadım. Kusura bakma."

Görkem başını eğip kendi kendine gülmeye başladı. Abisine yeniden baktığında gözlerinde bir ima görüyordum. "Pansumanımı Arda yapmıştı," dedim. "Gerek yoktu."

"Hastaneye gitmemişsen hastaneyi ayağına getiririm," dedi normal bir şeyden bahseder gibi.

Biri de Keban Barajı'ndan su getirirdi isteseydim, öyle demişti.

Dumanlar biraz da böylelerdi herhalde. Giderek tahmin ettiğimden daha fazla benzediklerine şahit oluyordum.

Eve girişim kırmızı halıda yürümek gibiydi. Herkes beni ayakta karşılamıştı ve... Evet, dahası da vardı çünkü bu evde Arda adlı bir birey yaşıyordu.

"Hoş geldin melek! Sefalar getirdin." DJ'lik koltuğunda yine Can vardı. İçeri adım attığım an telefona dokunmuş, Arda ise coşkulu sesiyle şarkıya girmişti anında. "Ya gelmeseydin yetişemeseydin beni bulamasaydın... Ne yapardım? Yalnız kalırdım melek!"

"Daha fazla katlanamazdım sizsiz," dedi Kaya Can'ın ensesine vurup telefonunu elinden aldıktan sonra. Kapatma tuşuna bastı sonra. Görkem'e bakıp sensiz dememişti, bize bakıp sizsiz demişti. Sanırım varlığımın farkına varmışlardı artık.

"Hoş buldum," dedim Arda'ya gülümseyerek. İyi niyetini biliyordum. Sadece beni güldürmeye çalışıyordu ve gülmezsem üzülürdü. Bu yüzden gülümsedim.

Arabasını park etmiş Egemen Duman bizden iki dakika kadar sonra içeri girdiğindeyse bir anda analizciler, Kaya dahil "Ooo..." demişlerdi. "Sen bu evin yolunu bilir miydin reis?" diye devam etti Arda.

"Hoş bulduk gençler. Nasılım? İyiyim sağ olun. Siz nasılsınız?"

Esprili tavrı üzerine ilk önce Kaya ona doğru ilerleyip "Hoş geldin," dedi ve sarıldılar. Görkem ve Kaya on yıldır tanışıyor olduğuna göre Kaya ve Egemen ilişkisi de o kadar zamanlık olmalıydı. Kapı tarafında dikilen üçlünün birlikte büyümüş olması çok tuhaf geliyordu.

"Hoş buldum kardeşim."

Can ve Arda'yla da sarıldı sonra tek tek. Sıcak biri gibi görünmüyordu, aksine onun nemrut olduğunu kolayca söyleyebilirdim ama sevdiklerine karşı oldukça samimi olduğu anlaşılıyordu.

Biz hâlâ sebepsizce holde dikilirken bir arabanın daha durduğunu gördüm açık kapıdan. İçinden daha önce görmediğim bir kadın indi ve arka koltuktan bir kız çocuğu koşturmaya başladı buraya doğru.

"Baba! Babam burada!" Saçları iki kulak şeklindeydi, altın sarısıydı. Masmavi ve kocaman gözleri vardı. Küçücük halka küpeler takıyordu. Yedi sekiz yaşlarında olduğunu düşündüm. Egemen, sesini duyduğu an arkasına döndü ve dizlerinin üzerine çöküp kendine doğru koşan kız çocuğuna kollarını açtı.

Kız o kadar hızlı attı ki kendini ona doğru, Egemen hafifçe sendelemişti onu yakalarken. "Annem senin burada olacağını söylememişti. Onu dava etmemiz gerekiyor."

Annesi olduğunu düşündüğüm kadın kapı eşiğinde belirdiğinde gözlerim bu sefer onu markaj altına aldı. Küçük kızınki kadar olmasa da sarı saçları vardı. Bir tutamı maviye boyalıydı. Makyajsız yüzünde bal rengi gözleri parlıyordu. Beyaz tenliydi, benden birkaç yaş kadar büyük olmalıydı ama benden daha genç göründüğü kesindi.

"Bugün izin günüm," dedi ayakkabılarını çıkarırken. Çantasını askıya astı, sonra üzerindeki kırmızı kabanını da. Kendi evinde gibi rahattı. "Asıl bizim babanı dava etmemiz gerekiyor beni evden çıkarttığı için."

"Bu davayı kaybederiz çünkü babam her zaman kazanır," dedi çocuk bilmiş bilmiş.

Analizciler de Görkem'in her zaman kazanacağını düşünüyorlardı.

"Her zaman değil," dedi Egemen, başında dikilen kadına bakarak. Kızı ondan ayrıldığında ayağa kalktı. Kadınla arasında geçen bakışma tansiyonumu yükseltecek kadar güçlüydü. İkisinin bambaşka bir enerjisi vardı ve ilk bakışta bile anlaşılıyordu.

"Gökçüğüm!" dedi kız bu defa. "Şimdi beni kucağına al ki bütün abilerimi sıra sıra öpebileyim."

"Gel bakalım," dedi Görkem onu patates çuvalı taşır gibi kucağına alarak. Küçük kız kahkahalar atarak boynuna sardı kollarını sıkıca.

"Aa... Senin sakalların çıkmış. Neden uzattın ki?"

"Birisi bana yakışacağını söylemişti," dedi Görkem göz ucuyla bana bakarak.

Uzatması görevle ilgiliydi, benimle değil ama çocuğa bunu açıklayacak hali yoktu. Bu yüzden herhangi bir tepki vermedim cevabı karşısında.

"Onu bunu boş ver de iyi ki buradasın. Seni çok özledim," dedi kızın yanağını öperek.

"Ben de seni çok özledim. Anneme söyledim ama biliyorsun, onun hiç zamanı yok. Babama da söyledim beni size getirsinler diye ama biliyorsun ki onun da hiç zamanı yok. Ben de biraz yoğunum şu sıralar, o yüzden görüşemedik."

"Sen niye yoğunsun?" diye sordu Kaya ilgiyle. Görkem yönünü ona doğru döndü ve kız çocuğu Kaya'ya doğru uzanıp sarıldı ona. Kaya'nın tam o an derin bir nefes aldığını görmüştüm gözlerini kapatıp.

"Bana öyle bakma lütfen. Evlenemeyeceğimiz için çok üzülüyorum sonra."

Beklemediğim bu şey karşısında sesli bir şekilde gülmeye başladığımda diğerleri de katılmıştı bana. Sanırım onun ilk aşkı Kaya'ydı.

Bu çocuk Görkem'in yeğeni olduğu kadar Kaya'nın da yeğeni olmalıydı. Yaptığım yıl hesabına göre, Kaya onun doğduğu zamandan beri hayatındaydı. Resmen elinde büyümüştü küçük kız.

"Öğretmenimin verdiği saçma sapan ödevlerle uğraştım bütün hafta sonu. Amcamın aldığı test kitabını incelemeye hiç vaktim olmadı bu yüzden. Biraz yorgunum ama sizi görünce geçti hepsi."

"Yorgunluğunu yesinler senin," dedi Arda. "Benimle oyun oynayamayacak kadar mı yorgunsun? Oyuncaklarım buna çok üzülecek."

"Can abiyle konuşurum diye düşünmüştüm aslında." Omuzlarını silkti. "Son anlattığı hikâyede bir tane adamın içinde tam beş tane adam vardı. Bir filmde izlemiş. Bu bir hastalıkmış, biliyor muydunuz? Gerçi siz her şeyi bilirsiniz. Can abim de biliyor."

"İstersen anlatırım yine."

Can'dan sonra kapıdaki kadın sahte bir sitemle elini alnına vurdu. "Evladımı nasıl ortamlarda yetiştiriyorum Allah'ım?" dedi kendi kendine gülerek. "Nasıl bir anneyim ben?"

"Çok güzel bir annesin," dedi kız çocuğu. Sonra Görkem'in kucağından indi ve benim önüme geldi seri adımlarla. "Ben Müge," dedi elini bana doğru uzatarak. Özgüvenli bir duruşu vardı. "Müge Duman." Elini tutup sıktım gülümseyerek.

"Asya ben de." Bir çocukla tanışmayalı uzun zaman olmuştu. "Asya Yağmur Tunçbilek."

"Ne uzun ismin varmış," dedi kıkırdayarak. "Saçlarına da bayıldım."

"Teşekkür ederim." Bir çocuk, ölü birinin içindeki çiçekleri bile yeşertebilirdi. O gülüyordu ve onun gülüşünün dünyadaki en güzel gülüş olduğunu düşünmüştüm. Başka bir gün başka bir çocuk durup bana gülümsese aynısını onun için de düşünürdüm.

Pıtır pıtır adımlarla yanımdan ayrılıp Arda ve Can'ı da peşinden sürükleyerek salona gidince bir süre arkasından bakakaldığımı fark ettim. Önüme dönerken yüzümdeki gülüşü silmem gerekmişti. Bu defa kadın yanıma geldi ve elini uzattı.

Parmakları uzundu, bazı çatlaklar vardı ellerinin üzerinde. Derisinin rengi solgun gelmişti gözüme. "Bige Başak Duman," dedi. Egemen başını yerden kaldırıp hızlıca ona çevirdi. Kadın kaşlarını hafifçe çattığında kendine küfür ediyor gibi görünüyordu. "Bige Başak Ekinci. Memnun oldum."

Hafifçe öksürdü. "Hastamız sen misin?" Kırdığı potu düzeltmek için konuyu değiştirmeye çalışıyordu. "Sapasağlam duruyorsun."

Egemen ve Bige boşanmışlardı. Muhtemelen çok zaman geçmemişti üzerinden. Bige ağız alışkanlığından hâlâ onun soyismiyle tanıtıyordu kendini.

"Ben senin doktorunum," dedi koluma girerek. "Evet, hem çocuk hem kariyer yaptım. Gel bir bakalım yaran ne alemde."

"Salona geçin," dedi Kaya. "Ben de Arda'nın odasından gereken şeyleri getireyim."

"Sağ ol canım." Bige gülümsediğinde gözlerinin kenarı kırışıyordu. Egemen'inkiler de kırışıyordu çünkü Bige güldüğünde o da gülüyordu. "Sen Görkem'in Ege'ye anlattığı kız mısın?"

Görkem cevabı benden önce verdi başını sallayarak. Yıllar önce aralarına katılmamış olmamı bu kadar dert ettiğini bilmiyordum.

"Çok güzelmişsin," dedi. "Eylül, sen, ben en kısa zamanda bir etkinlik planlıyoruz. Haberin olsun hayatım."

Sıcaklığı karşısında içim ısınırken gülümsedim. "Heyecanla bekliyorum," dedim benden beklenmeyecek şekilde. Cümlenin içinde Eylül geçiyorsa düşünmeden onay vereceğim aşamaya gelmiştim. Beklediğimden hızlı gelişmişti ilişkimiz.

Bana destek olup içeri doğru hareketlenmemi sağladı Bige. Birlikte üçlü koltuğa geçtik. Ona abla mı demeliydim kestiremiyordum. Eylül nasıl hitap ediyordu acaba?

Arda, Can ve Müge yan yana dizilmişlerdi yerdeki minderlere. Oyun konsolunu önlerine çekti Arda. ViloPulov'un da olduğu oyun menüsünde bir kıyafet giydirmece oyunu olduğunu görmem yüzümdeki gülümsemenin yeniden belirmesine yol açtı.

Kaya saniyeler içinde salona girdi ve ilk yardım çantasına benzeyen bir çantayı Bige'ye uzattı. Ardından diğer elinde tuttuğu cipsi ve çikolatayı Müge'ye verdi. "Arda'nın zulasından çıkarttım senin için," dedi sesli bir şekilde fısıldayarak. "Arda abine sakın söyleme."

"Benim her şeyim prensesime feda olsun da..." dedi Arda elini kıvırcık saçlarının arasına atarak onları dağıtırken. "Hepiniz benim zulamın yerini biliyor musunuz?"

"Yatağının altında değil mi?" dedi Bige.

"Oha. Sen de mi Bige abla?" Arda hüzünle eğdi başını. "Yerini değiştirmem gerek."

"Kitaplığının altındaki çekmeceye mi koyacaksın?" diye sordu Can üzerinde oturduğu turuncu minderini Arda'ya doğru kaydırmadan önce. Arda kaşlarını çatıp onun omzuna vururken "Of ya!" diye söylenmişti.

"Anneciğim, cips ister misin?" diye sordu Müge hiçbir şeyi umursamadan cips paketini açarken.

"İşim var bebeğim," dedi Bige. Çantanın içinden gerekenleri çıkarıyordu.

"Asyacığım sen ister misin?" diye sordu bu defa Müge. Ona teşekkür edip kibarca reddettim teklifini. Bu defa Görkem'e yöneltti sorusunu. Görkem eğilip başını ona doğru uzattığında Müge bir cipsi onun dudaklarına götürdü. Sonra başka bir tanesi için de aynısını yaptı.

Gerçek bir ailenin içindeydim ve bu huzurlu hissettiriyordu.

"Seni benden başka hiç kimse cipsle beslemez böyle," dedi Müge kıkırdayarak. Amcasını çok sevdiği ona bakarken ışıldayan gözlerinden okunuyordu. "Kıymetimi bil."

"Biri daha beslemişti," dedi Can. Dudaklarını birbirine bastırarak gülmemeye çalıştı ve Arda da ona 'ne yapıyorsun' der gibi bakarak gülmemek için kendini zorladı.

"Evet," dedi Görkem. Bana sırtı dönük olduğundan yüzünü göremiyordum. "Onun kıymetini bilemedim."

"Üzdün mü onu?" dedi Müge alt dudağını sarkıtıp cevap beklerken.

"Onu yalnız bıraktım," dedi Görkem. Egemen kaşlarını hafifçe kaldırmış bir Görkem'e bir bana bakıyordu. Sonra aralarında Kaya'yla geçen bir bakışma yakaladım ve en son Bige'nin gözlerinin bana saplı olduğunu fark ettim.

"Sana küsmüş olmalı," dedi Müge bilmiş bilmiş. "Beni yalnız bırakanlara ben de küsüyorum. Hatırlıyor musun? Babama nasıl da küsmüştüm. Ama sonra işlerin öyle olmadığını anladım. Babam bana kendini affettirdi. Değil mi baba?" Egemen kızını buruk bir gülümsemeyle onayladığında Bige başını bana çevirmişti yüzünün görünmemesini ister gibi. "Sen de onu bir daha yalnız bırakma ki seninle barışsın."

"Yeğenimden hayat tavsiyesi alıyorum," dedi Görkem gülerek kendini tekli koltuğa bırakırken. "Gerçekten harika biriyim."

"Yeğenin duygusal zekâ bakımından senden daha üstün çünkü," dedi Bige yüzünü ona dönmeden. "Konu akıl değil de duygular olduğunda abin ve senden üstün olmayan çok az insan var zaten."

Aralarında çok büyük ve yaralı bir geçmiş vardı. Yaralının Bige olmasını beklerdim ama Egemen'in bakışları öyle demiyordu. İkisinin de yerle bir olduğu çift taraflı bir yenilgi görüyordum.

"Benim yanımda birbirinize laf sokmanızdan hoşlanmıyorum," dedi Müge. Belki büyüdüğü aile ortamı belki de şahit oldukları onu olgunlaştırmıştı. Karşımda bir çocuktan ziyade bir yetişkin varmış gibi hissettim.

"Sorun yok," dedi Egemen. "Babaya cips yok mu?" Müge koşar adımlarla onun yanına ilerleyip Egemen'in avucuna birkaç tane cips bıraktı ve sonra Arda'yla Can'ın arasındaki yerine geri döndü.

Kaya'nın şefkatle çevrelenen bakışları canımı acıttı. İmreniyordu. İmrendiği Egemen değildi, Müge'ydi. Bir babası vardı, bir annesi de. Ayrı olabilirlerdi ama ikisinin de gözbebeğiydi o. Sevgi dolu bir ailede büyümüştü. Bir kalabalık tarafından seviliyordu ve Kaya bunların hiçbirine sahip olamamıştı hayatı boyunca.

"Canım," dedi Bige bana hitaben. "Ege yaranın karnında olduğunu söylemişti. Burada rahat olamam dersen başka bir yere geçelim."

"Sorun değil," dedim kazağımı yukarı doğru sıyırırken. Görkem üzerimde olan gözlerini başka tarafa çevirdi. Karnıma bakmayacaktı. Diğerleri görmüştü yaramı, tek görmeyen oydu. "Arda halletmişti aslında. Gerek yoktu zahmet etmenize."

"Çok konuşma," dedi sahte bir otorite kurma çabasıyla. Burada emirleri ben veririm pozu kesiyordu ve çok eğleniyor gibiydi. "Doktorum ben. Bırak da işimi yapayım."

"Dikiş yok." Sesimi kontrollü tutmaya çalıştım. "Yara derinse bile dikiş istemiyorum."

Bige'nin bakışları yumuşarken bunun bir sebebi olduğunu anlamıştı ama sorgulamadan bandajı çıkartma işine girişti.

"Baba, biliyor musun?" Müge ekrandaki modelin saç rengini kızıl yapmıştı. Gözlerini de elaya çevirdi. "Geçen gün Doğukan abi bana bir yazar kasa oyuncağı almış. Annemi eve bıraktığında getirdi."

Müge'nin sesi düzdü ama sırıttığına emindim. İçinde dönen küçük şeytanı görebilmiştim. Kasıtlı olarak yapmıştı ve istediğini alacak gibi görünüyordu.

"Kim Doğukan?" dedi Egemen kendine engel olamadan. "Hangi Doğukan?" Eli yumruk olmuştu. Bige'nin yaramla ilgilenen elleri havada kaldı ve omzunun üzerinden Egemen'e baktı. "Hastanedeki Doğukan mı?"

"3,14ç herif," diye mırıldandı Görkem ağzının içinde.

Egemen'in parmakları koltuğun kolçak kısmına hızlı hızlı vurmaya başlamıştı. "Fırsat kolluyordu." Kendi kendine konuşur gibiydi sesi. "Biliyordum, kıllanmıştım o heriften."

"Ege," dedi Bige. "Müge'nin niyetini biliyorsun. Öyle değil."

"Sana dibi düşüyordu onun." Egemen'in de kontrolsüz bir yanı olduğunu düşünmek üzereydim. "Gözü vardı. Anlamıştım ben."

"Ben kasa sevmem araba severim dedim baba." Annesinin ve babasının birbirlerini sevdiğini biliyordu ve bu şekilde onları barıştıracağına inanıyor olmalıydı. "Bana bir sonraki sefere geldiğinde araba alacağını söyledi. Bir daha gelme dedim."

"Gerçekten söyledi bunu." Bige dilini damağına vurup yeniden yaramla ilgilenmeye başladı. Etrafını temizledi. Yakından inceledi. Ardından bir kez daha silip temiz bir bandaj çıkardı çantanın içinden.

"Aferin benim kızıma," dedi Egemen. Bige'ye çevirdi gözlerini. "Bak, sen arkadaşsınız sanıyorsun ama öyle değil. Herkes senin onlara yaklaştığın gibi iyi niyetli yaklaşmıyor sana."

"Çocuk muyum ben?" dedi Bige. "Anlamıyor muyum?"

Şahit olduğum tartışmanın beni germesi gerekirdi ama bu ikisi öyle başkaydı ki, sadece onları yakıştırabiliyordum birbirlerine bağırsalar bile.

"Anlıyorsun ve yanına yaklaşmasına izin mi veriyorsun?" Bige benimle olan işini bitirmişti ama buna rağmen geri çekilmedi. Egemen'in kullandığı ses tonundan dolayı bakışlarının değiştiğine şahit oldum. "Başak... Yoksa sen..."

Egemen'in aklına gelen ve dudaklarına dökülemeyen o ihtimal yüzünden eli titredi.

"Bige!" diye düzeltti sert bir sesle Bige. Bu konuşma bana bir şeyi hatırlattığında gözlerimi yere çevirdim. "Ve hayır, saçmalama. Sen benim... Beni biliyorsun. Saçmalama." Derin bir nefes verdi. "Kaşıma bileğini. Yara oluyor sonra."

Ona bakmamıştı ama onu ezberlemişti. Yıllarını bir arada geçiren, bir sebepten ayrılan bir çiftlerdi ama hâlâ deli gibi aşık oldukları o kadar ortadaydı ki ayrılık sebebini merak etmeden edemedim. Egemen bileğini kaşıyan parmaklarının hareketini durdururken rahat bir nefes aldı.

"Babamın bürosunda otururken de bir kadın gelmişti," dedi Müge. Ekrandaki kız için ayakkabı seçmeye çalışıyordu ama henüz ona elbise giydirmemişti. "Bana Irmak ablan ona aşağıda bir kahve ısmarlamak için bekliyor, babana söylersin demişti. Ben de babam bugün benimle ilgilenecek senin yanına gelebileceğini sanmıyorum demiştim."

"Aferin kızıma," dedi bu defa Bige. "Irmak mı? Irmak demek... Yeni mi bu?"

Bir çekirdeğim olmasını çok isterdim. Kaostan beslenen biri değildim ama ilk defa bu kadar çok eğleniyordum önümde dönen olayı izlerken.

"Sen yok musun cimcime." Arda onun at kuyruklarını hafif hafif çekiştirdi ve karnına dokunarak gıdıkladı Müge'yi. "Çok fenasın kız."

"İşimi biliyorum." Omuz silkmişti bir de tatlı tatlı.

Etrafta dönen konuşmalara odaklanmayan, birbirinden başka kimseyi görmeyen favori çiftim kaldığı yerden devam ettiler bakışmaya. "Ben," dedi Egemen. "Kimsenin sınırımı aşmasına izin vermem. Dert etme."

"Seni dert edemem." Bige'nin canı yanıyordu. "Seni dert etmemeliyim." Gözleri dolmak üzereydi çünkü hayatına bir kadın girerse buna karışamayacağını biliyordu. "Senin üzerinde söz hakkım yok. Ne istiyorsan onu yaparsın." Güçlü durmaya çalışıyordu ama kırgınlığını görebiliyordum. "Beni ilgilendirmez. Ben de seni ilgilendirmem."

"Benim üzerimde söz hakkın var," dedi Egemen doğrudan onun gözlerinin içine bakarak. "Senin tek bir sözünü her şeyden çok önemserim. Bu hep böyle olacak."

Analizciler olarak tek bir ses bile çıkartmadan, bu sahnenin birer figüranı gibi öylece izliyorduk ikisini. Hepsinin yüzünde hemen hemen aynı ifade vardı. Bu ilişkiye hayran ama imkansızlığının da farkında olan... Niye imkansızdı ki? Ne olmuştu?

"Beni bu yüzden çağırmaman gerekiyor," dedi Bige. Öfkeli bir tondaydı sesi ama öfkesi kendineydi. "İzin günümdü işte bugün benim. Kafam rahattı. Neden geldim ki? Gelmeyeceğim bir dahakine." Bana çevirdi yüzünü. "Konu seninle ilgili değil. Yanlış anlama sakın. Ne zaman ihtiyacın... İhtiyacınız olsa ben iki elim kanda olsa gelirim. Konu sadece onun çağırmasıyla ilgili."

Anlıyordum. Gerçekten, anlayabiliyordum.

"Ne zaman çağırsam geleceksin," dedi Egemen. Dizlerinin üzerine dirseklerini yasladı. "Ne zaman çağırsan geleceğim. Bu böyle. Değişmez, kızma kendine."

"Müge," dedi Bige. Sesi titremesin diye yumruğunu sıkıyordu. "Gidelim mi? İşim bitti benim."

"Anne, babamdan kaçmak için beni kullanmak istemen çok yanlış." Şimdi de kız karakterine oyundaki çantaları deniyordu tek tek. Lacivert, ince bantlı bir topuklu ayakkabı giydirmişti ona sadece. Hâlâ elbisesi yoktu. "O ve sen bir çay içmelisiniz bence."

"Bence de," diye katıldı Arda.

"Evet, Doğukan'ın neden evimize geldiğini konuşabiliriz bu sırada," dedi Egemen. Parmakları aynı ritimle koltuğa vurmaya devam ediyordu. "Evine," diye düzeltti sonra cümlesindeki yanlışı, içi acıyarak.

"Arda gerekeni yapmış zaten." Bige beni bir sığınak olarak görmüştü. "Ben pansumanı tazeledim. Bir süre kendine dikkat et. Yara açılmasın. Yoksa senin ne istediğinin bir önemi kalmaz ve seni dikerim tamam mı?"

"Kendine dikkat etme özelliği pek yok onda ablacığım," dedi Arda. "Biz ona dikkat edeceğiz artık, ne yapalım."

"Edin. Bu koğuşa bir kadının girmesi beni sevindirdi. Her başarılı erkeğin yanında bir kadın vardır. Eylül'ümden sonra Asya da eklenmiş sizin listeye." Kaçmaya çalışıyordu Egemen'den. Bir bahane bulup buradan gitmek istiyordu.

"İki dakika konuşalım mı?" dedi Egemen ılımlı sesiyle. Doğukan meselesinin aslını öğrenmezse çatlayacaktı. Gözlerini daha sık kırpmaya başlamıştı. Nefesi hızlanıyordu. Sanırım başına ağrı girmişti bir de. Acı belirtisi olan çizgiler onun da alnında belirmişti.

"Kahve istedi canım," dedi Bige birden.

"Mutfağa geçelim mi?" dedim onu bundan kurtarmak isteyerek. Kalbi o adama aitti ama kırılmıştı. Yılların kırgınlığı vardı üzerinde. Baş başa konuşmak istemiyordu onunla.

"Lütfen."

Bunu yapması gerekmese de ayağa kalkmama yardımcı oldu, sonra koluma girdi ve mutfağa kadar yürüdük birlikte. Bir sandalye çektim kendime. İçine sığamıyordu ve konuşmaya ihtiyacı vardı.

Parmakları masayı kavrayıp sıktı. Başını öne eğdi, derin nefesler aldı. "Onu görmemem gerek," dedi sesi titreyerek. "Bana iyi gelmiyor."

"Bige," dedim önce. Sonra bu bana yeterli gelmedi. "Abla," diye ekledim. "Siz... Sen ona..."

"Evet," dedi. "Hâlâ." Gözlerini benimkilerle buluşturduğunda ağlamak üzereydi. "Asya..." Yanımdaki sandalyeyi çekip oturduğunda masanın üzerinde duran elimi kavradı. "Dumanlardan en çok Arif Ahmet olanını sev, tamam mı? Abla tavsiyesi."

"İlişkinizi o mu bitirdi?" diye sordum Egemen'i kastederek. Ben acı çeken bir kadını gözlerinden tanırdım ve belki de bu yüzden Bige'yle uzun yıllardır tanışıyormuşuz gibi hissediyordum. Dik durmaya çalışan yıkık dökük biriydi.

"Bizim ilişkimiz bitmedi," dedi bir gerçeği ortaya koyarak. Farkındaydı bunun. "Evliliğimizi o bitirdi ama."

"Anlatmak istersen," dedim. "Bugün, yarın veya başka bir gün... Adresimi biliyorsun."

Gülümsedi dolu gözleriyle. "Bazen sevmek yetmiyor." Sözlerinin bir hazine değerinde olduğunu hissediyordum ve neden bu şekilde hissettiğimi bilmiyordum. "Doğru insan, doğru zaman yeterli değil. Bak, onlardan olmaz. Ben çok denedim, olmadı. Anlıyor musun?"

"Aklından geçeni anladım." Sesimde inkâr vardı. "Ama öyle bir şey yok. Ben ve Görkem, sizin gibi değiliz yani."

"Anlıyorum." Başını salladı. "Onları avucumun içi gibi bilirim, sen de beni anla. En azından aklına kazınayım. Bir gün belki ihtiyacın olur, belki hatırlarsın söylediklerimi." Olmazdı ama sessiz kaldım ve dinlemeye devam ettim. "Hisleri yok demiyorum çünkü Egemen'in aşkı, şahit olduğum en güçlü duyguydu." Anılar dökülmek üzereydi göz pınarlarından. "Ama ben onun mantığını yenemem, Asya. Yenemedim. Ölecekti aşkından, sonra bir şey oldu. Düşünmedi bile. Ayrıldı bizden."

Ne olduğunu ona soramadım ama Analizcilere soracaktım mutlaka. Bu hikâyeye duyduğum ilginin sebebini çözemesem de her detayı öğrenmeye dair bir istek vardı içimde.

"Tek taraflı çabayla hiçbir şey yürümez." Elimi sıktı. "Onun gibilerle sen ben bile baş edemeyiz Asya. Olmaz yani. Olmadı."

Beni ikna etmeye çalışıyordu ama ortada bunu yapması için hiçbir sebep yoktu.

"Hâlâ canım ne zaman acısa ona koşarım," dedi buruk bir tebessümle. "Ne zaman düşsem o kaldırsın isterim beni. Kendim kalkamayacağımdan değil, o yanımda olsun istediğimden. Biz boşanalı dokuz ay oldu, dokuz aydır nefes alamıyorum ben."

"Birlikte kaç yıl geçirmişsiniz..." dedim hayranlıkla. "Alışkanlıklar tabii..."

"17 yaşındaydım," dedi. "Onu tanıdığımda lisedeydik. Şimdi otuz ikiyiz. Sen hesap et gerisini."

Egemen otuz iki yaşındaysa Arif Ahmet Bey yaşından genç gösteriyor demekti.

"Bazen," dedi sert bir yutkunuşun ardından. "Bazen bir insana bakarsın ve anlarsın. Ondan olmayacağını anlarsın. İkinize ortak bir son göremezsin ama yine de gittiği yere kadar gitmek istersin. Zorlarsın sonuna dek. Yapmayacağın şeyler yaparsın onun için. Dersin ki, ne olacak ki? Ne olabilir en fazla? Böyle başladık. Ben, böyle başladım. Bir çocuğumuz, birlikte geçirdiğimiz on beş yılımız var. Bu oldu en fazla. Ama bak, öyle ya da böyle dediğim yere geldik. Bu kadar başarabildik biz."

"Bige," dedi Egemen'in sesi. Mutfak kapısında dikiliyordu. Yeni gelmiş olmalıydı. Orada dikilip bizi izliyor olsa bunu hissederdim çünkü. Gözlerinin altını silip başını ona çevirdi Bige. "Ağlama," dedi Egemen. Birbirlerini gerçekten ezbere biliyorlardı. "Kötü hissettirdiysem gideyim. İstersen Müge'yi de alayım. Sen biraz kafanı dinlersin yalnız kalıp."

"Sorun kötü hissettirmemen," cevabını aldı. "Keşke kötü hissettirsen de ben de bir daha yüzünü görmek istemesem."

Çıkmaya yeltenmiştim ki Bige elini dizimin üzerine koyarak durdurdu beni. Onunla yalnız kalacak cesareti kendinde bulamıyordu.

"Asya bahaneydi," dedi Egemen. Bana bakıp özür diledi sonra. "Seni görmek için elime bir fırsat geçerse bunu kullanırım, biliyorsun."

"Ege, zorlaştırma." Elleri titriyordu Bige'nin. "Yapma. Takım elbise giymişsin bir de. Lacivert... Şerefsiz," dedi sinirden gülerek. "Farkındasın yakışıklı olduğunun, defol gözümün önünden."

Ben hiç bu kadar ayrı ama bu kadar güzel bir çift görmemiştim Yağmur.

"Gel," dedi Egemen, kolunu kaldırarak. Bige yanımdan kalktı ve onun kollarının arasına girdiğinde karşımdaki tablo içimde ağlama isteği uyandırmıştı.

Egemen, Bige'ye sarılıp gözlerini kapattı ve saçlarının arasına gömdü burnunu. Bige de başını onun omzuna yaslamış, sesli bir nefes çekmişti içine.

Keşke nikah memuru olsaydık Yağmur.

"Özür dilerim," dedi Egemen geri çekilmeden. "Zorlaştırdığımı, mahvettiğimi biliyorum. Senden uzak duracağıma söz verdim, onu da biliyorum."

"Sus," dedi Bige. "Devam etme."

Aralarında geçen özel bir konuşmaya şahit olduğum için kendimi fazlalık gibi hissetmeliydim ama ben bundan ziyade onların izleyicisi olduğumu hissediyordum. Sanki tüm bunları görmem gerekiyordu.

"Arabam bozulmuştu," dedi Bige ondan ayrılmak isteyerek ama bunu beceremeyerek. Eli, Egemen'in gömleğinin yakasından içeri sızmış ve boynundaki zinciri kavramıştı. "Doğukan beni bıraktı eve. Müge'ye hediye aldığından haberim yoktu. Vermesi için mecburen eve davet ettim bana söylediğinde."

Hiçbir açıklama yapma zorunluluğu olmasa da içi el vermemişti kafasında kurmasına. Bilsin istiyordu. Egemen zaten biliyordu. Başını salladı onun gözlerinin içine bakarak. Sonra saçındaki mavi tutamı okşadı, ardından onu saçlarından öpüp geri çekildi.

"Sana anlatmak zorunda falan değilim," dedi Bige sert bir tavrı üzerine geçirmeye çalışarak. "Sadece söylemeseydim garip garip şeylere takıp günlerini zehir edeceğini biliyordum. Gece düşünmekten uyumayacaktın."

"Irmak'la oturup bir kez bile sohbet etmişliğim yok," dedi Egemen karşılık olarak. "Ve zaten geceleri uyuyamıyorum doğru düzgün."

"Keşke pişman olduğunu hissetsem."

"Sizi koruyorum."

"İyi bok yiyorsun, aptal herif." Bana döndü yüzünü Bige sinirle. "Ders al kızım, olmaz bunlardan. Olmaz ya! Mayalarında aşk yok ki bu adamların. Akıllarına sıçayım ikisinin de."

Bağırdığı için sesi salona kadar ulaşmış olmalıydı çünkü içeriden Görkem'in sesi yükseldi tam da o an: "Benim ne suçum var abla ya? Ben oturmuşum burada etek seçiyorum Asya'ya." Kaşlarımı çatıp anlam vermeye çalıştığım sırada tekrar bağırdı salondan. "Müge giydirdiği kıza Asya adını vermiş. Alın bu bilgiyi, ne yapıyorsanız yapın."

"Sanırım ben gidip Asya'ya bakacağım," dedim ayaktaki ikiliye dönerek. "Ona güzel bir etek giydirmemiz gerek. Görkem'in zevkine güvenmiyorum."

"Bulduğu ilk lacivert şeyi geçirmiştir üzerine," dedi abisi. "Her iddiasına varım."

"Katılıyorum buna," dedi Bige. "Müge'nin oyunu bittiğinde gideceğiz. Seni çok özlediğini söyleyip duruyordu, istersen bu gece birlikte kalın. Yalnız bu aralar sürekli Efekan'dan bahsediyor. Haberin olsun."

"Allah'ım," dedi Egemen başını ellerinin arasına alarak. "Seçerek mi gönderiyorsun bana bunları? Ne bu kanlardan çektiğim benim? Ne Doğu'su bitiyor ne Efe'si..."

Ben çıktım mutfaktan, ikisi gülerek peşime takıldılar sonra. Salonda bizi karşılayan manzara bir kız çocuğunun etrafında pervane olan dört erkek çocuğuydu. Müge, yerde duran minderdeki Görkem'in kucağında oturuyordu. Arda ve Can onların iki tarafındaydı ve ara ara cips takviyesi yapıyorlardı Müge'ye. Bunu bir düzene oturtmuşlardı. Bir Can uzatıyordu bir Arda. Kesinlikle çok tatlılardı. Kaya ise koltuğun televizyona en yakın bölümüne oturmuş, Müge'yle Görkem'in giydirdiği kızı yorumluyordu.

Kızıl saçlı kıza lacivert, diz üzerinde bir etek seçmişti Görkem.

Gülmemek elimde değildi.

"Asyacığım," dedi Müge amcasının omzunun üzerinden bana bakıp. "Bak bu sensin. Gökçüğüm lacivertten başka renk bilmezmiş gibi her lacivert gördüğü şeyi sana giydirmeye çalıştı ama ben onu durdurdum ve üzerine beyaz, çok güzel bir bluz seçtim. Makyajına geçeceğim şmdi de."

"Çok güzel olmuşum," dedim gülümseyerek.

"Çantanı ben seçtim," dedi Kaya. Yeniden ekrana baktım ama göremedim ne seçtiğini. "Göremezsin," dedi sonra. "Çünkü sırtında."

"Bluz, etek ve topuklu ayakkabı kombinin üzerine sırt çantası mı seçtin?" Bige'nin sesi dünyanın en dehşet verici şeyine tanık olmuş gibi çıkmıştı. "Müge de buna izin mi verdi?"

"Anne, ben Kaya'ya hayır diyemem ki..." Müge hüzünle eğdi başını. "Keşke ben büyürken onun yaşı sabit kalsaydı. Of ya..."

Kaya hiçbir şey demeden kendi kendine gülüyordu kenarda. Elini yüzüne kapatmıştı bir de.

"Neyse, Asya abla sence gerçekten güzel olmuş musun?" dedi Müge pozitif enerjisiyle ve cilveli tavrıyla. Başımı salladığımda, "Tabii ki oldun, tasarımcın benim," dedi böbürlenerek. "Sana bir şey soracağım. Saç örmeyi biliyor musun?"

Cevap vermemi bile beklemeden Görkem'in eline tutuşturdu oyun kolunu ve sonra onu giysi giydirme oyununda bir başına bırakıp benim yanıma koştu. "Örer misin benim saçlarımı?"

"O yaralanmış," dedi Bige. Beni rahat bırakmasını söyleyecekti ona ama Müge şefkatli sesiyle araya girdi. "Öpeyim de geçsin mi Asya abla? Öpünce geçmez ama daha iyi hissedersin kendini."

"Ben iyiyim," dedim gözlerindeki endişe gözlerimi doldurmasın diye çabalarken. "Gel, öreyim saçlarını. Tokalarım vardı banyoda."

"Ben alırım," dedi Arda ayaklanıp. "Kahve yapmaya diye gidip yapmadan döndünüz. Toka almaya diye gitsen ne olur kim bilir." Canım yanmasın diye ayağa kalkmamı istemiyordu ve elinden gelen en iyi şekilde bunun üzerini örtmeye çalışıyordu.

"Yakışmışsın bu eve." Egemen'di konuşan. "Sen yokken eksiklermiş hakikaten. Bu eksikliği somut bir şekilde tanımlayamam ama... Bir şeyler eksikmiş işte."

"Bence de," dedi Müge dizlerimin önüne çökerken. Başını hafifçe kaldırmış, saçlarına örebileceğim şekilde ayarlamıştı oturuşunu. "Sana biraz daha güvenirsem Efekan'dan bile bahsedebilirim. Düşündüm de... Güvendim sana. Efekan benim sınıfımda. Kızların saçlarının salık olmasını seviyormuş, bu yüzden yarın örgülü saçlarımla gideceğim okula."

Attığım küçük kahkaha Analizcilerin şaşkınlıkla bana dönmesine yol açtı. Alışkın değillerdi. Ben gülmeye başlayınca kötü bir şey olacağını düşünecek hale gelmişti adamlar.

"Baban Efekan'dan pek hoşlanmadı," dedim kısık bir sesle. "Haberin olsun."

"Ben de hoşlanmıyorum." Omuzlarını silkti. "Salık saçlı kızlardan hoşlanırım ne demek Asya abla? Kaç yaşında çocuk çapkınlık yapıyor. Erkek dediğin kızlardan hoşlanmaz, bir kızdan hoşlanır. Bak babama... Ya da Arda abime?"

Küçücük çocuğun bile haberi vardı da yarı zamanlı kör olan Eylül'ün haberi yoktu bundan.

"Doğru söylüyorsun," dedim. "Zaten ondan hoşlanıyor olsan saçlarını salıp giderdin okula."

"Hiç kimse için kendimi değiştiremem vallahi." Önümde parlayan altın sarısı saçların örttüğü kafasını ısırasım geliyordu o konuştukça. Hiç sevecen biri de değildim halbuki. "Gidip kendine salık saçlı birini bulabilir."

"Kendini doğurmayı nasıl başardığını anlatsana biraz," dedi Egemen gururla Bige'ye bakıp gülümserken. Çocuğun yetiştiği ailenin aynası olduğuna inanırdım. Bu yüzden Müge, müthiş bir çocuktu.

"Belli sınırlarımız var," dedi Bige omuzlarını dikleştirerek. Bu esnada Arda iki lastik toka getirmişti bana. Ellerimi Müge'nin yumuşacık saçlarının arasına atıp at kuyruklarını bağladığı tokaları çıkardım nazikçe. "O sınırları aşmaya çalışanı anında kapı dışarı ediyoruz. Efekan, Doğukan, Egemen fark etmiyor bize."

Az önce gözümün önünde sarılıp erimişlerdi, şimdi onu öldürecek gibi bir öfkeyle bakıyordu suratına.

"Babam fark ediyor anneciğim, kandırma kendini." Parmaklarımla taradıktan sonra saçlarını tam ortadan ikiye ayırdım. Sonra sol taraftaki parçayı da üçe ayırdım kendi içinde. "Babamı kapı dışarı etsen bacadan geri çağırıyorsun. Siz de bir garipsiniz."

"Bu sözü nereden öğrendin?" diye sordum. Sürekli gülmekten yanaklarım ağrımaya başlamıştı.

"Kaya, Arda abime söylerken duymuştum." Bir salonda oturan herkesin yüzü gülüyorsa orası dünyanın en huzurlu ortamı demekti ve Müge konuştukça o gülümsemeler genişleyip duruyordu. Burası, gerçek bir ailenin sıcaklığına sahipti. "Kapıdan kovsam bacadan giriyorsun göt herif dedi hatta."

Kaya'nın kahkahasıyla Arda'nın gülme krizi birbirine karışırken kısa sürede benim de gülüşlerim eklendi bu senfoniye. "Kötü bir kelime olduğunu biliyorum anneciğim. Merak etme, kullanmam hiçbir yerde."

Bige, sürekli kızan ve sürekli didaktik konuşan bir anneye benzemiyordu ama kızını kendi yöntemleriyle mükemmel bir şekilde yetiştirmişti.

Egemen Kaya'ya "Çocuğun yanında öyle konuşulur mu göt herif?" diyerek arkasındaki yastığı fırlattığında bu defa kahkaha krizine giren Görkem olmuştu.

"Görkem," dedi Müge dönen goygoydan bağımsız bir şekilde. "Asya'nın sadece ruju kalmıştı sürülecek. Onu da sen yapabilir misin?"

"Yapayım," dedi Görkem ciddiyetle oyun konsolunu eline alırken. Ben de aynı ciddiyetle sol örgüyü bağlayıp sağ taraftaki saçları örmeye geçtim.

"Ne renk olsa ki?" diye sordu Müge. "Lacivert dersen düşüp bayılırım."

Görkem kaşlarını çatıp oyundaki bana hangi renk ruj süreceğini düşündü bir süre ciddi ciddi. Seçenekleri dolaştı ve renkleri inceledi tek tek. "Bu olur mu?" dedi sonra koyu bir kırmızının üzerinde durarak. "Daha önce bu rengi sürmüştü. Yakışmıştı bence."

Arda ve Can irileşen gözleriyle birbirlerine, Egemen ve Kaya'ysa hemen hemen aynı ifadeyle Görkem'e baktılar. "Ne?" dedi Görkem şaşırarak. "İltifat etmek kötü bir şey mi? Güzelse güzel demem gerektiğini 13 söylemişti."

"Neden Asya'ya iki basamaklı rakamları farklı en küçük asal sayıyla hitap ediyorsun?" diye sordu Müge hayretle.

"Ve neden ona lakap taktın?" diye sordu Bige. "Yandık," dediğini gördüm ama bunu sesli bir şekilde söylememişti. Dudaklarını kıpırdatmıştı sadece.

"Siz her yaptığımı sorgulayacak mısınız böyle?" dedi Görkem hoşnutsuz bir tavırla. "Uğraşamam sizinle. Daha Asya'ya halka küpe takacağım. Seviyor çünkü."

İsmimi kullanıyordu ama benim için değil, oyunu kastettiğinden kullanıyordu. Asya ben değildim de modelin adıydı. Ben 13'tüm. Tamamen böyle kodluydum kafasında. Diğerleri henüz buna şaşırma aşamasında olsalar da ben çok olmuştu alışalı.

"Sizi otele gönderme konusunda şüphelerim olduğunu söylemiştim," diye mırıldandı Can. "Ne zaman yanıldığım bir konu çıkacak acaba?"

Herhangi bir tepki vermeden Müge'nin saçlarıyla olan işimi bitirdim ve yanağıma kondurduğu öpücüğü kabul ettim. Sonra Müge herkese tek tek nasıl göründüğünü sordu ve sanki benim ördüğümü görmemişler gibi "Asya ablam yaptı, tabii güzel olacak," diye gezdi ortalıkta.

"Ben artık gideyim," dedi Bige yüzündeki şok ifadesini zorlukla silerken. "Müge, bugün baban seninle uyumak istiyormuş. Onda kalmak ister misin?" Müge'nin Egemen'in kucağına atlaması evet niteliğindeydi. "Asya, sen de söylediklerimi unutma sakın. Yarana dikkat et." Yarama dikkat etmem için değil, Görkem için söylediklerini unutmamamı vurguluyordu.

"Abi, senin araba ne olur ne olmaz diye bir günlük burada kalsa mı?" diye sordu Görkem. Bunun takip edilme ihtimalimizle alakalı olduğunu sanmıyordum. Bige'nin onları Egemen'in evine bırakmasını sağlamaya çalışıyordu bence. Dudakları birkaç milimetre yukarı kıvrılmak üzereydi, bunu bastırmaya çalışıyordu.

Abisi anlamadı ve onayladı bunu. "Bizi bırakabilir misin?" diye sordu Bige'ye.

"Başımın belaları," dedi Bige ayaklanırken. "Sizi bırakmam mümkün mü?"

Egemen iç ısıtan cinsten gülümserken kucağındaki Müge'yle birlikte Bige'nin önüne düştü. Hepsi bize salonda veda ettikten sonraysa kapıyı çekip ayrıldılar evden.

"Şey," dedim neden bilmesem de çekinerek. "Ben yine bir şeyler yemedim uzun zamandır."

"Sensin şey," dedi Kaya. "Yeni bir iddia ortaya atılmadığı için sıra en son sizde kalmıştı. Gidip kendine bir şeyler hazırlayabilirsin. Mutfak orada."

"Pis," dedim sahte bir nefretle. "Yaralıyım ben. Bayılıp kalırsam ne yapacaksın?"

"Sen de işine gelince yaralı işine gelince iyisin." Göz kırptı Arda. "Nasıl da biliyorsun ama işini."

"Tost yapayım mı?"

"Bu da kendini affettirmeye çalışıyor, kıyamam," diye takıldı Can, Görkem'e.

Görkem tepkisiz kaldı ama bakışları hâlâ üzerimdeydi. Tost isteyip istemediğimi söylememi bekliyordu.

"Eylül gelecek," dedi Arda. "Biz de yemek yemedik. Bir şeyler alıp gelir o yüzden." Bu sırada zile basılmasıyla birlikte, "İyi insan lafın üstüne," diyerek kapıya fırladı.

"Çekil çekil," dediğini duydum Eylül'ün saniyeler sonra. "Bebeğimi göreceğim."

Salonun kapısından öyle bir girişi vardı ki, ben bile afalladıysam Arda'nın halini tahmin edemiyordum. Dolabımı toparlarken görüp beğendiği siyah elbisemi almıştı. Üzerinde o vardı ve onun üzerine dikilmiş gibiydi. Sapsarı saçlarını dalgalandırmış ve omzundan geriye atmıştı. Beyaz eyeliner sürmüş, omzuna da şık bir çanta almıştı. Diğer elinde de 'kebap salonu' yazan poşetler vardı.

"Karakollara düşmüşsün," dedi bana doğru gelirken gülümseyerek. Poşetleri masanın üzerine bıraktı ve koltukta yanıma oturdu. "Hapse girsen sana her gün temiz çamaşır getirirdim. Marka olurdu hepsi."

Arda'nın omzunu kapı pervazına yasladığını fark ettim arka planda. Üzerinden kamyon geçmiş haldeydi. Eylül'e o gerçek olamazmış gibi bakıyordu.

"Çok yakışmış," dedim elbisemi kastederek. "Eylül, büyüledin beni şu an."

Bacak bacak üzerine atıp diğerlerine döndü yüzünü. "Siz sakın iltifat etmeyin tamam mı? Bak, kız nasıl anlıyor güzelin halinden."

"Dur, kendimize gelemedik henüz," dedi Can kız kardeşine bakar gibi hayran hayran.

"Görkem eder sana iltifat." Kaya'nın ifadesi düzdü. "Asya öğretmiş ona."

Gülmemek için dudaklarımı birbirine bastırdım. Görkem poşetleri açmaya girişmişti, başını kaldırıp Kaya'ya baktı sonra kaldığı yerden devam etti paketleri masaya koymaya. Önce kebabın olduğu karton kutuyu benim önüme koymuş, ardından diğerleri için açmaya başlamıştı.

"Neyse, ben Asya için süslendim zaten." Eylül kollarını açtığında kaşlarımı çattım. Saniyeler içinde beni kollarının arasına çektiğindeyse çatık kaşlarım gevşedi ve karşılık verdim ellerimi sırtına koyarak. "Yanıyor mu canın canım?"

Başımı iki yana salladım geri çekilmeden.

"Abimler buradaydı," dedi Görkem. "Az daha erken gelsen yetişecektin."

"Tanıştın mı Bige ablamla?" diye sordu Eylül. Gözleri üzerimi ilgiyle taradığında bir an için çenemdeki morluğa takıldığını gördüm, beni rahatsız hissettirmemek adına hızlıca kaçırdı gözlerini. Koltukta iyice bana doğru kaydı ve omuz omuza oturmamızı sağladı. "Harika bir kadın, değil mi?"

"Evet," dedim. "Ve harika bir kızı var."

"Egemen abi de burada mıydı?" Başını Görkem'e çevirmişti. Hepimizin önüne kebapları bırakan Görkem, Arda'ya gözleriyle koltuğu işaret edip kaş göz yaparken yakalandı Eylül'ün bakışlarına. Işık hızıyla toparladı ifadesini.

"Abim getirdi bizi." Eylül'e uzun süre bakamadığını fark ettim. En son görüşmelerinde Eylül onu benim yüzümden sağlam haşlamıştı ve o öfkenin dinmemiş olduğundan korkuyordu.

Eylül de anlamış, gülümsemişti genişçe. Ne yaşanırsa yaşansın aralarındaki bağ gerilirdi belki ama kopmazdı. Birlikte birbirlerinden vazgeçemeyecek kadar çok anıları vardı. "Araları nasıl?"

"Tuhaf." Omuz silkti Görkem. "Ben anlayamıyorum."

"Çok aşıklar," dedim. "Ben anladım."

Eylül içi acır gibi onayladı beni. Konuyu deşmemek istiyordum, sevmezdim kimsenin özeline karışmayı ama içimdeki merakı bastıramıyordum. "Neden ayrılar?" diye sordum.

Görkem soruma şaşırdı. Diğerlerine baktı sonra. Arda tekli koltuğa atmıştı kendini, dönen muhabbeti duyup duymadığından emin değildim. Gözleri yerdeydi. Çenesini eline yaslamıştı. Kaya kebabı önüne çekti ve lavaşı çıkardı kutunun içinden. Bu beni de yemeye başlamam için cesaretlendiren hamle olmuştu. Bir aç gibi saldırmak istememiş olsam da burnuma gelen koku yüzünden daha fazla dayanamayacağım aşamadaydım. Plastik çatalı elime alıp kutuyu kucağıma çektim.

"Abim köklü bir aileyi, bir dava için karşısına almıştı," dedi Görkem. O zamanları hatırlamak canını acıtmıştı sanki.

Kaya devraldı sözü. "Ailesiyle tehdit ettiler onu. Müge'yi kaçırdılar. Davayı kaybet, kızını al dediler."

"Ne?" Dehşete düşmüştüm. Diğerlerinin yüz ifadelerinde aynı acı, aynı kabullenmişlik vardı. Geçen zorlu zamanın izleri hepsinin üzerindeydi.

Aklımdan bin tane senaryo geçtiğinde kusmak istedim. Hafifçe titreyen elimi kutunun arkasına sakladım ve iri iri açılan gözlerimle devamı için bekledim.

"Polise gitmemesi için uyarmışlardı Egemen abiyi," dedi Arda. "Kimse bizi hesaba katmadı tabii. Müge'yi bulduk bir şekilde. Sağ salim, keyfi de yerindeydi." Korkmamam için gülümseyerek anlatmıştı hikâyeyi. Olay bana anlatılan gibi miydi yoksa Müge'de bu ana dair herhangi bir travma kalmış mıydı? Müge'nin kimseye anlatamadığı şeyler var mıydı?

Gözlerim isteğim dışı dolduğunda birkaç kez kırptım ve hızlıca geri gönderdim o yaşları.

"Dava saatiyle eş zamanlı bir operasyon düzenledik," dedi Görkem. "Biz Müge'yi aldığımızda abim bundan haberdar değildi. Dava bittikten sonra öğrendi sonucu."

"Kazandı," döküldü dudaklarımdan. "Kaybetmedi davayı, değil mi? Sizin Müge'yi bulup bulmadığınızı bilmiyordu ama kaybetmedi."

"Müge'yi bulacağımızı biliyordu," dedi Can. Egemen'i suçluyormuşum da onu savunmak istiyormuş gibi çıkmıştı sesi.

"Bir tehditle onu yolundan döndüremezsin," dedi Görkem. Abisiyle gurur duyuyordu ve saygı da vardı bakışlarında. "O, boyun eğmez 13. İnandığı bir doğru varsa vazgeçmez."

Diğer tarafta kızı vardı.

Yorum yapma hakkım yoktu, durdurdum kendimi. Etik değerler, ahlaki ikilemler, seçimler... Ben bir şey diyemezdim. Yargılayamaz, kararını sorgulayamazdım. Sadece Görkem'in duyduğu saygıyı duyabilirdim abisine.

"Bige abla da biliyordu bunu," dedi Eylül. "Belki böyle bir durumda onun boşanmayı teklif etmesini beklersin. Neticede, sonu lehimize de bitse ortada bir seçim vardı."

"Bu şekilde değerlendirmeyin," diye araya girdi Kaya. "Abim canımızı vermemiz gerekse bile Müge'yi kurtaracağımızı biliyordu. Bu güven meselesi, seçim değil."

"Bakış açıları..." diye mırıldandı Eylül. "Egemen abi için olayın zorluğu bir yana, onu siz daha iyi bilirsiniz. Ben Bige ablanın dert ortağıydım ve boşanma kararı kesinlikle Egemen abiye ait bir seçimdi."

"Mantıklı olanı yaptı," dedi Görkem. "Onlardan uzaklaştı. Biliyorum, ölmeye yaklaşmak demekti bu onun için. Ama tekrar yaşanmasın, tekrar böyle bir durumla karşı karşıya kalmasınlar diye yaptı. Çünkü abim karşısına kimin geleceğini önemsemez, her davaya kazanmak için çıkar. Defalarca kez belaya bulaştı bu yüzden. Ailesine de bulaşmasın istedi."

"Kızını kaybetme korkusu yaşamış bir kadını yapayalnız bırakmak mantıklı falan değil Görkem," dedi Eylül.

"Abim Bige ablamı hiç bırakmadı ki Eylül." Elini saçlarının arasından geçirdi. "Dışarıya bu izlenimi verdiler, herkesi ikna ettiler ama bin türlü yol buldu. Ne zaman ihtiyacı olsa koştu onun yanına. Hâlâ koşuyor, hep koşacak."

"Hayatım," dedi Eylül sakin olmaya çabalayarak. "Bige her şeye razıydı. Egemen abi kendi gitti. Uzak da kalamadı ablamdan. Kadın ne önüne bakabildi ne onunla olabildi. Tüm bunlar eziyetten farksız, iki taraf için de."

"Kavuşacaklar," dediğimde bütün gözler bana döndü. "Yarın mı olur, seneler mi alır bilmiyorum ama yeniden kavuşacaklar. Bu, bitmiş bir hikâye değil. Yarım kalmış da değiller. Görürsünüz, öyle ya da böyle yeniden bir arada olacaklar."

"Çok eminsin," dedi Görkem. Bunun gerçekleşmesini çok istiyordu. Bana inanmayı çok istiyordu. Abisinin verdiği kararı mantıklı bulması, ayrılıklarını haklı bulduğu anlamına gelmiyordu. Ona göre yapılması gereken buydu ama diğer yandan, en az onlar kadar istiyordu ikisinin tekrar aynı çatının altına girmelerini.

"Çünkü gördüm." Uzun zaman sonra bu kadar kuvvetli bir duyguya şahit olmuştum ben. "Kapanacak bir hesap, yarım kalacak bir hikâye değil onlarınki. Vazgeçemez o ikisi birbirinden."

"Aşk," dedi Arda. "Öyle. Katılıyorum sana. Vazgeçemezler. Denerler belki, sürekli denerler ama sonucun hep aynı olduğunu gördüklerinde denemeyi de bırakacaklar."

"Bazı insanlar birbirleri için yaratılmışlardır," dedi Eylül. "İnanırım buna."

Risk aldım. Dalga geçer gibi bir sesle, "Sen seninki için böyle düşünüyor musun?" diye sordum ve sırıttım hemen ardından.

Kaya çattığı kaşlarıyla bana bakarken bunu sormamdan memnun görünmüyordu. Cevabın Arda'nın kalbini kıracağını düşünüyor olmalıydı ama ben onunla aynı fikirde değildim. İçimde bir his başka türlü konuşuyordu.

"Henüz emin değilim," dedi Eylül omuz silkerek. Bana karşı kendini açmaya hazır biri vardı karşımda. "Bu, yani birbiri için yaratılma kavramı çok başka bir boyut."

"Biliyorum," dedim. "Bazen de öyle sanarsın ama yanılırsın. Acele etme bu yüzden."

"Bir yara gördüm sanki?" dedi az önce onunla alay etmemin öcünü almak isteyerek.

Arda gülümsememek için durmaya çalışıyordu. Buğra için Eylül'ün düşündükleri ona tutunacak bir dal vermişti. Belki doğru değildi yaptığım, belki onun boş yere umutlanmasına sebep olmuştum ama yine de yüzünü gülümsetebilmiştim ya, yeterdi bana.

"Vardı biri," dedim gizlemeden. Hepsi çok güvenilir gelmişti gözüme. "Fişini çektim, kapattım kapıları. Yoluma bakıyorum."

Alaycı tavrım üzerine omzunu omzuma vurup gülmeye başladı. Ardından ikimiz de kebaplara gömüldük sessizce. "Şunlara bak," dedi Can hayretle. "Gözümün önünde birbirlerini seviyorlar." Arda'ya çevirdi başını. "Tahtımız yıkılmaz değil mi?"

"Sen ve beni kolay kolay deviremezler Can'ım," dedi Arda rahat bir tavırla.

"Siz giderken biz onuncu turu dönüyoruz," dedi Kaya, Görkem'e bakarak. "Ama tabii yine siz bilirsiniz."

"Neden sidik yarıştırmaya başladık anlamadım." Gerçekten kafası karışmış görünüyordu içine köfte sardığı lavaşı ısırmak üzereyken. "Ama haklı."

"Konuşmayın sizi daha fazla kıskanamam." Arda oturduğu yerden kalkıp Can'ın omzuna kolunu sardı ve yanına oturdu. "Birlikte geçirdiğimiz yıllarınızı gözüme sokmayın daha fazla."

"Ben ne yapayım?" diye sordum elimde olmadan gülerken. "Geçmişiniz karşısında kebap yiyorum şu an."

"Doydun mu?" diye sordu Görkem ciddi şekilde. "Bunu da verebilirim istersen." Hafifçe bana doğru itti kendi kutusunu.

"Bu senden özür dilemeye mi çalışıyor?" Eylül elini ağzına kapatıp kıkırdadı. "Benim aldığım kebapla kızın gözüne girmeye çalışman şaka mı Görkem?"

"Bilmiyor ablası," dedi Kaya da gülmeye başlarken. "Asya öğretir onu da yakında."

"Özür dilemeyi biliyorum," dedi Görkem. O diğerleri kadar eğlenmemişti. "Ayrıca her yaptığım şeyin altında anlam arayıp durmayın. Bana hiç güvenmeyecek bu gidişle."

"Bu konuyu aşalım mı artık?" Sürekli sürekli başa sarmak istemiyordum. Bu beni yoruyordu. "Ben doydum bununla, teşekkür ederim. Sen yemeye devam edebilirsin. Tost teklifini de koydum cebime, bir gün sana yaptıracağım. Tamam mı? Problem yok. Benden çok büyüttünüz şu olayı."

"Ben daha fazla sabredemeyeceğim," dedi Arda bir anda ayağa fırlayarak. Konuyu anlamayan tek kişi olmalıydım çünkü onun bu içi içine sığmayan haline güldüler.

"Bir duramıyorsun kurtlanmadan," diye söylendi Kaya. Arda'ya olan bakışları Müge'ye olan bakışlarına benziyordu.

"Olsun, en azından ben gelene kadar sabretti," dedi Eylül Arda'yı savunmaya geçerek. "İyi bile dayandı."

"Ben anlamadım," dedim masum masum.

"Gel," dedi Görkem. Masanın etrafından dolaşıp önümde dikilmeye başladığında elini uzattı. Bu, onun gözünde bir testti aslında. Aramızın iyi olduğuna bana uzattığı eli kavrarsam ikna olacaktı. "Anlayacaksın."

Elimdeki boşalmış kutuyu ve çatalımı masaya bıraktıktan sonra elinden destek alarak ayağa kalktım ve ayakta dikilmeye başladım her şeyden habersiz. Can ve Arda salondan neredeyse koşturarak çıkan iki isimdi. Heyecanlı oldukları belli oluyordu.

Kaya ve Eylül arkamızdan yürümeye başladılar. Odaların bulunduğu koridora doğru gidiyorduk.

Gözüme çarpan ilk şey, kapıların üzerindeki süsler oldu. Kaya'nınkine deniz feneri asmışlardı, Arda ve Can'ın odasının kapısında filika ve pusula vardı. Son kapıda lacivert bir dümen figürü duruyordu. Benim kapımdaysa orta boylarda bir çapa figürü asılıydı. Çapanın sağına ve soluna iki büyük siyah nokta şeklinde yapıştırmalar yapıştırmışlardı. Gülümseme ifadesi gibi duruyordu.

Eylül, şık çantasından kırmızı bir kurdele çıkardı ve Görkem'le Kaya'nın eline tutuşturdu. Kaya ve Görkem birbirlerinden biraz uzaklaşıp kurdeleyi gergin hale getirdiler. Can, elime bir makas verdi. Diğer elinde ise telefonunu tutuyordu. Sanırım video çekiyordu.

"İzninizle açılış konuşmasını ben yapmak istiyorum," dedi Arda benim şaşkın bakışlarım arasında. "Ben Arda Gökmen, bu evin müdürüyüm."

Görkem ona kaşlarını kaldırarak baktığında Arda küçük bir kahkaha atıp devam etti. "Tamam, müdür patron lider reis kral sensin. Ben de bu evin neşesi, mutluluğu, sesi, her şeyiyim. Var mı itirazı olan?"

"Yok!" diye bağırdı Eylül. Coşkulu coşkulu alkışladı Arda'yı sonra tek başına.

"Teşekkürler," dedi Arda dar koridorda hafifçe eğilip selam vererek. "Konumuza dönelim. Asya Yağmur Tunçbilek," makas olmayan elimi yakalayıp önümde diz çöktü. "Nam-ı diğer fotoğraf makinesi ve nam-ı diğer diğer çapamız... Resmi olarak aramıza hoş geldin. Sensiz bir kişi eksiktik, olmasan olmazdık. O zamaaaan ooo..."

"Biiir!" dedi Görkem.

"İki," dedi Kaya.

"Üüüç!" dedi Eylül ve Can.

Arda başıyla önce makası sonra kurdeleyi işaret etti. Gülümseyerek onları izlerken kurdeleyi orta noktasından tuttum ve makası değdirdim.

"Kesmiyor mu?" diye sordu Arda. Eylül'e döndü sonra. "Makas kesmiyormuş!"

Eylül yine elini çantasının içine attı ve iki yüzlük sahte banknotların bulunduğu bir deste çıkardı içinden. Bu bana kahkaha attırırken umursamadan "Eğil aşkım," dedi ve başımı hafifçe ona eğmemle birlikte alnımın ortasına bir banknot yapıştırdı. Kalanları da yavaş yavaş diğerlerinin başlarından aşağıya doğru döktü "Ooo..." nidaları eşliğinde. Öyle bir andı ki Kaya bile bir elini duvara yaslayıp gülme krizine girmişti.

Kurdeleyi kestiğim an alkış kıyamet oldu ortalık. Analizciler elleri kızaracak kadar güçlü şekilde alkış tuttular bana bakarak. Sonra "Aç!" tezahüratı başlattı Arda. "Aç, aç, aç!"

Kaç yaşındaydık biz? Bir ana okulu sınıfındaymışım gibi hissediyordum ama daha da ötesi, yüzüm gülüyordu. Karnıma giren ağrının sebebi kramplar, mide bulantıları veya yaralarım değil, gülüşlerimdi.

Elimi kapı koluna uzattım ve kapıyı yavaşça itmemle birlikte yüzümdeki gülüş yerini şaşkınlığa bıraktı.

Öyle ya da böyle bir yatağa, bir dolaba sahip olacağımı biliyordum ama bu kesinlikle beklediğim bir şey değildi.

Odam olmuştu.

Bir duvarın neredeyse tamamını dolap kaplıyordu. Açık, tatlı bir maviydi rengi. Çekmeceleri beyazdı. Yatak başlığım lacivertti, üzerine bordo bir yorgan sermişlerdi. Yerde beyaz bir halı vardı, ışığım da beyazdı. Yeni tül perde almışlardı parka bakan cama. Her şey o kadar ferah ve iç açıcıydı ki bu odanın yanında ben sönük kalıyordum.

İçeri doğru bir adım attım tepki veremeden. Sonra bir tane daha... Yatağımın yaslı olduğu duvara çevirdim yüzümü. Rapunzel posteri vardı. Elinde tavasıyla, omzunda bukalemunuyla dimdik bir şekilde duruyordu.

Arda en sevdiğim prensesi bu yüzden sormuştu.

Hemen yanında Bloom ve Stella'nın sarılmış bir fotoğrafı bulunuyordu. Bloom benim favorimdi, saç renginin payı büyüktü bunda. Stella da Eylül'ün favorisi olmalıydı. Sanki o fotoğraf ikimizi temsil etsin diye konulmuştu.

Onların biraz sağına, sıra sıra fotoğraflar dizilmişti duvara. İlki solumda Mete'nin sağımda Barış'ın ve üzerimizde Beşiktaş formalarımızın olduğu bir tribün anısıydı. Üzerimde 13 numaralı forma vardı, Atiba baskılı.

Bu fotoğrafı onca tribün anımız içinden özellikle seçtiklerine yemin edebilirdim.

Diğer fotoğraf Analizcilerle Sarp'ın spor salonunda, yorgunluktan domino taşları gibi yere serildiğimiz güne aitti. Yüzlerimiz kıpkırmızıydı. Ölmüştük yorgunluktan. Başka bir karede otel odasında Analizcilerle görüntülü konuşurken Görkem'le el sıkıştığımız ve Arda'nın da ekran görüntüsünü aldığı an duruyordu.

Yüzümdeki gülümseme daha ne kadar genişleyecekti bilmiyordum. Diğer fotoğrafa kaydırdım gözlerimi. Geç uyandığım sabah Arda'nın beni ifşalayıp Whatsapp grubuna attığı ana aitti. Saçım başım dağınıktı, gözlerim şişti. Bunu da bastırmışlardı maalesef.

Bir başka kare burada, başımda bekledikleri gecedendi. O gece Analizcilerin fotoğrafını çeken tek kişi ben değildim. Arda hepimiz uyurken odanın köşesinden dil çıkararak bir selfie almıştı.

Son karede ise daha önce de gördüğüm bir fotoğrafı gördüm. Analizcilerin ve Eylül'ün bu evdeki ilk günlerinde, evin önünde çekindikleri toplu resimdi bu. Bir detay farklıydı. Fotoğrafa shoplanmıştım. Onların yanındaydım ve gülümsüyordum.

Bu, çok değerliydi.

İlk fotoğraflarında yanlarında ben de vardım artık.

"Shopu ben yaptım," dedi Kaya.

"Dolabını ben yerleştirdim," dedi Eylül. "Kıyafetlerini de ütüledim."

"Led ışıkları ben yapıştırdım," dedi Can fotoğrafın üzerindeki sarı küçük ışıkları göstererek.

"Şu oyuncak da benim," dedi Arda yatağın üzerinde henüz fark etmediğim pembe yunusu işaret ederek. "Adını Pinko koymuştum, istersen değiştirebilirsin. Yalnızlığı iyi bilir. Ben yalnızken babaannem almıştı. Senin için ideal bir arkadaş olacaktır."

"Ben de mobilyaları seçmiştim," dedi Görkem. "İlk başta siyahtı odan, sonrasında iptal ettirip renkleri değiştirdim. Bu yüzden bu kadar gecikti gelmeleri. Beğendin mi?" Elini fotoğrafların bulunduğu duvardaki boşluğa vurdu. "Buraları birlikte dolduracağız daha. İşte o zaman iyice güzelleşecek bu duvar."

"Siz," dedim ve titreyerek çıkan sesime engel olmaya çalışmadım. Dolu gözlerimi de kocaman gülümsememi de gizlemedin onlardan. "Siz gerçek değilsiniz."

"Yok," dedi Kaya. "Benim gibi biri hayal ürünü olamaz. Hani Arda, Can falan neyse de kimse beni hayal etmez. İşte buradan bile gerçek olduğumuzu anlayabilirsin."

"Ben..." Neredeyse yerimde zıplayarak yüzümü onlara döndüğümde şoku üzerimden atlatamamıştım hâlâ. "Benim..."

"Biz sana, senin sandığından daha fazla değer veriyoruz," dedi Arda. "Biz aileyiz ve sen bu ailenin üyesisin Asya. Kendini bir yere ait hissetmiyor musun? Biz seni bizim yanımıza ait kılarız. Dert etme."

"Benim hiç böyle..." Konuşamıyordum bile doğru düzgün. "Böyle bir odaya sahip olmamıştım hiç."

"Evet, eski evindeki odanı görmüştüm," dedi Can. "Bir yatak, bir dolaptı. Burası da farklı sayılmaz. Mobilyalar değil burayı farklı kılan. Bir evi güzel yapan içinde yaşayanlar ve içinde yaşananlardır en çok."

"Biz de en çok bu yüzden güzeliz," dedi Eylül elini koluma koyarak.

"Size sarılacağım ve sonra bunu unutacaksınız," dedim işaret parmağımı önümde sallayıp onlara doğru ilerlerken. "Ve bu eşyaların üc-"

"Sakın devam etme ve gelip bize sarıl," dedi Eylül. "Okyanusumdan bir damla su bunlar. Bir ortamda ben varsam paranın lafı yapılmaz. Ayrıca sen mutlu olacaksan böyle, benim krallığım feda olsun sana."

Diğerleri heyecanım ve yerimde duramayışım üzerine bir yabancıya bakar gibi değil, bir çocuğa bakar gibi baktılar bana. Aralarına girip öylece durdum ve önce Eylül, sonra Arda sardı üzerime kollarını. Can eklendi, Görkem'in de kolunu gördüm bir yerlerde. Sonra Kaya sırtıma vurdu pat pat. Bu bir sevgi çemberinden ziyade futbolcuların gol sevincini hatırlatan türden tuhaf bir sarılma şekliydi.

Sanki ilk golümü atan genç bir futbolcuydum da takımım beni gururla karşılıyordu.

"Hediye alınmamış insanlar yaşları kaç olursa olsun nasıl da anlaşılıyor gözlerinden," dedi Kaya alçak bir ses tonuyla. Görkem'e söylemek istemiş gibiydi ama hepimiz duymuştuk.

"Hediye bizim işimiz," dedi Görkem gülümseyerek ona bakarken.

"Yeni odanda çekindiğimiz ilk fotoğrafta fıstık gibi çıkayım diye böyle giyindim süslendim," dedi Eylül telefonunu çıkararak. "Şöyle geçin. Evet, Asya'm sen ortaya. Arka planda rapunzel posteri de çıksın lütfen. Çok önemli bir detay o. Görkem..." Kolundan tutup çekti ve onu ileriye doğru ittirdi. "Senin kolun uzun. Sen çek şöyle. Yukarıdan al."

"Emredersiniz," dedi Görkem telefon tuttuğu elini havaya kaldırarak. Bizden çok uzaklaşmadığı için kadraja sığabilmemiz için kafalarımızı birbirine yaklaştırdık Analizcilerle. Ben ekrana bakıp gülümserken diğerlerinin bana baktığını fark etmemiştim. Nasıl çıktığımıza bakmak istediğimde gördüm bunu.

Ben kameraya gülümsüyordum ve diğerlerinin gözleri bana dönüktü.

Tablo yapıp asmak isteyeceğim cinsten bir fotoğraf olmuştu.

"E Asya yaralı olduğuna göre," dedi Can. "Bu, bu gece burada uyumamızı gerektirir."

"Hem de odanın siftahını yapmış oluruz," diye devam ettirdi Arda ellerini çırptıktan sonra.

"Ben şu an çok mutluyum," dedim inanamayarak. "Utandım." Ellerimi yüzüme kapatıp gülmeye başladım. "Nasıl tepki verilir bilmiyorum. Teşekkür ederim her şey için."

"Tam dalga geçilmeliksin," diye takıldı Kaya. "Ama ne hissettiğini bildiğim için geçemiyorum da. Zevksiz bir durum."

"Rahat bırakın benim güzelimi," dedi Eylül. "Ben de burada kalayım mı, sizinle?"

"Kendi evinde kalmak için bizden izin almıyorsun değil mi?" diye sordu Görkem. "Biz çıkalım, sen üzerine rahat bir şeyler al. Battaniyeleri alıp döneriz geri."

Diğerleri odayı bir bir terk ederlerken Eylül ve ben kaldık geride. Ben odanın her köşesini ezberlemiş olsam da hâlâ hayran hayran tekrar incelerken Eylül dolabımın kapaklarını açtı. "Alıyorum bir pijama takımı?" dedi sorar gibi.

Başımı salladıktan sonra ona arkamı döndüm ve fotoğrafların bulunduğu kısma tekrar bakmaya başladım. Led ışıkları yaktım uzanıp.

Odam olmuştu.

Yirmi altı yaşındaydım. Benim için oda hazırlamışlardı.

Bir evim ve bir odam vardı.

Kendimi hiçbir yere ait hissedemediğim bir dönemden geçiyordum ve onlar, beni buraya ait kılmaya başlamışlardı.

•⚓•

:')

İçimde sarılma isteği var.

Arkadaşlar Asya bütün bölüm güldü?

Görkem, lacivert ipliler arasında aile olmanın ne demek olduğunu en iyi bilen kişi belki de. Analizcileri bir aileye dönüştürmeye çalışması yetmedi, kendi ailesini de onların ailesi yaptı. Bige, hepsinin ablası. Egemen, hepsinin abisi.

Bu bölüm sevgi kelebeği yaptı beni. Kusura bakmayın. Yeni karakterlerimiz hakkındaki görüşlerinizi alıp gideceğim. Siz de bu satıra tek bir cümleyle bölümün hissettirdiklerini bırakır mısınız?

Avukat Egemen Duman? ⚖️

Doktor Bige Başak Duman aman Ekinci? 🩺

Müge Duman? 💙

Salık saçlı kızlardan hoşlanan Efekan? Mnskwlwnslwöskslls

Bir kere gülün öyle gidin. :)

Teşekkürler ve iyi günler.

🔵🤝🔵


Yorumlar

Popüler Yayınlar

36. "Çatlaklar ve Kırıklar"

55. "Geri Sayım"

35. "Görülme İhtiyacı"