50. "TEK BAŞINALIK"
Bölüm şarkıları:
Paptircem, Kaybettim Yirmilerimde
Paptircem, Yamadım Yaralarımı
Doğan Duru, Taraf
Doğan Duru, Polisi Aramayın
Cem Adrian & Emir Can İğrek, Bana Unutmayı Anlat
Cem Adrian & Sagopa Kajmer, Keskin
🕯️
Mum yanıp durmuş,
Aydınlığı muma yetmiş.
Başını eğmediği için,
Eridiğini fark etmemiş.
•⚓•
Bir yara iziyle barışmak, geçmişinle savaşmak demekti.
Kazanayım isterdim. Kazandığım tek şey başka bir yara iziydi.
Kendimi mağlup hissediyordum. Bir çemberin etrafında, yolun sonu vardır umuduyla dönüp duran biriydim. Ne kadar ilerlersem ilerleyeyim yine aynı yere geliyordum.
Elimdeki kitabı bıraktım, zaten bir sayfa bile okumamıştım. Sırf düşüncelerimi oyalasın diye Arda'nın rafından aldığım bir çizgi romandı. Onun en sevdiği serinin ilk kitabı ellerimin arasındaydı ama benim iki kelime okumaya bile mecalim yoktu.
Sabahın ilk ışıkları üstümüze doğar doğmaz Analizciler çil yavrusu gibi başka başka köşelere dağılmışlardı. Görkem karakola gitmeleri gerektiğini söylemişti ve bir açıklama bile istemeden başımı sallamıştım. Evde bir tek Kaya kalmıştı, o da sanırım mutfakta kahveyi ciğerlerinden çekerek ayakta kalmaya çalışıyordu.
Son zamanlarda Kaya'nın eline bakan çok fazla işimiz olmuştu. Masasının üzerindeki bilgisayarda onlardan biriyle uğraşıyor olduğunu düşündüm.
Telefonumu elime aldığımda beni karşılayan ekran, Görkem'le aynada çekildiğimiz fotoğraftı. Üzerimdeki elbiseyi çok sevmiştim. O da arkamda bana sarılmışken kusursuz görünüyordu. İkimizin de gülümsemeleri gerçekten mutlu insanlara aitti ve şimdi ne halde olduğumuzu düşünmek beni daha fazla üzülmeye itiyordu.
Rehberime girip isimlerin arasında dolaşmaya başladım. Garip bir histi. Kimisiyle aylardır görüşmemiştik, kimisinin sesini bile hatırlamıyordum, kimisini tekrar görmek bile istemezdim. Telefon rehberleri, hayatınıza oradan buradan giren insanlarla bütün hayatınız olan insanları bir araya getiren tuhaf listelerdi.
Sona kadar gittikten sonra en başa döndüm. Kendime düşünme fırsatı vermeden ekrana dokundum ve telefonu kulağıma götürdüğümde karşıdan duyacağım sesi sıkışan göğüs kafesimle beraber beklemeye başladım.
"Asya," dedi annemin sesi, muhtemelen geniş bir gülümseme eşliğinde. "Ciao mia bella ragazza, come stai?"
Hangi ülkedelerse o ülkenin dilinde bir şeyler söyleyerek başlardı konuşmasına her seferinde. Annemlerin İtalya'da olduklarını bana İtalyanca nasıl olduğumu sorduğunda öğrenmiştim.
"Anne," dedim dolan gözlerimle. Sesini özlemiştim. Ondan kaçarken ona dönecek hale gelmek, ilk defa yaşadığım bir şey olsa gerekti. Benimle ilgili pek bir şeyi bilmezlerdi çünkü bilmelerini ben istemezdim. "Bu sefer iyiyim demeyeceğim."
Yalan söylemeye gücüm yoktu. "Ne oldu?" diye sorarken telaşı gerçekti. Arka plandaki seslerin silinmeye başladığını fark ettim. Her neredeyse koşar adımlarla oradan uzaklaşıyor olmalıydı. "Asya, sorun ne?"
"Anne," dedim. "Otursana bir yere."
Her ne olursa olsun bir annenin yüreği, kızının başına gelen böyle bir olayı kaldırmazdı. Yani, herhalde kaldırmazdı. Ben anne değildim, belki de olamayacaktım, bunu bilemezdim. Bu yüzden yalnızca tahmin edebilirdim.
"Korkutuyorsun beni." O kadar uzun süredir farklı dillerde konuşuyordu ki artık Türkçesi aksanlıydı. Hatta çoğu zaman diyaloglarının arasına kendisi bile fark etmeden İngilizce kelimeler serpiştirirdi. Türkçesini hatırlamıyor olurdu çünkü.
"Oturdun mu?"
"Ay Asya, kalbime indireceksin. Ne oldu?"
"Şu an iyiyim," dedim önce hızlıca. Demek ki hâlâ yalan söylemek için biraz gücüm kalmıştı. "Ama geçenlerde vuruldum anne ben, karnımdan. Bir süredir hastanedeydim. Kalbim de durmuş falan ama... Öyle işte. İyiyim şimdi. Sadece bilin istedim."
Nasıl anlatılır bilmiyordum. Annemle dertleşmek gibi bir huyum uzun zamandır yoktu. Çok uzun bir süre boyunca kendi ayaklarımın üzerinde durmak konusunda öyle inatçıydım ki hayatımdaki insanları bir bir uzaklaştırmıştım kendimden. Üç dört günde bir olan telefon konuşmalarımız haftada bire dönmüştü. Sonra kendimizi birkaç haftada bir birbirimizi ararken bulmuştuk. İnsan her zaman doğduğu yere bağlı kalmak zorunda değildi. Sanırım ben, teyzemle birlikte kaldığım dönemlerden sonra aile kavramını tamamen silip atmaya hazır hale gelmiş durumdaydım. Onu yeniden oluşturan adamlar hayatıma girmeselerdi herhalde oradan oraya savrulup giderdim. Hiçbir zaman bir yere ait olmazdım.
Annem kurşunu yiyen benken beyninden vurulan oymuş gibi çok uzun bir süre sessiz kaldığında ne tepki vereceğini bilemedi. Nefes aldığından bile emin olamadığım için onu kontrol etmek zorunda kaldım.
"İlk uçakla oradayız." Kekeleyerek konuşuyordu. "Babanı arayacağım şimdi. Biz he-hemen... Anneciğim, biz hemen-"
"Hemen burada olmanızı istemiyorum," dedim. "Ama bu hafta içinde sizi görebilirsem güzel olurdu."
"Bir saniye durmam," dedi annem. Sanırım ağlıyordu. En son ne zaman ağladığını merak ettim. Pek sulu göz birisi sayılmazdı. "Mete yanında mı? Onu bir versene sen telefona."
Ve artık ben de ağlıyordum. "Mete öldü anne. Biraz oluyor."
Birkaç asırdı belki, tam olarak bilmiyordum.
Onsuz geçen her saniye bir ömür demekti zaten. Az daha ona gitmek için kendi sonumu getiriyordum.
Sonra annem, yaşadığı şokun etkisiyle yüksek sesli bir patlama yaşamaya başladı. Ağzına ne gelirse, ne gelirse söyledi. Kızdı bana. Delirdi. Çileden çıktı. Sitem etti. Kalbimi sıkıştırdı, göğsümü deldi ama beni hiç de pişman etmedi. Yine başa dönsem yine her şeyi aynı şekilde yaşayacağımı biliyordum. Herkesle her şeyi paylaşmazdım. Annem, her derdimde yanına koşacağım türden biri değildi benim için. Hiçbir zaman olmamıştı.
"Ölecektim," dedim titreyen bir sesle. "Ölecektim ve sen bana bağırıyorsun."
"Ölecektin!" diye bağırdı yine. "Ve Mete ölmüş! Bilmiyordum bile. Sen bu koca dünyada tek başına kaldın ve bizim haberimiz yoktu bile!"
Teyzemin öldüğünü anneme söyleyen de bendim. O zaman ona bu cümleyi ben kurmuştum. Bu koca dünyada tek başıma kaldım demiştim.
"Tek başıma değilim. Var birileri yanımda." Bunu söyledim. Bilsin istedim. Sanırım içimde bir yerlerde sakladığım öfke yüzünden, onlar olmadan da idare edebildiğimi kanıtlama ihtiyacı duyuyordum anneme. Sonra bir anda gardım düştü. Düşmanımla değil, beni doğuran kadınla konuştuğumu hatırladım. "Anne ya," dedim. "Ben evleneceğim galiba."
"Ne?" dedi az önceki sesinin üç katı kadar şaşkınlık barındıran bir nidayla. "Kiminle be?"
Bozuk psikolojimize gülmeye başladığımda annemin de kahkahaları eklendi benimkine. İkimizin de hâlâ ağlıyor olması önemsiz bir detaydı. "Tanışırsın geldiğinde."
"Bilmem gereken başka bir şey var mı? Yasak bir evlilik, dört beş çocuk gibi falan?"
"Yok."
"Nasıl vuruldun?"
"Bunu da konuşmak istemiyorum."
"Ne istiyorsun Asya? Beni sadece buraya gelin demek için aramazsın sen. Başka bir şey var bunun altında."
Kalbimi kıran bu konuşmada, annemin benimle ilgili bir şeyleri hâlâ anlıyor olması bazı yaraları da onaracak gibiydi. "Hemen çıkıp gelmeyin," dedim. "Biraz daha toparlayayım, tamam mı? Çok ciddiyim. Uzun süre oldu görüşmeyeli, bir anda burada olursanız afallarım. Önce gelme fikrinize alışayım, kalanları zaten yüz yüze konuşuruz. Görkem'le de tanışırsınız hem."
"Hım..." dedi imalı bir sesle. "İsmi Görkem yani. Güzelmiş."
Kafamı dağıtmak için bunu yaptığını bilecek kadar onu tanıyordum. Kendisini tutmaya çalışıyordu. Karnımdan vurulduğumu öğrenmişti ama o müstakbel damadı hakkında sorular sormayı tercih edecekti. "Eee," diye devam etti tam da tahmin ettiğim gibi. "Soy adın ne olacak?"
Bir anda utanıp başımı kucağıma doğru eğdim. "Duman."
"Vayy..." Çok garip hissediyordum. Karman çorman duygularla çevrelenmiştim. Özlüyordum, canım yanıyordu, aşıktım, ondan bahsederken gülümsemeden yapamıyordum, ölecektim, yaşıyordum, yaşadığıma ikna olmaya çalışıyordum. Hayatım devam edecekti ve ben de bunun için uğraşıyordum. "Birlikte yaşamaya başladın bile değil mi? Seni biraz tanıyorsam çoktan çocuğu yatağa-"
"Anne!" dedim iyice utanarak. Bu kadar gülmeyi beklemiyordum. Dikiş yerim sızladığında avucumu karnıma bastırıp gülmeye devam ettim.
"Asya." Bu defa ciddi bir tona geçiş yapmıştı. "Şu an biraz daha iyisin ama, değil mi? Sen nasıl istersen öyle yapalım bebeğim. Bugün gel dersen her şeyi iptal eder varırım ben oraya. Gerçekten yaparım."
Ona kendimi biraz daha açıkladım. Başımızda türlü belaların olduğundan, buraya gelmelerinin bile onların başına iş açabileceğinden ve bize en azından birkaç günlüğüne de olsa düşünme süresi gerektiğinden bahsettim. Ne yapacağımıza karar verdikten sonrası kolaylaşacaktı. Öyle umuyordum. Gece nefesi kesile kesile defalarca uyanan Görkem'in karşısına birdenbire ailemi çıkararak ona da daha fazla stres yüklemek istemiyordum. Önce biraz dinginleşmemiz, sonra da hepimizin ruh hali olarak o aşamaya hazır olmamız gerekiyordu.
Ben Görkem'in annesini boğmuştum mesela, berbat ötesi bir tanışmaydı. O yüzden bu sefer her şey usulüne uygun şekilde gerçekleşmeliydi.
Biraz daha lafladık onunla. Kapattığımda yüzümde bir gülümseme, göz pınarımda bir damla yaş asılıydı. Eski bir dostu yolda görmek gibi bir histi. Böyle olmaması gerektiğini biliyordum ama bu bizim alışkın olduğumuz bir durumdu. Babama olanlardan bahsettiğinde kim bilir nasıl tepkiler alacaktı. Tufan ve Yeşim Tunçbilek çifti, kızlarının başına gelenlerle nasıl mücadele edebileceklerdi bunu bilmiyordum. Hâlâ da her şeyi detaylıca anlatmak gibi bir planım yoktu. Bir yüzleşme yaşanacaksa bile ortaya bütün kartlarımı koymayı düşünmüyordum. Bunu bir kez yapmıştım ve tamamen dağılmıştım. Tekrar yapamayacak kadar dağınık durumdaydım.
İçerisi soğuktu ama ben biraz terlemeye başlamıştım. Bu yüzden önce battaniyemi üzerimden sıyırdım. Sonra kazağımın ucunu kavradı parmaklarım, onu da karnımı açık bırakacak şekilde sıyırdım ve sol tarafımı kaplayan beyaz bandaja baktım.
Onu kaldıracaktım.
Hayatımın geri kalanı boyunca taşımak zorunda olduğum ikinci dikiş izine bakacaktım.
Bandajın bir köşesini hafifçe ayırdım karnımın üzerinden. Parmaklarımın titremeye başlaması beni durdurmadı. Tamamen kaldırdım. Bunu yapana dek gözlerimi sımsıkı kapatmıştım ve bandajı çektiğimde onları araladım.
Geniş bir C şeklindeydi. Olmasını umduğumdan biraz daha büyüktü. Kasığımın biraz yukarısından başlıyor, göğüs kafesimin altına doğru gidiyordu. Gerildiğim için kaslarım belirginleşince dikiş izi, karnımdaki kıvrımlara uyum sağladı. Görüntü kirliliğiydi. Başka bir kara lekeydi. Onu görür görmez ondan nefret etmiştim. Gerçi bu yeni izi görmeden önce bile ondan nefret ediyordum.
Bir kusuru kapatmak ister gibi bandajı yeniden yerine yerleştirdim. Alacağım duştan sonra tamamen çıkarırdım, bir şekilde söküp atmanın yolunu bulmak zorundaydım ama acele etmek zorunda değildim. Yalnızca biraz daha zamana ihtiyacım vardı.
Midemin bulanmaya başladığını hissettim ve elimi ağzıma kapattım. İğrenç görünüyordu. Onu taşımak zorunda olmak iğrenç bir şeydi. Oraya baktığımda Hermes'in siyah bir kepin altına gizlediği yüzü gözümün önüne geliyor ve bu da bende yalnızca kusma isteği uyandırıyordu.
En kısa zamanda ilaçlarımı almalıydım. Belki bulantı geçerdi. Geçmese bile en azından ağrılarım dinerdi.
Odamın kapısı yalnızca bir kez tıklatıldığında kendimi bu şekilde koruyabilecekmişim gibi battaniyeyi üzerime çekip sırtımı dikleştirdim. Tamamen refleksti. Benden gelecek bir cevabı beklemeden kapı aralandı ve Kaya içeriye başını uzattı. Uyuyup uyumadığımı kontrole geldiğini sandım ama içeriye doğru adımlayınca elinde tuttuğu tepsiyi gördüm.
"Sana çorba yaptım." Gözlerimi kocaman açtım. "Pek beceremedim gibi ama az önce tadına baktım ve henüz zehirlenmedim. Sert bir şeyler yerken zorlandığın için yemek yemekten kaçıyorsun diye çorba mantıklı geldi. İnternete de hasta çorbası yazıp ilk çıkana tıkladım. Bilmiyorum, tadına bakmak ister misin?"
Ağlamaya başlamayayım diye dişlerimi sıksam da dolan gözlerimi Kaya'dan saklayabilecek biri değildim artık. Uzun zamandır onun yanında buna ihtiyaç da duymuyordum aslında. "Benim için mi?" diye sordum ve bu ses ikimize de tanıdıktı. Çünkü Kaya, onun için börek yapacağımı söylediğimde de benimle bu tonda konuşmuştu. Zamanında ektiğim tohumların karşılığını almak gibi hissettirdi bakışmamız. Ben Kaya'nın kız kardeşiydim.
"Senin için," dedi başını çorba kasesinden kaldırarak. Kafası karışık göründü. "Her şeyi tam koydum ama biraz fazla mı kaynattım acaba? Koyu oldu sanki. Bu kadar becerebildim."
"Çok teşekkür ederim. Mutfağa geleyim de birlikte yiyelim mi?"
"Yok, otur sen." Yaklaşıp tepsiyi kucağıma bıraktıktan sonra gözleri üzerimde birkaç saniye oyalandı. "Karnını doyurman gerekiyor. Gruba tok karınla alman gereken ilaç saatlerini hatırlatan bir mesaj geldi de. İş bana düştü anlayacağın."
"İnanamıyorum sana." Bir kız çocuğu gibi burnumu çekip "Az önce annemle konuştum," diye itiraf ettim. Sonra da dikiş izine baktığımı söyledim. "Çok çirkindi."
"Bir şey soracağım," derken yavaşça yanıma oturdu. "Görkem'in çenesine baktığın zaman o izin onu çirkin kıldığını düşünüyor musun?" Ne anlatmaya çalıştığını anlamıştım. Başımı hafifçe iki yana sallayarak verdim cevabımı. Şimdi aynısını Görkem'in de benim için düşünmeyeceğini bana anlatacağını sandım ama bunun yerine kanımı donduran bir bilgiyi paylaştı benimle. "Bir kere banyoda aynanın önünde gördüm onu." Bu hatıra canını sıkmıştı. "Diğerleri yukarıdaydı, sen yoktun ve o tek başına oradaydı. Sırtına baktı, sonra yüzündeki ize ve lavaboya eğilip kusmaya başladı."
"İçeri girdin mi?"
Girmediğini biliyordum. Görkem için bunu yaptığını da ona bunu belli etmeden oradan uzaklaştığını da biliyordum. Kaya gerekeni sessizce yapmak konusunda uzmandı. Şimdi sakladığı bu sırrı önüme koyuyorsa bu da gerekli olduğunu düşündüğü içindi.
"Bu onu daha fazla dağıtırdı," dedi. "Kendi haline bırakılmaya ihtiyacı vardı. Sabahtan beri yanına gelmedim çünkü biriyle konuşmaya ihtiyacın vardı ama ben değildim o kişi. Anneni aramana şaşırmadım. Asya, tamamen toparlanmadan önce yerle bir olmakta hiçbir sorun yok. Sonunda ayağa kalkacaksan diplerde bir süre daha dolaşmana karışmayacağım."
"Canım çok acıyor ama," derken çenem titremeye başladı.
"Biliyorum. Hissediyorum. Elimi tutup bana abi dedin ve sana yardım etmem için yalvardın. Ben de elimden hiçbir şey gelmeden orada oturup cehennemi yaşadım."
"Çok bunalıyorum," diye devam ettim itiraflarıma. "Bunları hiç unutmayacağım aklıma geldikçe çok bunalıyorum. Birileriyle konuştukça içine düştüğümüz bataklığın hiç kurumayacak olması fikrinden çok bunalıyorum. Her şeyi halledeceğimize dair bir şeyler söyleyeyim diye ağzımın içine bakıyorsunuz ve bunu yapamıyor olmaktan bıkmış durumdayım."
"Hepimiz her şeyden bıkmış durumdayız," dedi. "Ama sen oturup çorbanı yiyeceksin ve ben gruba yemek yediğini yazdığımda herkes gülümsemeye başlayacak. Bazı şeyler de bu kadar kolay, beni anlıyor musun? Öyle olmasaydı hayat devam etmezdi zaten."
"Öyle," dedim ve oturup çorbamı yedim. Kaya ne kadar süredir mutfakta bununla uğraşıyordu bilmesem de ortaya koyduğu şaheseri ayakta alkışlama isteği uyandırmıştı bende. Sıcak çorba boğazımdan kayarken kemiklerim bile ısındı. Ben tabağımı bitirene kadar da ayrılmadı başımdan.
"Bahar'ı özledim," diye o da bir itirafta bulundu ben çorbanın dibini kaşıklarken. "Yapmam gereken o kadar çok iş var ki onu yeterince göremiyorum."
"Ağlayıp onu bize çağırabilirim istersen," dedim gülerek. "Birkaç gün yanımda kalır, sen de görürsün."
"Kafamızı kaldırmaya vaktimiz yok, ben onu yine göremem," dedi. "Beni boş ver, seninkiler buraya gelecekler miymiş?"
Ona annemle yaptığım konuşmanın bir özetini geçtim. Sessizce dinlemekten başka hiçbir şey yapmadı. Nihayet içimi döktüğümde tepsiyi kucağımdan aldı ve çorba için arka arkaya birkaç kez teşekkür edişime maruz kaldı. Ardından bana ilaçlarımı getirdi. Göz kapaklarım ağırlaşıyordu, bu yüzden biraz uyuyacağımı ama diğerleri geldiğinde beni mutlaka kaldırmasını söyledim.
Kaya tabii ki de söylediğimi yapmadı.
Gözlerimi saat yedi sularında zorlukla aralayabilmiştim. Sanki hiç ilaç kullanmamışım gibi ağrılarım vardı ve gruba atılan son mesajda Görkem'in Kaya'ya çatı katına bilgisayarını taşımasını istediği yazıyordu. Üzerinden kırk beş dakika geçmişti. Şu an tahminimce hepsi oradalardı ve tek eksik bendim.
Bu cümlenin ağır bir rahatsız ediciliği vardı. Az daha, hep eksik olacaklardı. Boş sandalyeyi gidip doldurmaya duyduğum istek çoğaldı bu yüzden. Yanlarına gitmek için yatağımdan ayrıldım ama attığım her adım, karnıma bir başka bıçak saplıyordu. Bu yüzden merdivenlerin başında durduğumda önümde uzanan basamaklar bana ölümüm için bir bilet gibi hissettirdi.
Elimi duvara yaslayarak ayağımı biraz havaya kaldırmayı denedim. Dener denemez bundan vazgeçtim. Kendimi çok kasmam gerekiyordu, bunu yaptıkça da göğsüm sıkışıyordu ve yine nefes alamadığımı hissediyordum.
O anda sanki birileri varlığımı hissetmiş gibi adım sesleri duymaya başladım. Yukarıdan inen kişinin Görkem olduğunu görmek beni şaşırtmadı.
Tepedeki basamakların birinde durup bana şaşkınlıkla baktı. Uyandığımı bilmediği için şaşırmıştı ama sonra gözleri gözlerimde oyalanınca yüzü düştü çünkü benim yine ve yine çenem titriyordu.
"Yukarı çıkamıyorum," derken gözümden bir yaş yuvarlandı. "Ve sürekli ağlıyorum. Çok muhtaç birisi oldum. Adım bile atamıyorum."
Aşağı inen merdivenleri öyle hızlı aştı ki yüzümü kavrayana kadar geçen süre iki saniyeden fazla değildi. "Yağmur..." Yanağımdaki yaşı sildi, bir başkası için parmakları orada bekledi ama başka bir yaş akmadı. Kalmamıştı çünkü. Bana kızacak, ağladığım için laf söyleyecek, beni kendime getirmeye uğraşacak sandım ama o bütün kalbini dudaklarına asıp gülümsedi. "Günaydın," diye fısıldadı sadece.
"Günaydın," dedim kafamın içindeki savaştan sıyrılıp ona teslim olarak. "Sizin yanınızda olmak istiyorum."
"Tamam," dedi tek bir baş sallayışın ardından. "Ağlamayı bıraktın mı?"
Yine burnumu çektim. "Bıraktım."
Dudaklarıma küçük bir öpücük kondurdu. Ağzıma bir parmak bal çalmak ister gibiydi çünkü temasımızı hemen sonlandırmıştı. Sadece destek için yaptığı bir şeydi. "Sar kollarını boynuma," diyerek üzerime doğru bir adım attı. Koltuk altlarımı tuttu, ardından tutuşunu dirseklerime doğru kaydırdı ve en son ellerimin omuzlarına yerleşmesini sağladı. "Tutun şimdi. Seni taşıyayım."
"Sürekli kucağındayım bu aralar," dedim çatlayan sesimle. Muhtemelen gözlerim de kızarmıştı.
Yüzüne o serseri gülüşü yerleştiğinde henüz ima yapmadan ima yapacağını anlamıştım. Bu yüzden parmaklarımı dudaklarına kapattım ve o da dudaklarını parmak uçlarıma bastırmakta gecikmedi. Gülümseyip elimi ensesine doğru sürüklediğimde "Eh," dedi kaldığı yerden devam ederek. "Başka şekillerde kucağımda olmanı tercih ederim tabii ama buna da bir itirazım yok."
"Susacaksın sanmıştım ama hiç durmayacaksın değil mi?"
"Hiç," dedi. "Bir an bile. Görürsün."
"Görkem!"
Hafifçe eğilip bacaklarımın arkasını kavradı ve yavaşça beni kucağına aldığında ben de boynuna daha sıkı sarıldım. "Bizimkilere su almaya diye iniyordum," dedi. "Ve şimdi Yağmur'u yukarı taşıyorum. Ne diyebilirim ki? İşte ben de böyle bir adamım. Su isteyene yağmur götüren."
Bana sırnaşıyor olması tamamen kafamı dağıtmak içindi, bunu anlamıştım ama sanki kendisinin de bu şekilde kısa bir kaçamağa ihtiyacı vardı. "Evet," dedim. "Ortan yok. İstisnasız herkes için Keban Barajı politikanı uyguluyorsun."
"Yok." Başını iki yana sallarken beni sarsmamaya dikkat ederek bir basamak yukarı çıktı. "O sadece sana özel. Diğerlerine bir sürahi yeterli."
"Hım," dedim. "Pek inandırıcı gelmedin."
"Yanılıyorsun bebeğim, araştırmanı öneririm." Yavaşça basamakları çıkmaya devam ettiğinde başını kaldırıp "Beyler," diye seslendi yukarıya. "Bir kargonuz var. Teslimat adresinde ailesine bırakmam gerektiği yazıyordu."
Keyifliydi Görkem. Onu böyle bulmayı beklediğimi söyleyemeyecektim. Çatı katına ulaşan adımlarının ardından başımı Analizcilere çevirdiğimde Can, doğrudan gözlerimin içine baktı ve bu içimde yeşermek üzere olan çiçeği soldurdu. O gece belli ki bu geceydi. Bu gece ortalık fena karışacaktı.
"Oyy," dedi Arda içten bir yükselişle. "Kargomuzu teslim alalım madem, az beklemedik bu paketi."
"Paket mi oldum şimdi de?" diye sordum dudak büzerek. Hâlâ Görkem'in kucağındaydım ve beni sandalyelerin olduğu kısma doğru götürüyordu.
"Valla az daha oluyordun," dedi Kaya.
Bu inanılmaz yersiz şaka hepimize kahkaha attırdı. O kadar çok güldüm ki elimi karnıma bastırdım. Gülüşlerim bir türlü durmayınca Görkem kendi canımı yakmaya devam etmeyeyim diye üzerime eğilip dudaklarını dudaklarıma bastırdı. Amacına ulaştı, gülümsemem yüzümde donup kaldı. Bunu herkesin içinde rahatça yapabilmesine şaşırmıştım ve biraz da utanmıştım.
"Şöyle otur bakalım," dedi altında tekerlekler bulunan sandalye kaymasın diye sandalyenin ayaklarından birinin üzerine bastıktan sonra. Bunu yapıp sandalyeyi bize doğru yaklaştırdı ve beni de yavaşça üzerine bıraktı. "Şimdi biraz bekle. Aşağıdan su alıp geliyorum."
"Su getirenlerin çok olsun evladım," dedi Arda.
"İnmişken kahve de mi yapsan?" diye sordu Kaya, sanki aşağıda kalan bir eşyasını getirmesini istiyormuş gibi rahat bir tavırla.
"Oldu paşam," karşılığını aldı Görkem'den. "Börek de açayım mı?"
"Uyar."
Yalnızca "Nah," dedi kibar sevgilim arkasını dönüp giderken. On beş dakika kadar sonra aramıza döndüğünde elinde tuttuğu tepsinin üzerinde beş tane kahve bardağı gördüm.
Kalbim aşktan patlayacaktı.
Acım biraz azalmıştı. Herhalde uyurken ters bir hareket yaptığımdan öyle olmuştum az önce, yoksa iyileşmeye başlamıştım. İyileşiyordum. Kahve bardağımı önüme alıp dakikalardır burada oturuyor olmama rağmen diğerleriyle lafladığım için hiç gözümün değmediği yığınla dosyaya diktim bakışlarımı. Masanın her tarafı öbek öbek kağıt yığınlarıyla doluydu. Görkem'in tepsiyi masaya bırakması için Arda'nın masanın köşesindeki dosyaları yere koyması gerekmişti.
"Sağ ol lan," dedi Kaya ciddi bir sesle.
"Çok çalışacaksın," dedi Görkem. "Lazım olacak sana enerjinin her türlüsü."
"Sağ ol lan, hiç bilmiyordum," dedi Kaya bu defa.
Can'a döndüğümde bunun son mutlu anlarımız olduğuna dair bir his belirdi içimde. Bu yüzden gülüşmemizin tadını çıkarttım ve dosya yığınlarından birini kurcalamaya başladım. "O dokümanlar Alfonso'dan aldığımız şifreli listenin," diye anlatmaya başladı Arda. "Hani Vega bizi babasının kara kutusu diye Alfonso'ya yönlendirmişti de evine gitmiştin ya sen."
"Kurşunu beynime yemedim." Güldüm. "Hatırlıyorum oralarını. Ben buldum o listenin yerini."
"Olaysıııın..." İşaret ve orta parmağını bir tabanca gibi birleştirip baş parmağını yukarı kaldırarak beni vuruyor gibi yaptı. Bu da en az Kaya'nın şakası kadar yersiz bir hareketti ama biz buna da kahkahalarla güldük. Sanırım toplu toplu deliriyorduk ve bu halimizden oldukça memnunduk.
"Travmalarımızla dalga geçip duruyoruz," dedi Can. "Sonumuzu iyi görmüyorum."
Dalga geçmeyi bırakıp bir kağıt parçasını taradım. Tek bir isme ait ibandan tutun ev adresine kadar bilgiler sıralıydı. En köşede daha önce hiç görmediğime emin olduğum bir adamın fotoğrafı duruyordu. Sayfaları karıştırdıkça başka başka isimlere rastladım. Bazıları hakkında bilgiler daha kısıtlıyken bazılarına koca bir A4 sayfası ayrılmıştı. Her ne olursa olsun, şu an gerçekten bir kara listeyi elimizin altında bulunduruyorduk.
"Usblerde de benzer şeyler var," dedi Kaya. "Hepsini tarayamadım daha ama oldukça kalabalık bir ağa sahibiz şu an. Boşlukları yavaş yavaş doldurup daha düzenli bir liste çıkaracağım."
"Bayağı bayağı Piramit üyelerinin adlarını soyadlarını biliyoruz yani?" dedim şaşırarak. Bunu bize sağlayan Vega'ydı. Hâlâ gerçek gibi gelmiyordu ama o kadın bir nevi bize çalışıyordu.
"Çok heveslenme," dedi Görkem. "Bir şey yapmayacağız, henüz değil."
"Neden?"
"Çünkü Alfonso'yu aldığımızı biliyorlar bebeğim. Aptal değillerse elimizde ne olduğunu anlamışlardır. Şu aşamada bizi karşılamak için hazırlık yapıyor olacaklardır. Beklenilen yerden saldırırsak sadece yenilmekle kalırız. Bir süre arka planda sessizce ilerleyeceğiz."
"Ros?" dedim aklımda birden onun görüntüsü belirince. Sayfaları karıştırsam da ona dair bilgilere ulaşamadım. Bu da elimizdekinin bütün Piramit'i kapsamadığını gösteriyor olabilirdi.
"Belgelerde ismi yok," dedi Arda, ben her bir kağıt parçasını tek tek gözlerimin önünde tutarken. "Ama Görkem onunla konuştu. Şimdilik problem yok, bir şeyler aramaya devam ediyor."
"Şimdilik." Görkem, bu kelimenin altını çizmişti. "Yağmur, kızacaksın biliyorum ama Ros'un yanına birini daha sokmayı düşünüyorum. Hani uğradığı saldırıdan sonra Hermes ona kendi korumanı getirebilirsin demişti ya."
"Buna niye kızayım?" Kafam karışmıştı. "Barbaros'u korumamız gerektiği çok bariz."
"Çünkü bu iş için Barış'ı düşünüyorum."
Damarlarımda gezen kanın kuruduğunu hissettim. Ensemden başlayan bir ürperti bütün bedenime yayıldı. Bunu duymayı asla beklemiyordum. "O kadar mantıksız ki bu söylediğin." Barış'ı kollarımın arasına çekmek, dolabıma falan kilitlemek istedim. "Ne yapacak? Elini kolunu sallaya sallaya Piramit'te mi dolaşacak?" Başımı iki yana salladım. "Ya polis olduğu anlaşılırsa? Ya onu tanıyan birileri çıkarsa? Ayrıca Görkem, Barış Hermes'i gördüğü yerde öldürür. Barbaros'un yaptığı gibi onun yüzüne gülemez, sırtını sıvazlayamaz, yanında duramaz. Ilgaz yüzünden Mete'yi kaybettik ve ben Ilgaz'ın cesedini bir süzgeçe çevirdim. Barış'ı oraya gönderirsen Hermes'i de aynı şekilde bulursun."
Mimiklerinde hiçbir değişim olmadı. Hatta dudakları neredeyse yukarı kıvrılacaktı. Bunun hayali ona keyif vermiş gibi görünüyordu. "Evet," dedi. "Bu çok kötü olurdu."
Yumruk yaptığım elimi omzuna indirmem ona gerekli mesajı vermiş olmalıydı. "Barış'ı böyle bir şeyin içine atmıyorsun."
Sesim emreder gibi çıktığında bir kaşını havaya kaldırarak gözlerimin içine baktı. "Buna Barış karar verir," dedi kontrollü bir sesle. "Henüz onunla konuşamadım ama konuşacağım."
Tam yeniden bir şeyler söylemek için ağzımı açacaktım ki Arda "Başladılar yine karı koca kavgasına," dedi. "Evlenin de kurtulalım ya, sizinle mi uğraşacağız?"
Aynı anda dönüp ona aynı bakışları attığımızda ellerini üzerindeki hırkanın ceplerine sokup olduğu yere siniyor gibi yaptı. "Özür dilerim Mr and Mrs Duman."
"Bunu da hallettiysek diğer konulara dönelim." Bu defa gözlerim Görkem'e saplanıp kaldı. Hiçbir şeyi hallettiğimiz yoktu ama sözünü bölmek yerine kahvemden büyük bir yudum alıp bardağımı sertçe masaya bıraktım. Boğazını yavaşça temizlediğinde her şeyi inadına yapıyor gibiydi. Ya da bu onun lider tarafıydı ve ne yaparsam yapayım bildiğini okuyacak olduğunu anlatmaya çalışıyordu bu tavrıyla.
"Şunlar şirketle ilgili dokümanlar," dedi Kaya, elini başka bir kağıt yığının üzerine bastırırken. "Seninle sisteme sızdıktan sonra elde ettiğimiz bilgiler. Kimin kiminle toplantısının saat kaçta olduğı gibi şeylerden tut, güvenlik görevlilerinin maaş bordrolarına kadar gerekli gereksiz bir sürü detay. Bunları elemek beni çok zorlar şu an. O yüzden işe yarayacak bir şeyler varsa sizden biri bu konuyla ilgilenirse sevinirim."
"Oturduğum yerden bunu yapabilirim," dedim. "Ben bu işi devralabilirim. Bu arada Birce hakkında ne düşünüyoruz? O kadın bir sekreterden daha fazlasıydı. Alfonso'yu öldürme planlarının ana parçası falandı hatta."
"Onunla da ilgileneceğiz," dedi Görkem. "Birisini yönlendirdim, uzaktan takip ediyoruz. Özellikle şirketin giriş çıkışlarını izleyen bir devriyemiz var. Herhangi bir durumdan anında haberimiz olacak. Hermes ve Vega'nın o şirkete işleri düşerse, ki bence birileri Birce'yi görmek isteyecektir, saniyesinde duruma müdahale edebilecek konumdayız."
"Vega'nın Birce'yi göreceğini düşünüyorsun, değil mi?" diye sordu Can. "Çünkü Birce, Alfonso'nun ölmesini istiyordu ve Vega bunu durdurmak için beni kullanacak kadar gözünü karartmıştı. Kendisine sorduğumda planının tam olarak böyle olmadığını söylese de Alfonso'ya bir borcu olduğunu biliyorum. Borcu da Alfonso'dan öğrenmek niyetindeydim. Onu tekrar sorgulayacağım, bu sefer karakolda problem çıkmaz umarım."
Geçen sefer Görkem'in beni eve bırakıp Muhip'le birlikte karakola döndüğünü hatırlıyordum. Sorduğumda birileri Can'ın kim olduğunu unutmuş galiba gibi bir cümle kurmuştu. Dış sorunlarla uğraştığımız kadar iç sorunlarla da uğraşıyorduk.
"Peki Lir ne durumda?" diye sordum. Uzun bir süredir aralarında değildim, her şey olmuş olabilirdi. Hızlıca açığı kapatıp önüme bakmak istiyordum.
"Hâlâ girenler Hermes'in kazığın üzerindeki resmiyle karşılaşıyor." Kaya sırıtıyordu. "Silemedi salak. Siteyi de kapatmıyor, rezil olmak hoşuna gitti herhalde."
"Oradaki gençler?"
"Yeni bir intihar olayı olmadı," dedi Can. Başımı salladım ve gözlerimi dalgınca masanın üzerinde dolaştırmaya devam ettim. Her köşedeki bilgiyi hafızama tek tek kaydederken Görkem sandalyesinde geriye doğru yaslandı. "Her şeyi kenara bırakalım şimdi," derken bakışları doğrudan Can'ın üzerindeydi. "Sen bir şeyler anlatacak gibisin."
Ve işte bu kıyametin ayak seslerinin kafamın içinde yankılanmasına sebep oldu. Can refleksle bana baktı, ben de ona baktım. Bir sırrı bölüşmemiz buraya kadardı. Sır, sır olmaktan çıkacaktı.
"Neden bunun Vega'yla ilgili olduğunu hissediyorum?" diye sordu Arda. Adını tiksintiyle telaffuz etmişti ve sesi sinir bozucu derecede ima doluydu. Hiç kolay bir konuşma yaşanmayacağının farkında olmam daha fazla gerilmeme sebep oldu.
Kaya bakışlarını bilgisayar ekranından kaldırıp gözlerini kısarak Arda'ya baktı ama bu sırada Can'ın huzursuz görünen ifadesi daha çok dikkatini çekmiş olacak ki yüzünü tamamen ondan tarafa çevirdi. "Hastaneye geç geldiğin gün Görkem sana onunla buluşmanı söylemişti, nihayet öğrenecek miyiz ne konuştuğunuzu?"
Can başını aşağı yukarı sallarken boğazındaki çıkıntı hareket ettiği için yutkunduğunu anladım.
Korkuyordu.
Çekiniyordu. Endişeliydi. Onu böyle görmek inanılmaz garipti.
"Onu bir terasın en üst katına çağırdım. Son kez beni göreceğini söyledim. Geldiğinde çatının kenarında oturuyordum."
"Onu onun oyunuyla mı avlamak istedin?" dedi Arda. Can'ın garip tavrını fark ettiği için sesini biraz yumuşatmıştı. "İntihar edeceğini falan mı düşündürmeye çalışıyordun? Bunu asla yemez."
Can, önündeki kahveye uzandı. Arka arkaya aldığı üç yudumda bakışlarının nasıl da değiştiğini büyülenerek izledim. O kahveyi masaya geri bıraktığında daha kararlı ve kendinden emin görünüyordu.
"Aslında," dedi yavaşça. "Tam olarak ne düşündüğümü anlatmakla uğraşmak yerine size bu konuşmanın kaydını izletebilirim."
Doğrudan Görkem'in yüzüne bakma ihtiyacı hissettim ve kaşlarını havaya kaldırmış olduğunu gördüm. Eli kupasının sapını kavramıştı ama onu alıp dudaklarına götürmek yerine sadece kulbu sıkmaya devam etti.
Kaya'nın ise tek yaptığı önündeki laptopu masanın üzerinde Can'a doğru kaydırmak olmuştu. Can, cebinden çıkardığı belleği Kaya'nın bilgisayarına taktı. Ekranı bize çevirdiğinde "Hazır mısınız?" diye sordu ama sadece zaman kazanmaya çalışıyordu.
Arda ekrana bakmak yerine şüpheyle Can'ın yüzüne bakıyordu.
Ve kayıt başladı.
Görüntü, Can'ın bir kapının üzerine kamerayı yerleştirmesiyle ve karşısına geçip açıyı kontrol etmesiyle başlıyordu. Yüzü gözü dağılmış haldeydi. Her yerinde kurumuş kan lekeleri vardı. Soru işaretlerimle birlikte onlardan bir cevap bekleyerek bakışlarımı ekrandan ayırdığımda "Görkem," dedi Can. "Planın bir parçasıydı, bana vurmasını bu kez ben istedim."
Bu kez derken yaptığı vurgu, Görkem'in parmaklarını dizinin üzerinde kendi ritmini tutturmaya başlamasına neden olacak kadar sertti.
Yeniden bilgisayara baktım. Can duraksamadan arkasını dönüp ilerliyor, çatının yükseltisine önce bir elini yaslıyor ve sonra bacağını oradan geçirerek alçak duvara tırmanıyordu.
Bunu izlemek kanımı donduracak türden bir etki bıraktı üzerimde. Ölüme çok yakındı. Gecenin karanlığının ortasında, ben ameliyatımın bilmem kaçıncı saatindeyken o, o çatıda oturmuş ayaklarını sallıyordu.
"Can," dedi Vega. Kapının eşiğinden geçtiğinde siyah saçlarının tepe kısmına ay ışığı vuruyordu. Adımları hızlıydı ve sanki bu şekilde onu tutabilirmiş gibi bir elini onun olduğu tarafa uzatmıştı. "Ne yapıyorsun? İn oradan aşağı."
Sesi neredeyse titreyecekti.
Can ellerini bacaklarının iki yanından üzerinde oturduğu duvara sertçe bastırdı. Başını yavaşça geriye doğru çevirdiğinde göz göze gelmiş olmalılardı. Ekranda yalnızca Vega'nın sırtı görünüyordu ama onun duruş pozisyonundan bile gergin olduğu anlaşılıyordu.
Benim az önce donakalmama neden olan yaraları Vega da gördüğünde yanında serbestçe duran elinin parmak uçlarında hafif bir titreme olduğunu gördüm. Bunu diğerlerinin fark edip etmediğini merak ettim. Vega, "Ne oldu sana böyle?" diye sordu ve iki elini birden ona uzatarak hızlı adımlarla yanına ilerlemeye başladı.
"Sen insanları kendilerini öldürmeleri için ikna edersin," dedi Can soğuk bir sesle. "Şimdi beni kendimi öldürmeyeyim diye ikna et, Milat."
Vega, adını onun dudaklarından duyduğunda duvara çarpmış gibi irkildi. Hatta sonra bir adım uzaklaştı Can'ın bedeninden. Artık biliyordu. Onun adını bulduğumuzu biliyordu.
Bu bilgiyi bize sormadan kullanmış oluşuna herhangi biri bir tepki verecek mi diye etrafıma bakındım ama hiç kimse buna takılmamıştı.
Vega şaşırıyordu, Can konuşuyordu. Kendisini öldürmekten bahsediyordu ve Vega, onun bunu yapmayacağını bilmesine rağmen endişeli bir şekilde onun yüzüne bakıyordu.
Yaraları ona kimin açtığını soruyordu. Onu inmesi için ikna etmeye çalışıyordu ve bunu acınası denebilecek bir halde yapıyordu. Neredeyse Can'a yalvarıyordu.
"Beni sevdiğini sanıyordum," dedi Can, kırılgan bir sesle. "Ben ilk defa hayatımda birisinin beni önceliği yaptığını sanıyordum. Ben kimsenin vazgeçilmezi değilim, Milat. Değilmişim, yanlış sanmışım, olamazmışım, yanılmışım."
Bunları duymak canımı yaktı.
Çünkü oyun, burada sona eriyordu.
Can da artık benim gibi düşünüyordu.
"Bu saçmalık bu arada," diyerek dakikalardır süregelen sessizliği bozdu Arda. "Ama oyunun iyiymiş, neredeyse ben bile inanıyordum."
Kendini kandırmaya çalışıyordu. Onu çok uzun bir süredir tanımayan ben bile gerçeği anladıysam onunla üç senedir aynı odayı paylaşan Arda bunu hayli hayli anlamıştı.
Vega ise neler olduğunu anlamadığını söyleyerek elini onun sırtına yerleştirdi. Sonra onu aşağı indiremeyeceğini anlamış olacak ki bunun yerine çıkıp yanına oturmayı seçti. "Anlat," derken avucunu Can'ınkinin üzerine bastırmıştı.
Can, Vega'nın cümlelerinin ardından "Ölmek istemiyorum," dedi yüzünü ona çevirerek. "Ama o ölürse, bu vicdan yüküyle nasıl yaşarım bilmiyorum."
Karnıma bir kurşun daha yemişim gibi hissediyordum. Gözlerini bana çevirdiğini anlamak için ona bakmama gerek yoktu. Boğazıma acı bir yumru oturdu. "Eh," dedi Kaya rahat bir tavırla. "Hepimiz için durum buydu."
"Neyin vicdan yükünden bahsediyorsun?" diye kızdım Can'a. "Başıma gelenlerle hiçbirinizin hiçbir ilgisi yoktu. Hiçbirinizin."
Bunu Görkem de yapıyordu. Kendini suçlayıp duruyordu. Yapmamalıydı. Hermes gibi bir psikopatın pençelerinin arasına düştüm diye bana uzanamayan ellerini kesmeye kalkmaları saçmalıktı. O eller, beni defalarca kez yaşatmışlardı.
Vega, benim vurulduğumu bilmediği için Can'dan olayın açıklamasını istiyordu. Can da oyunlardan bıktığını söylüyor, gerçekler için resmen dileniyordu ama Vega'nın kadraja giren yüzünün yarısından anladığım kadarıyla gerçekten de hiçbir şeyden fikri yoktu.
Elini kaldırıp onun yüzüne dokunduğunda Arda'nın bunu izlemekten apaçık nefret ederek yerinde huzursuzca kıpırdandığını gördüm. Duruşunu bu bir saldırı girişimiymiş gibi düzeltti. Sanki bu şekilde yaşanacakları engelleyebilirdi.
Can, Mila'nın vurulduğundan bahsediyordu. Mila ve Milat'ı birbirinden ayıran şeyin tek bir harf olması yüzüme buruk bir gülümseme yerleştirdi. İki isim birbirinden ancak bu kadar farklı söylenebilirdi. Mila'yı nefes almakta zorlanarak telaffuz ederken, Milat kelimesini içine çekebildiği nefeslerin sonuncusuymuş gibi dile getiriyordu.
Can kendini suçluyordu, Vega bunlarla bir ilgisi olmadığını anlatmaya çalışıyordu.
"O kadın, benim kardeşim gibiydi. Neden kardeşimi söktün aldın benden?"
Onu böyle görmek benim için çok zordu ama daha da ötesi, hazırlıksızdım. Can benimle konuşmuş olmasına rağmen nelerle karşılaşacağımı bana tam olarak anlatmamıştı. Bunu yapsaydı, belki de dinlerken bu kadar zorlanmazdım ve ister istemez yapmayışının ardında bir neden aramaya başladım.
Mutlaka aklından geçirdiği bir şeyler olmalıydı. Muhtemelen o yokken kalanların ne halde olduğuyla yüzleşmemi sağlamak istemişti ve bunu önceden bana bildirmeyerek beni gafil avlamıştı. Benim için böyle üzüldüğünü görünce kendimi iyi hissetmem mi gerekiyordu? Çünkü hissetmiyordum
Herkesin onu suçladığından bahsediyordu. Bu doğru değildi. "Çünkü beni kandırdın!" diye bağırıyordu. Bu doğruydu. "Çünkü gözümün içine baka baka kandırdın beni! Çünkü benimle kedinin fareyle oynadığı gibi oynuyorsun. Neden bunu yapıyorsun? Neden bana bunu yapıyorsun?"
Bunların hepsi gerçek yakarışlardı. Arda iki elini birbirine kenetlediğinde sessiz kalmakta zorlanıyordu. Bunu sürdürebilmek için tırnaklarının kenarlarındaki etlerle oynamaya başladı, saçlarını karıştırdı, derin nefesler aldı ama sonunda "Ne halt etmeye bu kadar açık ediyorsun kendini?" diye patladı.
"Rol yapıyordum," dedi Can, sinir bozucu derecede sakinlikteki sesiyle.
"Bok rol yapıyordun," dedi Arda. "Ne bizi ne de onu kandırabiliyorsun. Besbelli doğruyu söylüyordun."
Ve sanki Arda'nın fitilini daha da ateşlemek istermiş gibi devam ediyordu çatıdaki konuşma. "Beni kandırdın. Beni seviyorsun sanmıştım. Tüm bu oyunların arkasında, bana karşı bir şeyler hissettiğini sanmıştım."
Sessizliğe gömülüp Can'ın konuyu Alfonso'ya kaydırış şeklini izledik. Onu kendisine tercih ettiğini düşündüğünü söylüyordu. Öyle ustaca gizlenmiş bir ağız aramaydı ki bu ben bile onun aslında amacının ne olduğunu sonradan fark etmiştim. Vega, Alfonso'ya karşı bir borcu olduğunu işte bu sırada söylüyordu.
Can, ona Alfonso'yla yatıp yatmadığında çatıdan inerseler bunun cevabını vereceğinden bahsediyordu Vega. Bu sayede, artık ayaklarını sallandırmayı bırakıyorlardı ve terasa yan yana oturup sırtlarını o duvara dayıyorlardı.
...
"Yaşaması neden bu kadar önemliydi peki senin için?"
"Bir borcum vardı da ondan. Beni bir kez kurtarmıştı, ben de onu bir kez kurtardım ve hesap kapandı. Olay bundan ibaret."
...
"Alfonso seni neyden kurtarmıştı?"
"Keşke bunu benden bilgi almak için değil de gerçekten merak ettiğin için sorsaydın."
"Babandan mı? Babaların çocuklarının ruhlarında yara açmakla ilgili zalimce alışkanlıkları var."
"Öyle."
Demek ki babasıyla ilgiliydi. İkizlerin babalarıyla arasının iyi olmadığı bilgisi zaten elimizde vardı ama Alfonso'nun onu neyden kurtardığını bilmiyorduk. Sanırım Can'ın üzerine yoğunlaşacağı alan da burası olacaktı.
Önümüzde akan konuşmanın akışı Can'ın yüzündeki yaraların sebebine gitmişti. Sonrasında da kendini nasıl suçladığından bahsediyordu yine. Hepsi nizami bir şekilde düşünülüp sıraya konulmuştu onun tarafından. Can yüzüne geçirdiği maskenin altında gerçekten de uzmanlığını konuşturuyordu.
"Senin ne gibi bir suçun olabilir Hermes'in yediği halttan dolayı?"
"Buna gülemezsin," diyordu Can sertçe. "Benim arkadaşım ölümle cebelleşirken sen buna yenilen bir halt deyip geçemezsin, beni anladın mı? O kadın mutlu olmayı bu dünyada en çok hak eden kişiydi. O kadar uzun zamandır ölüydü ki, o toprak biraz olsun yeşersin diye yapmadığımız şey kalmadı bizim."
Bütün bedenime ani bir soğuk dalgası çarptığında nefesim kesilmişti. Can'ın da bakışları değişti. Bilgisayarı telaşla önümüzden çekmeye çalıştığında "Bu kısmı unutmuşum," dedi ve videoyu tek bir tuşla durdurdu. Herkesin beni izlediğini tahmin edebiliyordum ama gözümü ekrandan ayıramıyordum.
"Sorun değil," dedim. "İzleyeceğim, devam et."
"Asya..."
"Aç dedim Can."
İzin alır gibi Görkem'e dikti gözlerini. Görkem neler duyacağımız hakkında fikri olmadığı için küçük bir baş sallayışla istediğimi yapmasını onayladı.
Bilseydi, bunu asla yapmazdı.
"Tam mutlu oluyordu lan. Biraz olsun yüzü gülmeye başlamıştı. Senin ikizin onun gözünün yaşına bile bakmadı. Uzak mesafeden tek bir kurşun, karnının soluna."
Gözlerim yanıyordu. İfadesiz bir şekilde durdum. Diğerlerinin nefes seslerini bile duyamıyordum. Onlar yalnızca beni izliyorlardı, bense bir katil ve bir polisin gizli buluşmasında daha neler konuşulacağını merak ediyordum.
Can, işaret parmağını Vega'nın karnına yasladı. Benim dikiş izimin bulunduğu yere. Bir çakmağın alevi, bandajla kapattığım bölgeye tutuluyor gibi yandı canım.
"Tam buraya. Tam buraya. Doktorlar onun yaşamasının mucize olduğunu söylediler. Diyelim ki açtı gözünü, onun neleri kaybetmiş olabileceğini alıyor mu aklın senin? Hiçbir zaman çocuk sahibi olamayacak belki de. Sen, ikizin bir kadının bütün hayatını tek bir kurşunla çalmışken nasıl olur da buna gülebilirsin?"
Nefes almayı bıraktım.
Kaya o tek tuşa basıp kaydı durdurduğunda göz bebeklerime dek hareketsizdim. Başımı farklı bir yere çevirirsem gözlerim dolacaktı. Farkında olmadan dişlerimi birbirine geçirmiştim. Çenemi sıkmaktan yanaklarım acıyordu.
Görkem hızlı bir refleksle uzanıp elimi kavradığında "Kafanı sikeyim senin!" diye bağırdı Can'a. "Madem böyle bir şey söylüyordun, ne diye devam etmeme izin verdin? Ben bastım amına koyayım o tuşa. Amacın ne lan senin?"
"Duracaktım," dedi Can. "Ben bu kısmı atlayacaktım ama-"
"Ama ne?" diye sordu Kaya, buz gibi bir sesle. "Ne düşünmüş olabilirsin?"
"Kimse tek bir kurşunla hayatımı çalmadı benim," dedim çenemi dikleştirerek. Kendi içimde böyle düşünmüşlüğüm çoktu ama bunu kendinizin düşünmesiyle birinin size söylemesi farklı şeylerdi. Dizimin üzerindeki ellerimize indirdim gözlerimi, ardından Görkem'in parmaklarını sıkıp yeniden onlara baktım ve konuşurken sesim bile titremedi. "Belki hiçbir zaman anne olamayacağım. Evet, çok fazla şey kaybettim ama bunun bin mislini kaybetmelerini sağlamadan durmayacağım. Ben yenilmedim, Can. Pes etmedim, vazgeçmedim. Bu kadın bu kadarını da kaldıramaz artık, diye düşündüğünüz ne varsa ben hepsini kaldırırım. Bunu bilin. Ne bir kurşun ne de anne olamama ihtimalim benden hiçbir şeyi eksiltmez."
Görkem, çenemi parmaklarının arasında kıstırıp gözlerimi onunkilere çevirmemi sağladı. Sandalyesinin yönünü tamamen bana döndürdüğü için dizlerimiz birbirine çarptı. Sonra bacaklarını daha geniş açarak benimkileri arasına aldı ve bana daha fazla yaklaştı. "Kimse aksini düşünmüyor," dedi sert bir sesle. Aksini düşünmeye kalkan biri olsaydı eğer, sesi o kişiyi ortadan ikiye bölecek keskinlikteydi. "Kimse böyle bir şey iddia etmedi. Tek bir Allah'ın kulu bile sana böyle bir şey söyleyemez."
Can, kendini asla bulmak istemediği bir konumda bulmuştu. Zaten o kurduğu cümlede bunu kastetmiyordu ama zan altında kalmıştı. Can'ın benim yokluğumda kendi acısını rahatça yaşayabildiği belki de tek an, onun kendisinden nefret etmesine sebep olan bir ana dönüşmüştü bu diyaloglar yüzünden. "Ben..." dedi ve kendini açıklayacak kelimeleri toparlayamadı çünkü biliyordu, Görkem onu dinlemeyecekti. "Bunu söylemedim," dedi. "Senin için gerçekten çok korkuyordum ve-"
"Anladım," dedim. "Yemin ederim ben seni anladım. Seni tanıyorum. Kendini kötü hissetme. Sadece bana acır gibi bakmayın artık. Bundan bıktım usandım. Ben ölmedim. Bu kadar şeyden sonra bile görüyorsunuz işte, hâlâ ölmedim. Şu an gücüm tükenmiş gibi hissediyor olabilirim ama ben güçsüz biri değilim. Ayaklarımın üzerine bastığımda kaçacak delik aramaları gerektiğini söyleseydin keşke Vega'ya."
"Ben her şeyi tam da bu yüzden yapıyordum."
Kurduğu cümleye inanıp inanmamakta tereddüt ettim çünkü henüz diğerlerinin bilmediği ama onun hastane odama gelip bana anlattığı olaydan ne kadar etkilenmiş olduğunu gayet açık bir şekilde görmüştüm.
Görkem masanın altından parmaklarımızı birbirine kenetledi ve elimi sımsıkı tutarken hiçbir zaman bırakmayacağını iliklerime kadar hissetmeme sebep oldu. "Devam et," dediğinde sesi artık ne merak doluydu ne de burada oturmaya devam etmek istiyordu. Sadece bir an önce bitmesini istediği için böyle söylemişti.
Can tartışmanın bir anlamı olmadığını düşünmüş olmalıydı ama kayda devam etmeden önce dönüp diğerlerinin yüzlerine baktı. Neredeyse hepsi aynı ifadeye sahiplerdi. Böyle bir konuşmayı duymama sebep olduğu için Can'a kurulmuşlardı. Çatık kaşlar, anlam veremeyen ve yargılar bakışlar...
Şimdiden böyleyse az sonra ne olacaktı?
O kadar stres olmuştum ki bazı konuşmaları dinleyemedim bile. Vega ve Can, omuz omuza o terasta muhabbetlerine devam ettiler ve bu sırada ben ikisinin birbirine nasıl baktıklarını izledim. İkisi de dünyaya bir şeyler anlatmak üzerine gönderilmiş gibilerdi. Konuşma tarzlarını ve cümlelerin arasına sıkıştırdıkları manipülasyonları böyle bir kayıttan izlemek, sanki ders almak gibiydi. Benzer uzmanlıkları olan iki kişi, bir satranç maçının rakipleri olarak tek tek hamleler yapıyordu ve bize düşen son hamleyi beklemekten başka bir şey değildi
Vega günün birinde Can'ın şahını tehdit ederse o mat olmadan bunu durdurabilir miydik şüpheliydim. O kadın Can'a yenilmeye meyilli biri gibi görünse de her an gözümüzden kaçırdığımız bir hamleyle bizi zor durumda bırakabilirdi.
"Bana arkadaşından bahset," diyordu kayıtta Vega. Yeniden ilgimi üzerine toplayan cümle buydu. "O kadının intihara meyilli durduğunu söylemiştim sana. Ona karşı tuhaf bir yakınlık hissediyordum. Sanki başka bir evrende tanışsak, derdimi derdi sayacak türden biriymiş gibi geliyordu bana."
"O ve Görkem, bugün baş başa yemek yemeğe çıkmışlardı ilk kez. Bizim de seninle sözde baş başa çıktığımız yemeğin sonu, senin beni ve bütün arkadaşlarımı zehirlemenle bitmişti. Belki de yemeğe çıkmak hepimizin lanetidir."
Görkem laptopa onu parçalamak istermiş gibi bakıyordu. Elimi sıktığında bu seferkini bilerek yapmamıştı. Bana destek olmak için değil, benden destek almak içindi.
Konuşma akıp gidiyordu ve Can yine gerçeklerle oyunları birbirine karıştıracak cümleler kuruyordu.
"Aklıma girmek için böyle yapıyorsun. Bana değer vermiyorsun. Beni kendi çıkarların için kullanıyorsun, sonra da bir kenara atıyorsun. Senin için eşi bulunmaz bir piyonum, beni kaybetmekten bu yüzden korkuyorsun."
Vega, Can'ın çenesini tuttu ve parmakları kan lekesinin üzerinde yavaşça gezinerek şakağına doğru tırmandı.
"Yıllar sonra bir şeyler hissetmemi sağladın. Hastanede söylediklerim, yalnızca seni tanıyıp ölmek istemem, o gerçekti Can. Her şey yalan, bu dünya yalan ama sana karşı hislerim gerçek. Yemin ederim gerçek."
Yüzleri birbirine fazla yakındı. Kaya gözlerini kocaman açmış, Görkem onun aksine gözlerini kısmıştı ve Arda'nın gözlerinde yalnızca korku vardı.
"Bizden olmaz," dedi Can.
Vega, onun yüzünü kavradığında "Biliyorum," diye fısıldadı. "Ama bu, istememe engel değil."
Can onun saçlarına dokunarak "Bana aşık mısın?" diye sordu. Nefes nefeseydi, göğsünün hareketinden de sesinin tonundan da bu anlaşılıyordu ve kamerayla arasındaki mesafeye rağmen bakışlarının yoğunluğunu hissediyordum.
"Sana aşığım," dedi Vega muhtaçlıkla dolu bir sesle. "Sana duyduğum aşk, benim felaketim olacak ama en azından bu sefer istediğim bir felaket uğruna yanacak canım."
İkisi birbirini öpmeye başladılar.
Arda laptopun ekranını öyle sert kapattı ki düşüncelerinin içine dalmış olan Kaya'nın irkildiğini gördüm.
Can, elini Arda'nın göğsüne bastırarak onun sandalyesini geriye doğru itti ve bir parmağını sanki henüz hiçbir şeyin bitmediğini söylemek ister gibi havaya kaldırdı. Araya girmemesini, susmasını işaret ediyordu. Amacı kaydı ileri sarmaktı ama bunu Arda'nın eli yüzünden yapamadı. Arda sertçe bir kez daha kapattı laptopu. "Sana inanamıyorum." Hayal kırıklığı yüzüne yansıyordu. Şok içinde bile değildi aslında, buna daha çok tiksinti denirdi.
Diğerleri bu sahneyi izlediği için Can utanıp kızarır sandım. Belki Kaya ortamı yumuşatmak için bir zamanlar aynı Görkem'e yaptığı gibi öpüşmeyi nereden öğrendin bakayım diye ona bulaşırdı. Bulaşmalıydı. Bulaşmasına ihtiyacım vardı. Ortam bir trafodan daha fazla elektriğe sahipti.
"Kayıt, Hermes'e onun için geldiğimizi söylememle bitiyor," dedi Can, aynı profesyonel tonunda konuşmaya devam ederek.
Arda'ya hiç aldırış etmemesi onu daha fazla sinirlendirdiğinde bunu püskürtmesi de geç olmadı. "Sen dalga mı geçiyorsun amına koyayım?" Görkem olacakların farkına vardığı için sıkıntıyla gözlerini yumdu ama eli hâlâ benimkinin üzerindeydi. "Ne izledik biz lan? Bu neydi böyle?"
"Vega'nın avucumun içinde olduğunun kanıtıydı Arda," dedi Can yine delirtici bir sakinlikle. Görkem'le göz göze gelmeyi denedi. "Hermes'e karşı kullanabilmen için sana bir koz verdim. Damarına basanın damarına basman içindi. Ne yapıyorsan yap şimdi bununla."
Arda kendisiyle aynı şekilde düşünen birilerini bulma amacıyla hepimize tek tek bakıyordu. Can'ın Görkem'e yönelmesiyle ise bakışları onun üzerinde durdu. "Biriniz bile bana bunun mantıklı olduğunu söylerseniz basar giderim," dedi çaresiz bir çırpınışla. "Bunu normal karşılıyorsanız, burada oturmaya devam edebileceğimi sanmıyorum."
"Ev arkadaşımın bir katille öpüşmesini izlemeyi normal karşılayacak kadar delirmedim henüz," dedi Kaya. Yine de sesi öfkeli değildi. "Ama ortalığı velveleye vermen ihtiyacımız olan son şey. Az dur Arda. Biraz dur oğlum."
"Miden bile mi bulanmadı ulan?" diye sordu Arda onu umursamadan Can'a dönerek. Sanki elinde bir bıçak vardı da ona dönmesiyle birlikte Can'ın karnına saplanmıştı. "Eve dönüp kusmak da mı istemedin onu öptüğün için?"
Köşeye sıkıştığını hissettim Can'ın. Olduğu yere siniyor gibi geldi gözüme. Galiba bu sefer yalan söylemeyi beceremeyecekti. "Durun da bunu nasıl kullanabileceğimizi konuşalım," diyerek kendimi ortaya attım. "Hermes'in önemsediği tek kişi Can'ın ağzının içine bakıyor."
"Belli ki sadece bakmıyor!" dedi Arda tripli tripli.
"Bunun," dedi Görkem ilk defa ağzını açarak. Sanki arka arkaya kafasının içinde dönen çarklar anca durabilmişti. "Tek kopyası mı var?" Sonra bir cevap beklemeden hızlı hızlı konuşmaya başladı. "Tek kopyası olacak. Benim elimde duracak. Bunu asla doğrudan Hermes'e göndermeyeceğiz. Hatta bu, bu odanın dışına bile çıkmayacak."
Bunu nasıl tarif edebilirdim bilmiyordum ama cümleleri ortama farklı bir frekans yayıyor gibiydi. Hepimiz sanki hipnoz olmuştuk ve yalnızca devam etmesini bekleyebiliyorduk.
"Can," dedi yumuşak bir şekilde. Az önce ona öfkesini kusmamışçasına sakindi. "Bu seni suçlu yapar." Can, boğazına oturan taşı yutkunarak göndermeye çalışsa da yüzünün her bir santiminden gerginliği okunuyordu. "Bu," dedi Görkem yeniden. "Birkaç ufak düzenlemeyle, hatta düzenlemeye gerek bile kalmadan seni asla olmadığın bir konuma düşürür. Onun katil olduğuna dair konuşmalar geçiyor. Farkında olarak orada oturuyorsun. Can, kendi sonunu kayıt altına almışsın. Ben Hermes olsaydım, seni bitirmek için bunu kullanırdım."
Arda başını ellerinin arasına alıp sıkıntıyla iç çekti. Bu sırada ben demiştim bakışını atıyordu yanındaki adama. "Yok edelim," diye bir fikir savurdu ortaya. "İmha edelim. Olmamış gibi davranalım. Bir daha asla olmayacağının garantisini alalım. Bir şey yapalım, delireceğim. Nasıl bu kadına karşı bir şeyler hissedebilir bir insan ya nasıl?"
"Elimde mi?" diye bağırdı Can. "Bu benim elimde olan bir şey mi? Yemin ederim bizim için uğraşıyorum. Yemin ederim ki-"
"Sana inanmam ki şu an," dedi Arda sertçe. "Bu videoda öyle bir etki altındasın ki sen... O sana kalkıp Hermes hakkında bilgi veriyorsa yarın öbür gün senin de bizimle ilgili bir şeyleri ona anlatmayacağın ne malum?"
Dünyası resmen başına yıkıldı Can'ın. Düşen omuzlarıyla birlikte duydukları gerçek mi diye hayretle Arda'ya baktığında "Saçmalamayın," dedim telaşla. "Abartıyorsun. Abartma. Görkem bana böyle bir şeyi kazayla ima ettiğinde onu bırakıp gittim ben bu evden. Ağzından çıkanın neye yol açabileceğini düşünüp öyle konuş."
"Bu evden giden Can olmayacak belli ki." Sesi buz gibiydi Arda'nın. "Hepiniz bir şekilde onun tarafını tutuyorsunuz. Haksıza haksız dediğim için suçlu ben oluyorum. Bir gün içinden çıkamayacağımız bir çukurun dibinde biz dördümüz birlikte olacağız, Can yukarıda kalacak. Çünkü Vega, Can'a bir şey olmasına izin vermeyecek ama bizi mahvetmekten de geri kalmayacak. Onun burnunun bile kanamadığı binadan bin parçaya dağılmış şekilde çıktınız siz. Bu adamın hem sırtını hem yüzünü yaktılar. Kaya zehirlendi, gözünüzün önünde kan kustu. Asya vuruldu lan! Asya vuruldu. Durup düşünüyor musun bunları? Hepsinin içinde onun da parmağı var. Aynı aileden lan onlar. Aynı kandanlar. Babasını ayrı oğlunu ayrı Vega'yı ayrı sikeyim. Her defasında kalkıp içimizden geçiyorlar ama sen gidip o kadına aşık oluyorsun. Bravo ya sana. Dünyada insan kalmadı değil mi çünkü?"
Can'ın çenesi titremeye başladığında Kaya uzanıp Arda'nın omzunu sertçe sıktı. Sırf sussun, devam etmesin diye. Bu etkili de oldu. Arda dişlerini sıkarak sustu ama Can'ın gözünden akan yaş, bu masayı komple dağıtan şey olacaktı.
Bir çocuk gibi titreyen eliyle o yaşı sertçe sildi ve sanki avucuna kırılan kalbinin parçaları doldu. "Ben hain değilim," dediğinde sesi ellerinden bile çok titriyordu. "Size ihanet etmedim. Etmem. Neden benden bu kadar çabuk vazgeçiyorsunuz?" Başka bir yaş daha aktığında utanarak yine hızlıca sildi ama kendini durduramıyordu. "Neden bana biraz bile güvenmiyorsunuz? Piramit'le ilgili elinizde ne var? Ne var? Ben her şeyin en başında bu intihar olaylarıyla uğraşıyor olmasaydım ne olacaktı bizim elimizde? Ben Vega'yla konuşmasaydım ne başlarındaki kişiyi bulacaktık, ne Alfonso'ya ulaşacaktık ne de bu masanın üstünde bu kadar dosya olacaktı şimdi. Neden biraz bana inanmıyorsunuz? Birazcık lan."
Nefes alamıyordu. Çatallı sesi yer yer daha da çatlıyor, o gözyaşları arka arkaya düşmeye devam ediyordu. "Bana onun yanına gidip konuşmamı sen söyledin," dedi Görkem'e dönerek öfkeyle. "Elime bir şey getir dedin. Getirdim. Sana bundan daha fazla ne getirebilirdim? Vega'nın bana duyduğu aşkın itirafını bir şekilde babasına ulaştırabilirsek belki de bu ikizlerin sonu olur. Kızının bir polise sempati beslemesini kaldırabilecek bir adam mı o sizce? Ucunda ben mi zarar göreceğim? Göreyim. Hapse mi gireceğim? Gireyim. Bu suça yataklık yapmış gibi mi görüneceğim? Bırakın öyle olsun. Yapmadığım halde bana böyle bakıyorsunuz zaten. Sizi inandıramamışken başkasına anlatsam kaç yazacak? Bıktım artık."
Konuşurken zorlanmak başka bir şeydi, Can'ın şu anki hali bambaşka bir şey. Yalnızca ben değildim onu ilk kez böyle gören, herkesti. Görkem elimi bırakıp sandalyesini geriye doğru ittirerek oturduğu yerden kalktığında yavaşça masanın etrafından dolanıp Can'ın olduğu yere gitti. Can, gözlerini kaldırıp ona bakmak istese de göğsü şiddetle kalkıp inerken bunu yapamadı. Başını eğdiği yerden kaldıramıyordu.
Görkem bir dizini kırarak onun önüne oturduğunda "Bana mı özendin?" diye sordu gülümseyerek. Gözlerindeki şefkat öyle yoğundu ki beni şoka uğratıyordu. Yalnızca dakikalar önce ona onu öldürecek gibi bakıyordu çünkü. Şimdiyse sanki kendi oğluyla konuşuyordu. "Can," dedi nazikçe. "Bana öğrettiğin gibi nefes al, tamam mı?"
Bu da mı panik ataktı?
Göğüs kafesim resmen kana bulanıyordu. Üzerimde öyle bir ağırlık hissediyordum ki hareket edecek gücüm yoktu. Arda, olayı anladığında kendini o sandalyede oturmaya zorladı. Kalkıp gitmemek de onun savaşıydı. Kaya nasıl toparlanacağımızın hesabını yapar gibi başını hafifçe iki yana sallarken gözlerini sıkıca kapatmış, Can'ın bu haline acıyordu.
"Size sırtımı dönmedim ben," dedi Can, Görkem'e neredeyse yalvaran bir sesle. "Bizim için uğraşıyorum. Sizi asla satmam. Ailemsiniz siz benim."
Omuzları adeta sarsıldı. Başını daha fazla öne eğdi. Görkem bunun üzerine onun görüş açısına girebilmek için daha fazla eğildi. "Biliyorum," dedi yalnızca. "Arkana yaslan, başını kaldır." Elinin tersini onun terleyen alnına sürttü. Sonra parmaklarıyla Can'ın ıslanmaya başlayan saçlarını geriye doğru ittirirken saç köklerini acıtacak şekilde biraz çekti. Bu ona fiziksel bir uyarı göndermek içindi. Kendisi atak geçirdiğinde de bazen bunu yapıyordu. "Geçecek şimdi. Sen benden daha iyi biliyorsun."
"Bu bir panik atak değil," demeye çalıştı Can, hâlâ nefesleri düzene dönmemişti.
"Yine de bu bir kriz," dedi Görkem. "Ve bunaldığın zaman ağlamaya senin de hakkın var. Her zaman bizim arkamızı toparlayacak değilsin. Kendine bunu bile layık görmüyormuşsun gibi davranma. Utanacak bir şey yok."
"İyi misin?" diye sordu Arda.
"Çok iyiyim!" dedi Can.
Kaya ve ben güldük. Bir anda hepsi dönüp bize baksa da biz delirmiş gibiydik. Öksürür gibi yapıyor, bunu durdurmaya çalışıyorduk ama zaten bunlar da sağlıklı gülüşler değildi. Sussam ağlamaya başlarmışım gibi hissediyordum. Elimle dikiş izimi destekleyip gülmeyi bırakmayı denedim ama yapamadım. "Ay, canım yandı," dediğimde bu cümle komik bile değildi ama Can'ın gülümsediğini gördüm.
"Nefret ediyorum sizden," dedi Arda kollarını göğsünde bağlayarak.
Kaya da kollarını göğsünde bağladı ve Arda'yı taklit ederek somurttu. "Öyle mi küçük hanımefendi?"
Görkem hâlâ dizlerinin üzerine çökmüş, Can'ı kontrol altında tutmaya çalışıyordu. "Manyaksınız hepiniz," dedi bize. "Sen de az manyak değilsin ama düşündüğün şekilde bir manyaklık değil bu. Bazen yaptıklarınla beni korkutuyorsun. Sana ileri git dediğimde koşup uçurumdan atlıyorsun. Hiç ayarın yok Can. Aynı bana benziyorsun."
Can derin nefesler alıp verirken sonunda kendine geliyordu. En azından gözyaşları artık sağanak yağmur gibi akıp durmuyordu. "Ne yapacağız?" diye sordu Görkem'e çocuk gibi. "Yanlış mı yaptım? İşe yaramaz mı şimdi bu?"
"Aslında yarar," dedi Görkem. "Ama bunun için bana bir sahne gerekir. Şimdilik dur bakalım, zamanı gelince kullanmak üzere kenara atalım. Zamanı gelene dek de bundan kimseye bahsetmiyoruz, anlaştık mı? İstersen Eylül'le konuşabilirsin, bunu sana bırakıyorum. Onun haricinde hiç kimsenin haberi olmayacak."
"Sonraki adımımız ne olacak peki?" diye soran Arda'ydı. "Telli duvaklı gelin olarak Vega'yı evimize mi alacağız?"
"Tribini sonra atarsın," dedi Görkem onu azarlayarak. "Şimdi sırası değil. Göğsü sıkışan adamın üstüne tuğla konulmaz, eşek seni."
Bu bana diğerlerine babalık yaptığını hissettirdi. Lider Görkem miydi karşımdaki yoksa Arif Ahmet Duman mıydı emin olamadım ama verdiği güven bambaşkaydı. O da herkes kadar şaşırmış, delirmiş, bunun yanlış olduğunu düşünmüştü. Yine de durup ortalığı toparlıyordu.
"İyiyim," dedi Can. İyi olmadığı besbelliydi. Yalan söyleyemeyecek kadar kötüydü hatta.
"İyisin," dedi Arda. Uzanıp elini onun omzuna koyduğunda Can'ın omuzları gevşedi. "İleri gidiyor olabilirim bazen," diyerek kendini açıkladı. "Aslına bakarsan ileri gittiğimi falan düşünmüyorum." Kaya ona kaş çatarak baktığında verdiği karşılık omuz silkme oldu. "Ama Can, senin için korkuyorum. Senin aksine ben o kadına zerre güvenmiyorum. Ne söylüyorsam bu yüzden söylüyorum çünkü kaptırmış gidiyorsun. Sırtını sıvazlamak değil doğru olan, seni durdurmak. Gördüğüm kadarıyla burada bu iş bana kalıyor."
"Bana benden tiksinir gibi baktın," dedi Can, kırgınlıkla.
Bir şeylerin uzamadan bu kadar çabuk konuşuluyor olması beni mutlu etti çünkü aksi halde bu mevzu ikisinin arasındaki ipleri geçici olarak koparabilirdi. Arda hâlâ desteklemiyordu, yalnızca Can'ın halini gördüğü için geri adım atıyordu. Yarın yine çıkıp bağırmaya başlasa hiçbirimiz buna şaşırmazdık.
"Çünkü aklım almıyor," dedi Arda. "Bu kadar büyük bir hatayı bu kadar isteyerek yapmanı algılayamıyorum."
"Düzeldin mi?" dedi Görkem Can'a. Bu konu artık kapansın istemişti sanki. "Düzeldin düzeldin." Gözleriyle de teyit edince çöktüğü yerden kalkıp onun sırtına iki kez vurdu ve yeniden yanımdaki yerine döndü.
Nedense bana hiç bakmadı, elimi de tutmadı. Parmaklarının arasına bir kalem aldı, önce iki kez çenesine vurdu ardından hızlıca çevirmeye başladı. Hipnoz olmuş gibi kalemi parmaklarında dans ettirişini izlerken o yeniden konuşmaya başladı. "Güvenebileceğimizi düşündüğünüz polislerin bir listesini masamda istiyorum en kısa zamanda. 200-250 kişi kadar olsun, detaylı incelemeyi ben yapacağım. Muhtemelen yarıya kadar düşüreceğim sayıyı. Önceliğimiz bu olsun. Yağmur, Selma'ya ait herhangi bir belge çarptı mı gözüne?"
"Yok," dedim. "Her şeyi incelemedim daha ama Selma'nın adını görmedim hiç."
"Hermes'le bir ilişkileri olduğunu düşünmüştün değil mi?"
"Seninle otelde göreve gittiğimizde onları gördüğümüz zamanı hatırlıyor musun? Kesinlikle aralarında cinsel bir çekim vardı."
"Ros da bana Selma'nın sürekli Hermes'in etrafında dolandığını söyledi." Her ne düşündüyse başını ağır ağır salladı. "Altair hakkında hâlâ hiçbir şeye sahip değiliz. Yalnızca ikizlerin babası ve Piramit'in başı olduğunu biliyoruz."
"Hermes'i uyuşturucu bağımlısı yapan, Vega'nın sırtını o hale getiren bir baba," dedi Can.
"Kaman," dedi Görkem onu duymadan. Kafasının içindekilere öyle odaklıydı ki dış çevresine kendisini tamamen kapatmıştı. "Milat Kaman. Boğaziçi, kimya mühendisliği mezunu. İspanya'da Erasmus yapmış. Onun hakkında bu kadar bilgiye sahip olup Hermes'in hâlâ ismini bilmiyor oluşumuz kabul edilebilir gibi değil. Bir yere varmamız gerek. Aile soy ağacına bir şekilde ulaşmamızın mümkün bir yolu var mı Kaya?"
"Normal şartlarda olabilir diyeceğim ama Kaman ailesi normal kelimesiyle yan yana gelebilecek son soydur herhalde."
"O zaman iş Can'a kalabilir," dedi Görkem. "Annemler bir süre Bige ablalarla beraber kalacaklar. Yağmur'dan sonraki hedefin onlar olduğunu düşünüyorum, onların başına birilerini dikmesem rahat etmeyecektim. Abim de şirketteki şu kadının avukatlığını yapmaya devam ediyor hâlâ."
"Senin flört ettiğin mi?"
"Evet, İrem," dedi Görkem. Bu kadar basitçe kabul etmesi, rol yaptığı detayını eklememesi ve üstüne üstlük onun adını çat diye söylemesi sinirimi yerinden hoplatırken kaşlarımı çattım ama o an beni sallamadı. "Bir şekilde abimle şirketin bağlantısını kesmem gerek. Bahar'dan olayların gidişatını öğrenmiş olsa da onun avukatlığını yapmaya devam ediyor. Piramit, onun benim abim olduğunu öğrenmeden önce harekete geçmemiz lazım. Bir yandan da içeride başka bir ayağımızın olması işimize yarayabilir. Büyük bir risk, kafam karışık."
"Abini kullanmayacağız diye Bahar'ı kullanmadık mı?" dedi Kaya. "Düşünecek bir şey yok, risk falan almayacaksın."
"Vega, Egemen Duman'ın abim olduğunu biliyor Kaya. Bunu onun ağzından duymadık ama ben yüzde yüz eminim. Can'a Alfonso'yu vermesi, bizi şirkete yönlendirmesi asla tesadüf değildi. Bahar'ı bu yüzden kullandık. Onun istediği yoldan, onun istediği şekilde gitmeyelim diye. Günün sonunda da şirketle ilgili hiçbir şey olmadı. Olan, Bahar'ın kendi davasıyla ilgiliydi ve yanında Asya olmasaydı durumun neye döneceğini düşünmek istemiyorum bile. Bu yüzden bana laf sokacaksanız başka bir şey bulmalısınız. Birbirimize kenetlenmemiz gereken zamanlarda şu ipleri gerip durmayın. Hepimiz çenemizi tutabilecek kadar yetişkin insanlarız."
"Sakin ol şampiyon." Kaya ellerini teslim olur gibi kaldırdı. "Tamam, sensin. En doğrusun. En iyisin."
"Gerilen sensin sanki," dedim Görkem'e. "Ve sebebini anlayamıyorum."
"Kendini dışarı çıkabilecek kadar iyi hissediyor musun?" diye sordu bana. Hevesle başımı salladım. Biraz hava almaya ihtiyacım olduğunu hissediyordum.
"Aşağı inmene yardım edeyim," dedi. "Bir iki saate döneriz."
Ağrılarım yukarı çıkarkenki halime göre dinmiş olmasına rağmen merdivenlerin başına geldiğimizde kendimi riske atmak istemediğimden Görkem'in boynuna sardım kollarımı ama ona yanaşmadım, yanağımı göğsüne bastırmadım. Diğerlerine biz dönene kadar yapmalarını istediği şeyler hakkında direktifler verdi. En çok vurguladığı şeyse Kaya'nın lavaboya gitmek için bile olsa Arda ve Can'ın yanından ayrılmamasıydı. Bu bizi güldürdü. Sanki evin iki küçük çocuğunu abilerine emanet ediyordu. Bir bakıma bu doğruydu. Bu yüzden olay daha da komik hale geliyordu.
Beni kucağında taşırken başını aşağı eğmedi. Ben de attığım tribi sürdürerek ona sokulmadım. Hatta inadım yüzünden nereye gideceğimizi bile sorgulamadım. Üzerime bir eşofman takımı giymeme yardımcı olduktan sonra elimi tuttu. İkimiz de hâlâ tek kelime etmiş değildik. Garajın içine girdiğimizde buradaki malum anı yalnızca benim aklıma gelmiş olamazdı ama onun yüzü hâlâ aynı şekilde ifadesizdi.
Arabanın anahtarını çıkardıktan sonra kapımı benim için açtı ve elini belime yerleştirdi. Binmeme yardım etti, kendi yerine geçti. Hâlâ ve hâlâ tek kelime etmiş değildik.
Arabayı çalıştırdığında henüz hareket etmemişken kollarımı göğsümde bağlayıp bakışlarımı yüzüne diktim. "Demek İrem."
"Evet," dedi düz bir tavırla. "Adı bu."
"Hafızanda bayağı yer kaplamış herhalde, unutamamışsın."
"Aynen Yağmur," dedi beni tiye alarak. Bu öfkemi körüklerken gözlerimi hayretle açıp dalga mı geçiyor diye ona döndüm ama ellerini direksiyona yerleştirirken hâlâ aynı ifadeyi koruyordu. "Çok yer kaplıyor. Tek derdim İrem hatta inanır mısın?"
"Ne oluyor be sana?" diye sorduğumda kalbim kırılmıştı. Haklı olduğum bir tartışmada gönlümü alması gerekirken, iki güzel söze tav olacakken bu tavrından hoşlanmamıştım.
Kendini sakinleştirmeye çalışır gibi derin bir nefes aldığında hâlâ garajın içindeydik. Gaza basmak yerine klimaları açtı ve içeriye sıcak hava üflenmeye başladığında "Biliyordun," dedi kontrollü bir sesle. Yine de bir hayal kırıklığı sezdim. "Can'ın seninle yalnız konuşmak istediği konu buydu. Sen her şeyi biliyordun."
Bildiğimi inkâr etme çabasına girmedim. Şu saatten sonra yalan söylemem çok anlamsızdı, zaten bunu yapmak da istemiyordum. "Onun ne hissettiğini hiç umursamıyorsunuz," dedim yavaşça. "Bu yüzden mi kızgınsın bana? Sana söylesem ne değişecekti? Bu duruma gelmeden müdahale mi edecektin?"
"Aynen öyle yapacaktım." Sesi hâlâ sertti. Yanlış yaptığımı düşünüyordu ve bu sevgilim olarak değil ekibin lideri bana anlatma çabasındaydı. "Bu şekilde öğrenmemiz daha mı iyi oldu?"
"Bu onun tercihiydi."
"Benden bir şeyler saklamak sizin için bir tercih olamaz," dedi Görkem. "Bana anlatacaksınız, ben çözeceğim."
"Ona bir kez sorsaydın belki de sana neler olduğunu anlatırdı."
Birkaç saniye dümdüz yüzüme baktı. Ardından gülmeye başladı. Histerik bir kahkahaydı bu. Neredeyse gözleri yaşaracaktı. "Kusura bakma," dedi gülmeye devam ederek. "Gözünü açmama ihtimalin yüzünden intihar planları yapmakla meşguldüm. O sırada dönüp Can'a Vega'yla mı öpüştün diye sormamış mıyım? Nasıl olur? Büyük hata!"
"Bağırma bana." İkaz dolu sesim onu kendine getirsin istedim. "Bir katili öpen ben değilim. Can kötü durumda diye ondan çıkaramadığın öfkeni bana yönlendiremezsin."
"Ben Can'a kızgın değilim ki," dedi. "Bugün yarın fark eder mi? Bu işin buraya geleceği belliydi. Hakkını vermem gerek, Hermes'i inanılmaz göt edebilirim elime geçen bu kayıtla. Bunu yapmayışımın önündeki tek engel Hermes'in ikizini satacağından korkmam. Polislere onun suçlarını ifşalarsa suç ortağı olarak Can'ın da başı yanar. Gözü bu kadar döndü mü o adamın, bunu bilmiyorum. Açıkçası bir de öylece atamam bu videoyu ona. Yüzünün nasıl morardığını izlemem gerek benim."
"Bana Mete'yi hatırlatmaya başladın." Kanım donmuştu. O da Ilgaz'ın adını ağzına alırken aynı böyle, tükürür gibi yapardı bunu. "Olay ne Can ne Vega. Sen Vega'ya sadece Hermes'in ikizi gözüyle bakıyorsun, onun ne yaptığı umurunda bile değil. Bütün derdin Hermes."
"Başka kim olacaktı?" Kaşlarını çatmıştı. "Kim olacaktı benim derdim başka? Seni vuran adam dışarıda elini kolunu sallaya sallaya gezerken ben neyi dert edeceğim? Canımı yakmaya senden başladı, soyadımı biliyorken duracak mı sence bu herif? Tabii ki Hermes'i dert edeceğim ben!"
"Niye bana bağırıp duruyorsun?" diye ben de bağırdım bu kez. "Gayet keyifliydin, hiçbir şeyin yoktu. Sinirlerin bozuldu tamam anladım ama sorumlu niye ben oldum onu anlamadım."
"Benden bir şeyler saklama fikrin beni çok rahatsız ediyor galiba." O da kendisine anlam veremiyormuş gibi başını iki yana salladı. "Sen hastane yatağındayken Can'ın gelip sana Vega'dan bahsederek omzuna yüklediği yüke de sinir oldum mesela."
"Hiçbiri gerçek sebeplermiş gibi gelmiyor."
"Korktum Yağmur." İtirafı bir nefes üfleyişle birlikte çıktı göğsünün içinden. "Can da benim gibi olacak sandım. O halimi görmedin sen benim. Dizlerimin üstüne çöküp bana yardım etmeleri için yalvardım bizimkilere ben. O gün ne kadar çırpındıysam Can da bugün anlaşılmak için o kadar çırpınıyordu."
"Seni bu kadar sinirlendiren ona bakınca kendini görüyor olman mı?"
"Bana söyleseydin, belki ona daha erken yardım edebilirdim."
"Onu oraya sen gönderdin. Sana söyleseydim kendini daha erken suçlamaya başlamandan başka hiçbir şey değişmeyecekti. Öfkelisin çünkü bunun senin yüzünden olduğunu düşünüyorsun."
"Her şey benim yüzümden oluyor." Yüzünü bana çevirmeden gaza yüklendi. Önce garajın, sonra sitenin içinden hızla çıktık. "Her halt benim yüzümden oluyor. En büyük hataları hep ben yapıyorum. Her sorumluluk bana kalıyor. Necip Amir duysa bunu, bu olay da benim başıma patlar kesin. Geçen gün karakolda başka bir amir beni durdurup neyin var senin böyle diye sordu. Seninle aramda olanlardan habersiz ama senin hastanede yattığını bilen biriydi."
"Ben Muhip'le arabanın oradayken senin yanına gittiğin adam mı?"
"O." Başını sertçe sallayıp direksiyonu daha sıkı kavradı. "Ekip üyelerimden birinin hastanede olması ona yeterli bir gerekçe gibi gelmedi. Üsteledi, sorguladı. Birilerine seninle ilgili açıklama yapmak zorunda kalmaktan nefret ediyorum."
"Çok dolmuşsun," dedim ses tonumu olabildiğince alçak tutarak. Arabayı öyle hızlı sürüyordu ki yanımdan hızla kayıp geçen ağaçlar geriye doğru sarılan bir filmi anımsattı bana. Görkem'in kollarına yığılmış halde ölmeyi beklerken bu arabaya yalnızca birkaç metre uzakta olduğumuzu hatırladım. "Biraz yavaş," diye bir cümle çıktı ağzımdan. Söylemeyi planlamamıştım ama yüzünü bana çevirmesine sebep oldu bu. Hızı alçaltmak yerine biraz daha gözlerimin içine baktı ve sonra tek yaptığı elini bacağıma yerleştirmek oldu.
"Sorun yok," dedi. "Senin içinde olduğun bir aracın kontrolünü kaybedecek kadar delirmedim daha."
"Benim içinde olduğum her meselede kontrolünü kaybediyorsun." Önümdeki yoldan ayırmamıştım gözlerimi bunu söylerken. Göz ucuyla ona baktığımda onun da benim gibi yolu izliyor olduğunu fark ettim.
"Kendimi anlatamıyorum galiba," dedi hükmedici küçük bir gülümsemeyle. Alaycı bir tebessümdü belki ama karnımın kasılmasına sebep oldu. "Ben çok aşığım sana. Ucundan köşesinden sana dokunan herhangi bir meseleyi dünya üzerinden silmek isteyecek kadar çok. Bunu yapmadan geçirdiğim her saniye işkenceden beter geçiyor benim için. O adam senin nefeslerini çaldı Yağmur. Bir an önce ona ulaşmak istiyorum ama buraya kadar gelmişken acele edersem olmaz. Ben kendimi durdurmak için kafamın içinde hiçbirinizin hayal edemeyeceği kadar büyük çaba harcıyorum."
"Nereye gidiyoruz?"
"Ne?"
"Bizi nereye götürüyorsun?"
"Soracağın tek şey bu mu?" dedi. Yüzümü ona çevirmediğimde bacağımın üzerindeki elinin baskısını arttırdı. "Konuyu öylece değiştirip başını camdan çevirerek mi kaçacaksın benim bu halimden?"
"Aynen öyle yapacağım. Sen de ben korktuğum için biraz durulacak, kendine geleceksin. Kör bir hamle daha yapıp mahvolmamıza sebep olmayacaksın. Hepimiz emin olana dek Hermes'e bulaşmayacaksın çünkü bunun deli saçması olduğunun farkındasın."
"Bir şeylerin deli saçması olması şimdiye kadar hangimizi durdurdu?" Başını omzuna doğru eğerek boynunu çıtlattı. "Ayrıca sen de hiçbir şeyden korkmayacaksın." Bacağımı daha sıkı kavradığında tenimin kızarmaya başladığını düşündüm. "Ve ben konuşurken, konuştuğum konuya odaklanırsan sevinirim."
"Yok," dedim yine başımı cama çevirerek. "İrem'in adını anında hatırlamana odaklanacağım ben. Tek derdin oymuş ya."
Sağa dönüş yapacakken direksiyonu tek eliyle çevirdi. Diğer eli bacağımda yukarı doğru tırmandı ve beni terletmeye başlayan bir sahiplenişle oraya iyice yerleşti. "Sırf sinir olayım diye böyle yapıyorsun, değil mi?"
"Adını hatırlamandan hoşlanmadım."
"Sevgilim, görevde işimize yarayan bir kadının adını unutacaksam burada işim yoktur zaten."
"Unut," dedim. "Unutmalısın."
"İyi," dedi. "Hatırlamıyorum." Omuzlarımı kaldırıp indirdiğimde parmaklarını bacağımın üzerinde dolaştırmaya başladı. "Ben anlıyorum senin derdini," dedi derinden gelen bir sesle. "Anlıyorum da tutup çekemiyorum kucağıma seni işte. Yoksa geçirirdim sinirini ben senin. Pamuk gibi olurdun."
"Bana sırnaşıp duracağına yola bak." Kendimi savunmaya geçmiştim çünkü galiba anladığı derdim doğruydu. Parmakları hareket ettikçe parmak uçlarıma kadar bütün bedenimde karıncalar turluyordu. Elimi elinin üzerine kapatıp hareketini durdurdum. "Nereye gideceğimizi de söylemedin zaten."
"Tam olarak yeri ben de bilmiyorum," dedi cadde üzerinde ilerlemeye devam ederken. "Al telefonumu cebimden, aç konumu."
Neden bunu yapmak için kendi telefonumu kullanmadığımı sorgulamadım. Cebine uzanabileyim diye koltukta ondan tarafa doğru kaydım. Arka cebinden telefonunu çıkarırken ona kasıtlı olarak temas ettiğimin farkındaydı ama zaten o da bunu istiyordu. Bu yüzden geri çekilirken dengemi kaybetmemiş olduğum halde avucumu kasıklarına yakın bir bölgeye yaslayarak doğruldum. İçine çektiği derin nefesin ardından dişlerini sıktığını çenesinin gerilmesinden anladım ve gülerek telefonunu açtım.
Ne duymayı bekliyordum bilmiyordum ama bir barınağın ismini duymayı beklemediğim kesindi.
Hiç soru sormadan konumu açtım. Navigasyondaki kadın Görkem'e hangi yöne dönmesi gerektiğini söyledi. Görkem o yöne döndü ve o an ben buna bile kuruldum.
"Sen hâlâ aşkın çok tehlikeli bir şey olduğunu düşünüyorsun, değil mi?"
Ortaya attığım soruya bir başka soruyla karşılık verdi. "Sen öyle düşünmüyor musun?"
"Can'ı kendine çok mu benzetiyorsun?" diye sordum. "Sence ben Vega kadar büyük bir hata mıydım?"
"Bebeğim, sen bugün nereye varmaya çalışıyorsun?"
"Bilmiyorum." Gözlerimi kaçırdım ama onun bacağımdan ayırmadığı parmaklarıyla oynamaya başladım. "Can'a çok üzüldüm. Onu biraz ilk zamanlarıma benzetiyorum galiba. Niye bu kadar kolay vazgeçiyorsunuz benden diye sordu ya... İçim gitti Görkem. Resmen tek başına çırpınıyor. Sizden önce benimle gelip konuşması bile bu yüzdendi. Herkesin ona tepki koyacağını bildiğinden, kaldıramayacağından. Bugün de ipler tamamen koptu. Can gelip bizim önümüzde ağlamaz normalde. Her şey öyle üst üste ki. Başka başka şeylere sarıyorum herhalde ben."
"Sen de ağlamazdın eskiden." Benzer noktalara vurgu yapmak istemişti. "Can'a önce çok kızdım, sonra çok üzüldüm ama bir şeyi netleştirelim. Bizim kimseden vazgeçtiğimiz yok. Can'ı sınırların içinde tutmak zor biliyorum. O bir şeyi istediği müddetçe kimse önünde duramaz ve kalkıp yine burnunun dikine gider biliyorum. Zıttır, inattır, söz dinlemez, ben bunları biliyorum. Ama ne olursa olsun, Can o işte. Gözünün yaşını görünce dünyayı yakasım gelir. Yaptığı doğru demiyorum. Ben bu adamların yanlış adımlarının da arkasında dururum, bunu diyorum. Sinirleniriz, kızarız, ağzımıza geleni söyleriz ama toparlarız. Her seferinde sen de bu kadar gerilme artık, alışmadın mı bu halimize?"
"Üzülüyorum," dedim. "Arda ona hain olduğunu ima etti. Özür dilerim ama sen istemeden bana bunu ima ettiğinde uzun süre yüzünü görmek bile istememiştim. Söylenilen her şeyin telafisi yoktur Görkem. Biz bir şekilde hallettik ama Arda sen değil, Can da ben değil. İzi hep aralarında kalabilir belki de."
"Ne bakıyorsun Arda'ya sen? Bağırır çağırır susar o. Can'ı biraz kendine getirmesi için böyle davranması gerektiği konusunda haklı. Can, en çok onun tavrı yüzünden kendini sorgulayacak çünkü. Üzgünüm ama durum bu. Can, Vega'ya gitmek istediğinde Arda el freni görevi görüyor. Bu şekilde denge sağlanıyor, ben de karışmıyorum. Farkında değilsin belki ama bazen denge kaostan gelir."
Benimle bir çocukla konuşur gibi yavaş yavaş konuşuyordu. Her açıklamasını sindirmem için özellikle dikkat ediyordu sanki. İçimde seviyesiz şekilde artış gösteren panik çizelgesini sadece kelimelerini kullanarak eksilere düşürmek konusunda başarılıydı.
"Sana gelince..." dedi ve dudaklarına bir gülümseme yerleşti. "Benim için bir hata değildin, hiç olmadın. Sen benim için devrim gibi bir şeydin. Vega'nın adı Milat, sen başlı başına milatsın. Ortak tek noktanız bu."
Kalbimde bir şeyler yeniden yeşermeye başladı. Parmaklarımı parmaklarının etrafına doladım ve aramızda bir sorun kalmadığından emin olmak için elini dudaklarıma götürdüm. Tenine küçük bir öpücük bıraktığımda elini benden kurtarıp kolunu boynuma attı ve başıma doğru eğilip saçlarımı öptü. Kendimi biraz olsun rahatlamış hissediyordum. "Barınağa düşündüğüm şeyi yapmak için mi gidiyoruz peki?"
"Evet bebeğim," dedi gülümseyerek. "Can'a bir kedi alacağız."
•⚓•
Yeni bir düğüm der miyiz? Can'ı eve bağlamak için. Görkem yine nelerin peşindesin?
Selamlar, merhabalar. Kaoslar, patlamalar, tartışmalar, barışmalar ve niceleri. Bir bölümü daha geride bırakırken sormak istiyorum, ne olacak bizim bu halimiz?
50 bölüm sonra Asya'nın annesiyle konuşmasını okudunuz. Az çok görüşlerinizi biliyor olsam da yine de neler düşündüğünüzü okumak isterim. Bizi nasıl sahneler bekliyor acabaa?
Toparlanmak için iyice dağılmak gerekir dedik dedik, toptan dağıldık. Dönüşümüz muhteşem olacak mı dersiniz?
Bu bölüm veya genel olarak Analiz hakkında başka söylemek istediğiniz bir şey varsa buraya bırakabilirsiniz.
#AnalizWattpad etiketinin altında sizi bekliyor olacağım.
Her şey tamamsa, bir kere gülümseyip öyle gidelim :)
Teşekkürler ve iyi günler!
🔵🤝🏻🐈⬛
wattpadi o kadar özledim ki pasaj arası yorum yapmak istiyorum artık sona gelene kadar neye yorum yapacağımı unutuyorum kahrolsum b12 eksikliği
YanıtlaSilDÇ'nin yorumları manas destanı gibiyken analiz neden üvey evlat gibi yorumsuz kalıyor ya ANALİZ BİR İNSAN OLSADA SARILIP BAĞRIMA BASSAM
YanıtlaSilİKİZ???EVET YAA BU KURGU KAÇ VE KAT DAHA FAZLASINI HAK EDİYORRR
SilYağmur'un sonunda annesi ile konuşması o kadaaaarrr mutlu etti ki şakasız 3 yıldır bugünü bekliyordum.
YanıtlaSilpsikoloji diye bisey kalmadi bende dagildim arkadaslar
YanıtlaSiloffff çok güzeldiii yaaaa cana üzülüyorum ama bir yandand küçük küçük tokatlar atasım geliyooo
YanıtlaSilCANIMMM YAVRUMM LAN KALP BU MK SEÇEBİLİR Mİ SEVECEĞİNİ tamam Can'ım biraz fazla değişik(katil)birini sevdi AMA OLSUN CAN'IMA LAF YOK HER GÖZ YAŞI İÇİN PİRAMİTİ TEKRAR TEKRAR YIKARIMM
YanıtlaSilbiraz değişik -katil- alt tarafı ne olacak canım sanki
Sildağıldım(k)
YanıtlaSilYaaa biz nasıl vurulduğunu okuduk mu
YanıtlaSilYağmur'un mu? Evet okuduk
SilYazarcım DÇ deki aktifligi bekliyoruz lütfen
YanıtlaSilBu kitabı okurken herkese hak vermek yük olurmuş insana
YanıtlaSilAdalet sistemim çökecek cidden. Özellikle mesela navigasyonu kıskanmasıda normal Yağmur'un hayır şöyle bir düşündümde neden navigasyondaki kişi kadın pardon??? Erkeklere bir şey diyoruz asla kabul etmezler sonra yıllaaaar yıllaaar sonra yola gelirler navigasyon sağ desin sağ yaparlar? PARDON YANi?
SilArda'ya bu bölümde birazcık kırıldım açıkcası çünkü o da eylülü sevdi ve o zamanlar onunda bir ilişkisi vardı evet mertçe sevdi evet adam gibi sır gibi sakladı sevgisini fakat ahlaki değerler açısından bakıldığında bu da normla karşılalanmamalıydı üstelik kendiside pişman olmadı mı kaç kere sevdiği için ayrıca canda çekiniyor duyguları yüzünden çocuk bir kere bile onu bırakıp gitmemiş ama o hemen celalleniyor hem bunla kalmayarak bir şey demeyecek misiniz diyerek diğerlerine kızıyor abi onlarda düşünüyor ama bazı durumları önem sırasına koyabiliyorlar üstelik suçladı HAYIR AKLIN ALIYOR MU DEDİKLERİNİ KIVIRCIK KAFAM BENİM NAPIYORSUN YAVRUM EVLADIM SEN
YanıtlaSilNoglarrr yeni bölüm gelsin
YanıtlaSilyb?
YanıtlaSilAllahım asya yağmur tunçbilek'in kısaltması ne oluyor diye baktım AYT çıktı lanetlendim galiba her yerde ayt görüyorum molamda kitap okuyayım dedim burada da huzur yok of djskdkd
YanıtlaSilayt kimya ile boğuşurken molaya çıkayım dedim sonra asyanın yeni soyadı gelince kısaltması ne oluyor diyr bir bakacakken AYD olduğunu ama asıl şuan ki haliyle AYT olduğunu farkettim allahım niye ben şu illetten kurtulamıyorum hep karşıma çıkıyor yarabbim mevlam
YanıtlaSilson iki yorumu yazan benim ve mentalimi öyle kaybetmişim ki yorumu yaptığımı unutup tekrar yapmışım molada bölümü okurken fark ettim
Silsevgili yazar yaklaşık 1 aydır analize yeni bölüm atmıyorsun ve bu süre zarfında qdç ye 3 bölüm geldi ben okur olarak eski heyecanımın kaldığını asla düşünmüyorum ve yeni bölüm gelsin ya da gelmesin analize eski heyecanlı halimle bakabilecegimi düşünmüyorum, sanırım benden bu kadar ve sana
YanıtlaSilönerim dç ye yaptığın özenini biraz da buraya yap analizin yorumlarına bakmazsın diye dçnin bile yorumlarına düzenli yazıyorum ama fayda etmiyor, iyi günler.