7. "Tuvalin Arka Yüzü"

 

Bölüm şarkıları:
Sokrat St, 9. Peron
Sia, Unstoppable

🖼

Sert rüzgarın yön verdiği uçurtma,
Süzülmeyi öğrenecek duvarlara çarpa çarpa.

•⚓•


Düşünmek, düşünmek, düşünmek...


İlk çark döndü, ikincisini döndürdü. O onu, o başka birini derken bütün hepsi hareket etti. Biri dursa o an, biri bozulsa mesela, her şey duracaktı. Yeniden düzeltilse bile en başından başlamak gerekecekti düşünmeye. Bitmek bilmeyen bir paradoks, sonu gelmeyen bir eylem...


Sonuç: Ağır bir baş ağrısı.


Görkem'i takip ettirecek, belki de o gün bizim o sergiye gideceğimizi ve fotoğrafları almaya kalkışacağımızı bilip bize sadece göstermek istediği kadarını gösterecek kadar zeki biri vardı peşimizde. Üstelik uzakta da değildi, ensemizdeydi ve apaçık tehdit mesajı bırakmıştı onun sözde çalıştığı kafenin bahçesine.


Delirmek üzereydi, onu ilk defa böyle görmüştüm sanırım. Eğer o fotoğraf yine sadece ona ait olsa bu kadar sinirlenmezdi fakat yanında Can da vardı. Hatta belki de kalan Analizcilerin de fotoğrafları vardı bunu bırakan kişinin elinde. Arda ve Kaya da tehlikede olabilirdi. Bilmiyorduk ve bu bilinmezlik her geçen saniye Görkem'i çıldırtıyordu.


Genel olarak duygularını saklayabildiğini düşünüyordum ama o anki modu kontrolsüz olandı. Kontrolsüz Görkem devreye girdiğinde ne yapacağını kestiremiyordum, diğerleri de benim gibi olmalıydı çünkü salonda çıt çıkmamıştı.


Kendini suçluyordu. Birileri zarar görebilirdi. Sürekli bunu düşünüyordu tahminimce. Kendisiyle ilgili hiçbir korkusu olmadığına emindim ama diğerleri için deli gibi korkuyordu. Aslında belli de etmiyordu korktuğunu. Bu sadece benim düşüncemdi.


Ellerini kenetlemiş ve gözlerini duvara dikmişti. Aldığı derin nefeslerin haricinde bir ses yoktu salonda. Sadece ben değil, hepimiz tedirgindik. Sanki bir baba, çocuklarını azarlayacakmış da siniri yatışsın diye bekliyordu. Analizciler ve ben de başımıza ne gelecek acaba diye bekleyen çocuklardık.


Gözlerini kıstı, saçları hâlâ nemliydi. Önce elini saçlarına geçirdi, kendine gelmek için çekiştirdi tutamlarını ve sonra alnına vurdu avucunun içiyle. "Başım ağrıyor," dedi. Yine vurdu alnına, bu defa daha sertçe. "Başım çatlayacak."


"Senin hatan olmadığını kırk kez söylersem söylediğim şeyin gerçek olduğuna inanır mısın mavişim?" Arda gayet içten bir şekilde gülümsedi. "Senin hatan değil. Senin hatan değil. Senin hatan değil..."


"Arda, sus."


"Senin hatan değil. Senin değil hatan. Hatan değil senin. Hatan senin değil. Değil hatan senin. Değil senin hatan."


"Arda!"


"Olabilecek bütün kombinasyonları yaptım ama!" dedi Arda, Görkem'in dizine vurduktan sonra. "Sen seversin kombinasyon."


"Bu kombinasyon değil, permütasyon!" dedi Görkem sinirle.


"Kombinasyon neydi Gökçüğüm?"


"Kombinasyon, bir küme içerisinden sırası göz önünde bulundurulmadan seçilen eleman grubudur. Üç kelimenin içinden üç kelimeyi almak istiyorsan sadece bir şekilde alabilirsin, sırayı değiştirmen seçtiğin alt kümeyi değiştirmez. Üçün üçlü kombinasyonu birdir bu yüzden."


O kadar hızlı konuştu ki ne dediğini anlamadım. Gerçi yavaş konuşsa da ne dediğini anlayabileceğimi sanmıyordum çünkü ben bu konu ileride ne işime yarayacak diye sızlanan öğrencilerdendim lisedeyken.


"Yaa..." dedi Arda, harfleri uzata uzata. "Üçün üçlü permütasyonu ne peki?"


"Altı." Durdu, kaşlarını çattı. "Sana üçlü permütasyon kadar koyacağım şimdi. Dikkatimi dağıttın lan eşek."


"Altı kez koyacaksın yani?" Tatlı tatlı sırıtmaya başladı Arda. Ardından aldığı öldürücü bakışlarla birlikte kahkaha attı.


Can hiçbir şey söylemeden kalkıp gittiğinde arkasından bakakaldım. Ne olmuştu acaba? Bir şey mi gelmişti aklına?


Sahi, Arda Görkem'i içinde bulunduğu durumdan nasıl da çekip çıkarmıştı bir dakika içinde? Birbirlerini uzun süredir tanıyor olmaları onlar için mükemmel bir avantaj sağlıyordu gördüğüm kadarıyla.


"Konuşmazsan öleceksin, anlat hadi aklındakini hemen," dedi Kaya, oturduğu yerde arkasına yaslanarak.


"Bir süreliğine kimse dışarı tek başına çıkmayacak." Sesini iyice alçalttı, duyamayacaktık neredeyse. "Özellikle Can'ı asla yalnız bırakmayacağız."


Can saha görevlerinde iyi olmadığını ve diğerleri kadar iyi silah kullanamadığını bizzat kendi söylemişti bana. Aralarındaki en kırılgan, en savunmasız o gibi duruyordu ve belli ki Görkem de onu böyle görüyordu. Üstelik bir de Can'ın fotoğrafı peşimizde olan kişinin elindeydi. Bunun da etkisi olmalıydı bu söylediğinde.


"Sen de aynı şekilde," dedi Kaya. "Kafana göre iş yapmaya kalkarsan derini yüzerim." Bu tehdidini Cengiz'e karşı da kullanmıştı. Seviyordu herhalde.


Ona da mı karakter ekleyeceksin Yağmur?


Deri yüzücü Kaya. Bence gayet makul bir karakterdi. Beğenmiştim.


'Kavgasını izlemek için para vereceğim ikili: Deri yüzücü Kaya ve kontrolsüz Görkem.'


İç sesim kaostan beslense de ben, Görkem ve Kaya'yı kavga ederken düşünemiyordum. Zaten çok konuşkan bir tip değildi Kaya, birkaç laf söyledikten sonra bakışlarıyla konuşmaya devam ederdi. Görkem de biraz matematiksel küfür eder, sonra nane şekeri uzatırdı Kaya'ya. En fazla bu olurdu yani bence.


"Bu, bizim kişisel olayımız," diye devam etti Görkem sözlerine. "Şimdilik bunu önceliğimiz yapamayız. Uyuşturucu baskınına odaklanıyoruz. Şu operasyonu atlattıktan sonra yeniden oturur konuşuruz derinlemesine."


Kriz yönetimini yapmayı başarabiliyordu en azından. Başının ne kadar ağrıdığı mimiklerinden belli olsa da düzgün düşünüyordu, bu haliyle de pusula olabiliyordu Analizcilere.


Lider Görkem, kontrolsüz Görkem'den daha üstündü.


"Kaya, sen sabah benimle gelirsin. Narkotikle bir konuşalım da oturtalım işleri."


"Tamamdır."


"Buraya kadar bizim getirdiğimiz iş, operasyonun içinde Semih olacağı için Semih'in başarısıymış gibi lanse edilirse yemin ederim yakarım karakolu," dedi Arda, dirseklerini dizlerine yaslayıp hafifçe öne eğildikten sonra.


"Göt kafalı Semih mi?" diye sorduğumda, sorumu geri almak için artık çok geçti.


Üçü de, hatta o an salona geri gelen Can da dahil olduğundan dördü de bana gülmeye başladılar ve ben de onlara eşlik ettim. Yapacak bir şey yoktu, adamın adı göt kafalı olarak kaydolmuştu benim hafızama.


"He," dedi Görkem gülmeyi bırakmadan. "O Semih. Sana kim bilir ne dedi de bu şekilde anıyorsun onu."


Önüme gelen bir tutam saçı kulağımın arkasına ittirirken söyleyip söylememek arasında kaldım fakat sonra doğrudan anlatmaya karar verdim. "Necip Amir'in odasında karşılaştık."


"Ee?" dedi Arda. Yüzünde dedikodu duymak için pencereden sarkan teyze heyecanı vardı. Sadece yemenisi eksikti başında.


"Bana Analizcilere dahil olmak için hanginizle ilişkiye girdiğimi sordu."


"Neee?" dedi Arda. Dehşet içindeydi, inanamıyordu duyduğu şeye.


Can da onun şokuna ayna görevi görüyordu. "Görkem, eşeği suya mı yolluyorduk? Dönene kadar bir şeyler yapıyorduk ya sonra. Yapalım onu."


"Cibiliyetsiz herif," dedi Kaya.


"Hadsiz," diye ekledi Arda.


"Sikerler," dedi Görkem.


Diğerlerine göre daha fazla küfür ediyordu. Onlarla yaşamaya alışkın olduğundan mıdır nedir hiç gocunmadan yapıştırıyordu lafı. Neyse ki bu benim için sorun değildi çünkü ben de pek sütten çıkmış ak kaşık sayılmazdım. Çok sık olmasa da ağzım bozuldu mu fena bozuluyordu.


Dalga geçmek için bizi arayan peşinde olduğumuz kişiye dört dakika boyunca aralıksız sövmüş ve hiçbirinde kendini tekrar etmemiştin. Kulağım çınladı Yağmur, psikolojimi bozmuştun o gün.


Mete, bana 'bip' sansürü yapardı bazen. Eğlenirdik.


"Neyse," dedim yeniden onlara dönerek. "Ben de dördünüzle de yattığımı, çok istiyorsa birinizi ona ayarlayabileceğimi söyledim."


Aynı anda hepsi kahkaha atmaya başlayınca birinin bize kafayı takmış oluşunu ve aldığımız tehdidi umursamadan attığımız kahkahalar evin içinde yankılandı.


"Peki ya senin asla bozulmadan ona cevap vermen alfalığı? Eylül ne demişti, parti kur oy verelim." Arda o kadar keyiflenmişti ki artık soğumuş ve muhtemelen gevşemiş olan mısırlardan bir avuç alıp ağzına attı. Yüzünü bile buruşturmadı onları yerken.


"Öyle soruya böyle cevap, helal olsun Asya." Bu övgü de Can'dan gelmişti.


"Göt kafalı lakabını gayet hak eden biriydi zaten, bir de sen bunu anlatınca tam oldu," dedi Kaya. Onlar benden de önce nefret ediyor olmalıydılar Semih'ten. Sebebi neydi acaba?


"Muhtemelen uğraşmaya devam eder benimle. Başına bela olacağım falan dedi çünkü."


"Onun gücü sen tekken yeter anca artist artist konuşmaya," dedi Görkem. "Yanında birimizi görse pısar kalır."


Kaşlarımı çatıp yüzüne baktım. "Tekken gücü yetmiş mi sence bana?"


Sırıtıyordu az önceki cümlesini söylerken, ben konuşunca anında ciddileşti yüz ifadesi. "Demek istediğim o değildi."


"Ya neydi?"


"13, cinsiyetçi pisliğin tekiymişim gibi hissettirme bana." Hâlâ ciddiydi ama sesinde sitem de vardı şimdi. "Birinin sana gücünü yetirebilmesinin kolay olmadığının farkındayım gayet. Hafife almıyorum ki ben seni. Suratımın ortasına indirdiğin sol kroşeni unutmadım daha."


"Görkem, sen beni boğmaya çalıştın!" dedim gülmeye başlarken. "Sol kroşemin kinini tutamazsın şu an."


"Ne tuhaf fantezileriniz var lan sizin." Kaya, bize iğrenir gibi bakıyordu. "Seçe seçe yolluyorlar herhalde sizi bana. Bir tane akıllı olmaz mı ya? Bir tane."


"O değil de," duraksadı Görkem, "benim başım harbiden çok ağrıyor."


"Git yat uyu." Arda kafasıyla kapıyı işaret ediyordu. "Biz de dağılırız zaten birazdan. Hem yarın yorulacaksın."


"Doğru söylüyorsun," dedi ve salonu terk etti Görkem. Gitti gitmesine ama iki dakika bile geçmemişti ki bağıran sesi yükseldi mutfaktan. "İlaçlar nerede?" Hızlı adım sesleri duydum, salonun kapısında bitiverdi bir anda. "Kim boşalttı buzdolabını? Ağrı kesiciler yok!"


"Sen ağrı kesici mi alacaktın gizli gizli?" diye sordu Kaya sinirle.


"Kes," dedi Görkem. "Hanginiz aldı kutuyu?" Başını bir anda Can'a çevirdi. Faili bulması bir saniye bile sürmemişti. "Sen az önce ondan gittin!" dedi aydınlanmış gibi. "Hainsin Can, güya sessizsin sakinsin ama sinsisin sen. 3P değil 3S! Sessiz, sakin, sinsi."


"Ayıp!" dedi Can, oturduğu yerden kalkıp Kaya'nın yanına geçerken. Onun koluna girdi, öbür tarafta oturan Arda'yı da kendine doğru çekip saklandı ortalarına. "Ben seni düşünüyorum ya!"


"Ben kendimi düşünemiyor muyum?"


Etrafına sardığı etten duvarı bir anda yıkan Can, ayağa fırlayıp Görkem'in karşısına dikilirken ciddiydi yüzü. Bunların ani duygu değişimleri beni yormaya başlamıştı. "Düşünemiyorsun. Daha önce zehirledin kendini sen, farkında mısın?"


"Zehirlemedim." Görkem burun kemerini sıktı. "O aşamaya geldim, kabul ama eskisi gibi değilim. Bir tane alacağım sadece."


"Tam bir bağımlı gibi konuştun," dedi Can, ona doğru bir adım atarak. Görkem hâlâ sinirliydi ama zayıf düşmüştü, verecek bir cevap bulamamıştı ve ortamdaki gerilim giderek artıyordu. "Artık sana güvenebileceğimi sanıyordum bu konuda. Bu yüzden ortalık yere bırakmaya başlamıştım ilaç kutularını."


"Madem güveniyordun ne diye gittin aldın az önce?"


"Anladım ne yapacağını," dedi Can. Sesi sertti. "Ben anlarım."


Araya girmesem birbirlerine gireceklermiş gibi hissettiğim için, "Nane şekeri?" dedim soru sorar gibi. O bana sürekli bunu söyleyerek konuyu değiştiriyordu, şimdi de işe yarayabilirdi.


"Doğru," dedi, bu aklından çıkmıştı sanki. Paketi açtı, ağzına bir tane şeker attı. Dişleriyle kırdı, hızlı hızlı yedi ve ardından bunu bir kez daha tekrarladı.


Bu, benim sandığımdan çok daha ciddi bir durumdu. Görkem ciddi bir bağımlıydı, belki uyuşturucu kadar tehlikeli değildi fakat kendine zarar veriyordu yine de. Üstelik daha önce de zehirlenme aşamasına geldiğini söylemişti parasetamolden. Analizciler olmasa belki de aşırı dozdan ölüp gidecekti. Geçiştirilecek bir durum değildi ki, ilacın şakası olmazdı.


Kaya ayağa kalktı, Görkem'in omzuna dokundu ve elini çekmeden onu çıkışa yönlendirdi. İkisi birlikte salondan ayrıldıklarında ben de odama uyumaya gittim, ne yaptılar ne konuştular bilmiyordum fakat ertesi sabah kalktığımda ikisi de yoktu evde.


Arda bu sabah şarkı söylememiş miydi? Neden duymamıştım onun sesini?


Belki de ben onlardan daha erken uyanmıştım.


Siyah bir eşofman ve beyaz, uzun bir tişört giydikten sonra çıktım odamdan. Saçlarımı düzeltmemiştim çünkü yatmadan önce yaptığım topuz abuk subuk bir hale gelmişti, düğümlenmişti tutamlarım. Bir banyo yapsam iyi olacaktı.


Kimseyi uyandırmamaya dikkat ederek sessiz adımlarla salona girdiğimde Arda ve Can'ı koltuklara yayılmış bir halde gördüm. Önlerinde bir şeyler vardı. Sanırım operasyon için son hazırlıkların üzerinden geçiyorlardı.


Yeni asılan saatte akrebi bir rakamının üzerinde görünce gözlerim yerinden çıkacak gibi oldu. Ben? Bu saate kadar uyumuştum? Kâbussuz? Böyle önemli bir günde? Hiçbir halta yaramayan uykucunun teki gibi?


Hadi bir de bayıl uyuduğun için Yağmur.


"Aman efendim..." dedi Arda, gözlerini masadan kaldırıp benim cadıyı andıran saçlarıma dikerken. "Sabah-ı şerifleriniz hayrolsun. Günüm sizi görünce aydı. Ne kadar da güzelsiniz Samara Hanım."


"Sen bu sabah deli dana gibi bağırmadın mı ya?" diye sordum hayretle. Dengem şaşmıştı, sarhoş gibiydim ve göz altlarımın şiştiğini hissediyordum.


"Bağırmaz olur mu? Bağırdı tabii... Sen çok yorulmuşsun demek ki, onu bile duymadığına göre."


Can konuşurken Arda bir anda telefonunu kaldırdı, bir flaş patladı ve ardından telefonuma bildirim sesi geldi. Kaşlarımı çatıp kendimi koltuğa atarken aç ve sinirliydim, muhtemelen birazdan Arda'ya patlayacaktım.


AJANLAR VE AJANSLAR


Arda bir fotoğraf gönderdi.


Göndermez olaydı. Kendimden korkmuştum. Yüzüm gözüm balon gibiydi resmen.


Arda: Şizofren paranoyak dissosiyatif dahi ruh hastası hortlak yürüyen korku filmi kılıklı bir kadın salona girdi. Altıma sıçtım korkudan. Beni bunla yalnız bırakmayın şu tipe bakın ya rüyama girecek.


Kaya: Çok uzun yazmışsın okumadım.


Görkem: Kafamı ütüledin on saniyede. Hadi Arda hadi abicim bak işine.


Kaya: Kafam ütülenmesin diye hepinizi engelleme fikri? Çık aklımdan.


Kaya: Ya da grubu kapatayım?


Can: Grup yöneticisi sevgili şehzademiz Arda


Kaya: Ee?


Arda: Kapatamazsın diyor yani anladın mı paşam?


Kaya: Aplikasyonu hacklesem ne yapabilirsin ki?


Arda: Yarın sabahki şarkım bir sen bir ben bir de bebek olur. Teklif ediyorum benimle evlenir misin?


Kaya: Yo


Eylül: Ay geç geldim bir dakika


Eylül: Kraliçeme laf etme seni pislik. Kızın göz altı torbaları kum torbasını andırsa da saç rengi tek atar bir kere. Bayılıyorum kızıllı turunculu alacalı saçlara. Boyasam bu kadar olmaz!


Asya: Tşk


Arda: Boyama. Saçların güzel.


Eylül: Boyamam hayatım zaten sarışın olmaktan mutluyum gayet. Hem sen ona laf edeceğine anlık atsana. Bir de seni görelim bakalım sen ne kılıbıksın?


Eylül: Kılıklısın*


Arda kıvırcık saçlarını iyice dağıttı ve alnına düşmelerini sağladı. Telefonu tuttuğu elini aşağı indirdi. Çenesini neredeyse boynuna değene dek eğerek gıdısını çıkardı. Ardından dudaklarını büzüp gözlerini şaşı yaparak alt açıdan çekti fotoğrafını ve gruba attı.


Altına da 'Kılıbık Şehzade' yazmıştı.


Can: Kardeşimin yakışıklılığına bakın


Kaya: Kirpi de yavrusunu pamuğum diye sever zaten.


Üç saniye kadar sonra Eylül, öncesinde birlikte çekindikleri bir resim olan grup fotoğrafını değiştirip Arda'nın fotoğrafını koymuştu.


Eylül: Bir rivayete göre günün birinde Arda, 'kim daha yakışıklı' konulu bir iddiaya girmiştir. Kaybeden adını Leonardo Dicaprio yapacaktır.


Arda: Serçe parmağım tek başına devirir onu. Dicaprioymuş. Hıh.


Eylül: Senin kıvırcıkların yeter civcivim


Bunun beni ilgilendirmemesi gerekiyordu fakat üzülüyordum. Arda'nın son mesajı okuduğunda yüzünde oluşan minicik tebessüm o kadar kötü hissettirdi ki bana, ağlamasını tercih ederdim sanırım.


Dudaklarımı birbirine bastırıp saçlarımda emaneten duran tokamı saç köklerimi sızlatmak pahasına çıkardığımda avucumun içine büyük bir saç yumağı düştü. Saçlarımı yeniden topladıktan sonra salonda Arda ve Can'ı baş başa bırakıp mutfaktaki çöp kutusuna bıraktım turuncu yumağı. Ardından ellerimi ve yüzümü yıkadım. Muhtemelen beni düşündüklerinden kahvaltılıkları buzdolabına kaldırmamışlardı.


Bir sandalye çekip oturduğumda içeriden Arda'nın sesi geldi. "Çay sıcaktı. Koyayım ister misin Asya?" Her zamanki neşeli tonuyla konuşmuştu. Arda'nın her şeyi gülüşlerinin arkasına gizlemesi içimi acıtıyordu.


"Ben hallederim," derken sesimi yükselttim duyabilmesi için.


"Görkem'in ruhu?" dedi soru sorar gibi. "Ne işin var Asya'nın içinde? Çık oradan çabuk."


Güldüm ama ona bir cevap vermedim. Bir an önce aç karnımı doyurmak, kendime gelmek ve Analizcilerin işine yaramak istiyordum. Mesela Arda ve Can iki gündür sürekli fotoğraflarla bir şeyler yapıyorlardı. Operasyona dahil olan on yedi kişiyle ilgili olduklarını biliyor olsam da içeriklerine hiç bakmamıştım ve hatta sormamıştım bile.


Kendime bir çay doldurdum, genelde olduğu gibi yine peynir, reçel ve ekmek üçlüsüyle kahvaltımı yaptıktan sonra mutfağı toparladım. Yeniden salona döndüğümde Can, Arda'nın dizine yatmıştı ve Arda onun saçlarını okşarken Can'ın elindeki fotoğraf hakkında bir şeyler konuşuyorlardı. Bu tablo beni gülümsetti, bir an araya girip girmemek konusunda tereddüt etsem de yavaş adımlarla tekli koltuğa ilerleyip neye baktıklarını sordum.


"Görkem eş zamanlı baskınlardan birine bizim gideceğimizi söyledi fakat sorun şu ki, uyuşturucuları çoktan elden çıkarmış adamlar olabilir ve delil yetersizliğinden dolayı daha sonradan salmak durumunda kalabiliriz. Yani, eğer malı çoktan satmış olan birini seçersek ve o baskına gidersek polis olduğumuz ifşa olur. Bizim yüzümüzü görmüş olacaklar, riske gireriz," dedi Can, Arda'nın dizine yerleştirdiği kafasını bana doğru çevirirken.


"Anlayacağın, bu bir kumar ve biz de birini seçmek zorunda bırakılan iki masum çocuğuz. Eğer ki yanlış ata oynarsak bu hata, ikimizin hatası olacak," dedi Arda.


"Neden birine biz gitmek zorundayız ki?" diye sordum. "Koskoca teşkilatta polis mi kalmamış?"


"Çünkü Görkem istedi."


Kaşlarımı çattım. "Riski bulunan bir durumu neden istediğini anlayamadım."


"Çünkü durumu riske etmeden çözeceğimize güveniyor," dedi Arda.


Can kafasını iki yana sallarken yattığı yerden doğruldu. "Çünkü bizi test ediyor benim saftiriğim."


"Çok saçma," dediğimde ikisinin de yüz ifadesi ciddileşti birden. Görkem'e laf etmeme kızmışlardı belli ki. "Elinizde yeterli bilgi var mı? Nereden bileceksiniz ki hangi kişinin elindeki uyuşturucuları sattığını, hangisinin satmadığını?"


"Asya, Görkem böyle bir şeyi boşuna istemez," dedi Arda, ses tonu ona ne kadar güvendiğini gayet iyi anlatıyordu. "Vardır bir bildiği, ben sorgulamadım çünkü her ne kadar sorgularsam sorgulayayım onun gibi düşünemem. Bakış açılarımız farklı. Zamanı gelince öğreniriz diyerek fazla kafa yormuyorum Görkem'in fikirlerine. Öyle alıştım bunca zaman, hatta şu an senin sorguluyor olman bile garip geldi. Yapma bak, manyak olursun."


"Hem, malları elden çıkarmış olsa bile sonuçta sergi gününe ait kamera kayıtları ve Cengiz'in de itirafı var elimizde," dedi Can. "Seçtiğimiz kişiyi köşeye sıkıştırmak için bana bunlar yeterli. Gerçi bunlar olmasa da olur. Bir şekilde hallederim ben onu sorgu sırasında. Demek istiyorum ki, kimi seçersek seçelim o kişinin dışarıda elini kolunu sallaya sallaya gezmesine izin vermeyeceğim."


Yine de işin ucunun bir yerde bize dokunma ihtimali varsa neden bu işe bulaşmaya kalkışacaktık ki?


"Siz adamınızı seçtiğinizde, baskına ben gidebilirim," dedim. Fikir hâlâ aklıma yatmamış olsa da elimi taşın altına koymaktan çekinen bir yapım yoktu. "Sonuçta belki de hepiniz tehlikedesiniz, Görkem'i tehdit eden kişi sizi de tanıyor olabilir ama ben yeniyim. Sorun olacağını sanmıyorum, riski aza indirmiş oluruz böylelikle."


"Dalga mı geçiyorsun Asya?" diye sordu Can, bana gerçek bir manyakmışım gibi bakarak. "Sen Mila Tokel olarak o sergiye katıldın, buradaki on yedi kişiyle aynı ortamda bulunan sendin! Mila Tokel'in polis olarak ifşa olması bizim işimize nasıl gelsin? Ciddi ciddi konuşuyorsun bir de karşıma geçmiş."


O cümlelerini sıraladıkça ben bir şaşkınlık tarafından sarmalandım. Gerçekten, ne saçmalamıştım az önce? Yanaklarıma yumuşak tokatlar indirdim. "Uyanamadım mı ki ben?" diye sordum kendi kendime. "Bu saate kadar uyutmayın beni," dedim başımı onlara çevirerek. "Beynim resetlenmiş gibi hissediyorum."


"Kahve yapayım mı sana?" diye sordu Arda. Cevap beklemeden ayaklandığında ben de gözlerimi kırpıştırdım. Gerçekten uyku yaramıyordu bana. Her ne kadar zihnimin gürültüsünden bıkmış olsam da durulduğu an tökezliyordum. Karmaşaya alışmıştım, tuhaf gelmişti birden her şey.


Fotoğrafları elime aldım sırf bir şeylerle uğraşayım da aklımı meşgul edeyim diye. On yedi kişinin yalnızca ikisi kadındı. "Seni azıcık tanıdıysam Can, elinde kuvvetli bir seçenek oluşmuştur çoktan. Hangisi peki?"


"Yahya Namoğlu," dedi bana doğru yaklaşıp elimdeki fotoğrafları alarak. Onları kurcaladı, seçtiklerinin arasından bir tanesini bana uzattı. "Tek katlı bir evde tek başına yaşıyor. Mafyatik bağlantılara sahip, daha önce Cengiz'le ortaklık da yapmış. Uyuşturucu ticareti konusunda bir geçmişi var."


"Ticaretini yapıyorsa malı çoktan elden çıkarmamış mıdır?"


Sorum üzerine dilini damağına vurdu. "Büyük sevkiyatların adamı. Tek bir tablonun arkasında topladığı üç beş kilo uyuşturucuyu elden çıkarmaz diye düşünüyorum."


Kıstığım gözlerimi adamın keskin yüz hatlarında gezdirdim. Otuzlu yaşlarının sonlarında olmalıydı. Yakışıklı biri sayılmazdı, suratına büyük gelen ve defalarca kırıldığı fotoğraftan bile belli olan kavisli bir burnu vardı. Kaşında da bir dikiş izi bulunuyordu. Bu tipe belalı demek için, içini bilmeye gerek yoktu. Dış görünüşü yeterince ele veriyordu karakterini.


Arda elinde bir kupa kahveyle geri döndüğünde, o ve Can bir süre daha konuştular ve ben de bu sırada kahvemi içip tamamen ayıldım. Hemen hemen bir saatin sonunda Görkem ve Kaya eve döndüler, bir şeyler ters gitmiş gibiydi çünkü Görkem oldukça gerilmişti. Sanırım başı da ağrıyordu her zamanki gibi.


Dile kolay, on yedi baskını ayarlamıştı bugün. Dile kolay, Analizcilere gelir gelmez on yedi kişiyi muhtemelen hapse yollayacaktım. Büyük işler yaptıklarından dolayı dilden dile yayılan bir ekip olduklarını bilsem de, büyük iş deyince bile aklıma on yedi uyuşturucu kullanıcısı veya satıcısına eş zamanlı baskın düzenlemek aklıma gelmezdi.


Kim bilir daha neler yapacaktık birlikte?


"Semih mi bir şey dedi patron?" diye sordu Arda, kendini yanımdaki tekli koltuğa atmış Görkem'e.


"Savcı." Burnundan sert bir nefes verdi. "İleri geri konuştu yine."


"Bir gün ona yumruk atacaksın diye korkuyorum," dedi Can.


"Hak ediyor it!" Feci halde sinirlenmişti. "Kendimi ne sanıyormuşum. Koskoca narkotiğin işine ne hadle karışıyormuşum. Adama bak."


"Görkem de ona dedi ki, o işi onlara ben verdim Sayın Savcım," diye o anki Görkem'in sesini taklit etti Kaya. "Ama var ya, Sayın Savcım derkenki vurgusunu duymalıydınız. Senin ben amına koyayım dedi sanki, öyle bir his verdi yani." Görkem ne kadar gerginse Kaya o kadar keyifliydi. Gerçekten kaostan besleniyordu bu adam.


"Arda, bana bir su getirir misin?" Görkem'in sorusuyla birlikte Arda kalkıp mutfağa ilerlemek için önümüzden geçecekti ki, Görkem ona çelme taktı. Ardından göz açıp kapayıncaya kadar ayağa kalkmış, dengesi bozulan Arda'yı kolundan tutmuştu. Arda'nın bu durumu garipsememesini ben daha çok garipsedim. Ortadaki masayı, bacağının arkasıyla iterek kendine hareket alanı açtı ve sol yumruğunu Görkem'in çenesine doğru hareketlendirdi.


Görkem koluyla, onun bileğini havada durdurdu. Ardından sağ kaburgasına indirdi sol yumruğunu. İstese o an acılar içinde kıvrandırabilirdi Arda'yı fakat yavaş vurmak için çaba göstermişti.


"Can, kalk oradan," dedi Kaya. Can, can havliyle kendini üçlü koltuktan öbür koltuğa attı ve yine saliselik bir zaman diliminde Görkem'in Arda'yı sağ omzundan bastırarak koltuğa yapıştırdığını gördüm.


"Bre hayvan ya!" dedi Arda, yattığı yerden Görkem'in ayakta dikilen bedenine bakarak. "İnsanlık yapacaktım sana, sen hemen başladın saçma sapan refleks güçlendirme saldırışlarına. Su getirene yılan bile dokunmaz!"


Can, Görkem'in durup dururken onlara saldırdığını söylemişti ama bunu dinlemek ve kendi gözlerimle görmek çok farklıydı. "Hâlâ sağ tarafın, solundan daha savunmasız," dedi Görkem yeniden koltuğa yerleşirken. "Ve ayrıca, yumruğunu sallarken niye korkuyorsun oğlum? Yapıştırsana çeneme."


Mazoşiste bak hele.


Mete'nin sesini Arda'nın sesi böldü. "Sen yavaş vuruyorsun bana, kontrol edebiliyorsun gücünü. Ben edemem, canını yakarsam ne olacak?"


"Bir şey olmaz. Daha suratımın ortasına yumruk yiyeli birkaç gün oldu." Göz ucuyla bana bakarken gülüyordu. "Acıtmıyor o kadar çok."


Kaşlarımı havaya kaldırdım. "Acıtmamış haline bak, iki lafından birinde bunu hatırlatıyorsun bana."


"Bir daha o güne dönsem, o yumruğu yemezdim."


"Haspam." Dudaklarım alayla yukarı kıvrılmıştı. "Bir değil bin kez o güne dönsen, bin kez yerdin o yumruğu. Beklemediğin yerden vurdum ben seni, artık kabullen de ağlayıp durma karşımda."


Yüzümdeki ukalâ gülümsemeye aynı şekilde karşılık verdi. "Ben de bir gün beklemediğin yerden vuracağım seni. O gün ödeşiriz."


"Benim Türkçe yetmiyor bazen size," diye araya girdi Arda. "Ben anlamıyor sizi."


Görkem gülerek konuyu değiştirdi. "Söyleyin bakalım, kimi seçtiniz?"


Kaya da konuyla oldukça ilgileniyor olacak ki yeşil gözlerini Can ve Arda ikilisi arasında gezdiriyordu hızlı hızlı. "Hiç şansın yok," dedi ama bunu niye ve kime dediğini anlayamadım.


"Yahya Namoğlu."


"Hadi oradan!" diye atıldı Kaya, dirseklerini dizlerinin üzerine dayayıp öne doğru eğildiğinde kıstığı bakışları Görkem'e kenetlenmişti. "Kesin hile var!"


Görkem'in koca kahkahası salonu doldurduğunda anlam vermeye çalışarak onun gülüşüne bakıyordum. "Yalnız sen böyle ağlayacaksan oynamayalım."


"Hayır ya!" dedi Kaya, ses tonu değişmişti sitem ederken. "Çüş artık. On yedide bir ihtimal vardı kazanman için, bunu da kaybedemem. Şansa bak."


Görkem, işaret parmağını iki kez şakağına vurdu. "Aklın yolu bir."


"Aklına sıçayım hepinizin," dedi Kaya, öldürücü bakışlarının hedefi Can ve Arda'ydı. "Ben bu adama açık çek verdim bir de, hey Allah'ım."


"Ben de anlamıyor bazen Türkçe," dedi Can iri iri açtığı gözleriyle. "Ne oldu ki şimdi?"


"Her zamanki gibi ben kazandım," dedi Görkem iki eliyle de kendini göstererek. Yüzünde büyük bir sırıtış vardı. "Alkışa gerek yok, alkışa gerek yok."


"Yürü git şuradan," dedi Kaya. Sinirli gibiydi ama Görkem'den daha çok gülüyordu ilginç bir şekilde. Görkem gerine gerine elini cebine attı, telefonunu çıkardı ve mesajlara girdi. Sabahın sekizinde mesajlaşmışlardı Kaya'yla.


G: Pişt uyuyan güzel kalktın mı?


K: yo


G: Canım kazanmak istiyor iddiaya girek mi?


K: Sabah sabah kafa ütüleme de git giyin çıkalım karakola.


G: Ltfn :(


Görkem'in telefonu olduğunu bilmesem mesajları yazan kişiyi Arda sanırdım. Demek ki bu ikisi boş kalınca Arda ve Can ikilisinden hiç de farklı olmuyorlardı.


Diğer mesajlarda Kaya iddiayı kabul ediyor ve Görkem de Arda ve Can'a vereceği işi anlatıyordu. Seçecekleri kişinin kim olacağını tahmin edeceklerdi. Görkem yalnızca Yahya Namoğlu yazmıştı, hatta başka biri olduğu takdirde doğrudan Kaya kazanacaktı. O 200 Lirasına iddiaya girmek istemişti ama Kaya iki tarafa verilecek cezanın aynı olmasının saçma olduğunu yazmış, çünkü kendinin kazanma ihtimalinin çok daha fazla olduğunu ve adil bir iddia olmadığını belirtmişti. Arda ve Can'ın seçtiği adamın Yahya olması halinde Görkem'e açık çek vermişti. Yani kazanırsa istediği şey ne olursa olsun Kaya bunu yapmayı kabul etmişti.


Ve Görkem kazanmıştı.


On yedide bir kazanma şansı olmasına rağmen...


"Oha kahin," dedi Arda, Görkem'den olabildiğince uzaklaşarak. "Korktum senden, uzak dur benden."


"Nasıl bildin?" diye sordu Can, kafası karışmış bir vaziyette.


"Bu seçimi senin yaptığını da biliyorum Can."


"Ama nasıl?"


"Senin sözünü sana satma vaktim geldi: Biliyorum işte sorgulama," derken sırıtmadan edemiyordu.


Ya Can'ı gerçekten çok iyi tanıyordu ya da ikisinin kafa yapısı bir noktada birbirine benziyor olmalıydı. Başka açıklama bulamamıştım ben.


"Demek elime düştünüz Kaya Bey," dedi, keyif aldığı her halinden belli olan bir ifadeyle.


"Senin eline düşeli on yıl kadar oluyor, kurtulamadım gitti."


"Allah kurtarsın kardeş."


Ama Kaya, amin demedi Görkem'in duasına.


"Ne zaman gidiyoruz Yahya'nın evine?" diye sordu Arda.


"Baskın saati 19.00 olarak belirlendi fakat ben gözlem için yirmi iki dakika sonra çıkarız diyorum." Gözlerini saatine dikti. "Uyar mı size?"


"Emrin olur kaptan," derken asker selamı verdi Arda. "Ben gidip üzerimi değiştireyim."


Saçlarımı tarama sürem, giyinmemden daha fazla olacaktı muhtemelen. Kafamın içi gibi düğüm düğüm olan saçlarımı yıkayamamıştım da hâlâ. Gece kesinlikle kendimi sıcak suyun altına atmalıydım.


Çıkmamıza iki dakika varken, işlerimi halledebilmiştim. Saçlarımı topuz yapmıştım üstünkörü, daha fazla onları taramakla uğraşamayacağıma karar verdiğimde sığınmıştım bu taktiğe. Siyah pantolonum ve siyah v yaka tişörtüm dikkat çekmiyordu, muhtemelen üzerine çelik yelek de giyecektim zaten.


Görkem arabanın şoför koltuğundaydı, yanında Kaya oturuyordu ve ben de arkada, sağ camın kenarında oturuyordum. Sorularım vardı kafamı didikleyen ve cevabı bulamadığımda daha çok soru üretiyordum kendi kendime. En son öyle bir hale geliyordum ki benim ürettiklerim beni boğuyorlardı. Yüzeyde kalabilmek için dudaklarımı aralamak en iyisiydi. "Niye baskına biz de gidiyoruz?" diye sordum, gözlerimi dikiz aynasından Görkem'in üzerine dikerek. Cevabım ondaydı. "Neden işi narkotiğe bırakmadık?"


"Bu çetrefilli bir görev değil." Mavilerini yoldan ayırmış, aynanın üzerinden benim gözlerime değdirmişti.


"Ve?"


"Ve elime Can'ı sahaya sürebileceğim bir fırsat geçti."


"Ne?" diye sordu Can, hayretle. "Pat pat dalmayacak mıyız içeri? Ne sahası, niye sürüyorsun beni?"


Can, geri planda kalmaktan şikayetçi değildi. Necip Amir de onun sorgu odasındaki performansından etkilenmişti zaten işin en başında fakat Görkem, ikisinden de farklı bakıyordu olaylara. Analizcileri bir arada tutmaktan fazlasını yapıyordu, onları eğitiyordu. Reflekslerini güçlendirmeye ve cesaretlerini arttırmaya çalışıyordu, onlara testler uyguluyordu. Sabahki seçim olayı da bu yüzdendi. Can'ın kimi seçeceğini bildiği halde yine de vermişti bu görevi ona.


Yeni karakterin kilidi açılmıştı: öğretmen Görkem.


"Pat pat dalmayacağız," dediğinde araba durmuştu. Burada binalar çok seyrekti. Tek katlı evin biraz gerisindeydik, bulunduğumuz noktadan pencereler gayet net görünüyordu. "Siz önden gideceksiniz, tablo içerideyse bize mesaj çekeceksiniz ve sonra kalanını hep birlikte halledeceğiz."


Riski yüksek bir plan sanmıştım, önceliği işini sağlama almak olmuştu yine. Galiba Arda haklıydı, onu sorgulamamak gerekiyordu çünkü zamanı gelince bütün taşlar yerine oturuyordu.


"Siz kim?" diye sordu Can, biraz gerilmişti. Birazdan biraz fazla belki. "Ben ve kim?"


"13."


"Hım?" Bana seslendiğini sanmıştım, bunu anladığında yeniden kurdu cümlesini. "Sen ve Can, birlikte gireceksiniz önden."


Saha görevine sürülen gergin Can ve onun nerede nasıl tepkiler vereceğini bilmeyen ben birlikte girecektik eve. Doğrusu, güzel bir seçimdi. Sadece Can'ı değil, beni de değerlendirmiş olacaktı çünkü asıl sorumluluk bendeydi.


Arda ve Kaya gitseydi Can'la, çok daha rahat olurdu olay. Çünkü Can, onların yanında daha rahat olabilirdi ve diğerleri de Can'ı iyi tanıdıklarından onu sakinleştirmeyi bilirlerdi. Şimdi bütün ihale bana patlıyordu.


İnsan psikolojisi üzerine yüksek lisans yapmış gibi görünen Can, benim aldığım nefesin değiştirdiği ritimden bile içimden geçenleri anlayabilirdi, bu nedenle gerçekten sakin olmalıydım onun yanında.


"Beni görmüş olabilir Yahya," dedim ama ben onu gördüğümü gerçekten hatırlamıyordum. Görsem hatırlardım, fotoğrafına baktığımda onunla ilgili bir anı canlanmamıştı zihnimde. "Bana fark etmez, her şartta gider girerim adamın evine. Sadece bu ihtimali göz önünde bulunduralım diye söylüyorum."


"Seni görmedi." Kendinden oldukça emindi. "Kamera kayıtlarını defalarca kez izledim, hiçbir detayı atlamamak adına. Sen, Kaya ve Cengiz dışarı çıktıktan bir saat sonra geliyor Yahya. Selma'yla alışverişini halledip hızlıca ayrılıyor mekândan."


Arda elini, Can'ın dizinin üstüne vurdu iki kez. "Bana bak Hüseyin," dedi çok alakasız bir şekilde. "Bir nefes uzağındayım oğlum, canıma zarar vermelerine asla izin vermem. Omnitrix saatime basarım, Şimşek Hız olur koşarım yanına. Relaks, kovboyun burada seni bekleyecek."


Can'ın dudakları iki yana kıvrıldı usulca. "Eyvallah." Görkem'e baktı. "İnşallah batırmam." Görevi batırmaktan değil, Görkem'i hayal kırıklığına uğratmaktan korkuyor gibiydi daha çok.


Kaya arkasını dönmedi ama ön koltukların arasından yumruğunu uzattı Can'a doğru. "Batırırsan arkanı toplamak için varız biz." Can, yumruğunu onunkine tokuşturdu. Diğerleri çelik yeleklerini giydiler, tek bir mesajla içeri dalacaklardı hemen. "Silahını alayım," dedi Görkem, avucunu bana uzatarak. Can'ınki zaten torpidoda olmalıydı. Tabancamı avucunun içine bıraktım, ardından geriye yaslandım.


Geldiğimizden beri eve giriş ve çıkış olmamıştı. Sağ taraftaki salon olduğunu tahmin ettiğim odanın ışığı yanıyordu. Evde birilerinin olduğunu biliyorduk fakat Yahya'nın tek olup olmadığı bilgisi yoktu elimizde.


Benim için pek sorun teşkil eden bir durum değildi bu ama yine de oraya tek gitsem daha rahat olurdum. Şimdi üzerimde Can'ın sorumluluğu da vardı. Elim kapı koluna gittiğinde partnerim de inmişti benimle. "Ben adamın dikkatini bir şekilde dağıtırım, sen de o arada sızarsın içeriye." Başımı salladım eve doğru ilerlerken. Gerçekten tedirgin olmadığımı fark ettim hatta aksine her gün birilerinin evine sızıyormuş gibi rahat hissediyordum.


"Sorun var mı?" diye sorarak nabız yoklaması yaptım.


"Yok." Yok muydu saklamayı mı beceriyordu bilmiyordum. Önceliğim kendimden önce o olmak zorundaydı, bu fikri attığım her adımda beynime aşıladım. Görkem'in testini geçebilmek için Can'ın başarılı olması yetmeyecekti, benim de üstüme düşenin fazlasını yapmam gerekiyordu.


Belki de hiçbir şey düşündüğüm gibi olmazdı, her şey tereyağından kıl çeker gibi ilerlerdi.


Ve hayat, bana koca bir nah çekti.


Evin girişindeki merdivenlerde bekliyordum. Ev tek katlıydı fakat yine de yüksek olduğundan kapıya ulaşana kadar biraz merdiven çıkmak gerekiyordu. Planımız gereği benim kapıdan olabildiğince uzak durmam, Can'ın da adamı dışarı çekmesi lazımdı fakat hiçbir şey aklımızdakiyle uyuşmadı.


Adam, biz daha kapıyı dahi çalmadan hışımla evin kapısını açmış, silahının namlusunu Can'ın üzerine doğrultmuştu ve merdiven boşluğunda olduğumuzdan ötürü Analizcilerin şu an bizi görme ihtimalleri yoktu.


Sorun değildi. Halledebilirdik.


Yahya boşta kalan elinin işaret parmağını dudağına götürerek sessiz olmamızı istedi, ardından namlunun ucunu içeriye doğru salladı hafifçe. Yeniden Can'a çevirdiğinde ikiletmemiştim, bir bir tırmanmıştım merdivenleri ve geçmiştim içeriye.


Can da adımlarımı takip etti ve Yahya kapıyı sertçe kapattı. O bir saniyelik zaman diliminde içinde bulunduğumuz salona baktım.


Sağ taraftaki odanın hemen yanında duran konsolun üzerindeki porselen vazo? Geç, çok uzak. Orta sehpanın üzerinde bulunan cam bardak? Geç, yeterli etkiyi vermez. Televizyon ünitesindeki metal biblolar? Adamın kafasına bak, metali bile yamultur.


Peki ya ünitenin yanındaki ayaklı abajur?


Sırtıma yasladığı tabancasıyla beni salona doğru yönlendirirken gülümsüyordum, neyse ki bunu göremezdi. Elindeki silahı almam çok zor olmazdı aslında fakat adam onu yaralayamayacağımın farkına varırsa yeniden hamle yapmaya kalkardı ve bu defa hedefi Can olurdu. Silahtan korkan bir tip olmadığı belliydi bu nedenle de yeniden bir atakta bulunacağına emindim.


Taşımı oynamadan önce rakibimin sonraki hamlelerini de göz önünde bulundurmam gerekiyordu. Başımı çok hafifçe çevirerek gözlerimi Can'ın yüzünde dolaştırdım. Bana bakmıyordu, yüksek ihtimalle tabloyu arıyordu gözleri odanın içinde. Hemen girişte, sağ tarafta asılı olduğunu fark etmemişti sanırım. 


"Geç, geç şöyle!" Ses tonu kalındı, üstüne bir de korkutucu çıkması için çaba sarf etmiş gibiydi ve bu çabası bende kahkaha atma isteği uyandırıyordu. Silahı hâlâ bana dönüktü, aptal adam onu elinden almam için bana elli tane fırsat sunsa da bunu yapmayacaktım, sabır önemliydi. "Oturun şuraya."


Gösterdiği koltuk, televizyon ünitesine en yakın olandı. Köşe tarafa ben oturdum. Can'ın suratında korku dolu bir ifade vardı, sahte olanından. Ben aklımdan bin türlü kavga senaryosu, adamı alt edebileceğim dövüş figürleri geçirirken o psikolojiye oynuyordu. Rol yapacaktı belki de işimi kolaylaştırmak adına.


"Adınız ne sizin?" Namlunun ucu bir bana, bir ona çevriliyordu. "Sen söyle önce."


"Hüseyin," dedi Can, anında.


"Ben de Melek."


"Neden evimi gözetliyordunuz?" İkimizden de cevap gelmeyince daha yüksek bir sesle yineledi sorusunu. Can, derin bir nefes aldı. Sanırım kendini kontrol edebilmek için yapmıştı bunu. "Bi-bizim arabamız bozulmuştu. Niye gözetleyelim sizin evinizi?"


Adam durdu, kaşlarını çattı ve bu defa bana döndü yüzünü ama kolunu Can'ın boğazına sarmış, silahı da onun şakağına yaslamıştı. "Bir de sana sorayım, niye buradasınız?" Yüzüme yerleştirdiğim sahte korku maskesi, yere düşüp paramparça oldu. Bir anda ciddileşmemi, ona öldürücü gözlerle bakmamı beklemiyordu Yahya. Kaşları yukarı doğru kalkarken sorgular gibi baktı suratıma.


"Çeksene tetiği," dedim, o bir anlık şaşkınlık anından yararlanarak sağımdaki abajuru bütün gücümle kendime çektiğimde fişi prizden çıkmıştı, uzun siyah direği elimde duruyordu ve kafa kısmı sarsıntının etkisiyle yerinden oynayıp yere düştüğünden ucunda sadece ampulü vardı.


Can kafasını hızlıca geriye doğru atıp adamın defalarca kırılan burnuna geçirdiğinde Yahya birkaç adım sendeleyerek bana olanak sağladı. Can'a başımla işaret ettim dışarıdaki tabloyu kontrol etmesi için, başını iki yana sallayarak beni burada yalnız bırakmayacağını belli etti. Yahya bu defa silahını ateş etmek üzere Can'a çevirdiğinde, tetiğin üzerindeki parmağını hareket ettirmesine fırsat vermeden elimdeki abajur direğini onun bileğine indirdim. Öyle sıkı kavramıştı ki tabancasını, elinden düşürmeye yetmedi benim bu hareketim.


Ona doğru adımlamaya başladığımda, o darbe girişimcisiydi de ben elinde kazma küreklerle, sopalarla korkusuzca meydana koşan Türk milletiydim sanki. Bu düşünce beni daha da gaza getirdi, direği yeniden savurdum üzerine doğru.


Boşta kalan eliyle direğin ucunu tuttu. Orantısız bir güçle asıldığı için öne doğru yalpaladım ama ayaklarımı yere daha sağlam basıp kendimi durdurmayı başardım. Bir kez daha çekmeye çalışacaktı ve bunu benim dikkatimi dağıtmak amacıyla yapacaktı. Dikkatim dağıldığı an silahını ateşleyecekti. Benden üstün olduğunu sanıyordu.


Direği kendime çekmek yerine ona doğru ittirdim, sertçe karnına çarptı ve o anki acı yüzünden direği tutan eli serbest kaldı. Kontrol benim elime geçmişti. Hiç beklemeden bir kez daha savurdum, bu defa kulağına geldi. Bile isteye yapmıştım, dengesini kaybetmişti böylece.


O sendelerken, ayağımı öne doğru uzatıp poposunun üzerine düşmesini sağladım. Silahı hâlâ düşmemişti, nasıl bir inattı bu? Bana doğru bir el ateş ettiğinde, başımı sola çektim ve kurşun omzumun üzerinden geçti.


Refleksle arkama dönüp Can'a bakmayı hedeflediğim o saliselik zaman diliminde Can, "İyiyim ben," dedi onu kontrol etmek üzere olduğumu bildiği için. Bu içimi rahatlatırken adam yeniden doğrulttu silahını.


"FBI, open the door!"


Bizimkiler kapıdaydı ve ses de tahmin edileceği üzere Arda'ya aitti.


Can, ayağını yerdeki adamın silah tutan bileğine bastırırken ben elimdeki direği sertçe duvara vurdum. Ucundaki ampulün bir kısmı kırıldı ve direkte kalan zikzaklı cam parçası da benim işimi görecek kadar keskindi.


Kapının kırılma sesi geldi, ardından adım sesleri takip etti bunu. Direğin ucundaki kırık camla adamın boynuna baskı yapıyor fakat kan akıtmıyordum. "Bırak silahını."


Bileğine basan Can'a rağmen silahı avucundaydı, eğer hareket ettirebilseydi bileğini doğrudan vurabilirdi beni. Can çok doğru bir zamanda müdahale etmişti olaya.


Sıktığı parmaklarını yavaşça açtığında, tabanca zemine düştü ve Can da hiç beklemeden ittirdi onu salonun bir diğer köşesine.


İçeri giren üç adam, oldukları yerde kalakalmışlardı.


Ne, kırık abajurla adam dövmek çok mu garipti?


Biraz garip gibi Yağmur.


Başımı onlara çevirdim adamın boynundaki baskımı azaltmadan. Namlularını adamın üzerine çevirip durmuş, muhtemelen iki dakikada nasıl bu hale geldiğimizi sorguluyorlardı.


"Şuna bakın," dedi Arda hayran hayran elimi gösterirken, "yirmi birinci yüzyılda mızrak kullanıyor!"


Görkem, arkasını dönüp omzumun üzerinden geçen ve televizyona isabet eden kurşuna baktı, ardından hızlıca Can'a çevirdi başını. Baştan ayağa süzdü onu, sonra da gözleri benim vücudumda gezindi. Yaralı olmadığımıza emin olduğunda yerde tonlarca küfür eden Yahya'nın yanına ilerledi, Kaya da muhtemelen tabloyu almak üzere odadan çıktı.


"Ayağa kalk," dedi emredici sesiyle.


Adamın bakışları benim üzerimdeydi. "Söyle o manyağa, geri çekilsin."


"Şahdamarının üzerine cam parçası bastıran kadına manyak demese miydin acaba?" Sesi alaycıydı, silahını beline sokarken kelepçe çıkarmıştı arka cebinden.


"Ondan mı korkacağım?" diye sordu Yahya pis pis sırıtarak.


"Seni kışkırtmak istiyor," dedi Görkem, zaten farkında olduğum bir gerçeği dile getirmişti. "Adamın boğazını kesme."


Çakma mızrağımı yavaşça geri çektim avucumun içi kaşınırken. Can da geri çekildiğinde Görkem ve Arda adamı kaldırdılar yerden. Görkem, ilk karşılaştığımızda aynı bana yaptığı gibi adamın kolunu sırtına doğru büküp kafasını duvara yasladı ve ardından iki elini de arkada birleştirdi. Bileklerine kelepçeyi geçirdiğinde dudağının bir kenarı yukarı kavislenmişti. Benim düşündüğüm şeyi mi düşünüyordu ki?


Sopayı yere bıraktığımda Kaya elinde tuttuğu tabloyla girdi içeri. Basit bir manzara resmi gibi görünen bu tuvalin arkasındaki o küçük boşluğa paket paket uyuşturucu yapıştırılmıştı koli bandıyla.


Rahat bir nefes aldı Can. "Seçimim elimde patlamadı çok şükür."


O an bir soru kurcaladı aklımı. Acaba Can, Yahya Namoğlu dışında birini seçse Görkem o seçeneğe göre mi kurardı planını yoksa yine de bu eve mi gelmemizi isterdi?


Cevabım kesin olmasa da Can'a güveneceğini düşünüyordum.


Kaya, kelepçeli adamın ensesinden tutup arabaya doğru sürüklemeye başlamışken Arda da peşine takıldı onların.


Görkem'in bakışları yeniden üzerimizde gezindi, gözlerinde 'mission completed' yazıyordu sanki. Birazdan sağ alt tarafta 'next level' yazsa şaşırmazdım herhalde. "İyisiniz değil mi?"


"Sorun yok," dedi Can. Ben ağzımı açmadım ama başımı sallamam Görkem'e gereken cevabı verdi. "Bir taksi çağır Can," dedi Görkem. "Sığmayız arabaya, siz adamı alın gidin. Biz arkanızda olacağız. Doğrudan karakola sürsün Kaya. Bir de, telsizi yollasana bana Arda'yla."


Can, bir asker selamı vererek evden ayrıldığında Görkem de az önceki cümleleri tek nefeste söylediği için şimdi soluklanıyordu. Bazen gerçekten çok hızlı konuşuyordu, özellikle de plan yaparken.


"Neden abajur?" dedi, yönünü bana çevirerek. Aklına takılan bir şeyler olduğunu zaten anlamıştım ama taksiyi bekler diye düşünüyordum soru sormak için. "Kontrol etmesi daha zor, fark edilmemesi imkansız. Sinsi sinsi yaklaşamaz, beklemediği bir anda vuramazsın. Niye çerçeveler, süs eşyaları veya bardak varken koca direkli abajuru seçtin?"


"Sen ne yapardın?" Başımı biraz kaldırmış, yüzüne odaklamıştım bakışlarımı.


"Silahını elinden alırdım."


"Bundan korkacak biri değil, ellerini kaldırıp teslim olacak hali yok. Sonra ne yapardın?"


"Silahı yere atardım."


Beklediğim cevap bu olmadığından kaşlarımı çattım. Nasıl ki o benim neyi neden yaptıramadığımı kestiremiyorsa ben de eline bir avantaj geçirmişken neden şartları eşitleme gereksiniminde bulunduğunu anlayamamıştım. "Neden?"


"Bu açık bir meydan okuma çünkü." Durdu, yerdeki kırık ampul parçalarına baktı bir süre ve sonra bana çevirdi yeniden başını. "Doğasında rekabet vardır insanın. Hem gücünü kanıtlamak adına hem de tehlikeden kurtulmak amacıyla kontrolsüz bir güçle üzerime atılacaktı böylece. Kontrolsüz güç, yenilgiyi getirir beraberinde. Onu yere sermem kolay olurdu."


"Genelleme yapıyorsun," dedim. "Herkes senin üzerine atılmaya kalkmaz."


"Sen gibi mi?" diye sordu gülümseyerek. Dudağımın kenarı yukarı kıvrıldı. "Sen başkaydın, doğru. Bana öyle boş baktın ki hayalet miyim diye düşündüm bir süre. Benden bir hamle gelmese asla harekete geçmeyecektin." Derin bir nefes aldı. "Ama ben genelleme yapmıyorum, adamına göre muamele yapıyorum. Bu adamın bu tepkileri vereceği gayet öngörülebilir."


"Yöntemim seninkinden farklı olabilir ama nihayetinde işe yaradı mı? Yaradı. Neyi sorguluyorsun anlamadım."


"Neyi neden yaptığını anlayabilmem gerek, ilerleyen zamanlarda böyle bir durumda kalırsak ne yapacağını kavramam için."


"Beni, Can hakkında hiçbir fikrim yokken bir teste ittin," dedim ona doğru bir adım yaklaşarak. "Eğer çok merak ediyorsan bir sonraki seferde yanımda sen olursun, bu da senin testin olur."


"Çiftetelli, bu da telsiz," diyerek kırık kapıdan eve giriş yaptı Arda. Yaptığı bu iğrenç espri yüzümüzün buruşmasına sebep olurken bakışlarımız birbirinden sökülüp onun üzerine kenetlendi. "Ha ha ve ha. IQ'mdan bazen ben de şüphe ediyorum. Beni boş verin, telsizi istemişsin başkan."


Görkem, Arda'nın elinden telsizi aldıktan sonra bizden birkaç adım uzaklaşıp evin bir diğer köşesine ilerledi. Diğer ekiplerle konuşup durum güncellemesi yapmalarını istemişti. Bu sırada Arda yanıma varmış, kolunu omzuma atmış ve zar zor yaptığım topuzumu sıkarak sevmişti beni. "Bak oğul," dedi, kolunun altına sıkıştırdığı beni dış kapıya doğru ilerletirken. "Ben Can'ımı öyle kolay emanet etmem kimseye. Sen sahip çıktın ona, obaya ettiğin üstün hizmetten ötürü seni terfi ettirdim kalbimde. Artık benim kankamsın."


"Şeref duyarım," dedim kıkırdayarak.


"Aa, özel uçağınız gelmiş," dedi, eliyle taksiyi işaret ederek. "Ben bizim arabaya atlayayım, siz de şoföre deyin ki öndeki aracı takip et." Durdu, ellerini çırptı heyecanla. "Siz demeyin, ben diyeceğim." Koşarak taksinin yanına gitti ve camı tıklattı. Bir yandan da eliyle hayali bir kolu çeviriyor, adamın camı açmasını işaret ediyordu. Hedefine ulaştığında "Öndeki aracı takip et," diye bağırdı adama. Buraya gelirken Görkem'in kullandığı arabayı gösterdi. "Öndeki araç şu. Sakın kaybetme bizi tamam mı?"


Neye uğradığını şaşıran şoför başını aşağı yukarı sallamakla yetindi. Bu sırada Görkem evden çıkıp taksiye atlayınca ben de geçtim yanına ve Arda da öbür araca ilerledi. Önde onlar, arkada onların peşine takılan biz karakol yoluna koyulduk.


"Can nasıl davrandı içeride?" diye sordu Görkem. Öne oturmak yerine arkaya, benim yanıma oturmuştu ve bunun bana soru sormak için olduğunu tahmin etmiştim.


"Davranması gerektiği gibi." Gözlerimi gözlerine değdirdiğimde beklediği cevabın daha ayrıntılı bir analiz olduğunu anlamıştım ama yine de memnun olmuştu Can hakkında fazla yorum yapmadığım için. "Bana anlattığı kadarıyla onun gerçekten içeride hiçbir şey yapmadan oturmasını bekliyordum," dedim dürüstçe. "Kendine o kadar güvenmiyor ki, muhtemelen bana ettiği yardımın da farkında değildir. Her şeyi benim yaptığımı sanıyor olabilir."


"Sen yapmadın mı?" Bu sorusu, sadece konuşmaya devam etmem için ortaya atılmıştı. Can'ın katkı sağlayacağını elbette ki biliyordu.


"Bizi oraya ekip olalım diye göndermedin mi?"


Gülümsedi içtenlikle. "Doğru."


Taksi karakolun önünde durdu, kapının önünün kalabalık olduğunu gördüm. Sürekli olarak içeri girip çıkan birileri vardı. Kaya, elini ensesine mühürlediği adamı başını önüne eğmesini sağlayarak indirdi araçtan. Ardından diğer yanına Görkem ilerledi ve bir kolundan Kaya'nın bir kolundan Görkem'in tuttuğu Yahya bu şekilde girdi karakola. Biz üç kişi de yalnızca iki adım kadar gerilerindeydik.


Üst kata çıkacağımızı sanıyordum ama etraftaki karmaşıklıktan sıyrılıp tam karşımızda duran Necip Amir'i gördüğümüzde durdu adımlarımız. Can aramızdan sıyrıldı ve elinde taşıdığı tabloyu Necip Amir'e teslim etti. Onun gurur dolu gülümseyişiyle birlikte bir an herkesin sustuğunu, etraftaki bütün uğultunun dindiğini fark ettim. Hemen sağ tarafında Eylül duruyordu ve yüzünde anne şefkatinin izleri vardı bize bakarken.


Sonra anladım ki, girişteki bütün memurlar bizim geldiğimizi fark etmişler ve bunun için duraksamışlardı. "On yedi baskın mı?" diye sordu kumral, üniformalı bir genç. "Sıfır hata ve ele geçirilen kilolarca uyuşturucu mu?" diye devam etti. Samimi birine benziyordu. "Boşuna dilden dile yayılmıyorsunuz."


Bu sessizliğin içinde konuşan tek kişi o olduğu için bütün bakışların hedefi bu defa o oldu ama çok geçmeden yeniden ilgi odağı olmuştuk. "Karizmaya fokus," dediğini duydum başka birinin. "Herkes bana böyle hayranlıkla baksa ben çoktan kral havalarına girmiş, halkımı selamlamaya başlamıştım. Şunlara bak, nasıl bozmuyorlar duruşlarını."


Herkes bize hayranlıkla bakmıyordu zira çoğu kadın olmak üzere bir grup insanın kıskanç bakışlarını üzerimde hissetmemin başka açıklaması olamazdı. Necip Amir ve Görkem, aralarında birkaç adım mesafe varken gözleriyle konuşmayı sürdürdükleri sırada yanımdan elleri kelepçeli başka bir adam geçti. Sergidekilerden biriydi, tanımam zor olmamıştı.


"Tebrik ederim," dedi Necip Amir.


Onun verdiği söz aklıma gelince gülümsedim. Herkesin gurur duyduğu biri yapacağını söylemişti Görkem'i ve belki de bunu başardığını hissettiği en net zamanın içindeydik. Analizciler kelimeler yerine gülümsemelerle cevap verdiler. Etraflarındaki kimse umurlarında değildi. Yalnızca Necip Amir ve Eylül'ün bulunduğu taraftaydı gözleri.


Başarıyı kutladığımız bu kısa anın sonunu, muşmula suratlı bir adamın merdivenlerden inmesi getirdi. Üzerinde jilet gibi bir takım elbise vardı, seyrek, açık kahve saçları sol tarafa doğru özenle taranmıştı. Yanımıza varana dek adımladı.


Yahya'yı başka bir memur kolundan tutup gözaltına sürükledi. Herkes kendi işinin başına döndüğünde Necip Amir'in yanında duran adam, kısık bakışlarını sıra sıra hepimizin üzerinde gezdiriyordu. En son Görkem'in üzerinde durdurdu. "Sen ve arkadaşların alkış mı bekliyorsunuz?" diye sordu, ses tonu sanki şakalaşıyormuş gibiydi ama bu samimiyetin sahte olduğu yüzünden anlaşılıyordu.


Necip Amir'in bakışlarının karardığını gördüm. Yanındaki adamdan zerre kadar hoşlanmıyordu.


"Ben ve ekibim," dedi Görkem her bir kelimesini vurgulayarak. "Ettiğimiz hizmetin karşılığında alkış beklemeyiz Sayın Savcım."


Gerçekten küfür etkisi yaratıyormuş Yağmur.


Demek meşhur savcı buydu.


"Başarılarınızın devamını dilerim," dedi yine aynı sahte ifadeyle. Derdi neydi tam olarak? Gözleri yeniden üzerimizde gezinirken Arda'nın dikkatle Görkem'in yüzünü izlediği fark ettim. Yumruk atmasından cidden korkuyor gibi duruyordu ama Görkem şiddet içerikli hayaller kuruyorsa bile bunu mimiklerine yansıtmıyordu.


"Asya mıydı?" dedi gözleri beni bulduğunda. Onun arka kısmında kalan Eylül, yüzünü buruşturup ağzını saçma bir şekilde oynatarak savcının taklidini yaptı kendi kendine.


"Evet," diye karşılık verdim.


"Bir de kadın mı katıldı şimdi Analizcilere?" diye sordu, elini Görkem'in omzuna koymuş ve gülmüştü alayla. "Şahtınız şahbaz olmuşsunuz."


'Ne biçim savcı be bu?'


İç sesim ve ben, Görkem'in hissettiklerinin ne kadar doğru olduğunu düşünüyorduk. Bu karakola iki kez gelmiş, ilkinde Semih denen herifi ve ikincisinde de savcıyı yumruklamak istemiştim ama tabii ki hiçbirini yapmamıştım. Bunun yerine içim içimi yumrukluyordu.


"Başka bir şey var mıydı, Sayın Savcım?"


Görkem'in kullandığı bu ifadeyi sabaha kadar dinleyebilirdim. Resmen terapi etkisi yapıyordu vurgusu.


"Hayırdır, randevun mu var?"


"Zamanım kıymetlidir," dedi sakince. "Ve operasyonun bir kez daha üzerinden geçmemiz gerekiyor ekibimle, pürüz bırakmamak adına. Merak etmeyin, alkış beklemiyoruz."


Can, gülmemek için kendini sıkarken tuhaf bir ses çıkardı ama bir kez öksürüp üzerini kapattım. Birbirimize bakarken ikimiz de gülmek istiyorduk ama durmak zorundaydık işte.


Necip Amir'in de bizden farksız olduğuna yemin edebilirdim. "Sizin de vaktinizin kıymetli olduğunu çok iyi bilirim, Savcım," dedi Necip Amir.


"Öyledir Amirim," dedi savcı.


Soğuk bir rüzgar esti, her an kovboy filmlerinde arkada gerilim müziği çalarken iki düşmanın arasından yuvarlanarak geçen saman topu belirebilirdi bir yerlerde.


"O halde iyi günler dilerim." Necip Amir savcının kıçına tekme basmak dışında her yolu uygulamıştı onu buradan uzaklaştırmak için ve nihayet başarmıştı.


"Yemin ederim başımı ağrıtıyor bu adam," dedi Görkem, elini alnının üzerine götürüp şakaklarını ovalarken.


"Yine mi başın ağrımaya başladı senin?" diye sordu Necip Amir, endişeyle. Görkem'in yalnızca bir adım uzağında duruyor, yüzünü inceliyordu dikkatle. Görkem, dolaptan şeker aşırırken yakalanmış bir çocuk gibi duraksadı, pot kırmıştı sanırım.


Onu ne zaman görsem başı ağrıyordu. Necip Amir'in haberi yok muydu bundan?


"Bana bak," dedi gözlerini göstererek. "Görkem, ilaç kullanmıyorsun değil mi yine?"


"Kullanmıyor," dedi Kaya, Görkem'in yanındaki varlığını belli ederek. "Gözümüz üzerinde, dert etme sen."


"Çocukum mu ben ya?" Bence bu soruyle birlikte gayet çocuktu Görkem. Etrafımızdaki kimsenin bizi duymadığını bildiğinden rahat davranıyordu ama bu sitemi öyle komik bir tonda söylemişti ki Eylül kahkaha atmış ve bir iki kişinin bize dönmesine sebep olmuştu.


"Gerekirse acı biber bile sürerim ağzına, çocuk muymuşmuş... Şuna bak! Kendine geleceksin Görkem. Bir daha aynı korkuyu yaşayamam ben."


"Ben de," diye fısıldadı Arda, hemen yanımda olduğundan duymam zor olmamıştı. "Ve ben," diye katıldı ona Can. "Bir de ben," dedi Eylül.


"Ben izin vermem," diyerek son noktayı koydu Kaya. Her ne olduysa, Analizciler etkisinden çıkamamıştı belli ki ve Görkem etrafındaki insanlara yaşattığı o korkudan dolayı hâlâ o gün olduğu kadar üzgün hissediyordu bence. Yüzünde asılı olan hüznü böyle yorumladım.


"Benim kafamı bir şeylere yormam lazım." Görkem elini alnından çekmiş, bakışlarını yere eğmişti. "Zaten daha bitmedi işimiz. Operasyon analizi yapacağız. Senin odayı işgal ediyoruz abi, haberin olsun."


"Tepe tepe kullanın."


"Siz geçin," dedi, eliyle merdivenleri göstererek. "Ben geleceğim iki dakikaya. Aç olan var mı?" Gözleri sol baştan başlayarak hepimizin üzerinde gezindi. "Tamam, hepimize bir şeyler alır öyle gelirim." Çenesini sıvazlayarak bir kez daha baktı bize. Gözlerimize bakarak kimin ne kadar yiyeceğini hesaplıyor olabilir miydi? Eğer öyleyse şaşırmazdım çünkü. "Eylül, sen de Cevdet abiyi bulursan çay yollattırırsın. Hadi çıkın yukarı."


Arda kolunu Can'ın omzuna attı, ikisi önden yürürken benim yanımda Eylül vardı. Kaya da arkamızdan geliyordu. Amirin odasına vardığımızda, koltuklardan birine Kaya geçti diğerine ise Can. Arda, masanın kenarına yasladı kalçasını. Boş kalan tek yer masanın arkasındaki sandalyeydi fakat oraya oturmanın yanlış olacağını düşünüyordum. Odayı işgal etsek bile koltuğunu işgal etmemeliydik en azından. Eylül işleri olduğu için bize katılamayacaktı. Çok geçmeden Cevdet abi çaylarımızı getirdi ve ardından da elinde bir poşetle Görkem girdi içeri.


"Hadi yine iyisiniz," diye mırıldandı kapıyı ayağıyla ittirirken. "Tatlı da aldım size." Herkese bir tost, bir çikolata verdi tek tek. Kaşarlı tost almıştı bana bir önceki seferde de olduğu gibi, bir de fındıklı çikolatam vardı.


Görkem benim yanımdan geçip, Necip Amir'in sandalyesine oturdu. Keyifle ve açlıkla çaylarımızı içip tostlarımızı yerken kimsenin sesi çıkmıyordu. Karnımızı doyurduktan sonra analiz işine geçecektik belli ki.


Çalan kapı, hepimizin bakışlarının aynı tarafa çevrilmesine neden oldu. "Gel," dedi Görkem, çatılmış kaşlarıyla ve sonra o yüzü gördüğünde daha da çatıldı kaşları, gözleri benimkilere değdi. Ne düşündüğümü okuyabilecekmişçesine baktı suratıma.


Gelen Semih'ti. Gözleri birer birer hepimizin üzerinde dolaştı, sıra bana gelince kısa bir duraksama yaşadı ve yeniden Görkem'e döndü. "Necip Amir yok mu?"


"Sence var mı?"


"Yok gibi."


"Ben varım," dediğimde kimse konuşmamı beklemiyordu sanırım. "Nasılsın Semih? Başıma bela olma planları kuruyor musun kuytu köşelerde?"


Dudakları hafifçe aralanırken Analizciler karşısında bana nasıl bir tepki vereceğini tartıyor olabilirdi. "Sen niye bana laf atıyorsun? Yanındakilere mi güveniyorsun yoksa?"


"Onlar yokken susmuş muydum?" diye sordum. Yediklerini sindiremediğinden hafızasından silmeyi mi tercih etmişti acaba? "Sana bir 'ilişki' ayarlayabileceğimi söylemiştim. Bak, getirdim bizimkileri." Arda ve Can, aynı anda gözlerini kısıp dudaklarını oynatarak 'uuu' dediler ama araya girmemek için sesli söylememişlerdi. Kaya oluşan kaos ortamını sabaha kadar izleyebilirdi ama Görkem, kontrolsüz moduna geçmek üzere gibiydi.


"Seninle uğraşmayacağım," dedi omuz silkerek. "Yapmam gereken işler var. Narkotiğin yakaladığı başarı çoktan yayılmaya başlamıştır." Yüzüne büyük bir sırıtış yerleşti. "Savcı da malum, konuşup tebrik etmek ister falan beni. Görkem'in hayal etmesi zor olur tabii. Biliyor musun Görkem, savcı gülebiliyor!"


Dudaklarını tehlikeli bir tebessüm sarmalamıştı Görkem'in. "Sen de gülebiliyorsun. Şimdi dışarı çık ki, gülmeye devam edebil."


"Aa, yoksa takıştınız mı yine? Nasıl üzüldüm anlatamam. İstersen senin için konuşabilirim onunla?"


"Semih, ikile hadi," dedi Kaya çelik gibi sert bir sesle.


"Amirime söylersiniz geldiğimi."


"Söylerim abime," dedi Görkem, gözleriyle kapıyı işaret etti ve nihayet defolup gitti Semih.


"Bu adam ileride sana asılırsa ben şaşırmam," dedi Can, yüzü buruşmuştu. Neler olduğuna anlam vermeye çalışıyordu. "Tipe bak hele."


"Aranıza katılamadığı için böyle yapıyor," dedim. "Benimle problemi yok, yeni Analizci oluşumla ilgili bir problemi var. Yerime kim gelse aynısını yapacaktı."


"Yerine kimse gelmeyecekti." Görkem, sandalyesinde geriye doğru yaslanmıştı, tostunu çoktan bitirmiş ve gözlerimizi buluşturmuştu. "Ya sen ya hiç. Başka bir seçenek olmadı en başından beri."


"Öğrendi mi?" diye sordu Kaya, başından beri Analizci olmamın planlandığını ama Mete istemediği için bana teklif edilmeyişini kastederek.


"Necip Amir'le konuştuk," dedim.


"Neyse, doyduysanız geçelim işimizin başına." Bir anda poşetten çıkardığı ıslak mendilleri tek tek üzerimize fırlattı. Hepimiz havada yakalamıştık ama bütün gözler onun üzerine dönmüştü. Sadece ıslak mendille bile refleks testi uygulamıştı bize.


Ellerimi sildikten sonra anlattıklarını dikkatle dinlemeye başladım. "On yedi kişi, hepsi elimizde. Üçü malı elden çıkarmış ama o gece satın aldıkları tablolar evlerinde bulunmuş ki bu da bizim elimizi güçlendirir."


"Ben hallederim onları," dedi Can kendinden emin bir sesle.


"Operasyona hiç narkotik köpeği katılmış mı?" diye sordu Arda, çocuksu ses tonuyla.


"Bazılarına evet, ne oldu?"


"Hiçbir şey olmadı." Ellerini oturduğu masaya dayamıştı ve ayaklarını sallandırıyordu. Ben de masanın kenarında oturuyor olduğumdan hafifçe sallanıyordum onun hareketleriyle beraber ama bu sorun değildi. "Narkotik köpekleri sizce de çok asil değil mi?"


Öylelerdi.


"Şimdi," dedi Görkem boğazını temizleyip esas mevzuya girdiğini belirtmek ister gibi. "Bir yanımızda Hasan tehlikesi var. Pis işlerin başındaki Cengiz'i içeri tıkmamız zaten kuvvetli bir koz geçirmişti elimize. Şimdi on yedi müşteriyi de kaybettirdik. Haliyle sinirlenecek ve öfkeyle hareket edecektir. Mila Tokel'e veya kumarhane baskını yapan adama, yani bana, karşı bir atak yapmasını bekliyorum."


"Olayların Mila ile ilgisi olduğunu çözeceğinden emin gibi konuşuyorsun her seferinde," dedi Arda sallanmayı bırakarak. "Belki de öyle olmaz. İşin peşine düşer ama Mila aklına gelmez?"


"Her şeyi düşünmek zorundayım, o da öyle. Hasan'ın zeki bir adam olduğunu biliyorum Arda. Öyle ya da böyle anlayacaktır, anlamamış olsa bile ben bu ihtimali es geçemem. Ona göre almamız gerekiyor önlemimizi."


"Bir arada dolaşırız bir süre," dedi Kaya. "Zaten öbür yanımızda da şu zarf olayının ardındaki kişi her kimse o var. Seni ve Can'ı biliyor, hatta belki bizi de."


"Kazasız belasız atlatabilmemiz için olayları, şu dertleri olabildiğince aza indirmeliyiz," dedi Görkem, ellerini masanın üzerinde birleştirerek. "Can ve Kaya, siz bu akşam sorguları halledin."


"Tamamdır," dedi Can.


"Biz de kalanlarla eve geçelim. Hedefim, Hasan'dan önce bizim harekete geçmemiz ama ortam şu an fazlasıyla karışık. Biraz sabretmemiz gerekiyor. Durup dinginliği bekleyeceğiz. Sonrasında yeniden yaparız yuvarlak masa toplantımızı."


"Ele geçirilen uyuşturucuları gördün mü?" diye sordu Kaya, Görkem'e.


"Ağırlıklı olarak metamfetamin ve sentetik haplar," diye cevap verdi Görkem. "Detaylı incelemedim, aklında bir şey varsa Arda'yı gönderelim. Çıkarsın bize raporunu."


Arda başını sallayarak onayladı bu cümleyi. Kaya ona şimdi git dese gerçekten tam şu an kalkıp giderdi fakat beklediği tepkiyi alamadı. "Sadece merak ettim," dedi Kaya. Gözleri duvara sabitlenmişti. "Üç kişinin elden çıkardığını söyledin malı. Kim bilir kimin kanında dolaşıyor onlar şimdi... Kaç çocuk zehirlenmiştir Görkem?" Bu sorusunun altında yatan derin hikâye, Kaya'nın çocuklara olan zaafının sebebiydi ve göğsümün sancıyla kasılmasına sebep olmuştu.


Sahiden, bakıldığı zaman başarılı bir operasyondu ama işin görmediğimiz kısmında kaç kişi uyuşmuştu çoktan?


Görkem'in dizinin üzerinde duran elinin yumruk haline geldiğini masada oturduğum için ben görebiliyordum ama Kaya göremezdi. Cevap bekliyordu onun gözlerinin içine bakarak. Bu sorunun cevabını bilmesi imkansızdı ama Kaya içten içe inanıyor olmalıydı Görkem'in her şeyi bildiğine.


"Gençlere satış yapmıyorlar." Bu bir blöftü, bir kandırmaca. Sesindeki netlik, Kaya'yı kandırmak için yeterli değildi. "Nereden biliyorsun?" diye sormasına sebep oldu fakat Görkem hiç panik yapmadı, sakinlikle devam etti konuşmaya. "Cengiz ve Hasan'ın tanışıklığının eskiye dayandığını biliyoruz. Hasan kumarhane işletiyordu, muhtemelen şimdiki müşterilerin çoğunu da oradan bağlamıştır. Biliyorsun, ortaya para yerine uyuşturucu koyulan kumarlar oynadığını ve bu sayede çok daha fazla para kırdığını. Hasan'ın parmakları başından beri bu çamura bulaşmıştı, şimdi tamamen avucuna almak istiyor işleri. Bu kadar basit."


Çaktırmadan konuyu değiştirmeyi nasıl başarmıştı?


"Kaya," dedi daha yumuşak bir sesle. Arda dudaklarını birbirine bastırmış, Can ise kucağında birleştirdiği ellerine dikmişti gözlerini. "İstiyorsan sorgularda Can'a Arda ve 13 eşlik etsin. Biz seninle eve geçelim?"


"Gereği yok." Demirden maskesi yeniden yüzündeydi "Hadi, biz işimizin başına gidelim Can." Can ikiletmeden ayağa kalkmış, kapıya doğru ilerlemişti. "Her türlü ilaçtan uzak dur, başın da ağrımasın mümkünse," dedi Kaya, odadan çıkmadan önce.


"Mümkün değil," dediğini işittim Görkem'in. Kısık sesle söylemiş olsa da odada başka bir ses olmadığından anlaşılmıştı ne dediği.


"Biz ne yapıyoruz?" Arda masadan aşağı atlayıp kendini sandalyeye atmıştı. Masanın üzerindeki çöpleri toplayıp boş poşete tıktı, ben de bu esnada çikolata paketimi açtım.


"Bir gözümüz ve bir kulağımızı burada bırakıyoruz." Operasyonlar hallolsa da yakalanan kişilerin salınmayacağını garantileyene kadar merkezle iletişim halinde kalacağız demekti bu.


"Sonra?"


Bakışları pencereye kaydı, gecenin lacivertine boyanan havayı izledi bir süre. "Zamana bırak sonrasını."


Gökyüzünde süzülen iki uçurtma vardı. İkisinin de ipleri Görkem'in elindeydi fakat o, uçurtmaları zamanın rüzgarına bırakmıştı. Yönümüzü belirleyecek olan etken, kol saatimin içinde dönüp duran akrep ve yelkovandan başkası değildi.


•⚓•


Uçurtmaları sıkı tutalım yalnız, kaçar maçar Maazallah.

Çıkan kaosları Kaya gibi keyiflenerek izlediğinize yemin edebilirim?

Beni bilirsiniz, hiiiiiiç sevmem öyle şeyleri (!)

Nasılsınız? Nasıl gidiyor? Neler yapıyorsunuz? Neler düşünüyorsunuz? Yazın buralara. Siz beni okudunuz, ben de sizi okuyayım.

Bir de, cevaplamanızı istediğim birkaç sorum var. Uzatmadan onları da bırakayım şuraya:

*Hasan, Mila'dan şüphelenir mi? Görkem boş kuruntu mu yapıyor?

*Gözünüzde en hassas Analizci kim?

*Eylül hakkında düşünceleriniz?

Bu kadardı. Kendinize iyi bakın. Görüşürüz. Gittim.

🔵🤝🔵


Yorumlar

  1. Abla lütfen cevap ver 13 ne demekkk

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Asya 13 numaralı evde yaşıyor diye görkem ona 13 diyor

      Sil

Yorum Gönder

Popüler Yayınlar

36. "Çatlaklar ve Kırıklar"

55. "Geri Sayım"

35. "Görülme İhtiyacı"