37. "Yeniden Doğuş"
Bölüm Şarkıları:
Gold Brother, Back From The Fire
Imagine Dragons, Demons
Rihanna & Eminem, Love The Way You Lie
Kaan Tangöze, Sorma
Yüzyüzeyken Konuşuruz, Son Seslenişim
Son Feci Bisiklet, Bu Kız
🪢
Babama korktuğumu söyleyene kadar karanlığın yok edilemez olduğunu sanırdım.
•⚓•
"Yanlış yere baskı uyguluyorsun. Sandığın kadar zor değil. Bak, böyle yapacaksın."
Kaya bana bileklerimdeki kelepçeleri tel tokayla nasıl açacağımı öğretiyordu.
Çatı katındaki büyük masadaydık, uzun zaman sonra yeniden birlikte çalışmak için toplanmıştık. Zamanında birinin benim için intikam almayı denemesi o kişinin ölümüne sebep olmuştu, yaşamıştım, böyle bir eyleme kalkışmanın sonuçlarını biliyordum fakat o depoda yaşadığımız yenilginin intikamı için gözümü öyle bir karartmıştım ki, benim için korkuyu çağrıştıran intikam kelimesi artık yalnızca başkalarına korku salmak anlamına geliyordu.
97 saniyelik işkence için 97 kişiyi tek başıma öldürebileceğimi hissediyordum. 97 saniyelik yanık için 97 farklı yerde yangın başlatabilirdik. Biz Analizcilerdik, beş kişiydik ama içimizden birinin canını yaktıklarında beş bin kişiye bedel olabilirdik. Bunu henüz Piramit'tekiler bilmiyordu.
Liderimizin her zaman bize siper ettiği sırtı, her zaman diğerlerine bir dayanak olan o sırt mahvolmuş haldeydi. Parçalanmıştı, derisi soyulmuştu, büzüşmüştü, su toplamıştı.
Bana göstermeyi ilk kabul ettiği anda yapmamam gereken bir şey yapmış, alnımı kürek kemiğine yaslayıp içimi çeke çeke ağlamıştım.
Güçlü durmak mümkün değildi o manzaranın karşısında. Titreyen parmaklarım yanık kremini sırtındaki izlere yedirmeye çalışırken dişlerimi ne kadar sıkarsam sıkayım gözyaşlarımın yanaklarıma düşmesini engelleyememiştim. Görkem daha ilk saniyeden bana yaralarını gösterdiğine pişman olsa da ben sırtına yaslanıp nefesim kesile kesile ağlarken kaskatı bir halde sadece durmuştu. Hareket bile edememişti.
Yine yaslanmıyordu arkasına. Dirseklerini masaya dayamış, öne doğru eğilmiş haldeydi ve gözlerini dikmiş bileğime bağlı kelepçelere bakıyordu. Arda ve Can aramıza katıldığında durum değerlendirmesine başlayacaktık. Bu süreçte Kaya yanıma tel toka ve kelepçeyle gelmişti ama Görkem sonradan katılmıştı aramıza. Oraya oturduğundan beri tek kelime etmeden yalnızca izliyordu. Farkındaydım, o anı bir kez daha yaşıyordu.
Tel tokayı hızlı hızlı oynattım. Dakikalardır uğraşıyordum ve sinirlerim bozulmuştu. Parmaklarım titrediğinde tokayı masaya fırlattım bir çocuk gibi. Bileğimdeki silik izlerin üzerinde yeniden demir kelepçeler vardı, cildimi tahriş edip canımı acıtıyorlardı. "Yapamıyorum."
"Odaklanmıyorsun söylediklerime." Dünyanın en otoriter eğitmeni Kaya'ydı. "Benim öğrencimin başarısızlığı kabul ettiği nerede görülmüş? Tekrar deneyeceksin."
"Zorlama." İkimiz de başımızı kaldırıp Görkem'e baktık. "Çöz, Kaya." Emrediyordu. Sesi onunla konuşur gibi değildi, sertti.
"Çözmeyeceğim, kendisi yapacak."
"Korkuyorum," dedi. "Onu bir kez daha elleri bağlı haldeyken görmekten korktuğumu bildiği için bir an önce kurtulmaya çalışıyor ama eli ayağına karışıyor. Ben burada olduğum sürece istese de açamayacak kelepçelerini."
"Onu senin gözünün önünde bağladıysam belki de tek amacım ona kelepçeleri açmasını öğretmek değildir."
Görkem'in bir başka yerde, bir başka şekilde beni böyle görme ihtimalini düşündüm. Eğer yeniden bir tuzağa düşersek ve yine aynıları yaşanırsa bileğimdeki kelepçeler bile çenesini kilitleyecekti onun. Kaya bunun önüne geçmeye çalışıyordu. Hem bana kendimi korumayı öğretiyordu hem de ona kendimi koruyabileceğimi gösteriyordu.
Ben de bileklerimde kelepçelerle ikisini dinliyordum.
"Sesine bile tahammülüm yok," dedi küçük demir zinciri göstererek. "O şey her ses çıkarttığında kafamın içine biri tırnaklarını geçiriyor sanki."
"Geçecek," dedi Kaya. "Geçmesini sağlayacağım."
"Belki de gerçekten benim yerime sen-"
"Kes sesini." Ona bakmayı bıraktı hatta onu bütünüyle yok saydı. Yeniden bana dönüp fırlattığım tel tokanın yerine yenisini uzattı. "Tekrar dene. Daha sonra ellerin arkandayken de pratik yapacağız."
Biraz daha uğraştım, biraz daha direttim. En son nasıl yaptığımı bile bilmeden küçük bir klik sesinin çıkmasına sebep oldum. Aynı saniye Arda ve Can çatı katına ulaşan merdivenlerin başında göründüler ve ben çok fazla çabalamış olmamın getirdiği zaferle kelepçeden kurtardığım elimi yumruk yapıp havaya kaldırdığımda Arda heyecanla yerinde sekmeye başladı. "Hemen havalı bir cümle kurmalısın," dedi hevesle. "Kaya öyle yapmıştı."
"Ne demişti?" dedi Can. "Beni bağlıyorsan, çözemeyeceğimden emin ol."
"Yuh," dedi Görkem. "Bunu bile mi anlattın?"
"İlk önce bunu anlattı aslında," dedi Arda gülerek. "Asya, sen de böyle afilli bir cümle kurmalısın. Bu işin adabı budur."
"İstikbal göklerdedir falan desem?"
"Ne alaka şimdi?" diye sordu Can.
"Bilmiyorum. Panik oldum. Arda acele ettiriyor, kendime havalı bir replik bulamıyorum."
Görkem'in yüzünde sıcak bir gülümseme belirdi.
"Fazla düşünmene gerek yok." Kaya gülmüyor, dümdüz bana bakıyordu. "Abim öğretti diyeceksin."
Bir saniyeliğine hepimiz donup kaldık. Göğüs kafesimin içindeki sıcaklık kontrolsüz şekilde bin dereceye kadar ulaştı. Görkem, gözleri gülerek ona bakıyordu. Kaya'yla aralarında daha önce yaşanmış bir konuşmadan kaynakladığını düşündüm bunun.
Gözlerimin dolmaması için uğraşırken "Bu havalıymış," diyerek alaya almaya çalıştım. Sesim titreyecek gibi çıkmasaydı belki başarılı olabilirdim. "Anlaştık, abim öğretti diyeceğim."
"Aferin, şimdi tekrar yap." İtiraz etmek için ağzımı açacağım sırada ellerimi bir saniye gibi bir sürede yeniden kelepçeledi. Can ve Arda da bizi izleyenler kervanına katıldıklarında tel tokayı küçük delikten itip döndürmeye çalıştım. Kaya, parmaklarımı saran parmaklarıyla bana yön verdi. Bu işin püf noktalarını hepimize detay detay anlatıyordu. Doğduğu andan beri tel tokayla kelepçe açtığını düşünmeye başlamak üzereydim.
"İddialara göre," dedi Arda kelepçeden kurtardığım bileğimi ovalamaya başladığımda. "Kaya, tel tokalar üzerine doktorası olan ilk insanmış."
"Bu işe anne karnında başlamış gibi," dedi Can da.
Kaya için var olmayan bir kavramdı annelik. Bu yüzden başımı hızla ona çevirip bu kelimenin üzerinde bırakacağı etkiyi gözlemleme ihtiyacı hissettim fakat buna takılmış görünmüyordu. Belki de ben fazla düşünüyordum. "Aslında öyle sayılır." Parmaklarıyla masanın üzerine yaydığı tokaları tek bir alana toparladı. "Küçükken de Bahar'ın saçlarından çalıyordum. Tokalarımı sürekli kaybediyorum diye ağlamıştı bir kere bana."
"Ona bir kutu toka hediye etsen bu çok romantik olurdu," dedim ellerimi çenemin altında birleştirip gözlerimi kırpıştırarak. Arda ve Can bu halime gülmeye başladılar. Kaya'ysa telefonunu çıkarıp not uygulamasını açtı ve bu beni bir kahkaha krizinin ortasında bıraktı. "Gerçekten yapacak mısın?"
"Güzel fikirmiş," diyerek takdir etti beni. "Aklına başka bir şey gelirse söyle."
"Olur. Bahar'ı biraz daha iyi tanımaya başladıkça söylerim."
"Bana kalırsa Kaya aradan çekilmeli diye düşünüyorum," dedi Arda her zamanki muzipliğiyle. "Çünkü dün akşam ikiniz dans ederken ortalığı yakıyordunuz. Uyumlu bir çift olabilirmişsiniz gibi geldi."
"Adama bak." Görkem huysuz huysuz kaşlarını çattı. "Ocağımıza incir ağacı dikmeye çalışıyor."
"Adama bak," dedi Can da aynı şekilde. "Asya'yı Bahar'dan kıskanıyor."
"Pek haksız sayılmaz." Kaya'nın Görkem'i desteklemesine alışkındım ama böyle bir konuda hemfikir olmaları beni güldürdü.
"En kısa zamanda biz dört kadın toplu bir buluşma planlayacağız," dedim. "Konuşacaklarımız vardır, bazı itiraflar alıyoruz bir süredir hepimiz. Bakalım, oturup aynı burada yaptığımız gibi bir durum değerlendirmesi yaparız diye düşünüyorum."
"Siz konuyu bana çevirmeden önce ben konuyu işe çevireyim." Arda sandalyesinde geriye doğru yaslandı. "Nereden başlıyoruz, elimizde ne var? Ben oradaki olayların tüm detaylarına hakim değilim. Eğer sizin için zor olmayacaksa bir kez üzerinden geçmek istiyorum."
"En büyük sorun Görkem'i artık ismen tanıyor olmaları," dedi Kaya kimsenin cesaret edemeyeceği konuyu çat diye açarak. Görkem'in yüzünde hâlâ o derin utanç vardı, içimi eziyordu bu ifadesi.
"Hermes omzumu yakacaktı." Bir yanım, onu kendi ailesinden bile koruma isteğiyle dolup taşıyordu. Yaralı da olsa kanatlarımı etrafına germeliydim, o yeniden kendine gelene kadar ona sahip çıkmak zorundaydım. "Sebep buydu."
"Bir suçlu aramayacağız," dedi Arda beni rahatlatmak ister gibi. "Dediğim gibi, ben sizinle değildim. Sadece öğrenmeye çalışıyorum."
"Suçlu bendim." Görkem'e çevirdim gözlerimi ve kendinden emin, kararlı bakışlarıyla karşılaştım. Hatasını telafi etmek için her şeyini verecek bir adam oturuyordu sağımda. "Hayır Can, bakma öyle. Sen yara almadın diye seni mi suçlayacağım sanıyorsun? Siz bana emanetsiniz. Necip Amir her sözünde haklı değildi ama bana söylediklerinde haklıydı. Hatayı ben yaptım, en ağır yarayı da ben aldım çünkü bir bedel ödenecekse onu ben öderim. Şimdi, bunları bir geride bırakıp önümüze bakacağız. Benim ismime karşılık onların ismini bulacağız."
"Nasıl yapacağız bunu?" diyen Can'dı.
"Profil çıkaracağız. Bildiklerimizle tahminlerimizi birleştireceğiz. Kaya Kayalık yapacak, sistemlere sızacağız, seçenekleri en aza indireceğiz. Sen Vega'yla ne konuştuysan hepsini anlatacaksın. Gerekirse birkaç gün uykusuz kalacağım ama ellerine bir koz verdiysem ellerinden bir koz almadan durmayacağım."
"Ros'a ihtiyacımız olabilir." Lafını bölmek istemesem de onun ne durumda olduğunu çok merak ediyordum. Benim için bir silahın önüne geçmişti. "Sana ulaştı mı?"
"Ulaşacaktır."
"Ondan haber alamıyor musun?"
Endişemi anlasa da sakin kaldı. "Onunla irtibata geçemem. Çok büyük risk aldı bizim için. Kendisi bana ulaşana kadar ona bir adım atmayacağım, ondan şüpheleniyorlar mı bilmiyorum."
"Barbaros bana herkesten çok yardım etti," dedi Arda. "Kendini nasıl paraladığını görmeniz lazımdı. Sana her hücresiyle sadık, Görkem. Eğer onun için risk almamız gerekecekse kendimi ateşe atmak için bir saniye bile düşünmem."
"Gerçekten bu turuncu kafalılarda var bir büyü," diye mırıldandı Kaya ağzının içinde. "Herkesi kendilerine hayran bırakmak üzerine dünyaya gönderilmişler sanki."
"Kanlı bıçaklı olsanız da umurumda değil," dedi Arda gülmek yerine. Sesinde büyük bir saygı vardı, eskiden böyle değildi. Barbaros'la birlikte çalışmak, ona karşı olan hislerini bütünüyle değiştirmiş gibiydi. "O herifi hiçbir zaman yüzüstü bırakmayacağız."
"Sen gerçekten ona hayran kalmışsın," dedi Can şaşkınlıkla.
"Tek başına bilinmezin ortasına daldı. Ona ne söylediysem hepsini yapmayı başardı. Hermes'i ve Vega'yı sessiz sedasız çıkarttı oradan, bu benim fikrimdi çünkü onları içeri alsak elimizde hiçbir şey olmayacaktı. Vega'dan öğreneceklerimizi bir sorgu odasında ondan almayı başaramazdı Can bile ama bunu onunla buluşarak yapabilirdi, yapmaya da devam edecektir. Kaya'ya bir maymuncuk götürmek de Ros'un fikriydi. Zamanında oradan kurtulamasaydınız içeride patlayacak bombayı düşünürseniz hepiniz ona bir can borçlusunuz. Ailemi kurtaranı sonuna kadar korurum, işte bu yüzden sizin de ona böyle bir gözle bakmanız gerekiyor."
"O benim kardeşim gibi," dedi Görkem. "Onun için ateşe atlamam gerekirse gözümü kırpmam, dert etme sen."
"Biliyoruz Ceylan'ını ne kadar çok sevdiğini." Kaya gözlerini devirdi. "Arda ne söylüyorsa bana söylüyor, muhatabı siz değilsiniz."
"En azından zekisin."
"Senin dilin çok uzadı." Kaya güldü kendi kendine. "Bizi kurtardın diye bir havalara girdin sen. Pelerin falan yaptırayım mı sana çakma süper kahraman?"
Arda elleriyle yakalarını düzeltiyor gibi yaptı. "Olabilir aslında. Yakışır bana." Hiçbirimiz bunu reddetmediğimizde içtenlikle gülümsedi. Onu yeniden böyle sürekli gülerken görmek çok güzeldi.
Görkem'in eli, sırtına doğru gitti ve yerlerini ezberlediğim yaraların arasındaki bölgeyi kaşımaya başladı. Hâlâ acıyordu, kabuk tutuyordu ve kaşınıyordu. Görkem kaşıdıkça yaralar yeniden açılıyordu. Keşke bunu durdurmanın, ona bu acıyı unutturmanın bir yolu olsaydı.
"Çıkart istersen," derken buldum kendimi. Herkesin gözleri aynı anda Görkem'e döndü ve o zaman fark ettiler ne olduğunu.
"Çok kaşınıyor." Omuzlarını geriye doğru itip kürek kemiklerini belirginleştirirken kendine hakim olmaya çalışıyordu ama yaraları yolmak pahasına kaşımak istediğinin farkındaydım. "Kremi kullanıyor musun?" diye sordu Arda. Görkem başını salladı. "Kullansam da fayda etmiyor."
"Yaklaş bana." Söylediğimi ikiletmeyip sandalyesini bana doğru kaydırdı. "Dön arkanı." Hafifçe doğrulup yakasını çekiştirerek üstten sırtına doğru baktım. "Kıpkırmızı yapmışsın her yerini."
"Acıyor." Gizlemiyordu, kaçmıyordu, itiraf ediyordu ama bizim elimizden bunu durdurabilecek hiçbir şey gelmiyordu. "Ağrı kesici almam lazım," dedi kendi kendine konuşur gibi. "Geçer o zaman."
"Hayır," dedi Can kesin bir şekilde. "Hayır, Görkem."
"Anlamıyorsun, çok acıyor." Yeniden omuzlarını geriye doğru ittiğinde sırtı elimin altında kasıldı. "Ben de istemiyorum içmek ama belki geçer. Hermes bana damardan o şeyi ver-"
"Sus." Can şok içinde olan biteni izliyordu. "Saçmalama. O kadar yol kat ettin. Her şeyi daha da beter hale mi getireceksin?"
"Beni suçlama," dedi Görkem. Gerildiğini hissettim. "Ben bu sırtı hepinize siper edip duruyorum siz ilk fırsatta elinizdeki bıçağı bana çeviriyorsunuz. Hiçbir şeyi beter hale getirmeye çalışmıyorum ben. Baş edemediğimi söylüyorum sadece."
"Böyle bir şey kastetmedim," dedi Can. "Sakin ol, Görkem. Olmazsan ne olacağını biliyorsun."
Göğsü hızlı hızlı şişip iniyordu. Onu bu aralar daha sık böyle görüyordum. Yoksunluk belirtilerinden miydi? Bağımlılığı Hermes'in verdiği o şeyden sonra giderek artarak mı devam ediyordu?
Avucumun içini sırtına yaslayıp tırnaklarım yerine parmak uçlarımla kaşıdım sırtını. En azından bu şekilde kabuk bağlayan yaralar yolunmazdı. Görkem başını bana doğru çevirip çok ihtiyacı varmış gibi gözlerimin içine baktı. Onu korku dolu görmek kadar nefret ettiğim bir şey olamazdı. Bu aralar duygularının önündeki set kaybolmuştu. Utanıyorsa utanıyordu, korkuyorsa korkuyordu, aşıksa aşıktı. Her şeyi en ucuna kadar yaşıyordu. Alışkın olmadığından bu kadar yoğun hislerin altında ezildiğini görebiliyordum. Belki de duygusuz sandığımız Görkem, onun aslında kalkanıydı. Belki de Görkem öyle kalmalıydı.
"Kafamı toparlamalıyım," dediğinde sesi neredeyse yardım etmemiz için yalvarır gibiydi. "Özür dilerim. Beni bu şekilde görmemeniz gerekiyor."
"Çağdaş Hoca'yla-"
Can'ın sözünü kesti. "İlk fırsatta görüşeceğim."
Bu kadar net kabul edişi beni şaşırttı. Ben son ana kadar bu fikirden uzak durmuştum, o işin en başından müdahale etme taraftarıydı. Bazı konularda birbirimizden çok farklıydık.
"Şu suç mevzusuna gelince," diyerek araya girdi Kaya. "Fikirlerimi Necip Amir'in karşısında yeterince net ifade ettim sanıyordum."
"Kaya..."
"Ne Kaya? Bizden ya da değil, herhangi biri desin ki tüm olanların sebebi Görkem'di, bak ne oluyor o zaman."
"Bir şey olmuyor," dedim. "Asya'ydı denildiğinde hiçbir şey olmamıştı."
Kaya, ilk kez kırgınlığımla yüzleşti ve öyle bir şok vardı ki suratında tarif edebileceğim türden değildi. Beklenmedik anlarda onları yaralıyor olmalıydım ama her tarafım kan içindeyken bunu düşünmüyordum. "Benim yanımda durmuyorsunuz. Birbirinizi ölümüne kolluyorsunuz, beni de kolladığınızı sanıyorsunuz ama yaptığınız bu değil. Ben çekip gittiysem yalnızca Görkem'e sinirlendiğimden yapmadım bunu. Yaptım çünkü onun beni sizin gibi suçlamayacağına inanıyordum. Sizden aldığım bir yarayı deşmez sanıyordum ama hepiniz sürekli aynı şeyi yapıyorsunuz. Genel bir durum değerlendirmesi için toplandıysak benim durumumu da dikkate almaya başlayın derim, sizin için yapılabilecek her şeyi yapıyorum ve bir kez daha aynı muameleyle karşılaşırsam bu defa alttan almayacağımdan emin olabilirsiniz."
"Bu kızın açık sözlülüğünü seviyorum," dedi Can. "Allah belanızı versin diyemedi, okumuş kadın tabi."
Arda, kendi görevini Can'ın üstlenmesiyle birlikte güldü. "O bir karadulsa ve liderimizi yiyip yerine geçerse diye korkmaya başlamalı mıyım? Çünkü buna şaşırmazdım."
Gülüp onun omzuna bir tane patlattım. "Dalga geçmeyin ya, ciddi bir şey anlatıyorum burada."
"Herkes sussun," dedi Kaya. "Çilli kızımızın anlatacakları varmış. Anlat Çilli. "
"Kaya!"
"Ne?" dedi dişlerini gösterip sırıtarak. "Öl dedin de ölmedik mi? Dört tane erkeği yoluna kul köpek yapıyorsun her kelimende, ne istiyorsun bizden? Canımızı mı serelim önüne? Paspas mı olalım yoluna?"
"Görkem!" dedim saçını çekeni babasına şikayet eden küçük bir kız çocuğu gibi. "Dalga geçiyorlar benimle."
Az önceki halinden eser kalmamıştı. Aklının fikrinin ben olduğumu söylerken belli ki doğruları söylüyordu. Dudakları iki yana kıvrılmışken "Konuş güzelim," dedi. "Anlat, başka neye kızdın? Anlat dinleyelim."
Kaşlarımı çatıp onlara surat salladım. Hayatımda ilk kez özgürce şımarık davranabiliyordum ve bu hepsinin hoşuna gidiyordu. Asya, terk edilmiş bir kıta değildi de dört tarafı dört güzel adamla çevrelenmiş bir kara parçasıydı ilk defa.
"Duydun mu ne dediğini?" Arda heyecanla Can'ın omzunu dürttü arka arkaya. Can'ın sandalyesinin tekerlekleri bir oraya bir buraya kayarak sarsıldı. "Ne olmuş bu adama böyle güzelimler falan?"
"Bir anda rengi mengi de yerine geldi," dedi Can. "Aşkın iyileştirici gücüne hiç bu kadar yakından tanık olmuş muydun?"
"Yok, ben yaralayıcı gücüne tanık olurum çoğunlukla."
"O mevzuya gelirsek..." diyeceğim sırada, "Gelmeyeceğiz," dedi beni bölerek. "Geçen gece için sana kızıp kızmadığımı merak ediyorsan kızmadım ama üzerine konuşmak da istemiyorum."
"Çünkü konuşmak istediğin kişi Eylül." Görkem'in bunu anlamasında payım olmalıydı, adamı aşk profesörüne dönüştürüyordum.
"Olabilir," dedi. "Yine dağıttınız konuyu. Bi' akıllınız benim galiba artık. Piramit'i konuşmayacak mıyız?"
"Şuradan başlayalım," dedi Can. "Arda'yla benim tutulduğum alanı da sizinki gibi patlatıp yangın çıkarttığımızdan bu yana Vega'yla hiç konuşmadım."
"Sana mesaj attı mı?"
"Her gün hem de." Başını önüne eğip eline masada duran kalemi aldı ve onunla oynamaya başladı. "Hiçbirini açıp bakmadım ama otuzdan fazla iyi olup olmadığıma dair soru var mesaj kutumda."
"O kadın sana aşık mı ciddi ciddi?" diye sordu Arda. Haklı olarak aklı almıyordu bu takıntının boyutunu.
Can başını salladı, yüz ifadesi rahatsızdı ama cevaptan emindi. Ardından bize biz yokken konuştuklarını özetledi. Sessiz ve ciddi dinleyişimizin sonunu getiren yine Arda'nın söze karışması oldu. "Şu koğuşta herkes bir anda evlendi, ben kaldım kardeş ben kaldım."
Kaya işin gırgırındaydı. "Söz kestiğinizi söyleseydin altın maltın bir şeyler ayarlardık be oğlum."
Sonra Görkem bizim aksimize oldukça ciddi bir şekilde "Ona karşı bir şey hissettin mi?" diye sordu. Can gülümsemeyi bırakıp ani soru karşısında afalladı ama Görkem'in yüzünde bir mimik değişimi olmadı. "Bir sen kaldın," dedi daha sakin bir sesle. "Akıl sağlığını bir kadın için kaybetmeyecek kontrole sahip olan tek kişi sensin. Onun seni etkilemesini anlıyorum ama bunun başka bir boyuta taşınmayacağından emin olmalıyım."
"Karşımdaki hasta biri." Can'ın sesi güven verici çıkıyordu ama içimdeki sesler öyle demiyordu. "Kiminle uğraştığımın farkındayım ben. Söylediğin gibi bir ihtimal söz konusu olamaz ama onu istediğim şekilde kullanabilmek için elimdeki kozu değerlendirmem gerekiyor, Görkem. Aşkın ne kadar büyük bir zafiyet olduğunu siz daha iyi bilirsiniz."
"Laf mı soktun şimdi?" diye sordum.
"Asya, ben bana gizliden kin tutacağın bir şey yapmadım." Bir an gözlerinin kenarlarındaki çizgiler acı çeker gibi derinleşti. "Üzerimde açık bir yara görmüyor oluşunuz canımın yanmadığı anlamına gelmez. Acımı gizleyebiliyor oluşum sizin kadar kahrolmadığımı mı düşündürüyor size? Orada Arda'yı kaybettiğimizi düşündüm, ayaklarım taşımadı beni, dizlerimin üzerine çöktüm ben. Neden gözlerini kaçırdın benden? Neden kafanı çevirdin ki bana?"
"Çünkü Görkem ayaklarımın dibine bayıldı," dedim sesimin normal bir tonda çıkmasına dikkat ederek. Ona kızgın değildim, düşündüğü gibi kin de gütmüyordum. "O an ben kendimde miydim diye sorsana bir? Dakikalar önce öleceğimi kabullendiğim için nefes almayı garipsiyordum Can ben."
"Aramızda bir sorun var mı peki? Senin ve benim aramda, az önceki toplu siteminden bağımsız olarak?"
"Hayır, hepinizle aram iyi benim. Bir Görkem'le değildi onu da adam ettik Evelallah." Elimi Görkem'in omzuna atıp koluna pat pat vurarak kurduğum cümle ona bir kahkaha attırdı. "Ne?" dedim gülerek ona sırnaşırken. "Yalan söylediğimi iddia edebilir misin sev-"
Yalnız olmadığımızı onun gülünce kısılan gözlerine baktığım üç saniye içinde unutmuştum.
Dudakları daha genişçe iki yana kıvrıldığında "Söyle," dedi. "Söyle duysunlar."
Hepsine tek tek baktım ve gözlerinde aynı alayı, yüzlerinde aynı heyecanı gördüğümde boğazımı temizlemeyi bırakıp "Sevgilim," diye bitirdim az önce yuttuğum kelimeyi.
Analizciler kusuyor gibi yaptılar ve aynı anda bu hareketi yaptıklarını fark ettiklerinde kahkahaları çatı katına yayıldı. "Peki," dedim. "O yeni anladı ama siz ne zaman anladınız onun şey olduğunu..."
"Sana aşık," diye tamamladı Görkem beni.
Karnım kasıldı. Ayakta olsaydım dizlerim titreyebilirdi kurduğu cümle yüzünden.
"13 Şubat 2019," dedi Kaya tek nefeste. Gülmeye başladı. "Kardeşimin miladını da bileyim bir zahmet!"
"Sana ilk 13 dediğinde şüphelenmiştim," dedi Can. O da gülüyordu. "Sana bizden farklı hitap edip kendi bölgesini işaretliyor gibiydi."
"Eskiden sürekli Kaya'ya Görkem niye Ceren'e pas vermiyor diye soruyordum, o da beklediği biri vardır belki diyordu. Sen bizimle yaşamaya başladıktan sonra bir gün tekrar sordum, sırıttı ama cevap vermedi. O zaman hislerin yeni başlamadığına emin olmuştum ben de.."
Arda uzun uzun açıkladıktan sonra Görkem'in kocaman hale gelen gözlerini görünce kabuğuna çekilir gibi içine kaçtı. "Tabii böyle bir anda Ceren'den bahsettiğim için dilimi eşek arıları soksun benim." Ben tepkisiz dururken Görkem yeniden ona uyarıcı bir bakış attığında "İnsanların kendisine platonik olan kişileri görmemek konusundaki inadı sanıyorum ki evrensel," dedi Arda. "Gözlerini pörtletip durma bana, açıkça ortada olan bir şeyi dile getirdim sadece."
İçimde yer edinen kıskançlığı diğerlerinin yanında göstermeme konusunda kararlıydım. Her şeyi göz önünde yaşamayacaktım, bazı detaylar yalnızca ikimizi ilgilendirirdi. Bu yüzden, "Hepimiz senden önce fark ediyoruz seninle ilgili olayları," demekle yetindim Görkem'e.
"Ailemsiniz çünkü," diye karşılık verdi.
Dudaklarımda bir tebessümü yer edindirdiğini görünce kendisi de gülümsemeye başladı.
"Şimdi," dedi Kaya. "Romantizminiz bittiyse konuya dönebilir miyiz?"
"Ay kıskanıyor musun?" Sırıttım. "Hayırdır, Bahar yüz vermedi mi sana beni görünce?"
"Uzun zamandır bu kadar eğlenmiyordum." Arda'nın kaotik anlardaki desteği hiç eksik olmuyordu. "Sonsuza kadar bu konudan bahsetmemizde bir sakınca görmüyorum."
"Ben de görmüyorum," dedim. "Sessiz sedasız köprünün altından yürüttüğü suya bakar mısınız şu adamın?"
"O sessiz sedasız neler yapıyor bir bilseniz," dedi Görkem. Konunun aşktan ibaret olmadığı belliydi. Kaya ona hayal kırıklığı içinde sen de mi bakışı atarken Görkem onu pek sallamadı ve bana katılıp onu darlamaya devam etti. "Ee, ne zaman gelip bizimle yaşayabilir mi diye izin alırsın benden?"
"Ben sen miyim lan?"
"Ben sizden izin almadım ki, tuttum elinden getirdim yanımıza."
Görkem, her kurduğu cümleyle birlikte daha tehlikeli sularda yüzüyordu ama boğulup kalan ben oluyordum. İçimden onu öpmemek için bir savaş vermeye başladım fakat isteğim öyle çoktu ki çareyi kaçmakta buldum. "Ben kahve mi yapsam bize? Sonra da işimize döneriz."
"Kaç bakalım," dedi Can. Görkem ise aynı anda, "Yardım edeyim," diyerek ayaklandı ve Analizciler yine imalı imalı baktılar. Fısıldaşarak dalga geçmeye başladıklarında Görkem elini omzuma atıp beni kolunun altına çekti ve sonra fark ettim ki merdivenlere doğru ilerlerken omzumdaki eliyle diğerlerine el hareketi yapıyordu.
Küçük çocuklar gibiydik.
Daracık merdivenleri sarmaş dolaş indik inmesine ama mutfağa ilerleyemeden bizi durduran şey kapı sesi oldu. Biri zile basmak yerine alacaklı gibi kapımıza hızlı hızlı vurmayı seçmişti.
Ondan ayrılıp kapıya ilerleyeceğim sırada Görkem elimi tuttu ve beni arkasına çekti. Ardından bir kalkan gibi tamamen önüme geçip saniyeler içinde portmantonun yanındaki dolaptan bir silah çıkardı, tetiği çekmeye hazır hale getirdi.
Bu evdeki gizli silahların yerini en kısa zamanda aklıma kazımayı not ederek, "Sakin ol, belki de tanıdığımız biridir," dedim ama ben de inanmadım kendi söylediğime.
"Kapıma böyle dayanmaya cesaret edebilecek birini tanımıyorum."
"Delikten baksaydın ya bari."
"Sen yanımdaysan gözlemden önce önlem almayı seçerim."
Tüm bunlar saniyeler içinde yaşanırken avucunun içindeki elimi sıktı ve bir kapının çalışının bile ona beni kaybedebileceğini düşündürdüğünü anlamak canımı yaktı. Görkem'in en büyük korkusuna dönüşmüştüm.
Silahı gizleyerek kapıyı araladığında Barbaros'un birbirine girmiş kıvırcık turuncu saçları karşıladı bizi. Kaşında şeffaf bir yara bandı vardı, dudağı patlamıştı ve bir eli karnının üzerindeyken diğeri zile basıyordu. Arkamda kalan merdivenlerden bizimkilerin hızlı adım seslerini duydum. Gözlerimi Barbaros'tan ayıramıyordum çünkü onu ilk defa yüzündeki o sırıtan ifade olmadan görüyordum.
Görkem'in omuzları gerildi, kaşları çatıldı. Elimi bırakıp Barbaros'u hiçbir şey söylemeden kolundan yakaladı ve içeri çekti ardından silahını kavrayıp dışarıya adımladı. Sağı solu hızlıca taramaya başladığında "Kimse yok," dedi Ros'un yorgun sesi. "Takip edilmedim."
Emin olduğu an içeriye döndüğünde kapıyı sertçe kapatıp silahını bir kenara bıraktı. "Ne oldu lan sana?" Kaya, Can ve Arda da bizimle aynı şaşkınlığı hemen arkamızda yaşarken Ros kafasını eğdiği yerden kaldırdı. Yüzündeki ifade utanç değil, tiksintiydi. Elini karnına canı acıyor gibi değil, kusacak gibi bastırıyordu.
"Ben katil değilim," dedi kısık bir sesle. "Ama Hermes öyle."
"Ros," dedi Can. "İfşa mı oldun?"
"Aksine, terfi ettirildim." Acı çekiyor gibi görünüyordu. "Beni korumak için... Hermes benim yüzümden sıktı birine. Öldü mü bilmiyorum. Ben..." Ellerine baktı orada kan görüyormuş gibi. İçim buz kesti. "Ben katil değilim."
Görkem şoka girmiş gibi görünen arkadaşının omzunu kavradı. "İyi misin sen?"
"Ben yapmadım," dedi titrek bir sesle. "Ben istemedim."
"Siktir et, sana bir şey oldu mu Barbaros?" Hafızamı yokladım, bu onu ilk defa Ros'a adıyla hitap ederken gördüğüm an olabilirdi. Bakışları sertleşirken karşısındaki adamın her santimini gözleriyle tarıyordu. "Yaktılar mı seni de?"
"Hayır." Afalladı, neredeyse sarsıldığını söyleyebilirdim. "Hayır Görkem. Bana pansuman bile yaptılar hatta. O kana bulanmış elleriyle..." Midesi ağzına gelmiş olacak ki gözlerini sımsıkı kapattı. "Sikeyim," dedi öfkeyle. "Benim yüzümden birileri ölmüş olabilir mi?"
"Sakin." Kaya'ydı konuşan. "Bir soluklan önce."
"Var mı açık yaran yüzündekilerden başka?" diye sordu Arda yardıma hazırken. "Kan kaybettin mi hiç?"
"Hayır," dedi tekrar. "Anlatacağım."
"Takip edilmediğinden emin misin?" diye sordu Görkem, soğuk bir sesle.
"Öyle olmasam ölsem gelmezdim."
"Üzerine bir şey yerleştirmiş olma ihtimalleri var mı?"
Görkem konuştukça ben kırıldığımı hissettim ve sonra neden lider olanın o olduğunu anladım bir kez daha. Sadece Barbaros'un şoka girmesine neden olduğu için bile Hermes'i boğarak öldürebilirdi ama hislerini bastırıyor, güvenliğimizden emin olmaya çalışıyordu. Zamanında bana yaptığı da buydu. Can yakıyordu, doğruydu ama ailesini korumaya çalışıyordu.
"Temizim," dedi Barbaros. "Bir yan kesici olduğunda böyle konulara karşı hassaslaşıyorsun. Biri bana tuzak kurmaya çalışırsa bunu anlarım."
"Üzerini ara, Kaya."
"Adamın halini görmüyor mu-"
"Ara," dedi tekrar.
Kaya önce Barbaros'un ceplerini dışarı çıkarttı, sonra kemerinin tokasını çözmesini rica etti, ardından botlarından kapüşonlusunun içine kadar bakılmadık yer bırakmadılar ikisi birlikte. Kaya'nın onayından sonra Görkem'e döndü yüzünü. "Hain olduğumu düşünmedin değil mi?"
"Bir saniye bile," dedi net bir sesle. "Derdim seninle değil, artık rakibimi tanıyorum ve neler yapabileceğini biliyorum."
"Rakibin beni kolluyor Görkem." Yüzünü buruşturdu. "Bana borçlu olduğunu söylüyor. Tiksiniyorum o heriften ama o beni neredeyse bağrına basacak amına koyayım."
"Gel yukarı çıkalım," dedi Görkem. Burası yine neyseydi de çatı katı, bizim gizli karargâhımızdı ama o Barbaros'u oraya götürmekten çekinmiyordu. "Konuşuruz her şeyi. Çizeriz bir yol. Tek bir detayı bile atmadan anlatacaksın bize."
Ros kafasını eğdi ve hepimizden önce merdivenlere yöneldiğinde birkaç saniyeliğine arkasından bakakaldık. Can, "Mahvolmuş," dedi. "Ellerinin değdiği herkesi mahvediyorlar."
"Gözündeki ışık sönmüş lan adamın," diye fısıldadı Arda. "Ne yapacağız?"
"Köklerini kurutacağız oğlum." Başımızı Görkem'e çevirdik aynı anda. Artık canının acısını düşünmüyor gibiydi. "Kendi kuyusunu kazıyor o herif. Ben de bizzat oraya gömeceğim onu, dizlerinin üzerinde."
"Ben her ihtimale karşı bizim sitenin kameralarını kontrol edeyim," dedi Kaya.
"Kap bilgisayarını gel yukarı. İşimiz var seninle." Kaya emir alır gibi kafasını salladı. Saniyeler içinde yerlerimize dizilmiştik. Buraya ait olmayan tek isim Ros'tu ama baş köşede oturuyordu. Önündeki su bardağından ayırmıyordu gözlerini. Her zaman çok konuşurdu, şimdi sessizliğe gömülmüştü.
"Başla," dedi Görkem.
"Arda'yla yaptığımız plan sonucu Hermes'le ikizini oradan çıkaracaktım. Bunu yaptım da. Onları kurtaran arabayı ben sürüyordum. Polislerden kaçırdım bizi. Yani, öyle sandılar. Halbuki Arda'ydı bizi takip ediyorlarmış gibi yapma emrini veren. Polisler peşimizde bile değildi, tiyatro oynuyorduk."
"Ve?"
"Canlarını kurtardım onlara göre. Bulunmaz Hint kumaşı olduğumu sanıyorlar. En alt basamaktan Hermes'in sağ kolu pozisyonuna geldim bir anda. Hiyerarşileri çok keskin. İçeride resmen dünya savaşları dönüyor. Sırf kıskançlıktan işimi bitirmek istediler benim. Tenhada yakalandım."
"Ne kadar tenha?" dedi Kaya parmakları klavyede, gözleri bilgisayar ekranındayken. "Güvenlik kamerası yok mudur?"
"Onların çöplüğündeydim Kaya," dedi Ros. "Altı kişi kıstırdı beni. Dördü izledi, ikisi üstüme saldırdı. Sonra Hermes geldi, beni yumruklayanın kafasına sıktı. Yüzüme... Yüzüme sıçradı kanı. Aldı diğer beşini, ben halledeceğim gerisini dedi. Onlara ne yaptı bilmiyorum ama bana söylediği kendimi korumayı bilmediğimdi. Gerekirse içeri adamlarını sokmana, kendi çeteni kurmana izin veririm dedi."
"Kaleyi içten fethetmek için fırsat mı sunuyor bize yani?" Kafam karışmıştı. Hermes'in birine bu kadar çabuk güvenecek türde biri olmadığını biliyordum ama işin içinde kız kardeşini kurtardığını düşündüğü bir adam vardı. Belki de kuralları Ros için esnetmekte bir sakınca görmeyişi bu yüzdendi.
"Sana yapılan da bir çeşit tiyatroydu bence." Can ilgiyi tek cümlesiyle üzerine topladı. "Güvenini kazanmaya çalışıyor. Seni kölesi yapacak."
"Bana kendi işlerini yaptıracak," dedi Ros. "Çünkü yaralı."
"Ne?" dedi Arda.
"Asya onu bıçakladı."
"Bıçaklamadım," dedim. "Havaya bir bıçak fırlattım, rastgele Hermes'in beline saplanıverdi. Allah'ın işi işte."
"Keşke götüne girseymiş," diye mırıldandı Arda ağzının içinde.
Gülmeyen tek kişi olan Ros, "Seni eline geçirirse neler yapacağını anlattı bana," dediğinde kendimi bir duvara çarpmışım gibi hissettim sesi yüzünden. Tüm gülüşler soldu, tüm yüzler ciddileşti. "Ben karşısında durup ağzımı açmadan onun sana neler yapacağını dinledim. Bir katil değilim ama yemin ederim onu oracıkta öldürmek istedim."
Görkem masanın altından elime uzandığında parmaklarını sıkıca benimkilerin çevresine sardı. Bu bile ısıtmaya yetmedi içimi. "Elinden geleni ardına koymasın," dedim buz gibi bir sesle. "Doyamadı bana bulaşmaya. Her seferinde başarısız olmaktan bıkmadı henüz."
"Asya, gururunu incittin onun. Durum sandığından daha ciddi." Herkesin giderek gerildiğini etrafımızda değişen havadan bile anlayabiliyordum. "Başına ödül koymayı düşünüyor resmen."
"Gururunu sökerim onun," dedi Görkem. "Hiçbir sikim yapamaz piç herif."
"Sence ikizinin Can takıntısı gibi onda da bir Asya takıntısı mı var?" diye sordu Kaya. "Çünkü onu ben de yumrukladım ama özellikle Asya'yı hedef belirlediğini söylüyorsun."
Ros başını hızlıca iki yana salladı. "Ben o kadın gibisini görmedim. Kardeşiyle araları bozuk. Tam anlamadım ama sebebi Can'la alakalı sanırım. Yangın mangın dediklerini duydum, bağrışıyorlardı."
Arda hızlıca Barbaros'a özet geçti. Kurdukları plan işe yaramıştı. Olay yerine bizim tarafımızdan eklenen bir detay, ikizlerin arasına bir el bombası olarak düşmüştü.
"Bana bir hafta boyunca ulaşamamış olmak onu iyice delirtmiş olmalı."
"Aynen öyle," dedi Ros. "Üstelik ne yaşarlarsa yaşasınlar Lir de işlemeye devam ediyor. Hermes, birini öldürmenin vaktinin geldiğini söyledi. Sanırım bu onlar için bir zorunluluk."
"Bundan Vega da bahsetti bana," dedi Can da hemen. "Babasının kurallarıymış."
"Onu hiç gördün mü?"
Ros bana dalga geçip geçmediğimi sorgulayarak baktı. "Deli misin? O cellat gibi bir şey resmen. İnsanlar Altair denildiğinde bile hazır ola geçiyorlar. Alt basamaklarla pek ilişiği olduğunu düşünmüyorum. Çocukları bile onu çok az görüyor, Hermes böyle anlattı. Kendi kanından olanlar dahi ondan nefret ediyor."
"Bizi ona ulaştıracak yolu Vega çizecek," dedi Can. "Öyle bakmayın bana. Bunun doğru olduğunu biliyorsunuz. Hermes her ne kadar nefret ediyor gibi görünse de babasından takdir görmeye ihtiyacı olan bir adam."
"Bu doğru. Görkem'i canlı tutmak istemesinin sebebi bile buydu. Zamanında onu çok fazla hezimete uğratmış bir adamı avucunun içine aldığını babasına gösterecekti. Görkem onu uyuşturucu baskınıyla küçük düşürmüştü, zaten şu herkesin içinde masaya kafasının yapışma olayı da var... Yani seni alıp babasına gösterecekti bak ben bana bunları yapan adamı ne hale getirdim diye."
"Benim o halimle böbürlenmek için mi beni öldürmediğini söylüyorsun?" Görkem'in dudakları iki yana kıvrıldı. "Desene hayatının hatasını yapmış diye. Fırsatı varken sıkmalıydı kafama."
"Beni hâlâ tanımıyor," dedi Arda bir anda dakikalardır masanın bir köşesine diktiği gözlerini oradan ayırarak. "Eğer sana kendi çeteni toplama şansı verirlerse Barbaros, belki ben de bu sayede içeri girebilirim."
"Lan sen de bir dur durduğun yerde," dedi Kaya hızlıca. "Hepimizi haşat etti adamlar, hâlâ eline körüğü alan yangına koşuyor. Bizim bu kafalarla hayatta kalmamız mucize amına koyayım."
"Söylediğim mantıksız değildi bence," dedi Arda ve kafasını Görkem'e çevirdi. "Sence?"
"Vega seni hastaneye geldiğinde görmüştür," dedi Can. "Kapıdan bana el sallamıştın."
"Bu meseleyi sonra konuşuruz," dedi Görkem. "Önce Hermes'in ve Vega'nın gerçek isimlerini öğreneceğiz."
"Nasıl yapacağız onu?" dedi Ros. "Ben kapıların ardındayım Görkem, buna rağmen sizin bildiğinizin haricinde çok az şey öğrenebiliyorum."
"Vega," dedi Görkem. "Kimya mühendisi olduğunu söyledi. Biraz araştırdım. 2018'de 27 fakülte bu bölüme alım yapmış, toplam 1598 kişi. Her sene bu sayı artıyor ama biz geriye doğru gitmeliyiz. Üç dört senelik bir periyotta 6-7 bin civarı öğrenciyi tarayacağız. Biliyorum az değil ama bizde Kaya var."
"Türkiye'de okuduğundan emin miyiz?" diye sordum fakat içimde bir ümit belirdi. Birçok parametre bulabilirdik haklarında, bu elimizdeki seçenekleri eleye eleye bir isme götürebilirdi bizi ve Kaya, gerçekten de onun kimliğini bulabilirdi belki de bu sayede.
"İspanya'yı mı düşünüyordun?" dedi Ros. "Ben nerede böyle akıcı konuşmayı öğrendiğini sormuştum Hermes'e. Sık sık oraya gidiyorlarmış ama uzun bir süredir yolunun düşmediğini söyledi. Orada okuyup okumadığını bilemem tabii ama bana daha çok birkaç aylık ziyaret periyotları gibi geldi."
"Havayolu uçuş bilgilerine de erişecek halimiz yok," dedi Can. Sonra emin olamadı. Meraklı gözlerle Kaya'ya döndü. "Var mı?"
"Zoru hallederiz, imkansız zaman alır," dedi Kaya ukala bir tebessümle. "Ama sahte pasaport işini hesaba katın. Sanmıyorum kendi isimleriyle yolculuk edeceklerini. Yine de şansımızı deneriz."
"Yaşlarını biliyor muyuz?" dedi Arda. "Üniversiteyi hangi dönem okuduklarını hesaplardık."
"26," dedi Can duraksamadan. "Annelerinin de bir ölüm kaydı olmalı. İşimize yarar mı bilmiyorum, aklıma gelenleri sıralıyorum sadece."
"Böyle böyle çıkarırız belki bir şeyler."
"Elimizde ne var ne yok bir bakalım," dedi Görkem yüzünü Kaya'ya çevirerek. "Lir'i de kontrol etmeni isteyeceğim. Hermes birinin ölüm zamanının geldiğini söylüyorsa o skor tablosunun sonlarında yer alan biridir bu. Sana çok iş yıktığımın farkındayım ama bir yerlerden başlamamız gerekiyor."
"Sorun değil, gerekirse uyumam." Kaya bilgisayar klavyesini bırakıp elini ensesine attı. "Yalnız hafta sonu biraz işim var."
"Mümkün olduğu kadar bu aralar evde kalsak güzel olur," dedi Görkem.
"Üzgünüm," dedi Kaya. "Özgürlüğüm ayağıma gelmişken bu eve tutsak olmayacağım."
"Sana gitme demeyecektim. Zaten benim de işlerim var dışarıda ama normalden daha fazla önlem almamız gereken anlardayız. Uykunuzda bile tetikte olmanızı istiyorum. Can, sen bugün de Vega'yla konuşma. Lir'deki sohbet ekranını enine boyuna incele, bir şeyler geçecektir elimize. Sıradaki kurbanın kim olacağını bulalım. Ros, sen de şu sana salça olan adamların akıbetini bir öğren. Eğer hayattalarsa bir yolunu bulup başından alayım o belayı. Telefon numaramı ezbere biliyor musun bu arada?"
"Seni aramayacağım," dedi başını iki yana sallayarak. "Saçmalama. Siz de bana ulaşmaya çalışmayın içerideyken. Fırsatım oldukça gelip yüz yüze aktarırım her şeyi."
"Böyle bir olayın tekrarı yaşanırsa beni arayacaksın," dedi Görkem net bir sesle. "Canın tehlikeye girerse beni arayacaksın. Daha fazla yapamayacağını düşünürsen beni arayacaksın. İki elim kanda olsa bulurum bir yolunu. Senin arkanda ben varım, kimseden korkmayacaksın."
O an durup düşündüm Ros'u. Karanlığa karışırdı, çalardı çırpardı, sinsi ve sessizdi fakat bir polis değildi. Bir çetenin içine ajan olarak sızacak cesareti bizim için göstermiş olması korkmadığı anlamına gelmiyordu. Bugüne kadar fark etmemiştim bunu.
"Seni öyle gördüm ya..." Zincirleri kastediyordu. Görkem gibi birine Hermes'in neler yapabildiğini görmüştü. O korkmayacaktı da kim korkacaktı ki? Onun yanında aldığı nefesin bile ciğerini yakıp geçmesi, adrenalini her an her saniye kanında hissetmesi normaldi. "O adamın güvenini kazanmaya çalışıyorum lan ben. Seni diri diri yakan adamın gözünün içine bakıyorum yükselebilmek için. Delireceğim."
"Kilit taşısın sen," dedim. Barbaros gözlerini benimkilere çevirdiğinde güven vermek isteyerek gülümsedim. "Elimizdeki en güçlü kozsun. Zor olduğunu anlıyorum ama korktuğunu sanmıyorum çünkü benim için bir silahın önüne geçerken gözlerinde korku yoktu. Ustalıkla çevirdin planı kendi lehine."
En çok da fedakâr insanların takdir edilmeye ihtiyaçları vardı. Bir karşılık beklemeden, zorunda olmamasına rağmen bulaştığı belanın içinde Barbaros muazzam bir iş çıkarıyordu. Bunu bilmesi gerekiyordu.
"Teşekkür ederim Kızıl." Gözlerini kaçırdı. "Ama bir daha benimle senin hakkında öyle konuşursa sikerim ustalığı da planı da."
"Ona yakın ol Ros," dedi Görkem yine o ciddi sesiyle. "Öyle yakın ol ki atacağı her adımı önceden bilelim. Miden almıyor, alışık değilsin, farkındayım ama sen belki de tek çaresin."
"Sana diyorum," dedi Arda. "İmkân bulursak ben de sızayım içeriye."
"Alamaz o riski anlasana," dedi Ros. "Kaybedemez seni. Yollayamaz ölüme. Konuşuyorsun boş boş. Seni görmedikleri ne malum? Terör estirdin içeride tek başına. Her üyeyi öldürdünüz ya da içeri mi aldınız sanıyorsunuz? Teşkilat lan bunlar. Gördüğünüz ne bilmiyorum ama fazlası olduğunu hissediyorum."
"Nasıl yani?" dedi Kaya. "Örgüt gibi mi?"
"Dallanıp budaklanmışlar. Kimin nerede adamı var çözemiyorum ama derin meseleler dönüyor. Olay uyuşturucu değil, Lir değil, bunlardan ibaret değil hiçbir şey. Yüksek mertebelerde adamları çıkarsa şaşırmayacağım. Altair'i duyan altına sıçıyor lan, forsunu hayal etsenize herifin."
"Bir sonraki hamlemizi Vega belirleyecek," dedi Görkem kafasının içinde her neler döndürdüyse çok emin bir sesle. "Ve bu en kısa zamanda olacak. Yarına kadar kendimize geliyoruz. Sen ulaşabildiğine ulaşmaya çalışıyorsun Kaya." Yüzünü bana çevirdi. "Sen de ona yardım ediyorsun. Şu Nova'daki kamera kayıtlarını incelerken birlikte güzel iş çıkarmıştınız. Yine aynı özveriyi istiyorum, anlaştık mı?" Başımızı salladık Kaya'yla. O yeniden Barbaros'a döndü. "Seni bir süre Can'a maruz bırakacağım. Akıl oyunlarını öğret ona, Can. Ne yapacağını, nereden ilerleyeceğini planla."
"Bu sürede biz ne yapacağız?"
Arda'nın omzunu sıktı. "Kalkıp gideceğiz." Sandalyesini geriye doğru iterek ayaklandı. "Dışarıda çözmemiz gereken meseleler var."
"Eyl-"
"Evet onu kastediyorum," dedi hızlıca. "Sen ona gideceksin, benim başka işlerim var. İyi ya da kötü bütün yüzleşmeleri yaşamamız gerekiyor. Kafamızı toparlamadan geri dönmeyeceğiz, tamam mı?"
Arda tedirgin görünse de başını sallayarak onayladı ama Görkem'e nereye gideceğini sormadı. Bu yüzden bizi birbirimize emanet edip merdivenlere yöneldiklerinde peşine takılmıştım onların. Bahanem de söz verip yapamadığım kahveleri hazırlamaktı ama hedefimde Görkem'in odası olduğunu herkes biliyordu bence.
Kapıyı çalma zahmetine girmeden araladım, onu giyinirken yakaladım. Elleri pantolonunun kemerini geçirirken gözlerini bana çıkarttı ve dudakları iki yana kıvrıldı. "İyi alıştın odama dalmaya."
"Çok şikayetçi duruyorsun."
"Yok da bilseydim daha yavaş giyinirdim." Gözlerine bulaşan serserilik beni güldürdü. "Hayırdır," dedi aynı tavrı koruyarak. "Ona buna emir yağdırınca da mı çekici buluyormuşsun beni? Niye bakıyorsun öyle?"
"Görkem!"
"Söyle yavrum." İki küçük adımda yanıma varıp yanağımdan makas aldığında ne diyeceğimi unuttum. Gülümsemesi göz kamaştırıcıydı. "Bu kadar mı ayrı kalamaz oldun benden?"
"Sana küfredeyim diye beni zorluyorsun resmen." Kaşlarımı sahte bir sinirle çatsam da dudakları bana biraz daha yaklaşır mı acaba diye bir bekleyiş içerisindeydim. "Hem sen nereye gideceksin? Hesap ver bana."
"Canımı vereyim sana." Gülerek omzuna vurduğumda o da gülüp kolunu geriye doğru çekti. Benimle gerçekten flört ediyordu. Hiçbir fırsatı kaçırmıyordu hem de.
"Gülme," dedim yine kızarak. "Ben gülüyor muyum?"
"Gülüyorsun ya Yağmur."
Doğruydu. Daha da çattım kaşlarımı çünkü cevaplardan kaçtığını fark ettim. İçi sıkıldığı için mi kaçıyordu acaba evden de? Hava almaya mı çıkacaktı öylesine? Arda kendini yalnız hissetmesin diye mi dışarıda işleri olduğunu söylemişti yoksa?
"Fazla düşünme, hep gülümse." Çenemi kavrayıp yanağımı kendine doğru çevirdiğinde sert bir öpücük bıraktı oraya. "Birkaç saate dönerim. Bensiz uyuma."
Büyülenmiş olmalıydım çünkü tek kelime konuşamadım. O gitti, ben arkasından bakakaldım.
⚓
Görkem Duman:
Nevrin Döner'in camından içeriye bakıyorken ellerim ceplerimdeydi. Kulaklığımdaki şarkı listesi tam hesapladığım gibi kapıya vardığım an sona ermişti. Camın ardında masaları özenle silen babamı izliyordum. Buraya gelişimi kapanış saatine denk getirmiştim, onunla rahat rahat konuşabilmek için.
İçeri başım önümde girdim. Ne yapacağımı bilemiyordum, çarem yoktu, güvenli bir limana sığınmak istiyordum. Güçsüzdüm, aynada gördüğüm adama acıyordum, ondan ilk kez nefret ediyordum, bunu düzeltmek istiyordum. İnsanlar pes edebilirdi, liderlerin böyle bir lüksü yoktu. Kendime gelmemin zamanı geldi de geçiyordu.
Gülümsemeyi denedim, sırtımdaki kumaş tenime dikili gibiydi. Yaralar sızlıyordu. Attığım her adımda, kaslarım her gerildiğinde bir bıçak içimi oyuyormuşçasına yanıyordu canım. "Baba," dedim bu saatte açılan dükkânın kapısı onu korkutmasın diye. Elindeki bezi anında bıraktı, omzunun üzerinden bana döndü ve yüzüne apaydınlık bir gülümseme yerleşti fakat bu, çenemdeki izi görene kadardı. "Baba," dedim tekrar. Kendimi ağlayacak gibi hissettim. Kocaman bir adam olmam önemli değildi, bir halının üzerinde onun kucağına oturmuş makarnaları sayan o çocuktan farkım yoktu. "Ben böyle habersiz geldim ama... Müsait miydin?"
"Size ne zaman müsait olmadım oğlum ben?" Bir sandalye çektiğinde oraya oturmam için bekledi. Küçük adımlarımın her biri çekingendi ve o yüzümün her köşesini hızlı hızlı tararken göz yanılsaması yaşıyor olsun diye içinden dua ediyordu. "Görkem," dedi telaşlanan sesi. "Ne oluyor?"
Onu korkuttuğum için bile kin beslemeye başladım kendime. "Bir şey yaptım," dedim kanım çekilir gibi hissederken. "Hiç yapmamam gereken çok kötü bir şey yaptım."
"Söyle bana," dedi hemen. "Söyle halledelim birlikte mevzu neyse."
Analizcilerin yanında kullanmaya çalıştığım ne kadar kalkan varsa onun yanında yerle bir oldu. "Öyle değil baba." Canım o kadar yanıyordu ki. "Düzeltilmesi mümkün olmayan bir hata yaptım. Ben... Çok fena batırdım. Toparlayamıyorum baba."
"Korkutuyorsun beni." Gözleri hızla dolmuştu. Beni bu halde hiç görmüş müydü? Sanki şimdiden benden çok acı çekiyordu. "Hata yaptıysan bile vardır senin bir sebebin. Ne oldu?" Rahatsız olacağımı bildiğinden gözlerini yeniden çeneme indirmiyordu. Nasıl olduğunu bile sormamıştı daha. Önce sıkıntımı gidermeye, içimi rahatlatmaya odaklanmıştı.
"Her şey çok kötü." Sandalyeye çöktüğüm an karşıma oturmak yerine hemen yanıma yerleşti. Avucunu sırtıma yasladı. Teması yüzünden dişlerimi sıktığımda bunu fark etti ve parmaklarını hareket ettirdiğinde sırtımdaki kabartıları hissetti.
"Görkem," dedi yüzüne mahvolmuş bir ifade yerleşirken. Yakamı tuttu, çekiştirerek sırtıma yaklaştı. Bakmak istiyordu, yanlış anlamış olsun istiyordu, olanlara anlam veremiyordu. "Sıyır bakayım üstünü." Sesi tüm duygulardan arındırılmıştı şimdi. "Oğlum," dedi reddedilmeye tahammülsüz bir şekilde. "Çıkart şu üstünü. Ne oldu sırtına?"
"Yan..." Nefesim kesildi. "Yandı baba."
Sulu gözleriyle birlikte sert bir yutkunuş geçti boğazından. Beni dinlemeyi bırakıp belimin hizasındaki kumaşı kavradı ve kendi çabalarıyla yukarı çekiştirirken gözlerimi sımsıkı kapattım. Sırtım bütünüyle ona dönüktü. Kendimi çok savunmasız hissediyordum. "Görkem." Onu görmesem de gözünden akan her damla yaşı hissederdim ben. "Kim yaptı bunu sana?" İçini çektiğinde elini sırtımdaki izlerden birine değdirdi. İrkilerek doğruldum. "Kim yaptı lan bunu sana?" dedi benim için dünyayı karşısına alacağını bildiğim o adam, sert bir sesle. "Oğlum." Sanki can çekişiyordu. "İki gözüm, biriciğim, bu ne hal böyle?"
Dudaklarım titredi. "Baba," dedim devamını zar zor getirerek. "Dokunma n'olur, canım acıyor."
"Acımaz mı?" dedi elini ateşe değmiş gibi geri çekerek. Ateşi tenimde taşıyordum. "Acır tabii." Babam, alnını omzumun arkasına yasladı. Ağladığını göreyim istemiyordu. Yüzüme bakamıyordu. "Nasıl dayandın?" diye sordu. İçini çekti. "Bu... Sen nasıl dayanabildin buna? Bu ne böyle Görkem? Benim gözümden sakındığımı kim nasıl bu hale getirdi?"
"Her şey çok kötü." Yumruklarımı dizlerimin üzerine bastırdım. Kendimi çok sıktığım için bedenim titremeye başladı. Babam, tişörtümü geri indirip elini gözlerine götürdü ve sertçe sildikten sonra bana baktı. Dudakları aşağı doğru büküldü. "Çok kötü görünüyorum. Çok... İğrenç."
"Ne zaman oldu?" Çok fazla sorusu vardı. Gözlerindeyse katil olmaya meyilli bir adam. "Anlat bana. Anlat her şeyi. Ne oldu sana?"
"Detayları söyleyemem ama-"
"Sen bana isim vereceksin, ben gidip yedi ceddini sikeceğim onun. Anlat."
"Lütfen..." Nefesimin kesileceğini hissettiğimde müdahale edebileceğini bildiğim için "Bir süredir," diye konuştum zorlukla. Göğsüm sıkıştı. "Bir süredir panik atak geçiriyorum."
"Öldüreceksin beni." Elini soluna götürdü. "Kalbime indireceksin. Mahvolmuşsun. Mahvolmuşsun, neden gelmedin bana? Ne zamandır böylesin sen?" Sorularını bir anda kesti. Elini enseme sarıp başımı göğsüne çekti. Parmakları sertçe saçlarımın arasına daldı. "Kıyamam sana. Bakarız bir hal çaresine. Görüşürüz birileriyle, konuşuruz. Hem acını azaltırız hem ataklarını durdururuz. Buluruz bir yolunu. Nefes al şimdi. Nefes al, öldürme beni."
Kalbi kulağımın altında korkuyla atıyordu. Kollarını etrafıma sarmış, eli ayağı titrerken bile bana her şeyi düzelteceğini söylüyordu. Ben birçok yönümle babama benziyordum ve bu hayatta duyduğum en büyük gurur buydu. "Geçecek şimdi," dedim. "Korkma, bir şey olmayacak."
"Her şeyi yoluna koyarız." Saçlarımın arkasını kavrayıp yüzümü yüzünün hizasına çekti. Alnımda biriken terleri elinin tersiyle sildikten sonra dudaklarını alnımın ortasına bastırdı. "Düzeltiriz babacığım, asıl sen korkma."
"Elimi neye atsam mahvediyorum." Bu cümleyi kurmak bile zordu benim için fakat o, tüm zorlukları aşmamı sağlayan adamdı. Benim aksime verdiği sözleri tutamadığını hiç görmemiştim. Düzeltiriz diyorsa düzeltirdi. Korkma derse korkum yok olurdu. "Bir sürü şey üst üste geldi. Kendimi eskisi kadar güçlü hissetmiyorum."
"Her şeyi öğrenmek istiyorum," dedi kararlı tavrıyla. "Canımı yakacak da olsa içimi sökecek de olsa her detayı anlatacaksın, duydun mu beni?"
Nereden başlayacağımı bilemedim, aklımdan çıkmayan o sahneyi seçtim. "Onu öldüreceklerdi." Eğer normal bir zamanda olsaydık babamın bunları kaldıramayacağını bilirdim fakat şimdi kaldıramayan bendim, yükümü bırakabileceğim tek yer ise onun yanıydı. "Onu benim gözlerimin önünde öldüreceklerdi."
"Şu kız mı?" diye sordu. "Asya hani?" Başımı sallamanın ilerisine geçemedim. Üst üste öğrendiği bilgileri kafasında birleştirip uygun bir senaryo bulmaya çalışan babam, başını iki yana sallayıp durdurdu kendini. Bunun beni her şeyden uzaklaştıracağını biliyor gibi küçük bir gülümseme yerleşti dudaklarına. "Senin o kızda gönlün var, değil mi?"
"Abim mi söyledi?"
"Gözlerin söyledi."
Tuhaf bir utanç yer edindi içimde. Karşısında ilk kez böyle bir meseleyle dikiliyordum. Konuşulacak çok şey vardı fakat ben Yağmur'un adını duyduğumda sanki sıfırlanıyordum. Her şey geride kalıyordu ve bir tek ondan bahsetmek istiyordum. Hem herkese benim ona ait olduğumu anlatma hem de kimseye hiçbir şey söylemeden onu tek başıma yaşama isteğiyle doluyordum.
"Buraya kaç kadın getirdin ki sen şimdiye kadar?" Onu babamla tanıştırmıştım. Bahanem o zamanlar aç olmasıydı, kahvaltı niyetine buraya geldiğimizi falan söylemiştim kendime de ona da fakat şimdi geriye dönüp baktığımda işin bundan ibaret olmadığını görebiliyordum. "Kaç kadına ömrünü yoluna serecekmişsin gibi baktın?"
Bizimle yaşamaya başlamasının üzerinden az bir zaman geçmişti ikimiz buraya geldiğimizde ve ben o zaman bile öyle mi bakıyordum ona?
"Onu benden alacaklardı," dedim ve gerisi çorap söküğü gibi geldi arkasından. Adımı verdiğimi bile söyledim, kendini de annemi de korumak için tetikte olsun diye.
Gözlerinin içine bakamayan evladının çenesini tutup kafasını kaldırdı. "Bu başını öne eğdiğini görmeyeceğim," dediğinde sesi titriyordu. "Aferin sana." Gözleri doldu yine. "Gurur duyuyorum seninle." Ben duymuyordum kendimle, ben yerin dibine girmek istiyordum. "Onu kurtarmışsın," dedi. "Sevdiğin kadını korumak için yapmışsın."
"Ama onu seçmeyecektim." Son nefesime kadar bunun vicdan azabı beni bir gölge gibi takip edecekti. "Benim sayemde yanmaktan kurtuldu ama benim yüzümden ölüyordu. O... Hiç hak etmiyor bunu. Son nefesini aldığını düşünürken bile gülümsemeye çalışıyordu bana biliyor musun? Müjgan ablayı ona anlatmıştım ben. Ben... Bir kere gülüp öyle gidecekti baba. Çıkmıyor aklımdan. Uyku girmiyor gözüme. O affetti beni, ben affedemiyorum kendimi. Her şey benim yüzümden bu halde. Şimdi siz de riske girdiniz. Ben ilk kez bu kadar çıkmazdayım. İlk kez bu kadar nefes alamıyorum."
"Biz önlem alırız," dedi hızlıca. "Hele burayı basmayı bir denesinler Görkem, gör bak şişe geçirip döner diye nasıl çeviriyorum onları kendi etraflarında. Söyle Egemen'e de ailesine sahip çıksın. Başlarım onların küslüklerine, ikisini de yalnız bırakmasın sen şu olayları halledene kadar. Annenin ne kadar gözü kara bir kadın olduğunu geçtim, Müge bile her şeyi anlayabilecek bir kız. Ben hepimize sahip çıkarım gerekirse, sen işin o yanını dert etme tamam mı?"
"Necip Amir birilerini görevlendirdi sizin için sanırım." Bilmiyordum çünkü hâlâ onunla konuşacak cesareti kendimde bulamıyordum.
"Evlatlarım niye üşüsün sokaklarda bu soğukta?" Trafik polisinden emniyet müdürüne kadar teşkilattaki her ismi bağrına basmaya hazırdı. "İlle de şartsa sen gel evinde kal, oğlum. Sizinkiler de kızımla torunumu korusun. Oldu bitti işte."
"Baba, peşimize koca çeteyi taktım diyorum. Gerçekten hiç mi korkmuyorsun? Hiç mi kızmadın bana?"
"Kızmadım tabii, asıl kızıma o ateşin değmesine izin verseydin kapıma paspas diye sererdim seni." Yağmur, babamın kendisine kızım dediğini duysaydı nasıl gülümserdi diye hayal ettim ve bu beni de gülümsetti. "Bir daha da onu kendine küstürme," diye devam etti. "Korkuyor muyum diye soruyorsan da... Sen benden her helallik istediğinde yüreğim ağzıma geliyor benim zaten ama verdiğin her kararın arkasında herkesten önce ben dururum Görkem. Kendini ne kadar suçladığını görüyorum, ben seni biraz bile suçlamıyorum. Dumanlardan yana için rahat olsun çünkü ben ailemde seni desteklemeyecek bir kişi bile tanımıyorum. Alırız önlemimizi, gerisini bırakırız sana ve gözümüz arkada da kalmaz çünkü sen bulursun bir yolunu. Hep buldun."
"Teşekkür ederim." Hislerimi ifade etmek konusunda yaşadığım sıkıntılar bir anda çözülmemişti, hâlâ doğru kelimeleri yan yana getiremiyordum ama o beni anlardı. O bilirdi içimi. O ona duyduğum minneti de saygıyı da kalbinin en köşesinde hissederdi. "Gerçekten bu konuşmaya ihtiyacım varmış."
"Sen benim deniz gözlü küçük oğlumsun," dedi babam, omzumu sıkarak. "Paramparça olmuş sırtın, derin soyulmuş, yüzünü yakmışlar senin. Ekibin için, ailen için canını yakmışlar. Onlar yanmasın diye yanmışsın. Kendini feda etmişsin. Acıdan bayılmışsın, Görkem. Canın o kadar acımış ki yığılıp kalmışsın. İyi dinle söylediklerimi, farkına var ne yaşadığının. Her şeye rağmen hayatta kalmışsın, hâlâ hata yaptım diye kendini yiyip bitiriyorsun. Hâlâ her şeyi yoluna koymaya çalışıyorsun. Kimsenin kaldıramayacağı olayları tek bir günde yaşamışsın. Ne kızması, Görkem? Neyin suçlaması? Seninle daha fazla gurur duyamazdım. O başını dik tutacaksın sen. Benim nasıl ki göğsüm kabarıyorsa her hareketinde gururdan, sen de göğsünü gere gere ne kadar iyi bir lider olduğunu kabul edeceksin. Sana laf edenin aklından şüphe ederim."
"Çok seviyorum seni." Bir baba ve oğlu çok sık böyle konuşmalarda bulunmazdı ama söylediği her sözü hafızamın bir köşesine not edip ne zaman ihtiyacım olsa hatırlamak için saklayacaktım. "Yemin ederim canımdan çok seviyorum seni. Eğer gerçekten söylediklerine layık biriysem ben senin eserinim."
"Tamam," dedi bu duygusallığı daha fazla kaldıramayacağından. "Şimdi bana torun yap ben de onu seveyim. Sen koca eşek oldun."
Bu cümle beni güldürse de aklıma Yağmur'un yanında uzanırken ilk kez hayalini kurduğum o resim geldi. Onun minyatürü olan bir kız çocuğunu veya elinden test kitabı düşürmeyen bir erkek çocuğunu kollarımda tutmak için bile dimdik ayakta durmaya devam edebilirdim. Babamdan böyle görmüştüm. Babam yıkılmazdı, güçlü kuvvetliydi, ne yaşarsa yaşasın eve geldiği zaman gülümserdi ve bizi ne kadar severse sevsin anneme vakit ayırmayı hiçbir zaman ihmal etmezdi. Üstelik abimi de görmüştüm. Müge özellikle ilk zamanlarında benim kucağımda büyümüştü. O tablonun içinde bir yerde Yağmur'la kendimi hayal etmek değişik hissettiriyordu. Hiç yaşamayacağımı düşünürdüm eskiden fakat şimdi kendime ait bir yuvanın hayali o kadar da uzak gelmiyordu.
Ne diyeceğimi bilmeden ben ona baktım, o bana baktı. Öyle derin baktı ki bakışlarımı kaçıramadım. "Görkem," dedi ve sesinde küçük yaşlarıma hitap ederkenki tını vardı. "Çare bulunur oğlum." Durdu, derin bir nefes aldı. "En çaresiz anında bile seninle olan biri vardır her zaman."
Çocukluğuma döndüm, bayram sabahlarına gittim. Abimi gördüm yanımda, diğer yanımda babamı. Üçümüz yan yana namaz kılıyorduk. Başka bir anıya ışınlandı zihnim. Annemin bulunduğu mutfaktan yükselen tıkırtılara babamın salondan okuduğu duanın sesi eşlik ediyordu. O zamanlar böyle anların huzur demek olduğunu anlamayacak yaştaydım.
Babam devam etti ezberden. Artık gözleri bende değildi. "Zorlukla beraber bir kolaylık var. O halde boş kaldığında yine kalk yorul. Ve ancak Rabbinden ümit et, hep O'na doğrul."
"İnşirah suresinin anlamı," dedim. Abime öğreten babam, bana öğreten ise abimdi.
"Benim sıkıntılarımı azaltır hep," dedi avucuyla omzumu sıvazlayarak. "Eğer ki düşerse aklına çaresiz bir anında, oku Görkem. İnan bana hafifletir yükünü."
"Yazdım aklıma." Ortaokul yıllarımda karabasanlardan yana dertteydi başım. Nefesim kesile kesile uyanır, öleceğimden korkup abimle odalarımızın arasındaki duvara vururdum. İki, bir, iki. Abim yanımda biterdi. Bir gün o evde değildi, çırpınışlarıma babam yetişmişti ve bana başka bir dua öğretmişti o akşam. İşe yaramıştı. Yine yarardı. Babam ne söylüyorsa o doğru çıkardı. Babam ne öğretirse o gün gelir işime yarardı.
Babama korktuğumu söyleyene kadar karanlığın yok edilemez olduğunu sanırdım ama değildi. Babam saçtığı ışıkla karanlığı bile yok ederdi.
"Bu arada," dedi en son. "Uygun olduğunuzda al kızımı, bize gel. Annen de tanışsın seni bana dönüştüren o kadınla, görsün kendini başkasında."
Yağmur'un annemle tanışırken elinin ayağının birbirine karışacağını düşündüm. Biraz kızarırdı ama annemin elini güçlü bir şekilde sıkar, özgüveninden ödün vermeden karşısına geçer otururdu. Beni dünyaya getirdiği için bile anneme minnettar minnettar bakardı. Onun güzel kalbini gören annem de bana tuhaf bir bakış atar, nasıl olur da onun gibi birinin kalbini kazanabildiğimi sorgulardı. Sonra gözlerini bir an olsun babamdan ayırmazdı çünkü aklına onun peşinden attığı kırk takla gelirdi. Yağmur da atmıştı o kırk taklayı benim için. Kendinden emindi, beni beklemişti.
"Bige abla için de abime buna benzer bir cümle kurduğunu hatırlıyorum."
Tarih tekerrür ediyordu.
"Zamanında o da geldi senin gibi yanıma, çare aramaya." Gülümsedi. "Sen, ben, o, kopyasıyız birbirimizin. Biz Dumanların boynunu bir tek sevda büker oğlum, aklından çıkarma bunu. Sevdiği kadının uğruna bükülmeyen boynu da ben kırıveririm zaten. İsmi cismi yoktur bazı işlerin. Kocaman adam da olsan onun gözlerine bakınca titreyecek dizlerin, yanında olabilmek için izin isteyeceksin, bir şansı hak ettiğine ikna edeceksin. Ben sizi kalp kırasınız diye yetiştirmedim. Tut o kızın elini. O seni iyileştirsin, sen onun yarasını sar. Zaten böyle olmayacaksa aşk neye yarar?"
"Doğru söylüyorsun." Kulaklarım abime kurmasına aşina olduğum cümleleri kendim için duyarken ben de inanamıyordum bulunduğum hale. Kalbim, ilk kez birinin adını sayıklıyordu. "Merak etme." Kendi kendime gülmeye başladım. "Elimden geleni yapacağım, üzmeyeceğim gelinini."
⚓
Arda Gökmen:
Nefesimi tuttum. Bir adım, iki adım, üç adım. Köşedeki kediyi sevdim, küçük çakıltaşını tekmeledim, yanından geçtiğim her ağaca dokundum. Birkaç yüz adımlık yolda ne kadar oyalanabilirse bir insan E18'e varmadan önce o kadar çok oyalandım ama bu kez kaçmadım.
Buradaydım. Aslında bana daha önce hiç kapıyı açmamış birinin kapısının önünde. Labirentleri aşmış, duvarları yıkmış, en çok da ben paramparça olmuştum ama kendimi yine burada bulmuştum.
Asya'nın bir kuyuya taş atması getirmemişti beni buraya, Eylül'ün beni herkesin ortasında tutup öpmesiydi ilk adım. Sonrası neydi nasıldı bilmiyordum. Zaman hâlâ akıyorsa da haberim yoktu.
Eylül beni öpmüştü.
O an ölseydim dünyanın en mutlu insanı ben olurdum.
Fakat günlerdir üzerine tek kelime etmemek beni belirsizliğin ortasında bırakmıştı. Benden kaçıyordu, ondan kaçıyordum, yüzleşmiyorduk, kısır bir döngünün içine düşmüştük. Burada daha fazla kalamazdım. Ona karşı hislerim yeterince batmıştı içime bir bıçak olup, şimdi gerekirse o bıçağı çekip kanatacaktım kendimi ama daha fazla belirsizlikle boğuşmayacaktım.
Artık platonik değildim. Artık çocuk da değildim. Artık hisleri herkesçe bilinen, Eylül tarafından bile görülen bir adamdım.
Saklayacak bir şey kalmamıştı ama anlatılacaklar vardı. Bana gelmemişti. Şaşırmamıştım, gelmezdi zaten. Yine ben ona gidiyordum. Kaç farklı yol denersem deneyeyim kendimi onun yanında buluyordum. Hiç geçmeyecekti. Hiç dinmeyecekti. Hiç bitmeyecekti. Eylül dururdu, Arda onun pervanesi olurdu. Eylül dönüp bakmazdı, Arda onu bırakmazdı.
Her hikâyenin tek bir yazarı olurdu, bizim hikâyemizi de ben bir başıma yazıp getirmiştim buraya kadar.
Kapıyı çaldım. Çaldım çünkü bitmesi gerekiyordu. Bizim için tek bir ihtimal bile yoksa artık bilmem gerekiyordu. Önüme bakabileceğimi sanmıyordum ama bu en azından ümit etmeyeceğim anlamına gelirdi. Eğer istenmediğimi onun ağzından duyarsam belki yüzsüz kalbim ar bulurdu, belki ondan vazgeçerdi.
Akşamdan kalmaydık. Beni karşılayan gözlerini ovuşturan bir kadın olacaktı, biliyordum. Saçı başı birbirine karışmış haldeyken bir tutamı kulağının arkasına itip bana bakacak, başını soluna eğecek, gözlerini kırpıştıracak ve sonra beklenmeyen olduğum için şaşırıp gözlerini kocaman açarak adımı söyleyecekti.
Ben Eylül Ayyıldız'ı bir kitap gibi ezbere bilirdim ama o Arda Gökmen'in birinci sayfasına açıp bakmak bile istememişti. Halbuki ilk karşılaşacağı şey kendi adı olurdu.
Kapıyı açtı fakat tahminlerim tutmadı. Eylül'ün saçları sımsıkı bir şekilde topluydu başının üzerinde. Yataktan yeni kalkmamıştı, gayet uyanık ve ayıktı. Hatta neredeyse beni bekliyor olduğunu düşünecektim ama bu çok saçmaydı. Eylül beni beklemezdi. O beni çağırırdı, ben onun ayağına giderdim. Bugün buraya çağrılmadan gelmiştim.
Kafasını kaldırıp bana baktığında kelimeler her zamanki gibi dizildi boğazıma. Niyesini unuttum, nasılını unuttum. Adımı unuttum ve baktım sadece gözlerine. O söylesin istedim. O konuşsun da kendime gelebilmek için biraz vakit kazanayım ama nafileydi. Çünkü öyle bir cümle kurup kaşlarını çattı ki aklım buhar olup gökyüzüne karıştı. "Hatırlıyor musun?"
"Neyi?" diyebildim zar zor.
"Kendinde miydin Arda?" Korku vardı yüzünde. Her şeyin değişeceğinden dolayı mıydı? Her şey zaten tepetaklaktı, bunu göremiyor muydu? "Dün ne söylediğini hatırlıyor musun? Sarhoştuk. Sarhoşuz diye ne yaptığını bilmiyor muydun? Sen... Doğru muydu?"
Öfkesi, savunmasızlığını gizlemek için kullandığı bir maskeydi. Alacağı cevaplardan korktuğunu anladım. Arkadaşını kaybetmek istemiyordu. Bir an donup kaldım çünkü eğer söylemek kaybetmek demekse buna katlanamazdım. Benden uzak duracaksa, beni itecekse, bir daha bana arkadaş gözüyle bile selam veremeyecekse konuşmamın hiçbir anlamı yoktu. Belki de sessizliğe sığınmalı ve onu uzaktan sevmeye devam etmeliydim. Belki böylesi aramızdaki ilişki için en kolayıydı.
Hayır, değildi.
Her seferinde canım daha fazla yanıyordu.
Herkes yoluna bakıyordu, bir ben kalıyordum. Olan bir tek bana oluyordu.
"Ne doğru mu?" diye sorarken bir adım attım. Bir adım geri çekildi. Yeniden ilerledim, kapının eşiğine kadar geldim ve durdum. Kafasını kaldırmış, gözlerini kırpıştırarak yüzümü tarıyordu. İçimde bir öfke büyüdü, her şeyeydi. Yaşadığım her şeyeydi. İçimde kalan, söyleyemediğim tüm hislereydi ama her düşündüğü dilinde olan o kadının dile getiremiyor oluşu beni sinirlendirdi. "Ne doğru mu? Aşk bile diyemiyor musun? Konduramıyor musun adımın yanına o kelimeyi? Hâlâ çocuk olarak gördüğün için mi beni?"
Ben sesimi yükseltirken Eylül irkilmedi fakat gözlerinin odağı gözlerim değildi artık. Dudaklarıma bakıyordu. Beni nasıl öptüğünü mü düşünüyordu? Benim senelerce imkansız sandığım bir öpücüğü bana verdi diye pişman mı olmuştu? Kırardı beni, incitirdi. Umurumda değildi. Bir insan bir insana ne kadar kırılabilirse ben o kadar kırgındım zaten ona.
"Hayır." Ne dediğini bilmiyordu ama beni yatıştırmaya çalışıyordu. "Öyle değil. Ben..."
"Ne sen?" Üzerine gittim. Her zamanki gibi değildim. O beni içeri almadı, ben o kapının eşiğini aşıp içeri zorla girdim. "Canımı yakacağı zaman bir saniye susmayan o dilinin şimdi mi tutulası geldi?"
Elini göğsüme yasladı. Düzensizleşen nefeslerim akciğerlerime karşı bir isyan başlattı. Avuç içi kalbimin üzerinde duruyorken gözlerini gözlerime çıkartıp "Öfkelisin," dedi. "Seni görmediğim için bana öfkelisin." Gözleri doldu. Beni sinirli görmesiyle de sesimi yükseltmemle de ilgisi yoktu, gözleri doldu çünkü beni bugüne dek görememiş olmanın pişmanlığını yaşıyordu.
"İçeri geçelim mi?" Zaafım olduğundan bihaber şekilde titredi sesi. Kendime karşı duyduğum nefretin fitili ateşlendi. Onun gözünde bir damla yaşa sebep olduğum için bin yıl gitti sanki ömrümden. "Bana bağırmak istiyorsan orada devam edersin."
"Bağırıp çağırmaya gelmedim." Attığım bir adım göğsümdeki elini düşürdü. Kapıyı arkamdan yavaşça kapattım ama onun bakışları yüzümden hiç ayrılmadı. "Bil diye geldim. Gör diye geldim. Ölmeyeyim diye geldim Eylül. Baş edemiyorum, yok sayamıyorum, nefes alamıyorum artık. Hâlâ bana sarhoş olduğun için miydi diye soruyorsun. Hiç mi anlamadın ya? Hiç mi içinde bir yere dokunamadım bunca zaman? Bir insan bu kadar görmezden gelinir mi?"
"Arda," dedi ve ismime bin bir duyguyu sıkıştırdı. İlk defa bana böyle bir tonda Arda dedi. Benim için ağlayabilecekmiş gibiydi. Ben bilirdim onun içini, bir yaprak kımıldamıştı bu kadar zaman sonra benim rüzgârımla. Bu bile ümitti bana. "Uyku girmedi gözüme. Bir ihtimal dedim, hani belki de ben hayal gördüm diye. Buna inanmak istedim. Sen gerçekten öyleysen bana-"
"Öyleysem sana değil." Derin bir nefes aldım, son nefesim gibiydi. "Aşığım ben sana. Duyman mı gerekiyor illa? Ben sana bana ilk güldüğün andan beri çok aşığım. Çok fazla, Eylül. Sığmıyor içime, hiç saklayamadım ki zaten. Herkes anladı sen anlamadın mı? Nasıl bu kadar yok saydın beni? Sen hiç mi-"
"Arda." Titreyen sesi iliklerime işledi. Benim sesim ne kadar yüksekse onunki o kadar kısıktı. "İlk günden beri mi?" Göz pınarındaki yaş, yanağına düştüğünde gözlerimin içine bakamadı. "Ben senin canını ne kadar çok yakmışımdır..."
Birçok senaryo hayal etmiştim bu ana dair ama Eylül'ün içini çeke çeke ağlamaya başlaması bunlardan biri değildi. Utandığı için yüzüme bakamıyordu. Bana haberi bile yokken yaşattıklarının acısını çekiyordu. "Ama sen..." dedi zorlukla. "Sen benim ilişkimi kurtardın kaç kez. Ben senin yanında Buğra diye ağladım Arda. Sen nasıl... Canın ne kadar yandı senin?"
Bir hıçkırık koptu dudaklarından. Ellerini yüzüne kapattı gizlenmek isteyerek. Taş kesildim, durdum, nefes alamadım. Eylül'ün bileklerini kavrayıp ona doğru yaklaştım. "Ağlama." Dayanamazdım. "Sen onunla mutluydun. Beni sevmek zorunda değildin, bu yüzden kızmıyorum ki ben sana. Ağlama lütfen."
"Çok üzmüşümdür ama seni." İçim gidiyordu sesi yüzünden. Böyle olacağını bilseydim yemin ederim söylemezdim hiç. "Nasıl dayandın ki Arda? Allah belamı versin benim. Ben bilmiyordum ki. Ara sıra kafamı karıştırdığın oldu ama her seferinde Buğra'yla aramı düzelttin benim. Saçmaladığımı sandım ben de. Sen benim en yakın arkadaşımdın hep. Ben... Çok özür dilerim. Gerçekten."
"Dileme özür. Ben sana aşıktım, sen başkasına. Bazen olur böyle, üzülme n'olur. Alışmıştım zaten ben. Seni böylesine sevmeye gerçekten alışmıştım. Seni suçlamıyorum hiç. Masumsun çünkü. Bana değer verdiğini biliyordum. Benim sana verdiğim gibi değildi ama değerliydim işte gözünde. Sırdaşındım, arkadaşındım, başına bir şey geldiğinde yanına ilk koşacağın insandım hep. Bu kadardım. Hepsi bu kadardı. Yetinmeyi öğrenmiştim. Gel, ayakta zor duruyorsun. İçeriye geçelim de silelim şu gözlerini. Ben yanımda ağlamana alışkınım, benim için ağlamana değil. Yapma bunu. Gözyaşına katlanmak her zaman en zoru zaten."
Onu içeri doğru yürütmek için elimi beline koyacaktım ama o iki eliyle yüzümü kavramayı seçti. Nemli gözleriyle gözlerimin içine baktığında canının ne kadar yandığını gördüm. Körlüğü sona ermişti, en büyük yaramın kendisi olduğuyla yüzleşiyordu ve bu gerçek onu bitiriyordu. Şimdi her bir anımızı düşünüyor, yanındaki adamın o anların tümünde kendisine körkütük aşık olduğunu biliyor ve bu yüzden o anların hepsine farklı bir gözle bakıyordu. En yakın arkadaşı sandığı çocuğun kalbini her seferinde nasıl ezdiğini görüyordu. Ona sarılırken içimin titrediği, ona bakarken içimin gittiği zamanların sebebini artık bütün kalbiyle anlıyordu.
Bu itiraf sadece benim için zor olur sanmıştım, onu bu kadar etkileyeceğini bilmiyordum.
Elleri yüzümdeyken gözlerini yere çevirdi. "Sarışın bir kadına yenildim diye kadeh kaldırmıştın. Bendim o kadın."
"Sendin."
"Karamelli çikolatanın yarısını hep bana ayırıyordun. Beni sevdiğin içindi."
Başımı salladım. "Sen seviyorsun diye karamelli çikolata aldırırdım. Ben pek sevmezdim aslında ama alıştım tadına."
"Nefret ediyorum kendimden şu an."
"Senin bana karşı bir hatan olmadı ki." Gözlerinin altlarını sildim yavaşça. "Arkadaşın gibi davrandın. Bazen ben ileri gittim, haberin olmayan hislerim yüzünden öfkelendim sana. Sen bir arkadaşlık ilişkisinin normal olan tarafıydın Eylül, ben aşırıydım. Bana verebileceklerinden daha fazlasını istediğim için sen niye nefret ediyorsun ki kendinden? Sana aşık olmak en başta benim hatamdı."
"Hata mıydı?" diye sordu mahvolmuş bir halde. Hâlâ kapının eşiğinde dikiliyorduk. Bana ilk kez bu kadar yakındı. Fiziksel bir yakınlık değildi kastettiğim. İçimi görüyordu. Saydam bir camdım, kafasını çevirmek yerine ilk defa ardımdakilere bakmak istiyordu.
"Hataydı," dedim canının acıyacağını bilsem de. "Harap ettim kendimi. Gençliğimi gelmeyeni bekleyerek mahvettim. Yaktığım her sigara sanaydı, hiç gelmedin ama yanımdaki boş salıncak hep senindi. Bu kadar yakınımda olan birine bu kadar yoğun şeyler hissetmek aptallıktı ama durduramadım. Olmadı işte. Senin bir ilişkin vardı. Bana bir şey vaat etmedin ama sessiz sedasız bekledim ben hep. Kendim ettim kendim buldum. Üzülme sen. Hata bendeydi."
"Özür dilerim," dedi bir kez daha. Çaresizdi, ne söylese anlamsız gelecekti bunun farkındaydı. "Kalbim sıkışıyor sen anlattıkça. Benim gözümde hep çok değerliydin. Bu kadar üzülmüş olmana dayanamıyorum şu an. Yanımda olduğun anları tekrar tekrar düşündükçe canım acıyor ve Arda, işin en acı tarafı sen hep benim yanımdaydın. Ağlasam oradaydın, gülsem oradaydın. Kusuyordum sen duruyordun yanımda, başımda bekliyordun bütün gece. Ben ne zaman korksam seni çağırdım, ne zaman kalbim kırılsa sana sığındım. Seni kaç kere kendim için öldürdüm ben?"
"Yine olsa yine gelirim," dedim bir saniye düşünmeden. "Yine beklerim başında, yine dururum yanında ama Eylül, merakımı mazur gör. Niye bendim o kişi? Ben olmak zorunda mıydım? Niye her başın sıkışınca beni istedin yanında sen? Görkem değildi, Can değildi, Kaya değildi, hep bendim. Öyle olunca ben de bir süre sonra sandım ki... Neyse, saçma sapan bir yanılgıydı. Zaten bana büyü artık dediğinde ben senden vazgeçmeye yemin etmiştim. Deniyordum da. Hayatımda ilk kez önceliğimi sen yapmamaya çalışıyordum, sen değiştiğimi sandın. Vazgeçmek için çok çabalıyordum. Sonra geldin öptün beni. Niye beni öptün ki?"
"Ben..."
Konuşmasına izin vermedim, belki de duyacaklarımı kaldıramayacağımdandı. Belki de yeterince uzun zaman sustuğum içindi. "Ben bu hale gelmeyeyim de kim gelsin? Üç sene kalbimi elinde tutan kadın ben ondan vazgeçmeyi denerken geldi öptü beni. Sana ümit vermek istemedim deme sakın, sen beni bin yıl seni bekleyecek hale getirdin bir hareketinle."
Gözlerini gözlerimden ayırmıyordu beni dinlerken. Dudakları aşağı doğru kavisliydi, gözyaşlarına direniyordu. Korkmadım bu kez, bakışlarına karşılık verdim. "Ben seni ezbere bilirim. Sen de bir şeyler hissettin Eylül. Beni öptüğünde... Öylesine değildi. Sen korkak değilsin, yüzleşirsin önüne gelenle ama köşe bucak kaçıyorsun benden birkaç gündür. Ben mi kendimi kandırmak istiyorum bilmiyorum ama sanki o an sen de-"
Bu kez o kesti sözümü. "Ben de," dedi başta sadece. Gözlerini sildi. Yutkundu. Bana baktı tekrar. "Ben de Arda." Kalbim, göğüs kafesimden fırlayacak sandım. "Çok korkmuştum senin için. Aklım başımda değildi, neden seni öptüğümü kendime bile açıklayamıyorum ki. Ama farklıydı bu. Şeydi biraz..."
Utandığını görünce hafifçe gülümseyip, "Neydi?" diye sordum hevesle.
"En yakın arkadaşımı öpmek gibi değildi."
"Hım..." Eğleniyor oluşum onu daha çok utandırdı. Beni gülmememi söyler gibi hafifçe omzumdan ittirdi. Bütün hayatım boyunca böyle bir an yaşamayı beklediğimden habersizdi tabii.
"Aramızdaki ilişkiyi mahvettiğimi sandım," dedi benim aksime ciddi bir şekilde. Anlatacaklarına önem verdiğimi göstermek için onun elinden tutup salona doğru yönlendirdim adımlarımızı. Oturup konuşmalıydık, ne anlatırsa dinlemeye hazır olacaktım ömrüm boyunca. Sonra bir an, tuttuğum o el farklı hissettirdi bana. Bir ihtimal vardı ilk defa. Daha önce de tutardım elini, sarılırdım, kollarımın arasına alırdım bedenini ama bu seferki temas öyle değildi. Bir şeyler sonsuza dek değişmişti aramızda.
Geldi peşimden. Yanıma oturdu. Bir bacağını altına kıvırıp yönünü bana doğru çevirdi. "Ay hâlâ inanamıyorum yaptığım şeye." İşte bu, benim aşina olduğum Eylül'dü. Yanımda rahattı, her düşündüğü dilinin ucundaydı. "Bir de herkesin ortasında, öyle aniden." Başını bir anda utanıp göğsüme bastırdığında neye uğradığımı şaşırdım. Elim saçlarına gitti ve bu da ilk kez başımıza gelmiyordu ama yine farklıydı. Artık kalp atışımı duyacak diye korkmuyordum. "Arda ya, rezil mi olduk elaleme?"
"Alevlerin ortasında öpüşürken mi? Bence çok havalıydık."
Yeniden geri çekilip gözlerimin içine baktı. Yemin ederim ki ilk defa bana bakarken gözleri böyle parlıyordu. Öleceğimi sandım.
"Uzun bir süre ben ne yaptım diye düşündüm. Sonra uzun bir süre de sen ne yaptın diye düşündüm."
"Aa, teessüf ederim. Ben sadece rezil olma diye sana eşlik ediyordum."
Ben de her zamanki Arda'ya dönmüştüm şimdi. Gergin ortamların tescilli yumuşatıcısıydım.
Eylül'ün dudakları önce iki yana kıvrıldı, sonra yeniden ciddileşti ifadesi. "Seni yeniden öpmek istedim." Bir an heyecandan ellerim titreyecek diye korktum. Kalbim yerinden çıkmak üzereydi. "Bu his bana yanlış geldi. Çünkü senelerdir yan yanayız biz, her anımdasın benim. Arkadaşıma karşı böyle bir şey hissetmemeliydim. İlk defa başıma geldi benim de. Sonra suçu sana yıktım. Çünkü beni öptüğün şekilde kimi öpersen öp uzun bir süre senden başkasını düşünemezdi."
Göz bebekleri büyüdü.
İnsanların sevdiklerine bakarken göz bebekleri büyürdü.
İçimden oraya buraya zıplamak geliyordu.
"Çok ani, çok yeni," dedi derin bir yutkunuşun ardından. "Senin üç yıldır hissettiklerinin yanında bir hiçim ben ama seni düşünürken bir şey fark ettim. Buğra'ya git dedin, gittim. Buğra'dan ayrıl dedin, ayrıldım. Karşıma geçip sadece bir kez artık bitirmem gerektiğini söyledin bana ve ben bunu ikiletmedim. İşte bu bende bir sorgulama başlattı Arda. Acaba ben göremesem bile kalbim görmüş mü seni?"
"Can bana senin duygusal boşlukta olduğunu söyledi." Bu defa ciddileşen benim sesimdi. "Sana deli gibi aşığım Eylül, arkasındayım söylediğimin ama bir başkasının yerine konulmaya çalışılan o adam olmayı kabul etmeyeceğim. Ben yara bandın olmak istemiyorum. Madem açık açık konuşuyoruz, bunu da bil. Fazla bir şeye sahip değilim şu hayatta, eğer yanımda olacaksan her şeyinle isterim seni. Aklının yarısı bir başkasında kalmış halde bana geleceğine hiç gelmesen daha iyi."
"Bu halimiz... Çok garip," dedi haklı olarak. Yaşadığımız son on gün özellikle ikimiz için bir devrimdi. "Çok tuhaf ama sanki... Olması gereken bir tuhaflık. Bilmiyorum. Anlatamıyorum ama seni anlıyorum ben. Sadece her şey çok beklenmedik. Senin için de öyle. Zaman çözecek sandım ama onun da etki ettiği yok. Ne demem gerektiğini bilmiyorum."
"Tek bir soru soracağım."
"Ne istersen."
"O adama geri dönmek istiyor musun?"
Başını iki yana salladı. "Ne istediğimi sana söyleyeyim mi?"
"Söyle."
"Beni yine öpmeni istiyorum."
Nabzım üç katına çıktı fakat suratımdaki ifade soğuk bir hal aldı. "Tensel bir çekim yüzünden mi?"
"Hissel bir çekim yüzünden."
Elini bacağıma yaslayarak bana yaklaşırken bunu beni etkilemek için yapmıyordu. Her zamanki benden destek almak için sağladığı temaslardan biriydi ama eğilip eline baktı, sonra dizime ve sonra gözlerime. Elini beni rahatsız etmekten korkar gibi geri çekti. "Arda," dedi uzun bir paragraf için kendini hazırlayarak. "Seni kırmak istemiyorum ama-"
"Konuşmadan önce kırk kez düşünmene gerek yok." Başımı kaldırdım. "Bana büyümemi söylediğin zamanki kadar artık sen bile kıramazsın beni."
"Zarar görmemi engellemeye çalışıyordun." Sesinde kabullenmişlik vardı. "Ben seni ilişkime karışmakla suçladım, ilişkim hakkında sürekli gelip senden akıl isterken ve sen buna dayanamadığında bile beni sevdiğini söylemek yerine Buğra'nın bana hak ettiğim şekilde davranmadığını söyledin. Halbuki ben hiçbir şey hak etmiyordum aslında. Özellikle en çok çocuk yanını sevdiğim bir insana büyümesini söylediğimde... Hiçbir şeyi hak etmiyordum."
"Analizciler arada üf püf ederler ama şımarmama izin verirler benim. En çok onlar şımartır hatta. Bir gün Red Kit olurum, bir gün Marsupilami gibi gezinirim, ne bileyim bir gün Ben 10 olurum ama sen bana büyü artık dediğinden beri ben mutlu bile olamıyorum Eylül. Senin için değişebilirim sanmıştım, bunu yapmak istemiyorum. Ben beni sevmen için uğraşmak istemiyorum. Biz tartıştık, ikimizin de haklı haksız yanları vardı, bu değil benim takıldığım. Ben beni sev diye kırk takla atmayacağım, ben beni gör diye çırpınmayacağım, ben benimle ol diye babamla geçirdiğim zamandan kalan tek mirasıma ihanet etmeyeceğim. Nasılsam öyle kalacağım. Eğer bir ihtimal varsa bizim için senin yanındaki adam, hep yanında olan adama benzeyecek. Değişmeyeceğim."
"Aşinayım sana ben," dedi gözlerindeki bakışa şefkat yerleşirken. "Gülüşünün hep ışıldadığını düşünürdüm, gözünün içindeki ışığı bile ben söndürdüm. Kaç kere özür dilemem gerektiğini bilmiyorum ama ağzımdan çıkanlar için çok pişmanım. Tabi başka şeyler için de. Çok şey için. Düşüne düşüne kafayı yiyeceğim. Konuşmaya dayanamıyorum, nasıl yüzüme bağırmadan durabildin benim yanımda? Nasıl gör artık beni diye sarsmadın sen omuzlarımı?"
"Ben çok bağırdım aslında da seni sağır eden biri vardı, duymadın ki hiç."
"Of Arda." Alt dudağı yeniden titremeye başladığında ne yapacağımı bilemedim. İlk defa hislerimin arkasında dururken bu kadar güçlüydüm ama gözyaşlarının sebebi olmak o gücü yine sıfıra indiriyordu. "Özür dilerim."
"Özür dileme," dedim. "Ama benim için bir şey yapmak istiyorsan ona gitme."
"Çok korkuyorsun," dedi yumuşak bir sesle. Biraz daha yaklaştı yanıma. Dilimi kilitledi yine. "Yine sana aynı şeyleri yaşatırım diye. Güvenmiyorsun bana." Sessizliğimi bir cevap kabul etti. "Hiç farkında değildim ama çok yüzüstü bıraktım ben seni, tabii ki güvenmezsin. Ama sence... Bir şansı hak ediyor muyum?"
Bir ilişkiden bahsetmiyordu. Güvenimi kazanabilmek için bir şans istiyordu. Zaten o henüz son ilişkisini atlatabilmiş değildi, bunu biliyordum ve istediği asıl şeyin zaman olduğunun da farkındaydım o söylemese de. O zaman gelene kadar da arkadaşlığımız zarar görmesin derdindeydi. Ben onu çok iyi anlıyordum.
Sadece bilmiyordum.
Beklemeye değer olduğunu biliyordum ama bu sürenin sonunda bana geleceğinden emin değildim.
Bu yüzden söyleyecek bir şey bulamadım yine.
"Seni daha fazla üzmeyeceğim," dedi yine o dolu gözleriyle. Beni ikna etmeye çalışıyordu. "Eğer bunun için beni görmemen gerekiyorsa... Yani, uzak durmamı istiyorsan bunu da yapabilirim. Zor olur ama yeter ki canını daha fazla yakmayayım."
"Bizim için bir ihtimal var mı yok mu?"
"Sen söyle," dedi. "Arkadaşlığımızın bozulmasına asla izin vermeyeceğim ama daha fazlası için ileride beni affedebileceğini düşünüyor musun?"
"Ben seni senin haberin bile olmayan kaç kavgamızda affettim bilmiyorsun. Ben seni bu aklımın içinde kaç kere akladım, anlatsam şaşırırsın."
Elini yüzüme uzattı. Avucu yanağımı kavradı, baş parmağının ucunda şefkat vardı ve benim için üzülerek, onun için ağladığım zamanları telafi etmek ister gibi gözümün biraz altını okşadı.
Yüzünün yüzüme çok yakın olduğunu fark eden kalbim içeride birkaç takla attı. Bu daha önce yalnızca bir kez olmuştu ve günlerdir aynı rüyanın içinde yaşıyordum. İkincisi olursa hiç şansım kalmayacaktı sıfırdan bir hayat için. İkincisi, beni sonsuza kadar ona bağlayacaktı.
Alnını alnıma yasladı. Burnunun ucu burnuma değiyordu. Gözleri kapalıydı. Kırmak istemiyordu, bencillik etmek istemiyordu, daha fazla üzmek istemiyordu ama beni öpmek istiyordu. Bununla baş etmeye çalışıyordu. Bir tepki bekliyordu. Bu sürede de dinlenmek için, aklının karmaşından kaçmak için seçtiği yer yine yanım olmuştu. "Gitmeyeceğim," diye fısıldadı eli başımın arkasındayken. Kıvırcık buklelere daldı parmakları. Konuşurken nefesi yüzüme vuruyordu. "Burada kalacağım ve kendimi affettirmenin bir yolunu bulacağım."
Dudaklarımızın arasındaki mesafeyi kapattım.
Yeniden şarkılar çalmaya başladı, en sevdiğim çizgi roman serisinin yeni kitabı çıktı, favori filmim tekrar vizyona girdi, çocukluğumun geçtiği eve döndüm, annem saçlarımı sevdi ve babam beni o salıncakta salladı.
Eylül'ü öpmek böyle hissettiriyordu. Eylül, benim kalbimin bütünüydü. Sarı saçları sarmaşıktı, ellerinde hayat vardı. O benim hem kıyametim hem de miladımdı.
Saçlarımın arasındaki parmakları enseme kaydı. Bana tutundu, beni öptü. Yine. Bana karşılık verirken geri çekilmeyi aklından bile geçirmedi. Gardım düştü, yenildim, ondan başka şansım kalmadı. Yanağına yasladım avucumu. Öylece durdu. Ben onu bırakmadım, o beni öpmeyi bırakmadı.
Aklım kayboldu. Zaman mekân yok oldu. Gürültüler sustu, kırgın yanım tamir oldu, yaraların sızısı dindi, sanki bana onun tarafından yeni bir hayat bahşedildi.
Bu kadar zaman, sustuğum bunca ay, içime bastırdığım bunca his... Eylül'ün beni öptüğü tek bir saniye için hepsini yeniden yaşamam gerekseydi yaşardım. Tek bir saniye için bütün ömrümü ben yine harcardım.
Derin bir nefes aldım ve sonra kontrolün ellerimden kayıp gittiğini hissettim. Artık o bana doğru yaklaşmıyordu, ben onun üzerine eğiliyordum. İki elini ensemde birleştirip bunda bir sakınca görmediğini anlattı bana. Başını koltuğun kolçağına yasladı. Üzerine bu kadar eğilmek sırtımdaki bütün kasları acıyla germişti ama elim ensesinin altındaydı, boynu ağrımasın diye onu destekliyordum ve bu sırada hâlâ, hâlâ onu öpüyordum.
Dudaklarının arasından kesik bir ses çıktığı an ne yaptığımın farkına vardım. Onun sesi beni hayata döndürdü. Halime şaşırarak geri çekildiğimde göğsüm hızlı hızlı şişip iniyor, doğru düzgün nefes bile almıyordum.
O benim yaşadığım şaşkınlığı yaşamıyordu. Alttan alttan gözlerime bakıyor, sanki sorun olmadığını söylüyordu. Benim bu zıvanadan çıkmış halim onun resmen hoşuna gidiyordu.
Gözlerimi kırpıştırarak kendime gelmeyi denedim ve o gözünü bile kırpmadan beni izledi. "Arda," dedi uzun süreli sessizliğin ardından. "Oyuncakların odamda. Onları artık geri alacak mısın?"
Öylesine bir soru değildi, verdiğim cevap da öylesine olmayacaktı. Umut demekti, yeniden çocuk olmak demekti, bizim için gerçek bir ihtimaldi.
"Alacağım."
Zar zor çıktı sesim ama Eylül, kocaman gülümsedi.
Kolumun altına sıkıştırdığım bir koliyle çıktım oradan. Eve yürürken yol kenarındaki kurumuş yaprakları kestirdim gözüme. İçlerinden en güzelini seçip aldım. Avizemdeki boşluğu onunla dolduracaktım.
Bir adım, iki adım, üç adım. Kapının önüne vardığımda zıplamaya başladım.
Bir anda önümdeki kapı çat diye açıldı. Şaşkın bakışları arasında peluşlarımla dolu koliyi girişe bıraktım ve uzanıp Asya'yı kollarıma çektim.
"Bu kız beni seveeer!" Ona sarılırken yerimde zıpladığımda başı göğsüme çarptı. Bunu akıl edemediğim için başının üzerini öptüm ama Asya, kolunu belime sarıp ben bağıra bağıra şarkı söylerken zıplayışlarıma eşlik etmeye başladı. "Bu kız beni öldürüüür!"
Kaya ve Can, salonun kapısından çıktıklarında bizi Asya'yla zıplarken gördüler. "Bu kız bana güzeeel hayaller gördürür!" Elini tuttum, onu ittim ve Asya hareketlerime ayak uydurarak benimle dans ederken Kaya kollarını göğsünde bağlayıp küçük bir gülümsemeyle kapıya yaslandı. Can olanlara anlam vermeye çalışırken mutluluğumu gördü gözlerimde ve hiçbir şeyin önemi kalmadı.
Bir köşede oyuncaklarım, bir köşede ailem, bir köşede annem ve babam, bir köşede hayallerim vardı. Ben tüm bunların ortasında, yine evi inleterek şarkı söyledim ve Analizciler her şeyin düzelebileceğine inandı.
•🧭•
Çok özlemişimmmm.
Baba Duman'ın ayağa kaldıramayacağı insan ve çocuk Arda'nın güldüremeyeceği yüz var mıdır sorarım sizlere.
Arda'nın bu kadar sene içine attığı hisleri arka arkaya yazmak zor olur sanıyordum, Eylül'ün çaresizliğini hissetmek daha zor oldu. Bunlar öyle ani öpüşüyorlar ki ben bile hazırlıksız yakalanıyorum ahsjwkwmwm
Tempoyu biraz düşürdük, sanmayın ki yeniden yükseltmeyeceğiz. Ne demiş Teoman, bunlar güzel günlerimiz. Neyyyse, sustum. Kızıyorsunuz sonra.
Bir kere gülümsemeyi unutmayın gitmeden önce :)
#Analizwattpad etiketinin altına bekliyorum sizi Twitter'de yine.
Instagram'da azraizguner hesabımdan aktif olacağım. Ayrıca Analizin sayfası analizbyizguner ve tiktok hesabımız byizguner'den de düzenli paylaşımlar yapılıyor. Her masada varız.
Yeniden görüşene dek kendinize çok iyi bakın. Teşekkürler ve iyi günler!
💙🤝💙
Yorumlar
Yorum Gönder