34. "Sahip Olmadıklarımız"
Bölüm şarkıları:
Selami Şahin, Seninle Başım Dertte
Can Bonomo, Güneş
Deniz Tekin & Cihan Mürtezaoğlu, Derde İhanet Edemem
•🧁•
Feza Falez:
Kamyon çarpmış gibiydim.
Daha önce hiçbir sabah gözümü açmamak için bu kadar direttiğimi hatırlamıyordum. Karşılaştığım manzara avizem olacak sandım ama ben bir ele sarılmış durumdaydım.
Doruk battaniyenin üzerinde, başı yatak başlığına yaslı olacak şekilde uzanıyordu. Ben battaniyenin altında cenin olmuş, onun ön koluna iki elimle birden tutunmuştum.
Üşümemiş miydi?
Bacaklarım çarşafa sürttü ve soğuk bir ürperti tüm vücudumdan geçip gitti. Ben üşümüştüm. Üzerimde onun formasının olduğunu görünce dudaklarım şaşkınlıkla aralandı. Başıma saplanan ağrıyı şakağımı sertçe ovalayarak gidermeye çalıştım ama başarısız oldum. Sonra birden gözümün önü karardı.
Annemler.
Annemle konuştuğumu hatırlıyordum. Burada olduğumu biliyor olmalıydı.
Anılar yavaş yavaş hafızamda belirmeye başladı. Eksik parçaları yerlerine dizmeyi denerken karnım guruldayınca elimi karnıma bastırdım. Diğer elim hâlâ Doruk'un koluna temas ediyordu. Bu teması kesme gibi bir niyetim de yoktu. Hatta ona biraz daha sokulmakta bir sakınca da görmüyordum.
Bütün gece benimle ilgilenmişti.
Beni utandıran birkaç sahne gözümün önüne gelince yutkunup gözlerimi kırpıştırdım. Başımı yasladığım yerde gözlerimi yukarı doğru çevirdim ve yüzünü seyretmeye başladım. İlk birkaç saniye pek bir şey hatırlamamıştım ama buna rağmen hiç korkmamıştım. Bunu fark etmek hoşuma gitti. Yanımdaysa güvendeydim. Bu his çok güzeldi.
Yüzüne dokunarak onu uyandırmak istedim fakat bir anlığına bunu yapmak doğru olmayabilir gibi geldi. Uykusundayken savunmasızdı. Ben ona koala gibi yapışmış olarak uyanmış olsam da başka bir temasımın onun huzurunu kaçırmayacağının garantisi yoktu. "Doruk," dedim önce. Sesim çatallı çıkınca bir ton yükseltebilmek için boğazımı temizledim. "Doruk, saat kaç?"
Takside onun evine gelirken sarılıp uyuyacağımız ilk gecenin bu olacağını düşünmüştüm. Bırakın sarılmayı, çocuğun parmağı parmağıma değmiyordu. Yalnızca benim aracılığımla kurulan bir temas vardı aramızda.
Boştaki elini kaldırıp gözlerini ovaladı. Onu ne zaman evine gelip uyandırmış olsam üstsüz yakalamıştım bu yüzden normalde yatağa o şekilde girdiğini düşünüyordum ama dün gece bunu yapmamıştı. Gömleğini çıkarmış, yerine lacivert bir tişört giymişti. "Günaydın," dedi boğuk bir sesle. Kendine gelmeye çalışır gibi omuzlarını gerdi. Ardından kenarda duran telefonuna uzanıp ekranı aydınlattı. "Dokuz buçukmuş."
Gözlerini yeniden kapatırken avucunu başımın üzerine koydu. Komikti, eli kafamı bir şapka gibi kaplayabiliyordu. Onu dürtüp "Uyan," dedim. "Uyuma geri."
"Bir şey mi var?"
Gece onda kalmıştım. Başka bir şey olmasına gerek var mıydı?
"Yok," dedim. "Ama uyanman gerek. Beni niye buraya getirdin?"
"İyi olduğundan emin olmam gerekiyordu." Gözlerini yavaşça açtı. Eli saçlarımın arasındayken sesi ciddileşti. "O hale gelmenin sorumlusu bendim. Sarhoşluğunu çekecek kişi de ben olmalıydım demek oluyor bu."
"Çekecek mi? Sana çektirdim mi? O kadar mı kötüydü?"
Çok hızlı bir "Hayır," cevabı aldığımda kaşlarım havaya kalktı. "Zor muydum?"
"Zor oluşunu seviyorum."
"Yani zordum?"
"İrademin üzerinde halay çektin Feza, beni konuşturma şimdi."
Gülecek gibi olup yeniden ciddileştim. "Eve gitmek istemiyorum." İçimde bu konuyla ilgili haklı bir huzursuzluk vardı. "Asıl halayı benimkiler üzerimde çekecek. İşte o zaman göreceğim günümü. Hayır, hangi akla hizmet içip durdum ben acaba? Neyime güvendim yani? Başım da çatlıyor zaten. İğrenç bir şeymiş alkol. Nesini sevdiğinizi anlamadım. Midem hâlâ bulanıyor. Karnım da aç bu arada."
"Yeriz şimdi bir şeyler." Elini ensesinin arkasına attığında kol kası şişkinleştiği için odağım dağıldı. Ne yazık ki bunu fark edecek kadar adi biriydi. "İyi mi manzaran?"
"Evet," dedim. "Seninki?"
Gözleri battaniyenin altında kalan bedenime şöyle bir baktı. "Üzerinde benim formam var ve yatağımdasın. Cennetteyim yani."
Benimle alay ettiği için gülerek koluna vurdum ve yavaşça doğruldum yerimde. Saçlarım birbirine girmiş olmalıydı. Dağınık saçlarımda parmaklarının izi vardı. Beni bir sandalyeye oturtup her bir tutama aynı ilgiyi vererek saçlarımı kurutuşunu hiçbir güç bana unutturamazdı.
"Sormak istediğin bir şey var mı?" dediğinde gözümün dalışını yanlış yorumladığını anladım. "Hatırlıyor musun geceyi?"
Başımı sallayıp sallamamak arasında kaldım. Beni utandıran detayları hatırlamasam da olurdu. Yanında ağladığım kısmı ise yeryüzünden silip yok etmeliydik. "Biraz," dedim kaçamak bir cevaba sığınarak. "Annemle konuştunuz, değil mi?"
"Sana kızacaklar." Bunu zaten biliyordum ama o kendimi hazırlayabileyim diye yine de söylemek istemişti. "Ve sana kızdım," dedi. "Bunu bir daha yapma. Hiçbir zaman içinde bulunduğun ortama ayak uydurmak gibi bir çaba yüzünden kendinden uzaklaşma."
Benden on yaş büyük birinden öğüt aldığımı hissettirmesini sevmedim. Doğru söylediğini ve bunu kulağıma küpe yapmam gerektiğini biliyordum ama ondan bunları duymak istemiyordum. "Konuyu kapatabilir miyiz? Rezil olduğumun farkındayım."
"Hiç kimseye rezil olmadın," dedi gittiğimiz yıldönümü kutlamasındaki isnanları kastederek. Bakışlarımın değişmediğini gördüğünde hayretle "Bana mı?" diye sordu. "Bana rezil olduğunu mu sanıyorsun? Saçmalama Feza. Ortada böyle bir durum yok."
"İyi," dedim. "Kalkalım mı yataktan?"
Doruk bir şey söyleyecek gibi oldu, sonra durdu. Yavaşça nefes alıp verdi ve ardından başını salladı. Yataktan kalkıp ayağa dikildiğinde ben hâlâ yatar pozisyonda olduğum için gözüme daha bir heybetli geldi. Üzerine oturan tişörtü ve birbirine girmiş dağınık tutamlarıyla yakışıklı görünüyordu. Kalkmak için herhangi bir harekette bulunmadan "Keşke sarılıp uyusaydık," dedim. Bunun için önümüze başka bir fırsat çıkmayabilirdi. Kafama göre geceyi başka yerde geçirme iznine sahip birisi değildim. Dün gece, belki de bunu yapabileceğimiz tek geceydi.
"Salonda yatarım diye düşünmüştüm ama yanında kalmamı istedin." Bu hatırlamadığım bir detaydı. "Sana sarılarak uyumak yüksek ihtimalle yüz derdimin doksan dokuzunu çözer ama senin körkütük sarhoş olup ertesi gün sana ne olduğunu hatırlamama ihtimalin bulunan bir gecede değil sevgilim."
Her konuda öyle ince düşünüyordu ki elimden büyülenmekten başka bir şey gelmiyordu. İnsanlara ders diye öğretilmesi gereken özellikleri olduğuna inanıyordum. Onunla ilgili her şey hoşuma gidiyordu.
Yataktan ayaklarımı sarkıtıp yeri izledim. Üzerimde yalnızca forması vardı. Bunu kendi hür irademle giymiş, altına da yine kendi hür irademle benim için bıraktığı şortu giymemiştim. Korkunçtu. Karşımdaki kişi Dorukhan Falay olmasaydı dün geceden beri yaptıklarımın tümü benim için korkunç bir facia olurdu. Birkaç aydır tanıdığım bir erkeğin yanında hayatımda ilk kez sarhoş olmam ve tüm geceyi sarhoş bir halde onun yanında geçirmem kulağa bir felaket senaryosu gibi geliyordu.
Doruk doğruydu ama ben son zamanlarda çok yanlıştım.
Ailemi düşürdüğüm durumu düşünmek kendimden nefret etmeme yol açtı.
Yataktan kalkmadan önce "Annemle konuşmalıyım," dedim. Az önceki halimden eser kalmamıştı. Fazla ciddi, fazla soğuk çıkmıştı sesim.
"Benden arayabilirsin," dedi neye uğradığını şaşırmış halde. "Ne oldu? Bir şey oldu. Ben mi yanlış bir şey söyledim?"
"Annemle konuşmak istiyorum," diye yineledim. "Onları hayal kırıklığına uğrattım. Yüksek ihtimalle hiç uyuyamamıştır. Burada kalmama nasıl izin verdiğini bile bilmiyorum. Gece seni almaya polisler gelebilirdi. Sakin göründüğüne bakma, normalde ortalığı yangın yerine çevirebilecek bir kadındır."
"Tamamen anlaşılabilir." Annemle empati yapabiliyordu ve bu durumu normal karşılıyordu. Telefonunu bana uzattı. "Rahat rahat konuş, mutfakta olacağım. Eğer seni hemen görmek isterse hızlıca eve geçeriz ve birlikte hesap veririz. Benim için problem yok, tamam mı?"
"Teşekkür ederim."
Buna gerek olmadığını söyler gibi başını sallayıp beni odada yalnız bıraktı. Kapı kapandığı an bana ağır gelen bir suçluluk duygusuyla baş başa kaldım. Ben dünyadaki en kötü evlattım. Annemi merakta bırakmış, yüksek ihtimalle babama yalan söylemesine yol açmıştım. Bu bir daha asla yaşanmayacaktı.
Annemin bütün güvenini kırmış olmalıydım.
Ağlamaya başlarsam onunla konuşamazdım. Her şey yeterince kötüyken hiçbir yanlış anlamaya sebebiyet vermemeliydim. Bu yüzden kendimi toparladım ve aklım başıma gelmiş bir şekilde annemi aradım.
Sesinin tonunu duyduğum an içindeki karmaşayı en derinimde hissettim. Ona çok hızlıca neler olduğunu anlattım ve içini rahatlatmak için elimden geleni yaptım. Defalarca kez özür dilerken sesim titremeye başlamıştı. Bu konuyu yüz yüze de konuşacaktık ve gerekirse ben ona hissettirdiklerim yüzünden dizlerine kapanıp af dileyecektim ama kırdığım güveni yeniden kazanmanın bir yolunu bulacaktım.
Her şeye rağmen ılımlıydı. Sesimin titrediğini duyunca ağlamamamı söylemişti. Belki de ben ona bu tavırla yaklaştığım için kalkanlarını indirmişti, bilmiyordum. Hata yapmıştım, pişmandım ve bu her kelimemden belli oluyordu. "Akşam gelirsin," demişti annem çünkü babam erken uyuyakaldığı için benim dün gece eve gelmediğimi bilmiyordu. Sabah da her zamanki saatimde çıkıp Visal'e gittim sanıyordu. Annem akışı bozmak için yalan söylemek yerine gerçekleri gizlemeyi seçmişti fakat kardeşlerimin bunu bildiğini düşünüyordum. Baba Falez bazen işten dönüp uyuyakalsa da Fırat ve Ferda gece kuşlarıydılar. Dün dönmediğimi fark etmeme ihtimalleri yoktu.
Telefonu kapattıktan sonra yerdeki halıyı izlerken buldum kendimi. Hiçbir şeyi değiştiremez, geri alamazdım. Pişmanlıklarımın bir önemi yoktu. Hatamın sorumluluğunu üstlenecektim. Bir daha ne Doruk'u ne de annemleri böyle bir olayın içine düşürmeyecektim.
Ayağa kalktığımda formanın etekleri dizlerime doğru salındı. Utanarak Doruk'un dolabını açtım ve dün gece benim için yatağın üzerine bıraktığı şortu alıp bacaklarıma geçirdim. Bellerimizin arasında neredeyse iki katlık bir fark olduğundan şortun iplerini sonuna dek çekmem gerekti. Beli düdük gibi kalan şort bacaklarımda bombeleşerek ortaya komik bir görüntü çıkardı. Formanın eteklerini tutup şortun içine katladım. Ardından yatağı topladım ve odasından çıktım. Mutfağa girmek yerine kapıda dikilip Doruk'un bakışlarının bana dönmesini bekledim. Gözleri beni bulur bulmaz gülmemek için dudaklarını birbirine bastırdı.
"Ortasından sıkılmış bir diş macununa benziyorum," dediğimde garip bir ses çıkarıp kahkaha atmaya başladı.
"Belin yok belin," dedi gülüşlerinin arasında. "Şuna bak... İpleri o kadar sıkmışsın ki yaptığın kurdele, kurdeeleeeee olmuş. Kocaman. Benim için bırakılmış bir hediye paketi gibisin."
"Dalga geçme!"
"Sen başlattın!"
"Olabilir." Gülerek masanın kenarındaki sandalyeyi geriye çektim ve tezgâhın önünde dikilen Doruk'u izledim. Beril'in attığı story gözümün önünde canlandığında yaşadığım travmayı hatırlayıp kaşlarımı çattım. Bunun zihnimi terk etmesini bekledim ve başarılı olamayınca "Telefonum yanımda olsa seni çekerdim," dedim. "Zamanında burada oturmuş bir arkadaş seni izlerken fotoğraflarını çekiyormuş ya alışkınsındır sen."
Doruk sertçe yüzüme baktığında gerçekten sinirlendiği belli oluyordu. "Bir daha başka birini ima etmeyeceksin," dedi katı bir kuralı aramıza işlemek istercesine. "Senden üçüncü kişilerle ilgili herhangi bir söylem duymak istemiyorum, anlaştık mı?"
"Şakaydı. Ciddi değildim."
"Ben ciddiyim. Bu beni rahatsız etmeye başladı. Tekrarlamanı istemiyorum."
Uzatmayacak, bunu bir tartışmaya döndürmeyecektim. Daha dikkatli olabilirdim. Onun için kurduğum cümlelere biraz daha dikkat etmeyi deneyecektim. "Yumurta?" diye sordu. "Ekmek kızartma makinem de var. İstersen yağ bal bir şeyler sürebilirsin. Ben yumurta yiyeceğim. Diyetime biraz dikkat etsem iyi olur, özellikle şu sıralar."
"Yumurta yiyebiliriz." Doruk önüme büyük bir bardak su koyduktan sonra bizim için domates salatalıklı bir kahvaltı hazırlarken orada oturmaya devam ettim. Suyumu içtim ve Doruk'un sırtını izledim. Kendi işine odaklamıştı ve benimle konuşmaktan kaçıyor gibi gelmişti gözüme. Onu rahatsız ettiğim için sessizleştiğini düşündüm fakat bu sessizlik garip bir hal aldı.
Çatalları çıkarıp masaya bıraktı. Ekmekleri dilimledi, salatayı tuzladı. Pekmezi, balı ve diğer tüm şeyleri dolaptan çıkarıp onları da koydu. Önümüzde mükemmel denebilecek bir sofra uzanırken sonunda işlerinin bittiğine kanaat getirip karşıma oturdu ama kahvaltıya başlamak yerine bana biraz uzunca baktı.
"Feza," dedi sonunda kıvranmayı bırakıp. "Bir şey söyleyeceğim sana."
Bu sesle kurulan herhangi bir cümleden hayır gelme ihtimali yüzde kaçtı? "Söyle," dedim ama içimden söylememesini diliyordum. Duyacağım her neyse ondan korkmuştum.
"Ben bir şey yaptım dün gece."
Neden söylemekte zorlanıyordu? Neden taksit taksit konuşuyordu da bir çırpıda anlatıp kurtulmuyordu. En fazla ne yapmış olabilirdi?
Stresim kalbimin atışlarına yansıdı. "Seni dinliyorum."
"Bunu başka nasıl söyleyebileceğimi bilmiyorum. Bayağı düşündüm ama bulamadım. Masa falan hazırladım işte bizim için. Uygun ortamı yaratmaya çalışıyordum."
Gerildiğim için şakaya vurmak isteyerek elimi göğsüme götürdüm. "Bana evlilik teklifi mi edeceksin?"
"K&S'ye kaydını yaptırdım."
Kitchen and Sweets.
Ara sıra rüyalarıma giren, kendime hayalini kurma iznini hiçbir zaman vermediğim o akademi.
Gülmeye başladım. "Bu iyi bir şaka." Onun yüzünde herhangi bir mimik değişimi olmadı. "Doruk?" dedim onun da gülmesi gerektiği için. "Hem sen oranın adını nereden duymuş olabilirsin ki? Sana hiç bahsetmemiştim."
Bana hâlâ aynı şekilde bakıyor ve ciddi olduğunu anlamamı bekliyordu.
Ciddi olamazdı.
"Saçmalıyorsun."
"Dersler mayısta başlıyor," dedi. "Kısa bir teorik eğitim, ardından pratikler. Sen benden daha iyi biliyorsun zaten."
Ona dün gece K&S'den bahsetmiş olmalıydım. Bunu hatırlamıyordum.
Doğruları söylüyor olamazdı.
"Sen ne yaptım dedin?"
"Seni oraya kayıt ettirdim."
"Ne?"
"Seni oraya-" Duraksadı. "He, şaşırdığın için yeniden soruyorsun."
"Ne yaptın ne yaptın?" Gözlerimin daha fazla açılması mümkün müydü bilmiyordum. Hayatımda daha fazla beni şaşırtabilecek bir cümle duyabilir miydim bunu da bilmiyordum. "Yapmadın," diye itiraz ettim. "Büyük dalga geçiyorsun şu an benimle."
"Yüksek ihtimalle telefonuna mesaj gitmiştir," dedi. "Anneni benim telefonumdan aradın çünkü sana ne yaptığımı söylemeden önce bunu bir mesajla görmeni istemedim. Kendi telefonunu almış olsaydın açıklamaya fırsatım olmayacaktı."
Ne anlatıyordu? "Nasıl yani?" Kaşlarım çatıldı. "Anlamıyorum."
"Anlamayacak bir şey yok."
"Neden bunu yaptın?" Şakağıma korkunç bir ağrı saplandı. Bu öyle aniydi ki körleşeceğimi sandım. Başımdan aşağı bir kova kaynar suyun dökülme hissini en net yaşadığım andaydık. Algılarım kapanıyor olmalıydı. "Neden böyle bir şey yaptın? Gerçekten yaptın mı?"
Başını salladı.
Nasıl başını sallardı?
Ben K&S'ye kaydı yapılmış biri miydim? Dün gece içip sarhoş olmuştum ve şu anda da alkolün etkisinde olmalıydım. Bir rüyanın içindeydim. Bu bir rüyaydı. Bu benim rüyamdı.
Doruk, kendime bile itiraf etmekten kaçındığım hayallerime giden yolun kapısını benim için açtığından bahsediyordu.
Kendimi iyi mi hissetmem gerekiyordu? Çünkü kötü hissediyordum.
"Sana yemin ederim, beni zorlayacak bir şey değil." Kendini açıklama isteğiyle hafifçe masaya eğilip elime dokunmak istemişti ama elimi geri çektim. "İşin o tarafını düşünme."
"Hangi tarafını düşüneyim?" Yükselen sesim, irkilmesine yol açtı. "Ben işin hangi tarafını düşüneyim, söyler misin? Bana sormadan sen nasıl böyle bir şey yapmaya kalkışabiliyorsun? Doruk, sen bana sürpriz yumurta alsan bile ben rahatsız oluyorum. Manyak mısın, kafayı mı yedin? Böyle bir şeyi nasıl kabul edebilirim?"
"Seninle konuşsam bunu bir seçenek olarak bile görmeyecektin."
"Tabii ki görmeyecektim!"
"İyi ki konuşmayı beklememişim o zaman."
Ellerimi masaya bastırıp ayağa kalktığımda "Delirdin mi sen ya?" diye bağırdım. "Çok para, Doruk. Çok! Bana yüz lira borç vermiyorsun, beni bir akademiye kaydettirmekten söz ediyorsun! Sarhoşken ağzımdan kaçırdığım bir şeyi bana karşı kullanmışsın resmen. Ben sana bu yüzden mi anlattım bunu? Böyle bir şey mi istedim ben senden?"
Cevap almak istediğimi anlasın diye ona doğru bir adım attığımda oturduğu sandalyede omuzlarını düşürerek biraz küçüldü Doruk.
Ona vuracağımı sanmıştı.
Birisinin sesini yükseltişi ona beraberinde şiddetin de geleceğini çağırıştırıyordu.
"Çok sinirlendin," dedi. "Ama bunu çözebiliriz."
Bu, bana elini kaldırma demekti. O noktadan dönüşümüz olmayacağı için Doruk, böyle bir çaresizlikle bir şeyleri çözmek istediğini dile getirmişti.
"Beni nasıl bir durumun içine düşürdüğünün farkında mısın?"
"Işıldıyordun," diye karşılık verdi anında. "Seni gülümserken, gözlerinin içi gülerken görmüşlüğüm çok ama oradan bahsederken bir başkaydın. Senin için ne yapabilirim diye sormuştum. Bunu yapabilirdim. Bunu yapmak istedim. Ne dersen de. Orada mutlu olacağını biliyorum ve gerisi önemli değil."
"Yanlış biliyorsun. Mutlu falan değilim. Kendimi bok gibi hissediyorum."
"Mutfağa girdiğinde geçer," dedi. "Tanışmaya can attığın şefler senin el lezzetine övgüler yağdırmaya başladığında geçer."
Dilimin ucunu ısırdım. Kendimi durdurmalıydım. Onun tarafından düşünebilmem gerekiyordu. Beni satın aldığı düşüncesini kafamdan atmam gerekiyordu. Bu iğrenç bir histi. Para yiyen o kız olmak istemiyordum. Ona verdiğim sevginin karşılığında bir ödeme almak istemiyordum.
Sakinleşmeli, kafamı toparlamalı, düzgün düşünebilmeliydim. Olayları onun penceresinden de görebilmeli, köprüleri tamamen yakmadan önce kendime gelebilmeliydim. Kötü bir şey söylememek için arkamı döndüm. Kavga çıkarmayacaktım. Kavga çıkarmamalıydım. Mutfağın kapısına doğru yürümeye başladım. Banyodaki elbisemi alacak, üzerimi değiştirecektim. Bunu derhal yapacaktım.
"Nereye?" diye sordu panik içinde. Arkamı dönmedim ama ayağa kalktığını duydum. "Nereye? Otur şuraya."
"Gideceğim," dediğimde kolumu yakalayabilecek kadar bana yaklaşmış olduğunun farkında değildim.
"Gitmeyeceksin. Bu şekilde değil."
"Gitmek istiyorum."
"Hayır," dedi. Korktuğunu hissediyordum. Kolumu kavrayışı sıkı değildi ama beni bırakmak istemediğini gayet net anlatıyordu. "Çekip gitme. Saçmalama."
"Gideceğim," diye direttim.
Bu kez gözleri şaşkınlıkla açılan taraf oydu. "Terk etmek gibi mi?" diye sordu. "Nasıl gitmek? Feza, bunu hak edecek bir şey yapmadım. Bizi bitirecek bir hata değildi bu. Hata bile değil. Konuşalım. Gitme."
Her bir hareketimle bir başka travması ortaya saçılıyordu. Ben sinirliydim, o hassaslaşmıştı. Asla anlaşamayacaktık. "Kalbini kırmak istemiyorum."
Konuşmaya devam edecektim fakat sözleri beni böldü. "Alışkınım. Hevesimin kursağımda kalmasına da alışkınım. Senin için çok heyecanlıyım. Bu an için de çok heyecanlıydım. İyi karşılamayacağını tahmin ediyordum ama... Bu kadarını da beklemiyordum."
"Dalga mı geçiyorsun benimle ya?" Kendimi temasından kurtarıp öfkeli gözlerimi onunkilere çevirdim. "Ne bekliyordun? Başımı eğip tıpış tıpış oraya mı gidecektim? Cebinden ne kadar çıktığını bile bile! Sen... Benim bunu karşılayamayacağımı biliyorsun. Bu minik bir jest değil Dorukhan. Çok fazla şey demek. Her şey demek!"
"Lütfen." Uzlaşmacı tavrıyla bana bir adım yaklaştı. "Çok başarılı olacağını biliyorum. Bir yol istiyordun, çiziyorum Feza. Ağzımdan çıkan sözleri öylesine söylemem ben. Çıkmaz sokaktaydın, duvarı kırdım. Bitti gitti. Bu şekilde bak yaptığıma. Olayın maddi kısmı düşüneceğin en son şey olsun. Yukarı çıkmak istiyorum dedin bana. Fırsat bu fırsat. Bir bak, bir kez dene. Öylece silip atma. Kır şu kabuğunu da herkese kim olduğunu göster artık ya."
"Sana piyango mu vurdu hayırdır ya?" Onu göğsünden ittirdim. "Evlendik mi biz? Kocam mısın sen benim? Nasıl bu kadarını gözünü kırpmadan gözden çıkarabiliyorsun benim için? Elbisemi aldığın için bile yerin dibine girdiğimi bile bile... Yok. Tek bir tane mantıklı açıklaması yok böyle bir şey yapmış olmanın."
"Var," dedi. "Hayalindi. Sunuyorum. İmkansız sanıyordun. Olmadığını kanıtlıyorum. Zamanında benim için yaptığını şimdi ben sana yapıyorum."
"Ben sana kahve yaptım, kahve! Birkaç yüz bin çıkarmadım cebimden. Bana duyduğun sevginin karşılığını paramla vermeye çalışmadım!"
"Ne?" Kaşları çatıldığında yüzüne hızla öfke yerleşti. "Bana seni satın almışım gibi davranıyorsun!"
"Yaptığın bu değil mi?"
"Yaptığım ne biliyor musun?" Bir adım yakınıma girdiğinde yüzüne bakabilmek için başımı kaldırdım. "Beş kuruş parası olmadığı için karnını doyuramadığı günler yaşayıp çıktığı idmanlarda bayılan bir çocuk olarak, insanların hayallerine giden yoldaki zorlukları kaldırmaya çalışmak." Bir adım daha attığında göğsü şiddetle inip kalkıyordu. "Benim derdim seni küçük düşürmek değil, seni göğe çıkarmak. Bunu anlamıyor musun? Benim derdim, potansiyelini maddiyat yüzünden yok etmemeni sağlamak."
"Bu-"
"Kardeşin için de bunu yapmaya çalışıyorum." Onun da ses tonu giderek yükseliyordu. "Ben siktiğimin para babası değilim Feza. Zengin züppesi de değilim. Sana kız arkadaşım olduğun için ödeme yapmıyorum. Sen benim kız arkadaşımsan kazandığım para bize ait demektir zaten. Hesap kitap yapılacak bir durum yok."
"Bu bir emrivaki, Doruk."
"Emrivaki olmasa, dünya ikiye ayrılsa kabul etmeyeceğin bir şey aynı zamanda." Haklıydı. Asla etmezdim. Çok yanlıştı. "Bir şeylerin değişmesini istediğini sayıklayıp duruyorsun ama bir şeyler değişsin diye parmağını bile oynatmıyorsun. O zaman bırak da senin için bir akış yaratayım. Sana harcamayacaksam ben bu parayı neye harcayacağım?"
Onu öpme isteğim, çekip gitme isteğime baskın geldiğinde yakasını sertçe kavradım ve dudaklarını benimkilere bastırmasını sağladım.
Çok sinirliydim.
Yemin ederim, öfkeden köpürmek üzereydim.
Ama onu seviyordum.
Niyetini anlamıştım. İyi bir şey yaptığını sanıyordu. Ona yaptığım itiraftan sonra uyuyakaldığımda bir saniye bile düşünmediğine emindim. Bir şeyler yapmamak onun için bir seçenek olamazdı çünkü o böyle biriydi. Her şeyi kendince çözmeye çalışıyordu ama benim için birikimini harcaması?
Bilmiyordum, bu çok fazlaydı.
Dudaklarımı karşılamaya çalışırken henüz bir öpüşme başlattığımı idrak edebilmiş değildi. Kavga etmeye odaklanmıştı kendini. Sonra yine kavga ederdik. Şimdi sadece onu öpmeliydim.
Yakasını bırakıp elimi ensesine kaydırdım başını biraz daha eğmesi için. Doruk ilk şoku atlatabildiğinde elini belime yerleştirdi fakat beni kendine çekmek gibi bir hamlede bulunmadı. Bu yüzden bunu ben yaptım. Onu üzerime çektim.
Kabul edebileceğim bir şey sunmuyordu. Arkamdan iş çevirmişti ve tüm bunlar onu boğmam için yeterli sebeplerdi. Diğer yandan, benim için böyle bir şey yapmak istemesi çok kıymetliydi. Kendimi karmakarışık hissediyordum.
"Feza," diyerek geri çekilecekken "Sus," dedim. "Yoksa seninle kavga edeceğim."
Bu kez dudaklarını benimkilere yaslayan oydu. Onu öyle yoğun duygularla öpüyordum ki her an ağlamaya başlayabilirdim. Dişlerimi alt dudağına geçirerek aslında bu yaptığını hiç de onaylamadığımı, şu anki öpüşmemizin onun için bir ödül olmadığını anlatmaya çalıştım. Üzerime doğru attığı bir adımla sırtım koridorun duvarına yaslandığında dilini kullanarak dudaklarımı aralamamı sağladı ve aklımı bulandırmaya başladı. Düşüncelerimi söküp almak istercesine beni öpmeyi sürdürüyordu. Ben de tırnaklarımı ensesine bastırarak ona karşılık veriyordum.
Bir saniye sonra, eli belimden kayıp kalçamın altına ulaştı. Yaptığı tek bir hamleyle kucağına çıkmam için beni yönlendirdi. Ellerim boynunda kenetlenmişken onunkiler bacaklarımın altından beni kavramıştı. Bacaklarımı beline doladığımda sırtımı duvara bastırdı ve ilk kez kendini geri çekmek gibi bir çabaya girmeden benimle öpüşmeye başladı.
Kesik bir nefesle birlikte inlediğimde Doruk dudaklarımdan ayrılıp öpücüklerini çeneme kaydırdı. İstemsizce boynumu yukarı doğru kaldırarak ona açmış olduğum alanı saniyesinde değerlendirdi. Dudakları çenemin altına, oradan da boynuma indi. Ilık nefesleri tenime çarptıkça delirmenin eşiğine geldiğimi hissediyordum.
Boynumda nefeslenirken "Sikeyim," dedi sert bir sesle. "Ben ergenin tekiyim."
Siniri, çaresizlikle çevrelenmişti. Ona ait olan şortun kumaşının üzerinden kavradığı bacaklarımı yavaşça çözmemi sağladığında ayaklarımın üzerine zar zor basabildim. Kendini benden uzaklaştıracağı yerdeydik. Geri çekilecekken gözlerimin içine baktı ve her ne gördüyse tek bir adım bile atamadı. Duvarla onun oluşturduğu bir kafesin içinde kapana kısılmıştım.
"Sana çok sinirliyim," dedim nefes nefese. Çocuğu iki saniye önce büyük bir açlıkla öpmüyor olsaydım belki bana daha fazla inanırdı. "Çok."
"Her sinirlendiğinde böyle olacaksa işimiz yaş." Yüzüne yerleşen o serseri gülümsemeye hayretle baktım. Amacım korkutucu olmaya çalışmaktı, benimle dalga geçmesi değildi.
"Ciddiye al beni."
"Önce titremeyi bırak." Dudaklarının kıvrımındaki keyif, kaşlarımı daha fazla çatmama sebep oldu. "Yerimde sabır taşı olsa çatlardı amına koyayım," dedi beni bırakıp kendisiyle dalga geçmeye başlayarak. "O gözlerle bakıyorsun bana bir de..."
Ellerimi destek alabilme amacıyla arkamdan duvara yaslayıp kalçamı da ellerime yasladıktan sonra gözlerimi şişmiş dudakları ve dağınık saçlarıyla beni izleyen ona çevirdim. "Benim için böyle bir şey yapmanı kabul etmeyeceğim."
"Senin için yaptığım her şeyi kabul edeceksin." Sırıttı. "Zamanı geldiğinde."
Yer yarılmalıydı ve ben de içine girmeliydim. Utandığımı başka türlü saklayamazdım. "Büyük sözler," dedim gözlerimi devirir gibi yaparak.
"Sen daha hiçbir şey görmedin."
Sertçe yutkundum. "Aklımı dağıtmaya çalışıyorsun."
"Olabilir." Kabul etmesini beklemiyordum. Omuzlarını kaldırıp indirdi. "Gitmemen için daha fazlasını yapmam gerekecekse şansımı deneyebilirim."
"Gidecek olmam seni neden bu kadar korkuttu?"
"Dönmeyeceksin sandım," dedi tek nefeste. "Gittiğinde dönmeyecek birisine benziyorsun sen. Kapıyı çarpıp çıkarsan yeniden yalnız kalırdım, tamamen."
"Ben çok sinirlenince bazen ağzımdan çıkanı kulağım duymayabiliyor," diye açıklamak istedim. "Ve sana çok sinirliydim, hâlâ öyleyim. Hak etmediklerini söylememek için gitmek istedim. Benim için yaptığın şey çok uç, Doruk. Çizdiğim sınırı göz göre göre parçaladın. Üstelik bana söz hakkı bile tanımadın."
"Bağırıp çağırman sorun değil," dedi gözlerimin içine dikkatle bakarak. "Susma ama. Sen sustuğunda kendimi bok gibi hissediyorum."
"Ben de kendimi aynı şekilde hissediyorum, senin yüzünden."
"Bu paranın beni zorlamayacağını söyledim. Ortada kötü hissetmeni gerektirecek bir şey yok. Yer değiştirmiş olsaydık benim için aynısını yapar mıydın yapmaz mıydın?"
Yapardım. Hiç düşünmezdim hem de. Kenarda hazır bir birikimim olmasına da gerek yoktu üstelik. Ona bir çift ayakkabı hediye etmek istediğim için fiyat araştırmalarına bile başlamıştım. Cevap vermemiş olsam da cevabımı anladı. "O zaman?" diye sordu durumu normalleştirmeyi deneyerek.
"Aynı şey değil."
"Aynı şey."
"Anlaşamayacağız çünkü benim tarafımdan bakmayı denemiyorsun."
"Sen de benim tarafımdan bakmayı denemiyorsun," dedi. "Ablam, Onur abi, sen Feza. Hayatım bu kadar benim. Elime geçen her kuruşu size harcarım, kimse de bana karışamaz. Benim sizden başka hiçbir şeyim yok. Tek başıma yaşıyorum, maçlara çıkıyorum, eve dönüyorum. Bu kadarım. Ekstra bir alışkanlığım, pahalı bir hobim yok. Bu yüzden-"
"Beni bursa mı bağladın?" diye sordum. "Beni kedi yavrun olarak sahiplenmeye mi karar verdin? Bu yüzden ne?"
"Lütfen," dedi içtenlikle. "Bu şekilde bakmayı bırakmalısın."
"Fırat'a yeterince yardım ediyordun ve içim bu konuda bile rahat değildi benim." Gözlerimi sıkıca yumup açarken sakinleşmeye çalıştım. "Erteleyelim," dedim. "Bu konuşmayı erteleyelim yoksa tartışacağız."
"Buna açığım," dedi. "Tartışabiliriz, yüz yüze olduğumuz sürece."
"Kahvaltı yapalım." Kestirip atmak istemiyordum. Sadece durup düşünmek için fırsatım olsun istiyordum. Doruk bana bu fırsatı bırakmıyordu. Onun fikirleriyle düşünmeye başlarsam kendi aklımın içinden uzaklaşacaktım. Nasıl bir yol izlemem gerektiğine kendim karar vermeliydim. Kredi çekmekle böbreğimi satmak arasında gidip geliyordum, yani henüz elimde makul olabilecek herhangi bir seçeneğim yoktu.
Başını sallayıp bana ayak uydurdu. Kahvaltımızı huzursuz bir sessizliğe gömülerek yaptık. Yumurta soğumuş, domatesler suyunu salmıştı. Çaylar da aynı şekilde soğuktu ama ikimizin de umurunda değildi. Bakışlarının yüzüme değdiğini hissediyor olsam da ben masa örtüsünün desenleriyle ilgileniyordum. En sonunda çatalını bırakıp "Lütfen," dedi. "Böyle olmayalım."
"Nasıl olacağımızı bilmiyorum."
Kendimi hem yok sayılmış hem de dünyada bir tek ben varmışım gibi hssediyordum. İkisinin aynı anda olabileceğini ben de bilmiyordum.
"Hiç sevinmedin mi peki? Birazcık bile mi?"
Gerçek gibi gelmiyordu ki. "Ben gideyim Doruk, gerçekten." Ayağa kalktığımda gözlerindeki hayal kırıklığını gördüm. Hevesini kırmak istemiyordum. "Söz veriyorum konuşacağız. Çok teşekkür ederim, çok incesin. Kötü bir niyetin olmadığını biliyorum ama kafamı toparlamam gerekiyor. Visal'e uğrayıp eve geçerim. Yazacağım ben sana, tamam mı? Üstümü değiştireyim şimdi."
Hiçbir şey söylemedi. Orada yenilgiye uğramış gibi oturmaya devam etti. Kırılmasını istemiyordum ama kırgın tarafımı da saklayamıyordum. Bu yüzden uzatmadım. Çıkmadan önce yanağına bir öpücük bıraktım. Ardından Visal'e geçtim. Visal, artık asla bana eskisi gibi hissettirmiyordu. Sadece başka bir sığınak bilmediğimden dönüp dolaşıp kendimi burada buluyordum ve bunun beni zehirlemeye başladığının farkındaydım. Tek yaptığım burada uzatmaları oynamaktı.
Akşam olana kadar mutfakta biraz zaman geçirdim. Eren bende bir şeyler olduğunun farkında olsa da ricam üzerine beni konuşmaya zorlamadı. Naz dükkâna bugün uğramayacaktı, o yüzden düşünmeye zaman ayırabildim.
Raflara dizilecek kurabiyeleri hazırlarken bu işi profesyonel anlamda yapmayı ne kadar istediğimi düşündüm.
Sadece bir kez dile getirebilmiştim ve sonucu bu olmuştu. Sonucu sevgilimin olaya müdahalesiyle adımın o kayıtlarda yer almasıydı. Bu kulağa bana ait bir başarıymış gibi gelmiyordu. Onu kullanıyormuşum gibi geliyordu.
İşin içinden çıkamayacağımı anlayınca işten erken çıktım. Gittiğim yer ev değildi, babamın dükkânıydı.
Beni dün gece görmemişti, sabahsa erken çıktığımı sanıyordu. Bir gün ayrı kalmamızın ardından onu görmeye dükkânına gelmiş olmamı çok tatlı karşıladı. Çırağını bize çay getirmesi için gönderdiğinde yalnız kalmıştık.
Ona bazı detayları biraz değiştirerek olanları anlatmaya başladığımda her bir kelimemde içimdeki yükün hafiflediğini hissediyordum. Onlardan sır saklamak, onlara yalan söylemekmiş gibi hissettiriyordu ve ben bu histen nefret ediyordum. Sarhoş olduğumu ve geceyi Doruk'ta geçirdiğimi öğrenmese de Doruk'un benim için yaptığı ödemeyi öğrendi. Yerimde zar zor oturarak bir tepki vermesini bekledim.
"Neden bana söylemiyorsunuz?" Çok üzülmüştü. Sesini yükseltir, Doruk'a ya da bana kızar sandım ama o bir anda mahvolmuş gibi ellerini dizlerine bastırarak yüzüme bakmaya başladı. "Babacığım, siz neden gelip bana ne istediğinizi anlatmıyorsunuz? Her şeyi en son neden ben duyuyorum?"
Özür diledim. Arka arkaya, defalarca. Onun sesindeki en ufak titreme benim gözlerime yaşlar dizerdi. Bu hep böyleydi. Çocuklarının yeterince yanında olmadığıyla ilgili kendini suçlamaya başladığında kendimi dünyadaki en korkunç insan gibi hissediyordum. Suçluluk duygusu her yanımı sarıyordu.
Ne düşündüğünü benimle paylaşmadan önce "Çağır onu," dedi babam. "Konuşalım."
"Eve mi çağırayım?"
"Hayır, eve değil."
Soğuk sınırlar çiziliyordu. Doruk'a ona yazacağımı söylemiştim fakat o bile yüksek ihtimalle bugün benden mesaj beklemiyordu. Oysa ben çoktan lavaboya diye kaçıp onun numarasını tuşlamıştım. Ardından vakit kaybetmeden "Babama bahsettim," dedim alo demek yerine. "Konuşmak istiyor seninle."
"Geleyim," dedi hemen. Çekinmiyordu. Geri adım atmayacağı da ortadaydı. Gösteriş olsun diye yapmamıştı. Sevindiğimi söylememiş olmam, o zaman ne halin varsa gör demesine sebep olabilirdi. Belki başka birisi bu kadar anlayışlı olmazdı bana karşı. Belki onun emrivakisine maruz kalan biri de benim kadar anlayışlı olmazdı ona karşı ama günün sonunda, o ve bendik. Biz bundan ibarettik. "Bir şey lazım mı? Gelirken alayım."
Eve geleceğini sanmıştı. Ben de öyle sanmıştım. "Dışarıda görüşeceğiz," dedim. "Üçümüz."
Dudaklarından tek hecelik, acı dolu bir ses döküldü. "Benim yedinci sandalye yalan oldu desene."
O böyle söyleyince canım çok yandı. Karşılığında elimde bir teselli cümlem bulunmuyordu. Babamın ne tepki vereceğini asla kestiremiyordum, bana renk vermemişti. O masaya oturduğumuzda ne konuşacaktık fikrim yoktu. Kendimi rahat hissettiğim de söylenemezdi.
"Peki biliyor mu?" diye sordu. "Geceyi."
Kulağa gece aramızda bir şeyler yaşanmış gibi gelen sorusu yüzünden bir anlığına donup kaldım. Hiçbir şey yaşanmamış sayılmazdı. Doruk durmamız konusunda bu kadar net olmasaydı beni kolayca ileri gitmeye ikna edebilirdi. Ben, Dorukhan Falay'a çok kolaydım. Uzansa dokunabilir, rahatlıkla aklıma sızabilirdi.
"Bebeğim," dedi. "Orada mısın?"
"Evet." Bir nefes alıp "Hayır," diye düzelttim. "Evet, buradayım. Hayır, gece eve döndüğümü sanıyor."
"Ne yapalım istersin bu konuda?"
"Nasıl yani?"
"Onun yüzüne her baktığında için içini kemirecekse babana gerçeği anlatabilirim." Ciddi miydi? Yiyeceği azarı düşünmek yerine daha fazla azar yemenin yollarını aradığının farkında değil miydi? "Gizlememiz gereken bir şey yapmadık," dedi. "Saklayacağımız, üzerini kapatacağımız bir şey de yaşanmadı. Babana söylemeyecek bile olsak, kendini bu konuda huzursuz hissetme."
"Onun benim babam olduğunun ve senin evinde sarhoş bir halde geceyi geçirdiğimi öğrendiğinde durumu hiç de medeni karşılamayabileceğinin farkındasın değil mi?"
"Bana istediği gibi tepki gösterebilir," dedi. "Sana göstermediği sürece problem yok."
Doruk'un bana aşık olduğunu iliklerime kadar hissettiğim bir anın içindeydik. Üstelik yakınımda bile değildi, telefonun bir diğer ucundaydı. Onu görmüyor, yalnızca sesini duyuyordum ama kelimeleri her şeyden öte bir şekilde aklımda yer ediniyordu.
"Seninle görüşmeme izin vermeyebilirler," dedim burnumun kemerini sıkarak. Göğsüm sıkışıyordu. "Daha önce hiç böyle bir şey yapmadım. O yüzden nasıl karşılayacaklarını gerçekten bilmiyorum."
"İzin mi?" Duraksadı. "Seninle görüşmek için babandan izni bir kere aldım, orada kapandı o mevzu. Üç yaşında değilsin, beni sana yasaklayacak halleri yok."
"On dokuz yaşına girecek olabilirim," dedim. "Ama onlar benim annem ve babam."
"Ve?"
"Yani bu kısıtlama getirebilecekleri anlamına geliyor."
"Ben senin ekran süren miyim bana kısıtlama getiriliyor amına koyayım?" diye sordu Doruk. "Saçma sapan konuşup beni sinirlendiriyorsun. Baban sana onunla görüşme dese beni silip atabileceğin bir yerdeydek boş yere yormayayım seni Feza."
"Böyle mi söyledim?" dedim hayretle.
"Söylediklerin aynı kapıya çıkıyor."
"Bana bak," diye cümleye girdiğimde karşımda olsa işaret parmağımı onun göğsüne bastıracağımı biliyordum. "Ben seni arkamda bırakmaya meraklı değilim. Bana bu şekilde davranma. Kafanda beni her kimle kıyaslıyorsan, bunu yapmaktan vazgeç çünkü ben senden vazgeçmiyorum, duydun mu beni?"
"Vazgeçmesen iyi olur," dedi. "Çünkü kurallara uyan bir çocuk gibi görünebilirim ama yasakları çiğneme konusunda üstüme yoktur Feza. Sana yasak hale gelirsem, sizinkilerin benimle tekrar tanışması gerekir."
Bunun beni güldürmesinin doğru olup olmadığını bilmiyordum. "Kaldır kıçını da sana atacağım yere gel," dedim. Güldüğümü anlayınca gülümsediğini hissettim. "Kaçarak evlenmek için biraz gencim. Babamla orta yolu bulmayı denememiz gerekiyor."
"Evleneceğimizi bilmen güzel," dediğinde dalga geçtiği sesinden anlaşılıyordu fakat bu şaka kalbimi hızlandırdı.
"Kapatıyorum."
"Kapatırsın tabii." Keyifle güldü. "Utanınca kaç hemen."
"Görüşürüz."
"Görüşeceğiz. Babana tam bir saate orada olacağımı söyle."
Tam bir saat sonra adresini attığım kafeye girmişti. Biz babamla köşedeki bir masaya geçip kahvelerimizi söylemiş, gergin bir şekilde yan yana oturuyorduk. Doruk kapıdan içeri girdiğinde içerideki tek tük insanın gözü ona çevrildi. Köşede yalnız başına kitap okuyup kahve içen kızın gözlük çerçevelerinin üzerinden ona biraz fazla dikkatli baktığını fark edince omuzlarımı dikleştirip Doruk'a sanki beni görmüyormuş gibi el salladım. Gülümsedi ve hızlı adımlarla masamıza geldi. Babamın elini sıkmak için biraz eğilmesi gerekmişti çünkü babam onu karşılamak için yerinden kalkmamıştı.
Sandalyeye yerleşirken "Nasılsınız?" diye sordu Doruk. Benim kadar gergin görünmüyordu. Aslında, biraz fazla rahat görünüyordu.
"Mutlu değilim, Dorukhan," dedi babam. "Biraz sinirim bozuk, Dorukhan. Tepem atmış durumda, Dorukhan. Sen nasılsın evladım?"
"İyiydim," dedi. "Ama sanırım iyi olmamalıyım, efendim."
"Evet Dorukhan."
"Evet efendim." O ellerini birbirine kenetlerken ben biraz nefes almamı sağlar belki diye kahvemden bir yudum aldım. "Doruk deseniz olmaz mı?"
"Başka şeyler dememek için kendimi zorluyorum, Dorukhan."
Doruk güldü. "Kızınız aynı size benziyor Feyyaz Bey."
"Lan sen delirtecek misin beni?" diye sordu babam, daha fazla medeni kalamayarak. "Evlatlarımı evlat edinmeye mi karar verdin? Derdin ne oğlum senin?" Doruk, bu tepki karşısında şaşırırken babam onu olduğu yere kilitleyecek bir başka cümle kurdu. "Hiç bilmiyorsun, değil mi?"
"Anlayamadım, neyi?"
"Bu işleri." Babam geriye doğru yaslandı. "Ne doğru ne yanlış, ne nasıl yapılır, neyin adabı nedir... Hiç kimse göstermedi sana, değil mi? Hayatın boyunca fevri kararlar aldın. Tek başına."
Üst üste duyduğu tespitler onu derinden etkilerken benim kalbimin kırılan parçaları etrafa saçılmaya başlamıştı. Olaya bu açıdan yaklaşmamış, babamın gözüyle onu görmemiştim.
"Doğru," dedi Doruk başını eğmeden. Çenesi kasılmış, omuzları gerilmişti. Rahat tavrından hiç eser kalmamıştı. Önüne duvarlarını çekmeye hazır şekilde gardını kuşanmıştı.
"Sonunu düşünmeden hareket ettin, gününü kurtarmaya baktın çoğu zaman. Birileri seni fazla yok saydığı için sen elindeki her şeyi etrafındaki herkese veriyorsun. Biz de buna dahiliz, değil mi oğlum?"
"Bu şekilde bir konuşma beklemiyordum," dedi Doruk, rahatsız bir şekilde. "Kızacaksanız kızabilirsiniz. Bana böyle yaklaşmanıza gerek yok."
"Aranız iyi mi?" diye sordu babam, yüzünü bana çevirerek. Başımı sallamakta gecikmedim. Sorunlarımız yok değildi, vardı ama bunlar çözebileceğimiz şeylerdi. Benden onayı aldığında yeniden ona döndü. "Şimdi beni iyi dinle. Çok iyi, tamam mı?"
Doruk bir çocuk gibi kafasını salladı.
"Biz zaten buradayız," dedi babam. "Bizi yanında tutman için parana ihtiyacımız yok."
Doruk'un yüzünde beliren ifade, bu gece ağlama sebebim olacaktı. Babam onun yüzüne bir tokat geçirse böyle bir etki yaratabileceğini sanmıyordum. Yanlış anlaşılmış olmanın paniğini taşıyarak "Ben-" diye söze girecekken babam "Dinle dedim sana," diyerek onun sözünü kesti.
Doruk sustu.
Bana bakmadı, babama bakmadı. Yüzünü masaya eğdi. Derin bir nefes aldı ve yeniden çenesini kaldırıp hazır olduğunu belirtti.
"Seni az buçuk tanımıyor olsaydım, tamamen kontrolden çıkar ve kızımın gözünü boyamaya çalıştığını düşünürdüm," dedi babam. Ses tonuna sakin demek yeterli değildi. Sesi, rahatsız edici seviyede dingindi. "İyi niyetli olduğuna eminim," dedi. "Bunu birazdan konuşacağız. Şimdi sana şunu öğretmek istiyorum, bu şekilde olmaz. Tamam mı?"
"Ne olmaz?"
"Daha fazla sevilme isteğin yüzünden paranı kullanırsan bunu fark eden birileri çıkıp seni hayata küstürür." Babamın her bir sözü, Doruk'un içinde birkaç kemiği kırıyor gibiydi. "İyi niyetin, sonun olur Doruk. Hayal kırıklığına uğrayıp durursun. Sen benim soframa ünlü bir basketbolcu olarak oturmadın, kızımın erkek arkadaşı olarak oturdun."
"Ve şimdi oraya layık değilim," dedi Doruk. "Anlıyorum efendim, bana bir açıklama fırsatı verirseniz kendimi ifade edebilirim ama beni yerin dibine gömme isteğiniz henüz dinmediyse sessiz kalmaya devam edeceğim."
"Sana doğruları söylüyorum," dedi babam. "Kimse söylemeyeceği için."
"Söyledikleriniz ucundan Feza'ya dokunuyor ve bunu açık açık ifade ettiğiniz an tavrımın değişeceğinden emin olabilirsiniz."
"Ne açıdan?" diye sordu babam ılımlı bir sesle. Onunla tartışmak değildi amacı. Öyle olsa sesini yükseltmekten çekinmezdi. Babam buraya bizi uzlaşma sağlayabilelim diye getirmişti.
"Sizce kızınız para için mi yanımda duruyor?" diye sordu Doruk, baskın bir sesle. "Ben onu parayla mı yanımda tutuyorum? Çünkü cümleleriniz buraya kolayca çekilebilir. Etrafımdaki bir avuç insan kazandıklarım için yanımda, çünkü ben beş para etmez biriyim öyle mi? Kibar olmanıza gerek yok, içinizden geçeni yüzüme söylebilirsiniz. Eminim daha önce de duyduğum şeylerdir."
"Seni bu hale getiren kişiyle karşılaşsaydım yemin ederim ki onu gebertirdim."
Babamın dudaklarından dökülenler Doruk'un tüm kalkanlarını yere düşürmesine sebep oldu.
"Benim içimden seninle ilgili kötü şeyler geçmiyor Doruk. Öfkeliyim, değilim demedim. Seni buraya konuşmaya çağırdım çünkü şunu çok iyi anlamanı istiyordum. Biz, senin için buradayız oğlum. Anadolu Efes'in yıldız oyuncusu olman, kızımın erkek arkadaşı olmandan daha çok umurumda değil."
Bu ilk bakışta doğru bir cümle gibi gelmiyordu ama babamın her bir harfi samimiyetle söylediğini biliyordum. Şimdiye dek bu konuyu konuşmamış olmamız, babamın kızının erkek arkadaşını her an konuşabilecek kadar rahat olmamasından kaynaklanıyordu. İlişkimizi desteklediğini dile getirmesine gerek yoktu. Onu sevdiğini biliyordum.
Ama bu kadar sevdiğini bilmiyordum.
"Bakın Feyyaz Bey," dedi Doruk, tüm şeffaflığıyla babamın gözlerinin içine bakarak. "Kendimi acındırmak için söylemiyorum ama ben gerçekten çok zor şartlar altında büyüdüm. Sizin çocuklarınızı kesinlikle kendimle aynı kefeye koymuyorum, beni yanlış anlamayın. Sadece elimi her taşın altına koymak istiyorum çünkü benim için Feza gerçekten çok kıymetli. Bunun herhangi bir maddi karşılığı asla olamaz. Tesadüf eseri bana ağzından bir hayalini kaçırdı. Ne kadar yetenekli olduğunu biliyorum. Bu konuda onu cesaretlendirmesi gereken bir kişiye ihtiyacı olduğunu da biliyorum. Benim ablam vardı. Her şeyini benim için vermeye hazırdı. Ben böyle gördüm, böyle büyüdüm efendim. Fevri kararlar aldığım doğrudur fakat herhangi bir pişmanlık duymuyorum. Sizi küçük düşürmek gibi bir niyetim yok, olamaz da zaten. Yalnızca, siz bunu desteklemeyecek olsanız da ben Feza'nın arkasında sonuna kadar duracağım. Bu maddi olur, manevi olur, orası bana kalsın. Tek dileğim buna mani olmamanız. Kendimi anlatabiliyor muyum?"
"Teşekkür ederim," dedim. Babamın gözlerinin bana döndüğünü hissettim. Araya girmemi beklemiyordu. Sessiz kalmayacaktım. Ben bu masada Doruk'un yalnız hissetmesine sebep olmayacaktım. Ona ailem dediysem, onu kendimden saydıysam bunu yapamazdım. "Baba, içim rahat olmasa da onun bunu içinden geldiği için yaptığından eminim. Şimdi her şeyi bir kenara bırakıp bu durumu nasıl çözeceğimizden bahsedebilir miyiz? Kaydı belki çok geç olmadan iptal edebiliriz."
Etmek istemiyordum.
"Etmek istemiyorsun," dedi Doruk, sertleşen sesiyle. Kararlı bir şekilde arkamda duracağını söylemişti, şimdiyse bunu nasıl yapacağını bana gösteriyordu. "Oraya gideceksin Feza."
"Diyelim ki gitti," dedi babam. Onun da ses tonu şimdi daha baskındı. "Ve diyelim ki, işler aranızda istediğiniz gibi gitmedi. Yarın ayrıldınız diyelim Doruk. O zaman ne olacak?"
"Kartımı kullandığınızı iddia ederek evinize haciz memuru yollayacağım." O kadar gergindim ki bu bana büyük bir kahkaha attırdı. Kollarım gevşerken tuttuğum nefesi de sonunda bırakmıştım. Elimi ağzıma kapatıp kendimi durdurmaya çalıştım. Doruk bana baktı, ardından babama baktı. "Feza gülmeye devam ederken ben sizi mahkemelerde süründüreceğim Feyyaz Bey. Her kuruşunu ödemek zorundasınız."
"Dalga geçme benimle, koca dana seni."
Babamın da gülümsediğini görünce Doruk önce bir tebessüm etti, ardından arkasına yaslandı. "Ne dememi bekliyorsunuz ki? Ona da söyledim, size de söylüyorum. Benim kazandığım bizimdir. Harcadığım hiçbir kuruştan pişmanlık duymam. Bu arada benden kurtulmak istediğinizi bilsem de yarın ayrılmıyoruz Feza'yla, haberiniz olsun. Feza, senin de haberin olsun."
Ayağımla masanın altından onu dürttüğümde ne var dercesine omuzlarını silkti. Babam, "Şovunu sahada yap," dedi. "Benim yanımda kızıma karşı değil."
Doruk sırıttı. Babam da sırıttı. İkisinin birbirlerine böyle gülmelerini izlerken dünyanın en şanslı kızı olduğumu düşündüm.
"Şimdi," dedi babam bana bakarak. "Oraya gitmek istiyorsun, değil mi?"
"İçim rahat etmez," dedim. "Gitmek istiyorum ama bu şekilde değil."
"Bunu bir şekilde karşılayacağız Doruk." Doruk'un yüzündeki kan tek bir saniyede çekilirken hızlıca başını iki yana salladı. "Karşılayacağız," dedi babam. "Ne yazık ki bunu hemen yapabilecek kadar gücüm yok. Kenarda biraz birikmişimiz olsa da dört çocuklu bir evi geçindirmeye çalışıyorum ben. Her birini düşünmek zorundayım."
"Asla. Hayır. Bunları söylemediniz, ben de duymadım. Kesinlikle böyle bir şeyi teklif etmeyin."
"Bu parayı bize borç verdin."
"Ölümü görün!" dedi Doruk birden.
"Tövbe estağfurullah, tövbe tövbe. Öyle şey denmez."
"Ölümü görün!" dedi Doruk, korkarak. "Kabul etmem böyle bir şeyi. Ne borcu Feyyaz Bey? Yapmayın etmeyin. Az çok ne kazandığımı biliyorsunuzdur. Yerine koymanıza hiç ihtiyacım yok. Dualarınızla MVP olacağım birkaç maça bakar karşılaması. Bir babanın duasını alamaz mıyım sadece?"
"Sen benim duamı alırsın almasına da paramı da alacaksın."
"Mümkünatı yok."
"Alacaksın."
"Bakın ölürüm?"
Kenarda bir süs bebeği gibi otururken elimden gülmekten başka hiçbir şey gelmiyordu. Çok ciddi bir konu konuşuyorduk ama muhabbetleri hiç ciddi değildi. Doruk, babam birkaç kere daha ısrar ederse son koz olarak ağlamayı deneyecek gibiydi.
"Ben seni anlayabilmek için çok çabalıyorum," dedi babam. "Sen de beni anlayabilmek için biraz çabalar mısın? Bir anda piyangodan çıkar gibi ortaya çıkıp kızımın her giderini karşılamanı istemiyorum Doruk. Madem yarın ayrılmayacaksınız, madem ileriye bakmayı deniyorsun, o zaman bunu baştan oturtman gerekiyor. Beni her zaman karşında bu kadar medeni bulamazsın. Seni ve hayat koşullarını göz önünde bulundurarak bu yaptığını sineye çekmeyi deniyorum ama tekrarı durumunda külahları değişiriz."
"Özür dilerim," dedi Doruk. "Ama size böyle bir söz vermeyeceğim. Tutamam çünkü. Benim için para, yalnızca bu şekilde kıymet kazanıyor. Ablama ya da abime de sorabilirsiniz. Bu göz boyama ya da size yaranma isteği değil, bu benim karakterimin bir parçası."
"İnsanlara hayatında oldukları için hediyeler almak zorunda değilsin," dedi babam.
Doruk o an nefesini tuttu ve bunu fark ettim.
Rahatsız olmuştu çünkü babam elinde ona onu yansıtan bir ayna tutuyordu.
"Bir çiçeğe de aynı şekilde mutlu olur benim kızım," dedi, sevgisi sesine bulaşmışken. "Ona aldığın çiçeğin bir tanesini jelatinledi ve defterinin arasına koydu. Gördüğümü bilmiyor ama gördüm. Mutfak masasında bunu yapacak kadar alıktı mutluluktan."
"Bunu Doruk bilmese de olurdu sanki baba," dedim utançtan yanaklarımın kızardığını hissederek.
"Anlatmaya çalıştığımı anlasın," dedi babam. "İnce düşüncelisin, ben anladım seni. Cimrilikle uzaktan yakından alakan yok. Bırak cimriliği, git bana kredi çek desem hangi bankadan diye soracak bir tipsin sen. Çözmesi sandığın kadar zor biri değilsin Doruk. İçine kapanık olman, karakterini saklamaya yetmiyor. Senin iyiliğin yüzüne bile yansıyor."
Çok utanmıştı ve bu onu çok tatlı yapmıştı. "Böyle düşündüğünüz için teşekkür ederim."
"Senin için yapabileceğimiz herhangi bir şey olursa, kapımız her zaman açık olacak," dedi babam. "Ortada yaptığın bir hata olduğu için seni şımartmak da istemiyorum ama yine de söyleyeceğim. Teşekkür ederim, oğlum. Feza benim ilk göz ağrım. Onu ne kadar önemsediğini görüyorum. Bunu ifade ediş şeklini tasvip etmemiş olsam da yine de düşüncenin çok kıymetli olduğunu kabul etmeliyim."
Doruk'un gözleri benimkilere değdi. Bana gülümsediğinde gözlerinin içine saklanmış tüm ışıklar aynı anda yandı. "Benimle dışarıda görüşmek istediğiniz için artık sizin evinizde bana açılacak bir kapı olmadığını düşünmüştüm," dedi dürüstçe. "Ve bu beni gerçekten çok üzmüştü. Ben teşekkür ederim Feyyaz Bey."
"Bu sana kendini yer yer kötü hissettirecek bir konuşmaydı," dedi babam. "Farkındayım. Buna ailemin şahit olmasına gerek yok. Aslında bu mevzu, senin ve benim aramda da gayet halledilebilirdi ama Feza'yı yok sayarak ona saygısızlık etmek istemedim. Çünkü önemli olan onun istekleri ve düşünceleriydi. Bana gelip durumu anlatırken kendini çok rahatsız hissettiği her halinden belliydi. O yüzden seninle hızlıca yüz yüze gelmek istedim. Umarım herhangi bir planını bozmamışımdır."
Bana böyle değer verişi gözlerimi nemlendirmişti. Böyle bir adamın kızı olmak, içimi tarifsiz bir gururla dolduruyordu. Kimseyi onu sevdiğim gibi sevmiyordum. Onun bendeki yeri her zaman bambaşkaydı.
"Feyyaz Bey," dedi Doruk, kırık bir gülümsemenin eşliğinde. "Sizin gibilerin var olduğunu bilmiyordum. Karşımda kanlı canlı oturuyor olmanıza rağmen gerçekliğinizi sorgulatıyorsunuz bana. Feza'nın en büyük şansı sizsiniz."
"Sizsiniz," dedim. Kastettiğim Doruk ve babamdı ama babamın koluna girerek sanki ona duyduğum saygıyı gösteriyormuşum gibi "Sizsiniz, babacığım," diye şımardım. "Çok kıymetlisiniz. İyi ki varsınız, bey babacığım."
Babam koluna yasladığım başımı avucunu kafama bastırarak ittirmeyi denerken sesli bir şekilde gülmeye başlamıştı. "Git şuradan, yalaka seni. Bu zengin çocuk bize gelmez kızım. Gel biz kendi ligimize dönelim, görücü falan bulalım sana mahalleden."
Beni kıskandığı için asla böyle cümleler kuracak bir adam değildi ama şimdi Doruk'u sinirlendirmek için böyle yapıyordu. Doruk'un çatık kaşlarına bakacak olursa bunu çoktan başarmıştı. "Bu şansımı arttıracaksa sizin mahalleden ev bakmaya başlayayım," dedi ciddi bir şekilde.
"Evet," dedi babam. "Basketbolu da bırak ve çırağım olarak işe gir bizim dükkânda. Sonra da Yeşilçam filmi çekeriz benim avanak oğlum."
"İsteklerinize saygım sonsuz," dedi Doruk. "Ama basketbolu bırakmakla kendimi öldürmek benim için aynı şey."
Benim içim böyle bir cümle kurduğu için buz keserken babam burukça gülümsedi. "Farkındayım. Seni herkesten ayıran da bu zaten."
"Sizi gururlandırmaya devam etmem için basketbol oynamam gerekiyor."
"Böyle bir şey gerekmiyor," dedi babam. "Seninle gurur duymam için ekstra hiçbir şey yapman gerekmiyor, Doruk." Doruk'un gözleri daha fazlasını duyabilme isteğiyle ona dönerken babamın gözlerinin içine bir köpek yavrusu gibi bakıyordu. "Ergen bir erkek çocukla uğraşmanın zorlukları konusunda tecrübeliyim," diye devam etti babam, onun kendisini dikkatle dinlediğini fark ettiğinde. "İçe kapanmalara, öfkeyle hareket edişlere, zararla yere oturuşlara, fevri davranışlara şahit olmuşluğum çok benim. Yalnız bırakılmış biriyle uğraşmam ilk sadece. Hayatına ne kadar dahil olmam gerektiği konusunda emin olamıyorum. Sadece şunu bil. Yolunu kaybettiğini hissettiğinde kapısı sana daima açık olacak bir ev var. İzin verirsen, biz de senin için bir şeyler yapabiliriz. Yapabileceğimizi biliyorum."
"Bazen canımın ne kadar yakıldığını biliyormuş gibi konuşuyorsunuz," dedi Doruk. "Kendinizden öyle eminsiniz ki, beni iliklerime kadar tanıyormuşsunuz gibi hissediyorum."
"Elimdeki parçalara bakıyorum, sonra sana bakıyorum. Hepsi kendiliğinden birleşiyor," dedi babam. "Ve ortaya çıkan manzara hiç hoşuma gitmiyor. Düzeltebilmenin bir yolu varsa, ne gerekiyorsa Doruk... Ne gerekiyorsa."
"Özür dilerim." Doruk, başını önüne eğdiğinde yutkundu. "Feza için düşünmeden yaptığım şey birazcık bile sizi kırdıysa, buna sebep olduğum için çok özür dilerim. Feyyaz Bey, siz her şeyin en iyisine layıksınız. Bana kapıyı da gösterebilirdiniz ama bunun yerine bana sahip çıkıyorsunuz. Bu öyle değerli ki."
"Daha önce bir yerden kovuldun mu yoksa kapıyı çarpıp mı çıktın?" Babamın sorusu, masanın tam ortasına bırakılan saatli bir bomba gibiydi. O bomba patlamadı ama üçümüz de parçalara ayrıldık. "Cevap vermek zorunda değilsin," dedi hızlıca. "Ama bir cevap almak seni daha iyi görebilmemi sağlardı."
Gözlerine donuk bir bakış otururken Doruk'u daha önce belki de hiç görmediğim kadar hissiz gördüm. "Kapıyı çarpan ablamdı." Göğsünü derin bir nefesle doldurdu ve o nefesi yavaşça bıraktı. "Çıkmadım, çıkarıldım. Çünkü ayaklarımın üzerinde duramayacak durumdaydım."
Birisi avucunu kalbime sokup parmaklarını damarlarıma dolamış gibi olduğum yerde kasıldım. Söylediği şeyi hayal ettiğimde gözlerimin önüne simsiyah bir perde çöktü. Dizlerimi o kadar sert birbirine bastırdım ki kemiklerime kadar canım yandı.
"Umarım mecaz kullanıyorsundur," dedi babam. "Umarım sen-"
"Yürüyemiyordum," dedi Doruk, tek nefeste. Bakışlarında hâlâ o aynı donuk ifade vardı. "Ve ablam, beni taşıyabilmek için Allah'a yalvarıyordu. Ben o evden böyle çıktım, efendim. Keşke kovulsaydım ya da keşke kapıyı çarpsaydım. Hiçbiri değildi. Ablam beni oradan sürükleyerek çıkarttı."
Babamın gözlerinin dolması, sık rastladığım bir durum değildi. Benimse daha önce benzerini hiç hissetmediğim bir öfke zihnimi ele geçirmiş durumdaydı. Yürüyemediğini söylüyordu. O adam onu yürüyemeyecek hale getirmişti. Karşımdaki çocuk, o adamın yarattığı bir enkazın altında nefes almaya çalışıyordu. O evden çıkmak, o enkazı geride bıraktığı anlamına gelmiyordu. O, bununla yaşıyordu.
"Yanlış anlamazsanız eve geçmem gerek," dedi Doruk. Az önce ortaya döktüğü ne varsa o an hiç yaşanmamışçasına kendini toplamış, sesine ciddi bir sertlik bulaşmıştı. "Sorunu çözdüysek problem yok. Çözemediysek başka bir akşam yeniden konuşuruz. Yarın maçım var, biraz dinlensem iyi olur."
Babam, az önce duyduklarını tamamen yok sayarak içten bir şekilde gülümsediğinde Doruk'un gözlerine şaşkınlık yerleşmişti. Daha önce ona bunu ben de yapmıştım. Yarasına fazla bastığımı fark ettiğimde anında konuyu değiştirmiş, yaşanmamış saymıştım. Sanırım benzerliklerimizi fark etmek onu şaşırtıyordu. "Başarılar," dedi babam. "Televizyondan takip edeceğim ve dualarım seninle olacak, söz."
Doruk ne kadar afalladığını asla saklayamıyordu. Çenesini sıkmaktan kaskatı kesilmişti. Duyduğu minnet gözlerinden okunacak kadar yoğundu. "Çok teşekkür ederim," dedi sandalyenin kollarına bastırarak ayağa kalkarken. "İkinize de. Her şey için."
"İyi geceler." Sesim titredi. Gözleri bana döndü. Babam yanımdaydı, söylememem gerekirdi ama o an için içimdeki utanç tamamen geri çekilmişti. "Seni seviyorum," dedim. Onu sevdiğimi ona bakarak babamın yanında dile getirdim. "Görüşürüz."
"Görüşürüz Feza," dedi. Sesi duygusallığının getirmiş olduğu o boğukluğa sahipti. "İyi geceler, Feyyaz Bey."
"İyi geceler oğlum."
Doruk bir kez başını salladı, ardından arkasını döndü.
Onu zor bir gecenin beklediğini biliyordum. Kapıdan çıkana dek gözlerim sırtında kaldı. Normalde arkasını dönüp bakardı, bu sefer bakmadı. Hızlı adımlarla gözden kayboldu.
"Ağlayacaksın," dedi babam, yan yana oturmaya devam ederken gözlerini bana çevirmeden. Doruk'tan arda kalan boşluğa dikmişti gözlerini. "Ağlayabilirsin, Feza."
"Onu çok seviyorum," diye bir cümle döküldü dudaklarımdan. Bu zaten bariz bir şeydi ama babama çaresizlik içinde söyleyince hislerim içimde daha da büyüdü. Son bir günde yaşadığımız her şey gözlerimin önünden geçerken hoşuma gitmemiş olsa bile yaptıklarının altındaki nedenleri daha net bir şekilde gördüm. Gözümden bir damla yaş akarken tüm bu hislerin yoğunluğu altında eziliyordum. "Onu çok seviyorum, baba."
"Seninki sevgi," dedi babam, gözlerini yavaşça yüzüme çevirerek. "Onunki bağımlılık," diye devam etti. "Buna adanmışlık denir. Ben ne dersem diyeyim, konu sen olduğunda o durmayacak. Sen ne kadar kızarsan kız, senin için aklına gelen her şeyi yapmaya devam edecek. Bu çocuk, kendini tehlikeli bir şekilde sana adamış Feza. Onunla ne yapacağız, inan bilmiyorum."
"Onu iyileştirelim," dedim. Eğer kendimi sıkmayı bıraksaydım gözyaşlarım avucuma damlamaya başlayacak kadar çok akardı. Onun o gece bacakları tutmamıştı, benim bu gece bacaklarım titriyordu. "Onu iyileştireceğim. Onu güvende tutacağım. Benim için ne yapıyorsa ben onun için daha fazlasını yapacağım."
"Seni üzmesin," dedi babam. "Seni üzmediği sürece, bu çocuğun yeri benim başımın üzerinde."
Beni üzebilirdi. Beni üzebileceğini biliyordum. Ama umurumda değildi. Beni üzecek de olsa, bu çocuğun yeri kalbimin en derinindeydi.
•🧁•
Aslında sorunlar çığ gibi birikiyor, erteleniyor ve çözüme kavuşmuyor ama konuştukları sürece bir şekilde devam etmenin yolunu buluyorlar.
Nasılsınız? Bölümle ilgili duygularınızı merak ediyorum. Favori bir sahneniz, repliğiniz var mı?
İleriye dönük bir tahmin, bir his?
Yeniden görüşene dek kendinize çok iyi bakın. #DörtÇeyrek etiketinin altında sizi bekliyor olacağım ve buradaki yorumlarınızı da her zamanki gibi tek tek okuyacağım. Teşekkürler ve tatlı günler!
Instagram, twitter:
azraizguner
Parodiler:
dorukhanfalay
fey.falez
naz.aaslan
Bölümü okumadan buraya geldim eminim yine harikalar diyarında bir geziye çıkacağım
YanıtlaSilyaa çok hızlı bitti bu doyamadım ki hani devamı azraa
YanıtlaSilfeyyaz baba bir marka ya resmen dorukla olan bütün sahneleri beni ağlama isteğiyle dolduruyor
YanıtlaSilDoruk'un yerine ben ağlıyorum normal mi
YanıtlaSilUuuuu nasıldı bir bölümdü
YanıtlaSilAhhhh kalbim Ahhh Doruk seni kalbimizin hangi köşesinde saklasak 🥲🥲
YanıtlaSildoruğun geçmişi en olmaması gereken yerde patlayacakmış gibi geliyor ama hayırlısı bölüm için teşekkürlerrr
YanıtlaSilOff ağladım yaaa🥺🥺
YanıtlaSildoruğun kalbinin kırıldığı yerlerde içim gidiyor
YanıtlaSilgerçek anlamda
normalde beni kırana hiç tepki vermem ama orda olup doruğu korumak istedim resmen
kıyamam ya kıyamam valla gözlerim doldu.
eline sağlık azra _yaşını da bilmiyorum ama_ abla çok güzel olmuş , çok içten olmuş
eve şu kitabı alıp altını çizesim sayfa kenarlarına basketbol topu işleyesim var.
_rnkeem
Feyyazın son dediği kafamı çok karıştırdı ya bağımlılık diyince işin rengi değişiyor. İlerde sıkıntı çıkacak mı demek bu ????
YanıtlaSil