1. "Çıkmaz Sokak"
Alan Walker, Faded
Emre Aydın, Her Şey Biraz Hâlâ Sen
Keyifli okumalar.
•⚓•
Görkem Duman
Çıkmaz sokak.
13 numara.
Elim silahımı almak üzere torpido gözüne doğru hareketlendi. Bu defa onu yanıma almayacağımı hatırladığımda gözlerimi aynaya diktim.
Sağa sola dağıttım saçlarımı. Üzerimdeki gömleğin üç düğmesini birden açarak yakalarımı çekiştirdim.
Acele etmeden arabadan indim, kapıyı yavaşça kapattıktan sonra anahtarı cebime attım. Omuzlarımı dikleştirip 13 numaraya doğru yürümeye başladım.
Binanın dış cephesi kusursuz sayılabilecek güzellikteydi fakat kapalı olan perdeler yüzünden kasvetli bir havası da vardı.
Tam yirmi sekiz saniyedir dikildiğimi fark edince otuzuncu saniyede tıklattım kapıyı beş defa. Kapı deliğinden görünmemek için biraz eğilmem gerekmişti.
Evin boş olduğunu düşünmeye başladığım sırada çelik kapı yavaşça aralandı ve ben de eğildiğim yerden doğruldum. Karşımdaki kız donuk bakışlarını bana gönderirken yüzünde 'hayırdır birader' der gibi bir ifade vardı ya da ben uzun zamandır üç erkekle yaşadığım için bu bakışı böyle yorumluyordum.
Karşısında hiç tanımadığı bir adamı görmesine rağmen tek bir mimik bile kıpırdamadı yüzünde. Üzerindeki gri hırkayı düzelttikten sonra kollarını göğüs hizasında bağlayıp 'derdin ne' ifadesiyle bana bakmaya devam etti.
Bir kelime dahi etmeden bakıştığımız yedi saniyenin sonunda tek elimi boğazına sardım ve içeri girip kapıyı arkamdan kapattım.
İşte her şey böyle başladı.
Boğazını asla sıkmıyordum, her ne kadar normal denilebilecek biri olmasam da sınırlarımı biliyordum. Gerçi evine zorla girerek bazı sınırları ihlal etmiş olabilirdim ama orayı şimdi karıştırmamak lazımdı.
Kızın bakışları bir an olsun değişmedi, hala aynı ifadesizlikle bana bakıyordu ve sanki hamle yapmak için onun canını yakmamı bekliyordu.
Sonunda bıkmış olacaktı ki elini havaya kaldırdı fakat bana yumruk atabileceği bir fırsatı varken o, boğazını tutan kolumu sımsıkı kavramayı seçti.
Kısa süreli şaşkınlığımdan yararlanarak kafasını hızlıca geriye çekti ve zaten emaneten orada duran parmaklarım boynundan ayrıldı. Kahveye kaçan turuncu saçları gözünün önüne geldiğinde gayet umursamaz bir tavırla onları kulağının arkasına sıkıştırdı.
Sıktığım yumruğumu havaya kaldırırken amacım ona vurmak değildi. Sadece neler yapabileceğini ölçmeye çalışıyordum.
Yumruğumu ona ulaşmadan yakalayıp avcunun içine hapsetti. İnce bileklerindeki güç karşısında afalladım. Aslında vücudu çelimsiz durmuyordu, daha çok tükenmiş bir halde gibiydi. Buna rağmen orantılı bir gücü vardı. Hareketleri kontrollüydü.
Saçlarını hafif bir şekilde tuttuğumda hiç beklemeden tekmesini dizime geçirdi. Oldukça kuvvetli bir tekmeydi, bir insanın kolayca dengesini bozabilirdi tabii eğer karşısındaki kişi ben olmasaydım.
Omzunu tutup onu benden uzaklaşması için ittirdim fakat o beklemediğim bir şeyi yaparak kolumu yakaladı ve bana daha çok yaklaştı.
Muhtemelen sol kroşesini burnuma indirecekti. Buna izin vermeyeceğimin farkında bile değildi.
Önce sağ kolunu kavrayan elime, sonra gözlerime baktı. Hamle yapmasını bekliyordum, oysa dört saniye daha kilitledi bakışlarımızı. Başını başıma biraz daha yaklaştırdı.
Yaklaştı, yaklaştı, yaklaştı.
Aramızda bir karışlık mesafe varken ela gözlerini gözlerimden çekmeden yüzüme doğru yavaşça üfledi nefesini.
Dudakları yukarı kıvrıldı ve ben ne olduğuna anlam veremeden yumruğunu havaya kaldırdı.
Sol kroşesini suratıma geçirdi.
Baş parmağımı dudağımın kenarına bastırırken şimdi ne yapacağını merakla bekliyordum. Ona belli etmesem de içten içe keyiflenmiştim.
Bu defa karnımı hedef aldığında onu gafil avladım. Yavaş hareket etmeye çalışarak kolunu sırtına doğru büktüm. Gövdesi duvara yaslanmış vaziyetteyken kolundaki baskımı azaltmıyordum fakat iki adım uzağında duruyordum.
Kişisel alanını ihlâl etmeye hakkım yoktu, evine zorla girerek yeterince ihlâl yapmıştım zaten.
"Kimsin sen?"
İlk kez sesini duyuşumdu bu. Sırtı bana dönük olduğu için beni göremeyecekti ama yine de rolümü bozmadım ve ukalâ bir şekilde gülümsedim.
"Öylesine biri."
Eğer isterse anında benden kurtulabileceği kadar gevşettim kolunda duran elimi. Tepkilerini gözlemlemem gerekiyordu. Hareket etmeden beklemeyi seçmesi ise her an tetikte olmaya zorluyordu beni.
"Beni öldürecek misin?" Bir gram bile korkusu yoktu, aksine oldukça tok bir sesle sormuştu bunu.
"Öldürmeli miyim?"
"Başına bela olmamı istemiyorsan evet, öldürmelisin."
"Yoksa?" diye sordum alaycı bir tavırla.
"Eğer elinden kurtulursam yakalanmama ihtimalin hiç yok. Eşkâlini zihnimin en orta yerine kazıdım. Mutlaka bulurum seni, riske atma bence."
Bu yüzden buradaydım. Bunca planımın sebebi buydu zaten. Onun stres altındayken nasıl davrandığını ve herkesin abartarak bahsettiği görsel zekâsını bizzat kendi gözlerimle görmekti niyetim.
"Fazla iddialısın."
Omuzlarını silkti. "Boyun 1.80 civarı. Sarıya yakın, açık kumral saçların var. Şu an karışık gözükseler de normalde hafif dalgalılar. Alnın geniş, kaşların oldukça düzgün. Kirpiklerin uzun, elmacık kemiklerin biraz çıkık. Kemikli yüz hatlarına sahipsin. Çenen ve kulağın arasında kalan kısım oldukça keskin. Burnunun kavisi azıcık yamuk. Tabii bu az önce sana yumruk attığım için olmuş olabilir."
Gülmeye başladı. "Elim serttir, umarım kusura bakmazsın."
Şu halde bile dalga geçmesi normal miydi? Umursamazlık seviyesini fark etmemek imkânsızdı gerçekten.
"Dudağının kenarında yeni oluşmuş bir yara var. Onu da ben yaptım," dedi gülmeyi bırakmadan. Sonra boğazını temizleyip bana beni anlatmaya devam etti.
"Birkaç gündür uyumuyorsun, göz altı torbaların şişmiş ve bu gözlerinin mavisini iyice ön plana çıkarmış. Alnın ve saç bitimin arasında bir benin var. Ayrıca sağ gözünün kenarında da bir tane bulunuyor. Bu arada, sol gözünde sağ gözüne oranla daha fazla kirpik olduğunu söylemiş miydim?"
Yüzüme bakan birisi bile bunu fark etmezdi, açıkçası bundan benim de haberim yoktu. Yüzü duvara yapışık olmasına rağmen bu kadarını nereden biliyordu? Bütün bunlara ne ara dikkat etmişti?
Bir de, kendimi aynaya bakıyor gibi hissetmem normal miydi?
"Boynunda iki damarının izi belli oluyor. Sinirlendiğin zaman şiştiklerine eminim. Ayrıca gözlerinin kenarlarındaki damarların da belirgin. Sürekli tıraş oluyorsun ama son seferinde sağ yanağına küçük bir jilet kesiği bırakmışsın. Bence sakal yakışır sana, yüz tipin buna müsait."
Abartıldığı kadar vardı, hatta belki de daha fazlasıydı.
"Altında siyah kumaş pantolon var. Üzerindeki beyaz gömleğin düğmelerini açarak kendine serseri bir görünüm vermeye çalışmışsın. Normalde böyle olmadığına eminim. Nedenini bilmiyorum ama beni kandırmaya çalışıyorsun."
Yüzüme memnun bir gülümseme yerleşti. Aradığımı bulduğuma kesinlikle emindim artık.
"Bir saniye..." Nefesini hızlı bir şekilde verdi. "Amacın bana zarar vermek değil. Fırsatın var ama yapmıyorsun. Hiçbir şekilde canımı acıtmadın. Çok mu saygılısın yoksa her kime çalışıyorsan bana bir zarar gelmemesi konusunda uyarıldın mı?"
Cevap vermedim fakat gülümsemem genişledi. "Yapılı bir vücudun var. Pantolonunun kemerinin sağ tarafı sol tarafına göre biraz daha geniş. Şu an yanında olmasa da normalde orada silah taşıyorsun."
Her şeyi geçtim de, bunu nasıl fark etmişti?
"Üstelik beni kelepçeleyecek gibi tutuyorsun." Başı duvara yaslıydı, kollarını belinde sabitlemiştim. Haklıydı, onu birazdan zorla ekip arabasına bindirip karakola götürecek gibi duruyordum.
"Sen polissin!" dedi şaşkınlıkla. Ardından hızlı bir hamleyle elimden kurtulup sırtını duvara yasladı ve sinirli bakışlarını bana çevirdi. "Ne oluyor burada?" diye sorduğunda birazdan üstüme atlayıp kemiklerim kırılana kadar beni yumruklayacakmış gibi duruyordu.
Daha fazla uzatmanın bir anlamı yoktu. Arka cebimden cüzdanımı çıkarıp kimliğimi ona gösterdim.
"Görkem Duman." Hafifçe kaşlarını çattı. "Şaka mısın sen? Bence bir an önce kaybol gözümün önünden yoksa birazdan silahımı kapıp şarjörü üzerine boşaltacağım."
Sonunda tanışmıştık. Amirlerinin adından övgüyle bahsettiği, bir gördüğünü bir daha asla unutmayan, görsel zekâsının en üst seviyede olduğu iddia edilen ve benim de az önce bunu teyit ettiğim Asya Yağmur Tunçbilek...
"Beni öldürmezsen seninle konuşmam gereken konular var."
Hırkasının kollarını dirseklerine kadar sıyırırken vereceği cevabı düşünüyor olmalıydı. Elini burnuna götürdükten sonra alnını kırıştırdı. Ne olduğunu anlamak için ona biraz yaklaştığımda burnunun kanadığını fark ettim.
Elini duvara yaslayıp gözlerini arkamdaki duvara dikti. Bir an orada birinin olduğunu sanıp arkamı döndüm. Kimse yoktu. Şüpheli bakışlarımı tekrar ona çevirdim.
"Benimle gel," dedikten sonra sol tarafımızdaki kapıya yöneldi ve sarsak adımlarla odaya giriş yaptı. Hemen arkasında duruyor ve endişeyle ona bakıyordum.
Birden yürümeyi bırakınca sırtı göğsüme çarptı. Yavaşça bana doğru döndü. "Yapacağımız konuşma biraz bekleyebilir mi?"
Gözlerine bir sis perdesi çökmüştü sanki. Burnunun üzerinde duran eline biraz kan bulaşmıştı.
"Sen iyi misin?"
"Ben..." Gözlerini iri iri açıp omzumun üzerinden arkaya doğru baktı. Nefes alışı hızlanmıştı ve bacaklarının titrediğini görebiliyordum.
"Ben..." Duraksadı, şimdi az öncekinin aksine nefes alamıyordu.
"Sakin ol," diye fısıldadım. "Kimse yok orada. Sadece ben varım. Seni bu kadar korkutan şey ben miyim?" Dilim tutulmuş gibi sözcüklerim birbirine karışıyordu.
"Hayır." Bir eliyle omzuma tutundu. Göz bebekleri büyümüştü. Kolumu sıkan parmakları derime saplanırken ayakta durmakta zorlanıyor gibiydi. Onu belinden hafifçe ittirerek koltuğa doğru yönlendirdim.
Oturmasını sağladıktan sonra sehpanın üzerinde duran peçeteyi ona uzattım. Peçeteyi burnuna bastırdığında, "Gözlerini kapat," dedim yumuşak bir ses tonuyla. Bir şekilde sakinleştirmeliydim onu.
Sözümü dinleyip gözlerini kapattı. "Sesime odaklan. Başka hiçbir şeyi düşünme. Burada kimse yok, tamam mı? Sadece ben varım."
Yavaşça başını salladı. Bir dizimi kırarak yere çöktüm. Normalde kriz gibi durumlarda karşımdaki kişiye temas ederek güven vermeye çalışırdım fakat bulunduğumuz durumda bu hareketim ters bir etkiye neden olurdu.
"Sana zarar vermek için gelmedim. Yöntemim yanlıştı biliyorum ama tekrar ediyorum, amacım sana zarar vermek değil. Böyle bir şeyi yapmam."
Aslında korkmuş gibi durmuyordu. Üstelik beni gördüğünde endişelenmemişti bile. Sakinliğini bir şekilde korumayı başarmıştı. Peki şimdi olanlar da neyin nesiydi?
Ona bir şeyi hatırlatmış olmalıydım. Belki de bir travmasını tetiklemiştim.
"Geçti," dedim kendimden emin bir sesle. "Her ne olduysa geçti. Atlattın."
Gözlerini usulca açtıktan sonra peçeteyi burnundan uzaklaştırdı ve kanamanın durmuş olduğunu gördüm.
Bakışları normale döndü, nefes alış hızı düzeldi ve peçeteyi buruşturup sehpanın üzerine fırlattı. "Benimle ne konuşacaktın?" diye sordu gayet normal bir şekilde.
"Az önce ne yaşandı?"
Hiçbir şey olmamış gibi davranmayacaktı, değil mi?
"Önemi yok."
Üstelemedim. Tanımadığı bir adama derdini açacak hali yoktu ama eğer teklifi kabul ederse bu durumu öğrenmem gerekecekti.
"İyi olduğuna emin misin?"
"Bak, iyiyim ben, tamam mı? Ne söyleyeceksen söyle. Sonra da git."
Doğrudan konuya girdim. "Gideceğim ama senin de benimle gelmen gerekiyor."
"Tamam."
Gözlerim şaşkınlıkla açıldı. Bu kadar çabuk kabul etmesini beklemiyordum. Evine zorla girmiştim, şimdi öylece benimle gelecek miydi yani?
Ayağa kalktı ve kapıya doğru ilerledi. "Üzerimi değiştirip geliyorum," dedikten sonra gözden kayboldu ve yalnızca on saniye geçmişti ki, namlusu bana dönük olan bir silahla geri geldi.
"Oradan bakınca salağa mı benziyorum?" diye sordu. "Kimsin sen? Gerçek adın ne?"
Gülümsedim. Bu gerçekten hoşuma gitmişti.
"Ayağa kalk!" Bana doğru bir adım attı. "Eğer hemen bana bir açıklama yapmazsan ilk kurşunu bacağına yiyeceksin. Evime zorla girdin, kimse seni neden vurduğumu sorgulamaz bile."
Gülümsemem giderek genişledi. "Bana kapıyı açan sendin, zorla girdiğimi kanıtlayamazsın."
Sinirlenmedi, tam aksine oldukça sakin bir sesle cevapladı beni. "Emin ol, koşulsuz şartsız bana inanırlar. Böyle bir şeyin yaşanmasını bekliyorduk zaten."
Bir şeyler söylemezsem gerçekten bacağıma bir kurşun saplanacaktı.
"Ben Görkem Duman. Necip Ulaç'ın yönetimindeki karakola bağlı Analiz ekibinde çalışıyorum. İsmimi daha önce duymamışsındır, normal. Seni diğerleriyle tanıştırmak istiyorum ve bu yüzden buraya kadar geldim. Artık silahını indirsen mi acaba?"
"Necip Amir mi?" diye sordu bariz bir şaşkınlıkla.
Necip Amir'in ününü duymayan yoktu. Meslektaşlarım arasında ona hayran olmayan birini bulmak imkânsızdı.
Silahını indirip gözlerini bana dikti. "Sen bir Analizci misin?"
Gömleğimin kol düğmesini açarak bileğimi ortaya çıkardım. Gözleri bileğime bağlı lacivert ipe kaydığında istediği cevabı almıştı.
"Bir süredir işten uzak olduğumu biliyorsun, değil mi?"
"Biliyorum fakat amirinle bizzat ben konuştum. Göreve dönmende hiçbir sakınca görmediğini belirtti. Seni zorlamak gibi bir niyetim yok. İstersen teklifi tam şu an reddedebilirsin."
"Gidelim," dedi başını dikleştirerek. Daha sonra üzerindeki gündelik kıyafetlere baktı. "Resmi bir görüşme mi yapılacak?"
Az daha kahkaha atacaktım. "Seni eşofman takımlarıyla karşılayacaklar."
Karakol yerine ev ortamında olduğumuz için Analizciler olarak fazlasıyla rahatımıza düşkündük. Üstelik dört erkek bir arada yaşıyorduk. Bu sebeple özel hayatımızde ciddiyete çok uzaktık. Bu iş görüşmesi de evimizde yapılacağı için resmi bir çabaya girişmemiştik. Bizim için sadece bir tanışmadan ibaretti.
Fakat ne olursa olsun onu da bir Analizci olarak görmeyi istiyordum.
"Nedense sana hiç güvenmedim."
Bunu duyduğumda memnuniyetle gülümsedim. Hâlâ bana karşı temkinli olması şüpheci kişiliğini ön plana çıkarıyordu.
"Gelecek misin, gelmeyecek misin?" diye sordum meydan okurcasına. Bana güvenmemiş olsa da yapacağım teklifi merak ettiği için itiraz etmeden peşime takılacaktı.
Nitekim öyle de oldu. Eliyle salonun kapısını işaret ettiğinde onu takip ettim. Önümdeki boy aynasından patlamış olan dudağıma baktım. Yara büyük değildi fakat bizimkiler benimle dalga geçeceklerdi. Reflekslerimin ne kadar kuvvetli olduğunu iyi biliyorlardı çünkü.
Gözlerimiz aynada kesiştiğinde gözleri kısıldı. Bir elini omuz hizasındaki saçlarına geçirdi ve onları geriye doğru savurdu.
"Çıkalım."
Başımla onayladım ve kapıya yöneldim. Sanki evde yalnız kalmak istemiyormuş gibi hızlı adımlarla önüme geçti ve ilk dışarı çıkan o oldu.
Bu kızda bir tuhaflık vardı.
Sol bileğindeki kol saatine diktiği gözlerini on dört saniye boyunca oradan çekmedi. Salisenin hareketlerini gözleriyle takip ediyordu. On beşinci saniyede bakışlarını gökyüzüne çevirip gözlerini kapattı. Güneşin etkisiyle parlayan turuncu saçları rüzgarda dalgalanırken rahatlamak ister gibi derin bir nefes aldı.
Az önce hiçbir şey yaşanmamış gibi normal görünüyordu artık. "Orada dikilmeye devam mı edeceksin?"
Sesiyle kendime geldim ve şoför koltuğuna doğru ilerledim.
"Gideceğimiz yer uzak mı?"
Bakışlarını doğrudan bana dikmesinden rahatsız olmuştum. Her an yüzümde benim bile fark etmediğim bir detay bulacakmış gibiydi.
Arabayı çalıştırırken bir yandan da sorusunu cevapladım. "Normalde otuz yedi dakika sürüyor fakat kırk bir dakikada varacağımızı tahmin ediyorum."
"Neden?" diye sordu gözlerini benden ayırmadan.
"Yol durumunu ve trafik ışıklarında bekleyeceğimiz süreyi hesaba kattım."
"9 kere 187?"
"1683," dedim duraksamadan.
Neden bu soruyu sorduğunu bile düşünmemiştim. Sonuca fazla odaklı bir insan olmuştum her zaman.
Başımı ona çevirip yüzüne baktım. Dudağının sol kenarı yukarı kıvrılmıştı. "Matematikçi misin sen? Yeteneğin bu mu?"
Gözlerimi tekrar yola çevirirken gülümsedim. "Evet."
"2049 bölü 11?"
"186,27," İki saniyeliğine duraksadığımda kaşlarım çatıldı. "272727 diye devam eder."
"Hesap makinesi gibisin."
Bu sık sık duyduğum bir cümleydi. Genelde insanlar bu yüzden bana ruh hastası gözüyle bakıyorlardı, ki bunu inkar etmiyordum, ama matematik benim için bir tutkuydu. Hatta takıntı derecesinde olduğu için psikolojik desteğe ihtiyaç duyduğumu düşünenler bile vardı.
Herkesin dünyasının kendine ait yapıtaşları bulunuyordu, benimki de sayılardı işte.
"Sen de fotoğraf makinesi gibisin," dedim yoldan ayırdığım gözlerimi ona çevirerek.
"Olabilir." Koltukta iyice geriye yaslandı. Ben yola bakıyorken bütün dikkatiyle beni izliyordu fakat ona döndüğümde dikkatini başka bir şeye veriyordu.
"Evdeyken olanlar... Bir çeşit sinir krizi miydi?"
"Gibi."
Verdiği tek kelimelik cevap, konu hakkında konuşmak istemediğini net bir şekilde ifade ediyordu.
"Bu tür krizlerde insanlar genellikle ağlamaya meyilli olurlar. Gözyaşı, kriz anında vücudunun verdiği bir tepkidir aslında. Sen böyle bir durum yaşamadın, hatta gözlerin bile dolmadı."
"Beni analiz mi ediyorsun?" diye sordu şüpheyle.
"Evet," dedim. "Yapmadan duramıyorum, huyum kurusun."
Gülümser gibi oldu fakat çok geçmeden dudakları tekrar düz bir çizgi halini aldı.
"Sorulardan kaçıyorsun. Cevaplardan kaçıyorsun. Bunun sebebi korku değil, başka bir şeyler var sende." Duraksayıp gözlerindeki ifadeyi yorumlamaya çalıştım. Bakışları ruhsuzdu, hala beni ilk gördüğü zamandaki gibi bakıyordu. Belki de o her şeye böyle bakıyordu. Onu henüz çözemiyordum. "Sende bir sonbahar seziyorum."
Alaycılıktan uzak, içten bir gülümseme yerleşti dudaklarına bu defa. "Matematiğin yanında edebiyatla da mı ilgileniyorsun?"
"Beni boşver de, sen yine kaçıyorsun 13 Numara."
Gülümsemesi iyice genişledi. "Ohoo, böyle her şeyi anlayacaksan seninle daha çok işimiz var Duman."
Aramızdaki iletişim yavaş ilerliyordu fakat en azından soru sorarak konuyu değiştirme çabasından vazgeçmişti.
"Ne düşünüyorsun hakkımda?"
Cevabı gerçekten merak ettiğini hissettim. "Dürüst mü olayım?"
"Her zaman," diye yanıtladı beni.
"Garipsin." Yol ayrımından sağa saptım. "Ağır bir şey yaşadığını biliyorum. Merak etme, bu konuyu sen istemediğin sürece açmayacağım. Sadece gözlemlerimi söyleyerek devam edeceğim konuşmaya. Çok kırılmışsın, çok ağlamışsın. Kriz anında gözyaşı dökmemenin sebebi budur belki de. Öyle çok ağlamışsın ki, artık başka bir şey için gözyaşı dökmek saçma geliyor sana."
Söylediklerimin doğruluğundan emin olmak için başımı ona çevirdim. Ellerini kucağında birleştirmişti, gözleri ise kolundaki saatteydi.
Doğru yolda ilerlediğimden emin olmuştum böylelikle.
"Üzerinde hep bir tedirginlik var. Hatta takip ediliyormuş gibi hissediyorsun. Sürekli etrafını kontrol etmen de bu yüzden."
Derin bir nefes aldım. Onun hakkındaki çıkarımlarım bitmemişti ama cümleleri aklımda birleştiremiyordum. Bu yüzden önümdeki araçların plakalarına odaklandım. Gördüğüm sayıları toplamaya, çarpmaya başladım.
Zihnimde o sayılarla kurduğum denklemi çözerken tekrar söze girdim. "Sorulardan, cevaplardan kaçıyorsun. Dünyadan kaçıp içine kapanmışsın."
"İçim tenha değil diye dışıma kapandım hep."
"Emre Aydın," dedim gülümseyerek. "Yalanım yok, hiç halim yok diye devam eder şarkı. Senin de halin kalmamış gibi. Bir yanın eksik gibi." Durdum, denklemimi çözdüğümde iki sonuca da ulaşmıştım. "İçin çok kalabalık, kendi içinde sana yer kalmamış."
"Tamam, bu kadarı yeterli," dediğinde tespitimde yanılmadığımı anlamış oldum. "Neden size Analizci dediklerini anladım. Diğerleri de böyle mi?"
"Herkesin uzman olduğu farklı bir alan var ama hepimizin ortak noktası analiz."
"Anladım."
"Gerildiğin zaman kaşlarının ortasındaki çukur belirginleşiyor. Bir inanışa göre o çukur ne kadar derinse, insanın acıları da o kadar derin olurmuş. Çok mu acı çektin sen?"
Cevabı biliyordum, sadece ondan duymak istemiştim. Bazen bazı şeyleri sesli dile getirmek gerekirdi. İnsan, her şeyden önce kendine itiraf edebilmeliydi.
"Evet." Sesinde söyleyemediği sözcükler saklıydı. "Bu kadar iyi bir gözlemci olman sinirimi bozmaya başladı."
"Mesela ten rengin çok beyaz olduğu için damarların da çok belirgin. Özellikle bileğinle dirseğinin arasındaki damarlar stres yaptığında yemyeşil yollara dönüşüyorlar. Bunun farkındasın, az önce ellerinle oynaman da bundan kaynaklanıyordu. Psikolojik olarak kendini rahatsız hissettin. Bunu da gözlemledim ama bak, söylemiyorum."
Cümlemi gülerek bitirdiğimde ifadesiz gözleri gitmiş, yerini şaşkınlık dolu bir bakış almıştı. "İyi ki söylemedin. Hayır bir de söyleseydin neler olurdu acaba?"
"Sen sol gözümde sağ gözüme oranla daha fazla kirpik olduğunu söylerken iyiydi."
"Merak etme, çok fark yok. Benim dışımda kimsenin dikkatini çekmez bile."
"Yirmi sekiz yıldır benim de dikkatimi çekmemişti."
"Sen kurduğun her cümleye sayı sıkıştırıyor musun hep böyle?" diye sorduğunda gülümsemeden edemedim.
"Galiba evet."
Yolun geri kalanında sessizlik bize eşlik etti. Oturduğumuz sitenin girişindeki marketin önünde arabayı durdurdum. "Bir şeyler almam lazım, istersen burada kal."
"Ben de gelirim seninle," dedikten sonra arabadan indi. Etraftaki evlere bakarken nutku tutulmuş gibiydi.
"Benim bildiğim sitelerde apartmanlar oluyor, bunlar villa resmen."
Gülümsedim. Bu site müstakil evlerden oluşan, hani şu reklamlarda ballandıra ballandıra anlatılan sitelerdendi.
Asya gözlerini ellerine çevirdiğinde yüzü yavaş yavaş solgunlaştı. Gözleri iri iri açılırken başını kaldırıp bana baktı.
Nefes alışları hızlandığında yine bir krizin eşiğinde olduğunu fark ettim. Bu defa temastan kaçınmadım, elimi omzuna koydum.
"İyi misin?" diye sordum iyi olmadığını bile bile.
"Burnum kanıyor mu?"
"Hayır."
"Peki ellerim?"
"Hayır." Gözlerimi kıstım. "Ellerinde kan olduğunu mu düşünüyorsun?" Sesimi yumuşak tutmaya çabalasam da endişeli çıkıyordu.
"Sana bir şey soracağım." Derin bir nefes aldı. "Kan kokusu nasıl geçer?"
"Geçmez ki, biz hep kan kokarız." Birkaç saniyelik sessizliğinin ardından hâlâ kafasında dönüp duran soru işaretleri olduğu fikrine kapıldım. "Sana sorunun cevabını veremem ama buna alışmayı öğretebilirim."
Dudağının kenarı yukarı kıvrıldı. "Akıl sağlığımın yerinde olmadığını düşünüyorsun," diye hiç de yanlış olmayan bir tespitte bulundu. Tam olarak böyle ifade edemezdim ama bir tuhaflık olduğu kesindi. "Değil zaten," dediğinde iyice şaşırmıştım. Böyle durumların genelde inkâr edilmesi gerekirdi.
"Her neyse, burada böyle dikilmeye devam edecek miyiz?"
"Etmeyelim," dedim ama markete girmek için herhangi bir harekette bulunmadım. Onu arkamda bırakmak istemiyordum.
"Elin," dedi gülerek. "Omzumda kaldı."
Cümlesini algılamam iki saniye sürdü. "Çekeyim o zaman," dediğimde daha çok güldü.
"Düşünme yetini kaybettin galiba. İyi ki akıl sağlığımız yerinde değil dedik, hemen bir şoka girdin. İlk defa mı deli görüyorsun?"
"Yok, ilk değil. Hatta sık sık görüyorum." Yaşadığım evde dört tane deli vardı. Evet, ben de dahildim bu kategoriye.
Elimi omzundan çektiğimde önce onun adım atmasını bekledim. Ardından birlikte markete giriş yaptık.
Hiç oyalanmadan çikolataların olduğu bölüme ilerledim. Her zaman olduğu gibi bir paket bitter, iki paket Antep fıstıklı ve bir paket de karamelli çikolata aldıktan sonra ona döndüm. "Sen nasıl seversin?"
Dalgın dalgın yere bakarken birden gözlerini bana çevirdiğinde kaşlarının ortasındaki çukur belirginleşti. "Hm?"
"Çikolatayı diyorum, nasıl seversin?"
"Fındıklı," dedi hiç düşünmeden. Sonra kaşlarını çattı. "Niye sordun ki?"
Acaba çikolata reyonunda olduğumuzun farkında mıydı?
"Can sıkıntısı. Öyle işim gücüm yok, çikolatayı nasıl sevdiğini merak ettim."
Asya birkaç saniye suratıma boş boş baktı. Elimdeki çikolataları gördüğünde ise aydınlanma yaşıyor gibi salladı başını "Kusura bakma, dalıyorum bazen."
"Fark ettim. Eğer teklifi kabul edersen uzun uzun anlatmak zorunda kalacağını biliyorsun değil mi?"
Aslında teklifi reddetme şansını ona vereceğimden emin değildim. Ben izin versem bile Necip Amir ne yapar eder, bırakmazdı onu.
"Biliyorum."
Çikolataların olduğu bölümden ayrılıp kasaya ilerledik. Kasanın hemen yanındaki raflardan iki paket nane şekeri aldım. Kimisi sigaraya, kimisi alkole bağımlı olurdu; benim bağımlılığım da buydu.
Ödemeyi yapıp marketten ayrıldığımızda birden durdu ve sokağın sonuna doğru ilerleyen adama baktı. Yere eğilip gözlerini kıstığında şaşkınlıkla ne yaptığını anlamaya çalışıyordum.
Elini alnına vurduktan sonra ayağa kalktı. "Göremedim."
"Neyi göremedin?"
"Adamın ayakkabısına yapışan sakızın rengini."
Muhtemelen adamın da o sakızdan haberi yoktu. Bunu fark etmesine mi şaşırsam yoksa rengini göremediği için üzgün olmasına mı şaşırsam bilemedim.
"Bulmam lazım." Gözlerini sımsıkı kapattı. "Takıntılıyımdır ben, bulmazsam rahat edemem. Sürekli aklıma gelir."
"Adamın peşine mi takılacaksın?"
"Hayır," dedi gözlerini açmadan. "Sakızın rengini gördüm, yani farkında olmasam da bilinçaltım bunu kaydetmiş olmalı ama hatırlayamıyorum."
"Adım adım gidelim. Önce adamı hatırla. Bana onu tarif edebilir misin?"
Ben ciddi ciddi sakızın rengini hatırlaması için ona yardım mı ediyordum?
"Arkası dönük olduğu için yüzünü göremedim. Saçları siyah ve düzdü. Üzerinde mavi şeritler olan beyaz bir tişört giyiyordu. Deterjanı pek kaliteli değil galiba, şeritlerin boyası akmış. Beyaz, çok uçuk bir maviyi andırıyordu. Çok yüksek ihtimalle bekardır, evli olsa eşi çamaşırları düzgün yıkardı. Beceriksiz."
Adamın yalnızca tişörtüne bakarak medeni durumunu ve kullandığı deterjanın kalitesini yorumlamasını izlerken ağzımı kapalı tutmakta zorlanıyordum.
"Siyah kot pantolon giyiyordu. Arka cebinde telefonu vardı. Çoraplarının rengi griydi. Ayakkabıları da siyahtı. Ayakkabısının tabanı da siyaha yakın bir griydi."
"Tamam, şimdi sakıza odaklan."
"Öyle ha deyince olmuyor o iş." Çok ciddi bir iş yapıyormuş gibi hafifçe çattı kaşlarını.
"Kiremit tozu," dedi birden. "Ayakkabısının topuğunda gördüğüme eminim."
Başını sola çevirdi ve sokağı hızlıca taradı. Gri çöp tenekesinin önündeki tozları görünce hemen oraya koşmaya başladı. Başımı iki yana sallayıp peşinden gittim.
Büyük bir heyecanla anlatmaya girişti. "Bak, eğer sakızda da kiremit tozu olsa hatırlardım. Demek ki buradan geçtikten sonra yapışmış ayakkabısına."
Tekrar eğildi ve ördek misali yürüyerek ilerledi. Başını yere doğru eğdiğinde saçları neredeyse yere değecekti. Bir eliyle onları omzunun üzerinden geriye doğru attı ve iyice eğildi.
"Buldum!" dedi coşkuyla.
Muhtemelen doksan sekiz yıl boyunca çözülemeyen Poincaré varsayımının cevabını bulan Doktor Grigori Parelman bile bu kadar heyecanlanmamıştı.
Gerçi Parelman otuz üç sayfalık bir çözüm sunmasına rağmen, bu çözümü ispatladığında gelen tepkilere karşı, 'Altı üstü bir soru çözdüm, bu kadar büyütülmesi ilginç.' demişti. Yani onun heyecanlanmaması normal olmalıydı.
Artist herif.
"Kalıntıları görüyor musun?" Asya kolumdan çekerek benim de eğilmemi sağladı. "Bak, yeşilmiş. Hani şu naneli ama acı olanlardan."
"Rahatladın mı şimdi?" diye sorduğumda başını aşağı yukarı salladı.
"Hem de çok. Eğer bulamasaydım kafayı yerdim."
Değişik bir tip olduğunu kabul edeli çok olmuştu. Ne yapalım, bir şekilde alışacaktık.
Yoldan geçen birkaç kişi bize dik dik baktı. İşte o an bulunduğumuz durumun gerçekten dik dik bakılmaya değer olduğunu fark ettim. Yolun ortasında durmuş ve başımızı sakıza bakmak için o kadar eğmiştik ki, neredeyse yere yapışacaktık.
"Gidelim mi artık?"
"Gidelim," dedi. "Analizciler bizi bekliyor."
•⚓•
Analizcilere katıldığınız tarihi buraya bırakabilirsiniz.
(13 Şubat 2021)
Belki Ekip'ten tanışıyoruzdur sizinle, belki de ilk defa kesişmiştir yolumuz. Son olmamasını umuyorum, umarım hep birlikte ilerlemeye devam ederiz. ❤
O zaman kemerleri bağlayın.
Hazırsanız başlıyoruz!
Instagram: azraizguner
18 Aralık 2024 Saat: 13.43 başlama tarihimmm
YanıtlaSil23.01.2025
YanıtlaSil02.02.2025
YanıtlaSil15.02.2025
YanıtlaSilBygün başladımm
YanıtlaSil2 gün önce 52. bölümü okudum baştan başlıyorum :)
YanıtlaSil19.04.2025
YanıtlaSil