38. "TEK KİBRİTE ÇOK DİLEK"
Merhabalarrr, hoş bulduk. Bölüme geçmeden önce söylemek istediğim bir şeyler var.
Basketbol Süper Ligi'nin play-off sisteminde çeyrek final maçları kazanılacak 2 maç üzerinden oynanır. Yarı finalde eşleşilen takıma karşı 3 ve finalde eşleşilen takıma karşı da 4 galibiyet gereklidir.
Yani örneğin, final serisinde durum 3-3 olabilir ve şampiyonu iki takım arasında oynanacak 7.maç belirler. Bunlar kısa aralıklarla ve yoğun tempoda oynanır.
Bu dönemin işlendiği bölümlerdeyiz ve lütfen yalnızca diyalogları değil, paragrafları da okuyun. Aksi takdirde zaman akışı konusunda kafanız karışabilir.
Keyifli okumalar dilerim 💙
Bölüm şarkısı:
Madrigal, Neden Diye Sorma
Evdeki Saat, Sustum
MFÖ, Hep Yaşın 19
•🧁•
Geçtiğimiz hafta, geçirdiğim en kötü haftalardan biriydi.
Anadolu Efes çıktığı üçüncü maçı da kaybederek Euroleague macerasını bu sezon için noktalamıştı. Babam depresyona girmiş, Doruk maçın oynandığı gece hiçbir mesajıma dönmemişti ama haftamın kötü geçmesinin sebebi bunların hiçbiri değildi.
Onur abi dayanamamış ve gidip Burhan Falay'ın ağzını burnunu kırdığı için karakolluk olmuştu. Doruk, olaylar yatıştıktan günler sonra yaşanılanları öğrenmişti ve önce ablasına ona haber vermediği için bağırıp çağırmıştı. Sonra da Onur abiye sen niye karışıyorsun diye öfkesini kusmuştu. Bunları onunla yaptığım bir telefon görüşmesi sırasında öğrenmiştim.
Telefonumu açmasına sevinecek haldeydim çünkü birlikte uyuduğumuz günün ardından aramızda bir şeyler daha açık konuşulmaya başlar sansam da Doruk hâlâ aynı şekilde iletişime kapalıydı.
Babam da sürekli ona ulaşmayı denemişti. Onu yemeğe davet etmişti, Doruk bize gelmeyi reddedince pes etmemiş, dışarıda görüşmek için başka bir gün yine çağırmıştı. Hiçbir davetinden olumlu dönüş alamayınca benden Doruk'un ev adresini isteyecek aşamaya gelmişti ama ona adresi vermemiştim.
Kimseyle görüşmek istemediğini açıkça belirten birinin işine burnumu sokarsam her şeyin daha da mahvolacağından korktuğum için onun mesafelerini kabul etmek zorunda kalmıştım.
Fakat bu şekilde hiçbir yere varamıyorduk.
Buraya ilk geldiğim gün hayatımın en güzel günlerini K&S'de geçireceğimi sanmıştım. Akademide geçirdiğim her bir saniye benim için çok kıymetliydi ama çoğu zaman yeni şeyler öğrenmenin hevesini yaşamaktan ziyade dış dünyayla bağlantımı koparmanın bir yolu olarak görüyordum burayı. Teorik eğitimlerimin yanında pratik eğitimlerim de başlamıştı. Mutfağa giriyor, her şeyi unutuyordum. Sanırım hayatımda her şey değişse bile bu hiç değişmeyecekti. Mutfakta olmak, benim bir şeylerle baş edebilme şeklimdi.
Bugün çeşitli brownie tarifleri deniyorduk. Benim yaptığım portakallı brownieleri herkes çok beğenmişti. Kendi aramızda bir oylama yapmıştık. Benim oyum, Minay'ın frambuazlı browniesine gitmişti fakat oy çoğunluğu benim brownielerimdeydi.
Az daha sevinçten havaya uçacaktım. Tüm iltifatları heyecanla kabul ederken uzun zaman sonra yeniden kocaman gülümsemeye başladığımı fark ettim. Yaptığım bir şeyin beğenilmesi, beni tarifi olmayan bir şekilde tatmin ediyordu.
Ders bitmeden önce şefimizi yakalayıp ona uzun zamandır aklımda dolanan fikri sordum. "Kırmızı şarapla bir tarif denemek istiyorum. Sizden tavsiye alabilir miyim?"
Şefimiz sanki senelerdir bu soruyu bekliyormuş gibi bir hazırcevaplılıkla bana püf noktaları anlatmaya başladığında telaşla beyaz önlüğümün cebinde taşıdığım tarif defterime uzandım ve kalemimi çıkarttım. Adam, kırmızı şaraplar üzerine doktora yapmış gibi bir bilgelikle bana şarap markalarına göre aromaların arasındaki tat farklarından bahsederken bunları bir tatlının içine nasıl katabileceğime dair de özetler geçiyordu. Alkolü uçurup aromaya odaklanmalı, bunu da ya konsantre ederek ya da şarabı pişirerek yapmalıydım.
Sabaha kadar onu dinleyebilirdim.
"Pinot Noir mi kullanacaksın?" diye sordu.
Şaraplar hakkında pek bir şey bilmediğimi bu sorunun karşısında bana kal geldiğinde hatırladım. Bir cevap verememek beni utandırdı. Şef, fikrim olmadığını anlayınca gülümseyip "Feyza," dedi. "Bahsettiğin tarifi önümüzdeki ders denemiş bir şekilde buraya gelmeni istiyorum. Birlikte değerlendirmesini yaparız. Şaraplar hakkında bir ev ödevin olduğunu benim söylememe gerek yok herhalde?"
"Bir sonraki ders karşınızda bir gurme göreceksiniz," dedim ben de gülümseyerek. "Hepsini öğreneceğim ve tarifi deneyeceğim. Elime yüzüme bulaştırmazsam ortaya güzel bir şey çıkacağını düşünüyorum."
"Ben eminim," dedi. "Şimdi portakallı brownienden bir dilimi benim için gizlice ayırmanı istiyorum. Odama götüreceğim."
Benden bunu istemesiyle bana bayılmamı söylemesi hemen hemen aynı şeydi. Bir şef tarafından onaylandığım zamanlarda Visal'in vitrinine layık görülmediği için vazgeçtiğim tariflerimi daha sık düşünüyordum. Bir haftadır bir kez bile Visal'e uğramamıştım. Arada Eren'le ya da Naz'la konuşuyordum ama onları bir süredir görme fırsatım olmamıştı.
Burada zaman geçirdikçe orasının aslında benim için pek de ihtiyaç olmadığını hissediyordum. Belki de ben en başından beri Visal'e değil, mutfağın kendisine aittim. Orayı hâlâ çok seviyordum, bunun değişeceğini de sanmıyordum ama hayatı daha geniş bir açıdan görebilmeye başlamıştım. Bir de, Firuzan Hanım'ın yüzünü bile görmek istemeyecek kadar ondan nefret ediyordum artık. Senelerce orada çalışmıştım ve ona fikirler sunmuştum fakat bir kere bile yeniliğe açık olmamıştı. Hakkımın ne kadar yendiğini içerideyken göremiyordum. Buradan baktığımda ise orada harcadığım emeğe yazık edildiğini çok net bir şekilde fark edebiliyordum.
Browniemden bir dilimi tabağa alıp şefin odasına bıraktıktan sonra kalanını da götürmek için paketledim. Herkes çok sevmiş olduğu için yalnızca üç dilimim kalmıştı. K&S'den dışarı adımımı attığımda elimdeki poşete bir kere daha baktım ve onları Doruk'a götürmek istediğimi fark ettim.
Doğrudan evine geçmeyi aklımdan geçirsem de önce onu aramaya karar verdim. Telefonu üçüncü çalışında "Acil mi?" diyerek açtı. "Yönetimle bir toplantım var da. Ona girecektim tam."
Ne kadar süreceğini sormak istedim. Sonra da onu evinde bekleyebileceğimi söylerdim fakat hiçbir sevgi sözcüğü kullanmadan bana yalnızca durum bildirdiğini fark edince "Önemli değil," dedim. "Sonra konuşuruz."
"Tamamdır."
Hevesim kırılmış bir şekilde eve giderken toplantı yüzünden stresli olabileceğini söylüyordum kendime. Sesi o yüzden soğuktu. Çıktıktan sonra beni arardı ve ne olduğunu konuşurduk. İçerik hakkında keşke fikrim olsaydı ama birkaç saniye süren telefon konuşmamızda anlatmaya vakti olmamıştı.
Eve geçtim ve akşam yemeğimizden sonra saklama kabını tezgaha çıkarıp içindeki her bir dilimi ikiye böldüm. Aileme yaptığım bu tadımlık servisin karşısında Fırat ilk yorumu yaparak beni güldürdü. "Tabağın sekizde birini boş bırakacak şekilde sunumlar yapmaya başladığına göre sen tam bir şef olmuşsun."
"Abla bu çok güzel," dedi diğer bir yorumcum olan Furkan. “Daha fazlasını yapabilemez miyiz?”
"Yapabiliriz," diye karşılık verdim gülümseyerek.
"Bayıldım," dedi Ferda. "Bence de kesin yapalım."
"Aşıyorsun kendini," dedi annem.
"Çok büyük aşçı olacak benim kızım," dedi babam gururla.
İki üç çatal yemişlerdi fakat beni cesaretlendirebilmek için abartarak övgülerde bulunuyorlardı. Odama gidene kadar gülümsesem de kapıyı kapattığım an silindi gülümsemem yüzümden.
Acaba Doruk da beğenir miydi?
Sesini duymak isteyerek bir kez daha onu aradım. Toplantı çoktan bitmiş olmalıydı. Konuşmamızın üzerinden dört saat geçmişti.
Telefonu yine açmadı.
Merak etmeye başlıyordum. Yanlış bir şey yapmamayı umarak Özge ablanın numarasını tuşladım. Sadece bilmediğim bir şeyleri biliyor mu diye bir yoklayacaktım.
"Efendim canım?" diye açtı anında.
"Bugün Doruk'un bir toplantısı vardı ama sonra ona ulaşamadım," dedim. "Acaba size geçmiş olabilir mi diye düşündüm."
Öyle düşünmemiştim. Doruk son zamanlarda kendi isteğiyle markete bile gitmiyordu. Yönetim tarafından çağırılmasaydı evden uzun bir süre daha çıkmazdı, bunu biliyordum.
"Toplantısı mı vardı?" dedi Özge abla. Sesindeki sıcaklık yerini endişeye bırakmıştı. "Haberim yok. Neyle ilgili olduğunu biliyor musun?"
Onu telaşlandırmamak için "Önemli bir şey değildir herhalde," dedim. "Olsa söylerdi." Emin olamıyordum. Aslında kapatacaktım ama sonra içimde sakladığım hüzün aniden ortaya çıktı. "Özge abla, Doruk beni kendinden uzaklaştırıyor gibi şu sıralar. Sana hiç benimle ilgili bir şey söyledi mi?"
Gözyaşlarının izlerini göğsümde taşıyordum. O gece uyuyabilsin diye saçlarını aralıksız bir şekilde dakikalarca okşamaya devam etmiştim. Saç tellerine parmak izlerimin kazındığını, ona bundan daha fazla yakın olamayacağımı sanıyordum ama ona yakınlaşmışım gibi hissetmiyordum. Beni de o geceden sonra herkese yaptığı gibi duvarlarının arkasına itmişti sanki.
"Sakın kişisel algılama bunu Feza," dedi Özge abla, kendini açıklama çabası yüzünden hızlıca konuşarak. "Bize de aynısını yapıyor. Babam, Doruk'un karabasanı gibidir. Ne zaman yeniden ortaya çıkmaya karar verse Doruk kendini izole eder, kabuğuna çekilir. Seninle hiçbir ilgisi yok olayın. Onur'la bile konuşmuyor bu aralar."
"Tartıştıklarını duydum." Tek bildiğim buydu. Detaylara hakim değildim.
"Tartışmadılar," dedi. "Doruk, hıncını abisinden çıkarmayı seçti sadece. Bin tane laf söyledi, gitti sonra. Onur o adamı hastanelik ettiği için olaylar biraz karıştı. Bu aralar ailem karakoldan çıkamıyor." Gülüyordu ama keyiften çok uzak bir gülüştü bu. "Düzelir onlar, sen takılma. Dorukhan'a da takılma. Kendini en dibe çekmeye çalışıyor. Daha hızlı tırmanmaya başlamadan önce bunu hep yapar.
"Anladım." Başka ne diyebileceğimi bilmiyordum ama bu durum beni rahatsız ediyordu. Kendini dibe çekmeye çalışan birini göz göre göre oturup izleyemezdim. "Teşekkür ederim. Rahatsız ettim akşam akşam, kusura bakma."
"Estağfurullah," dedi. "Ne zaman istersen ara. Ben de bir şeyler öğrenirsem hemen seni haberdar ederim olur mu?"
"Yanına gidecek misin?" diye sordum kapatmadan önce. "Yalnız kalmaması gerektiğini hissediyorum."
"Ters teper Feza," dedi net bir şekilde. "Bırak kafasını toparlasın. Üzerine gitmenin kimseye hiçbir faydası olmaz."
Bunu kabullendim ve tekrar onu aramadım. Uyumayı denedim. Sağa ve sola döndüm. Yarın tarifimi denemeyi planlıyordum. Tadının nasıl olacağını çok merak ediyordum ve yeni bir şeyler deneme fikri beni heyecanlandırıyordu. Sabah ilk işim, şaraplar hakkında araştırma yapmak olacaktı. Yatakta dönüp durmalarımın sonu gelmeyince uyumayı denemekten vazgeçtim ve araştırma işine bilgisayarımı kapıp hemen başladım.
Ama bir türlü aklımı veremiyordum.
Huzursuzluğumun sebebi heyecanım değildi. Ona ulaşamıyor olmaktı.
Daha fazla dayanamayıp mesaj attım.
Feza: Selam, ne yapıyorsun?
Feza: Toplantın nasıl geçti?
Feza: Merak ettim sevgilim, konuşuruz demiştin
Bir saat beklesem de mesajlarıma dönmedi. Ben de en sonunda canımı acıtan bu sessizliğin içinde uyuyakaldım.
🏀
Anadolu Efes, Süper Lig'in çeyrek final karşılaşmalarını Bahçeşehir Koleji'ne karşı oynadı. Yarı finale yükselebilmeleri için iki maç kazanmaları gerekiyordu. Seriyi hiç zorlanmadan 2-0 almayı başardılar. Euroleague için hedefleri bitmiş olsa da Süper Lig'de hedefleri hâlâ şampiyonluktu.
Doruk bu iki maçta da forma giymedi.
İkinci maçın oynandığı gün, K&S'den çıkıp bu sefer hiçbir arama yapmadan kapısına dayandım çünkü artık onu görmek zorundaydım.
Kaşındaki yara tamamen iyileşmek üzereydi. Aksamadan yürüyebiliyordu. Kişisel antrenmanlarına döndüğünü o akşam evine benden sonra geldiğinde fark ettim.
Anahtarının sesini duyduğumda geldiğini anladım ve kapıyı onun için açtım. "Oo..." dedim esprili bir tavırla. "Nereden böyle?"
"Sen nereden çıktın?" diye sordu şaşkınlıkla. Gülümsemesini, bana sarılmasını bekledim. İlk refleksi, uzayan saçlarını karıştırıp şakağında kaybolmaya başlayan yarayı kapatmak oldu. Karşısında benim olmam önemli değildi onun için. Kimi görse istemsizce böyle yapıyor olmalıydı.
"Akşamki maçı birlikte izleriz diye düşündüm." Hâlâ sarılmamızı bekliyordum. İçeri girip kapıyı arkasından kapattı. Üzerindeki ince tişörtü terden sırılsıklam olmuştu. Spor salonundan çıktığı gibi eve gelmiş olmalıydı.
"Bir duş alayım, sonra izleyelim olur mu?" Gülümsedi. "Bu sırada yiyecek bir şeyler çıkarmaya ne dersin? Buzdolabına bir bak istersen."
"Buzdolabı bomboş," dedim. "Bir de masanın üzerinde bıraktığın cips paketini çöpe atarken çöpte içki şişeleri gördüm ve bu durum hiç hoşuma gitmedi."
"Tamam," dedi. Suratına dik dik baktım. "Beni daha sonra azarla, şu an yapış yapış hissediyorum. Bir duş alayım da kendime geleyim olur mu?"
Önümden geçip gidecekken beklemediğim kadar ciddi çıkan sesim adımlarının bıçak gibi kesilmesine sebep oldu. "Dorukhan, benimle yaklaşık iki haftadır sadece birkaç dakika konuştuğunun farkında mısın?"
Derin bir nefes aldı. "Bu akşam istediğin kadar konuşuruz. Şu siktiğimin duşunu bir alayım, sonra konuşalım. Tamam mı Feza?"
Sert sesi kalbimi kırarken geri adım atmadım. Bir şeyler yolunda gitmiyor olmalıydı ama ben bu şekilde davranılmayı hak etmiyordum. "Toplantıda ne oldu?"
Bakışları donuklaşırken yutkunuşu adem elmasını sarstı. "Önemli değil," dedi. "Bu akşam yarı finale çıkarız. Yüksek ihtimalle de Bursa ile eşleşiriz. O maçla beraber sahalara dönüyorum gibi duruyor. Onu netleştirdik."
"Neden bana yalan söylüyorsun?"
"Sana yalan söylediğimi nereden çıkardın?" Üste çıkmaya çabalar gibi baskındı tavrı. "Kendimi toparlamaya çalışıyordum. Fiziksel olarak bir sorunum kalmadı. İyi hissediyorum. Ağrım da yok. Önümüzdeki maça hazırım."
Yanımdayken evinde olduğunu hisseden biri gibi değildi. Evindeki varlığımdan rahatsız olan biri gibiydi.
"Gitmemi mi istiyorsun?" diye sordum doğrudan. Söylediklerine odaklanmayışım onu şaşırttı. Sanırım kadroda olacağını öğrenince boynuna atlamamı beklemişti. Anlamıyordu, o iyi olmadığı sürece sahada aldığı süre benim umurumda değildi.
"Hayır."
"Gideyim mi?" diye yinelerken sesim titredi. Bundan nefret ettim. Yine de kendimi açıklamayı denedim. "K&S'den çıkar çıkmaz buraya geldim. Seninle zaman geçirmek istiyorum çünkü. Arıyorum açmıyorsun. Mesajlarıma geç dönüyorsun. Yüz yüze her şeyi çözebileceğimizi söylemiştin. Yüz yüze konuşalım istedim. Ortada çözülmesi gereken bir sorun var Doruk. Çözmen için sana şans yaratıyorum ama gitmemi söylersen giderim."
Gözlerini sıkıca yumup açtıktan sonra yönünü tamamen bana çevirdi. İki adım atarak aramızdaki mesafeyi kapattı ve elini kaldırıp yanağıma yasladı. Baş parmağı şakağımı okşarken gözlerinde sadece acıyı gördüm. "Özür dilerim," dedi. "Çözebiliriz. Her şey üstüme üstüme geldi son zamanlarda. Seni kırmaya çalışmıyordum."
"Ama kırıyorsun," dedim. "Biz birlikte uyuduk Doruk. Arkanı dönüp uzaklaşabileceğin bir yabancı değilim ben senin. Seni hiç tanımıyorken bile iyiliğin için endişelenmiştim. Şimdi bu haldesin ve benden uzak durmamı mı bekliyorsun? Çok beklersin."
"Haklısın." Başka cümleler kurup kendini yormak istememiş gibi çıktı bu kelime dudaklarının arasından. "Özür dilerim."
Hiçbir anlam ifade etmiyordu çünkü içinden gelerek söylediğini hissetmiyordum. "Git de duş al," dedim elini yüzümden yavaşça iterek. "Sonra konuşuruz."
Son zamanlarda favorisi olan bir cümleydi bu.
Başını salladı ve hiç oyalanmadan duşa girdi. Ben de salona geçip maçın oynanacağı kanalı açtım. Bir spor spikeri, Bahçeşehir'in koçuyla röportaj yapıyordu. Ekrana baktım ama kendi düşüncelerimden başka hiçbir şeye odağımı veremedim.
"Dudak mı okuyorsun?" diye sordu Doruk on dakika kadar sonra salona girdiğinde. "Sesini açsana televizyonun."
Maçın başlamasına çok az kalmıştı. Röportajların ne ara bittiğinin farkında değildim. "Bu aralar böyle seviyorum," dedim gülerek. "Karşımda birileri sessiz sinema oynarken ben kendi kendime bir şeyleri anlamaya çalışıyorum."
"Oh," dedi. "Hâlâ laf sokuyorsun. Bir anlığına senin benim Feza'm olmadığını sanmıştım."
"Bursaspor maçına bana bilet ayarla." Söylediğine takılmamıştım. Ayrıca ilk kez ondan rica etmiyordum, ona bir emir veriyordum. "En arka tribünden de olsa önemli değil. Sana son zamanlardakinden daha yakın olurum her türlü."
"Laf sokmaya devam ediyorsun... Süper." Islak saçlarını sağa dola dağıtırken bana da bilerek su sıçrattı. Yüzüme gülmem için beklentiyle bakıyordu. Gülmedim. "Feza," dedi ciddileşerek. "Özür dilerim, gerçekten. Onur abi işe burnunu sokunca ortalığı toparlamaya çalıştım. Diğer yandan da formumu korumaya çabalıyordum. Yeniden muayene falan oldum. Bir sürü saçma sapan, gereksiz şeyler işte... Kafam ıvır zıvırlarla doluydu."
"Sana portakallı brownielerimden getirecektim, çok güzel olmuştu." Konuları takip etmekte zorlanır gibi baktı yüzüme. Alakayı anlayamamıştı. Omuz silkip devam ettim. "Şarapla ıslak kek yaptım. Hatta şaraplar üzerine master bile yaptım sayılır. Gerekli gereksiz her şeyi biliyorum. Şefler fikrime bayıldılar. Birkaç noktayı geliştirerek ortaya daha iyi bir şey koymaya çalışıyorum. Şu sıralar deneme yanılmalar yapıyorum. Neredeyse sürekli mutfaktayım çünkü seninle kaç saattir konuşmadığımızı gün içinde hesaplamadığım tek yer orası."
Telefonunu çıkarıp notlarını açtı. Ardından telefonu bana uzattı ve "Malzemeleri yaz," dedi. "Portakallı brownie ve diğer tarifin için ne gerekiyorsa. Hemen alıp geleceğim. Birlikte mutfağa girelim ve bana ikisinden de yap."
Gözlerim yeni başlayan maça kaydı ve Aras'ın bıraktığı turnikeyle birlikte iki sayı bulmasını izledim. "Ama..."
Kumandayı eline alıp televizyonu kapattı. "Önemli değil."
"Doruk..."
"Bursaspor maçında on beş sayı atabilmem için tatlılarından yemem lazımmış. Başka türlü asla olmazmış. Kalk hadi, markete gidiyoruz."
İçten çabası ve benim için takımının maçını dahi bırakmış olmasına çok çabuk kandım. Bu kadardı işte. İki güzel söze, iki tatlı gülümsemeye gönlümü alabilirdi o. Yine de keşke bunun için benim buraya gelmeme gerek kalmasaydı. O kendini affettirsin diye yine ben çabalamıştım.
El ele tutuşup Doruk'un dairesinden çıktık ve alt sokaktaki büyük markete gittik. İhtiyacım olan malzemeleri alırken elim hep gramajı en az olan ürünlere gidiyordu. Bir paket vanilin yeterdi ama ben onu sepete attığımda Doruk çıkarıp onlu paketle yer değiştiriyordu. "Kalsın evde," dedi. "Kafana estikçe yaparsın."
"Bu aralar Visal'e hiç uğramıyorum," dedim. "Bizim mutfakla K&S arasında mekik dokuyorum. Senin mutfağına da bulaşırsam bırakmam, haberin olsun."
"İstediğin zaman," diye karşılık verdi. Beni uzun bir süredir buluşmaya davet etmiyor olsa da bunu benim için aralık kapı bırakması olarak yorumladım ve bununla yetinmeye çalıştım.
Ödemeyi yaptıktan sonra poşetleri o taşıdı. Evin kapısını da arka cebinden anahtarı alıp ben açtım. Birlikte mutfağa geçtiğimizde malzemeleri dolaba yerleştirdik. Ellerimiz her birbirine değdiğinde saf aşıklar gibi gülümsüyorduk. Uygun bir kap bulup malzemeleri karıştırmaya başladığımda tezgaha yaslanıp kollarını göğsünde bağladı. Gözlerini benden hiç ayırmıyor, her hareketimi dikkatle takip ediyordu.
"Neler yaptın ben yokken?" diye sordum. "Bir daha hiç bu kadar az konuştuğumuz bir zaman olmasın tamam mı? Seni çok özlüyorum."
Uzanıp dudaklarıma küçük bir öpücük bıraktı fakat geri çekilirken heyecan yerine garip bir his belirdi karnımın içinde. Bana söylemediği bir şey olduğunu hissettim. "Olur," dedi. "Ben de seni çok özlemişim."
"Kendini bu kadar kapatman hiç hoş değil," dedim kaşlarımı çatarak. Gözlerim, çırptığım kek karışımındaydı. "Ve kesinlikle çok yanlış."
"Hım..." Dudaklarını büzdü. "Öyle mi?"
İlgim hâlâ kek karışımındayken "Dalga geçme," dedim. "Bir kez peşinden koşarım iki kez koşarım. Üçüncüsünde koşmazsam tek bir laf söylemeye bile hakkın kalmaz çünkü ben çabalamaktan vazgeçtiysem gerçekten geri dönüşü olmaz. O yüzden beni ciddiye almanı istiyorum. Tekrarı yaşanmasın."
Arkama geçip kollarını belime sardığında at kuyruğumu kenara çekip enseme dudaklarını bastırdı. İstemsizce başımı geriye doğru yatırdım. Dudakları, alan açılınca boynuma ilerledi. "Bir daha olmayacak," dedi. "Söz veriyorum. Daha fazla üzülmene sebep olarak seni yormayacağım."
Başımı yana doğru çevirdiğimde yanağı yanağıma sürtündü. Ona inandım. Bu kadar nazik dokunuşlarla bu kadar içime işleyebilen birinin bana yalan söylemeyeceğini umdum.
Beni öpmek için uzandı. Dudaklarıyla dudaklarıma dokundu. Kafasının içindeki gürültüyü duyar gibi hissettim kendimi. Bunu gidermek isteyerek tezgâha sırtımı çevirip parmak uçlarımda yükseldim. Tişörtünü kavradım, sonra elim kurutmadığı saçlarına kaydı. Parmaklarım ıslanırken Doruk alt dudağımı dişleriyle çekip bıraktı. Ardından bunu tekrar yaptı. "Yemin ederim," dedi nefes nefese geri çekildiğinde. "Çok seviyorum seni. Hiçbir zaman içine bunun şüphesi düşmesin. Çünkü sorun asla sen değilsin Feza."
"Sorun sensin." Gülümsedim. "Ve sen sorunlarım arasında en sevdiğimsin, bunu sakın unutma."
🧁
Yarı final serisi yarın başlıyordu. Teknik olarak, yarına iki dakika kaldığı için bugün de diyebilirdik.
Saat 23.58'i gösteriyordu. Sahaya yakın olan tribünlerin birinden beş biletimiz vardı. Falezler, hep birlikte maçta olacaklardı. Yarın için sabırsızlanıyordum fakat daha çok sabırsızlandığım bir şey varsa o da evin içindeki adım seslerini duymaktı.
23.59 oldu ve koşuşturmalar başladı. Sessizliğin içinde bir kapı gıcırtısı ve sonra kapının kapanma sesini duydum. Mutfaktan bir tabak sesi geldi.
Sırtımı yatak başlığına yaslayıp yüzümdeki sırıtışı silmeye çalıştım ama faydasızdı. Beklentiyle kalbim çarpıyordu.
"Üç," diye fısıldadım kendi kendime. "İki, bir..."
Odamın kapısı açıldı ve Fırat çat diye lambayı açtı.
Ferda, küçük adımlarla koştura koştura içeri girerken elinde geniş bir tatlı tabağının içinde annemin yaptığı meyveli pastayı tutuyordu. Furkan, annemin kucağında heyecanla ellerini sallarken babam mumlar sönmesin diye büyük ellerini açmış, Ferda'nın elindeki tabağın çevresindeki rüzgarı engelliyordu.
"İyi ki doğdun Feyyyzaaa!"
"İyi ki doğdun Feezaaa!"
"İyi ki doğduuun, iyi ki doğduuun!"
"Mutlu yıllar saaanaaa!"
"Mutlu yıllaaar ablaa!"
Herkesin doğum gününü kendi aramızda küçük bir kutlamayla saat tam 00.00'ı gösterirken kutlardık. Her zaman elimizde pasta da olmazdı. Bazen küçük bir kek dilimine mum dikerdik, bazen bir dilim karpuza, bazen de helvanın üzerine. Bu, şatafatlı kutlamaların hepsinden daha fazla sevdiğim bir şeydi. En sevdiğim aile geleneğimizdi.
"Teşekkür ederim!" dedim. "İyi ki doğmuşum ama değil mi?"
"İyi ki bir tanem!" dedi annem. Fırat, elindeki telefon kamerasıyla yüzüme zoom yaparken "Çok şımartmayın," dedi. "Ama yine de biraz iyi ki olabilir."
"Kes," dedi Ferda. "Senin en büyük olmanı hiç çekemezdim. İyi ki ablam var."
Pastayı bana doğru yaklaştırdığında ellerimi çenemin altında birleştirdim. Beyaz kremalı zeminin üzerine siyah kremayla 19 yazılmıştı. Sayının hemen altındaki çizim, 18 yazan bir başka çizime tekme atar şekildeydi.
"Sanki daha dün doğmuştun," dedi babam. "İnanamıyorum, ne ara 19 oldun?"
"Yaşlandın abla!" dedi Furkan. Bu saate kadar uyumamakta ısrar etmiş olmalıydı yoksa çoktan üçüncü rüyasını görüyor olurdu.
"Dilek dile hemen," dedi Ferda. "Bol para kazanmakla ilgili bir şeyler olabilir, sadece öneri."
"Ya da benim futbolcu olmamla," dedi Fırat. "Bol parayla aynı kapıya çıkar, sadece bir öneri."
Babam, ikisine de yavaşça vurdu. "Susun da kafasını karıştırmayın kızın. Her sene upuzun liste yapıyor, biliyorsunuz."
Bu sene upuzun bir listem yoktu.
Yalnızca Dorukhan Falay'ı diledim. Birlikte ve çok mutlu olmayı...
Gerisi bir şekilde hallolurdu.
Mumları üfledim.
Başta Furkan olmak üzere herkes alkışlamaya başladığında Fırat sırıta sırıta kamerayı herkesin yüzünde dolaştırdı. En son pastayı elime aldım, bizimkiler yatağa dizildi ve toplu bir fotoğraf çekindik. Her zaman yeni yaşımızın ilk fotoğrafını hep birlikte çekerdik.
Bu, annemle babamın henüz yeni sevgili oldukları dönemde başlattıkları bir akımdı. Annem, babama bir doğum günü pastası yapmıştı. Babam, ilk kez kendisi için hazırlanan bir pasta yemişti ve o gün Visal'de çekildikleri eskimiş bir fotoğraf karesi, yatak odalarındaki komodinin üzerinde bir çerçevede duruyordu.
Diğer tüm doğum günü fotoğraflarımız içinse annemin hazırladığı bir albümümüz vardı.
Telefonum çalmaya başladığında bir anlığına herkesin gözü komodinin üzerine kaydı.
Bilin bakalım kim aylardır Doruk diye kayıtlı olan numarayı geçen gün Sevgilim diye değiştirmişti?
Elimi alnıma vurmamak için zor durdum. Annem ve Ferda birbirine bakıp sırıtmaya başladı. Babam, sanki hiç görmemiş gibi yapmak için kafasını biraz fazla hızlı bir şekilde başka yöne çevirmişti. Fırat'sa doğrudan "Of," demişti. "Tek işsiz biz değilmişiz, o da bu saati beklemiş. Biz gün içinde on kez ararız dönmez. Ablamızın doğum günü olunca bir dakika geçirmeden bitiyor kapısında."
"Bir zahmet," dedi Ferda. "Doğum günüme dünyanın en önemli günü gibi davranmayan biriyle asla sevgili olmazdım."
"Abartıyorsun." Fırat yine her zamanki gibiydi. "O kadar da önemli şeyler değiller."
"Aşık olduğunda göreceğim ben seni," dedi annem. "Büyük konuştuğun ne varsa başına gelir, bu sözümü unutma."
"Kızın birinin doğum günü için hiç atraksiyonlara giremem. Bir siz... O da ailemsiniz diye. Mecburiyetten."
"Çok konuştun," dedi Furkan. "Telefonu açın yoksa kapanır. Kim ki?"
"Doruka abin," dedi babam. "Biz pasta dilimleyelim. Hadi bakalım çocuklar, düşün önüme. Mutfağa gidiyoruz."
Onunla konuşabilmem için herkesi dışarı çıkarttığında parmaklarımla ona bir öpücük attım. Birazdan da gidip kocaman sarılacaktım.
Doruk'un aramasına yetişemedim. Tam geri arayacaktım ki tekrar telefonum çalmaya başladı. Bu sefer hemen açıp kulağıma koydum.
"Mumlar söndü," dedi Doruk. "Sadece iki tane kibritim vardı. Biri yanmadı bile. Çakmak alıp aşağı inebilir misin?"
"Ne?"
"Kapıdayım," dedi Doruk. "Uyuyorlarsa babanlara gözükme."
Telefondan kapı otomatiğinin sesini duydum.
Babam basmış olmalıydı.
Sanırım Doruk donup kalmıştı. Ben kahkaha atana kadar ondan hiç ses gelmedi. "Gel yukarı aşkım," dedim. "Uyanığız hepimiz."
"Kızım saat 12!" diye bağırdı. Sesi apartmanda yankılanmasın diye kısık kısık bağırıyordu. Deli gibi gülüyordum. Yanlış bir şey yaparken yakalanmışçasına telaş olmuştu. "Çiğ çiğ yer baban beni."
"Gel," dedim. "Pasta yeriz."
"Hepimize yetecek kadar büyük yapmamıştım." Kalbim, duyduğum şeyden sonra yerinden oynadı. "Açık bir yer var mıdır civarda bu saatte? Gidip büyük bir şey alayım hemen."
"Annemin yaptığı pastayı kastetmiştim. Bana pasta mı yaptın?"
"Kaçak kat çıktığım için biraz yamuldu."
"Ne?" Şimdi ağlamaya başlayacaktım. "Yukarı gel hadi bebeğim, bekliyoruz seni."
"Hepiniz mi?"
"Evet, Furkan bile uyanık."
Derin bir nefes alıp "Kapat," dedi. "Çorabım Bugs Bunnyli. Ayakkabılarımı çıkaracağımı hiç düşünmemiştim. Allah kahretmesin seni, kapat."
O kadar çok gülüyordum ki sesim odamdan taşıyor olmalıydı. Telefonu kapatıp odamdan koşarak çıktım. Üzerimde toz pembe askılı ve şortlu bir pijama takımı vardı. Beklenmeyen misafirimi karşılamak için hiç uygun bir kombin değildi ama bununla idare edecekti. "Doruk geliyor," diye seslendim mutfağa. Babam homurdanırken Fırat mutfaktan çıkan ilk kişi oldu. Olaylar olduktan sonra hiçbiri onu görmemişti, bu yüzden hepsi sanki bir kere görseler her şey yoluna girecekmiş gibi arka arkaya hole çıktı.
"Merhabalar efendim," dedi Doruk. Bu kez ilk günkü gibi gergin değildi, sadece kendiyle dalga geçiyordu. "Hoş bulduk."
"Bu saatte hiç hoş bulmadın abi valla ya," dedi Fırat. "Evin mevin yok mu senin?"
"Var," dedi Doruk. "Ablan."
O kadar utandım ki ağzım açık kaldı. Hemen dudaklarımı birbirine bastırdım. Doruk, ayakkabılarını çıkarırken elinde taşıdığı şeyi düşürmemeye dikkat ediyordu.
"Hoş geldin kalp hırsızı oğlum," dedi annem.
"Çakmağınız var mıdır acaba?" diye sordu Doruk, elindeki pastamsı şeye bakıp utana sıkıla.
İki kişilik olabilecek büyüklükte, silindir bir pastanın etrafı kremayla kaplanmaya çalışılmıştı ama yüzeyi pürüzlüydü. Kaçak kat diye bahsettiği kısımda ise sürpriz yumurtalar vardı. Doruk, sürpriz yumurtanın içindeki yumurtayı çıkarmak için çikolatayi ikiye bölmüş, sonra o iki parçayı kremadan yama yaparak birbirine yapıştırmıştı. Etrafına da rulokatlar dikmişti. Ortada 1 ve 9 yazan sarı mumlar duruyordu.
Gördüğüm en güzel pastaydı. Daha güzelini annem de ben de yapamazdık.
"Bizde çakmak yok," dedi babam. "Fırat'ın kafasını taşa sürtüp ateş yakıyoruz. Seninle de deneyelim mi, ne dersin?"
"Olur," dedi Doruk, gözleri benim üzerimdeyken. Pastaya dikkatle baktığımı görünce "Sevmedin mi?" diye sordu. "Normalde daha güzeldi. Biraz yamulmuş taşırken."
Furkan, "Var bizde çakmak. Ben getircem sana, bekle sen," dedi ve koşa koşa mutfağa girdi.
Ferda gülüyordu. "Çorapların çok güzelmiş Doruk abi. İkon birisin."
Doruk, ayaklarına baktı. "Teşekkürler." Utangaç bir gülümsemeyle anneme ve babama, en son ise bana döndü. "Doğum günün kutlu olsun," dedi. "Rahatsızlık için özür dilerim."
Furkan koşarak çakmağı getirip sağına soluna bakındı. Sonra nedense onu bana uzattı. Ben de Doruk'a yaklaştım ve otuz iki diş sırıtırken mumları yaktım. Pastasını yükselterek dudaklarıma doğru yaklaştırdı. "Üfle," dedi. "Çok utandım, çabuk ol."
Babam ve annem birbirlerine bakıp gülmeye başladıklarında benim de yanaklarım kıpkırmızı kesilmiş olmalıydı.
Az önce dilediğim dileğin bu kadar çabuk karşımda belirmesini beklemiyordum. Bu yüzden, bu seferkini daha çok inanarak diledim. Bana bakarken gözlerinin içi gülüyordu. Dudaklarımdaki gülümseme iyice genişledi ve içimden tek bir şey geçirdim. O ve ben, bütün hayallerimizi birlikte gerçekleştirelim.
Mumları üfledim. Furkan yine alkışlamaya başladı. Annem, Doruk'un elinden pastayı almak için uzandı ve beni dürtüp "Çocuğa tek kelime etmedin hâlâ," diye fısıldadı.
Yemin ederim bunu duyunca kendime geldim.
Ailemin önünde parmak uçlarımda yükselip ona sımsıkı sarılırken aklım ne kadar yerindeydi, tartışılırdı gerçi.
"Çok teşekkür ederim." Başım, omzuna yaslandığında temkinli bir şekilde havada kalan ellerini belime yerleştirdi. Sonra o da bana sıkıca sarıldı.
"Ay ağlayacağım," dedi Ferda. "Ne dileyeceğimi buldum, benim de hemen doğum günüm gelsin."
"Sus," dedi Fırat. "Sen daha küçüksün."
İkisi dalaşırken onları umursamadan derin bir nefes aldım. "İyi ki varsın."
"Bunu benim söylemem gerek," dedi Doruk, geri çekildiğinde. "Feyyaz Bey, kusura bakmayın. Böyle habersiz geldim ama uyuyor olabileceğinizi düşündüm."
"Kutlama yapıyorduk," dedi babam.
"Bir fotoğraf daha çekmemiz gerek," dedi annem. Pastayı bana uzattı. "Hemen geç şöyle, sakın bozma. Çocuklar, dizilin. Çabuk çabuk."
"Ne fotoğrafı bu?" dedi Doruk, şaşırarak.
"Aile," dedi babam. "Sus ve gülümse şimdi."
Doruk'un yan tarafına annemle birlikte geçtiklerinde Ferda, Furkan'la beraber önümüze çöktü. Ben sırtımı Doruk'un göğsüne yasladım ve pastamı yukarı kaldırdım. Fırat bunu yapmayı istemiyor gibi homurdansa da selfie çekerken en az Furkan kadar sırıtıyordu.
Pastamı mutfağa bırakması için Ferda'ya verdim. Nasıl onun el emeğine kıyıp da bu pastaya çatal değdirecektim bilmiyordum. Önce on farklı açıdan fotoğrafını çekmem ve içlerinden birini duvar kağıdım olarak seçmem gerekiyordu.
"Gel biz salona geçelim," dedi Fırat, Furkan'a tutması için elini uzatarak. "Uykun geldi iyice, mayıştın. Doruka abin gelmişken hemen uyumak istemezsin şimdi sen. Dizimde biraz yatarsın salonda."
"Biliyor musun abi," diye sordu Furkan, Fırat'ın elini sımsıkı kavrarken. "En çok seni seviyorum."
Doruk, ikisine içi gider gibi baktı. Artık bunun sebebini biliyordum. Küçük bir çocukken Onur abinin elini tuttuğunda o da böyle anlar yaşamış olmalıydı.
"Bugün benim doğum günüm," dedim yüzümü buruşturarak. "En çok beni sevmen gerek Furki."
"Doğruuu... O zaman yarın en çok seni severim abi." Fırat gülerek onu salona soktu.
Annem de Ferda'nın peşi sıra mutfağa girdiğinde sadece babam, ben ve Doruk kaldık. "İyi misin?"
Aylar önce benden duyduğu soru, bu kez babamın dudaklarından dökülmüştü. O geceye sürüklendiğini hissettim. Gözlerinde ışıklar yandı ve söndü. Çenesini kaldırarak babama baktığında gülümsedi. "Yarın kadrodayım."
Cevabının ne kadar saçma olduğunun farkında bile değildi.
İyi misin sorusuna karşılık kafasında kodladığı cevap buydu.
"Salla kadroyu," dedi babam. "Sen iyi misin?"
Doruk kendisine yöneltilen bu basit soruyu yeni idrak etmişti. Başını sallarken afallayışını saklayamadı. "Evet, iyiyim. Ama kendimi size karşı biraz mahcup hissediyorum. Bana ulaşmayı çok denediniz çünkü."
"Evet."
"Davetlerinizi de geri çevirdim sürekli."
"Evet, onu da yaptın."
"Saygısızlık olarak algılamanızı istemem," dedi Doruk. "Benim yapım böyledir."
"Değiştiririz," dedi babam, gülümseyerek.
Doruk, hiç inanmayarak baktı babama. Bu onu gülümsetir sanmıştım ama yüzünde mimik değişimi olmamıştı. "Değişmez," dedi. "Ama çabanız için teşekkür ederim."
"Öyle bir değişir ki," diye karşılık verdi babam. "Geç salona oğlum, çay içer misin?"
"Yok, ben almayayım. Çok kalmam zaten."
"Yarın maçın var," dedim. "Yani aslında bugün... Yoksa ısrar ederdim ama uykun varsa gerçekten gidebilirsin, hiç alınmayız."
"Biraz kalabilirim," dedi. Bunu istediğini o an fark ettim. Aslında ona kaçışı için bir imkan sunmuştum. Kendimi yerine koyuyordum. Babam tarafından şiddet görmüş olsaydım, babasıyla ilişkileri iyi olan birini izlemek istemeyebilirdim. Bu, benimle ilgili bir durum değildi. Bu öyle normal, öyle insaniydi ki... Gitmek isteseydi, onu anlardım.
İçeri geçtiğinde hızlı adımlarla koltuğa doğru ilerledi. Bu kez kapıda durup içerideki yerini sorgulamamıştı. Evimizin içinde eskisine göre çok daha rahat hareket ediyordu.
Dakikalar sonra hep birlikte pasta yiyorduk. Herkes annemin pastasını yerken benim önümde Doruk'un benim için hazırladığı pasta vardı. Annem, doğum günlerimizden oluşan albümü çıkarmıştı. Doruk'un kucağında tüm hayatımın en sevdiğim anları duruyordu. Sayfaları çevirirken yüzünde oluşan gülümseme giderek büyüyordu. Ben de onunla birlikte fotoğraflara bakabilmek için onun hemen yanına oturmuştum. Pastamdan bir çatal aldığım sırada işaret parmağını bir fotoğrafın üzerine bastırdı. "Yüzün hiç değişmemiş," dedi sesindeki bariz hayranlıkla. Fotoğrafta üç yaşındaydım, elbette ki yüzüm çok değişmişti.
"Sıkıcı yerlere bakıyoosun Doruka abi," dedi Furkan yattığı yerden. "Ben yokum ki orada."
Başka bir sayfaya geçtiğinde Furkan'ın ilk doğum gününe ait fotoğrafa daldı gözleri. Ailemizin yeni üyesinin yanında hepimiz çok büyük kalıyorduk ama aslında orada on üç yaşındaydım. Doruk, Ferda'ya baktı. "Küçükken daha çok ablana benziyormuşsun."
"Bence sen gözün ablamdan başkasını görmediği için herkesi Feyza'ya benzetme potansiyeline sahipsin," dedi Fırat. "Çünkü alakaları yoktu. Ablam sessiz sakin bir çocuktu ve o fotoğrafta yüzümdeki tırnak izleri de Ferda'nın eseriydi. O tam bir cadalozdu."
Ferda Fırat'a dil çıkardı.
Doruk başka bir fotoğrafa bakmaya başladı. Bunu babamın doğum gününde çekmiştik, çok eskiydi. Ferda annemin kucağındaydı. Babam ise bir koluyla Fırat'ı diğer koluyla beni kavramıştı.
Sevgilim yutkundu, ardından sıcacık gülümsedi.
Albümü elinden çekmek istiyordum ama bırakmayı ister gibi bir hali yoktu. Canı yanmıyordu. Sanki bu şekilde, içinde bir şeyler iyileşiyordu. "Maça hepiniz geleceksiniz değil mi?" diye sordu birden.
"Evet," dedi babam, hepimiz adına.
"Ablamlar da gelecek," dedi Doruk. Bunu şu an öğreniyordum. Kocaman gülümsedi. "İlk kez bu kadar çok kişiyi misafir edeceğim için heyecanlıyım biraz."
"Sen oyununa bak," dedi Fırat. "Gerileceksen gelmeyelim hiç. Nasıl rahat edeceksen öyle."
"Hayır, tabii gelin," dedi Doruk, telaşla. "Zaten bunlar son maçlarım."
"Bursa'ya kaybedeceğinizi sanmıyorum," dedi babam. "3-0 geçersiniz. Fenerbahçe'yle finalde eşleşirsiniz ama o seri uzar gibi. Sen ne düşünüyorsun?"
"Bu sezon kupa kaldırmak zorunda olduğumu."
"Deli," dedi annem, onun şaka yaptığını sanarak. Nasıl bir hırsla söylediğini yalnızca ben mi fark etmiştim? Tehlikeli bir şeydi bu.
"Beklerim," dedi Doruk. "İddiaya girmek isteyen varsa girelim. Kalan maçları en az 18 sayı ortalamasıyla bitireceğim."
"Bu sezon ligdeki ortalaman o kadar yok sanki," dedi Fırat. Bu tarz bir sürtüşmenin onu gaza getireceğini düşünmüş olmalıydı. Sporcu mantığıydı, ben anlamazdım.
"Kalan maçlar, her şey demek," dedi Doruk. "Ve ben, hepsinde MVP olacağım."
"Bencil bir oyun mu sergileyeceksin yani?" diye sordu babam, alayla. Hırsını benim gibi sezmişti ve kendince yumuşatarak cevap almaya çalışıyordu.
"Hayır," dedi Doruk. "Sadece onlara kim olduğumu göstereceğim."
Onlar kimdi?
🏀
Falezler, formalarıyla birlikte tribündelerdi.
Ön sıramızda ise Özge abla, Onur abi, Alican ve Esin vardı.
Esin dönüp dönüp Furkan'a bakıyordu. Furkan'sa Doruk'un onu sarı kaydıraktan kaydırdığı anı Alican'a anlatmakla meşguldü. Alican onu başını sallayarak dinledi ve en son tek bir cümle kurdu: "O beni de kaydıraktan kaydırır ve PlayStation'u da var."
Fırat ikisinin muhabbetlerine gülmemeye çalışırken kıpkırmızı kesilmişti. Ferda ise onu gülmesin diye uyarırken gözleriyle de Esin'i işaret ediyordu. Esin, ilgisini Furkan'dan tamamen ayırmıştı. Artık hedefinde yalnızca Fırat vardı.
Fırat ona yanına gelmek ister mi diye sorduğunda Esin, Fırat onu alabilsin diye hemen kollarını havaya kaldırınca Onur abi yüzünü buruşturdu. "Acı çekiyorum," dedi. "Kızımı kimseye vermek istemedikçe o herkese kucak açıyor."
"Sen bir de onu on sekiz yaşına gelince gör," dedi babam. Bir üst sırada olduğumuz için Onur abi elini Özge ablanın omzuna atıp hafifçe bize doğru döndü ve başını kaldırarak babama baktı. "Kızını kimseye vermeyeceğini sanıyorsun, sonra kızın bir akşam elin oğlanıyla televizyona çıkıyor. İnan bana, çok çabuk büyüyorlar."
"Elin oğlanı değil, benim oğlum," dedi Onur abi. "Alnı ak, geleceği parlak damat çıkmış karşına. Daha ne istiyorsun Feyyaz abi?"
Doruk'un birçok hareketini Onur abiye benzetiyordum ama iletişim becerilerini kıyaslamam gerekirse Onur abinin Doruk'tan çok daha farklı bir yerde olduğunu söyleyebilirdim. Onur abi, sanki üst seviye bir insandı. İnsanlarla çok kolay samimi olabiliyordu, bu onun kanında vardı. Tanıştıktan sonra kendini bizimkilere sevdirmesi yalnızca birkaç saniye sürmüştü. Üstelik bunu daha muhabbet bile açmadan, sadece kendini tanıtırken yapmıştı.
"Bir gün Esin alnı ak, geleceği parlak çocuğun biriyle karşına geçtiğinde görüşürüz Onurcuğum," dedi babam. "İsterse peri padişahı olsun gelen, kız çocuğu başkadır."
"Bizim çocuk peri padişahına falan bin basar bu arada," dedi Onur abi. "Karşıma Dorukhan gibi biri gelecekse mirasıma damadımın adını da eklerim, hiç sorun değil."
"Galiba biraz seviyorsun onu," dedi annem, gülerek. "Ne zamandır tanışıyorsunuz? Kaç senelik evlisiniz?"
Özge ablaya dönerek sorduğu soruların karşısında Özge abla gülümseyip "Biz Onur'la ilkokul arkadaşıyız," dedi.
Fırat o an ne düşündü bilmiyordum fakat araya girip "Ben de Cansu'yla ilkokuldan beri arkadaşım," dedi.
Ortam bir saniyeliğine buz kesti.
Babam ve annem, havaya kalkan kaşlarıyla ona dönerlerken Ferda başını iki yana salak dercesine sallıyordu.
"Cansu kim?" diye sordu Esin ve Onur abi aynı anda merakla.
"İlkokuldan arkadaşım dedim ya." Durumu toparlayamayacağını anladığı için sesi gergin çıkmıştı.
"Anladım." Onur abi sırıtıyordu. "Bir de sporcuydun değil mi sen?"
"Futbol oynuyorum." Fırat kaşlarını çattı. "Ne alaka olduğunu anlayamadım."
"Basketbol oynuyordum ben de gençken."
"Hâlâ ne alaka olduğunu anlayamadım."
"Hiiiç..." dedi Onur abi, Özge ablanın omzunu daha sıkı kavrayarak. Bir Esin'e bir Alican'a baktı. İlkokul arkadaşıyla evliydi, gençken sporcuydu ve şimdi iki çocuğu vardı. "Öylesine."
Babam, Onur abinin Özge ablanın omzunda duran eline fazla dikkatli bakıyordu. Eklemlerindeki yara izlerini benim gibi o da fark etmişti. Onur abi izlendiğini fark edince bakışlarını eline çevirdi. Sonra yumruğunu sıkarak elini Özge ablanın omzundan indirdi. Gerildiğini hissettim.
"Hallettin mi?" diye sordu babam. Çocukların yanında üstü kapalı bir şekilde sormak için bu kelimeyi seçmişti.
Onur abi hazırlıksız yakalandı. "Evet. Ama içim soğumadı."
Nasıl olduğunu sormak istiyordum.
Kaç yumruk attığını, o adamın canının ne kadar yandığını, kanının ne kadar aktığını...
İçimde var olduğunu bilmediğim bir taraf, ilk defa birinin kötülüğünü böylesine istiyordu. Şiddetten nefret ederdim ama o adamın Onur abi tarafından dövüldüğünü görmeyi çok isterdim. O an orada olmayı çok isterdim.
"Ağzından yanlışlıkla bir adres kaçırırsın belki." Fırat'ın bileğindeki ip bileklikler Esin'in ilgisini çekmişti. O da hâlâ gülümseyerek Esin'e bakıyordu, bu yüzden konuşurken sesinde sert bir ton yoktu. "Belki kaçırdığın adrese yanlışlıkla yolumuz düşer," diye devam etti. Aynı babama benziyordu. "Belki senin için de biraz soğur o zaman."
"Seni sevdim, Fırat," dedi Onur abi. "Ama bu işe yaramaz. Herifin burnunu ikinciye kırıyorum, geçmiyor öfkem. Buzullara at beni, yine soğumaz. İçim cehennem gibi."
"Çocuklar var." Özge abla, onu dirseğiyle dürttü. "Ağzından çıkanlara dikkat et."
"İşte o derece bir öfke bu. Ne dediğimi duymuyorum bile. Allah'tan Alicanla Furkan kanka oldu, Esin de zaten Fırat'a aşık oldu. Dinlemiyorlar bizi."
"Onun burnunu mu kırdın?" diye sordu Ferda, fısıldayarak. Hayranlığı buna rağmen belli olmuştu. "Başka ne yaptığını da öğrenebilir miyiz?"
Özge abla "Dorukhan'la arasını bozdu," deyip kendi kendine güldü. "Kaş yapacakken göz çıkarttı."
"Gerçek anlamda mı?" diye sordu babam neredeyse hevesle.
Onur abi gülmeye başladı. "Gözünü çıkartmadım ne yazık ki. Düşünmediğim şey değil ama... Kendime iki çocuk babası olduğumu ve evde beni bekleyen bir karım olduğunu hatırlatmam gerekiyor sürekli. Yoksa inanın ben çoktan katil olurdum."
"Sen onun koruyucu meleği gibi bir şey miydin?" diye sordu annem, kafasındaki parçaları birleştirmeye çalışırken. "İlkokulda tanıştığınıza göre eline doğmuş sayılır Doruk."
"Öyle," dedi Onur abi. "Ama ortada bir melek varsa o da Özge'dir, ben değil."
Doruk, ısınmak için diğer arkadaşlarının en arkasında sahaya adım attığında gözlerinin ilk değdiği kişi o melekti. Sonra gözleri beni buldu. Ardından, bizi geniş bir perspektifle incelemeye başladı. On beş numaralı forma giyen on kişi, onun için buradaydı.
Bu sahip olduğu en büyük kalabalıktı.
O kalabalığın önünde tam 21 sayı attı.
Sol kolunda siyah bir kolluk ve iki bacağında da siyah dizlikleri vardı. Bugün beyaz formayla sahadaydılar. Bursaspor oyuncuları ilk hücumda belki de sakatlıktan döndüğünü ve formsuz olduğunu düşündükleri için onun şutunu riske atmışlardı.
Henüz kimse çözememiş miydi?
Doruk, sol köşeleri severdi.
Attığı üçlük, maçın ilk sayılarıydı. Aynı çeyrekte bir turnike buldu ve iki de serbest atış attı.
Kaçırdığı maçların ardından döndüğü ilk çeyreği 7 sayı ile tamamlamış olmuştu böylelikle.
Ama garip bir şeyler vardı.
Çok abartılı sevinçler yapan birisi zaten değildi fakat bugün yüzü, her zamankinden daha ciddiydi. Tribünü ayağa kaldıran zor bir üçlük soktuktan sonra durup biraz bile gülümsememişti.
Sahada birbirleriyle konuşan, planlarını birbirine işaret eden, iletişime açık dörtlünün yanında o put gibi kalıyordu. Söylenenleri dinliyor, oynanacak seti eliyle işaret ediyordu fakat yüzündeki donuk ifade hiç silinmiyordu.
Bunu çekici bulduğum için utandım.
Gülümsemesine aşıktım fakat full konsantre hali, apayrı bir mevzuydu.
Onur abi ve babamın bir faule itiraz etmek için aynı anda ayağa kalktıklarını gördüm. Doruk'a yapılan bir faul değildi. Aras'a yapılmıştı. Ve Doruk, yere düşen Aras'a kalkması için elini uzatan ilk kişiydi.
Aras kalktıktan sonra teşekkür amacıyla Doruk'un omzuna iki kez vurdu. Doruk, omzunu sertçe silkti. Bilerek yapmamıştı, yalnızca refleksti ama Aras'ın şaşkınlığa uğradığını görebilecek kadar sahaya yakındım. Bu aralarında bir gerginliğe sebep olabilir sandım. Doruk beni yanılttı. Elini kaldırıp avuç içini göstererek ona sorun yok, hata benim der gibi bir hareket yaptı. Aralarındaki mevzuyu bilmeyenler bu kompozisyonu benim gibi okuyamazdı. Zaten kamerada da yüksek ihtimalle faul görüntüsü tekrarlanıyordu ama ben her şeyi net bir şekilde görebiliyordum.
Araları gerilmedi. Aras, oyuna Doruk'u asistlerle besleyerek devam etti. Boş bir üçlük atma fırsatı bulmasına rağmen şut kullanmayıp içeri devrilme yapan Doruk'a yukarıdan bir pas çıkarttı. Doruk, oldukça yükseğe sıçrayıp o pası havada yakaladı ve sertçe smaçladı.
Alley-oop denen şeye bayılıyordum. Çok estetik duruyordu.
Doruk'a bayılıyordum. Bu oyuna en çok o yakışıyordu.
Tribünde bir oturup bir kalkarak, bağıra çağıra izlediğimiz maçın sonuna geldiğimizde etrafımızdaki herkes bizim Doruk'un ailesi olduğumuzu anlamış durumda olmalıydı. Çoğu zaman ıslıklamayı bile Onur abi başlatmıştı ve babamla Fırat, ona anında katılmıştı.
Son çeyreğin bitimine altı dakika kala oyunun kazanılacağı garantilenince hocası Doruk'u kenara aldı. Aralarında herhangi bir el çakışma, tebrikleşme geçmedi. Doruk, diğer takım arkadaşlarıyla el çakışıp benchteki yerine oturdu. O da yeniden oyuna dönmeyeceğini biliyordu. Elini bacağının üzerine koydu. Dizini ovaladığını gördüm. Sonra aniden başını kaldırdı ve göz göze geldik.
Maç başladığından beri ilk kez gülümsedi.
Son düdük çaldığında ona doğru hızlı adımlarla ilerleyen adamı gördüm. Bu Bursaspor'un koçuydu. Anadolu Efes baş antrenörünün elini sıkar sıkmaz neredeyse koşarak Doruk'u tebrik etmeye gitmişti. Doruk şaşırmış görünüyordu ama adama gülümsedi ve aralarında kısa bir konuşma geçti.
Daha önce Doruk'un I am better sloganının çıkmasını sağlayan 7 numaralı oyuncu da kadrodaydı fakat bugün süre almamıştı. Diğerleri kendi aralarında el sıkışırken o da centilmence Anadolu Efes oyuncularıyla tokalaşıyordu. Sıra Doruk'a gelince onu görmezden geldi.
Doruk sırıttı. Hızlı adımlarla soyunma odasına gitmeden önce bize baktı, elini kalbine yasladı ve başını hafifçe öne eğdi. Ardından gözden kayboldu.
Röportajların canlı bir şekilde televizyonda yayınlanacağını bildiğim ve asla kaçırmak istemediğim için hemen telefonumu çıkarıp maçı açtım. Herkes telaşıma gülerken halimden hiç utanmadım. Umurumda değildi. Doruk MVP olmuş olmalıydı ve röportaj verecekse bunu asla kaçıramazdım.
Şu an spiker, maç sonu konuşmasını yapıyordu. Ardından sıra uzun boylu, fiziği inanılmaz güzel spor muhabirine geldi. Yanında Bursaspor'un koçu vardı.
"Koç, maç hakkında neler söylemek istersin? Önümüzdeki maçta neleri değiştirmeniz gerekiyor sence?"
"Söylenecek bir şey yok," dedi koç, tuhaf bir keyifle. "Bir sonraki maç Dorukhan Falay'ı durdurmayı deneyeceğiz. İyi akşamlar herkese."
Başka bir şey söylemeden kameranın karşısından ayrıldı ve çok geçmeden muhabirin yanında beliren kişi sevgilimdi.
"Öncelikle çok geçmiş olsun Dorukhan. Kaçırdığın maçların ardından eminim ki kimse böyle bir dönüş beklemiyordu senden."
"Beklemeleri gerektiğini öğrenmiş oldular." Terden sırılsıklam olan saçları dalga dalga alnına dökülüyordu. Yüzü hafif kızarıktı, kararlı bakıyordu, omuzları parlıyordu ve nefes kesici görünüyordu.
Muhabir güldü. "21 sayı ile MVP oldun. Az önce koç, diğer maç seni durdurmaya çalışacaklarını söyledi."
"İyi şanslar," dedi Doruk egoist bir gülümsemeyle.
Kalbim yerinden çıkacak gibiydi. Tribünde herkes ayaklanıp salonu boşlatırken bir biz oturmuş, çıt çıkarmadan elimdeki telefona bakıyorduk.
Muhabir yeniden güldü. Doruk'a fazla hayran bakmıştı, bu hiç hoşuma gitmedi ama mesleğinden kaynaklanan bir hayranlık olduğunu düşündüm. Bir kere, kadının yaşı büyüktü. Aralarında en az altı yedi yaş olmalıydı, onu kıskanmamalıydım.
"Önümüzdeki maçla ilgili ne düşünüyorsun? Eklemek istediğin bir şey var mı?"
"Maçla ilgili değil ama bir şey eklemek istiyorum. Bugün Feza'nın doğum günü." Kız arkadaşı olduğumu belirtmemişti. Sanki onu tanıyan herkes beni de tanımak zorundaydı, öyleydi tavrı. Herkesin benim kim olduğumu bildiğini varsayarak konuşuyordu.
Kalbim, daha hızlı çarpmaya başladı.
"Kendisi tribündeydi. Varlığına teşekkür ederim. İyi ki doğmuş. MVP olduğum her maç benim ona armağanım, attığım her sayı yine onun için. Doğum günü kutlu olsun. Söyleyeceklerim bu kadardı. İyi akşamlar herkese."
İşleri güçleri şov.
Nasılsınız? Çok çok çok kısa bir süre sonra raflarda olacağız. Ben heyecandan yerimde duramıyorum.
Bugün her zamanki gibi #DörtÇeyrek etiketinin altında sizi bekleyeceğim. Bir de instagramda veya tiktokta bir gönderi paylaştığınızda beni etiketlerseniz sizi görebilirim. Yoksa gözümden kaçıyor. Sizi seviyorum, teşekkür ederim, muhteşemsiniz.
Var mı Doruk için söyleyecekleriniz?
Ve Feza... İyi ki Fezaaa... Bir yaş aldı ama bir yıldan daha fazla büyüdüğünü hissediyorum.
Aileler de tanıştılar iki arada bir derede. Evlenmek için neyi bekliyorsunuz çocuklar msmdlwndö (şaka)
Tekrar görüşene dek kendinize çok iyi bakın. Teşekkürler ve tatlı günler!
Instagram, twitter, tiktok:
azraizguner
Parodiler:
dorukhanfalay
fey.falez
naz.aaslan
Bir şey yanlış gibi hissettiriyor ama belkide doruğun bu hallerini hiç okumadığımız içindir yine de harika bir bölümdü
YanıtlaSilYa dimi bir şeyler sanki kopuk eksik, hani hala çok iyiler ama çok ufak bir kıvılcım her şeyi yakar gibi geliyor
SilKesinlikle katılıyorum her paragrafı diken üstünde okudum bir şeyler ha oldu ha olacak diye Doruk hiç iyi değil gibi ama umarım çabucak duzeliriz 😔
SilBölüm yine çok güzeldi ama her şeyin yavaş islenmesine alışık olan ben o gecenin sabahını okumayı çok isterdim. Bı de doruk keşke içindekileri dökse de biz de aglasak biraz
YanıtlaSilAyayayyayayayayya çok güzeldi
YanıtlaSilSorun değilsin falan,bilmiyorum en bu doruktan bi tık tırstım yine canımızı sıkacak şeyler yapmaya başlamaz inşaallaj
YanıtlaSilfirat in muazzam esprisine hulerken yataktan dustum
YanıtlaSildorukhanin eve girisine gulunce azar yedim
en son da dorukhana cidden asik oldugumu fark ettim TESEKKURLER VE IYI GUNLER
~rnkeem
AZRA ABLA KITAP BASILSIN HER GUN KIRTASIYEYE GIDIP GELDI MI DIYE SORMASSAM NAMERDIM
YanıtlaSilDARISI EKIP VE ANALIZIN BASINA
~rnkeem
Feza bi kere koşarım ,iki kere koşarım çabalamaktan vazgeçersem geri dönüşü olmaz dedi ,doruk sorun asla sen değilsin bir daha seni yormuyacam dedi,toplantıda bi şeyler oldu ,doruğu hırslandıran ,sinirlendiren birşey ve doruk bunu saklamakta ısrarcı. bi şey olacak ve feza bu sefer geri çekilen taraf olacak bence, ve bu sefer herşey daha ciddi olacak gibi geliyor vana
YanıtlaSilFeza sanırım ermiş hdjdhdkdhdjfbfjfh
YanıtlaSilSanki doruğu takımdan gönderecekler gibi hissediyorum toplantıda doruğa. bu söylendi bence, o fezanın öperken hissettiği söylenmeyen şey bu gibi. Çünkü her maçta da kendini kanıtlamaya çalışması, arasın bilerek kendisi atmak yerine doruğa asist vermesi. Umarım yanılıyorumdur ama
YanıtlaSilBence diğer kaptan varya onun takımına gidecek
Siltakımdan gidiyor sanırım son maçlarım, antrenörler.... çok şey kaybedeceksin efes çok şey.
YanıtlaSil