26. "Lir"


Bölüm şarkısı:

The Weeknd & Kendrick Lamar, Pray for me

🌠

Bir yıldız, iki yıldız, üç yıldız...
Gördükleriniz değil baktıklarınız.
Aynı ipin düğümleri, aynı oyunun kaleleri
Kazanan başka birileri, kabullenin yenilgileri.

•⚓•

O sabah gözlerimi açtığımda kulağımın altında atan bir kalp vardı.

Düzenli aralıklarla şişip inen sert göğse yaslı başım, o her nefes alıp verdiğinde yavaşça yükselip alçalıyordu.

Hiç hareket etmeden Görkem'in göğsünde yatmayı sürdürürken henüz içinden yeni çıktığım rüyanın detaylarını hatırlamaya çalışarak gözlerimi yeniden kapattım.

Rüyamda gökyüzünde savruluyordum. Başta uçuyor olduğumu sandım ama kanatlarım yoktu. Kan kırmızısı rengindeki bir balona lacivert bir iple bağlıydım sadece. En küçük rüzgâr dengemi sarsıyordu. İdam ediliyormuşum gibi boynuma asılı olan ipin düğümleri çözülmeye yer arıyordu.

Mete, bir güvercindi. Benim kafamın içinde yaşatmaya devam ettirdiğim bir güvercin. Balon yükselemiyordu, alçalamıyordu. Yerinde sayıyordu. Etrafımda bir bulut bile yoktu. Boş gökyüzünde asılı kalmış bir kadındım. Kurtarılmayı bekliyordum ama bunu Mete yapamazdı. Mete bir ölüydü. Onu temsil eden siyah güvercin biraz daha yaklaşırsa gagası balonu parçalayacaktı.

Bu olursa yere çakılırdım. Son sürat, bir an olsun yavaşlamadan yere çakılırdım. Bu yükseklikten düşüp de sağ kalma şansım yoktu tek başıma.

Hareket etmeden kuşa bakmaya devam ederken gözüme aşağıda yanıp sönen bir ışık çarptı. Gökyüzü mavi değil, lacivertti ve karanlıktı bu yüzden doğrudan ışığa çevirdim başımı.

Gözlerim aşağıdaki siluetleri seçti sıra sıra. Dört adam, yan yana dizilmiş bekliyorlardı. Biri, beni ilk fark edendi. Başını bana doğru kaldırmış, tutunduğum balonun ne kadar güçsüz olduğuna ve her an ona bağlı olan ipin kopabileceğine ilk o tanık olmuştu. Öylece durmuş izliyordu olduğu yerden. Bana uzatmıyordu ellerini, sadece uzaktan bakıyordu. Kararları bana bırakmıştı sanki.

O ve yanındakiler her ne olursa olsun aşağıda omuz omuza vermiş beni bekliyor olacaklardı. Düşersem tutacaklar, inmeye karar verirsem beni kurtaracaklardı. Gökyüzünde mi kalmak istiyordum yoksa onlara güvenip boğazımdaki düğümü çözecek ve kendimi aşağı mı salacaktım, buna ben karar verecektim.

Bir seçim yapmadan önce uyandım ama aklımda büyük bir soru işareti bıraktı bu. Gökyüzünde, bana tanıdık olan güvercinin yanında kalmaya devam mı edecektim yoksa yeryüzüne inmeyi mi seçecektim, merak ediyordum bunu.

Gözlerimi açtığımdaysa gökten gözleri olan bir adamın yüzünün kıyısındaydım.

Saçlarımı okşayarak beni uyuttuğu, geçmişimin karşısında durduğu ve beni karanlıktan çıkarmaya yemin ettiği o gecede bana sarıldı, beni bırakmadı, benimle kaldı.

Benimle o geceyi bölüştü ve ben bir şeyi kabul etmek zorunda kaldım.

Ona aşıktım.

Onun için yaşamamı söylemişti ve ben bu söylediğini yapmak için çaba verecek kadar ona aşık olmuştum.

Akıl kârı değildi.

Olmamam gerekirdi. Bu bana zarar verirdi. O beni üzerdi, canımı yakardı. Sözlerini tutamaz, hisleri varsa bile bunu yansıtamaz, mantığını öne çeker ve arkasındaki beni göremezdi. Beklediğimi veremez, duymak istediklerimi bana söyleyemezdi. Herkes böyle diyordu. Ben neredeyse onu tanıyan herkesten ayrı ayrı uyarı almıştım. Onunla olmazdı.

Bilmedikleri bir şey vardı. Onsuz olamazdım. Dün gece fark etmiştim ben de.

Ölümün bu kadar sınırlarında gezerken ona karşı bu duyguları hissediyor olmak belki de intihardı ama benim bulunduğum noktadan geri dönüşüm yoktu.

Önce beni dört duvarın arasından çekip çıkarmış, hiç sahip olmadığım bir aileye katmıştı. Sonra beni görmüş, yaralarıma dokunmuş, iyileşeyim diye çaba göstermeye başlamıştı. İyileşmemiş olmam önemli değildi, verdiği çaba önemliydi.

Bir yara bandı alıp omzumdaki dikiş izinin üzerine kapatmamış, oraya bir resim çizmeyi tercih etmişti. Bana çapa derken saplanıp kalanın o olacağını tahmin etmemişti. Çapanın ipinin çoktan dümene dolandığını ise henüz bilmiyordu.

Siz hiç bir okyanusu dudaklarından öptünüz mü?

Sevdiğim bir şarkıda geçiyordu bu söz ve ben onun kapalı göz kapaklarına, belirgin elmacık kemiklerine, sakallı yüzüne bakarken bu sorunun cevabının evet olduğu gerçeğini idrak etmeye çalışıyordum.

Beni öpmüştü. Bu zihnimin bir oyunu değildi. Gerçekten yaşanmıştı.

Bir krize girmeyeyim diye yaptığını biliyordum. Stratejik ve yerinde bir hamleydi. Muhtemelen o an bunun mantıklı olacağını düşünmüştü.

Benim için öyle değildi. Kalbim göğsümü delercesine hızlanmıştı. Nefesim kesilmiş, ne diyeceğimi belki de ilk defa bilememiştim ve başımı göğsüne yaslamıştım. Evdi. Hissettiğim buydu. Yerim burasıydı, başım dünyanın varoluş anından beri onun göğsüne aitti sanki. Kolunu etrafıma sarmış, saçlarımla oynamış; beni göğsünde, evimde uyutmuştu.

Şimdi uyanmasın, birkaç dakika daha burada kalabileyim diye kıpırdamıyor; doğru düzgün bir nefes bile almıyordum. Sadece bu anın biraz daha sürmesini istiyordum.

Kokusunu içime çekerken benim için yaptıkları karşısında ağlamak geldi içimden. Hep tek başıma atlatırdım böyle geceleri. Krizlerim tetiklendiğinde kanepede ağlayarak uyuyakalmaya, sabah da titreyerek uyanmaya alışkındım ben. Üzerimde yorgan, başımın altında bir kol olmamıştı hiç.

Bana farklı şekilde bakar diye korkmuştum anlattıklarımdan sonra. Farklı baktığı doğruydu ama bu benim korktuğum şekilde değildi, beklemediğim türden bir bakıştı.

Uzun kirpiklerini kırpıştırarak araladığında doğrudan göz göze geldik. Bakışlarımı kaçırmadım, onu izlediğimi anlayacak olmasından gocunmadım. Dün gece benimkilere değen dudakları, bir şey söylemek ister gibi aralandı fakat geri kapandı ses çıkarmadan. Yutkunduğunu fark ettim.

"Buradayım." Uykulu sesiyle ilk söylediği bu oldu. Elini saçlarımın arasına yerleştirdi tekrar. "Korktuğun için mi dolu dolu o gözlerin? Kâbus mu gördün? Korkma, buradayım."

Gözlerim daha fazla dolduğunda burnumu çekip gözlerimi kırpıştırdım. "Günaydın," dedim aymayacağını düşündüğüm bir günü aydırdığı için minnettar olarak. Bugün benim Güneş'im doğudan değil, onun parmak uçlarından doğmuştu.

Dün gece, içimde bir his arayarak bu yatakta oturmuş ağlıyordum ve bu sabah, içim karşı koyamayacağım kadar yoğun bir his yumağıyla doluydu.

Yattığım yerden ona daha fazla rahatsızlık vermek istemediğim için doğrulmaya çalıştım. Başımı kaldırıp sırtımı yatak başlığına yasladım o yatmaya devam ederken. Az önce başımın altında duran kolu belimin altında kalmış oldu böyle yapınca.

Diğer kolunu da bacaklarımın üzerine atıp yan döndü ve kafasını karnıma yaklaştırdı. "Günaydın." Normalden kalın çıkıyordu boğuk sesi. Bana sarılıyor gibiydi, alttan alttan da yüzüme bakıyordu bir yandan.

"Özür dilerim." Ellerimi yüzüme kapatmak istedim. Ne diyebileceğimi bilmiyordum. Onu boş yere yerinden etmiştim, bir çocuk bakıcısı gibi başımda dikilmesi gerekmişti. Bir kez olsun yanımda birini istemiştim ama onu yormuş gibi hissediyordum. Benimle uğraşmak yorucu olmalıydı.

Dirseklerinin üzerine yaslanıp benim gibi sırtını doğrulttu. Kolu uyuşmuş olmalıydı, omzunu ovaladı biraz. Ters bakışlarını yüzümde hissediyordum bu esnada.

"Her şey için de teşekkür ederim," diye devam ettim gözlerinin içine bakarak. Bunun benim için ne kadar minnet duyulacak bir şey olduğunu anlaması gerekiyordu. "Beni bir krizin içinden çıkarmak için ne gerekiyorsa onu yaptın." Kendini zan altında hissetmesini istemiyordum bu yüzden cümlelerimi toparlamaya çalıştım. "Mantıklı olan neyse onu yaptın yani..."

Devam edemeyeceğimi anlayınca gözlerimi ellerime çevirdim. Onun bir şeyler söylemesini bekledim ama duraksadı, hâlâ gözlerini üzerimden çekmemişti. "Anlamadım," dedi en son sorgular bir tavırla. "Mantık mı?"

Daha açık konuşmam gerektiğini fark ettim. "Beni öptün." Yine ona bakmadım. Bu konuşmadan kaçacak yapıda biri değildim, onun konusunu açmasını da bekleyemezdim. Kendini açıklamaya çalışarak vakit kaybetmesini istemiyordum. "Dikkatimi dağıtmak için yaptın o an. Yani, tuhaf hissetme. Bunun senin için sıradan bir şey olmadığını biliyorum. Teşekkür ederim. Neyin ne olduğunun farkındayım işte. Yok sayabilirim, sen dert etme."

"Sıradan mı?" Ses tonu öyle bir hayal kırıklığına bulanmıştı ki, gözlerimi gözlerine çevirmek zorunda kaldım. Bakışlarında kaybolacağımı sandım. "Sence bir anlamı yok muydu hiç?" Cevabımı duymak istemediğini hatta bundan korktuğunu hissettim. "Senin için sıradan mıydı?"

"Ne anlamı?" diye sordum gerçekten kafam karıştığı için. "O anı kurtarmak için yapmadın mı? Ağlamam dursun istedin işte. Öyle değil mi?"

"Sabah sabah ne diyorsun Asya?"

"Yağmur benim adım," diye düzelttim onu hızlıca. Adımı ondan duymayı seviyordum, bunu benden almamalıydı. Kalbim daha fazla kırıklığı kaldıramazdı bu yüzden konuyu kapatmaya çalışıyordum ama bana izin vermiyordu. "Üzerine konuşmamıza gerek olmadığını söylüyorum. Yaptıkların için de teşekkür etmek istedim çünkü gerçekten, iyi ki buradaydın."

Bir şeyler daha söylemeyi düşünürken kapı tıklatıldı ve sonra açıldığında üç kafa uzandı içeri sıra sıra. Kurtarıcım olduklarını düşünmüştüm Analizcilerin. Konu burada kapandığı için rahatlarken tam günaydın demek üzere ağzımı açacaktım ki yanımdaki adam benden önce davrandı.

"Çıkın," dedi sert bir sesle. Bu tek kelime, bir emirdi. Gözlerini onların olduğu tarafa bile çevirme tenezzülünde bulunmamıştı. Bana bakıyordu hâlâ. "Bir yanlış anlaşılmayı düzeltmem gerekiyor benim."

Analizciler hiçbir şeyi sorgulamadan onu dinlediler. Kapıyı çekip çıktıklarında kaşlarım çatıldı. Onların anında söz dinlemelerine değildi şaşkınlığım. Görkem öyle otoriter bir ton kullanmıştı ki odadan çıkmamaları mümkün değildi zaten. Ben yanlış anlaşılmanın ne olduğunu merak ediyordum asıl.

"Sana acıdığımı mı düşünüyorsun?" Sesi sertliğini korumaya devam ediyordu konuşurken. "Sen kıyamamakla acımayı aynı şey mi sanıyorsun?"

"Ne fark eder," dedim rahatsız olarak. "Sonuçta, kötü bir haldeydim ve kendince destek olmaya çalış-"

"Seni öptüm." Bu anı hatırlamak nefesimi tutmama neden oldu. Ne zaman o anı düşünsem kalbim tekleyecekti, kaçışım yoktu. Dudakları benimkilere değmiş, nefesi nefesime karışmıştı. Bunu yapmasını istediğim birçok an vardı. Ben bunu defalarca kez beklemiştim ondan ama dün gece asla beklemiyordum.

Yapabileceği birçok an varken dün geceyi seçmiş olması aklımı kurcalayıp kötü şeyler hissetmeme neden oluyordu. Bendeki duyguların karşılığını ondan duyamayacaktım. Zaten bir karşılık beklememeyi öğrenmiştim zaman içinde çünkü ben her zaman daha çok seven taraf olmaya alışkındım. En çok da bu sebeple ondan beni sevdiğini duymayı beklemiyordum ama halime acıdığı için bunu yaptığı düşüncesi, beni çok fazla kırıyordu.

"Seni öptüm," dedi tekrar. Bu anı bana unutturmamaya yemin etmiş gibiydi. Zaten unutmayacaktım. Dokunuşlarını, iç çekişini, yüzümü nasıl kavradığını ben hiç unutmayacaktım. "Her ağlayanı öpmüyorum ben 13," diye devam etti sözlerine. "Seni öptüm çünkü öpmek istedim. Benim için ilkti bu. Benim için ilksin sen. Yok sayabileceğin bir şey değil."

"Ne anlamalıyım şimdi?" Saçma bir umuttu benimkisi. Kendi başıma ayakta durmayı dün o otel odasında bırakmıştım. Sonrasında anlattıklarım, geçmişimden açıp gösterdiğim o sayfa beni bir uçurumun kıyısına itmişti. Düşmek üzereyken beni tutsun istemiştim. Yanımda uyuyarak yapmıştı bunu. Şimdi de nankörlük edip daha fazlasını istiyordum.

"Seni öptüğüm için geçip karşıma teşekkür edemezsin." Hâlâ öfkeliydi ama neyeydi bu öfke bilmiyordum. "Bu işler böyle mi yürüyor? Hayır, böyle olmaması gerekiyordu. Bu ne şimdi?"

"Hangi işler?"

"Ağlaman dursun diye öpmüş olsam sence seni öyle mi öperdim?" O öpmek dedikçe benim içim yine dün geceki heyecanımla doldu. "Hem öyle olsa ikincisi niyeydi mesela? Seni iki kez öptüm."

"Susturmak içindi o da."

"Ne kadar basit bir şeymiş gibi söylüyorsun!" Sesini biraz yükseltince öfkesinin onu anlamayışıma olduğunu anladım. Ben de onu birçok defa anlayamamıştım, şimdi istediği kadar sinirlenebilirdi. Bu kendini ifade edebilmek için çabalamasını sağlıyordu en azından.

"Ben mi fazla anlam yükledim?" diye sorarken omuzları düştü. Hayal kırıklığı göz bebeklerinin etrafına toplandı. "Heyecanlanmıştım lan." Her kelimesinde sesinin boynu bükülüyordu sanki. "İlk kez böyle bir şeye kalkıştım, onu da yanlış mı yaptım?"

Onun için ilk olduğumu bilmek, anlatamayacağım kadar özeldi benim için. Benim ilk öpücüğüm değildi ama birine ilk de olamamıştım hiç.

"Yanlış yapmadın," dedim hızlıca. Üzüldüğünü ve pişman olduğunu görmek beni paramparça ederken bu defa yanlış anlaşılan tarafın ben olduğumu anladım. "Ama doğru kişi miyim, bundan emin değilsin bence." Kalbimin neden bu kadar kırıldığını anlayamıyordum. Bu hassaslığın sebebi geçirdiğim sinir krizi olmalıydı. "Geçip karşıma pişman olduğunu söyleme olur mu? Çünkü ben de heyecanlanmıştım ve anlam yüklemeyi çok isterdim ama konu sen olunca ben birçok şeye anlam veremiyorum ki."

"Senin doğru kişi olduğunu ben yıllar öncesinden biliyordum, ne anlatıyorsun?" Analizciler için doğru kişi olmamdan bahsediyordu. Zıt noktalardan bakıyorduk ikimiz. Farklı çalışıyordu zihinlerimiz. "Yağmur, bir şey diyeceğim. Sen bu aralar düşünme işini bana mı bıraksan? Çünkü hiç mantıklı şeyler düşünmüyorsun."

Serzenişi küçük bir gülümseme yerleştirdi dudaklarıma. "Gece bir ton şey söyledim," dedi sonra. İkna olmam için çabalıyordu ama beni neye ikna etmeye çalıştığından bihaberdi. "Karanlıktasın dedim, ışıkları yakacağım dedim, yemin ettim, sözler verdim sana. Benim için yaşamanı istedim. Sensiz yapamayacağımı söyledim. Asıl acınası halde olan bendim dün gece. Yoksa halime acıdığın için mi karşılık verdin sen de bana?"

"Hayır tabii ki," dedim boş bulunup. Bu konuşmanın nereye varacağını kestiremiyordum. Gözlerimi kaçırdım. "Neyse ne," diye saçmaladım. "Oldu bitti. Geri döndüremeyiz işte. Bu aramızdaki ilişkiyi tuhaflaştırsın istemiyorum. Sana ne zaman bir adım gelsem benden uzaklaştın. Yeniden uzaklaşmaman için yok saymam gerekiyorsa olmamış gibi yapacağım. Anlıyor musun beni?"

"Hangi birini yok sayacaksın?" diye sordu gözlerini kısarak. "Hadi dün gece olmamış gibi davrandık diyelim, öncesi? Lavaboda yaşanılanlar ne olacak? Halbuki çok eğleniyordun. Seni ne kadar çok istediğimi hissettiğin ilk anı da yok sayabilecek misin?"

Dudaklarından dökülenler nefesimi kesti. Bu konuşmayı başlatırken nasıl tepki vereceğini kestirememiş olsam da beklediğim tepki kesinlikle bu değildi. Beni istediğini söylemişti. Kendisi söylemişti.

Görkem Duman, beni istiyordu.

Tüm bunlar neden dün gecenin ardından yaşanıyordu? Beni sarıp sarmalama hissi merhametinden kaynaklanıyor olabilirdi. Görkem aşk ve merhameti ayırt edebilecek kadar bilmiyordu hisleri. Yanlış hissediyor, yanlış yorumluyor olabilirdi.

Bu beni yangınlara sürüklemesine engel değildi ne yazık ki.

"Ne oldu, sustun?" dedi sorar gibi. "Çok gülmüştün ama orada. Bana dokunmamanı söylediğimde tersini söyleyeceğim zamanların geleceğinden bahsediyordun. Birkaç saat geçti üzerinden sadece. Ne değişti şimdi? O zaman inanıyordun buna, şimdi neden inanmıyorsun?"

"Hakkımda bir sürü şey öğrendin çünkü."

"Ee?"

"Ee'si mi var Görkem? Ağzından laf alayım diye kırk takla atıyordum daha düne kadar. Şimdi freni patlamış kamyon gibi yokuş aşağı geliyorsun bana. Ne düşünmemi bekliyorsun ki başka? Ayarların bozuldu iyice."

"Ayarlarımı sen bozdun," dedi elini yüzüme uzatarak. Bana dokunursa söylediklerinin daha ikna edici olacağını mı düşünüyordu? Keşke bu doğru olmasaydı. Parmakları çenemi kavradı. "Anlattıkların, geçmişin, başka hiçbir şey değil. Bir şey değişmedi Yağmur. Gözümde değişmedin. Neden acıyarak bakayım ki sana? Seni öptüm çünkü öpmek istedim. Daha önce de istemiştim. Şimdi de istiyorum. Elimde değil. Sana kadar hiç bir başkasını istememiştim ve şimdi seni her şeyinle çok istiyorum."

Karnım karıncalanıyordu. Aklımı toparlamak, sözcükleri toparlamaktan daha zordu. Onun dudaklarına bakarken istediğini vermeyi düşünsem de kendimi geri çekmem gerektiğini biliyordum. Daha önce ona adım atmayı denemiştim ben. İşe yaramıyordu. Ona mesafe vermem gerekiyordu uzaklaşmaması için.

"Ne istediğini hâlâ bilmediğini düşünüyorum," dedim açıkça. "Çünkü seni tanıdım ben. Bu sabah böyle diyor olman ikna etmeyecek beni. Sana sarılmıştım, yaranı görmüştüm, odanda uyumuştum. Fazla anlam yüklemişim ben de bunlara. Ertesi gün sabahın köründe sana yakıştırdığımı söylediğim sakallarını kesmiş, Analizcilere açıp yaranı göstermiş, beni kendi elinle bir kenara itmiştin unuttun mu? Ben unutmadım."

Bunun içimde yara kalışı, kaşlarının arasında bir çukur oluşmasına neden olurken yüzüne de bir çaresizlik ifadesi yerleşti. "Çok etkilenmiştim senden." Bana kurduğu cümleyi de unutmamıştım. O gece aklından geçen, tekrar aklına uğrarsa kendini durduramaz diye korktuğunu söylemişti. "Bana sarılıyordun, yanımda olmaya çalışıyordun ve benim o gece aklıma uğrayanlar akıl alır gibi değildi 13. Öyle bir anda öyle şeyler düşünmek, tüm gece gözümü kırpmadan sana bakmak istemek benlik şeyler değil. Bunu üzerimden atabilirim sandım."

"Senlik şeyler değil?" Henüz açılmayan bir kapı yüzüme kapanmış gibi hissettim. "Etkilenmiştin benden?" Başını onaylar gibi yavaş yavaş salladığında kaşlarım çatıldı. "Ben Mila değilim Görkem," dedim sinirlenerek. "Beni istediğini, benden etkilendiğini söyleyip benden bir şey bekleyemezsin."

"Neden anlaşamıyoruz?" diye sordu o da sinirlenerek. Elini arkamdaki yatak başlığına yaslayıp yüzüme eğildi. "Şu imayı bir daha sakın yapma bana. Böyle bir şey olsa yirmi sekiz yıl seni mi beklerdim?"

"İşin içinde aklın yoksa sana güvenmememi söylemiştin babanın dükkânında. Hislerime güvenme demiştin. Sen onları dile bile getiremezken ne istiyorsun ki benden?"

"Konuşmayalım," dedi pes ederek geri çekilirken. "Üzerime çok geliyorsun. İzin ver, alışayım bu hislere. Önce bir sindireyim, dile getirmesi sonraya kalsın. Bu süreçte de aramız bozulmasın tamam mı? Uzaklaşmayalım, bunu istemiyorum. Buna artık dayanamam. Anlaştık mı?"

"İyi." Omuzlarımı kaldırıp indirdim. "Ama beni kırma, olur mu?" Bu masum ses tonu bana değil de çocukluğuma aitti sanki. "Nasıl biri olduğunu biliyorum, anlamadığını biliyorum. Zaman da veririm bu sorun değil. Sadece, senin söylediğin en ufak şeye bile kırılma potansiyelim var benim. Bunu bil. Bütün dünya toplanıp sövsün, umurumda olmaz ama senin söyleyeceğin birkaç kelime beni bitirebilir Görkem. Bu hakkı ben verdim sana. Belki dün gece, belki daha öncesinde. Zaten mahvoldum, daha fazla mahvetme beni. Yanılt böyle düşünen herkesi."

Eli bir kez daha yüzüme uzandığında bu defa hiçbir tereddüdü yoktu. Parmaklarıyla önüme düşen saçları çekti kenara. Yanağımı avuçlayıp bana doğru eğildiğinde yüzü yüzümün hizasına geldi. Dudaklarını dudaklarıma bir kez daha bastırarak verdi cevabını bana.

Sadece bu bile beni mahvetmeye yeterliydi aslında.

Küçük teması dün geceki gibiydi. Onu kabul etmem için bana zaman tanıyordu. Karşılık vermezsem geri çekilecekti. Kalbim yerinden çıkacakmış gibi hızlanırken elimi ensesine sararak aramızdaki mesafeyi büyük ölçüde azalttım.

Bu esnada çalan kapı zilinin sesi yankılandı koridorlarda. Refleksle kendimi geri çekmeye çalıştığım sırada Görkem, "Siktir et," diyerek elini saçlarımın arasına atıp başımı yeniden ona doğru yaklaştırdı ve saniyelik ayrılan dudaklarımız tekrar buluştu.

Ona karşı koyabilirdim ama bunu yapmadım. En az onun istediği kadar istedim beni öpmesini. İlerisini düşünmedim, sonunu görmeye çalışmadım. Yarınlarımı o çizmişti ve o resmin içinde kendime bir yer bulmak istedim.

Kalbimin küf tuttuğunu sandığım tarafına elindeki ışığı tutuyor, çürümek üzere olmadığıma beni ikna etmeye çalışıyordu sanki. Aydınlığını hissediyordum. Bana bulaştırmaya çalışıyordu kendi renklerini. Beni öpüyor, beni tutuyor, şimdiye kadar nefes alamadığım her anı telafi etmeye çalışır gibi kendi nefesini bana pay ediyordu.

Görkem sıfırdı, sıfırdandı, kötü anılarımı çekip yerine kendini yerleştirecekti. Geçmişimi silemeyecekti ama geleceğimi parmak uçlarıyla yeşertecekti. Böyle hissettiriyordu. Umutlarım dudaklarındaydı çünkü beni her öptüğünde tüm o hissiz tarafımı sanki hiç var olmamışçasına yok etmeyi başarıyordu. Onun dudakları bana ne zaman değse yalnız olduğum o lacivert gökyüzünde yıldızlar beliriyordu.

Neyi nasıl yapacağını öğrenmeye çalışıyor gibiydi üst dudağı iki dudağımın arasındayken. Bu konuda tecrübesiz oluşunu anlıyor, heyecanını hissedebiliyordum ve bu dudaklarının üzerinde gülümsememe neden oldu. Gülümsememi kaçıramazmış gibi geri çekilip dudaklarıma baktı. Daha fazla gülümsediğimde yeniden uzanıp alnımı öptü. Kader çizgilerimin üzerinde dudakları iki yana kıvrıldı. Şakağıma yaslanıp soluklandı.

"Halledeceğim." Durdu biraz. Nefeslenmemiz için zaman verdi bize, ardından geri çekilip bana baktı. Şiş gözlerimi, dağılmış saçlarımı, çillerimi, kızarmış dudaklarımı izledi. "Kendini hiçbir şey için kötü hissetme, saçma sapan şeyler de düşünme. Kalanını ben halledeceğim. Her şeyi yoluna sokacağım."

"Diğerlerinin yanına dön," dedim önüne düşen saçlarını geriye doğru tarayarak. Bunu yapmayı planlamamıştım, benden bağımsız şekilde hareketlenip karışmıştı parmaklarım saçlarının arasına. "Üzerimi değiştirip gelirim ben de."

"Kalabilirim. Sana bakmam, arkamı dönerim. Yalnız kalmasaydın."

"Sorun yok." Gülümsemeye çalıştım. "Çık hadi."

Kendimi onlarla yüzleşmeye hazırlamam gerekiyordu. Görkem üstelemeden ayağa kalktı. Kapı koluna uzandığında bana dönüp bir kez gülümsedi, karşılık vermemi bekledi. Ben de gülümsediğimde öyle gitti.

O dışarı çıktıktan sonra dolabımı karıştırdım. Bol bir tişört çektim rafların arasından, altına da rahat eşofmanlarımdan birini geçirdim. Saçlarımı sıkıca topladım. Rahat olmaya çalıştım, gergin omuzlarımı düşürdüm. Dün gecenin izlerini onların gözlerinde görme ihtimali, odamdan hiç çıkmak istemeyişime sebep oluyordu ama bunu yapmak zorundaydım.

Sonra tanıdık bir ses duydum. Harekete geçmeme neden olay buydu. Kapıyı açıp yanılmadığıma emin olmak için koridoru hızlıca aştım ve diğerlerini etrafta göremeyince mutfağa uzattım başımı. "Barış?"

Can ve Arda'nın ortasındaki sandalyede oturuyor, Eylül'ün anlattıklarını dinliyordu. Muhtemelen kısa bir özet geçiliyordu ona çünkü yüz ifadesi oldukça gergin ve endişeli duruyordu. Kaya sessizce köşeye sinmiş, Görkem'e bakıyordu ve Görkem de mutfak tezgâhının önünde dikiliyordu.

Barış sesimi duyduğu an herkesi boş verip ayağa kalktı. Üzerinde Mete'nin dolabından araklayıp geri vermediği yeşil gömlek vardı. Saçları onu son görüşümden bu yana hiç uzamamıştı. Düzenli aralıklarla kestiriyor olmalıydı onları. Uzun halini özlüyordum, alışamamıştım bu görüntüsüne. Gözlerimin içine baktı birkaç saniye ve ardından üç büyük adımda mesafeyi kapattı.

Hoşlanmadığımı bilse de izin istemedi, beklemedi. Doğrudan kollarının arasına çekti bedenimi. "Günaydın Benekli," dedi neşeli tutmaya çalıştığı sesiyle. Olanların birinci dereceden tanığıydı ve dün zorlukla anlattığım anılarımı saniye saniye biliyordu. O anılar, o sandalyede otururken zihninin duvarlarını yumruklamaya başlamış olmalıydı. "Nabersin ya?"

Başımı omzuna yasladığımda gözlerim diğerlerinin üzerindeydi. Hepsi bana gülümsedi. Kimsenin bakışları acıya bulanmadı ya da hiçbirinin gözleri dolmadı. Bu, sıradan bir günün sabahıymış gibi davrandılar kahvaltı masasının etrafında.

"İyiyim," dedim ama odadaki ben de dahil herkes yalan söylediğimi biliyordu. "Nereden çıktın sabah sabah? Yine beni sana şikayet mi ettiler?"

Daha önce de oldukça kötü hissettiğim bir an olmuştu ve Barış'a o zaman ulaşmışlardı ilk. Yine ona koşmaları beni gülümsetti. Barış'ın ne zaman çağırsalar istisnasız buraya geleceğini biliyordum. "Yok valla." Bu da bir yalandı. "Ben işe geçeceğim az sonra. Bir kahve içmek için uğradım. Derdim seni değil Vanessa'yı görmekti. Üstüne alınma yani canım."

"Size kahve yapabilirim," dedim bunun bazı şeyleri biraz daha erteleyebileceğini düşünerek. Onlar orada oturmaya devam ederken ben de sırtımı onlara dönüp kahveleri hazırlardım tezgâhta.

"Otur da bir şeyler yiyelim önce," dedi Arda gözlerini ovalarken. Uykudan yeni kalkmış gibi görünüyordu, gözleri benimkilerle yarışır cinsten şişmişti.

Tam ona karşı çıkacaktım ki Kaya girdi söze. "Simit poğaça aldım, sıcak." Olduğum yerde donakalmama sebep oldu bu. Gözlerimi ona çevirdim. Hâlâ kayıtları izleyip izlemediğine dair bir soru işareti dolaşıyordu kafamda. O da bunun farkında gibiydi ama takılmadı. "Birlikte kahvaltı etmemiz gerek, kalkıp fırına gittim sabahın köründe."

Unutmamıştı. Ona laf arasında eskiden ailece böyle kahvaltı yaptığımızı anlattığım anı unutmamıştı. Görev dönüşünde bir gün yapacağımızı söylerken ciddi olduğunu düşünmemiştim.

İtiraz etme hakkım böylece elimden alınmış oldu. Yıllar sonra elime bir kez daha ailecek kahvaltı yapma şansı geçmişti şimdi. Bu evin içinde zaten her sabah birlikte kahvaltı yapıyorduk fakat bugün, bu sabah diğer hiçbir sabaha benzemiyordu. Herkes farkındaydı her şeyin.

Özenle hazırlanmış, özellikle benim oturacağım yerin önüne reçel konulmuş masaya bakarken gözlerim doldu. Üzerimdeki tişörtün yakasını düzelttikten sonra Barış'ın kollarından uzaklaşıp sandalyeme geçtim. Normalden iki fazla olduğumuz için sıkıştırılmıştı sandalyeler. Eylül'ün yanındaki boşluğa oturdum tek kelime edemeden.

"Sanırım herkes konuşmaya çekiniyor," dedi Barış yerine yerleşirken. "Ama anladığım kadarıyla, dün geceden sonra aranızda konuşulmayacak herhangi bir konu olmamalı. En büyük sınır zaten geçilmiş." Gözlerini benimkilere çevirdiğinde gülümsedi. "Onlarla paylaşabilmene sevindim. Bizimle bile konuşamamıştın uzunca bir süre."

Barış oradaydı, Barış beni o halde görmüştü. İlk zamanlar onların gözlerine bile bakamazken geçen gece Eylül'ün beni çıplak görmesine izin verebilmiştim banyodayken. Değişen şeylerin olduğu doğruydu.

"Değişen tek şey," diye araya girdi Can. "Senin gücüne daha fazla hayranlık duymaya başlamam. Başlamamız hatta... Başka hiçbir şey değişmedi Asya. Unutma bunu."

"Kolay değil," diyebildim. Susup oturmamın bir anlamı yoktu. Bir kere açınca insan kendini, üzerine konuşmak o kadar da zor gelmiyordu. "Sizin hakkımda farklı bir şey düşünmeyeceğinizi tabii ki biliyorum, dün gece sağlam bir psikolojide değildim sadece."

"Bir saniye," dedi Barış. Sesi sert çıkınca anında ona döndüm yüzümü. "Boynuna ne oldu senin?" Analizciler her şeyi anlatamamıştı anlaşılan. Parmaklarımı boynumdaki morluğun üzerine götürdüm rahatsız olarak. Nefesim daraldı ama gözlerimi gözlerinden ayırmadım.

"Dün bir görevdeydik." Diğerlerinden ses çıkmama sebebi benim anlatmamın daha doğru olduğunu düşünmeleriydi. "Anladın Barış," dedim fazlasını kaldıramayacağımı bildiğinden. "Anladın işte."

"Yaşıyor mu?" Bana değil, Görkem'e baktı. "Gördün mü adamı? Tanıyor musunuz? Bir şey söyle bana."

Günlük hayatlarında ortamın neşesi olan insanların ciddiyetlerine şahit olmak, bazen korkutucu olabiliyordu. Barış'ı yakından tanıyordum ve bu ses tonunu ne zaman duysam içim ürperirdi.

"Peşinde olduğumuz çetenin bir üyesi olduğunu düşünüyorum," dedi Görkem. Konuşmanın onun için de zor olduğu belliydi. "Gördüm, baygındı. Adını bilmiyorum ama bu demek değil ki onu kendi ellerimle öldürmeyeceğim. Bana bırak Barış, bu konuyu dert etme."

"Kolaydı zaten," dedi Barış da sinirle. Şimdi tek lokma bile geçmeyecekti boğazından. Keşke o izi saklayıp gelseydim buraya. Aklımdan çıkmıştı.

Eylül, dizimin üzerinde duran elimi avucunun içine aldı. Artık onunla kelimelere ihtiyacımız yoktu. Eylül, yerini tarif edebileceğim bir konumda değildi artık hayatımda. Bambaşkaydı benim için.

Barış'ın iyiden iyiye gerildiğini anlayan Can, konuyu değiştirmeye çalıştı. "Senin başın mı ağrıyor?" diye sordu Arda'ya dönerek. Arda neyden bahsettiğini anlamayınca kaşlarını çattı. "İlaç almış biri de, sensin sandım."

"Bendim," diyerek araya girdi Kaya anında. "Senin yatakta yattım ya dün, sırtım tutulmuş. Ağrıyordu bayağı, ağrı kesici aldım ben de."

Simitlerden birini önüme çekmiş, üzerine krem peyniri sürerken dinliyordum onları. Can, Kaya'ya inanmayan bakışlar attı. "Fazla konuştun. Bana ne neden aldığından? Gereksiz detay."

"Konuşmayınca da nemrut diyorsunuz arkamdan amına koyayım," diye hayıflandı Kaya çayını içmeden önce.

"Ben yüzüne de söylüyorum," diye araya girdiğimde Kaya bana bakıp gülümsedi. Bu an, fazla yaşanmadığından bir an ne tepki vereceğimi bilemedim ve sonra ona dil çıkardım.

Görkem, önüne çektiği tabaktan zeytinleri ikişer ikişer ağzına atıyordu. Eylül yanımda poğaça kemiriyor ve Arda da ona gözlerini hiç değdirmeden önündeki ekmek diliminin kıtır taraflarını kemiriyordu.

"Bu arada," dediğinde ilgiyi yeniden üzerine topladı Barış. Konunun üzerinde durup canımı sıkmak istememiş olmalıydı. Sesi eski tonuna dönmüştü. "Geçen gün Kaan aradı beni."

Görkem ışık hızıyla kafasını kaldırdı ve ağzının içinde çevirdiği zeytinleri çiğnemeyi bırakıp yuttu Barış'a bakarken.

"Kaan kim?" dedi Arda.

"Sana çatıda laflarken bahsettiğim biri vardı ya..." dedim hatırlayacağından emin olarak. Arda konunun devamı için merakla başını Barış'a çevirirken Görkem de neden ve ne zaman Arda'ya Kaan'ı anlattığımı sorgularcasına bana dönmüştü.

"Ee..." diye mırıldandı Eylül. "Ne derdi varmış hayırsızın?"

Görkem, Eylül'ün de konu hakkında fikri olmasıyla birlikte çenesini sıktı. Diğerlerine ismini bile vermeden laf arasında bahsettiğim şahısla o bizzat tanışmıştı.

"Asya'yı sürekli arıyor ama ulaşamıyormuş."

"Açmıyorum çünkü. Beni rahatsız ettiği yetmiyor bir de sana mı dadanmış şimdi?"

"Yanında birini görmüş. Ağzımı arıyordu kendince." Kaşlarımı çattım. Sinirlendiğim belli oluyordu. Hayatımda yeri kalmamış bir insanın hayatımın en eşsiz köşesindeki insanı arayıp huzursuz etmesinden hiç hoşlanmamıştım. Barış onun gibi bir gereksizle uğraşmak zorunda kaldığı için öfkeliydim. "Dış görünüşünü tarif etti işte gördüğü adamın. Görkem'den bahsediyordu sanırım. Aranızda ne olduğunu sordu."

"Biz de bunu merak ediyoruz," dedi Can fısıltı gibi bir sesle. Arda onun koluna çimdik atınca dudaklarını birbirine bastırdı ama bu Eylül'le Kaya'nın aynı anda sırıtmasına neden oldu.

"Neyse işte," diye devam etti Barış. "Ben de kafadan dört beş tane isim salladım. Acaba bunu mu gördün falan diye sordum. Küplere bindi salak. Kim bunlar diye sordu. Bir yandan da çok beyefendi bir adam Asya, öfkelenince bile beyefendi yani. Ağız dolusu küfür de edemiyorsun. Çok mu aradın bu herifi sen ya?"

"Sorma."

"İki gün önce evlendiğinizi söyledim. Dalga geçtiğimi anlayınca efendice yüzüme kapattı telefonu. O kadar yani. Haberin olması gerektiğini düşündüğüm için anlattım."

Hayır, Görkem'in nasıl tepki vereceğini görmek için diğerlerinin yanında anlattı. Barış bile anlamış, Yağmur.

Herkesin bir şekilde bu konu hakkında bilgi sahibi olması beni delirtiyordu. Barış Görkem'i sadece bir defa görmüştü ama o bile dolaylı yoldan fikir yürütebilmişti bizim hakkımızda.

Keşke Görkem de artık bazı şeyleri yürütebilseydi.

Arda Barış'ın anlattıklarından sonra bir kahkaha attı. Onu gülerken görmek beni de gülümsetti. Görkem bir şeyler söylemek ister gibi baktı ama sessiz kaldı. Kaya da Görkem'e bakarak gülmeye başladı. "Hayırlı olsun," dedi sonra. "Evlenmişsiniz."

Arda "Üçüzlerin babası burnumuzun dibindeymiş meğer," dediğinde hızlıca Görkem'in önündeki zeytinlere uzanıp bir tanesini ona doğru fırlattım ve bu katıla katıla gülmesine neden oldu. Abartmalarına da gerek yoktu. Zaten Görkem her saniye geriliyormuş gibi duruyordu diğerleri bu konuyu eşelediklerinde.

"Ne bu imalar?" diye sordu Barış. Bir şey olsa ona anlatacağımdan emin olduğundan bir ilişkimizin olduğunu söylememiş olma ihtimalim bakışlarına kırgınlık yerleştirdi. "Bilmediğim bir şey mi var Benekli?"

"Yok bir şey," dedi Görkem benden önce. "Gitme üzerine, bizimkiler saçmalıyor."

Konuyu benden çekmek için araya girdiği belliydi ama sesi o kadar net çıkmıştı ki gerçekten bir şeyin olmadığını düşünmeme sebep olmuştu.

Ona beni öperken öyle demiyordun, demek istedim fakat dudaklarımı birbirine bastırıp kendime engel oldum. Bunun yerine elimdeki simidi çekiştirip koparttım dişlerimle.

"Muhtemelen simidin yerinde senin kafanı hayal etti az önce," dedi Eylül, Görkem'e. Görkem nedenini anlamadı ya da anlamazdan gelip konuyu kapatmayı seçti.

"Neyse," dedim ağzımdaki lokmayı yuttuktan sonra. "Ararım Kaan'ı, bir daha aramaz seni. Zaten açma ararsa da."

"Sen niye arıyorsun ki şimdi?" diye sordu Görkem. "Bırak ne hali varsa görsün. Gevşeğin teki zaten, onla mı uğraşacaksın işin gücün yokmuş gibi?"

"Barış'a bulaşma hakkını ona kim veriyormuş ya?" dedim ben de sinirlenerek. "Duracağı yeri bilsin."

"Birbirinize bağırmanız beni tetikledi şu an," dedi Arda. "Her an Asya Görkem'e artık büyümesini söyleyecek gibi geliyor."

"Arda..."

Eylül'ün tek kelime etmesine bile izin vermedi Arda. "Yetti bana. Doydum ben." Çayının son yudumunu da içip ayağa kalktı. "Var mı çay isteyen?"

Bardağımı kafama dikip ona uzattım hiçbir şey olmamış gibi yaparak. Bazı kırgınlıklar kolay geçmiyordu ve Arda'nın kalbi paramparçaydı. Şarkı bile söylemiyordu artık bize. Eylül'ün hiçbir şeyden haberi yoktu ama Arda ona sırtını döndüğünde ağlayacak gibi olmuştu. Elimi sıkması bu defa bana destek olmak için değil, benden destek almak içindi.

Geri adım atması gereken taraf oydu. Tartışmalarında Arda'nın da sınırı geçtiği yerler olmuştu fakat Eylül ondan daha ağır konuşmuştu. Bu kırgınlık nasıl hallolacaktı bilmiyordum.

Barış, iyi bir gözlemciydi. Bana bakıp kaşlarını kaldırdı. İkisinin arasında ne olduğunu sordu bakışlarıyla. Çok şey vardı aslında ama hiçbir şey yoktu da. Dışarıdan basit bir arkadaşlık gibi gelebilirdi başkalarına. Olayın iç yüzünü bilen bizeyse eziyet gibi geliyordu.

Arda çaylarımızı doldurup geri döndüğünde kahvaltıya kaldığımız yerden devam ettik. Ortamın gerilmemesini normalde hep o sağlardı, bu defa geren kişi kendisi olduğundan Can devraldı bu görevi ve muhabbeti başka bir yere çevirip Barış'a birkaç soru sordu. Barış her tanışanın seveceği türden bir tipti. Öyle ki ben bile sevmiştim. Ortama uyum sağlaması kısa sürdü. Kendisine yöneltilen her soruyu cevapladı tek tek.

Bence hepsini cevaplamasına gerek yoktu gerçi. İlk iletişimimizin nasıl gerçekleştiğini bile anlatmıştı detaylarıyla. Kahve paylaşmalarımız neyse de, benimle konuşmak için dışarıdaki havayı paylaşma teklifini bile anlatmıştı. Bu teklifi kabul edişim üzerine diğerleri güldüler ve ben de kendimi savunmak için "Yalnızdım," dedim. Barış benim o karakoldaki ilk arkadaşımdı.

Sonra Barış en yakın arkadaşlık unvanını Mete'ye kaptırmasından yakındı bir süre. "Mete de benim arkadaşımdı, Asya da benim arkadaşımdı. İkisi bir olup beni dışladılar hep. Çok eziyet çektim, anlatsam ağlarsınız."

Diğerlerinin yüzlerini inceledim Barış konuşurken. Geçmişim hakkında bir şeyler öğrenmekten keyif alıyor gibilerdi. Dün gece yaralarımı, bu sabah bana merhem olan adamları dinlemişlerdi. Ara ara gülümsüyorlar, muhtemelen içten içe Mete'nin ne kadar eşsiz biri olduğunu düşünüyorlar ve Barış'ın daha fazla şey anlatmasını istiyorlardı. Çünkü bu anılarda mutluydum, bu anıları dinlemek bile yüzümü güldürüyordu.

"Yine de," dedi Barış kahvaltı masasında artık yenilecek poğaça kalmamış, çay bardakları yeniden en dibi görmüşken. "Mete uyduruk bir tenekeyi benden de Asya'dan da daha çok seviyordu."

Vanessa!

Mete resmen bağırmıştı kulağımın dibinde.

Bu kadar muhabbeti geçmişken onları masada bırakıp Vanessa'nın üzerindeki örtüyü kaldırdım. Bu eve geldiğinden beri ben bir iki kez kullanmıştım ama diğerlerine hiç kahve yapmamıştım bu emektarla. Filtreyi yerleştirip kahveyi döktüm içine. Parmaklarımı makinenin dış yüzeyinde gezdirdim. Cansız bir nesnenin bu kadar hatırayı yüklenebilmesi çok tuhaftı. Sanki ona her dokunduğumda geçmişten bir sayfaya dokunuyordum ve o sayfanın içinde Mete ve ben, ofisimizdeki sandalyelerde birbirimize bakıp gülümsüyorduk.

Vanessa'yı kullanarak onlar için kahve hazırlamam, onları ailem saydığımı söylememin başka bir yoluydu aslında. Bunu dile getiremesem de anlamalarını umdum.

Daha önce bir aileyi kaybetmiştim. Yeniden böyle bir şey yaşarsam muhtemelen bu kayıp, yaşadığım son şey olacaktı ama buna rağmen ben onların her birini ailem kabul etmiştim.

Kahveler içildiğinde Eylül ve Barış karakollarına gitmek üzere ayrıldılar yanımızdan. Kaya ayaklanıp yarım kalan bir işinin olduğunu söyledi. Bizim de burayı toparladıktan sonra toplanmamızı eklemeyi ihmal etmemişti. Hermes'in bilgisayarındaki verileri kopyalamamızla bir ilgisi olduğunu düşündüm.

"Yine bütün işi bize yıktı," dedi Arda. "İki arada bir derede çaktırmadan nasıl kaçabiliyor anlamıyorum. Taktik verse keşke."

"Ben hallederim." En sık duyduğumuz cümleyi bir kez daha duymuş olduk böylelikle. "Sen dün gece pek uyuyamamış gibisin. İstersen dinlen biraz."

"Eylül'ün kokusu sinmiş her yere," dedi Arda. Muhtemelen cümleyi sesli kurmayı düşünmemişti, öylece aklından geçen dudaklarının arasından çıkmıştı. Eylül onun odasında, onun yatağında uyumuştu. Arda uzaklaşmak istedikçe bir duvara tosluyordu sanki. "Neyse. Uykum yok zaten. Uyudum dün. Sen dert etme beni."

Can, telefon ekranından saate baktı. Önünde kalan ekmek kırıntılarını parmaklarıyla bir araya toplarken "Benim bugün cezaevine uğramam gerekiyor," dedi.

"Neden?" İntihar olaylarında bir gelişme mi olmuştu acaba? Görevlerin peşinde koşarken yine Can'ın üzerinde olduğu vakadan uzaklaşmak zorunda kalmıştık.

"Bir katille görüşmem vardı." Kaşlarım çatıldığında açıklamaya girişti. "Ayarlayabilmem biraz zor oluyor ama geçmiş cinayetlerin üzerinden geçme şansı buluyorum kimi zaman. Bazen rapor çıkarmak için, bazen kendi merakımdan, bazen de benzer yöntemleri kullanan suçluları kıyaslamak için."

Onun bunu yaptığını kendisi söylemese de tahmin edebilirdim aslında ama bunca işin arasında zaman ayarlayabiliyor olması olağanüstü gelmişti bana. Ben biraz rahatlayabilmek için an kovalarken Can bir saniyesini bile boş geçirmiyordu.

"Erteleyebilme şansın yok mu?" diye sordu Görkem yüzünde sıkıntılı bir ifade belirirken. Can'ın yoluna taş koymak istemiyordu ama belli ki bugün ona burada ihtiyacımızın olduğunu düşünüyordu. "Üzerinden geçilecek olaylar var. Kaya da bir şeyin peşinde. Bugün tam kadro olsak güzel olurdu."

"Neden nane şekeri yemedin?" diye sordu Can bir anda alakasızca. Görkem de en az benim kadar şaşırmıştı bu soru karşısında. "Kahvaltı bittiği gibi iki tane atarsın ağzına normalde."

"Akıl mı kaldı?" dedi Görkem hızlıca. "Paketi bile odada unutmuşum yine. Geçen Necip abiyle kahvaltı yaparken de böyle olmuştu hatırlıyor musun? Eylül getirmişti."

"Neyse, erteleyeyim madem kal diyorsan." Can'ın hızlı konu değişimleri beni yormuştu. Neyden bahsettiğini takip etmekte zorlanıyordum. "Her şeyi halleden adam bensiz halledemeyeceğini söylüyorsa vardır bir bildiği."

"O görüşmeyi zor ayarladın," diye araya girdi Arda. "Sensiz ölecek değiliz. Ne konuşacaksak geceye de bırakabilirdik. Bence bu fırsatı kaçırmamalısın. Bizim için önceliklerini değiştirme."

"Önceliğim sizsiniz," dedi Can hiç düşünmeden. "Bana iki dakika verin, bir telefon konuşması yapayım. Sonrasında neyi analiz edeceksek ederiz, uygun mudur?"

Görkem başını salladığında Can telefonunu alıp uzaklaştı mutfaktan. Arda elini masaya geçirdi çok da hızlı olmayacak şekilde. "Al işte! Bu da kaçtı. Ben bunların zekâlarıyla başa çıkamıyorum Allah'ım. İki tane bulaşığı makineye koymamak için girdikleri triplere bakar mısınız ya?"

Görkem onun ensesine vurdu bir anda. "Amma söylendin be oğlum."

"Gelen vuruyor giden vuruyor." Dudaklarını büzdü. "Şuna bak Asya, şamar oğlanına çevirdiler beni."

Ben de onun gibi dudaklarımı büzdüm. "Kıyamam sana."

"Hadi sen de Kaya'nın yanına git de ben de bu eşeğe kitleyeyim bütün işleri," dedi Görkem. "Çok konuşmanın bedelini ödesin."

"Beni hiç sevmiyorlar bunlar."

"Ben seviyorum," dedim. "Ama şimdi gitmem gerekiyor. Duyuyor musun, Kaya'nın bana ne kadar çok ihtiyacı varmış. Bana sesleniyor. Kolay gelsin sana."

Gülerek mutfağı terk ederken arkamdan "Ben gerçek bir garibanım," dediğini duydum Arda'nın. Bu daha çok gülmeme sebep oldu odaların olduğu koridora geçerken.

O an, şimdiye dek hiç fark etmediğim bir şeyi fark ettim. Kapısında deniz feneri figürünün bulunduğu bu odaya daha önce hiç girmemiştim ben. Kapıyı yarı aralık bile görmemiştim. Kaya'nın odası benim için tam anlamıyla gizemden ibaretti.

Elimi yumruk yapıp kapıyı tıklattım. "Kimsen git," diye bir homurtu yükseldi içeriden. Ben de bunun üzerine çat diye kapıyı açtım.

Aynı saniye, bir kahkaha krizinin içinde buldum kendimi.

"Kaya..." demeye çalıştım. "Bu ne?"

O kadar çok güldüm ki Kaya, odanın uzay üssünden hallice gibi görünen kısmındaki sandalyesini döndürerek bana çevirdi yönünü. Nereye baktığımı anladığındaysa anlam verdi gülüş sebebime.

Kaya'nın yatağı arabalıydı.

Bu elbette ki Şimşek McQueenli olanlardan değildi. Özel tasarım olmalıydı. Siyah, mat ve ultra lüks bir şeydi. Üzerinde yine siyah yorganlar ve siyah bir yastık vardı ama bunları incelemektense arabalı yatağa bakmaya devam ettim. Tekerlekler parlak gümüş jantlıydı. Sanırım ışıklandırma da vardı orada.

Başta beni kahkaha krizine sokan bu yatak, inceledikçe beni kendine hayran bıraktı. Yaş gerçekten önemli değildi, böyle bir yatağa kimse hayır demezdi.

"Dehşet havalı!" Heyecanım gerçekti ama gülmeyi de kesememiştim. "Allah'ın varsa bir tur verirsin Kaya."

Bu defa kahkaha atan taraf oydu. "Dalga geçme," dedi kızıyor gibi yaparak. Güldüğü için rolü bozuldu.

"Şaka mısın? Gerçekten çok güzel. Bayıldım." Odanın koyu gri parkelere sahip zemininde adımlayıp arabanın ayak ucundaki far kısmına dokundum. "Işıkları da yanıyor mu?"

"Kıskanma yatağımı."

"Bunu herkes kıskanır!" dedim aynı tonla. "Böyle bir şeyle karşılaşmayı beklemiyordum. Muhteşem ötesi. Benim olsun mu?"

"Olmaz," dedi çocuk gibi omuz silkerek. "Çok değerli o, sana veremem."

"Nereden buldun bunu?" diye sordum gözlerimi yatağın üzerinden alamazken. Diğer taraftaki bilim kurgu filminden fırlamış alan bile dikkatimi çekmiyordu. Tek odağım bu yataktı.

Ayak ucundaki kısma yaslanıp başımı Kaya'ya çevirdim merakla. "Onu bana Görkem aldı. En değerli hediyem benim. Mete'nin Vanessa'sı gibi düşün. Yatağın mı bilgisayarın mı diye sorsan bilgisayar ne derim, o derece."

"Özel bir anlamı var senin için, değil mi?" Beni onaylamasına gerek yoktu. Cevabın evet olduğunu biliyordum. Hikâyesini deli gibi merak etmiştim.

"Yetimhaneden kaçıp durduğum dönemler, sürekli önünden geçtiğim bir mobilyacı vardı," diye anlatmaya başladı. "Bu televizyonlardaki reklamlarda gördüğün türden kırmızı cafcaflı bir yatak vardı işte orada da, arabalı. Ne zaman önünden geçsem bakıyordum ona. Ben de demir, dümdüz bir ranzada yatıyorum o zamanlar tabii... Her çocuğun hayalidir o vitrindeki gibi yataklar. Ben de çocuktum Asya."

Son cümleyi sitem eder gibi söylemişti. Bir zamanlar onun da bir çocuk olduğunu kabul ettirmeye çalışıyordu sanki bana. Bir çocuğun asla yaşamaması gereken şeyleri yaşamış, ölümle küçük yaşlardayken yüzleşmişti. Yetimhaneden kaçıp gazetelerde öldüğünü gördüğü arkadaşları hakkında bir şeyler öğrenmeye çalışıyordu ama her şeyden öte, o da bir çocuktu.

"Görkem'le tanıştıktan sonra peşine düştüğümüz, başımızı yakan olayı biliyorsun. O dönem araştırma yaparken vitrinin önünden geçmiştik. Ben de boş bulunup anlatmıştım sürekli geçerken gördüğüm o yatağı. O zamanlar on sekiz on dokuz yaşındaydık ama hiç unutmamış. Bu eve taşındığımızda karşımda böyle bir yatak görmeyi ben de beklemiyordum. Yaptığımız konuşmanın üzerinden neredeyse yedi yıl geçmişti çünkü."

Kaya'nın yüzündeki bu aydınlık gülümsemeyi pek sık görmüyordum ama her gördüğümde gözlerim dolma aşamasına geliyordu. Bana olayları anlatırken o günleri yeniden yaşar gibiydi. Hediyesini ilk gördüğü zamanki heyecanı vardı sanki yüzünde.

Benim için bir oda hazırladıklarını gördüğümde ne tepki vereceğimi bilemeden onlara baktığım bir an vardı. İşte o anda Kaya'nın bir cümle kurduğunu hatırlıyordum.

"Hediye alınmamış insanlar yaşları kaç olursa olsun nasıl da anlaşılıyor gözlerinden."

Kendinden biliyordu. O gün beni çok iyi anlayabilmişti çünkü zamanında Görkem ona aynı hissi yaşatmıştı. Kaya'da Görkem'in yeri apayrıydı. Onun aile diyebildiği ilk kişi Görkem olmuştu hayatı boyunca.

"Çok düz davranıyorsun ama çok derin bir adamsın Kaya," dedim kendime engel olamadan. "Hem Arda'dan daha çocuk hem de ruhsal bakımdan benden daha yaşlısın. Gerçekten kendine özgü bir garipliğin var."

"Bu arada," dedi söylediklerimi duymazdan gelerek. "İstersen bir gecelik yatağımı sana verebileceğime karar verdim çünkü sen bana börek yapmıştın."

"Salak," dedim yeniden gülmeye başlarken.

"Hep gül Asya," dedi, beni ağlatmaya yeminli gibi bir ses tonuyla. İlk defa böyle bir cümleyle karşımdaydı. İlk defa onda Mete'de hissettiğim türden bir abi sıcaklığı hissetmiştim. "Ve lütfen, aklının köşesinde benimle ilgili hiçbir şüphe kalmasın. Birini araştırıyorsam her köşeyi didik didik ederim. Sana özel değil bu. Ulaştığım o kayıt da bu araştırma sırasında çıkmıştı karşıma. Sana yemin ederim, rahatsız olacağın hiçbir şey yapmadım."

"Teşekkür ederim." Ona inanıyordum. Bu ses tonuyla konuşup böyle bakan bir adama inanmamak mümkün değildi zaten. Konusunu açmamama rağmen içine dert olmuştu, kendini açıklamaya çalışıyordu bana. "Öğrendiğin zaman diğerlerine bahsetmediğin için de teşekkür ederim."

"O kaydı sistemden sonsuza dek silebilirim, biliyorsun değil mi?" diye sordu gözlerimin içine bakarak. Yap desem uğraştığı her neyse onu bir kenara atıp bunu yapmakla uğraşacaktı.

"O kaydın kaç kopyası olduğunu bilmiyoruz," dedim ellerim titremeye başlamasın diye yatağa bastırarak. "Oradan buradan silmen hiçbir işe yaramayacak. Sen bile evrenden yok edemezsin Kaya. Ilgaz onu kaç kişiye dağıttı, kaç kişinin eline geçti, beni kaç kişi öyle izledi bunu asla bilemeyeceğiz."

O sessiz kaldı, ben sustum. Kapı açılıp diğerleri odaya aynı anda akın edene kadar bir sessizliği bölüştük ikimiz.

"Aa..." diye mırıldandı Can. "Henüz birbirlerini öldürmemişler."

"Gelişme var," diye destekledi Arda onu. Onlar içeri girdiği anda yatağın ucundan kalkmış, Kaya'nın oturduğu tarafa doğru hareketlenmiştim.

Konuşmalarına kulak asmayıp etrafımı incelemeye başladım. Yatak başlığı duvara dayalıydı ama yatak, odanın ortasında kalıyordu. Sol tarafta çekmeceler, sağ tarafta iki kapılı, küçük bir dolap vardı. Tahmin edileceği üzere her köşe siyahtı. Odanın en dikkat çeken, ben Kaya'ya aitim diye bağıran köşesiyse gerçekten göz alıcı görünüyordu. U şeklindeki masa, bir duvarı kaplayıp diğer duvarlara uzanıyordu. Sol duvara doğru kalan kısımda bir laptop ekranı açık şekilde duruyor, orta kısımda masaüstü, ekranı oldukça geniş bir bilgisayar ve sağ ve sol kısımda da iki ayrı ekran vardı. Tüm bunların üzerinde, yere doğru hafif eğimli şekilde duran dev ekran bir televizyon vardı. Arda'nın çizgi film izlemek için buraya gelmek istemesinin nedenini şimdi anlıyordum.

Kaya'nın odası, bizim odalarımıza göre çok daha genişti. Bu evdeki en büyük odanın Kaya'ya verilmesinin eskiden olsa onun gıcıklığından kaynaklandığını, buraya kamp kurup kimseye kaptırmamak için kendini yırttığını düşünürdüm ama şimdi, diğerleri tarafından bizzat ona verildiğinden emindim. Kaya dört duvarlı, demir ranzalı bir yurt odasında büyümüştü. Diğerlerinin aksine onun hiç kendine ait bir odası olmamıştı.

Gözlerim masasının üzerinde duran beyaz çerçeveye ilişince gülümsedim. Odadaki tüm siyahlığa tezat olarak doğrudan dikkat çekiyordu. İçindeki resim, Analizcilerin ve Eylül'ün bu evin önünde çekildikleri ilk fotoğraftı ama shoplu haliydi. Köşede ben de vardım. Benim duvarımda olan fotoğrafın aynısını kendi çerçevesine de yerleştirmişti. Eskiden bu çerçevede benim dahil olmadığım orijinal fotoğrafın durduğuna emindim. Odamı hazırladıkları o günden sonra değiştirmiş olmalıydı.

"Mevzu nedir Kaya?" diye sordu Can, onun ciddi yüz ifadesinden her ne anladıysa bunun üzerine giderek.

"Asya'yla Hermes'in bilgisayarını hacklemiştik ya," dedi Kaya diğerlerine de hatırlatmak isteyerek. Ayrıca buradaki payımı vurgulayıp kendimi işe yarar hissetmemi sağlamak istemişti sanki. "Dün fazla bakma fırsatım olmadı. Önce Eylül geldi, sonra Asya'yla Görkem görevden döndü derken detaylı inceleyemedim ama bu sabah, bir şey çarptı gözüme."

Kaya, sandalyesini yarım daire şeklinde çevirip bilgisayarlarının olduğu tarafa döndürdü yüzünü. Elimi sandalyesinin başına yaslayıp ayakta dikildim. Diğerleri de merak ettiklerinden bir bir toplandılar arkamıza.

"İçinde tek bir mail olan bir Gmail hesabı var bilgisayarda. O mailin ne olduğunu merak edip baktım. Bir linkten ibaret, tıkladığımda beni bir hesap oluşturma sayfasına yönlendirdi. Şimdi o sayfaya kendiniz bakın."

Ekrana doğru eğilip beklerken Kaya bahsi geçen maili açmak için mouseyi hareket ettirdi. Bu esnada tam arkamda dikilen Görkem de omzumun üzerinden ekrana doğru eğildi. Yakınlığına bedenim anında kaskatı kesilerek tepki verirken o, çenesini omzuma yaslamayı seçti ve beni saniyeler içinde başka bir aleme ışınladı. Gözlerimi yumup nefesimi tuttum. Çenesi, sol omzuma dayalıydı. Kumaşa rağmen dikiş izinin üzerinde sakallarını hissedebiliyordum.

Derin bir nefes alıp yeniden gözlerimi açtım. Ekrana baktığımda gördüğüm şey, tüm odağımı anında üzerine toplamaya yetti de arttı.

"LİR KAYIT EKRANI"

Ad, soyad
Şifre
Şifre, tekrar

Doldurulacak boşluk kutuları beyaz, sorular ise mavi renkliydi. Arka planda yıldızlı bir gökyüzü vardı. Ekranın ortasında da kayıt kısmı yer alıyordu dikdörtgen bir panelin içinde.

"13, Hermes'in yaptığı bir telefon konuşmasında Lir düzelecek dediğini duymuştu," dedi Görkem sesinden bariz bir şaşkınlık akarken.

"Ve Arda, Lir'in Hermes'e ait, kaynağı mitolojik çağlara dayanan bir çalgı olduğunu söylemişti," diye devam etti Can benzer bir şaşkınlıkla.

"Sesinin olağanüstü olduğu ve herkesi büyüleyip etkisi altına aldığı söylenir." Arda, Kaya'nın diğer tarafında Can'la birlikte ekrana eğilmiş haldeydi ve gözleri iri iri açılmıştı. "Lir, bir uygulama mıymış yani?"

"Lir düzelecek, demişti Hermes. Sorunu gidereceğini söylemişti." Bir anda, oyundaki tüm taşların yeri değişmişti sanki. Böyle hissediyordum. Lir'in kilit nokta olduğunu biliyorduk ve içimden kim diye düşünmüştüm hep. Bu yanlış soruydu. Doğrusu Lir ne olmalıydı.

Buna henüz hiçbirimizin cevabı yoktu.

"İşin garibi," diyerek sözü devraldı Kaya. Sağ taraftaki ekranı kendine doğru yaklaştırdı ve ortadaki klavyeye dokunduğunda o ekrandaki tarama çubuğu dolmaya başladı. "Lir'den ilk bahsettiğimizde ben zaten bunu Google'da araştırmıştım ve buna benzer bir sayfa yoktu aralarında."

"Yani, yeni mi kurulmuş?"

"Hayır Asya, böyle olduğunu sanmıyorum." Lir yazdıktan sonra çıkan sonuçlarda aşağı doğru indi. Sonra bir tanesinin üzerinde durdu ve linke bakmamızı istedi. "Linkte bu tarz sayılar, noktalama işaretleri varsa orası yüksek olasılıkla kaçak bir sitedir. Virüs bulaşma riski oldukça yüksektir. O gün burayı görmüştüm ama hiç açmadım. Sanırım, bu defa açmalıyım."

Açmak için bizi beklemişti. Bu ana birlikte tanık olmak istemişti. Belki de düşündüğü gibi değildi, belki yanlış bir izin üstündeydi.

Hayır, o bir Analizciydi.

Karşımıza çıkan sayfa oldukça basit bir dizayna sahipti. Yine ad soyad soruyordu en üstte. Bu defa gmail hesabı, TC kimlik numarası, adres gibi bilgiler de isteniyordu fakat ötesi, altındaki bir dizi soruydu. Bu, bir çeşit anket formuna benziyordu.

"Hassiktir," dedi Kaya oldukça içten bir şekilde.

"Ben anlamadım," dedi Can. "Ne sorusu bunlar? Bakalım tek tek hepsine."

"Lir kayıt ekranı, sadece mail yoluyla açılabiliyor olmalı." Kaya nefes bile almadan konuşurken sesi heyecanlı çıkıyordu. "Burası bir ön eleme görevi görüyor. İçeride her ne varsa bir paravanla gizlenmiş. İnternet araması sonucu çıkmıyor. Bu anketi bir şirkete CV göndermek gibi düşünün. Beğenirlerse maildeki link yoluyla içeri davet ediliyorsunuz."

"Piramit için bir haberleşme sistemi mi?" dedim şok içinde. Bunun beni de Kaya'yla aynı şekilde heyecanlandırmadığını söylersem yalan olurdu. Sanki bir dönüm noktasındaymışız gibi hissediyordum.

"Önce sorulara mı bakalım yoksa direkt siteye mi girelim?" diye bir teklifte bulundu Kaya.

"Ama bir CV göndermedik," dedi Arda. "Nasıl içeri alınacağız ki?"

"Çünkü davetiye elimizin altında zaten." Kaya bizim henüz göremediğimiz noktaları çoktan birleştirmişti. "Hermes, bu sitenin yöneticisi olmalı. Ona gelen formları bir şekilde değerlendiriyor, sonra uygun bulduklarına giriş mailini atıyor. Mail elimizin altında, uyduruk bir isimle içeriye giriş yapabiliriz.

"Gir," dedi Görkem şüphe barındırmayan sesiyle. "Soruları sonra değerlendiririz, önce içerisini görelim."

Arda'dan bir ad, bendense bir soyad uydurmamı istedi Kaya. Şifreyi de 123456 yaptı. Sistem bu şifreyi kabul etmedi. İçinde büyük harf, küçük harf ve noktalama işareti olması gerekiyordu. Bu defa Kaya 123456yıldızT. yazdı ve bunu tekrarladı. Arda kenarda kendi kendine gülerken biz o kadar heyecanlıydık ki gülemedik bu duruma.

Nefesimi tutmuştum, kalbim de hızlanmıştı. Parmaklarım bile titriyordu neyle karşılaşacağımızı beklerken. Ekran geldiğinde gözlerimi kısıp incelemeye başladım arayüzü.

En tepede, lacivert ve yıldızlı bir gökyüzü vardı header olarak. Üzerinde beyaz, büyük harflerle LİR yazıyordu. Bunların en köşesinde küçücük bir yazı daha vardı. Yaklaşıp okumaya çalıştım ve bunların yazı değil, harf olduğunu anladım.

V.V. - H.D.

Hermes Deneb. Onun baş harfleri olmalıydı. Diğer harflerin ne anlama geldiği hakkında bir fikrim yoktu.

Headerin altında ilk karşımıza çıkan bir arama butonuydu. Beyaz, dikdörtgen şeklindeydi o da. Sol tarafta koyu sarı renkli menü benzeri bir şey vardı. En üstte oyun simgesi, bir altında konuşma baloncuğu şekli, üçüncü sırada bir piramit şekli, en altta da üç noktadan oluşan başka bir şekil vardı.

"Bu ne?" dedi Can kaşlarını çatarak.

Kaya'nın bu defa verecek bir cevabı yoktu. Konuşma baloncuğuna tıkladığı an açık gri renkli bir sohbet ekranı belirdi. Aktif olarak mesajlaşmalar düştü önümüze. Herkesin adı soyadı görünüyordu başka başka renklerle ve sohbet, aynı bir canlı yayına atılan mesajlar gibi hızlı hızlı akıyordu.

Beliz.durmuş: İnsanlar anlamıyor. Dünya dar geliyor. Dört duvar bir hapis. Tek istediğim kurtulmak. Sıkıldım her şeyden.

Ebrar.soner: On dokuz yaşındayım, üç senedir ilaç kullanıyorum ama kullanmıyorum. Kullandığımı sanıyorlar, gölgelerle mutluyum. İlaçlar gölgeleri siliyor. Silinmelerini istemiyorum.

NihatEmir.bayram: İki kez denedim. Ruhum ölü ama bedenim inatla direniyor. Savaş bitsin istiyorum.

Talha.alioğlu: Ben üç. Savaş bitmiyor.

"Bir saniye," dedi Can. Ona baktığımda yüzünde bir dehşete kapılmışlık gördüm. "Hayır, hayır." Başını iki yana salladı. "Ben paranoyağım, hayır. Saçmalıyorum. Saçmalıyor olmalıyım, ilgisi yok."

Sayıklıyor gibiydi. Aklından her ne geçiyorsa bir krize sebep olmuş gibi görünüyordu. Gözlerinde korku, yüzünde sorgu vardı Can'ın. Alnındaki çizgiler ilk defa böyle belirgindi.

Ekrandaki yazılar akmaya devam etti. Profillerin yanında yeşil küçük noktalar, onların hâlâ sohbette olduğuna işaretti. Görkem susup kalmış, Kaya'nın kaşları havaya kalkmıştı. Hepimiz neyle karşı karşıya olduğumuza anlam vermeye çalışıyorduk.

"İntihara meyilli insanlar için bir site mi?" dedi Arda, bir duvarla konuşuyormuş gibi ifadesiz şekilde. Can'a kafasını çevirdiğinde iyice kafası karışmıştı. Beyni durmuş gibi hissediyor olmalıydı, ben öyle hissediyordum.

"Alakasız," dedi Can ve Görkem'e baktı yardım ister gibi. "Kafayı yedin de bana Görkem. Yanılıyorum, değil mi?"

"Senin peşinde olduğun olaylarla bir ilgisi olduğunu mu düşünüyorsun?" Görkem'in sesi, inanılmaz derecede sakindi. O ilk şoku hepimizden hızlı üzerinden atlatmış, kaşlarını çatmıştı. Çenesini sıktığını omzumdaki baskının artışından anladım. Burnundan bir nefes bırakıp bedenini geriye doğru çekti ve bir adım kadar arkamda dikilmeye başladı. "Kaya, burada profilleri aratabilir miyiz?"

"Deneyelim." Arama çubuğuna tıkladı ve parmaklarını klavyeye yerleştirdi Kaya.

"Doğan Altındağ." Neredeyse kekeleyerek söylemişti Can bu ismi.

Kaya arama çubuğuna bunu yazdığında karşımızda başında gri, yuvarlak bir işaret olan profil belirdi. Bu, Can'ın araştırdığı intihar vakalarının ilkiydi ve profildeki fotoğraf, daha önce fotoğrafını gördüğüm cesetle uyuşuyordu. Adı sohbet ekranındakiler gibi renkli değildi. Opaklığı düşürülmüş gri bir renkle, eğik biçimdeydi. Hakkındaki bilgiler kısmında sadece yaşı yazıyordu.

"Amına koyayım!" dedi Arda kendine engel olamadan.

"Berat Kuşak," dedi Can, yine aynı sesle. Küçük dilini her an yutabileceğini hissediyordum. "Ara, Kaya."

İkinci intihar vakasının başrolüydü bu isim de. Aynısı oldu yine. Silik isim, yaş ve fotoğraf... Bunu elindeki tüm maktuller için yaptı Can ve her defasında aynı tip ekranlar geldi sayfaya. Bir şekilde, tüm o insanların yolu bir zamanlar Lir'den geçmişti.

Gökyüzü karardı sanki o an. Yıldızlar başımızın üzerine yağmaya başladı. Karanlık noktalar daha da karardı ama aralarında kırmızı ipler belirdi onları birbirine bağlayan. Kördük, görmemiştik. İlerlediğimizi sanıyorduk ama bu oyunun piyonları bile olamamıştık şimdiye dek.

Bizimle oynuyorlardı.

İçlerine sızmaya çalışıyorduk. Diğer yandan Can, kendi olaylarıyla ilgileniyordu. O, Görkem, ben diye bir ayrım yoktu ortada. Bu yedi boyutlu satranç oyunun rakibi ya da rakipleri her kimse en başından beri bizi biliyordu.

Bizim ayrı, alakasız sandıklarımız bir bütündü. Yapbozu tamamlamak üzere olduğumuzu sanıyordum. Tamamladığımız kısım on on iki parçalık küçücük bir resimden ibaretti. Bin parçalık bir yapbozun peşindeydik ve ilerlediğimizi sandığımız yol, bir arpa boyu bile etmiyordu aslında.

Can'ın gözüne uyku girmemesine sebep olan, sonuncusunda katilin bizzat onun için bir not bıraktığı bu intiharların hepsi bir şekilde piramitle alakalıydı.

Cengiz, tabloların arkasında bulduğumuz uyuşturucular, Selma, Hasan, kumarhaneler, Lir, Hermes, piramit, intiharlar, Can'ın peşindeki katil...

Tüm bunlar, aynı ipin düğümleriydi.

Her şey, ilk saniyeden beri birbirine bağlıydı.

Ayrı sandığımız olaylar aslında uç ucalardı. Bakmasını bildiğimizde kördüğüm olmuşlardı.

"Kafam allak bullak oldu," diye fısıldadım güçsüz bir sesle. "Peşindeki Hermes mi? Seni tanıyor mu? Görkem ve beni de tanıyor olmalı. Hepimizi mi biliyor? Ne yaptığımızı biliyor mu?"

Eğer kendimi durdurmasaydım yüzlerce soru sorabilirdim arka arkaya. Hiçbir yanıt alamayacağımın farkına varınca dudaklarımı birbirine bastırdım. Onu hafife almamamız gerektiğini hep hissetmiştim ama bu bambaşkaydı.

Bu odanın içinde beş farklı uzmanlık alanı olan beş farklı zihindik ve an itibarı ile hepimiz küçük düşürülmüş hissediyorduk.

Neye bulaştığımızın farkında bile değildik. Düşeceğimiz ya da çoktan düştüğümüz tuzaktan haberimiz bile yoktu.

"Hermes olamaz." Can önündeki duvarda sabit bir noktaya bakıyordu. "Benim peşinde olduğum kişi, benim peşimde olan kişi Hermes olamaz. Uyuşmuyor anlattıklarınızla. Bu siteyle bağlantısı var, bu konuda hemfikiriz ama bir üye de olabilir bu. V.V. her kimse o da olabilir."

"Bir soluklanalım." Arda kıvırcık tutamlarını geriye doğru ittirirken yüz ifadesi oldukça gergindi. "Oturup düşünelim, gözden geçirelim. Sindirelim şunu bir."

"Kukla gibi oynadılar bizimle." Görkem'in sesinde ölümcül bir sakinlik vardı. "Bir tiyatro sahnesinde, elimize tutuşturulan senaryoyu sahneledik. Oturup zevkle izlediler bunu. Kim bilir başka neler var bilmediğimiz."

"Kurbanların daha önce içinde bulunduğu sohbetlere ulaşabilir miyiz Kaya?" Bunun Can'a yardımcı olabileceğini düşünmüştüm.

"Bilmiyorum." Omuzlarını silkti. "Usta işi, belli bu. Denerim ama ne yapabilirim, gerçekten bilmiyorum."

"Bir profil oluşturmak istiyorum." Can'ın sesinde izin alma da yoktu tereddüt de. Sadece verdiği kararı bize açıklıyordu. "Kendi adım, soyadım ve fotoğrafımla. Giriş anketi her neyse onu tek tek dolduracağım. Beni içeri alacaklar, diğerleri gibi bir üye olarak içeri gireceğim."

"Zaten içerideyiz." Kaya kaşlarını çattı. "Senin adının soyadının gizli kalması için bir sebep var Can. Polislerin bile çoğu tanımıyor bizi. Ne saçmalıyorsun?"

"Ben mi saçmalıyorum?" diye yükseldi Can. "Koca bir saçmalığın içindeyiz zaten Kaya. Göz göre göre dalga geçiyorlarmış bizimle."

"Gemileri yakma da bir düşünelim," dedi Arda elini onun omzuna koyarak. "Fevri davranıyorsun."

"Fevri davranmıyor." Görkem ellerini Kaya'nın sandalyesinin arkasına yaslamış, dokunduğu yeri sıkıyordu ve parmak boğumları beyazlamıştı. Kendine birkaç saniyelik nefes alma süresi ayırdı. Kafasında dönüp duran tilkileri kovaladı. Nefesini dışarı verdi ve başka bir derin nefes aldı. "Ellerinde fotoğraflarım vardı. Can'la olduğum bir kareyi, peşimdekini kandırmak için bir çalışan olarak girdiğim kafeye bıraktılar. Tesadüf değildi. Sadece benimle ilgili değildi hiçbir şey. Onlar biliyordu. Onlar kim, bilmiyorum ama Kuzey'in ben olduğumu bildikleri gibi, intihar olaylarının peşindeki adamın da benimle birlikte çalıştığını biliyorlardı."

Hepimiz sus pus olmuştuk. Bu konuşmanın devam edeceği belliydi. "Fevri davranmıyor," dedi Görkem tekrar. "Mila Tokel diye öne sürdüğümüz Asya ve Birkan Balamir olarak yanında göreve giden Kaya'yı en başta bizimle ilişkilendirmemiş olabilirler. Ama sonra başka bir görevde 13'e ben eşlik ettim. Bağlantı bu şekilde kuruldu. Ben zaten peşlerinde olan biriydim. Onun benimle çalıştığını bu sayede anladılar. Geriye dönüp baktıklarında Kaya'nın da işin içinde olduğu sonucunu çıkarmış olmalılar. Hatta o sergiye kameraların yerini görmek amaçlı Eylül ve Arda'yı göndermiştik röportaj bahanesiyle. Birileri, hepimizi gördü. Birileri bizi biliyor."

"İzin ver bir hamle de ben yapayım, Görkem," dedi Can. Onun onayına ihtiyaç duyuyor gibiydi. "Burası en dip mi bilmiyorum ama batacağımız kadar batmışız zaten. İzin ver, ben çıkayım karşılarına bu defa. Biz neye uğradığımızı şaşırdık, şimdi sıra onlarda."

"Kimliğini ifşa etmekten bahsediyorsun..." dedim ama gerisini getiremedim. Bir şüphe kol gezmeye başlamıştı zihnimin derinliklerinde. Kötü hisler sel olmuş, her yoluna çıkanı önüne katarak akıyordu içimde. Zarar görüyordum durduğum yerden. Her şey uçuruma doğru sürükleniyordu.

"Beni zaten tanıyor," dedi Can, gözlerimin içine bakarak. Kalçasını masaya yaslayıp bize döndü yüzünü. Bir elinin baş parmağını sağ şakağına, işaret parmağını sol şakağına bastırarak ovaladı alnını. "Bakın, bana güvenmeniz gerek. Peşimdeki kişi Hermes olamaz. Hermes, cinayetlere intihar süsü verecek tipte biri değil. Ama..."

Kaşları çatıldı. Aklına bir şey gelmişti ve söyleyip söylememekten emin değildi.

"Söyle," dedi Kaya.

"Dördüncü vaka... Öfke cinayeti olduğunu söylemiş, diğer olaylara uymadığını anlatmıştım size. Mantıksız diye sayıklayıp durmuştum, hatırlıyor musunuz? Yöntem değişmişti. Sekiz bıçak darbesi vardı cesette. Bir erkeğe aitti. Ağzının içinde tuz kalıntıları bulunmuştu. Diğerlerinden bağımsız, rutin dışı bir cinayetti."

"Evet," dedi Görkem. "Hatırladık detayları, devam et."

"İşte o Hermes'in başının altından çıkabilecek türde bir cinayet."

Bunu idrak etmekte zorlanmadım. Can sadece ona anlattığımız kadarıyla tanıyordu Hermes'i. Ben ise burnunun dibine girmiştim. Gözünün dönebileceğini, birini gözünü kırpmadan bıçaklayabileceğini, öfkesinin kontrolden çıkabileceğini biliyordum. O cinayeti Hermes'in işlediğine dair bir kanıt sunamazdım ama Can, Hermes'in işlediğini söylüyorsa buna kolaylıkla inanabilirdim.

"Çizmeye çalıştığım profil, Hermes'e ait olamaz. Her durumda profesyonelliğini koruyabilen birisini arıyorum ben. Kendi düzeni olan bir seri katil, imzası bile var ve başka bir imza atmaz. Onun olayı cinayetlere intihar süsü vermek. Elini kana bulamaz. Uymuyor dördüncü cinayet ona. Ben başka birinin peşindeyim."

"Ve o da senin peşinde," diye ekledi Arda bunu unutmamız mümkünmüş gibi.

"O formu doldurmalıyım." Can kararını çoktan vermişti. "Adımı biliyor. Her katil suç mahalline geri döner ve ben o suç mahallerinde yatıp kalktım günlerce. Beni bu esnada görmüş olabilir. Bu yüzden kişisel bir hedef haline geldim belki de onun için. Önümde durma, ipleri elime ver Görkem."

"Seni tanıyacağına emin misin?" diye sordu Görkem. Can'ı boş yere ifşa etmek istemiyordu. Kanıtlara ihtiyacı vardı. En azından Can, ona bir güvence vermeliydi. "Günde kaç formun doldurulduğunu, kaçının incelendiğini bilmiyoruz. Sana bir mail geleceğinden emin misin?"

"Ben CV'sine bakılıp geçilecek biri değilim," dedi Can. Gözünü karartmıştı, ne olursa olsun geri adım atmayacaktı. "Göze çarparım, bunu biliyorsun. Zaman kaybetmeyelim. Soruları incelemek istiyorum."

"Sanırım oradan kalkman gerekiyor Kaya," dedim gülümseyerek. Ortamdaki elektriği bir paratoner gibi üzerime çekmeye çalışıyordum. "Sahne şu andan itibaren Can'ın."

Kaya koltuğunu Can'a devrettikten sonra omuzlarını sıkmış, orta ekrana giriş için doldurulacak formu açmış ve her şeyi Can için hazır hale getirmişti.

"Benim hiç vesikalığım var mı ya?" diye sordu Can, alnını kırıştırarak. Sanki dünya üzerindeki tek derdimiz buydu.

"Benim cüzdanda var," dedi Görkem. Dudaklarım iki yana kıvrıldı. "Getireyim mi?"

"Bizim odada da var," dedi Arda. "Rafta bulup kitaplardan birinin arasına koymuştum. Bulabilirim."

"Durun durduğunuz yerde." Kaya yeniden bilgisayarına eğilip mouseyi hareket ettirdi ve bir klasöre tıkladı. "Şuradan bulur koyarız."

Aralarındaki bağa her şahit oluşumda aynı sıcaklığı hissetmem, içimdeki buz tutmuş tüm köşeleri eritiyordu. Bana insanlardan nefret etmemem gerektiğini bile hissettirmeyi başarıyorlardı. "Çok kıskandım," dedim. "Artık bana da vesikalığını vermek zorundasın Can."

Can başını sandalyede geriye atarak alttan alttan bana baktı ve gülümsedi. Birazdan kimliğini ifşalamayacakmış, oldukça zeki bir katil ona takıntılı değilmiş gibi rahat görünüyordu. Ne yapacağını biliyordu, gözlerinde korku yoktu. Aksine bir delilik parıltısı görüyordum sanki.

Fotoğrafı kopyalayıp doldurulacak formun başına yapıştırmasına yardımcı oldu Kaya. Ardından Can, kişisel bilgilerini girmeye başladı.

Ad-soyad:
Can Günay

Yaş:
27

Telefon numarası ve mail hesabı için Kaya'nın söylediği bilgileri girdi. Sanırım takip edilebileceğinden veya hacklenme ihtimali olduğundan bir önlem almıştı Kaya.

Adresinin sorulduğu kısma intihar olaylarının ilk başladığı adresi yazdı Can hiç düşünmeden. Tüm bilgileri tamamladığında alt alta sorular belirdi ekranda. Can hiçbirini okumadan sayfayı aşağı doğru kaydırmaya başladı. Sayfa aşağı indikçe inmeye devam ediyordu. Yüzden fazla soru olduğunu düşündüm.

"Bu formu doldurmaya üşenmeyen kişilerin akıl sağlığı hakkında şüphelerim var," diye mırıldandı Arda.

"Zekice," dedi Kaya karşılık olarak. "Birçoğu daha bu aşamada elenip çıkıyordur sayfadan. Böylece site meşhur hale gelmiyor, fazla kullanıcısı yok çünkü. Her üyeyi dikkatle seçiyorlar."

Can soruların ilkini açtığında mesleği soruluyordu. Doğru bilgileri gireceğinden polis yazmasını bekledim. Klavyede hareket eden parmakları ise başka bir cevap vermeyi seçti bu soruya: adli psikoloji uzmanı.

Alttaki soruya tıkladığında başında kutucuklar olan bir dizi madde sıralandı alt alta. Can hepsini tek tek okuyup bazılarına tik attı.

Hangilerini yaptın/ hangilerine maruz kaldın?
1. Taciz ✓
2. Tecavüz
3. Aile üyeleri tarafından fiziksel şiddet ✓
4. Aile üyeleri tarafından psikolojik şiddet ✓
5. Silahla yaralanma
6. Silahlı yaralama
7. Hırsızlık ✓
8. Uyuşturucu madde kullanımı
9. Uyuşturucu madde satışı
10. İntihar girişimi

"Verdiğim cevapların hepsi doğru değil," dedi Can. Odağını ekrandan ayırmıyordu ama gözlerimizin ona çevrildiğini hissetmişti. "Kendime bir profil çiziyorum. Dikkatini üzerime daha fazla çekeceğim, beni daha fazla merak edeceği bir profil."

Yalan söylediğini fısıldadı bir tarafım. Profil çizmekle alakası yoktu, benim bin türlü çabayla kilitlediğim sandığım gibi onun da bir sandığı vardı ve içinde gizlenenler buydu sanki. Böyle düşündüm ama emin de olamadım.

Hiç bir canlıya zarar vermeye kalktın mı? En sevdiğin veya hiç sevmediğin hayvan hangisi?

Kediydi, yazdı Can. Sonuna eklediği geçmiş zaman eki bile bir şeyleri merak etmem için sebepti. O gerçekten de kelimeleri nasıl kullanacağını çok iyi biliyordu. Hayvanlara zarar vermem beklendi benden. Bunu yapmadım ama bir canlıya zarar vermedim diyemem, en büyük zararı kendime vermişken.

"Seni yalnız mı bıraksak?" Kaya rahatsız olmuş görünüyordu. Diğerlerinin zaten bunları bildiğini düşünüyordum. Benim varlığım mıydı acaba rahatsızlık sebebi? Dışarı çıkabilirdim. Onların da benimle gelmelerine gerek yoktu.

"Ben gidebilirim," dedim ve demekle kalmayıp başımı eğdiğim ekrandan kaldırdım. Geriye doğru bir adım attığımda Görkem'in gövdesine çarptı sırtım.

"Saçmalama," dedi Can. "Kalabilirsiniz, sorun yok."

Zaten Görkem de bir santim bile hareket etmemişti yerinden. Masanın ve onun arasında küçük bir kafese saklamayı seçmişti beni. Diğer soruya doğru kaydırdı ekranı Can.

Bir intihar girişiminde bulunacak olsaydın sebebi ne olurdu?

Soruların sen diliyle, muhabbet eder gibi sorulması bile bir çeşit psikolojik baskıya sebep oluyordu insanın üzerinde. Gerçekten intihara meyilli o insanları düşündüm. Çok zorlanmadım kendimi onların yerine koyarken, içimde bir taraf daima bunu isteyecekti. Verdiğim savaşın karşısında oturup bu soruları cevaplasaydım, o savaşı kaybetme ihtimalim her bir soruda daha da artardı.

Bu form bir çeşit sınav gibiydi. Ne kadar kazanırsanız o kadar kaybediyordunuz.

Can, daha önce birkaç kez intihara anlam veremediğini dile getirmişti. Arkasına yaslanırken derin bir nefes aldı ve kendisine düşünmek için süre tanıdığını fark ettim.

"Aldığın nefesin bir değeri olmadığını düşündüğünü yaz," dedi Kaya göz teması kurmadan. "Yeterli bir sebep."

Bu defa dudaklarım gülümsemek için değil, acıyla iki yana kıvrıldı. Bir an çenemin titreyeceğini sanıp dişlerimi sıktım ve başımı yere eğdim. Görkem'in kolu belime sarıldığında beni hafifçe geriye çekip yeniden çenesini omzumun üzerine yerleştirdi. Bu hamlesi başımı yerden kaldırmamı sağladı. Dirseğinden kırdığı kolu karnımı sarıyor, belime yaslanan parmakları karnımdaki yara izinin kıyısında duruyordu.

Göğüs kafesimde ateşe verilen hatıra defterinin yaprakları, bir okyanus tarafından söndürüldü ve geride sadece dumanlar kaldı.

Sırtımı arkamda gerilen dağa yasladım. Desteğini her koşulda kabul etmeye başlamıştım. Çalan tehlike çanlarına kulaklarımı tıkadım, bahsettiği zifiri karanlığın içinde gözlerimi kapattım ve kendimi bir kez daha onun kollarına bıraktım.

"Böyle yazamam," dedi Can, çenesinde yeni çıkmaya başlayan sakallarını kaşıyarak. Can'ı hiç sakallı görmemiştim, devamlı tıraş oluyordu. Yüzünde sakalın nasıl duracağını hayal edip kafamı dağıtmaya çalıştım. "Değersiz biri olduğumu düşündüğümü yazarsam, ezik bir algı oluşturabilirim. Benden beklentisi yüksek olmalı. Özgüvenli bir role bürünmek zorundayım."

"Senden beklentisinin yüksek olduğunu neden düşünüyorsun?" dedi Görkem söylediklerine anlam vermeye çalışarak. "Senin de ondan beklentin çok yüksek olduğu için mi?"

"Sanırım."

"O halde aldığın nefesi kimi zaman dünyanın hak etmediğini düşündüğünü yaz," dedim. "Bazen diğerleri gibi olmadığını, bu insanlara fazla geldiğini hissettiğini yazabilirsin, ki bence bu yalan sayılmaz."

"Böyle yazayım."

"İçime sinmiyor," dedi Arda bunu durdurmasını istermiş gibi Görkem'e bakarak. "Fazla kişisel veri... Zaaflarımızı kime gösterdiğimizi bilmiyoruz."

Zaaflarımız demişti. Can'ın girdiği bilgilerden biz diye bahsediyordu Arda. Bilerek yaptığını sanmıyordum. O ve Can, bu kadar birdi kafasının içinde.

"Bana güven." Odağını asla dağıtmıyor, o sandalyeye oturduğu andan beri gözlerini ekrandan bir saniye bile ayırmıyordu.

"Sana güveniyorum Can'ım. Mevzu bu değil. Mevzu senin nüfus kağıdını bir katilin eline vermek istememem. Kimse bunu istemez, delirdiniz mi? Yol yakınken durup başka bir şey düşünelim. İyi şeyler hissetmiyorum."

"Sıkıntı yok." Can'ın bu üstün çabası Arda'yı sakinleştirmek bir yana, daha da öfkelendirdi.

"Bundan keyif alıyormuşsun gibi hissediyorum ve bu hiç hoşuma gitmiyor Can." Sesi oldukça ciddi çıktığında beklemediğim için kaşlarımı çatarak ona döndüm. Arda'nın gözlerinde şüphe kırıntıları vardı. "Lir seni etkilemiş gibi görünüyor, kafayı mı yedin? Reddetsene fikrimi! Susmuş dinliyorsun bir de."

Can, büyük bir sakinlikle kafasını eğdiği klavyeden kaldırdı ve ona doğru döndü. "Her gün kendi kurbanlarını intihara meyilliler için oluşturduğu bir internet sitesinden bulup onlarla tanışan bir katil görmüyorum," dedi tek nefeste. "Elbette etkilendim. Prodüksiyona bakar mısın? Bu hayal edebileceğinizin fazlasıyla dışında olan bir psikolojinin ürünü."

"Sokarım psikolojine," diye karşılık verdi Arda. "Sana takıntısı olan bir manyağın eline kendinle ilgili bilgileri vermeni izlemeyeceğim. Nasıl buna karşı çıkmıyorsunuz anlamıyorum. Apaçık bir delilik olduğunu düşünen tek kişi ben miyim amına koyayım?"

"Bir bildiği vardır," dedi Görkem, Can'dan bir an olsun şüphe etmeyen bir sesle. "İlk saniyeden beri tek başına didinip duruyor. Bu aşamada, bu noktaya geldiysek kararı Can'a bırakmakta bir sakınca görmüyorum Arda. En doğrusu neyse onu yapıyordur."

Alaycı bir nefes bıraktı Arda dudaklarının arasından. "Saçmalık." Hepimize destek olmamızı ister gibi tek tek baktığında Can'ın başına bir şey gelmesinden ne kadar korktuğunu gördüm gözlerinde. Karşı çıkalım, engel olalım istiyordu. Bir karşılık vermek istedim ama Görkem'in söyledikleri beynime sızmıştı. Bunun doğru yol olduğunu düşünmeye başlamıştım. Arda, hayal kırıklığıyla baktı bize. "Ben sigaraya çıkıyorum," dedi sonra. "Ne haliniz varsa görün. Sizin aksinize ben kardeşimin ölüm fermanını yazmasını izleyemeyeceğim."

Beni şok ederek koridora açılan kapıyı çarpıp çıktığında kısa bir süre sonra bir kapı sesi daha duymuştum. Beyaz perdeden dışarıya çevirdim gözlerimi. Yavaş adımlarla parka doğru ilerliyordu Arda. Dudaklarının arasında duran sigarayı rüzgâr söndürmesin diye avucuyla kafesledi ve diğer eliyle çakmağı ateşleyip salıncağına oturdu.

Ortama bir sessizlik hakim olduğunda bir an için kimse ne yapacağını bilemedi. Arda'nın çok sık görmediğimiz öfkesi bomba gibi düşmüştü aramıza.

Can, sesli bir nefes alıp yeniden klavyeye yerleştirdi parmaklarını. Sıradaki soruyu açtı.

Birini öldürecek olsan bu kim olurdu?
On ikinci yaşımı öldürürdüm.

"Uydurdum," dedi Can. Yüzünde bir mimik değişimi, yalan söylediğini yakalayacak bir ipucu aradım ama yoktu. Dümdüz, ifadesiz duruyordu. Gerçekten uyduruyor muydu yoksa içini mi döküyordu ayırt edemiyordum. "Muhtemelen annem, babam, kardeşim, eski sevgilim gibi cevaplar geliyordur bu soruya. Kimse durup da çocukluğunu öldürmek istediğinden bahsetmez."

Göze çarpmak için yaptığını kanıtlamaya çalışıyordu ama Can'ın göze çarpmak için bir şeyler yapmasına hiç gerek yoktu. Sadece dursa bile etraftaki bakışları bir şekilde üzerine toplardı duruşuyla. Öyle bir etkisi vardı insanların üzerinde.

Diğer soruyu açıp bir cevap yazmak için tuşlara basarken bir anda durdu. Yazdığı kelimeyi bile yarım bırakıp "Allah'ın cezası herif," dedi ve elini masaya yaslayıp ittiğinde sandalyesinin tekerleklerinin geriye doğru kaymasına neden oldu. "İçim rahat etmedi. Şunu ikna edeyim de geleyim."

Ben şaşırıp kalırken Kaya ve Görkem bunun yaşanacağını tahmin etmiş olacaklar ki birbirine bakıp gülümsediler ve aynı anda başlarıyla onayladılar onu.

Can çıkıp gittiğinde Kaya, kaşlarını yukarı doğru kaldırdı Görkem'in gözlerinin içine bakarak. Sözcüklere ihtiyacı olmadan bir soru yöneltmişti ona. Görkem de bir adım yanıma doğru kayıp masaya yasladı kalçasını. Kollarını göğsünde bağladı. "Kendinden emin," dedi. "İçimin rahat etmediği bir gerçek ama o bu kadar eminken önünde durmayacağım Kaya. Bu vakada çıkıp ona patronluk taslayamam. Can ne diyorsa o."

"İçin içini yiyecek," dedi Kaya. "Ama bu bir şekilde bana da tek yolmuş gibi geliyor. Zaten batmışız bir kere, gideceksek sonuna kadar gidelim."

"Ben de böyle düşünüyorum." İkisi arasında dönen bir konuşmada fikir belirtmekten geri durmadım. Kaya cevabı verirken sadece Görkem'e değil, bana da bakmıştı. Benim de konuşmamı istemişti. "Ama Arda, bir yere kadar haklı geliyor. Katilin Can'a takıntısı kesinlikle tek taraflı değil."

"Ben Can'ın mantıksız bir karar aldığına neredeyse hiç şahit olmadım," dedi Görkem. "Biz bocalarız, biz tökezleriz, biz düşeriz ama Can hep dimdik durur. İpleri elinde tutmak istiyorsa kontrolü ona bırakmak konusunda bir saniye şüphe etmem."

"Diğer yandan," dedim aklımı kurcalayan bir detayı dile getirmek isteyerek. "Bu sitenin sadece intihara meyilli kişileri öldürmek için kurulduğunu düşünmüyorum. Kaybedecek hiçbir şeyi olmayan insanları içeri alıp onlara görevler veriyor olabilirler. Mesela bir maddede daha önce hırsızlık yapıp yapılmadığı veya silah kullanılıp kullanılmadığı soruluyordu. Eminim sayfanın devamında da buna benzer kişisel yetenekler hakkında birkaç soru olacaktır. İşlerine yarayacak olanları piramide katıp yaramayacaklardan kurtuluyor olabilirler."

Görkem yüzüme bakarken gözlerini kıstı. Gözlerimden kopan gözleri, dudaklarıma doğru düştüğünde orada bir ışık gördüm. Farkında mıydı bilmiyordum ama o an dudaklarını ıslattı. Bana beni öpmek için yanıp tutuşur gibi baktı birkaç saniye boyunca.

Kaya da bunu anlamış gibi bıyık altından gülümsedi kendi kendine. Sonra gözlerini pencereye çevirdi gülümsemesinden rahatsız olmamam için. Çok eğleniyor gibi görünmüştü.

"Mantıklı," dedi Görkem başını nihayet başka bir yere çevirebildiğinde. "Ben de Lir'de Selma, Cengiz, Hasan gibi isimlerin de profillerinin bulunduğunu düşünüyorum. Kaya'dan bunlara bakmasını isteyecektim."

"Zaten çok bakamadım siteye. Nedir ne değildir bilmiyorum henüz. Oyun sekmesi de vardı mesela. Hepsini incelerim detaylı. Anlatırım ne bulursam. Önce şu işi bir halledelim de gerisi kolay."

"Sahi," diye söze girdiğimde Görkem direkt olarak bana çevirdi başını. "Ros'a ne oldu?"

"Kodumun ceylanı."

Kaya'nın mırıltısına gözlerini kısarak karşılık verdi Görkem. "Henüz iletişime geçemedik," dedi. Kaya içten içe hiç iletişime geçememelerini diliyor gibi görünüyordu. "Ama ayrılmadan önce ona oradan çıktığında ne yapması gerektiğini söyledim. Merak etme, kurtarmıştır o kendini. Muhtemelen önümüzdeki on iki saat içinde bana ulaşacaktır."

"Kurtarır tabii..." dedi Kaya bezgin bir ifadeyle. "İte köpeğe bir şey olur mu hiç? Olmaz. Sapasağlamdır götünü başını si-"

"Yavaş," diyerek araya girdi kaşları çatılan Görkem.

"İyi be." Gözlerini devirdi Kaya. "Senin bu turuncu kafalılara olan düşkünlüğün beni bitiriyor gerçekten."

Görkem ona ne diyorsun der gibi bakarken kenardan kıkırdayacağımı hiç hesaba katmamıştım. İri iri açtığı gözleriyle bana döndüğünde dudaklarımı birbirine bastırıp durmaya çalıştım ama sonra tuhaf bir ses çıkarıp gülme krizine girdim.

"Ne?" dedim sorgular bakışlarına şaşırarak. "Adam seni ilk gördüğü yerde Gökyüzüm diye seslenip boynuna atladı. Kaya'nın haklılık payını inkâr edebilir misin?"

Görkem ciddi bir şekilde "Neden düzenli aralıklarla birileri benim gey olup olmadığımı sorguluyor bu evde?" diye sitem ettiğinde Kaya ve ben aynı anda kahkaha attık.

"Yok," dedi Kaya alaylı tavrını sürdürerek. "Dün gece bana Asya'yı öptüğünü söylediğinde o ihtimali eledim ben."

Kaşlarım çatılırken Görkem'i omzundan ittirdim. "Beni öptüğünü gidip Kaya'ya mı yetiştirdin?"

"Oha gerçekten öpüştünüz yani!" Sesini ilk kez bu tonda duymuştum onun. Zevkten dört köşe gibiydi ama şaşkınlıktan bayılacak gibiydi de aynı zamanda. Tufaya geldiğimi o an anladım. Beni denemiş, ağzımdan laf almaya çalışmıştı ve saniyesinde düşmüştüm oltasına.

Görkem utanıp ne yapacağını bilemedi ve bakışlarını çekti üzerimizden.

"Lan," diyerek ona doğru yaklaşmaya başladı Kaya. Omzuyla omzunu dürttü. "Sen öpüşmeyi nereden öğrendin bakayım?"

Elimi dudaklarıma kapatıp daha fazla güldüğümü gizlemeye çalışsam da nafileydi. Sesimi duyuyorlardı çünkü. Görkem onun omzuna vurdu. "Siktir git başımdan."

Kaya onu utandırmaya yemin etmiş gibiydi. "Ama merak ederim," dedi üzerine gitmeye devam ederek. "Hani aramızda gizli saklı yoktu bizim?" Sesi bile gülümsüyordu ona bulaşırken.

"Özel alanıma saygı duy, eşek herif."

"Ya sen büyüdün de özel alanın mı var senin?" Bu cümlesinden sonra karnına sağlamından bir dirsek darbesi yedi. Yüzünü acıyla buruştururken hâlâ sırıtıyordu. Bu hamleyi çoktan göze almış gibiydi. "Ne kadar özel bir alanmış o, anlatsana biraz."

"Dilerim bir katır seni beş altı kez tekmeler Kaya."

Görkem'in düz düz konuşması, Kaya'nınsa hiç geri adım atmadan sataşmayı sürdürmesi yanak kaslarımı sızlatmaya başlayacak kadar güldürüyordu beni. "Beş mi altı mı?" dedi Kaya. "Altıdır o, tek sayı sevmezsin. On üç hariç tabi..."

"Beni sevdiğini de nereden çıkardın?" diyerek araya girdim. "Antin kuntin hisleri var onun, gitme üzerine. Korkup kaçabiliyor."

"Uf," dedi keyifle. "Sağlam koydu yalnız."

"Bilgisayarına su dökerim," dedi Görkem. "Bak, klavyene cipsli ellerimle dokunurum. Arabalı yatağını anahtarımla çizerim Kaya. Yaparım bunu."

"Nah yaparsın." Bir el hareketiyle bu fiilini destekleyecekken son anda durdu. "Kızın yanında konuşturma şimdi beni."

Kaya'nın Görkem'in yanında dönüştüğü bambaşka bir kişilik vardı. Onun da duvarları çatlıyordu tıpkı benim gibi. Bir zamanlar Kaya da benim kadar ölmek istemişti, gözlerinde izi kalmıştı ve ben o izi tanıyacak kadar aşinaydım bu hisse. Ama bugün gelip ona ölmek ve yaşamak şeklinde iki seçenek sunsalar hiç düşünmeden yaşamayı seçeceğinden emindim.

Görkem ve diğerleri, onun içindeki intiharı arzulayan tarafını törpülemişlerdi. Hiçlerinin ve çoklarının yerini değiştirmişlerdi. Demek ki bu mümkündü. Demek ki olabiliyordu. Otuz iki diş sırıtan kanlı canlı bir örneği vardı karşımda.

Can yanında Arda'yla odanın parka bakan kapısından içeri girdiği an, odadaki tüm muhabbet hiç yaşanmamışçasına kesildi ve ikisi de müthiş bir profesyonellikle hiçbir şey çaktırmadı içeri dönen ikiliye.

"Yine kıyamadım," diyerek basit bir açıklama sundu Arda. "İşler istediğiniz gibi gitmezse ben demiştim demek için burada olacağım."

"O yoldan geri dön," dedi Kaya Arda'nın yatağa doğru ilerlediğini görünce. "Yeni sigara içip geldin. Benim yatağım belki astım hastası? Biraz saygı göster ona lütfen."

"Yok," dedi Arda. "Şu evde bir tane adam akıllı insan yok."

"Üzüm üzüme baka baka..." dedi Görkem, ona imalı bir bakış atarak.

"Aaa..." Arda, elini göğsüne bastırdı. "Üstüme iyilik sağlık gerçekten."

Dakikalar önce hayatımızın şokunu yaşayıp tuzağa düşürülmemişiz, canlarımız tehlikede değilmiş gibi güldük hep birlikte.

Çünkü aileler böyle yapardı. Pek bilmiyordum ama öğreniyordum yavaş yavaş.

Can'ın bütün formu doldurması saatler sürdü. Üzerine kafa yorduğumuz çok fazla soru oldu. Bu sorulardaki her kelimenin özenle seçilip hazırlandığı belliydi. Can bir noktada sonuna kadar haklıydı. Hayal edebileceğimizin fazlasıyla dışında olan bir psikolojinin ürünüydü tüm bunlar.

Her şey tamamlandığında gönder tuşuna bastı. Kanım donmuştu bu süreçte birçok defa. Öyle tuhaf detaylar ve öyle tuhaf düşünceler vardı ki satırlarda hepimizin rengi solmaya başlamıştı ilerledikçe. Formu gönderdik ve bunun üzerine başka saatler devrildi. Sürekli olarak bilgisayarları kontrol ediyor, bir mesajın gelip gelmediğine bakıyorduk. Zaman geçirmeye çalışsak da hepimizin aklında aynı şey vardı.

Saat 21.21'i gösterirken Kaya'nın Can'a verdiği mail hesabına beklediğimiz bildirim geldi. Hermes'in bilgisayarında ulaştığımız dosyayla aynıydı bu. Hepimizin kalp atışlarının aynı şiddetle hızlandığını hissedebiliyordum. Can doğrudan mailin üzerine tıkladı. Ekrana gelen kayıt çubuğuna adını girdi.

Kendine bir şifre oluşturdu, o şifreyi yeniden girdi ve saatler önce ilk kez gördüğümüz o ekran tekrar karşımızda belirdi.

Hiçbirimizin şimdi ne yapacağını soracak vakti olmadı. Akan canlı sohbet ekranına bile dokunamadı Can. Doğrudan sol taraftaki konuşma baloncuğunun üzerinde yeşil bir bildirim işareti belirdi.

Can oraya tıkladığında ana sayfa kayboldu, yerine mora yakın bir tonda boş bir sayfa belirdi. Mor rengin bilinçaltındaki korkuları açığa çıkarma gibi bir etkisi olduğunu okuduğumu hatırladım o an. Depresyon rengi olarak da geçiyordu birçok kaynakta.

Aynı şeyleri Can da düşünmüş olmalıydı. "Morun melankolik bir havası vardır, insanları hüzne ittiği düşünülür. Depresyondaki insanların mor rengini çok sık tercih ettiği söylenir. Hatta bazı intihar vakalarında bütün eşyaların mor olduğu gözlemlenmiştir. Hiçbir şey tesadüf değil, hiçbir şey."

Birkaç saniye sonra mor sayfanın altında, sarı bir başlık ve beyaz harfler belirdi.

V.V. :

Merhaba Can! Ben de seni bekliyordum.

•⚓•

Neler oluyor neler...

26 için 13'ten sonraki ikinci milat demiştim. Hissettiniz mi dönüm noktasını? Hissettiniz hissettiniz.

Önümüzdeki birkaç bölüm kurgunun esas temeli aslında. İlk başladığım anlardan beri bu bölümlerin hayaliyle yaşıyordum. Vitesi arttırmanın zamanı geldi.

İntihara meyilli insanların bir araya toplandığı bir uygulama ve daha fazlası... En başından beri Lir kim? yanlış soruydu. Doğrusu Lir ne? olmalıydı. Şimdi kilidi bulduk, anahtarı arayacağız.

Satranç tahtasının iki ucunda, birer grup insan oturuyor. İki kişi esas oyuncu, diğerleri izliyor. Bu sadece bir tarafın dahi olup her hamleyi doğru yaparak zafere yürüdüğü bir oyun değil. İki tarafın zekâlarının vereceği, yeri geldiğinde oyuncuların piyonlara dönüşebileceği bir savaş.

Ve biz rakibi tanıyacağımız o noktaya gelmiş bulunuyoruz.

Kafanız yeterince karıştıysa bir kere gülümseyip öyle gidin :)

Teşekkürler ve iyi günler!

🔵🤝🔵

Yorumlar

Popüler Yayınlar

36. "Çatlaklar ve Kırıklar"

55. "Geri Sayım"

35. "Görülme İhtiyacı"