6. "Kadraj"
Bölüm şarkısı:
Aurora, Runaway
✉
Durmadan dönüp duran o çark,
Bir gün paslanırsa ne olacak?
•⚓•
Hayatımız boyunca kaç defa gerçekten yanar canımız? Kaç kez insanın göğsü sanki içine çektiği nefes son nefesiymiş gibi sıkışır, daraldıkça daralır kalbini saran o kafes? Yüz mü, bin hatta belki de yüz bin?
Bu soruyu çok değil, yaklaşık bir ay kadar önce bana sormuş olsalar vereceğim cevap büyük bir sayı olurdu herkesinki gibi. Hep öyledir, her insan en çok acıyı kendi çeker sanır.
Fakat öyle bir an gelir ki her şey sıfırlanır. Keşke gelmese, keşke insanlar yüzlerce derdi olduğunu düşünmeye devam etseler. Kimse bu sorunun cevabına bir demese. Benim canım sadece bir kez yanmış ve diğer yandığını sandığım anların hepsi birer yalanmış farkındalığını yaşamasa kimse.
Benim canım bir kez yandı. Onda da kül oldu, can kalmadı geriye.
Bir çocuk tekerlemesi vardır; dağ yanar, biter ve kül olur sonunda. İnsanın yüreğini de bu tekerlemeye benzetirim ben. Önce dağlanır, sonra yanar, biter ve geriye kalan sadece küller olur.
Adım adım ilerlerken girdiğim bu ara sokakta, kafamın içi yine gürültülüydü her zamanki gibi. Kelimeler rüzgâra kapılıyor, sağa sola savruluyorlardı. Bir yaprak yığınının üzerine bastım, çıtırtılarını duyabilmek için ezdim onları.
Kendi tozlu penceremin dışında bana yeni bir pencere vermişti bugün Necip Amir. İzle, dedi. Bak onlara, gör ve tanı onları. Tanı ki ailen olsunlar, tanı ki onlardan ol.
Ayakkabımın ucuyla çiğnediğim sararmış yapraklar gibiydi Analizcilerin her biri. Yetimhanede büyüyen Kaya, intihar kokan Arda, takıntıları yüzünden hiç çocuk olamayan Görkem, bir de Can.
Can hakkında neredeyse hiçbir şey öğrenmediğimi fark ettim o an. Geçmişine biraz bile olsa inmemiştik. Elindeki aynayı onunla tanıştığı zamana çevirmişti Necip Amir, eskiyi göstermemişti bana. Eylül için de durum hemen hemen böyleydi. Onları az tanıyordum, hepsini az tanıyordum. Gerçi, haklarında bir şeyler öğrenmem onları tanıdığım anlamına gelmezdi ki. Yine başa dönmüştüm, hiç ayrılamamıştım baştan. Yabancıydım, bir fotoğrafa verilen efekt gibiydim. Konmak için konulmuş, doğallığı bozan hafif bir karartı. Renkleri solduran, yapay duran, öylesine bir şey.
Kim olduğunu bile bilmeyen, neden nefes aldığını sorgulayan, öylesine bir ruh.
Anlam veremediğim şekilde daraldığım zamanlar olur bazen. Onlardan birini yaşıyordum. Dünya dardı. Karakoldan kendimi dışarı attığım an aklımdan geçen tek şey yürümekti. Yürürsem kendimden uzaklaşabilecektim sanki. Osa tam tersiydi, attığım her adım beni kendime götürürdü hep.
Kimseye haber vermemiştim, yaklaşık bir saattir yürüyordum öylece. Analizcilerin evine de gidemezdim, oraya caddelerden geçerek gitmiştik Görkem'le ve bu yüzden ara sokaklardan nasıl gidebileceğimi bilmiyordum.
Nereye gidebileceğim hakkında hiçbir fikrim yoktu.
Sonra bir ses duydum. Birileri tartışıyordu galiba. Yol ayrımının sağ tarafındaki sokaktan geldiğini fark edince oraya çevirdim yönümü.
"Abi bir de döv istersen bizi. Koskoca kağıda kiralık yazıp asmışsın cama, altına kiracı kriterlerini de yazsaydın bari. On saattir konuşup duruyorsun ya."
"Ben gençlere ev vermem," dedi göbeği gömleğinden taşmak üzere olan dazlak adam. "Yeni nesile güven olmaz."
"Özür dileriz İkinci Dünya Savaşı'nı kaçırdığımız için," diye mırıldandı elleri siyah kapüşonlusunun cebinde olan arka taraftaki genç. Diğer iki arkadaşı ona gülerlerken dazlak adam daha da sinirlenmişti.
"O kadar yaşlı değilim lan ben!"
"Özür dileriz siyah beyaz tüplü televizyonlardaki o tek kanalı izleyemediğimiz için," dedi bu defa aralarındaki en uzun boylu olan. "Zaten teknoloji çağına gelmek benim seçimimdi, dedim internet yoksa ben doğmuyorum."
"Oğlum; sesiniz, gürültünüz fazla olur sizin. Parti marti verip huzurumuzu kaçırmayacağınız ne malum?"
"Abiciğim, sen bana bir baksana." En önde duran kıvırcık saçlı sarışın genç gözlerini işaret etti. "Ben tıp okurken kör oldum kör. Sol dört, sağ dört buçuk! Bildiği tek parti Survivor'daki birleşme partisi olan çocuklarız biz. Nasıl kaçıralım sizin huzurunuzu?"
"Ben bir de üç harfli kısaltması olan partileri biliyorum." Uzun boylu lafına devam edecekken siyah kazaklı olan elini onun ağzına bastırıp konuşmasını engelledi. "Siyaseti karıştırma şimdi."
"Siz ne anlarsınız siyasetten, hükümetten, vatandan?"
"Bildin valla abi, teröristiz biz." Tıp okuyan sinirlenmişti. "Şuna bak ya, genciz diye bir küfretmediği kaldı adamın. Sen yarın öbür gün böğründeki ağrının sebebini sormak için bana geleceksin bana! Ben de sana; sen ne anlarsın ağrıdan, huzurumu kaçırdın, git buradan, diyeceğim. Görürsün bak."
"Yürüyün gidelim." Siyahlı çocuk çoktan ilerlemeye başlamıştı. "Bize ev mi yok?"
"Yok ulan yok," dedi uzun boylu. "Kaçıncı kıçımıza tekme yiyişimiz bu?"
Sokağın başından onları neden izlediğim konusunda bir fikrim yoktu o ana kadar. Gencin isyanıyla birlikte hareketlendim, dazlak adam evinin kapısını çarparken ben onların yanına doğru ilerliyordum.
"Konuşmanızın bir kısmına şahit oldum," diyerek olaya bodoslama daldığımda üç çift göz aynı anda bana çevrildi. "Ben de yeni taşındım sayılır, boşta olan eşyalı bir evim var. Bakmak istersiniz diye söylüyorum."
"Ceyhun," diyerek yanındaki siyahlı çocuğun kolunu dürttü en uzun boylu olan. "O bir serap mı?"
"Hayır, o reislik kavramının ete kemiğe bürünmüş hali."
Tıp okuyan ellerini göğe doğru kaldırdı. "Gökte ararken yerde bulduk. Anamın duası tuttu kesin. Canım anam."
"Biliyorum, sen bir meleksin," dedi uzun boylu. Üçü avuçlarını aynı anda gökyüzüne çevirdi ve hep bir ağızdan, "Bize yardım için gönderildin," diye devam ettiler.
Yüzüme samimi bir gülüş yerleşti, halbuki hayatımda ilk defa gördüğüm insanlara samimi davranmak gibi bir huyum da yoktu. "Ne diyorsunuz, bakacak mısınız eve?"
"Bir şey soracağım." Adının Ceyhun olduğunu öğrendiğim kişi kahve gözlerini üzerime dikmişti, fazlasıyla dikkatli bakıyordu bana. "Polis misin sen?"
İçten içe bunu nereden anladığına şaşırsam da hislerimi dışarı yansıtmadım. "Evet." Silahımı fark etmiş olabileceğini düşündüm. "Sizi kaçırıp böbreklerinizi almayacağım, merak etmeyin."
Ceyhun'un gözlerinde hayran hayran parıltılar dolanıyordu. "Ben Ceyhun." Yanındaki iki arkadaşını ittirerek öne çıkıp elini uzattı. "Meslektaşız bir buçuk yıldır."
"Asya." Bana uzattığı elini sıkarak karşılık verdiğimde gereğinden uzun bir süre devam ettirdi tokalaşmamızı. "Ceyhun," dedim, beni süzüşünü bölmek adına. "Senden büyüğüm, haberin olsun istedim."
"Sandığın gibi değil abla," dedi tıp okuyan. "Her polise eriyor bu salak. Meslek aşkı kavramını biraz yanlış anlıyor, bakma sen ona."
"Abla deme," Ceyhun güldü, "lazım olur."
Uzun boylu olan da gülmeye başladı. "Yeni ev sahibimizi korkutup kaçıracaksın." Gözlerini bana çevirdi. "Sadece şaka yapıyor, çok şakacı bir arkadaşımızdır."
"Gayet ciddi bir insanımdır." Ceyhun'un yüzünde komik bir ciddiyet vardı. "Hep ciddi düşünürüm geleceğe yönelik."
Kısık sesle bir kahkaha attım. Şiir gibi yürüyordu resmen bana. "Benden sana ekmek çıkmaz kardeşim," dedim son kelimeye vurgu yaparak.
Tıp okuyan, Ceyhun'un ensesine sertçe vurdu. "Sevdiğin kız sana kardeşim dedi, yeni bir akımın öncüsü oldun Ceyho."
"Çok konuşuyorsun Kerem." Evet, tıp okuyana da tıp okuyan demeyi bırakmalıydım çünkü onun adını da öğrenmiştim artık.
Yine de kendini bana tanıtmayı ihmal etmedi. "Kerem ben, tıp okuyorum."
"Utanmasa adından önce söyleyecek okuduğu bölümü."
Gözlüklerini düzelten Kerem, uzun boylu çocuğu umursamadı. "Son sınıfım, tıp okuyorum. Parti marti yapmam, huzur da kaçırmam, boş zamanlarımda müzik dinlerim ve tıp okurum."
Bunu söylediğime inanamıyordum ama onları sevmiştim. Cidden, ilginç bir şekilde yeni tanıştığımız halde onlara ılımlı yaklaşıyordum. Bu tuhaftı. Analizciler yüzünden böyle olmuştu galiba. Herkesten uzak kendi kendime takılıyorken çat diye aralarına çekmişlerdi beni.
"Ben de Berk," dedi uzun boylu, siyah kıvırcık saçlı çocuk. "Radyo televizyon mezunuyum, işsizim. Kanalların kapısında yatıyorum beni işe alsınlar diye ama almıyorlar. Hamburgercide çalışıyorum. Diyeceklerim bu kadar."
Sesindeki sitem, bütün öğrencilerin gelecek kaygısını yansıtıyordu aslında. Berk'in pırıl pırıl bir genç olduğu her halinden belli oluyordu, eminim ki istediği işi yapabilme fırsatı olsa çok da başarılı olacaktı fakat ona bu imkân sunulmamıştı. Sonuç: Hayat yine de bir şekilde devam ediyordu.
"Ev buraya biraz uzak, şuradan bir taksiye binelim."
"Ben hemen bir taksi bulurum şimdi." Ceyhun göğsünü kabartmış, çok önemli bir şeymiş gibi söylemişti bunu halbuki sokağın sonunda bir taksi durağı vardı. Arkasını döndü, eliyle bir taksiye işaret yaptı ve araç bize doğru gelirken yeniden gururla konuştu. "Nasıl da buldum, gördün mü Asya?"
"Ceyhun," dedim dramatik bir sesle. "Biz ayrı dünyaların insanıyız. Yol yakınken vazgeç bu sevdadan." Güldüm. "Ben seni üzerim, psikolojik sorunlarım var benim."
Son cümlenin doğru olması da ayrı bir ironiydi. Ceyhun başını önüne eğdi, aracın kapısını benim için açtı ve öne binmemi bekledi. Belli ki vazgeçmemişti sevdasından, bana yürümeye devam edecekti.
Söylediğim adrese varana dek arka tarafta hiç ses çıkarmadan uslu uslu oturdular. Bu, onlar için zor olmalıydı çünkü üçü de enerjik bir yapıya sahipti. Dikiz aynasından gözlemlediğim kadarıyla Kerem gözlüklerinin üzerinden masmavi gözlerini ikide bir Berk'e dikiyor, Berk konuşsun diye bekliyor fakat o konuşmayınca yeniden önüne dönüyordu.
Evin önüne geldiğimizde üçü de aynı anda cüzdanlarını çıkarmaya kalkıştılar fakat onlardan önce davranıp ödedim parayı. Sürekli bana dua ediyorlardı, sayelerinde bolca sevap kazanmış olmalıydım. Kapıyı açıp içeri attığım adımla birlikte evin her bir köşesindeki anılarım gözlerimin önünden geçtiler, onları hızlıca durdurup ana odaklandım.
Analizcilere nerede olduğunu söylemenin vakti gelmedi mi?
Mete de olmasa tamamen çıkacaktı bu aklımdan. Eskiden insanlar beni merak etmezlerdi, bu yüzden benim de ne yaptığımı birilerine bildirmeme gerek kalmazdı hiç. Şimdi düşünüyordum da, hayatımda kendim de dahil olmak üzere çok fazla şey değişmişti, bu değişime ayak uydurmak oldukça zordu benim gibi biri için.
Diğer iki genç evi karış karış gezerken Ceyhun girişteki aynanın yanında durdu. Sol tarafındaki çerçeveye bakıyordu dikkatle. "Sevgilin mi var Asya?" dedi, sesindeki sahte hüzünle. "Ne yani, imkansız mı olduk biz şimdi seninle?"
Mete milyonuncu defa sevgilim sanılmıştı. Duvardaki çerçeveyi aldığımda inanamıyordum bunu burada bıraktığıma. Fotoğrafı çerçeveden çıkarıp ceketimin sol tarafındaki iç cebine yerleştirdim. Kalbime yakın duruyordu her zaman olduğu gibi. "Sevgilim değildi ama en yakınımdı." Her defasında aynı şekilde acıtıyordu canımı ondan bahsetmek.
"Sormadım say." Yüklemleri geçmiş zamanla çekimlediğim için işin içinde bir terslik olduğunu anlamıştı. Hemen konuyu kapatmak istemişti bu yüzden.
"Şehit oldu," dedim, sırf yüzündeki gururlu ama buruk gülümseyişi görebilmek için. Aynı meslektendik, bu hissi çok iyi anlayacaktı.
Çenesini dikleştirdi, çerçevenin duvarda bıraktığı ize dikti gözlerini. Tam da hayal ettiğim ifade yerleşti yüzüne. "Vatan sağ olsun." dedi, başın sağ olsun demek yerine. Böylesi daha iyiydi.
"Abla ya," dedi Kerem kullanmadığım ıvır zıvırlarla dolu odadan çıkarken. Konuştuklarımızı duymamıştı. "Sen bu evi niye bıraktın? Mis gibi ev işte. Çatısı var, dört duvarı var. Harika bir yer."
Bu çocuk ev ararken nasıl manzaralara denk gelmişti de bir evin çatısı olmasını lüks olarak görüyordu acaba? "Yeni bir ekibe katıldım," dedim. "Dört erkeğin yanına taşındım."
Şaşırdılar, olaylar o kadar hızlı ilerlemişti ki benim şaşırmaya vaktim olmamıştı. "Evi beğendiyseniz kira konusunda derdiniz olmasın. Ay sonu kapıya dayanıp sizi tehdit edecek bir ev sahibi değilim.
"Ceyhun gibi ben de sana yazmaya başlayacağım şimdi abla, zorluyorsun resmen," dedi salondan çıkan Berk. Aramızda hemen hemen üç yaşlık bir fark vardı, gerekmiyordu ama bana abla demek istiyorlarsa diyebilirlerdi. Ceyhun demezdi, onun diyeceğini sanmıyordum.
"Onu ilk ben gördüm." Ceyhun omuzlarını ileriye geriye hızlı hızlı salladı ve bunu beni güldürmek için yaptığını düşündüm. "Onunla ben evleneceğim." Sonrasında benden telefon numaramı istedi ve gerekçe olarak da yeni ev sahipleri olmamı gösterdi.
Yağmur, Analizciler diyorum...
Kafamın içinden gelen uyarıyı bu defa dikkate almalıydım. Onlar evi gezmeye devam ederlerken cebimden sessizde olan telefonumu çıkardım. İlk önce Görkem'in cevapsız çağrısı düştü ekrana. Sadece bir kez aramıştı.
Ardından gruptan gelen bildirimler yağdı üst üste. Birine tıklayıp ekranı biraz yukarı kaydırdım ve mesajların bir kısmını okumaya başladım.
AJANLAR VE AJANSLAR
Görkem: 13'ü gördün mü Eylül? Hâlâ Necip Amir'in yanında mı?
Eylül: Hiçbir şey söylemeden çıktı o. El salladı bana. Senin yanına gelmiştir diye tahmin ettim.
Arda: Kayıp Balık Asya. Çok yakında. Sinemalarda. Zuhahhahpuhahhah
Görkem: Eve gelmiş olma ihtimali?
Can: Casper değilse ve duvarlardan geçme özelliği yoksa burada olamaz. Biz evdeyiz. Gelen giden olmadı.
Eylül: Kafasını dinlemek istemiştir takma. İşin bitince ararsın birlikte dönersiniz eve.
Kaya: Dönmeseniz de olur.
Arda: Ayb. Lidere öyle dinmez.
Görkem: Siz tabloları satın alanları tespit ettiniz mi?
Arda: Domdom Kurşunu açmama izin verselerdi şimdiye dek çoktan bitmiş olurdu :(
Can: Gören de iş yaptığımızı sanır sabahtan beri uğraşan tek kişi Kaya
Arda: Ben de onunla uğraşıyorum xd
Görkem: Çalışsın çalışsın aferin ona
Kaya: Hepinizden nefret ediyorum.
Ve son mesaj buydu. Eh, pek merak etmiş sayılmazlardı ama yine de parmaklarımı klavyeye yerleştirdim.
Asya: Evime kiracı buldum. Evdeyim yani şu an.
Görkem: Geliyorum kal orada
Kaya: Tam şu an evden koşarak çıksana Asya, ibneliğine.
Arda: Ayb
Ekranı kapatıp gülerek önüme döndüm. Hepsi manyaktı, en azından bu kendimi daha az yabancı hissetmeme neden oluyordu. Görkem'in küçükken bahsettiği yüzde birlik dilim buydu işte, birbirinden tuhaf bir grup insan. Necip Amir ona verdiği sözü tutmuştu.
Yeni arkadaşlarım evi oldukça beğenmişlerdi, üstelik eşyaları da onlara bırakacağımdan dolayı iki kat daha fazla mutluluk yaşıyorlardı. Onlara bu gece de burada kalabileceklerini söyledim ve teslim ettim anahtarı. Kerem ve Berk arka tarafta birbirlerine sarılıp tuhaf bir şekilde dans ediyorlarken Ceyhun hemen yanımda duruyordu. "Dört erkeğin yanına taşındım dedin ya, olur da ne bileyim, bir şeyler oldu diyelim. Yalnız değilsin bundan sonra."
Arkada dans eden ikili de bu cümleyle birlikte duraksayıp bana doğru döndüler aynı anda. "Biz buradayız, seni üzerlerse onları döveriz," dedi Kerem, ellerini kaldırıp bir boksör gibi havayı yumrukladı. Böyle artistlik yapmayı biliyordu, oysaki gözlüğünü düşürse kendisi tek başına bulamazdı nerede olduğunu.
"Sen bize kapını açtın, bizim kapımız da sana hep açık abla," dedi Berk. "Ve onları döveriz, evet, katılıyorum."
Dışarıdan gelen korna sesi, konuşmamızı bölen şey oldu. Çok geçmeden kapı çalındı; iki tık, tek tık, iki tık. Çocuklar arkamda dururlarken ben kapıya ilerledim.
Kapıyı açtığım an mavi gözleriyle buluştu gözlerim tıpkı o günkü gibi. Çıkmaz sokak, 13 Numara'daydım yeniden. Yine kapının bir adım ötesinde duruyordu. Bu defa gömleğinin üç düğmesi açık değildi ama saçları yine dağınıktı. Bana soğuk soğuk bakıp boğmaya çalışmak yerine hafifçe başını omzuna doğru eğip gülümsedi. "Dejavu."
Gülümseyerek karşılık verdim. "Bana da oldu aynısı."
"Dövemezmişiz," dedi Kerem. Bir an neyi kastettiğini anlayamadım ve omzumun üzerinden dönüp ona baktım. Baştan ayağa Görkem'i süzerken iri yapısından dolayı biraz korkmuş gibiydi. "Kusura bakma, bu adam tek başına beni hücrelerime ayırır."
Ceyhun yanımda bitiverdi yine. "Sen de mi polissin?" diye sordu, tuhaf bir ses tonuyla.
Görkem'in bakışları kısıldı, çizgiler belirdi göz çevresinde. "Evet."
"Asya'nın yanına taşındıklarından biri mi?"
"Evet."
"Hm..." Ceyhun ona kötü kötü bakmayı kesmedi. "Asya'nın yalnız olmadığını bilmeni istedim sadece."
'Etrafta birkaç insanın olması birini yalnızlıktan kurtarmaya yetmiyor ne yazık ki.'
İçimden geçirdiklerim keşke bu kadar acımasız olmasaydı.
Görkem cevap vermek yerine gözlerini iyice kısarak bir Ceyhun'u bir de arkadaki çocukları süzdü. "Neyse," dedim konuyu kestirip atmak için. "Görüşürüz gençler, iyi bakın kendinize."
Kerem ve Berk ikilisi "Sen de abla," derken Ceyhun yalnızca "Sen de," diye fısıldadı.
Yeniden 13 Numara'dan çıkıp aynı o günkü gibi Görkem'in siyah arabasına bindim yavaş adımlarla. Benden birkaç saniye sonra o da yanımdaki yerini almıştı. "Onlar kim?" diye sorarken diğer taraftan da çenesiyle emniyet kemerimi takmamı işaret etti.
Kemeri takıp düzelttiğimde, "Yeni kiracılarım," dedim. Uzatmadı, uzatmayacağını tahmin etmiştim. Görkem cevaplarımı eşelemiyordu çünkü dudaklarımdan çıkanlar ona yetiyordu her defasında. Bu huyunu sevmiştim sanırım. Durması gereken yeri biliyordu.
Bir sürelik sessizliğimizi o böldü. "Sana bir şey diyeceğim." Ses tonu biraz çekingen çıkmıştı, aklındaki şeyi söylemek ve söylememek arasındaydı. Gözlerimi ona çevirip onu dinlediğimi belirttim. "Kısıtlama veya hesap sorma olarak algılama kesinlikle. İnsanlar daralır, bunalır, uzaklaşmak ister ve uzaklaşırlar da."
Konuyu nereye getireceğini bekliyordum. Biraz dolaylı yollardan girmişti söze. "Sadece, öylece gitme." Durdu, kelimelerini tarttı. "Yalnız kalmak istediğinde yalnız kalmanı sağlarım ama lütfen bir sonraki seferde haberim olsun 13."
"Haklısın." Bunu duymayı beklemiyormuş gibi yoldan ayırdığı gözlerini saniyelik olarak bana değdirdi, ardından yeniden önüne baktı. "Beni merak edebilecek birileri olması durumuna alışamadım henüz."
"Hiç mi olmadı şimdiye dek?"
Ne münasebet? Yalı kazığı mı sanıyor bu adam beni Yağmur?
"Mete vardı." Buruk bir gülümseme esir aldı dudaklarımı. "O da fazla merak etmezdi. Ne zaman nerede olacağımı bilirdi ya da kafam estiğinde ne yaptığımı." Gözlerimi parmaklarıma indirdim, oynamaya başladım onlarla. Gereğinden fazla detay vermiştim boş bulunup. Bu olmamalıydı. Mete hakkında konuşmak istemiyordum.
"Nane şekeri?" diye sordu bir anda, konuyu yüz seksen derece döndürerek. Vitesin bir karış kadar üzerindeki eli paketi bana uzatıyordu. Paketten bir tane alıp ağzıma attım, o iki tane yuvarladı ağzına ve paketi gömleğinin cebine sıkıştırdı.
"Beni önceden tanıyor muydun?"
Soruma hazırlıksız yakalanmıştı. Kaşları çatılır gibi oldu ama çabuk toparladı. "Bir şeyler öğrenmişsin anladığım kadarıyla."
"Cevapsız bıraktın sorumu."
Kaşları havaya kalktı bu defa, sesimdeki ciddiyeti fark etmişti. "En başından beri Analizcilere katılmanın planlandığını biliyordum diyelim."
"Sen teklif ettin," dedim. "Necip Amir'i zamanının geldiğine sen ikna ettin, değil mi?"
Bu bir tahmindi, belki de tahminden fazlasıydı. İçgüdülerim de bunu söylüyordu. Yalnızca iki hafta gibi bir süre geçmişti ölümünün üzerinden. Bugünkü konuşmamız bana Necip Amir'in henüz toparlanamamış olduğumu düşündüğünü hissettirmişti. Toparlanamayacaktım, orası ayrıydı fakat bir enkazı tutup ekibin içine katma riskini Necip Amir almış olamazdı.
Görkem'in yüzünde gördüğüm o ifade bunu kanıtladı fakat ifadesinin altında şaşkınlık da gizliydi. Nereden bildiğimi sorguluyordu.
"Neden?" diye sordum.
'Neden kendi defnini bekleyen bir ölüyü tabutundan çıkarıp aldın yanına?'
"Kaybedecek hiçbir şeyin yoktu." Bana çevirdi yüzünü. "Olsun istedim."
Sadece birkaç kelime nefesimin göğüs boşluğumu tıkamasına sebep oldu. Durdum, bedenimden ayrılıp üçüncü bir gözmüşüm gibi kendimi izlediğimi hayal ettim. Gördüğüm şey neydi? Boşluk. Kocaman, derin bir boşluk. Kendi gürültüsü yüzünden etrafındaki seslere katlanamayan, karman çorman bir kadın.
Acıydı ama gerçekti, hiçbir şeyim yoktu benim. Ya bir şeylerim olsaydı? Onları da kaybedebilirdim. En son ne kalacaktı geriye?
"Anladım."
"Hep bunu yapıyorsun." Gözleri yolu takip ediyordu. "Kaçmak istediğinde anladım diyorsun ve geçiştiriyorsun konuyu."
"Canımı sıkıyorsun." O da bunu hep yapıyordu. "Analiz yeteneklerini suçlulara, ne bileyim, diğer insanlara falan sakla. Üzerimde denemen hoş değil."
"Gizlediklerini görürüm diye mi?"
"Bazen gizlediklerimi ben bile görmüyorum." Güldüm, içimden gelerek.
Kendime kördüm.
Keşke kendime sağır da olabilseydim.
"Sana ait bir dilin var." Nane şekerini kırmış olmalıydı, minik çıtırtılar doldu kulaklarıma. "Sana ait bir kapalı kutu, sana ait kapılar, sana ait duvarlar... Keşfedilmesi gereken bir kıta gibisin demiştim sana, öylesin. Henüz biraz bile ilerleyemedim oysaki. Yerimde sayıyorum hâlâ."
"Benden vize çıkmaz sana." Güldüm. "Başka topraklarda gez, etme inat."
"Edeceğim." O da güldü. "Çünkü neden biliyor musun? Bence insanların yüzde elli beşi etrafını gördüklerinden ibaret sanan materyalistlerdir, yüzde kırk dördü ise aklını kullanmayanlar. Ama kalan yüzde birlik kısmı-"
"Senin gibiler," dedim. "Bir yerlerde yaşadıklarına hep inandın, böylece kendini yalnız hissetmedin."
"Yolum onlarla denk düştüyse eğer, onları bırakmam aptallık olur 13." Parmakları direksiyonun üzerinde ritim tutuyordu. "On yıldan fazla bir süre Analizcileri bekledim ben, zamanında bol bol sabrettim ve şimdi gerekirse inat da ederim."
"Anladım."
"Yine yaptın." Dudakları yukarı doğru geniş bir kavis çizdi. "Neyse, gruptan konuşmuşlar mı bizimkiler? Tabloları alanları araştırmalarını söylemiştim en son."
"Sen adamı konuşturabildin mi?" Cebimden telefonumu çıkarıp gruba girdiğimde bana yandan bir bakış attı, biraz egoistçeydi ama istediğim cevabı almıştım. Konuşulanları sesli bir şekilde okumaya başladım Görkem'e.
AJANLAR VE AJANSLAR
Kaya: Görkem hangi delikteysen çık ve Arda'yı çıktığın deliğe tık.
Arda: Size hiper süper mükko bir haberim var. Az önce Kaya odasına girmeme izin verdi. Ekranı Görkem'in beyni kadar büyük olan televizyonundan çizgi film izliyorum.
Can: Seni başından savmak için yaptı saftiriğim.
Arda: Saftiriğin miyim gerçekten? Hem ne için yapmış olursa olsun bu benim dev ekrandan çizgi film izleyebildiğim gerçeğini değiştirmez.
"Onlar neden Kaya'ya yardım etmiyorlarmış?" diye sordu Görkem.
Asya: Siz niye Kaya'ya yardım etmiyormuşsunuz?
Kaya: O Görkem'e de ki, Kaya ayrı eve çıkmak istiyormuş. Anlaşmalı boşanma yapacakmış Analizcilerle. Tek celsede bitsinmiş, uzamasınmış bu iş. Aynen böyle de.
Yazılanları kelimesi kelimesine tekrar ettiğimde Görkem ses kaydını açmamı istedi. Açıp telefonumu ona doğru yaklaştırdım.
"Çocuklar sende kalsın, nafakanı da ödeyeceğim. Gidip bir milyarder bulursan çok mutlu olurum, söz veriyorum bastırdığın kitabı da okuyacağım o zaman."
Kaydı gönderdiğim sırada sırıtıyordum, Analizcilerin arasındaki iletişim eşi benzeri bulunmayacak cinstendi. Bence birbirlerini öldürme kapasiteleri vardı fakat bir şekilde anlaşabiliyorlardı.
"O da ses kaydı attı," dedim ekrana düşen dört saniyelik kayıttan gözlerimi ayırmadan.
Görkem gülmeye başladı. "Kulaklarını kapat, kaydı oynat."
Oynatma tuşuna bastığımda Kaya'nın oldukça içinden gelerek kurduğu belli olan o cümle doldurdu arabayı: "Hayal gücüne sokayım senin."
Arda: Zuhahhahpuhahhah
Eylül: Allah kahretmesin. Masama çay bırakan Cevdet abiyle on saniye bakıştık sizin yüzünüzden. Rezillik.
Arda: Bu akşam gelecek misin? Bir tabak da senin için ekleyeyim mi sofraya?
Eylül: Yok hayatım. Buğra gelecek bugün çıkışta size afiyet olsun.
Yok hayatım. Eylül'ün cümle içinde öylesine kullandığı bu kelimenin Arda'yı nasıl yaraladığını içimde bir yerlerde hissettim. Ben bile kalbime yumruk yemiş gibi oldum.
Can: Yanında bana yer aç, çizgi film izlemeye geliyorum.
Ekranı kapattığımda hislerim yine birbirine karışmıştı. Canımın acısı bana yetiyordu, bir de bir başkasının acısını katıyordum kendiminkine. Ne kadar az insan, o kadar az dert demekti. Belki de bundandı insanlardan uzak durma çabam.
"Yüzün düştü," dedi Görkem. Ona son yazılanları okumamıştım, yine de fark etmişti bir şeyler olduğunu. "Nane şekeri?" Bu defa cebinden çıkartmaya yeltenmeden, gülerek sormuştu.
Gülerek karşılık verdim. "Her konuyu değiştirmek istediğinde nane şekeri diyemezsin ama."
"İşe yaradığını inkâr edemezsin."
Haklıydı, edemezdim. Alışkanlık yapmaya başlamıştı bu. Sanki her an bir yerlerden Görkem çıkıp nane şekeri uzatacakmış hissiyle yaşamaya başlamak üzereydim.
"İki dakikaya geleceğim," dediğinde arabayı bir dükkanın önünde durdurmuştu. Soru sormadım, sessizce geri dönmesini bekledim fakat tekrar yanımdaki yerini aldığında elinde gördüğüm şey beklenmedikti.
Poşetin içinden çıkardığı duvar saatini kulağıma doğru tuttu. "Bak, pil taktırdım ve ses çıkartmadığına emin oldum. Bunu salona asabilir miyiz şimdi?"
Elindeki saati arka koltuğa bıraktığında ben şaşkınlıkla ona bakıyordum. En ufak detayların bile üzerinde duruyordu. Salonun duvarında olmayan saati bile düşünüp halletmişti. Benim çoktan aklımdan çıkmıştı oysa.
"Asabiliriz," diyebildim sadece.
Yolculuk bitmiş, arabayı garaja bırakmış ve eve adımımızı atmıştık. O çocuksu havasının aksine Arda gayet ciddi bir şekilde salonda oturmuş, Can'la birlikte önündeki fotoğrafların kritiğini yapıyordu. Grupta yazılan son mesajlarında birlikte çizgi film izleyecek olan bu ikili, iş başındaydı şimdi. Görkem yüzündeki gülümsemesiyle omzunu kapıya yaslayıp Arda ve Can'a baktı.
"Üzerimde göz varsa bunu hissederim Görkem," dedi Can arkası bize dönükken. "Sinsi sinsi bakma bana oradan."
Arda eğilip önündeki kağıda bir şeyler yazarken sessizdi, halbuki etrafta bağırarak dolanıp bize sataşması gerekiyordu onu tanıdığım kadarıyla.
"Kaya yukarıda mı?"
Can başını sallayarak cevap verdiğinde Görkem aldığı saati onun kucağına bıraktı ve çenesiyle duvarı işaret etti. Can yeniden başını salladı ve her neyle meşgulse onunla ilgilenmeye devam etti.
Bu sırada Görkem üzerindeki gömleği çıkarıp koltuğun kenarına bırakmıştı, boğazlı kazağıyla kalmıştı ki onu görmek bile benim terlememe sebep oluyordu. Ben de ceketimi çıkarıp gömleğinin üzerine bıraktım, birlikte hole çıkıp merdivenlere yöneldik.
"Müsait misin?" diye sordu ben son basamaktayken. İçeriden bir homurdanma yükseldi, sanırım bu Kayaca 'evet' anlamını taşıyordu. Görkem çatı katındaki masaya ilerlerken benim de peşinden gelmemi işaret etti.
"Liste tamam mıdır?"
Kaya başını aşağı ve yukarı salladı. "Eğer bu baskını yaparsak büyük bir vurguna imza atmış olacağız."
Tahmin ettiğimden çok daha fazla uyuşturucu dönüyordu anladığım kadarıyla. "Kaç kişi toplam?" diye sordu Görkem. Kaya, önündeki fotoğrafları gösterdi ona. "On sekiz. Biri Hasan Çıracı, bizim esas adamımız. Hâlâ onu ayrı tutmayı mı düşünüyorsun?"
Kaya susup Görkem'in yüz hatlarını inceledi. "O bize lazım. Bizi bir üst seviyeye taşıyacak basamak o ama senin kafanı kurcalayan bir şey var, değil mi?"
"Var."
"Ve söylemeyeceksin."
Görkem ağır ağır onayladı. "Söylemeyeceğim."
"İyi bok yiyeceksin seni geri zekâlı." Bu komik siniri, Görkem'in de benim de gülmemize sebep oldu.
"Kafamı toparlamama müsaade et, konuşuruz sonra."
Kaşlarını kaldırdı Kaya. "Ağrı kesici içmeyeceksin?"
"Sadece nane şekeri," dedi Görkem. Ardından masanın üzerinde duran fotoğrafları bir bir önüme açtı. "Hangilerini gördün, hangileri seni gördü? Tespit edebilir misin?"
"Cengiz sergiden çıkmadan önce bu kadının satışla ilgilenmesini söyledi," dedim kırmızı mini elbisesiyle kameraya takılan kişiyi işaret ederek. "Adı Selma. Yani, Cengiz ona böyle hitap etti."
"Selma Çıracı."
Kaya'nın bu ismi söylemesiyle birlikte Görkem'in gözleri yuvalarından fırlayacakmış gibi oldu. "Hay kökünü sikeyim!" Göz ucuyla bana baktı, durdu ve boğazını temizledi. "Hasan'ın nesi oluyormuş?"
"Kız kardeşi," dedi Kaya. "Ama fazlası olduğunu düşünüyorum. Bak." Bilgisayar ekranını bize doğru çevirip kamera kayıtlarını oynattı. Önce Cengiz koridora doğru ilerleyip kayboluyordu ve kısa bir süre sonra ben de onun peşine takılıyordum. Ben tam koridora girmek üzereyken Selma'nın yüzünü zoomladı Kaya. İmkânı olsa beni oracıkta öldürecekmiş gibi bakıyordu.
"Hasan'ın kardeşi Cengiz'e mi yanıkmış?" diye sordu Görkem, masaya yasladığı ellerini çekti ve bir sandalyeye oturdu. Kaydı geriye sardı, bir kez daha izledi kadının bana olan bakışlarını.
"Selma, Cengiz'e 'efendim' diye hitap ediyordu. Cengiz'in çalışanlarından biri olamaz mı?"
"İmkansız," diye yanıtladı beni. Başını ellerinin arasına aldı. "Hasan'da para çok zaten. Neden kardeşini Cengiz'in yanında çalıştırsın?"
"Cengiz, Selma'nın Hasan'ın kardeşi olduğunu biliyor muydu ki?"
Sorum cevapsız kaldı, çünkü kimse cevabı bilmiyordu. "Bizimkilere haber vereyim, siz burada bekleyin," dedi ve bize söz hakkı tanımadan koşar adımlarla merdivene yöneldi.
"Sıçtık," dedi Kaya, gözlerini üzerime dikerek.
"Ben ne olduğunu anlamadım."
Başını hafifçe iki yana salladı. "İşin içinden çıkamadı."
"O da bir insan," diye karşılık verdim.
"O Görkem," dedi bu defa. "Görkem işin içinden çıkar Asya. Öyle ya da böyle, yanlış ya da doğru, verecek bir cevabı mutlaka olur ama şu an yok. Sıfır. İşte bu yüzden yandık."
Sessiz kaldım ne diyeceğimi bilemediğimden. Görkem gideli iki dakika bile olmamıştı ki Arda ve Can'la birlikte geri döndü çatı katına. "Üçünüz karşı tarafa oturun," derken yanımdaki sandalyeye de kendi oturdu. Can, Arda ve Kaya bir bir onun karşısına dizildiler. Masanın üzerinde duran bütün fotoğrafları kenara çekip sadece kırmızı elbiseli kadınınkini bıraktı. "Selma Çıracı," dedi. "Hasan'ın kız kardeşi."
Can başıyla onayladı. "Biliyoruz, aşağıda bunu konuşuyorduk."
"Tamam," diyerek kestirip attı Görkem. "Şimdi ben olayları birbirine bağlamaya çalışırken siz üçünüz her tezimi çürüteceksiniz, anlaştık mı? Her birimizin aklına yatacak bir şey söyleyinceye kadar devam edeceğiz buna."
Münazaraya hoş geldin Yağmur.
"Peki ben?" diye sordum.
"Sen benim tarafımdasın." Başını bana çevirdi, sonra karşısındakilere dikti gözlerini. "An itibariyle avukatımsın."
Kaya, "Başla hadi," dedi gözlerini devirerek.
"Cengiz, Selma'nın Hasan'ın kardeşi olduğunu bilmiyordu."
"Geç," dedi Can eliyle hayali bir sayfayı yana kaydırıyormuş gibi yaparak. "Bilmese neden sergiden çıkmadan önce işleri Selma'ya devretsin? En azından şöyle diyeyim: Cengiz, kardeş mevzusunu bilmiyor olsa bile önceden Selma'yla tanıştıkları kesin. Bir güven ortamı oluşmuş olmalı."
"Bana bunlarla gel Can." Heyecanlanmış görünüyordu, ellerini birbirine sürttü ve ardından nane şekeri paketini pantolonunun cebinden çıkarıp ağzına bir tane şeker attı. "Selma Cengiz'e aşık. Mila, onun ardından koridora girdiğinde ona böyle bakmasının sebebi de buydu. Aralarında bir ilişki var."
"Katılmıyorum," dediğimde "Sen benim avukatımdın," diye sitem etti normal sesinden daha ince bir sesle.
Güldüm, güldü. "İlişkileri olabilir, evet," dedim. "Ama aşk değil de çıkar ilişkisidir belki. Aşık olsa eli kolu bağlı bekleyeceğini sanmıyorum. Cengiz sergiden çıktıktan sonra ben hâlâ odadaydım ve bunu biliyordu. Beni tekken yakalayabilirdi, hesap sorabilirdi veya tehdit edebilirdi. Ne bileyim, susmazdı, bir şeyler yapardı mutlaka."
"Tamam, siz susun." Zaten konuşmayan karşı taraftaki üçlüden gözlerini ayırıp sandalyesini bana çevirdi. "Teke tek kapışacağız 13."
Bu adamın ciddi sorunları var Yağmur.
"Yolla," dedim meydan okurcasına.
"Yeni teori: Hasan, Selma'yı Cengiz'in yanına yolladı ve ona güvenmesini sağladı. Cengiz'de bazı sırlar vardı belki de, Selma sadece bir piyondu. Her şey Hasan'ın başının altından çıktı."
"Bir yeri atlıyorsun." Kaşlarını havaya kaldırarak 'neymiş o' der gibi baktı suratıma. "Cengiz, Selma'ya güvendi diyelim. Rezerve edilen tabloların yani uyuşturucuların kimler tarafından alınacağını söyleyecek kadar mı güvendi? Hasan, Cengiz'i kandırmış gibi yaklaşıyorsun olaya. Ya bir oldularsa? Ya her şey zaten önceden planlıysa?"
"Onu çıldırtacaksın, kısa devre yapacak," diye mırıldandı elini çenesine yaslayıp bizi izleyen Arda.
Kaya onun aksine daha ciddi bakıyordu Görkem'e. "Birazdan çözecek," dedi. "Az kaldı, siz sessiz olun."
"Hasan kumarhane işletiyordu, ben baskına gittim. Beni gördü. Ortadan kayboldu. Bum. Burada bitiyor onun hikâyesi." Kendi kendine konuşuyormuş gibiydi. "Cengiz bildiğimiz torbacı. Onu yakalama emri almıştık, müşteri olarak gitmiştim yanına ama benden şüphelenip peşime adam taktı. Adam fotoğraflarımı çekti, onu garson olduğuma inandırdım. Tamam, bu hikâye de bu kadar."
Konuşması, masaya vurduğu parmakları kadar hızlıydı. Saniyede milyon tane fikir geçiyor gibiydi beyninden, dili ona yetişemiyordu. "Cengiz gitti, Hasan'a sordu benim fotoğramı gösterip bunu tanıyor musun diye. Hasan da kumarhane baskınını yapan adam olduğumu anlayıp diğer fotoğrafları istedi."
"Bunlar hepimizin bildiği şeyler. Daha ne kadar devam edeceksin masal anlatmaya?"
"O taktik şu an işe yaramaz Can'ım," diyerek araya girdi Arda. "Cidden zor durumda gibi duruyor, biraz daha gazlarsan alev alabilir."
"Sizi duymuyor." Kaya rahat bir tavırla arkasına yaslandı, Görkem'in sonuca varacağından emindi. Sakince onu izliyordu. Ben ise Görkem'in parmaklarına odaklanmıştım.
"Bir anda satış işi Selma'ya geçti. Uyuşturucu tezgahının başında bir saniye önce Cengiz vardı, hop, bir saniye sonrasında Selma yani dolaylı yoldan Hasan geçti başa."
Öylece konuşmaya başlayıp aklıma yeni gelen fikri dile getirsem beni duymayacaktı bu yüzden koluna dokunup yüzünü bana dönene dek bekledim. Gözleri gözlerime değdiği an, "İş, el değiştirdi," dedim. "Hasan, bir şekilde Selma'nın Cengiz'in güvenini kazanmasını sağladı. Belki de biz Cengiz'i almasak Hasan o gün Cengiz'i öldürecek ve tamamen kendi kontrolüne alacaktı tezgahı. Neticede kumarhanesini kaybetmişti, yeni bir para kapısı arıyordu ve uyuşturucu işinde dönen meblağların çok yüksek olduğunu hepimiz iyi biliyoruz."
"El değiştirmek!" Parmakları ritim tutmayı bıraktı. Bir anda elini enseme attı, yüzümü yüzüne yaklaştırdı ve dudaklarını alnıma bastırdı. "Evet ulan! Evet. Var hâlâ cevapsız sorular ama çözeceğim hepsini. Göreceksiniz."
Can, Arda, Kaya ve benim yüzümde aynı şaşkınlık asılıydı. Az önce Görkem benim alnımdan mı öpmüştü gerçekten? Halüsinasyon değildi, öyle olsa hepimiz ona far görmüş tavşan gibi bakmazdık.
Sorun şu ki Görkem hiçbir şey olmamış gibi davranıyordu. "Mavişim," dedi Arda, yavaşça. "Az önce öptüğün kişi ben, Kaya veya Can değildi. Farkında mısın?"
Kesinlikle farkında değildi. Suratına öyle bir ifade yapıştı ki, 'yer yarılsa da içine girsem' bakışı olarak tanımlardım ben bunu. Durdu, küfür etti ve daha sonra küfrettiği için kendine bir küfür daha etti. "Özür dilerim." Gözlerini masaya dikti, bana bakmadı. "Kaptırmışım, farkında değildim."
Onun için üzüldüm, gerçekten. Böyle hayat mı yaşanırdı? Transa geçmiş gibiydi az önce. 13 yaşında kendinin diğerlerinden farklı olduğunu söylerken, onu gelecekte neyin beklediğini bilecek kadar zeki bir çocuktu. Tuhaftı, manyaktı ama tüm bunların yanında Görkem dahilik belirtileri gösteriyordu. Anormal değildi, fazlasıyla zekiydi ve bunu kontrol edemiyordu.
Çevresinde gelişen olayları, insanları kontrol edebiliyordu ama zekâsına söz geçiremiyordu.
"Önemi yok," dedim düz bir sesle. "Teke tek kapışıyorduk hani? Devam etsene." Bunu söyleme amacım kendini kötü hissetmemesiydi, az önce yaptığı bilinçli bir davranış değildi ve işte bu yüzden buna takılmayacaktım.
"Cengiz mal," dedi Görkem, az önceki anı o da benim gibi yaşanmamış saymaya çalışıyordu. "Hasan zeki. Hasan senden de şüphelenmişti en başta. Hasan kilit."
Yine başladı kelimeleri yuvarlaya yuvarlaya, taramalı tüfek gibi konuşmaya.
"Kaya, kimliğini tespit ettiğin on yedi kişinin ev adreslerini bul. Dosyalarını halledelim. Uyuşturucular için eş zamanlı baskın düzenlenmesini ayarlayacağım, tablo işini ve Cengiz'i narkotiğe devrediyoruz. Bizim işimiz bundan sonra Hasan'la."
Bana baktı, düşündü, bir süre sessiz kalıp beni izledi. "Seni riske atacağım," dedi buruşturduğu yüzüyle.
"Sen kendinden başka birini riske atar mıydın ya?" diye takıldı Arda.
Can onu koluyla dürttü. "Durum ciddi, dur da anlayalım ne olduğunu."
"Baskın düzenlenip de tablolar aracılığıyla satışı gerçekleştirilen uyuşturucular polisin eline geçtiği an Hasan senden işkillenmeye başlayacak. Yani, tahmin ettiğim kadar zekiyse Mila Tokel'in orada, öylesine Cengiz'i sormadığını anlayacaktır."
"Tahmin ettiğin kadar zeki olduğunu düşünmüyorum Hasan'ın," dedi Arda.
"Sen yine de Mila Tokel için bir kimlik yarat internet üzerinden." Görkem parmaklarını yeniden masaya vurmaya başlarken gözleri Kaya'daydı. "Adının geçtiği bir iki ufak haber, eğer Hasan peşine düşerse kolayca bulabileceği birkaç sahte bilgi, bir sosyal medya hesabı..."
"Bana işimi öğretmene gerek yok."
Hiç umursamadan önündeki fotoğrafları üst üste toplayıp kenara çekti. "O gün, sergideki on sekiz alıcının on yedisinin içinde bulunduğu bir operasyon düzenlenecek. Hasan'ın kendisiyle ilgili bir mesele döndüğünü anlamamasına imkân yok. Muhtemelen önce benden şüphelenecek, sonra Mila gelecek aklına."
"Beni takip ettireceğini mi düşünüyorsun? Cengiz'in sana yaptığı gibi, belki de fotoğraflarımı çekmek için birini yollar peşime."
"Cengiz benim kimliğimi bilmiyordu, Hasan seninkini bildiğini sanıyor. Bunu tercih edeceğini sanmıyorum. Peşine birini takabilir ama bu durum kesinlikle fotoğraf çekmek gibi basit bir olay için değildir."
"Tetikte olmam gerektiğini söylüyorsun yani?"
"Tetikte olmamız gerektiğini söylüyorum." Parmaklarını tek tek çıtlatırken aklından geçenleri anlayabilmem mümkün değildi. Hatta bence günün birinde zihin okuma teknolojisi geliştirilse dahi bu Görkem'in üzerinde etkili olmazdı. Onun çarkları çok hızlı dönüyordu, makine onun hızı karşısında afallayabilirdi.
"Şimdi bizim Hasan'ı dışarıda bırakma amacımız onun sayesinde işlerin başındaki esas kişiye ulaşmak değil mi?" Can'ın sorusuna başını sallayarak cevap verdi Görkem. "Hasan da Mila'dan şüphelenecek. Peki, ya peşine birini takmasını beklemeden hamleyi biz yaparsak?"
"Ne geçiyor aklından?"
"Hasan'ın kumar oynadığını biliyoruz. Mesela, yine böyle bir gecede tesadüfe bakın ki Mila da oradaymış."
"Böylece peşine birini takmak yerine onu kendine yakın tutmayı seçecek. Ne demişler, dostunu uzak, düşmanını daha uzaktan biraz daha yakın... Düşmanını yakın ve dostunu uzak... Dostunu da düşmanını da..." Arda kaşlarını çattı. "Ne demişlerdi lan?"
"Dostunu yakın tut, düşmanını daha da yakın," dedi Kaya.
Bu fikir Görkem'in aklını kurcalamış gibiydi. "Gerçekleşebilecek olumsuzlukların sayısı olumlulardan daha çok. İstatiksel bakımdan bana uygun gelmeyen bir plan. Geliştirilebilir ama riski fazla."
Yine ne anlatıyor bu değişik?
"Birkan Balamir de tesadüf eseri o gecede bulunmalı mı?" diye sordu Kaya.
"Asya, konu senden bağımsız ve kesinlikle üstüne alınmaman gerektiğini belirteyim." Bu giriş üzerine gözlerimi Can'a çevirdim. "Psikolojik olarak, yalnız bir kadının daha hassas ve daha savunmasız olduğu düşünülür. Eğer Hasan da böyle düşünürse Asya'nın yalnız gitmesi bize daha fazla avantaj sağlayacaktır."
Susmuş, benim üzerimden plan yapmalarını bekliyordum. Ağzımı açsam ne diyebileceğim hakkında bir fikrim yoktu. Yapılan plana uyardım fakat açıkçası Görkem'in yüzündeki ifade beni biraz kuşkulandırmıştı. Diğerleri gibi değildi, bunu onaylamıyor gibiydi sanki.
"Madem Mila üzerinden açık savaş ilan edeceğiz, neden ben de gitmiyorum o kumarhaneye? Kumarhane baskınını ben yaptım, Hasan da beni arıyor zaten. Ben de savaş ilan edeyim o halde?"
Can, Arda ve Kaya dehşet içinde Görkem'e bakarlarken ilk konuşan Can oldu. "Uçuk fikirlerine alışığız tamam ama bu bok gibiydi Görkem."
"İntihar için farklı yollar da var," diye ekledi Kaya.
"Hasan beni öldür diye pankart açman oraya gitmen daha mantıklı," sözleriyle son noktayı koydu Arda.
Görkem alayla güldü. "Duygusal yaklaşan ben değilim, sizsiniz." Analizcilerin yüzünde anlamayan bir ifade belirince devam etti cümlelerine. "Beni gördü, beni arıyor. 13'ü gördü, 13'ü arayacak. Fark yok. Oraya Mila'nın bir başına gitmesini planlıyorsunuz ama konu benim tek gitmem olunca hepiniz tepki veriyorsunuz."
Karşımdaki adamların kafalarının karıştığı belliydi. Belki de farkına varmamışlardı, açıkçası Görkem bunu dile getirene kadar ben de farkında değildim. "Aynı şey değil," dedi Arda, sanki o bile inanmamıştı bu dediğine.
"Aynı şey," dedi Görkem.
Can ve Arda, bana biraz mahcup bakışlar atarlarken Kaya dikkatlice Görkem'e bakıyordu. "Benim için sorun yok," dedim, ikisinin gereksiz özür dolu bakışlarını üzerimden çekmeleri için. Özür dilenecek bir şey yoktu. Elbette ki Görkem varken onların önceliği ben olmayacaktım.
"Yemek yiyelim." Nane şekeri uzatmadığı zamanlarda acıktığını bahane ederek değiştiriyordu herhalde konuyu. "Bu mevzuyu şimdilik rafa kaldırdığımızı varsayın. Tablo operasyonu bittiğinde yeniden açılır, o zamana dek konuşulmasına gerek yok."
Diğerleri ayaklanıp merdivenlere yönelirlerken ben oturmaya devam ettim, sebebini bilmesem de Görkem de bana eşlik etti. Çatının penceresinden dışarı bakıyordu. Etrafı gördüğünü sanmıyordum çünkü daha çok aklından geçirdikleriyle boğuşuyormuş gibiydi.
"Görkem." Yönünü bana çevirip yüzüme baktı. "Ben kumar oynamayı bilmiyorum," dedim. "Hasan'ın oynayacağı yere bir başıma gitmekle ilgili hiçbir sıkıntım yok, görevim neyi gerektiriyorsa onu yapacağım ama kart oyunlarından gram anlamam."
"Oraya bir başına gitmeyeceksin." Sesi netti. "Ve merak etme, ben kart oyunlarından anlarım."
Bir delilik yapacaktı belli ki. O an buna kafa yormak istemedim çünkü acıkmıştım ve aşağıda Arda yine bağıra bağıra şarkı söylediği için ortamdaki ciddiyet, yerini gülüşlerimize bırakmıştı.
"İsmin ne, dedi. Söyleyiverdim."
"Salak Arda, salak Arda." Bu ses, Kaya'ya aitti. Arda'nın şarkılarından her ne kadar nefret ediyormuş gibi görünmeye çalışsa da ikisi bir araya geldiklerinde ortaya güzel coverlar çıkıyordu.
"Birden ben ona kalbimi verdim."
"Gerçekten iyi değil bu çocuk." diye mırıldandı Görkem, merdivenlere yönelirken. Sonra bir anda durdu, başını bana çevirerek gelip gelmediğimi kontrol etti. Yerimde oturmaya devam ettiğimi gördüğünde ise başıyla bir işaret yaptı ve ben de onun peşine takılmış oldum böylelikle.
Normalde eni duvara yaslı duran masa, ortaya çekilmiş ve duvar tarafına da iki sandalye konulmuştu. Beş kişiydik, halbuki altı tabak vardı lacivert masa örtüsünün üzerinde.
"Necip Amir mi gelecek?" diye sordum diğerleri yerine yerleştikten sonra boş kalan bir sandalyeye geçerken.
"Yok," yanıtını verdi Arda. "Belki Eylül gelir diye ayırdım."
"Gelmeyeceğim dedi ya."
Kaya'nın bu cümlesi, Arda'nın yüzündeki gülüşün solmasına sebep oldu ve kimseye çaktırmamaya çalışarak yalandan bir tebessümle gizledi hayal kırıklığını. "Belki gelir."
"Asya, yoğurt mu salça mı istersin makarnana?" Can'ın ani konu değiştirme girişimi benim de katkılarımla başarılı oldu. "İkisini birden," dedim.
"Oha ruh eşimiz!" Yeniden samimi gülüşünü takınmıştı Arda. "Analizci olmanın şartlarından biri de makarnaya hem yoğurt hem salçalı sos koymak sanırım."
"Tabii..." derken başını ağır ağır salladı Görkem. "Necip abimin olmazsa olmazıdır bu. Mesela sizden önce bir aday vardı, makarnayı sade severmiş. Kesinlikle olmaz, dedi abim. Reddetti hemen."
"Seni de reddetseydi ne olurdu acaba?" dedi Can, makarnasına kaşığını daldırdıktan sonra.
"Ego kasıyormuş gibi görünmek istemem ama..." Görkem, kolasından bir yudum aldı. "Ben olmasam Analizciler yoktu Can."
"Gerçekten mütevazılıkta sınır tanımıyorsun," dedi Kaya, dudakları gülmek ve gülmemek arasınsa sıkışıp kalmış gibiydi. Yukarı kıvrılır gibi oldu ama yeniden eski haline döndü.
"Yalan mı? Biz şu an bu masada oturmamızı, benim yıllar önce tavuk döner dükkânında ilk kez gördüğüm bir adamın masasına oturmama borçluyuz."
"Adam haklı beyler." Gözleri benimkilerle buluştuğunda cümlesini yenileme ihtiyacı hissetti Arda. "Adam haklı beyler ve Asyalar, dağılın."
Yemek faslı bitince Görkem, ben ve Kaya odalarımıza çekildik. Can ve Arda da sofra toplama vardiyalarının başına geçtiler. Üstümdeki takımı çıkarıp yerine rahat bir şeyler giydim. Salonda bıraktığım ceketimi aldım, cebinden Mete'yle olan fotoğrafımızı alıp yastığın altına koydum ve çıkardığım kıyafetlerimi de katlayıp kenara bıraktım. Hâlâ bir dolabımın olmaması işleri oldukça zora sokuyordu. Yakın zamanda hallolmasını umuyordum bu işin.
Odalara çekileli beş dakika ya olmuş ya olmamıştı ki kapım çalındı. Kaşlarımı çattım, ardındaki kişinin Görkem olmadığını biliyordum çünkü o kendine has melodisinin dışına çıkmazdı. "Girebilir miyim?"
"Gel Can," dedim biraz da şaşkınlıkla.
"Ellerim dolu, kapıyı açar mısın rica etsem?"
Elleri doluysa kapıyı ayağıyla mı çalmıştı acaba?
Bir bunu düşünmediğin kalmıştı zaten, bunu da düşün Yağmur. Belki de kafa atarak çalmıştır, iyi düşün bak.
Kendi kendime gülerek kapıyı açtığımda elinde iki kupa çay olduğunu gördüm. "Biraz vaktin varsa parka geçelim mi? Seninle bir şey konuşmak istiyorum."
Odamın bahçeye açılan kapısına ilerledim, ardından birlikte salıncakların olduğu yere yöneldik. O, hep Arda'nın oturduğu mavi salıncağa otururken ben de hemen yanındaki kırmızı olana yerleştim. Bana uzattığı bardağı avuçlarımın arasına aldığım sırada gözlerimi onun üzerinden ayırmıyordum.
"Hiç ölümü düşündün mü?"
Konuya keskin girişi kaşlarımın havalanmasına sebep olurken "Düşünmeyen var mıdır ki?" diyerek ucunu açık bıraktım sorusunun. Durup dururken neden bunu konuşuyorduk?
"Bir insanın ölmeyi istemesi çok tuhaf değil mi?" Dumanı tüten çayından bir yudum alırken açık kahve gözlerini bana çevirmiyordu. Normalde göz teması kurardı konuşurken. "Yani, çok da tuhaf sayılmaz aslında ama ne bileyim, birinin birini öldürmesini anlayabiliyorken insanın kendini öldürmeye nasıl cesaret ettiğini anlayamıyorum."
"İkisinin pek de bir farkı yok bence." Söylediğime anlam verememiş olacak ki başını bana çevirdi hafifçe. "Sonuçta, intihar da bir cinayettir."
"Başkasını öldürene katil derler Asya, kendini öldürene değil."
Salıncakta küçük hareketlerle ileri geri sallanırken çatık bir yüz ifadesiyle dinliyordum onu. "Parkta, elimizde çaylarla ölüm hakkında ettiğimiz bu derin sohbetin sebebini öğrenebilir miyim?" diye sorduğumda, dudağının kenarında küçük bir çukur belli etti kendini.
"Şu sabahki olay..." Birkaç kelimeyle beraber her şey anlam kazanmıştı. "O kişi arkadaşım sayılırdı. Fazla görüşmemiştik öncesinde, yakın da sayılmazdık ama bunu yapmasını beklemezdim. Çok uç nokta geliyor bana intihar, anlayamıyorum ve bu iyi hissettirmiyor çünkü benim işim tamamen anlamak üzerine kurulu."
"Hikâyesini bilmediğim için yorum yapamıyorum." Sıcak çaydan bir yudum da ben aldım. Onların yanındayken o kadar çok çay içiyordum ki bağımlılık gibi bir şey olmuştu artık. Eskisinden daha lezzetli geliyordu bana tadı. "Mesela Arda'nın babası da öldürmüş kendini, aşkından."
"Onu da anlamıyorum zaten," dedi Can, omuzlarını kaldırıp indirerek.
"Hiç aşık oldun mu?"
Yönelttiğim bu soru onu güldürdü. "Onu hiç hiç hiç anlamıyorum, girme o mevzuya bu yüzden."
"Tamam, o zaman şöyle sorayım. En değer verdiğin kişiyi kaybetsen nefes almaya eskisi kadar istekli olur muydun?"
"Hm..." Düşünüyordu, onun dünyaya baktığı penceresi mantığıyla çevrili olduğundan doğrudan bir cevap vermemişti. "Kayıp. Bu mu yani? Kaybedince mi ölmek isteriz?"
Kaşlarımı çattım. "Sen şu arkadaşının hikâyesini bir anlatsana bana," dedim net bir tavırla. Aklını bu kadar kurcalayanın ne olduğunu kestiremiyordum.
"Merkezde tanımadığım insan yoktur benim ama o yeni gelmişti ve bu yüzden ilgimi çekmişti. Bu arada, merkez diye bahsettiğim yer bir nevi bakımevi gibi. Kimsenin kimseye karıştığı yok, birkaç doktor var, birkaç çalışan ve bir de diğerlerinin deli veya hasta diye nitelendirdiği farklı insanlar." Durdu. "Neyse, seni sıkmak istemiyorum."
"Beni sıkmıyorsun," dediğimde gülümseyip devam etti anlatmaya.
"Hiç konuşmuyormuş, gerçekten, tek kelime bile etmemiş geldiğinden beri ki geleli beş gün falan olmuştu henüz. Sürekli dışarı çıkıyormuş, az olurmuş orada durduğu zamanlar. Genelde öğle saatleri ve geceler haricinde hep dışarıdaymış."
"Nasıl akıl hastanesi bu?" diye sorduğumda kullandığım bu tabirin Can'ı rahatsız edebileceğini düşündüm ama aldırış etmedi. "Öyle elini kolunu sallaya sallaya girip çıkabiliyor mu insanlar?"
"Bir deli oteli olarak düşünebilirsin," dedi. "Biraz da gönüllülüğe bağlı bir mekân, senin aklındakiyle alakası yok yani."
"Anladım," dedim. "Peki sen o gün onu konuşturmayı başarabildin mi?"
"Buna yeltenmedim." Çayını anlatacakları bölünmesin diye hızlı hızlı içip bitirdi ve salıncak direğinin kenarına bıraktı kupasını. "Pencerenin önü genişti, oturmaya yer vardı ve o da oraya tünemişti. İlk defa görüyormuş gibi dışarıyı izliyordu. Yanına gittim ve öylece dikildim başında. Beni fark etmemesi imkansızdı çünkü gölgem üzerine düşüyordu. Durdu, durdu ve en sonunda bana çevirdi kafasını. Bir şey söylememi bekliyordu ama söylemedim. Sonunda, hafifçe kenara kayarak benim de oturmam için yanında bana yer açtı."
"Yanına oturdun ama hiç konuşmadınız."
"Aynen öyle." Yavaşça salladı başını. "Yarım saate yakın tek kelime etmedim. Ben ona baktım, o dışarıya bakmaya çalıştı ama merakı galip geldiğinden öyle ya da böyle, hep bana döndürdü gözlerini."
Kime nasıl yaklaşılması gerektiğini çok iyi biliyordu, davranışları detaylıca analiz ediyor ve buna karşılık nasıl ilerleyebileceği hakkında bir rota çiziyordu kendine. Ben ne kadar nefret ediyorsam insanlardan, o o kadar ilgileniyordu çevresiyle.
"Tam yarım saatin sonunda ayağa kalktım, kaşlarını kaldırdı. Görüşürüz, dedim. Yanına oturduğum andan itibaren ilk kez yüz ifadem değişti ve ona gülümsedim. Durdu, baktı, başını salladı."
Kimseyle konuşmayıp herkesten uzak duran kişi, sadece yarım saatin ardından Can'la tekrar görüşmeyi kabul etmişti. Biraz hayranlık bulaşmış olabilirdi bakışlarıma.
"Normalde her gün gitmem oraya ama ertesi gün yeniden gittim. O gün de konuşmadık ve sonraki iki gün de."
Dört gün, sıfır kelime. Sabır seviyesi gerçekten yüksek biriydi Can.
"Hoş geldin, dedi bana beşinci gün."
Bir de ilk adımı o atmış. Bence Can'dan korkmalıyız Yağmur.
Küçük bir tebessüm yerleşti dudaklarıma. "Sanırım artık o kişinin hikâyesini anlatacağın kısımdayız."
"Kadın unutmuş Asya. Adını, nerede yaşadığını, kaç yaşında olduğunu... Kısacası bütün geçmişini... O günün ardından iki gün daha konuştuk ve ben yaygın amnezisi olduğu kanısına vardım. Yani, ben bir doktor olmadığımdan bu sadece bir tahmin sayılır aslında. Kafa hasarları veya psikolojik travmalar buna sebep olabiliyor. Hastalığın çeşitleri de var. Yaygın diye adlandırılan, aynı bu kadında olduğu gibi bütün geçmişi unutmayı kapsıyor."
"Tedavi oluyor muydu peki?"
"Orası, öyle bir yer değil." Nasıl bir yerdi bu merkez acaba? "Diyorum ya, otel gibi. Yakınlarını akıl hastanelerine kapamaya gönlü razı gelmeyen aileler tercih ediyor daha çok. Bir konaklama merkezi misali."
"Çok saçma sapan bir yermiş," dediğimde kaşlarını çattı ama hemen toparladı. "Sen nereden buldun burayı?"
"Kurucusu olan kişiyi tanıyorum diyelim."
"Can." Konuyu başka bir noktaya çekeceğimden çayımdan biraz içip boğazımı ıslattım. "Bugün Necip Amir'le konuştuk. Bütün Analizcilerin geçmişine değindi ama sanki özellikle seninkinden uzak duruyormuş gibi geldi bana." Tepkilerini inceledim.
Eğer rahatsız olduğunu hissetseydim devam etmezdim konuşmaya ama onun yüzünde herhangi bir değişiklik olmadı. "Yaralarını deşmek gibi bir niyetim yok. Tam şu an konuyu kapatırsan bir daha hiç ağzımı açmayacağıma emin olabilirsin."
"Benim hikâyemde öyle büyük dramlar yok aslında." Buruk bir şekilde güldü. "Yetimhanede büyümedim, babamın intiharını görmedim ya da ne bileyim, annem polis olursam onunla bir daha asla iletişime geçmemem gerektiğini söyleyip bana para teklif etmedi."
Son hikâye kime aitti?
'Eylül olduğunu anladın da kabul etmek mi istemiyorsun ki acaba Asya?'
"Ama ben de onlarla görüşmüyorum kendi ayaklarımın üzerinde durabildiğim ilk andan beri." Sustu, nereden başlayacağını bilemediğini hissettim. Herkesi anlayan Can, kendisini anlatma konusunda güçlük çekiyordu. "Biraz korkunç bir çocuk olduğumu kabul ediyorum ama ailemin beni de o akıl hastanesi denilen yerlere kapatmak için ellerinden geleni yapmalarını aşamıyorum."
"Korkunç derken?"
İç çekti. O iç çekiş, kelimelerinden daha fazla şey anlattı bana. O küçük duraksama, denizin dibine dalmış bir adamın su yüzeyine çıktığı anda aldığı ilk nefes gibiydi. "Suça ve suçlulara fazla meraklıydım. Bir çocuk için aşırı bir meraktı bu. Tonlarca film, dizi ve kitap bitirdim suç işleyen insanları anlamak için. Çok ilgi çekici geliyordu."
Geçmişleri Necip Amir'den dinlemek daha kolaydı sanki. Can'ın hikâyesini bizzat onun ağzından dinlerken fark ettim bunu. Geçmişi anlatıyordu, evet ama gözlerinde o anları tekrar yaşayan bir çocuk vardı. Jest ve mimiklerini kullanıyordu konuşurken ama ben sadece gözlerine odaklanmıştım çünkü acı çektiğini görmüştüm orada.
"Psikopat sıfatı üzerime ilk yapıştığında küçük bir çocuktum. Annem ve babam benim birilerini yaralamamdan korkacak dereceye gelmişlerdi. Bunu bekliyorlardı, sürekli beni takip ediyorlardı. Bir kedimiz vardı mesela. Onu benim yanıma yaklaştırmıyorlardı ona zarar vereceğimi düşündükleri için."
Arda yanında yokken Can fazlaca içine kapanık gelmişti gözüme. Anladığım kadarıyla küçükken de öyleydi. Ailesi onun yardıma ihtiyacı olduğunu düşünmüştü, Can'ın içindeki insan psikolojisinin kitabını yazabilecek potansiyeli göremediklerinden.
Onlara tamamen haksız da diyemiyordum. Küçük bir çocuğun katillere ve suçlulara kafayı takması normal bir durum sayılmazdı. Annesi ve babası da kendince doğru olanı yapmaya çalışmıştı belki de çocukları için fakat onu bir akıl hastanesine kapatmaya çalışmaları asla affedilebilecek bir şey değildi.
"Beni hastaneye kapatamayınca bir psikologla görüştürme kararı aldılar. Bu süreçte televizyon izlemem yasaklandı. Kitaplarımın hepsini aldılar elimden, hatta bir ara dışarı çıkmama bile izin vermediler kütüphaneye giderim diye."
İyi ki dram yok demişti, hayır bir de olsaydı neler yaşardı bu çocuk acaba Yağmur? diyerek benim söyleyemediklerimi dile getirdi Mete.
"Çağdaş Hoca'yla böyle tanıştık. Merkezin de kurucusu odur aynı zamanda."
Anladım ki Görkem için Necip Amir neyse Can için de Çağdaş Hoca oydu.
"Benim merakımın suça olmadığını, suçlu psikolojisine olduğunu o fark etti. Sonrasında pek de bir şey yok aslında. Bana kalsa psikoloji okurdum ama o inatla polis olmam konusunda beni yönlendirdi ve şimdi de buradayım. Saha görevlerinde hiçbir işe yaramayan, doğru düzgün silah kullanamayan ama sorgular ve iletişim konusundaki namı dilden dile yayılan Can Günay'ım işte."
"Herkes her şeyde başarılı olmak zorunda değil ki," dedim sustuğunda. "Senin eksik taraflarını kapatacak bir ekibin içindesin. Aynı şekilde, sen de onların eksiklerini kapatıyorsun."
"Görkem bendeki en büyük eksiğin cesaret olduğunu söylemişti bir keresinde." Güldü. "Ve eğer cesaretim olsa azılı bir katil olup ona kök söktüreceğimi de söylemişti."
"Peki sence haklı mıydı söylediklerinde?"
Başını salladı. "O hep haklıdır." Gözlerindeki acılı ifade yerini saygıya bırakmıştı. Aralarında en fazla bir ya da iki yaş olmalıydı ama abisinden bahsediyormuş gibiydi. "Ben anlattım, ya sen ne zaman bahsedeceksin yaralarından?"
Sorusu beni dumura uğratmıştı. Salıncağın zincirlerinde emaneten duran ellerimi kucağımda birleştirdim ve gözlerimi onun üzerinden çekip parmaklarıma indirdim. "Aynı şey değil," dediğimde sesim elimde olmadan sertleşmişti. "Sen üzerinden yıllar geçmiş bir şeyi anlatıyorsun. Benim yaram yeni. Kabuk bile bağlamadı daha."
Ellerini teslim oluyormuş gibi havaya kaldırdı. "Teklif var ısrar yok." Direğin kenarına bıraktığı bardağını aldığında konuşmamızın burada bittiğini anladım. Tam kalkacaktım ki onun telefonuna gelen bildirim sesiyle ikimiz de duraksadık.
"Mesaj Arda'dan," diye bir açıklamada bulundu bana. Halbuki bunu yapmasını gerektiren bir durum yoktu. "Lanet kıçımı onun mavi salıncağından kaldırmamı ve hemen salona gitmemiz gerektiğini söylemiş. Mısır patlatmış bize çünkü."
Gülerek kalktım yerimden. Can adımlarını bana yetişmek için hızlandırdı ve birlikte benim kaldığım odanın kapısından giriş yaptık eve. Salona geçtiğimizde Arda üçlüye yayılmış, ayaklarını Kaya'nın üzerine uzatmıştı fakat işin garibi Kaya bunu umursamıyor, telefonuyla ilgileniyordu. Görkem teklide oturuyordu, kucağında büyükçe bir tabak vardı ve hızlı hızlı mısır yiyordu duvara bakarak. Saçları da nemliydi, biz dışarıda konuşurken duş almış olmalıydı.
"Film mi izleyeceğiz?" diye soran Can kendini üçlüye bırakınca bana da Görkem'in yanındaki tekli koltuk kalmış oldu.
"Görkem'in başı ağrıyormuş, o yüzden sessiz sessiz oturuyorum ya zaten," dedi Arda. "Masaj yapmayı bile teklif ettim ama kabul etmedi. Hünerli parmaklarım anında ağrılarını silerdi oysa."
"İyiyim ya," dedi Görkem, gözlerini duvardan çekip onlara çevirdi. "Sorun yok."
Can'ın yüz ifadesi adeta 'sen onu benim külahıma anlat' diye bağırıyordu. Kaya sessizdi, parmakları arada bir klavyeye değiyordu biz ilk içeri girdiğimizde ama şimdi telefonunu kapatmış Görkem'e bakıyordu.
Elimi Görkem'in kucağındaki mısır tabağına daldırdım ve avucumu doldurunca geri çekildim. "Yalanın batsın."
Başını çevirdiğinde irislerinin çevresindeki yorgunluk belirtilerini gördüm. Hafif bir kızarıklık bulaşmıştı gözlerinin akına. Bana bakıp güldü. "Yalan sayılmaz," dedi. Ardından kucağında tuttuğu tabağı sol bacağının üzerine çekti daha rahat yetişebilmem için. "Sonuçta sorun yok."
Masanın üzerindeki telefonun sesi böldü bu anı. "Şom!" diye haykırdı Arda. Çalan telefon Görkem'indi. "Seni şom ağızlı, al sana sorun!" Ayağıyla Kaya'yı dürtükledi ona destek olması için. "Açmayalım," dedi yalvarır gibi bir sesle. "Hissettim ben, yedinci hissim kuvvetlidir benim."
"Altıncı his derler ona," dedi Kaya, Arda'nın ayak bileğini sıkıca kavrayıp kendisini rahatsız etmesini engellerken.
"Arayan kim?" diye sordu Görkem. Telefon Can'a yakındı, bu sebeple o aldı eline ve ekrana dikti gözlerini.
"Kafe Ozi yazıyor."
Telefon inatla çalmaya devam ediyordu. "Ellerim yağlı," dedi. "Sen açıp hoparlöre alsana."
"Ozi kim la?" Arda, Görkem'e bakıyordu bir cevap vermesi için ama Görkem bunun yerine ona sessiz olmasını işaret edip Can'ı bekledi.
"Gökhan abi, gece gece rahatsız ettim kusura bakma."
Gökhan? Görkem'in kimliklerinden biri olmalıydı. Peki kafe neyin nesiydi?
Çok geçmeden bir ışık yandı kafamın içinde. Görkem, Cengiz'in peşine adam taktığını fark ettiğinde her sabah kafeye gidip orada çalıştığını söylemişti. Bu arayan kişi de oranın çalışanı olabilirdi belki.
"Hayırdır Ozan?" diye sorduğunda sesi ciddiydi, mısır tabağını masanın üzerine bırakıp telefona doğru eğilmişti hafifçe. "Bir sıkıntı mı var?"
"Abi, ben kapatacaktım kafeyi. Dükkânın önünü toparlıyordum. Bizim dışarıdaki saksıların arasında karton bir zarf buldum da, sana haber vermem gerekir diye düşündüm."
Kaşlarını çattı Görkem. "Ne zarfıymış bu?"
"Bir fotoğraf çıktı abi içinden. Sen varsın, bir de yanında biri daha. Ne olduğuna anlam veremedim. Hemen arayayım dedim seni."
"Neredesin?" diye sordu. Sakin görünüyordu ama bunun bir maske olduğunu düşündüm. "Ozan, sakın gerilme tamam mı? Etrafında kimse var mı bir bak bakayım."
"Ne oluyor abi?" Korkusunu hissedebilmem için yüzünü görmeye gerek yoktu, sesi net bir şekilde ele veriyordu.
Arda yattığı yerden hızlıca doğrulmuş, dikkatlice Görkem'e bakıyordu. Görkem ise ortamda hiçbirimiz yokmuşuz gibiydi. Telefon ekranına bakarken gözünü kırpmıyordu ve hatta zorunda olmasa nefes bile almayacaktı. "Sorun yok." Cümlesini o kadar sakince kurmuştu ki ben bile inanacaktım neredeyse. "Sen kafeyi kapattın mı koçum? Bindin mi arabana?"
"Bindim." Korkusu biraz azalmış gibiydi ya da kendini kontrol edebilmeyi başarmıştı adam. "Motoru çalıştırmadım, seni aradım işte."
"Çalıştır," dedi Görkem, hâlâ sakindi. "Ben çok film izledim bu aralar, ondan kendimi aksiyon sahnesinde sandım birden." Güldü. "İşinden yeni ayrılmış bir garsonun peşine mafya düşecek değil ya! Kendimi nimetten saydım oğlum. Daha az film izlemeliyim bundan sonra."
Telefonun öbür ucundan bir motor sesi geldi önce, ardından gülmeye başladı Ozan. "İlahi abi, beni de gerdin burada durduk yere."
"Sen yine de bak etrafına şöyle bir," derken gülmeyi bırakmamıştı Görkem. "Belki de benim beynimi yemek üzere dünyayı zombiler basmıştır, bilemeyiz."
"Yok abi vallahi, şansına küs. Bomboş her yer. Ben de anayola çıktım zaten."
Kurduğu saçma sapan bir cümleyle Ozan'a etrafını kontrol ettirmişti ve onun ruhu bile duymamıştı bunu. Ne düşünsem bilemedim. Parkta Can'a baktığım sırada gözlerime bulaşan hayranlık, bu defa Görkem için filizlenmişti içimde.
"Sen müsait olunca bu fotoğrafı atıver bana," dedi Görkem. "Bir de evine varınca haber et. Aklım kalmasın."
"Sahi, peşinde mafya yoksa bu fotoğrafı kim bırakmış ki bizim kafeye?" diye sordu Ozan, haklı olarak. "Objektife bakmıyorsunuz sen ve yanındaki kişi. Gizlice çekilmiş gibi duruyor."
"Belki takıntılı eski manitamdır." Ozan'ın ciddiyetinin aksine kendisi sırıttı. "Ya da belki isimsiz bir hayranım... Biliyorsun, gayet yakışıklı ve aynı zamanda karizmatik bir adamım."
"Bilmez miyim..." Kuşku barındıran sesi yok olmuştu. "Tamamdır, ben sana atayım fotoğrafı. Eve geçince de haber ederim."
"Bir ara uğrarım kafeye. Bir çay ısmarlarsın artık." Elbette uğrayacaktı çünkü zarfı incelemek istiyordu.
"Ayıpsın," dedi Ozan. "Çay senin köpeğin olsun. Haydi iyi geceler abim, beklerim mutlaka."
"İyi geceler Ozi," dedi Görkem ve arama sonlanır sonlanmaz sırıtışı soldu. Dudakları gerildi. Parmaklarını masaya vurmaya başladı karşı taraftan gelecek olan fotoğrafı beklerken. Kimse çıt çıkartmıyordu ve bu biraz gerilmeme sebep olmuştu.
Sol elini sertçe ıslak saçlarına geçirdi. Dizini sallamaya başladı, gözü sürekli saat ve telefon arasında gidip geliyordu. Beklediği bildirim sesi duyulduğunda sadece o değil hepimiz öne atılmıştık gelen fotoğrafı görebilmek için.
Fotoğraftaki diğer adam, Can'dı. O direksiyonun başındaydı, Görkem yan koltukta telefonla konuşuyordu. Trafik ışıklarında beklerlerken girmişlerdi kadraja.
"Cengiz içeride," dedi Arda dehşetle. Ağzı bir karış açılmıştı. "Fotoğrafların hepsini aldık." Kaya'ya baktı. "Aldık değil mi Kaya?"
"Almamışız demek ki." Mırıldanır gibi çıkmıştı sesi. Neler döndüğünü düşünemiyordu çünkü odaklanabildiği tek şey Görkem'in nasıl hissettiğiydi.
Görkem'in omuzları çökmüş, özür dolu gözlerini Can'a çevirmişti. Elini yeniden saçlarının arasına daldırıp onları sinirle dağıttı. Kendinden nefret ediyor gibiydi, Can'a uzun süre bakamamıştı bile.
"Hasan mı sence?" diye sordu Can. Ona bakmasını istiyordu ama Görkem gözlerini yere dikmişti. Ensesini ovalıyordu. Onun peşine takılan bir adam yüzünden Can'ın da başını yaktığını düşünüyordu. Dolaylı yoldan kendine yıkıyordu suçu.
"Emin değilim," derken sesi acı çekiyormuş gibi çıktı ve yüzünü buruşturdu. Başının ağrısından yüz kasları da nasibini almıştı. "Belli ki birileri kafayı fena halde bize takmış."
•⚓•
Kaosss...
Huzurumuz bozulmasın mı biraz? Ortalık karışmasın mı yavaş yavaş? Çalmasın mı sirenler ve çoğalmasın mı silsileler?
Bozulsun, karışsın, çalsın, çoğalsın.
Ehehehehh
Henüz ısınma turundayız, bunu da unutmayalım :)
O zamaaan kendinize çok çok iyi bakmayı da unutmayın. Sizi seviyorum. Bir aksilik olmazsa önümüzdeki ayın on üçünde görüşmek üzereee.
Hoçça galın gidiyom ben.
🔵🤝🔵
Yorumlar
Yorum Gönder