40. "Yıldızlara Erişmek"
Bölüm Şarkıları:
Metro Boomin & Swae Lee & Lil Wayne & Offset, Annihilate
Ariana Grande & The Weeknd, Love Me Harder
Isabel LaRosa, Favorite
Sufle & Teoman, Nasıl Güzel
Madrigal, Sen Ya Da Hiç
️🖱️
Sıfır noktasını aştın,
Doğdun küllerinden.
Miladınla tanıştın,
Betermiş kıyametinden.
•⚓•
"Milat," demişti Can, saatler saatler önce. "Vega gibi bir kadına yakışan bir isimmiş."
Kaya hiç durmadan, gözünü bile kırpmadan aklına gelen her yolu deneyerek bir şeyler daha bulabilmeye uğraşıyordu. Biraz tek başına kalması gerektiğini söylediğinde odasına gitmişti. Bu yüzden Güneş yeni doğarken Can'ın kurduğu cümleyi duyan tek kişi bendim.
Vega gibi bir kadın.
Can'ın hayatında gördüğü en etkileyici kadın.
Sherlock Holmes için Irene Adler ne ise Can Günay için Milat Kaman da oydu.
Elini çenesine yaslamış, Kaya'nın onun hakkında ulaşabildiği bilgilere yüzüncü kez göz gezdirmeye dalmıştı. Ben de Kaya'nın bana anlattıkları dışında hiçbir şey bilmediğim Fransız hackerla olan iletişimime geri dönmeye çalışıyordum. En son bana biraz beklememi söylemişti. Güzel bir sürprizi varmış. Kaya ondan bir şey istemiş, ikisi biraz eğlenelim demişler ve Fransız bunu gerçekleştirmek için çabalıyormuş.
"Can," dedim bu boşluğu fırsat bilerek. "Her şey bittiğinde onun ellerine kelepçeyi takabilecek misin?"
Başını aniden bana doğru kaldırdığında duymayı beklemediği soru onu afallattı. Gözlerini kırpıştırdı ve ondan beklenmeyecek bir reflekste bulunup başını kapıya doğru çevirdi. Beni başka birisi duydu mu diye korkmuştu. Kimseyle konuşmak istediği bir mesele değildi bu. Aldığı tepkiler ve yüzüne yediği yumruk, onun dilini sonsuza kadar kilitlemek üzereydi fakat ben buna izin vermeyecektim çünkü biliyordum ki konuşulmayan her his, bastırıldıkça çoğalırdı.
"Sen de mi?" Kimse ona güvenmiyormuş gibi hissediyordu. Nasıl ki bir dönem hepsi Görkem'in hatasının ben olduğumu düşünüyorsa aynı senaryo bu kez Can için yaşanıyordu.
"Ben gerçekten seninle konuşmak istiyorum. Senden sır almakta bir sakınca görmüyorum."
Kullandığım tabir onu rahatlatıp güldürdü. "Görkem misin sen?"
Ben de güldüm. Ellerimi birbirine kenetledim ve yönümü tamamen ona çevirdim. "Her şey sona erdiğinde," dedim bu bana hiç mümkün görünmese de. "Vega'yı da yakalamamız gerektiğinin farkındasın, değil mi? Bize ne kadar yardım ederse etsin bu onun cezadan sıyrılmasına sebep olamaz."
"Olacakları birlikte göreceğiz." Verdiği kaçamak cevapla kaşlarım havaya kalktığında şüphelerimi gidermek ister gibi, "Ne olacağını bilemeyiz Asya," dedi. "İleriye yönelik büyük hedeflerden önce her küçük adımı planlamaya odaklanmalıyız. Bak elimdeki bu listedeki çocukların sayısına. İğrenç oyunlarda bir araya gelip yalnızlığını gidermeye çalışan, hayatın oraya buraya savurduğu gençler bunlar. Her birinin potansiyel kurban olduğunu bilerek yazıyorum adlarını. Herkesi kurtaramayacağımla yüzleşmek kolay değil. Beni bu duruma sokan en başında Vega'ydı. En sonunda kimin hangi konumda olacağını bilemeyiz."
"Kazanan biz olacağız."
Alayla güldü Can. "Önce kendi söylediğine inanmayı öğren." O kadar çabuk yakalıyordu ki yalanları gerçekten bir dedektör gibiydi. Yere gelince insanın yüzüne vurmaktan da çekinmiyordu.
"Seninle de konuşmaya gelmiyor," dedim somurtarak. "Sonra bana niye böylesin diyorsun. Al işte, iki güzel söz söyleyip içimi ısıtsan ölür müsün? Kazanacağız tabii, tacı da sana takacağım üstün başarılarından ötürü güzeller güzeli Asya'm benim demek bu kadar mı zor?"
Can gözlerini kırpıştırıp tepkimi anlamlandırmaya çalışırken kollarımı göğsümde bağlayıp başımı duvara doğru çevirdim. Düz bir sesle, robotik bir tekrar şeklinde "Güzeller güzeli Asya'm benim," dediğinde dudaklarım yukarı kıvrıldı. Benimle dalga geçiyordu. "Kazanacağız tabii," dedi fakat benim aksime, yalan söylüyorsa da bu anlaşılmıyordu. "Ayağına taş değmesin diye her belayı tekmeleyeceğim ben. Taç da alırız bir tane sana. Kraliçemiz çok yaşa!"
Sırtımın arkasındaki minderi alıp kafasına attığımda çat diye suratına çarptı. Görkem bunu görseydi gerçekten Can'ı refleks testlerine boğardı. Can gülerek kucağına düşen minderi bana geri fırlatırken Fransız hackerden gelen mesaj dikkatimi dağıttı. Benden renk tonu seçmemi istiyordu. Seçenekler soluk gri, parlak gümüş ve kömür karasıydı.
Bu hackerlerin iç dünyasını giderek daha fazla merak ediyordum.
Saatler birbiri ardına ilerlerken Görkem'i ne kadar özlediğimi fark etmek beni bozguna uğrattı. Birkaç saattir yoktu, bir gün bile olmamıştı ama yaşadığımız yer o içinde olmadığında öyle eksikti ki adına ev diyesim bile gelmiyordu.
Arda Can'ı aradığında ikisi kısa bir telefon görüşmesi yaptılar. Can, sorgular konusunda Arda'yı yönlendirdi. Kimin üzerine ne kadar gitmesi gerektiğini kısaca özetledi ve ardından kendi işine geri döndü. Bir süre sonra Kaya da aramıza katıldığında yüzünde oldukça keyifli bir sırıtış vardı. İfadesi bana yeni aldığı bir oyuncağı hevesle herkese göstermek isteyen bir çocuğu andırmıştı.
"Can," dedi içeri girer girmez. "Üç dakika içinde Lir ekranın kapanacak ve hesabına yeniden girmen gerekecek."
"Ne yaptın da böyle sırıtıyorsun?" diye sordu Can, neredeyse korku dolu bir halde. "Bak, hiç hayra alamet değil bu yüz ifadesi. Korku filmi gibisin şu an."
Dişlerinin neredeyse tamamını görebiliyordum. Kaya gerçekten onda fazla sık rastlamadığımız türden bir sırıtışla gelip yanımıza oturduğunda ellerini birbirine sürttü heyecanla. "Sürprizi bozamam ama yaptık bir şeyler."
"Fransızla mı?"
Başını aşağı yukarı salladı. "Arda'yı görüntülü arasana sen de," dedi bana dönüp. "Bu ana tanık olmazsa başımın etini yer. O da ilk görenlerden olsun."
"Ne oluyor?" Soru sorup duruyordum ama bir yandan da bana ne derse onu yapıyordum. Çoktan Arda'yı görüntülü aramaya başlamıştım. Cevaplamasını beklerken "Ya Görkem?" dedim. "Onu da sen arasana. Ne göstereceksen o da görmesin mi?"
"Yok." Kollarını göğsünde bağlayıp arkasına yaslandı. "Ona döndüğü zaman gösteririz. Şimdi kafasını toparlayana kadar rahatsız edilmek istemez."
Başımı aşağı yukarı salladım. Karakolun önündeki sokakta sigara molasına çıkmış olan Arda, yüzünde küçük bir gülümsemeyle birlikte sigarasını tuttuğu elini kaldırıp bana salladı. "Özledin mi kız beni?" dedi sıcacık bir sesle. "Bensiz çekilmiyor değil mi o ev? Haklısın tabii."
"Ay dur dur," dedim telaşla açıklamaya geçerek. "Kaya bize bir şey gösterecekmiş. Sen de gör istiyor. Çeviriyorum şimdi ekranı."
"Hayrolsun?"
"Hayır hayır." Hali ve tavırlarında üstünlük duygusu baskındı. Dünyaya hükmedebilirmiş gibi göğsünde bağladığı kolları ve geriye verdiği sırtıyla masanın üzerinde açık olan bilgisayara dikti gözlerini. "Can, yeniden oturum aç," dedi. "Arda, sen de ondan geriye doğru say hadi." En son gözleri yine bana döndü. "Sen sadece keyfini çıkar."
Arda 10'dan geriye doğru yavaş yavaş sayarken Can, kutucuğu doldurmaya başladı ve ben de arkama yaslanıp yalnızca bekledim.
Lir'in yıldızlı ara yüz ekranı açıldığında hiçbir şey olmadı.
"Ee?"
"Canlı sohbetin aktığı ekrana tıkla, Can."
Tek bir tuş, ortamdaki bütün havayı değiştirdi.
Canlı sohbet ekranının olması gereken yerde parlak gümüş rengi demir bir kazığın üzerine oturan Hermes vardı.
Bu shopun altındaysa tek bir cümle:
"Benimle alay etmeye kalkıyorsan, seni rezil etmeyeceğimden emin ol."
Can, resmin üzerine tıkladı. Oturan bedenin üzerine shoplanan Hermes'in Nova'daki bir görüntüsünün yüz ifadesi değişti. Ne zaman yaşandığını hatırlıyordum. Hermes, Görkem'i kızdırmak için bana öpücük atıyordu. Şimdiyse bunu demir bir çubuğun üzerinde yapıyordu. Resmin üzerine her tıklandığında dudakları bir büzülüyor, bir düzeliyordu.
Arda bütün sokağı inletecek kadar yüksek bir sesle kahkaha atmaya başladığında elini sıkıca ağzına bastırdı.
"Yani," dedi Can şok içinde. "Sen şimdi... Şimdi sen, sohbeti tamamen durdurdun mu? Yani şimdi buraya basan herkes-"
"Kazığa oturttuğum Hermes'i görecek." Kaya gülümsedi. "Bitmedi, toplam altı kez tıkladığında turuncu bir yazı belirecek."
Görkem, ben, Kaya, Can, Arda ve Eylül. Her birimiz için birer tıklamaydı ve yazının turuncu olma sebebi saçlarımdı. Kaya her ne yaparsa yapsın bizi içine dahil etmenin bir yolunu buluyordu.
Can büyük bir merakla arka arkaya fareye tıklarken ben kocaman açtığım gözlerimle bir bilgisayara bir Kaya'ya bakıyor, daha ne yapmış olabileceğini düşünüyordum.
"Bu sadece fragman." yazısı ekranda yanıp sönmeye başlarken ekranın sol köşesinde bir G harfi animasyonu belirdi. Harf demir çubuğa varana dek kayarak ilerledi ve çarptığında parlak gümüş renkli demir çubuk yana doğru devrildi.
Doksan derecelik açıyla çubuğun üzerine yan bir şekilde oturtulmuş Hermes, lacivert renkli G harfinin demir çubuğa çarpmasıyla birlikte dizlerinin üzerine çökmüş oldu.
Altta bu sadece fragman yazısı yanıp sönmeye devam ediyordu. Ardından bu kısa animasyon baştan başlıyordu.
"Kaya," dedim koca bir kahkahanın ardından. "Sen harika birisin."
"Biraz yardım gerekti." Tavrı hiç de mütevazı değildi. "Ama çıkan sonuçtan oldukça memnunum."
"Harikaya," dedi Arda. "Bu ismi koyma fikrini ortaya attığımda buralara geleceğimizi düşünmemiştim. Hayal gücün beni çok fena büyüledi. Duvara yaslanmamış olsaydım muhtemelen bayılırdım şu şaheserin güzelliğine."
Can hâlâ yaşadığı şokun içinden çıkamıyordu. "Onun sitesinde ona bunu yaptın." Dili tutulmuş gibi zar zor bir araya getirdi kelimeleri. Sorgulamadan, anlamaya çalışarak devam etti kendi kendine konuşur bir tonla. "İsteseydin siteyi kökünden silebilirdin hatta bunu istediğini söylemiştin ama şimdi sen onu küçük düşürmeyi seçtin. Neden?"
"Öyle uygun gördüm."
Gözlerini kocaman açıp Kaya'ya bakarken bana abisine hayranlık besleyen bir çocuğu anımsatmıştı.
Kaya küçük bir tebessümün ardından açıklamaya girişti. "Siteyi kapatırsam, elimizdeki tüm isimleri kaybederdik. Sen söyledin ya bunu bana. Oyunlardaki sohbetleri ve senin Vega'yla olan iletişim kanalını... Hepsini. Üstelik gerçekten üst düzey düşünülmüş her şey. Sohbeti kısa bir süreliğine bloke edebilirim çünkü Hermes bunu düzeltmenin yolunu bulacaktır ama düzelttiğinde başka bir hamleyle karşılık veririm. Onu önümde dizlerinin üzerine çöktürdüğüm gün gelene dek, her türlü yoldan itibarını zedeleyeceğim ve günü geldiğinde karşımda öyle küçük düşmüş olacak ki, onu öldürmesi için dönüp Görkem'e yalvaracak."
"Sen..." diyebildim o an sadece. Başka hiçbir sözcük dökülemedi dudaklarımdan.
"Ben," dedi Kaya buz gibi bir sesle. "Görkem'in sırtındaki her bir yanığın bedelini ona sike sike ödeteceğim." Gergin omuzları ve birbirine kenetlediği elleriyle karşımda dünyanın en kararlı adamı duruyordu. "Bizimle uğraştığı her saniye için onu hepimizden af dileyecek hale getirmeden durmayacağım."
"Çok güveniyorum sana," dedi Can bir anda. "Ona erişmemizin asla kolay olmayacağının farkındayım ama piramidi alt üst edebileceğimize olan inancım, hiç şu anki kadar çok olmamıştı."
"Yapacağız Can." Kaya'nın gözünü resmen kan bürümüştü. "O gün geldiğinde biz altı kişi yan yana dizilecek ve ateşe verdiğimiz krallığın küllerine bakacağız. Çok büyük bir hiyerarşik örgüt düzeni diyorlar, sikerim öyle düzeni ben. Bu devletin askeri var, polisi var. Kimse eline silah alıp buraların sahibi ilan edemez kendini."
"Ve," dedi Arda büyük bir gururla. "Kimse ailene el süremez senin."
Yeşil gözler koca bir karanlığı yutmuş gibiydi. "Kimse," dedi iç ürpertecek türden bir sesle. "Bunu göze aldıysa cezasını kesene kadar durmam. Hepsini ipe dizecek, tüfeği Görkem'in eline vereceğim. Ne olursa olsun, başımıza ne gelirse gelsin onlarla bağı olan bir kişi bile bırakmayacağız dışarıda. Söz mü?"
"Söz ulan," dedi oldukça gaza gelmiş olan Arda hızlıca.
"Bizi sağdan soldan rastgele toplamadılar," diye devam etti Kaya, özellikle Can'a bakarak. "Hepimiz yeteneklerimiz sayesinde geldik bir araya. Hafife alınıyorsak öyle olmadığımızı gösteririz. Bize bir oyun oynanıyorsa o oyunu bozmasını biliriz. Dağılırsak toparlanırız, kül olduysak yeniden doğarız. İnanmayan varsa gemiye binmesin amına koyayım. Beni anlıyor musunuz? Ne olursa olsun, bir yolunu bulacağız."
Böyle bir motivasyon konuşmasına ne kadar ihtiyacım olduğunu şimdiye dek bilmiyordum. Bir süredir liderimiz yol gösteremeyecek durumdaydı, en çok da bu yüzden dağılmıştık ve Kaya hepimizi kendine getirme görevini sırtlanan isim olmuştu.
"Elime bayrak alıp cephede savaşasım geldi." Can'ın sesi coşkuluydu. "Bu nasıl bir konuşmadır böyle. Sana bundan sonra üstadım diye sesleneceğim."
Arda'ya ait olmasını beklediğim cümleleri ondan duymak, hepimizin birbirimize nasıl bağlı olduğumuzun kanıtıydı aslında. Birlikteydik, birdik. Diğer tarafta bir milyon kişi de olsa omuz omuza sonuna dek savaşacaktık.
"Ya altı kişi yan yana duramazsak?" dedi daha önce en güvendiği insanı kaybetmiş sessiz yanım. "Ya bizden birine bir şey olursa çıktığımız bu yolda? Daha önce ettiğim bir intikam yemini her şeyimi aldı benden." Ona büyük bir ihtiyaçla baktığımda gözlerindeki ifadenin sesimi duyduğu an yumuşadığını fark etmiştim. "Kaya," dedim adına tutunur gibi. Ben hep Mete'nin adına tutunurdum. "Size çok güveniyorum. Söylediklerine çok inanıyorum ama-"
"Korkuyorsun." Anlamıştı. Anlardı. Gülümsedi ve dudaklarını araladığında "Yağmur," dedi bana. "Bu kez yaşamaktan değil, ölmekten korkuyorsun. Senin bu hale gelişin bile bizim zaferimiz değil midir?"
"Size bir şey olur diye korkuyorum ben. Görevlerden, yaptığımız işten, uğraştığımız kişilerden hiç korkmadım. Sadece... Huzursuzum biraz. Görkem burada değil diye aklımdan on bin tane senaryo geçiyor. Hep gözümün önünde olmanızı istemem garip mi? Bazen bu evin içinde olduğum sürece kalan hayatımda dışarı çıkmadan da yaşayabilirmişim gibi geliyor."
"Ne," dedi Arda. "Her şeyi bir kenara bırakıp Ege'de sahil kasabasında bir ev mi tutalım? Eylül'ü de alıyorsak bana uyar biliyor musun?"
Güldürdü beni her şeye rağmen. Can, gözlerini kısmış bir halde yüzüme bakmayı sürdürürken ona saatler önce kurduğum cümleyi kendinden emin bir şekilde bana iade etti. "Kazanan biz olacağız." Üç inanan adamın ortasındayken inancın kalbime uğramama şansı yoktu. Onları canımdan çok seviyordum. "Biz bu dosyanın en başında seni kazandık," dediğinde gözlerimin yandığını hissettim. "Ki bu, bence başımıza gelen en güzel şeydi. Eksikmişiz, tamamlandık. Kalan her şey hallolur. Hallederiz birlikte."
"Aferin," dedi Kaya yine o üstün tavrıyla fakat bu kez komikti. "Nasıl yola getirdim ama hepinizi. Şöyle olun canımı yiyin ya."
"Sana lider de diyelim mi?" dedi Arda alayla.
Karşılığında ise çok ciddi bir "Sakın," cevabını aldı. "Ne zaman pes edecek gibi hissederseniz doksan yedi saniye boyunca diri diri yakılmış bir adamın o binadan kendi ayakları üstünde çıktığını hatırlayın. Ne zaman ona olan güveniniz sarsılacak gibi olursa Arda'nın içeride olduğunu düşündüğü için o haliyle hepimizden önce davranarak yanan bir binaya nasıl koştuğu gelsin aklınıza. Cayır cayır yanmış adam yangına koşar mı lan? Görkem'se koşar. Böyle bir kavram var olmasaydı bile biz Görkem'e lider derdik."
"İçeri mi koştu? Ayakta zor duruyordu. Beni bulabilmek için yangına mı girecekti?"
"Seni bulabilmek için cehenneme bile girer." Kalbim, onun adını sayıklayarak damarlarıma pompalıyordu kanımı. "Konu bizden biri olduğunda hiçbir sınırı yok onun."
"Biz," dedi Can kurulan tüm cümlelerin arasından tek bir kelimeme takılarak. "Ne yakışıyor ağzına. Bir daha de bakayım nasıl diyorsun."
"Dalga geçme benimle."
"Görkem'e şikayet de edemezsin şimdi, tüh."
"Kaya!" dedim yine o küçük çocuğa dönüşerek. Bu kez sığındığı abisiydi. "Can benimle dalga geçiyor."
"Evet," dedi Kaya. "Açıkçası çok keyif aldım bu durumdan." Güldü, güldü, sonra kaşlarını çattı. "Ama hıım..." dedi parmağını ileri geri sallayarak Can'a doğrulturken. "Dalga geçme Çilliyle."
Keyfimizin yerine gelişi hepimiz için beklenmedik bir anda gerçekleşmişti. Bu evde en çok bunu seviyordum. Ne kadar karanlığa batarsak batalım Güneş bir şekilde doğuyordu.
Saatler arka arkaya dizildi. Konular konuşuldu, görevler yeniden paylaşıldı, harıl harıl ekipçe çalışıldı. Hava kararmaya yüz tutmuşken Görkem'i deli gibi merak ediyordum. Atakları tekrarladıysa bilmek, abisiyle ne konuştuğunu öğrenmek istiyordum. Onunla ayrı kalmalara alışık olmadığımdan bu birkaç saat bile bana öyle fazla gelmişti ki sesini duymak için yanıp tutuşan bir tarafım vardı. Diğer tarafımsa Kaya'nın sözüne uyuyor, Görkem'e ihtiyacı olan alanı sağlamaya çalışıyordu.
Yine de gece onsuz uyumak istemediğime dair bir mesaj çekmeyi düşünmüyor değildim.
Derken kapı sesini duydum. Arda'nın hâlâ karakolda işleri olduğunu ve eve geç döneceğini bildiğimden geriye kalan tek ihtimal beni kocaman gülümsetti. Kaya ise aynı sınavdan yüz aldığını babasına göstermek isteyen bir çocuğun heyecanıyla Lir'deki oturumu açmaya koyuldu. O, Görkem'e özenle hazırladığı bir sürprizdi.
Keyifle onu karşılamayı beklerken yüzüme yerleşen gülümseme, onu salonun kapısında gördüğüm an donup kaldı çünkü Görkem asker yeşili kargo pantolonu ve polo yaka beyaz tişörtünün içinde nefes kesici görünüyordu.
"Nereden buldun lan bunları?" diye sordu onu görür görmez Kaya. Dolabındaki kıyafetleri ezbere biliyor gibi çat diye onların Görkem'e ait olmadığını anlamıştı.
Görkem öyle bir gülümsedi ki kalbimin yerine sığmadığını hissettim. Ellerini yakasına götürüp bayramlıklarını gösteren bir çocuk gibi tişörtünü tuttu. "Abimden çaldım," dedi keyifle. "Bunları asla giyemeyeceğimi, yeni aldığını söyledi. Ben de çıkmadan önce gizlice odasına girip üstüme geçirdim, sonra koşarak çıktım evinden. Eşeğin aklına karpuz kabuğunu sokmayacaksın. Hele bana şunu şunu yapamazsın dersen yandın demektir, kesin yaparım çünkü."
O konuşuyordu ama ben dinliyor muydum belli değildi.
Can kafasını kaldırdı defterinden, ona bir saniye baktı ve "Yakışmış," dedi sadece. Ardından yeniden eline kalemini alıp uğraştığı şeye geri döndü.
Görkem garipliği fark etti. Kaşlarını kaldırarak Kaya'ya baktı neler olduğunu öğrenmek ister gibi. Kaya ise elini yanağına götürüp bu meselenin yumrukla ilgisi olduğunu anlattı Görkem'e bir saniye içinde. Aralarındaki bu sessiz sinemayı Can'ın ruhu bile duymadı.
"Sağ ol," dedi Görkem. "Ya da olma," dedi sonra. Can'ın bakışları yeniden ona çevrildi. "Bana verdiğin şeyin panik atak ilacı olmadığını anlamayacağımı mı sandın?" Can dudaklarını birbirine bastırdı. "Ağrı kesicileri kokusundan tanıyabilecek birini de kandırmayı denemezsin be Can."
"Onu bunu boş ver de gelsene," dedi Kaya. "Bugün dönmezsin sanıyordum. Sana bir şey göstereceğim."
"Tamam ama biz Yağmur'la dışarı çıkacağız. Bir işimiz var."
Benim bundan haberim olmasa da şu an bana söylediği herhangi bir şeyi reddedebilecek güce sahip değildim. Görkem'in gövdesi abisine göre çok daha kaslı bir yapıdaydı, bu yüzden ondan aldığı tişört vücudunu öyle bir sarıyordu ki neredeyse kaslarının arasındaki ezbere bildiğim çizgileri sayabiliyordum. Boynunda onun için ne kadar özel olduğunu bildiğim künyesini taşıyordu. Saçları dağınık, gözleri parlak bir maviydi ve duruşundaki heybet, beni hiç beklemediğim bir yerden vurmuştu. Kendimi iyi hissetmiyordum.
"Ne işimiz var?" diye sordum fakat sesim oldukça garip çıktı. Görkem onu sorguladığımı sandı, bense yalnızca ondan etkilenmekle meşguldüm.
"Birkaç şey almamız gerek," diyerek basit bir açıklamada bulundu bana. Yüz ifadesi sıkıntılı bir hal aldığında her şeyin yolunda gitmediğini anladım. Aklında bir plan vardı fakat bunu yapmak konusunda içi o kadar da rahat değildi. Bakışlarından çıkardığım anlam buydu.
Kaya ona Hermes'in sitesinde yaptığı animasyonu gösterdiğinde ekrana bakmak yerine tepkilerini kaçırmamak için Görkem'in yüzüne bakıyordu. Bunu kırgın olan Can ve aşktan ölmek üzere olan ben de yapıyordum. Üçümüz Görkem'in keyifle attığı kahkahayı izledik. Çıkan ses, doğrudan kalbime ulaştı.
Gülüşlerinin arasında Kaya'nın ensesine helal olsun der gibi hafifçe vurdu ve aynı keyifle "Hermes'i sikine taşşağına sürmüşsün," dediğinde bir anda gözleri kocaman oldu. Dehşete uğramış bir ifadeyle bana dönüp sanki ilk kez onun küfür ettiğine şahit oluyormuşum gibi "Özür dilerim sevgilim," dedi sonra.
Dudaklarım aralık kaldı. Bir tepki vermek istedim. Bir şeyler söylemek fakat kelimeler dilime ulaşamıyordu. Dudaklarının kıvrımına takılı kalmıştım. Güldüğünde kısılan gözlerinin kenarındaki çizgiler, kullandığı hitap şekli, omuzlarını saran kumaş, kargo pantolonu, künyesi.
Onu çok istiyordum.
Onu şu an inanılmaz derecede arzuluyordum.
Bir kaçış olarak ayağa fırladığımda telaşlı hareketlerim herkesin gözüne çarpmış olsa da kimse buna bir anlam veremedi. "Çok güzel yapmış ama Kaya, değil mi?" dedim gülümsemeye çalışarak.
Kaya'nın derdi yalnızca Hermes'le uğraşmak değildi, aynı zamanda Görkem'in keyfi yerine gelsin diye de uğraşmıştı ve bu çabasını Görkem çoktan anlamıştı. Koltuğun en köşesinde oturan Kaya'nın arkasındaydı. Dikiliyordu, kalçasını koltuğun tepesine yasladı ve ekrana bakmaya devam ediyorken Kaya'nın kafasını sola doğru çekti bir elini onun saçlarına koyarak. Sonra elini oradan çekmedi. Güç alır gibi, teşekkür eder gibi onun kafasını tutmaya devam etti ta ki Kaya onun bileğine vurana dek.
"Sağ ol," dedi Görkem. "G harfinin gelip Hermes'e diz çöktürmesi en sevdiğim kısım oldu."
"Rica ederim," dedi Kaya. "Gönül isterdi ki Hermes'in bunu izlerken yüzünün aldığı şekli de görelim fakat Hermes, Asya'yla hacklediğimiz o bilgisayarı hiç açmıyor. Sanırım artık onu kullanmıyor."
Görkem diğerlerinden o yokken neler yaptığımıza dair bir rapor istediğinde biraz gergin olduğunu fark ettim. Elbet çıkardı kokusu, bu yüzden onun abisindeyken ne yaptığını sorgulamak yerine odama gidip üzerimi değiştireceğimi söyledim.
"Tamamdır, ben de garaja geçeceğim."
"Hazırlanıp geliyorum."
Dolabımı açtığımda elime gelen ilk kotu çekecektim aslında fakat gözüme çok uzun zamandır giymediğim haki yeşili eteğim takıldığında bir an duraksadım. Görkem'in kombinine renk olarak uyum sağlamak istedi canım. Üzerime de beyaz bir crop seçtim. Altın rengi kolyelerimi tek tek boynuma dizerken aynaya bakamasam da az çok nasıl göründüğümü tahmin ediyordum. En azından onun yanına yakışacağımdan oldukça emindim.
Açık kalan belimi üşütmemek adına adına koyu yeşil bir ceket aldım üzerime. Evden çıkmadan önce beyaz spor ayakkabılarımı da geçirdim ayaklarıma. Nereye gidecektik, bu hazırlığı ne için yapmıştım, abartılı mı olmuştum bilmiyordum ama canım bugün böyle gezmek istiyordu. Hızlı adımlarla onu çok bekletmemek adına garaja doğru yol aldım.
Yarı açık olan kapıdan başımı eğerek geçtiğimde arabanın kaputuna yaslanmış, kollarını göğsünde bağlamış ve başını yere eğmiş Görkem'in masmavi gözleri beni buldu. Yüzüne çarpılmış bir ifade yerleştiğinde ellerimi arkamda birleştirmiş, parmak uçlarımda yükselip alçalmıştım. Utanç içinde ondan bir şeyler duymayı beklerken kızarıyor olabilirdim.
Az önce ondan büyülendiğim için şimdi onun benden büyülenişini izlemekten büyük zevk almıştım.
Ayakkabılarımdan başlayarak beni yukarı doğru süzerken çıplak bacaklarımın hizasına geldiğinde dudakları aralandı, yukarı doğru tırmandıkça gözleri daha kocaman açıldı. Karın kaslarımın bir kısmını açıkta bırakan kumaş parçası onun dudaklarını birbirine bastırmasına neden olurken nihayet gözleri benimkilere tutunduğunda bir kibritin yandığını, birazdan etrafımızdaki benzin çemberinin içine düşeceğini ve çok geçmeden dumana boğulacağımı hissettim.
"Yağmur," dedi boğuk bir ses, dizlerimi titreterek. Birbirimizi gün yeni doğuyorken görmüştük en son. Şimdiyse akşam oluyordu. O halde içimdeki bu özlem de neyin nesiydi? Neden ona aç, ona muhtaç gibi hissediyordum?
Ne söyleyeceğini beklemeden, küçük bir çocuk gibi hevesle "Senin için giyindim," dedim. Etrafımda bir tur dönerek beni tamamen görsün, güzel olduğumu söylesin istedim. Ben bunu yaparken Görkem garaj kapısının kumandasını eline aldı ve önünde durduğum kapının yavaşça kapanmaya başladığını gördüğümde şaşkınlıkla ona doğru döndüm. "Çıkmayacak mıyız?"
"Çıkacağız," dedi dili tutulmuş gibi. Alık alık yüzüme bakıyordu. "Çıkarız." Arkamdaki kapı tamamen kapanmış olmasına rağmen parmağı hâlâ garajın kapısını kapatan tuşun üzerindeydi. "Çıkalım."
"Görkem?"
"Bir kere daha dönsene etrafında."
Onun kararan bakışlarının da değişen havanın da farkındaydım ama safa yattım. Hızlıca söylediğini yapıp sonra da tin tin birkaç adım attım ona doğru. Aramızda hâlâ beş adım kadarlık bir mesafe vardı içerisini loş bir ışık aydınlatırken. "Ee," dedim gülümseyerek. "Olmuş muyum güzel?"
"Benim için mi giyindin?"
Hissettirdiği elektrik, kulağımın dibinde cızırdayan türdendi. "Hım hım... Senin için."
"Bebeğim, arabaya geç."
(‼️Yetişkin içerik uyarısı. Bu tarz sahneleri okumaktan hoşlanmayanlar işaretli kısma dek kaydırabilirler.)
O derinden gelen sesiyle kullandığı hitap kulağıma gitmek yerine doğrudan kasıklarıma ulaşmış olmalıydı. Kanımın damarıma çarpma sesini duyabiliyordum sanki. Alev alev yanan bakışlarına rağmen zorlukla da olsa somurtmayı başardım. Ayaklarımı vura vura ön kapının olduğu tarafa doğru yürüdüm o hâlâ kaputa yaslı haldeyken. "Bana güzel olduğumu bile söylemedin," dedim kapının koluna uzandığımda. Sertçe kapıyı kendime çektim ve çantamı koltuğa fırlattım. "Seninle uyumlu olmak istemiştim."
Görkem kapının zavallı kumandasını yumruğunun içine almış sıkıyordu. Ben şu küçücük yolu yürürken arkamdan beni izlemiş olduğunu anladım üstümdeki bakışlarını hissettiğimde. Aklını kaçırmamaya çalışır gibi duruyordu. Bu esnada ben de abisine ait tişörtün onun kol kaslarını nasıl sardığını düşünmemeye çalışıyordum, benim aklım da birdenbire uzaklara kaçmasın diye.
"Yağmur..."
"Ne Yağmur?" Burnundan getirir, şeytana pabucunu ters giydirmesini bilirdim. Ben nasıl onu istiyorsam, onun da beni istemesini sağlamadan durmazdım. "Sana nasıl iltifat edeceğini öğrettim sanıyordum."
Sert olmasına özen gösterdiğim bakışlarım, onun gözlerine değince sular altında kalıyordu. Denizlerin aleve verilemeyeceğine inanan biri varsa Görkem'in gözleri benim kanıtım olurdu. Bakışlarından yangınlar okunuyordu. "Siktir," dedi sertçe. "Oyun oynuyorsun benimle."
"Ne oyunu ya?" diye devam ettirdim oyunumu. Kendimi yolcu koltuğuna bıraktıktan sonra kapıyı çektim. "Garajın kapısını da kapattın zaten. Çok fazla sıcak oldu içerisi. Ceketimi çıkartmak zorundayım şimdi, kombinim bozulacak."
Çenesini gözle görünür bir şekilde sıkıyordu. Ön camdan bana öyle hayret içinde bakıyordu ki gülmemek için büyük çaba sarf etmem gerekti. İçinde yükselen ateşin derecesini başının sol üst köşesinde, tıpkı bir oyundaymış gibi kontrol edebilseydim eğer sarıdan turuncuya doğru değişen bir renk görürdüm. Ben kırmızı olsun istiyordum. Kıpkırmızı olsun istiyordum.
"Sıcak mı oldu?" Bana karşılık verir gibi oldukça yavaş adımlarla kaputtan doğrulup aynı şekilde yanımdaki kapıya kadar yürürken bacaklarını saran asker yeşili pantolonu yüzünden derin bir yutkunuşla ıslatmaya çalıştım boğazımı. Bunun üzerinde nasıl duracağını daha önce hayal etmiş olsaydım, o gece nasıl sabaha varırdı bilemiyordum. Tek bildiğim mantığımın bedenimi yavaş yavaş terk ettiğiydi. "Ceketini mi çıkaracaksın?"
İnadına inadına sorduğu sorular ve beni anlamazdan gelmesi sinir uçlarıma dokunurken şoför koltuğunun kapısını açtı. Arabanın tavanına elini yaslayıp içeri doğru eğildiğinde gözlerini gözlerime kenetledi. Burnundan verdiği sert soluklar ona biraz daha yakın olsaydım doğrudan yüzüme çarpacaktı. Nefesi uzun zaman sonra nane kokuyordu ve bu ferah koku, bana aklımı kaybettiriyordu.
"Neden ceketini çıkarmıyorsun, Bal?" Bana en son ne zaman böyle seslendiğini hatırlamamla birlikte bacaklarımın arasında bir sızı hissettim. "Yoksa," dedi yavaşça. "Benden istediğin bir şey mi var?"
Ağzımın içi kupkuru olduğunda bir kez daha yutkundum ve bunu fark etti. Cevap vermek için dudaklarımı araladım. "Bir iltifat."
"Bu kadar mı?"
Kalbim deli gibi çarpıyordu. "Bu kadar."
"Güzelsin," dedi yanıma oturduktan sonra. Kapıyı sertçe çektiğinde bir kafese kısılmış gibi hissettim kendimi. O ve bendik, yalnızca ikimizdik. Bu tutsaklığa ömrüm boyunca razı olabilirdim. "Çok güzelsin." Bir deliliğin izini gördüm bakışlarında. Elini yalnızca güç almak ister gibi direksiyona yasladığında uzun parmakları ve bileğini saran damarlar girdi görüş açıma. Dizlerimi birbirine bastırdım. "Benim güzelim, benimle uyumlu giyinmiş." Nabzım oldukça hızlı atıyordu ve o nabzıma göre şerbet vermeyi bilen bir adamdı. "Benim için giyindiğin gibi benim için soyunmak da ister misin?"
"Bunu da nereden çıkardın?" Tenim dokunulma ihtiyacıyla karıncalanıyordu. Hızlanan nefeslerim apaçık bir davetti. Bu oyuna karşı son direnişlerimdi bunlar. Dilinden dökülenler oldukça cazipti. Benim anlamazdan gelişlerimse gösterge çubuğundaki turuncuyu her geçen saniye daha koyu bir kırmızıya dönüştürüyordu.
Gözlerim göğüs kaslarına kaydı. Sonra yavaşça karnına doğru ve ardından kasıklarından bacaklarına. Orada oyalandım. Yeniden yüzüne baktığımda hedefimde dudakları vardı. Sabrı taşan Görkem bir anda koltuğunu geriye doğru yatırdı. "Gel."
"Ne?" dedim ama çoktan kanım kaynamaya başlamıştı. "N'oluyoruz?"
"Kucağıma geleceksin." Gözleriyle önünü işaret etti. Ardından benim muhtemelen alev alev yanan gözlerimin içine baktı. "Benden istediğin bir şeyler var senin. Emrindeyim, gel."
Elimi bana yakın olan omzuna koydum tutunmak için. Sırtını geriye doğru yatırıp bacaklarını biraz aralayarak önündeki boşluğu genişletti. Yerimden doğrulurken onun bir eli belime sarıldı ve beni hızlıca kucağına çekti. Saçlarım yüzüne düştüğünde güldü ve onları omzumun arkasına itti. "Çok çabuk suya indi yelkenlerin," dedi eğlenen bir sesle.
"Seni istediğimi hiç inkâr ettiğimi sanmıyorum," diyerek karşılık verdim bir göz süzüş eşliğinde. "Ayrıca bugün çok yakışıklı olmuşsun."
"Hım," dedi. Benim gibi. Benden çalmıştı. Bakışlarımın arkasındaki anlamı anlıyor, cümlelerimi çalıyordu. Görkem Duman beni ezbere biliyordu, ben olmuştu. "Böyle konuşarak beni öldürmek istediğini de hiç inkâr etmedin şimdiye kadar."
Kucağına iyice yerleşebilmek için kıpırdandım. "Bir şey yapmıyorum ki."
Dişlerini sıktı. Boynundaki damar görünür hale geldi ve avuç içi belimi kapladı. "Hiçbir şey yapmasan da içim gidiyor benim sana ama sen gitmiş bu kısacık eteği geçirmişsin altına canıma kastın varmış gibi." Başımı hafifçe kaldırarak burnunu boynuma yaklaştırdığında sesi kısıldı. "Anlat bakalım, ne istiyorsun benden?"
"Bilmem ki," dedim bir kez daha kalçalarımı hareket ettirirken onun da aynı şeyi istediğinden emin olarak. Benim için sertleşmişti. Muhtemelen garaj kapısından girdiğim andan beri bu haldeydi. "Senin fikirlerin varsa duymak isterim ama."
Elleri bacaklarımı aşıp eteğimin altına doğru hareketlenirken dudaklarını boynuma yasladı. "Benim şahsi fikrim," diyerek girdi cümleye. "Parmaklarımla başlayacağım bu işi dilimle bitirmekten yana olabilir." Bir arabanın içinde bunu nasıl yapmayı planladığını ona soracaktım ki gözlerini arka koltuğa doğru kaydırdı. "Seni şuraya yatırabilirim ve sonra sen rahatlayana kadar seninle ilgilenebilirim. Sadece bir öneri."
İç çamaşırımın sınırlarında dolanan parmaklarının biri ıslanıp ıslanmadığımı kontrol etti ve Görkem gözlerini şaşkınlıkla sonuna kadar açarak bana dikti bakışlarını. "Şimdiden mi?" dedi aynı hayret dolu ifadeyle. "Sadece konuşuyorum, bebeğim ve sen şimdiden bu kadar ıslanıyor musun?"
Parmaklarının bana eziyet eder gibi bir türlü istediğim noktalara kaymadığını fark edince bileğine yapıştım. "Dokun," dedim ona meydan okuyarak. "Sadece kucağında olduğum için pantolonunun içine boşalma ihtimalin yokmuş gibi, nasıl da özgüvenli konuşuyorsun benimle."
Dudakları keyifle iki yana gerildiğinde yüzüne yerleşen ifade akıl almaz cinstendi. "Tanıyorsun malını," dedi o ukala gülücüğüyle birlikte. Bana dokunmak yerine bacaklarımın iç kısmına ellerini sararak beni daha çok kendine bastırdı ve bunu yaparken kalçasını da hafifçe kaldırarak onu daha net hissetmemi sağladı. "Bana mı sürtüneceksin yoksa parmaklarımı mı istersin?"
Nefes alamıyordum. Biliyordu. Sesinin beni ne kadar etkilediğinin oldukça farkındaydı ve bunu sonuna kadar kullanıyordu. "Görkem..."
"Seç, aşkım." İç çamaşırımın üzerinde gezdirdi elini. Kasılmalarımı parmak uçlarında hissedebiliyordu. Bu onun gözlerine karanlık bir ifade yerleştirdi. "Sanırım seçtin," dedi bu kez. Başımı devam etmesi için salladım. Belimden tutarak doğrulmamı sağladı ve iç çamaşırımı aşağı doğru indirdi. İçimi dağıtmaya başlamadan hemen önce gözlerime baktı. Dokunuşları beni inletirken verdiğim soluklar yüzüne vuruyordu. Ona bakmaya devam etmek için uğraştım ama beni daha sert okşamaya başladığında belim kavislendi ve başımı geriye doğru atarken buldum kendimi.
Tutunacak bir yer arayan elim sert nefesleriyle sarsılan göğsünü buldu. Kumaşı kavradım. Bu bana yeterli gelmedi. O diğer elinin yaptığı işe ara vermedi ama boştaki eliyle göğsüne tutunan parmaklarımı omzuna koymamı sağladı. Ardından bana dokunmaya devam ederken diğer kolunu belime sardı. "Seni tutuyorum," dedi sanki bir uçurumun kenarında rahatça sallanabilmem için bana güven verir gibi. "Rahat bırak kendini, Yağmur. Ben seni bırakmayacağım."
Bu yönü beni her seferinde daha çok aşık ediyordu kendine. Görkem Duman, ihtiyaç duyduğum her şeydi. Birlikteliklerimizde beni önceliği yapıyordu. Asıl amacı bana zevk vermekti, haz duyduğu şey buydu. Başıma ilk defa gelen türden bir şeydi ve kasıklarımda yaşanacak patlamayı şiddetlendiriyordu.
"Gelmek istiyorum." Cümle öylece döküldü dudaklarımdan. Ne diyor olduğumu düşünmedim bile. "Çok... Çok iyisin. Durma."
"Ne mümkün," dedi gülümseyerek. Kızardığını bildiğim yüzüme yaklaştırdı başını. "Öp beni. Öp ki, bununla sınırlı kalmayalım."
Dudaklarımı dudaklarına büyük bir ihtiyaçla yasladım. Görkem'in bir eli ceketimin kumaşını kavradı ve onu sol omzumdan aşağı doğru çekiştirdi. Dudaklarından ayrılmadan ona yardımcı olmak için diğer omzumu da ben sıyırdım. Sırtımdaki kumaşı avucunun içine toplayarak geriye doğru çektiğinde ceketin kolları omuzlarımın hizasından bileklerime doğru düştü. En son tek bir hamlede çıkarttı onu üzerimden ve beni öpmeye devam ederken ceketimi arka koltuğa fırlattı.
Parmakları kendimi kasmaya başladığım için rahat hareket etme şansı bulamadı içimde. Onu sımsıkı sarıyordum ve bu Görkem'i resmen delirtiyordu. Bir kez daha sert bir hamlede bulunduğunda daha fazla dayanamadım. Bacaklarım titrerken başımı omzuna yatırdım ve o beni tıpkı söz verdiği gibi sıkıca tutarken sıvım parmaklarına bulaştı.
"Sinme öyle omzuma kedi gibi," dedi gırtlaktan gelen bir sesle. O kadar derindi ki ses tellerine atlasam sanki boğulurdum. "Saklama yüzünü, gözlerini göreyim."
Midemin tam ortasında bir düğüm vardı. İlmekler onun tarafından çözülmeyi bekliyordu hâlâ. "Siktir," dedim kasılmalarım nihayet sona erdiğinde. Omzundan ayrıldım, gözlerine baktım. "Hâlâ çok uçtayım. Çok yoğun hissettiriyorsun."
"Belli." Elini eteğimin altından çekti. "İçin sıcacık, Yağmur. Beni içine alacak mısın?"
"Seni durdurmayacağım," dedim. "Bana verebileceğin her şeyi kabul edeceğim."
"Güzelim benim," dedi içi gider gibi bir sesle. Belimi sarmak için kullandığı eliyle saçlarımı kavradı. "Beni nasıl çileden çıkaracağını çok iyi biliyorsun, değil mi?"
"Bu halin hoşuma gidiyor."
"Sana sert davranabilmemin tek yolunun iplerimi kopartmaktan geçtiğinin farkındasın." Soru sorarcasına attığı bakışa kafamı sallayarak karşılık verdim. "Önce irademi çiğnemeye çalışıyorsun, sana karşı koyamaz hale getiriyorsun beni. Sana kıyamayan tarafımla önüme bir set çekiyorsun. Beni son damlasına kadar içine akmak isteyen birine dönüştürüyorsun."
Bacaklarımı birbirine bastırırken bunun bana yeterli gelmeyeceğini fark ettim ve ellerim pantolonunun düğmesini buldu. "Bana acıma," dedim. "Burada, arka koltukta, kaputun üstünde, garajın duvarında... Her yerde, her şekilde yap söylediğini. Seni son damlana kadar istiyorum Görkem."
"Sikeyim." Benim uğraşımı bir kenara bıraktı ve pantolonun düğmesini sökercesine açtı. "Şu bakışlara bak." Fermuarını indirdiğinde baksırını zorlayan aleti girdi görüş açıma. "Al eline," dedi sertçe. "Gör ne haldeyim senin için."
Avuçlarımı onun etrafına sardım ve Görkem onu işkence ederek okşayışımı küfürleriyle taçlandırdı. "Siktir, dokun. Evet, aynen böyle. O ellerin öldürecek beni." Onun bana olan ihtiyacının gözlerinden gözlerime akması bütün kontrolün benim elime geçtiğini hissettirdi. Beni bu kadar arzuluyor olmasına bayılıyordum. Normalde göz teması konusunda ısrarcı olan kendisiydi fakat başını boynuma yasladı. Sert solukları köprücük kemiğime vururken boynuma ıslak bir öpücük bıraktığını hissettim ve sonra sağ omzuma hafifçe dişlerini geçirdi.
Gülmeye başladığımda o pek gülmüyordu. Zevkten titremek üzereydi, alnı terlemeye başlamıştı. "Yağmur," dedi derin bir sesle. "Cüzdanımı ver. Torpidoda."
Şaşkınlıkla yüzümü ona doğru eğdiğimde gözlerimi kırpıştırdım. "Yanında kondom taşımaya mı başladın?"
"Bir dahaki sefere korunursun demiştin." Dişlerini sıkıyordu benimle konuşurken. Hâlâ avuçlarımın içinde, benim insafıma kalmış haldeydi. "Hazırlıklı olmalıydım."
Torpidoya uzanıp cüzdanını çıkardım. Ona uzatmak yerine yapılması gerekeni ben yaptım. Gerçekten sınırlarının ötesinde olmalıydı çünkü doğrudan kendini bana hizaladı. "Her konuda plan yapıyor olmana alışıyorum."
"Alış." Kendini içime ittiğinde tırnaklarımı omuzlarına geçirip alnımı da alnına yasladım. Çok fazla ses çıkarmayayım diye dişlerimle dudaklarımı eziyordum. Görkem bir elini karnıma yasladı. "Hatırlıyor musun, bir sonrakinde kucağımda olacağını da söylemiştim."
Gülümsedim. Elleri kalçalarımı sardı ve beni yavaşça üzerinde hareket ettirdi. "Bunu da gerçekleştirdiğimize göre diğerini düşünme zamanın gelmiş," dediğimde eteğime gözlerini dikmiş haldeydi. Üzerimde bir fazlalık olduğunu düşünüyordu ama yapabileceği bir şey yoktu.
Benim vardı. Bu yüzden ellerim tişörtünün eteklerini buldu. Yukarı doğru çekiştirdiğimde Görkem ellerini kaldırdı ve arabanın tavanına çarptı parmakları. Bunu hesap edememiş olduğu için güldü. Ona eşlik ederken tenine kavuşabilmenin ihtiyacıyla tişörtünü hızlıca sıyırıp arka koltuktaki ceketimin üzerine attım.
Tırnaklarımı göğsüne geçirip kucağında bir kez daha yükselip alçaldığımda başını geriye yatırdı. Yutkunuşuyla birlikte titreyen adem elmasını saniye saniye izleme şansını sundu bana. Bu görüntünün tadını gerçek anlamda çıkarmak istediğimden dudaklarım boynunu buldu. Görkem beni daha sıkı tutarken içimi alt üst eden bir sesle inledi.
"Uğrunda deliriyorum demiştim, bunu da hatırlıyor musun?" Ensemi kavrayıp beni boynundan uzaklaştırarak yüzünün hizasına getirirken diğer eli, göğsümü buldu. "Seni birkaç saat görmemenin bana ne yaptığına bak. Gerçek bir delirme bu. Bir gram akıl bırakmıyorsun bende."
Belimi sıkıca tutup kalçalarını kaldırarak içime çarptığında hamlesi öyle sertti ki çığlık atacaktım fakat çıkaracağım sesi yuttu dudakları. Beni öpüşü de yavaş değildi, dudaklarımın kıpkırmızı olmama ihtimali yoktu. "Özür dilerim," dedi en son burnuma bir öpücük bırakarak. "Özür dilerim, çok istiyorum. Canını yakıyorsam uzaklaş benden. Yemin ederim kontrol edemiyorum."
Aramıza koymak üzere olduğu mesafeyi elimi göğüslerinin arasında duran künyesine sarıp yüzünü yüzümün önüne çekerek sonlandırdım. "Aynısını," dedim nefes nefese alnımı onunkine yaslarken. "Bir kez daha yap."
"Ciddi misin sen?"
Kucağında resmen kıvranıyordum. "Lütfen. Sessiz olacağım."
"Olma," dedi sert solukları yüzümü talan ederken. "Sesin için yaşıyorum. Canının yanmadığına emin misin?"
Eğer başka bir pozisyonda olsaydık bacaklarımı kalçalarına sarar, onu daha fazla hissetmek için çabalardım ama bu haldeyken yapabildiğim kısıtlıydı. Bacaklarımda hiç güç kalmamıştı. İki omzuna birden tutunup kendimi yeniden onu içime almaya hazırladım. Nefesimi tutuşum ve hazır bir şekilde bekleyişim onu güldürdü. "Gerçekten," dedi zar zor çıkan bir sesle. "İnanılmazsın." Tam olarak istediğimi yaptı. Bir kez daha sertçe içime çarptı. "Gerçekten," dedi tekrar aynısını yaparak. "Benimle olduğuna inanamıyorum."
"Seninleyim," dedim titrek bir sesle.
"Öylesin." Kalçalarımı kasarak onu içimde sıkıştırdığımda bir kez daha kendini sınırlarıma itip beni paramparça etti. "Benimlesin. Benimsin. Bensin. Rüya gibisin." Terlediğim için alnıma yapışan bir tutam saçı ben onun gözlerinin içine bakmayı sürdürürken geriye doğru itti. "Niye öyle bakıyorsun?" diye sormayı da ihmal etmedi. "Oradan güzel mi görünüyorum?"
Bir gülümseme dudaklarımı çekiştirdi. "Buradan benim görünüyorsun."
"Öyleyim çünkü." Uzanıp bir kez daha öptü dudaklarımı fakat karşılık veremeyecek haldeydim. Avucunu boğazıma sarmış haldeyken ağzımın içine inlediğinde tir tir titriyordum. "Al hepsini," diye fısıldadı. "Her şeyimi al amına koyayım. Delireceğim şimdi."
"Görkem..."
"Söyle sevgilim." Gözlerim yaşardığında yanağımı okşadı. "Yine mi yağacaksın etrafıma?"
Elini aramıza doğru uzatarak beni okşamaya başladığında çıldırmak üzereydim. Arabayı ciddi ciddi sarsıyorduk ve umurumuzda değildi. Bir ritim tutturup kalçalarımı hızlandırdım. "Çok yakınım."
"Biliyorum." Gülümsedi. "Gözlerini açamadığında anlıyorum." Sesi kulağıma çalınan bir melodi gibi geliyordu. Sert, derin, keskin. Tepe taklak hissediyordum. "Altı saniye sonra geleceksin." Ona bakamıyor olsam da sırıttığını anladım. "Evet, bunu da ezberledim. Dört, beş..."
Altıncı saniye tarifsiz bir titremenin eşliğinde kasılan vücudum yavaşça gevşemeye başladı. Başımı omzuna gömüp gözlerimin kararması geçsin diye bekledim. Kulağımın dibindeki nefesi iç gıcıklayıcıydı. Çok geçmeden onun kasılmaları da benimkini takip etti. Arabanın içini birkaç saniyeliğine yalnızca nefeslerimiz doldurdu.
Göğsünün gereğinden hızlı hareket ettiğini fark edince "İyi misin?" diye sordum.
Koca bir kahkaha atıp saçlarımı omzumdan geriye doğru itti. "İyiyim, kalbim yerinde dursun diye uğraşıyorum sadece."
"Panik atak falan geçirmiyorsun değil mi?"
"Asya atağı geçiriyorum," dedi hızlıca. "Çok güzelsin. Çok fazla. Bu kadarı adil değil. Korkma benim için, sen diye ölüyorum o kadar."
Ellerimi çıplak göğsüne yasladım. "Seni seviyorum."
İçimde seğirdiğini hissettim. Bana bu şekilde tepki vermesiyle attığım kahkahanın ardından yeniden sertleşmeye başladığına çok yakından tanık olmak beni daha çok güldürdü ve Görkem'le bir paradoksun içine sıkışıp kaldık. "Yoruldun," dedi saçlarımı okşarken kendine hakim olmak ister gibi. "Geç hadi koltuğuna. Daha işimiz var."
"Ne işimiz var?"
"Bunu bu pozisyondayken mi konuşalım gerçekten?"
Baş parmağımı göğsünün ucuna sürterken sırıttım. "Ben bir sakınca görmüyorum."
Elimi sıkıca tutarak ona dokunmamı engelledi. "Senin bu arsızlığını ne yapacağız böyle?"
"Bilemiyorum, ne yapmak istersin?"
Kalçalarımı sıkıca kavrayıp beni üzerinde yeniden hareket ettirdi. "Çok fazla şey ama lütfen, şimdi koltuğa geçer misin?"
"Niye ki ya? İyiyim böyle."
"Yağmur," dedi ikaz dolu sesi. "İnan ki senin iyiliğini düşünüyorum." Gözlerini kıstı. "Yoksa ben de bilirim burada, arka koltukta, kaputun üstünde işime devam etmeyi."
"Garajın duvarını unuttun."
"Doğru," dedi. "O da var."
Frene basma sebebi beni düşünmesiydi fakat bu çok yersizdi. "Ama Görkem," dedim dudaklarımı büzerek. "Birde mi bırakacaksın? Tek sayı sevmezsin ki sen."
"Hay," diye başlayan cümlesinin sonundaki küfrü, bunu bir kez daha yapacağımızın resmileşmesini sağlayan dudaklarım getirdi. Onu öpmeye başladığımda Görkem'in bana karşı koyma gibi bir şansı kalmamıştı.
Başımın üzerini tavana çarpana dek her şey çok güzel gidiyordu. Zevk dolu iniltilerim, acı dolu bir iniltiye döndüğünde Görkem kendine engel olamadan bir kahkaha attı çünkü halimiz gülünmeyecek gibi değildi ama benim ciddi ciddi başım dönmüştü. Bu yüzden üzerindeki hareketlerimi kestim, elimi kafama götürdüm ve başıma giren şiddetli sızıyı göndermeye çalıştım.
(‼️Buradan devam edebilirsiniz.)
Sırtını koltuktan ayırarak oturur bir pozisyona gelip benim için güvenli bir alan oluşturdu. Çenesini yukarı kaldırarak başımı tutup boynuna yaslamamı sağladığında dudakları saçlarıma onlarca öpücük bırakmaya başladı arka arkaya. "Kıyamam sana," diye mırıldandı. "Çok mu acıyor?"
"Travma geçiriyor olabilirim," dedim. "Beni doktora götüreceğin yerde bana gülüyorsun. Bu çok ayıp."
Gülmeye devam ediyordu. "Doktora sevişirken kafamı arabanın tavanına vurdum mu diyeceksin?"
Yumruğumu göğsüne geçirdim. "Ne kadar edepsiz birisin."
Ve bu, onu çok daha fazla güldürdü. Kulağıma dolan gülüşleri her şeyin ilacıydı. "Benim değil mi edepsiz olan? Evet, kesin öyledir."
"Ben miyim? Ben dünyanın en masum insanıyım bir kere."
"Hıhı." Saçlarımı sevdi yavaşça. "Öylesin."
"Başım dönüyor."
"Yok," dedi ciddiyetle. "Bu sefer hamile misin diye sormayacağım, korunduk çünkü."
"Şakasını yapıp eğleniyorsun falan ama bir anda karşına geçip sana hamile olduğumu söylesem hiç de mutlu olmazdın."
Başımı göğsünden hızlıca ayırıp göz göze gelmemizi sağladı. "Niye böyle söyledin?" Sesindeki hüznü duymak beni bozguna uğrattı. "Ne düşündürttü bunu sana?"
"Olur muydun?" Daha önce çillerini benden alan bir çocuğun hayalini kurduğunu fısıldamıştı kulağıma fakat üzerine tek kelime etmemiştim ben. Ciddi olduğuna mı inanmamıştım, ciddi olsun istememiş miydim bilmiyordum ama kaşlarımı kaldırarak yüzüne baktım.
"Delirdin mi?" diye sordu. "Böyle bir durumda sana nasıl tepki vereceğimi düşünüyorsun ki?"
"Bunca şeyin arasında bir çocuk fikrini senin aklın alıyor mu yani?" Bu konuyu masaya yatırmamız gerektiğini şimdiye dek fark etmemiştim. "Görkem, benim çocuk doğurmaya müsait bir hayatım yok. Mutlu olmaman çok normal olurdu."
İlk defa bu fikrin onun için ne ifade ettiğini fark ettim gözlerinde. Bana kadar hiç ilişkisi olmadığını bildiğim için baba olma gibi bir hayalinin de olmadığını sanıyordum. Belli ki yanılıyordum. Kızacağını düşündüm söylediklerimden dolayı ama o burnuma küçük bir öpücük bırakıp ciddiyetle gözlerimin içine baktı. "Bütün hayatımızı sil baştan yazarım," dedi tane tane. "Her belayı senden uzak tutarım. Her koşulu uygun hale getiririm. Her zorluğa kafa tutarım. Her şeyi hallederim. Yeter ki sen bunu iste."
"Hiç," dedim fakat bana verdiği güven karşısında neredeyse kekeledim. "Hiç istemedim daha önce. Böyle bir planım hiç olmadı."
"Bir gün olduğunda..." Avucunun içindeki yüzüme baş parmağını yerleştirdi ve çillerimi okşadı. "Bir gün olursa," diye düzeltti cümlesini beni baskı altında bırakmak istemiyormuş gibi. "Ben o gün her şeye hazır olacağım. Söz veriyorum."
"Sen..."
"Sana baba olmak istediğimi söylüyorum," dedi. "Çocuklara bayılırım. Müge'yi ilk doğduğunda abim zor alırdı kucağımdan. Ona bakarken içim erirdi sanki. Bir süre öncesine dek geleceğimin hiçbir parçasında kendimi o konumda hayal etmedim ama sen, bütün hayallerimi baştan yazdın. Bir gün, eğer böyle bir şeyi sen de istiyor olursan beni hazır bulacaksın."
Donakalışımı fark etti. Böyle bir konuşma yapmamızı beklemiyordum ve haliyle nasıl karşılayacağımı da bilmiyordum. "Bir şey söylemene gerek yok," dedi aklımı okuyabiliyormuş gibi. "Sadece aklında bulunsun istedim."
"Yani," dedim. "Hiç korkmadığını mı söylüyorsun?" Gülesim geliyordu. Bir insan neden ebeveyn olmak isterdi ki? Beni nasıl annelik yaparken hayal ediyordu? "Gerçekten bizim bu hikayenin sonunda evli mutlu çocuklu olacağımıza mı inanıyorsun?"
"Hiç korkmuyorum," dedi. "Biraz bile." Dalga geçer tondaki sesime alınmış gibiydi. "Seninle mutluyum," diye devam etti sözlerine. "Evlenmek istediğimi bu sabah söyledim daha. Neden ileride bir çocuğumuz da olmasın ki?"
"Görkem," dedim huzursuz hissederek. "Çok hızlı gidiyorsun." Parmaklarımla oynama ihtiyacım yüzünden bir elimin tırnakları diğer elimin üzerinde gezmeye başladı. "Biz daha birkaç gün önce ayrılmıştık, farkında mısın?"
"Anlamıyorum." Yüzü düşmüştü. "Benimle bir gelecek göremiyor musun?"
"Ben hayal kurmayı yeni öğreniyorum, bunu biliyorsun."
"Bitecekmiş gibi konuşuyorsun," dedi. "Ama bitmeyecek, haberin olsun yani."
"Gör-"
Adını söylememe bile izin vermedi. "Beni başkalarıyla kıyaslama." Sinirlendiği ses tonundan belliydi. Beni yanlış mı anlıyordu yoksa haklı olan o muydu bunu ayırt edemedim o an. "Beni o herifle kıyaslıyorsun," dedi. "O sana sözler verip sonra seni yüzüstü bıraktığı için şimdi benim verdiğim sözlere inanmıyorsun. Gelip geçici mi geliyorum sana?"
"Ben böyle bir şey-"
"Sence sen öylesine bir heves olabilir misin benim için?" Başını bu ihtimal saçmalıkmış gibi iki yana salladı. "Sence benim sana karşı hislerimin nefesim kesilmediği sürece bitme ihtimali var mı? Ben Kaan değilim Asya."
"Beni yanlış anlıyorsun."
"Seni bırakmayacağıma güven," dedi söylediklerime odaklanmak yerine. "Bana güven. Ömrümü yoluna sereceğimi söylüyorsam bunu yapmaya seve seve razı olacağım içindir."
"Ay Görkem beş tane çocuk yapalım da gör gününü, ne meraklı çıktın ya. Konuyu nereden aldın nereye getirdin."
Gerginliğimizin sonunu getirmeyi başarmıştım. "Gözümü korkutabileceğini mi sanıyorsun?" diye sordu bir kaşını kaldırarak. "On üç tane bile yapsak gıkımı çıkartırsam şerefsizim."
Konuyu tatlıya bağladığımızdan emin olduğumda kucağından kalktım. Kendimizi toparladığımızda ise bir mağazaya sürdü arabayı. Yol boyunca pek konuşmadık, sadece bana planladığı yeni görev için kılık değiştireceğimi anlattı ve bir peruğun, birkaç tane de kıyafetin lazım olacağını söyledi. Ona güvenmemi istedi bir kez daha, ben de bu yüzden çenemi kapalı tutup sorgulamadım. Tartışalım istemiyordum. Zamanı geldiğinde öğrenmeyi bekleyecektim.
İşimiz fazla uzun sürmedi. Hatta öyle ki, garajda harcadığımız süre bile çok daha fazlaydı mağazada geçirdiğimiz süreden. Dönüş yolunda poşetleri arka koltuğa bırakıp yanındaki yerimi aldım. Görkem derin düşüncelerin içinde gibiydi. Aklını meşgul eden şeyi sormak için can atıyor olsam da üstelememek için çaba sarf ettim.
Üzerindeki bakışlarımı fark etmemesi mümkün değildi. "Bir yol buldum bize," dedi gözleri yoldayken. "Hiç istemediğim şeyler yaşanacak ama işe yarayacağını bildiğim bir yol."
Direksiyonu sola kırdığında eve gitmediğimizi anladım. "Ne oluyor?" diye sordum. "Bir yere daha mı uğramamız gerekiyor?"
"Birini alacağız."
"Bana anlatacak mısın artık?"
"Kendimi olacaklara hazırlamaya çalışıyordum," diyerek dakikalardır süren sessizliğinin sebebini sundu bana. "Bahar'ı almaya gidiyoruz sevgilim."
"Neden?"
"Her şeyi öğreneceksin. Sadece, yanımda olmana ihtiyacım var." Bacağımın üzerinde duran elime uzanıp dudaklarına götürdü ve güç alır gibi, vazgeçmemek için direnir gibi öptü elimi. "Kaya'nın arkasından iş çevirmekten nefret ediyorum."
"E çevirme o zaman!" Gözlerimi dehşetle açtım. "Ne yapacağız Bahar'la?"
Arabanın durduğu sokağı tanıdım. Egemen abinin çalıştığı yerdi ve gözünde siyah güneş gözlükleri olan, uçuk pembe renkli bir takım elbisenin içindeki Bahar bizi kapının önünde bekliyordu. Arabayı gördüğü an elini kaldırdı. Kolunun altındaki dosyaları toparladığında ise bize doğru adımlamaya başladı.
Arka koltuktaki poşetleri kenara itip dosyalarını üzerine bıraktı. Zincirli çantasını çıkartıp onu da kenara attığında yüzünü koltukların arasına yaklaştırıp "Selam," dedi. "Dilerim yeterince keyifli zaman geçirmişsinizdir çünkü birazdan keyfimiz yeterince kaçacak."
İkisi bir şeyleri konuşmuş gibi duruyordu. Ben ise hiçbir şeyi bilmiyordum ama Görkem, buna hiç aldırış etmeden Bahar'a "Evet," dedi sırıtarak. "Yeterince keyifli zaman geçirdik."
Bahar siyah saçlarını omuzlarından geriye atarken bana çapkın bir göz kırpış hediye etti aynadan. "Fıstık gibi olmuşsun," demeyi de ihmal etmedi. "Seninle zaman geçirip keyif almaması mümkün mü bu adamın?"
Utandığım için ne diyeceğimi bilemezken başımı Görkem'e çevirdiğimde onun yine Bahar'la beni kıskanmaya başladığını fark ettim ve bu bana kahkaha attırdı. "Teveccühünüz avukat hanım," diye karşılık verdim. "Kaya'ya senin geleceğine dair bir mesaj mı çekseydik, kalbine inmesin adamın."
İkisinin de yüzleri bir anda donup kaldı ve ben, bunun sebebini eve vardığımızda Kaya kalp krizi geçirmekten hallice bir duruma geldiğinde anladım.
Ne olduğuna anlam vermeye çalışan Arda, Can ve ben bir köşede, bu ortama pek aşina olmayan ama durumun ne kadar boktan olduğunun oldukça farkında olan Bahar bir köşede, belki de ilk defa Görkem'i öldürmek üzereymiş gibi duran Kaya'yı şaşkınlıkla izliyorduk.
Görkem, Demirbay holdingin içine sızmayı planladığımız görevdeki hedefimiz Alfonso Mayer'in avukatlığını Bahar'ın yapmasını istediğini söylemişti bize. Henüz detayları, nedenini, nasılını bilmiyorduk çünkü Kaya buna fırsat vermemişti.
"Onu buraya mı çağırdın?" dediğinde hepimizin içinde Görkem'in yakasını kavradı sertçe. "Onu bana sormadan bir görev için buraya mı çağırdın sen?"
"Dinle," dedi Görkem sakince ama Kaya'nın gözünü resmen öfke bürümüştü. Demek kıvranması bu yüzdendi arabadayken. Kaya'yı karşısına alacağını biliyordu ama buna rağmen Bahar'ı tutup eve getirmekten geri kalmamıştı.
"Sen soyadını verdiğin için abini kullanamıyoruz diye gittin benim her şeyimi mi kullanmaya karar verdin?" Onu buradan vurmayan tek kişi Kaya'ydı ve Görkem şimdi onu da kaybetmişti. "Sen onu buna nasıl alet edebilirsin lan?"
"Geri bas," diyerek olayın içine atlayan Bahar, Kaya'nın kolunu tutup onu geriye doğru çekti. "Ben kendi ayaklarımla geldim, zorla getirilmedim ve henüz bir karar da vermedik. Sadece bir danışman olarak buradayım şu an Kaya, oturup konuşacağız. Daha olayı bile tam anlayamadık. Önce bir dinleyelim değil mi?"
"Seni kurdun çakalın arasına göndereceğimi düşünüyorlarsa beni bir yerlere çözemeyeceğim şekilde bağlamaları gerekiyor." Gözlerini yavaşça Bahar'ın gözlerine çevirdi. "Yani imkansız."
"Of, kudurma," dedi Bahar göz devirerek. Tepkisi beni güldürmesin diye dişlerimi dudaklarıma geçirdim. Kaya gerçekten çok sinirliydi ama Bahar bundan korkmuşa benzemiyordu. "Doğru düzgün bilmiyorum olayı daha. Ben istemediğim sürece beni zorla gönderecek haliniz yok. Bir öğreneyim önce."
"Sen istersin kesin. Nerede tehlike, orada sen. Kesin istersin ya, istememe ihtimalin o kadar yok ki!"
"Ayrıca beni ne sanıyorsun?" dedi Görkem kendine hakim olamayarak. "Sence Bahar'ın hayatını hiç düşünmeden riske atar mıyım amına koyayım?"
"Niye benimle konuşmadın?"
"Karşı çıkacağını biliyordum."
"Niye yaptın o zaman?"
"Bana verilen sorumluluk boş yere değil," dedi Görkem. "Doğru olduğunu düşündüğüm şey neyse onu yaparım."
Kaya, bir misilleme yapmak isteyerek ve Görkem'in empatisine sığınmanın o an için en doğru hamle olduğunu düşünerek "Asya'yı da gönderecek misin?" diye sordu.
Görkem gözlerini yavaşça yumup açarken sakin olmaya çalışıyordu. "Aslında evet, taslakta bu da var."
"Sikeyim senin taslağını."
"Olur," dedi aynı sakinlikle. "Buyur."
"Lan dalga mı geçiyorsun?" Herkesi sesini yükseltirken görmeye alışkındım ama Kaya'nın bunu yapışı beni daha fazla etkiliyordu. Çünkü Görkem, ne yaparsa yapsın Kaya'nın arkasında duracağının güvenine sahipken şimdi böyle bir durumun içinde bulmuştu kendini. Kaya, ilk kez ona sırtını dönmek üzereydi. "Hem Asya'yı hem Bahar'ı tehlikeye atacağına gel kafama sık amına koyayım. Daha kolay ölürüm hem."
"Beni dinleyecek misin artık?"
Kaya bunları algılayabilecek düzeye hâlâ ulaşmamıştı. Takıldığı tek bir nokta vardı ve onu anlayabiliyordum. Bu yüzdendi zaten hiçbirimizin sesini çıkaramayışı. "Ben sana kardeşim diyorum," dedi kendini sakinleştirmeye çalışarak fakat hiç de başarılı olduğunu söyleyemeyecektim. "Ben sana bile güvenemeyeceksem kime güveneceğim oğlum? Bu evde herkesin başına buyruk bir şeyler yapmaya başlamasından bıktım. Birinin götünü topluyoruz diğeri sıçıp batırıyor. Gerçekten bıktım sizden."
"Kaya..."
"Bahar," dedi sertçe. "Dur lütfen. İnan hiç sırası değil."
"Kıza bağırma," dedi Görkem. "Söyleyeceklerimi dinle. Oturup konuşalım. Senin değer verdiğin insan benim başımın tacıdır Kaya. Kimseyi namlunun ucuna koyacak halim yok. Sadece aklıma bir şey geldi ve Bahar'a danışacağım bu konuyu. Eğer olurunun olduğunu düşünüyorsa da önümüze bakacağız. Fevri biri değilsin sen, ilk saniyeden ne yakıyorsun bütün gemileri?"
"Bahar çünkü!" dedi Kaya. "Bahar lan." Biz yoktuk yine onlar için. On senedir birbirlerinin her anlarına tanık olan iki adamın, birlikte büyüyüp bu günlere gelmiş iki kişinin konuşmasıydı bu. "Biz yeterince göbeğindeyiz tehlikenin. Biz yeterince oynuyoruz silahlarla. Tek bir şeyim var benim. Onu da tutup bu bataklığın içine çekemezsin. Nesini anlamıyorsun bunun?"
Başımı Bahar'a doğru çevirdiğimde Kaya'nın ses tonu alçaldıkça gözlerine yerleşen ifadeyi izledim. Kaşları hafifçe çatıldı ve cümlelerinin burukluğu karşısında bakışlarıyla bile sarıp sarmaladı Kaya'yı. İçindeki sınırsız merhameti gördüm. Bahar, Kaya'ya körkütük aşıktı. Araya giren mesafelerin de ayrı geçirdikleri günlerin de önemi yoktu.
"Kaya," dedi yeniden Bahar. Elini onun omzuna koyduğunda Kaya'nın iki saniyeliğine kapandı gözleri. Bu, dakikalardır aldığı ilk nefesti sanki. "Görkem karşındaki," diye devam etti bunun altını çizmek isteyerek. "Bilirim, sırf senin gözündeki yerim yüzünden bile beni korumak için canını verir. Saçmalamanın lüzmu yok. Daha fazla dellenme de geçelim şu salona artık. Sabahtan beri topukluların üzerinde dikiliyorum, size ayıp olmayacaksa bacaklarımı uzatıp oturmak istiyorum açıkçası. Ay bir de açım, lahmacun mu söylesek?"
"Bahar," dedi Kaya uyarır gibi.
"Adımı çok özlediğinin ve dilinden düşüremediğinin farkındayım." Kaya ona ters bir bakış attığında Bahar omuzlarını kaldırıp indirdi yalan mı dercesine. "Ama gerçekten kafamı şişirdin bağıra bağıra. Bak ben bu aralar çok yorgunum, evime yeni yerleşiyorum zaten. Kollarım bacaklarım her yerim ağrıyor gerçekten. Yok ki tanıdığım dört centilmen erkek, koltuklarımı taşısın."
"Eylül o işi halletti sanıyordum?" dedi Arda kendisine atılan top karşısında şaşkınlıkla. "Bir taşımacılık firmasıyla anlaşmadın mı sen?"
"Anlaştı zaten," dedi Kaya. "Abartmayı sever o."
"Bana diyene bakın. Görkem'e kafa atacaktın az daha be."
"Sen görmeyeli biz biraz değiştik," dedi Can, elini gözüne doğru götürerek. "Birbirimize arada vuruyoruz, bu bizim yeni alışkanlığımız."
"Ne yaptın çocuğa Allah için?" diye sordu Bahar kafasını Görkem'e çevirerek. Bunu yapanın Görkem olduğunu nasıl anladığını merak ettim.
"Hak etmişti," dedi Arda. O, Can'ın bu mevzuya ne kadar içerlediğini hâlâ bilmiyordu. Bu yüzden hâlâ koruduğu öfkesini yöneltmekten de çekinmemişti. Tüm gün sorgularla uğraşmanın yorgunluğu yüzünün her köşesindeydi fakat buna rağmen ana tutunuyor, şikayet edip sızlanmıyordu. Hepimizin gece üçten beri ayakta olduğumuz gerçeğini düşündüğümde ilk pili bitenin hangimiz olacağını merakla bekliyordum.
"Yumruk yemeyi mi hak etmişti?" dedi Bahar şaşkın şaşkın. "Can mı? Hayatta inanmam. Dünyanın en uslu adamı bu çocuk."
"Uslu ve efendi," dedi Can.
"Uslu ve efendi," diye düzeltti ve ikisi gülüştüler. Ardından yüzünü ondan tarafa çevirdiğinde "Arda," dedi. "Cidden açım, iki tane lahmacun söyleyebilir misin yengene?"
Kaya gözlerini ışık hızında dibinde dikilen kadına çevirdi. "Yengene?"
"Suyuna gitmeye çalışıyorum sakinleş diye," dedi Bahar boynunu kaldırıp Kaya'ya bakarak. "Sesinin yüksek tonundan hiç hoşlanmıyorum Kaya. Ayrıca Görkem'e kurduğun cümle için pişman olacağın aşamayı hızlıca geçmek istiyorum. Kafan yerine geldi mi?"
"Soyadımla ilgili olanı kastediyor," dedi Görkem özür bekleyerek. Birilerinin ondan özür dilemesine iyi alışmıştı bu aralar.
Kaya, Görkem'e ters bir bakış attığında "Senin ve Can'ın kafalarını tutup birbirine vursam öyle bir rahatlarım ki," dedi yumuşamak yerine. "Bugün bana yaşattığınız travmaların haddi hesabı yok. Boşu boşuna en çok siz kavga etmiyorsunuz, ikiniz de aynı boksunuz çünkü özünüzde."
"Ne kadar pisleşti senin ağzın ya?" diyerek ona sataştım böyle bir anda. "Söylemeyeyim söylemeyeyim diyorum ama iki saattir küfredip duruyorsun böyle güzel bir hanımefendinin yanında. Ayıp yani, o diline bir sahip çık."
Bahar, havalı bir yürüyüşün ardından yanıma geldiğinde koluma girdi ve parmak uçlarında yükselip yanağıma dudakları değmeyecek şekilde uzaktan bir öpücük bıraktı. "Arda," dedi. "İki lahmacun da bu yengene söyle. Ayranı büyük boy olsun kraliçemin."
Kaya ve Görkem, ikimizin yakınlığı karşısında otomatik olarak birbirlerine baktılar fakat Kaya trip atar gibi anında gözlerini başka yere çevirdi. Görkem'e olan öfkesi yerli yerinde duruyor olsa da başını önüne eğip sert adımlarla salona girmeyi seçti.
Bahar kulağıma "Çocuk gibi," diye fısıldadı gülümseyerek. "Ve o bir çocukken bile çocuk gibi değildi. İşte bu eve bu yüzden bayılıyorum."
Arda güldüğünde başını hafifçe iki yana salladı ama içeri geçmeden önce Görkem'in tam önünde durdu. "Herkesle tek tek aranı bozuyorsun," dedi ona. Bunun ne kadar doğru olduğu gerçeğiyle yüzleşmek bana bile ağır geldi. Arda'nın operasyona katılmayı reddedip evden gitmesiyle başlayan bu olaylar silsilesi benim gidişimle devam etmiş, Can'ın yediği yumrukla başka bir boyuta ulaşmıştı ve şimdi sıra Kaya'daydı.
"Ben-" diyecekken Arda onun konuşmasına izin vermedi.
"Sen her zaman doğru olanı yapıyorsun." Görkem'in duymayı beklediği bu değildi. Bu yüzden bakışlarına yerleşen şaşkınlığı da desteğe aslında ne kadar ihtiyaç duyduğunu da aynı anda gördüm. "Ben bana verdiğin görevi hallettim. Elimde çok bir şey yok üstlerle alakalı ama Lir hakkında bazı şeyler netleşti en azından. Ne zaman istersen o zaman konuşalım. Acelesi yok."
"Sağ ol," diyebildi Görkem. Bahar ve Can'ın bakışları da ikisinin üzerinden ayrılmıyordu bu sırada.
"Dumanların kapılarında nöbet tutanlarla da iletişime geçti Eylül. O konuda da bir problem yok, her şey kontrol altında."
"Teşekkür ederim Arda."
"Görkem." Sesini alçalttı. "Her şeyi halledebileceğin konusunda şüphem yok ama Kaya'yı karşına alırsan fikirlerim değişir." Onun ne dediğini hepimiz anlıyor olsak da kendini açıklamak isteyerek devam etti. "Buzları bir dağa dönüşmeden eritmenin bir yolunu bul çünkü sen, Kaya'nın sana sırtını dönmesini kaldıramazsın."
"Öyle bir şey yok," dedi Bahar. Görkem'i korumak istemesinin sebeplerinden biri de onun Egemen Duman'ın kardeşi olmasıydı. Bahar Görkem'e hem Kaya'nın hayatındaki bir dönüm noktası hem de Egemen abinin bir emaneti gözüyle bakıyordu sanki. "Aranız biraz gerildi sadece. Abartmayın."
"Bir süre gerileceğiz," dedi Görkem. "Ama toparlarız, siz dert etmeyin."
"Ben şimdi sipariş vereyim." Arda yemek söylemek için aramızdan ayrıldığında biz tek sıra halinde salona geçtik. Bahar getirdiği dosyaları masanın üzerine bıraktıktan sonra üçlüde oturan Kaya'nın yanına geçti. İkisini öyle yakın görünce daha da fazla yakıştırdım. Birbirleri için yaratılmış gibi duruyorlardı omuzları birbirlerine değecek mesafede yan yana otururlarken. Ben her zaman oturduğum berjere geçtim ama Görkem yanımdaki yere oturmayıp diğer büyük koltuğa, Can'ın yanına oturmayı seçti.
Kaya, orta masayı dizini kullanarak Görkemlerin bulunduğu koltuğa doğru itti. Görkem'in dizine değinceye dek bunu yapmaya devam ettiğinde önlerinde boş bir alan açıldı. Açılan alana oturduğum berjerin dibinde duran pufu çekip koydu ve Bahar'a doğru yaklaştırdı pufu. "Bacaklarını uzatabilirsin," dedi dümdüz bir ifade ve soğuk bir tavırla. Bahar başını kaldırıp onun yan profiline baktığında gözlerindeki hayranlık içimi sıcacık yaptı. Birinin Kaya'yı böyle sevdiğini görmeye ihtiyacım olduğunu yeni anlıyordum. Kaya bu sevgiyi sonuna kadar hak ediyordu.
"Teşekkürler," dedi Bahar aynı soğuk ve dümdüz tavırla. Benzerliklerini görmek beni daha çok güldürürken başımı Görkem'e çevirdim ve onun zaten bana bakıyor olduğunu fark ettim. Gözlerini bir kez yumup açtığında içim kıpır kıpır oldu. Gözlerimi kaçırarak önüme döndüm.
"Ee, siz bakışarak anlaştığınız telepatik bir iletişim yolu falan geliştirmediyseniz biri konuşmaya başlayabilir mi?"
"Ne tilkiler dönüyorsa kafasında onları tek tek öldüreceğimi bildiğinden ağzını açmaya korkuyor," dedi Kaya, Bahar'a.
"Neyinden korkacağım lan senin?" diye çıkıştı Görkem. "Kızın yanında bana artistlik yapasın mı tuttu?"
Alay ediyordu aslında ama Kaya, bunu da kaldıramayacak kadar tahammülsüzdü. "Boğarım seni."
"Yalan söylüyor," diyerek daldı Arda salona. Hızlı adımlarla yanımdaki koltuğa bıraktı kendini. "Boğamaz."
Bahar bacaklarını pufa uzattığında saçlarını geriye doğru iterek kendisi için rahat bir pozisyon buldu. "Kaç lahmacun söyledin?"
"13."
Bana seslendiğini sanıp başımı çevirdiğimde hepimiz bir anda gülmeye başladık ve Bahar gözlerini kırpıştırdı. "Ay gerçekten telepatiksiniz siz!"
"13 benim lakabım gibi bir şey."
"Ay ruh hastasısınız da ayrıca!" Görkem'e baktı. "Tamam, pek kafan basmıyor falan da romantizm anlayışın kıza bir sayıyla hitap etmekten ibaret de olmamalı ya."
"Hiç şikayet etmedi biliyor musun?" dedi Görkem. "Sebebini bile sormadı. O da öyle biri işte."
"Bal gibi kız," dedi Bahar yeniden yüzünü bana çevirerek. Kullandığı kelime Görkem'le gözlerimizi kesiştirdi. Dudaklarını birbirine bastırarak gülüşünü tutmaya çalıştığında ben de utanıp önüme döndüm. "Cıvıl cıvılsın. Bayıldım gerçekten sana."
Bunu düşünen ilk kişiydi. Gülümsedim.
"Şimdi," dedi Görkem boğazını temizledikten sonra. "Gelelim mi Alfonso Mayer'e?"
"Sen bir bakmamı rica ettiğinde İrem Demirbay'ın dosyalarına göz gezdirdim. Abim... Yani Egemen abi avukatı onun. Daha önce şirket adına yürüttüğü işlere şöyle bir baktım. İrem Hanım'la konuştuğu takdirde benim için Alfonso'ya referans verebilir. Yani abim ve İrem Hanım sayesinde Alfonso'yla bir görüşme ayarlayabilir, onun avukatı olma durumunu konuşabilirim. Yalnız henüz detaylı bir inceleme yapma fırsatım olmadı. Kendisine açılan dava ve karşı tarafın avukatı hakkında pek bir şey bilmiyorum."
"Sen," dedi Kaya. "Alfonso'nun avukatı olmayı düşünüyor musun gerçekten?"
"Görkem'in konuşmak istediği konu buydu ya zaten."
"Sen," dedi bu kez Görkem'e dönerek. "Piramit için üst basamakta olduğunu bildiğimiz, doğrudan çete lideriyle iletişim kurabilecek düzeydeki bir adamın avukatının Bahar olmasını istiyorsun. Doğru mu anlıyorum?"
"Kulağa felaket senaryosu gibi geldiğinin farkındayım."
"Piramit ne?" dedi Bahar merakla. "Ne çetesi? Aranıza dahil olmamı bekliyorsanız benden sır saklamayacağınız konusunda baştan anlaşalım. Aksi halde size yardımcı olamam."
"Yardımcı olma zaten bize." Kaya, gözlerini Görkem'in çenesindeki yanığa dikmiş vaziyetteydi. O iz, ona dizlerimizin üzerine çöktürüldüğümüz anı hatırlatıyor olmalıydı. Görkem'in yara izi bizim kaybedişimizdi. Hepimizin hayatının gözünün önünden film şeridi gibi geçtiği ana götürüyordu bizi.
"Gerçekten yormaya başladın beni." Bahar, bacaklarını uzattığı puftan ayırıp oturuşunu düzeltti ve bir ciddiyet maskesi takındı suratına. "Türk polisi gelip bir operasyon için benden yardım isterse bunu bir emir sayarım Kaya. Size fayda sağlayacak herhangi bir şey yapabileceksem seve seve elimi taşın altına koyarım."
"Benim mesleğimden bile hoşlanmayıp şimdi şöyle cümleler kuruyorsun ya deli oluyorum."
"Aynı şey değil," dedi Bahar çenesini dikleştirerek. Sesi otoriter çıkıyordu. "Ben senin istediğin hayatın bu olmadığını bildiğim için öyle diyordum. Ama bu hayatın sana kattıklarına dönüp baktığında pişman olduğunu sanmıyorum. Sahip oldukların, sana zorla kazandırılan mesleğinin getirisi. Bu bile size saygı duymamı sağlar benim."
Mete'nin sesi burada olsaydı Bahar'ın hukuk hukuk konuştuğunu söylerdi.
Diksiyonu ve tutumu, onu tanımayan birine bile onun avukat olduğuna dair bir ipucu verebilecek türdendi. Sesinin tonu dahi değişiyordu Kaya'ya açıklama yaparken. Kaya ise yine dümdüz duruyor, olabildiğince gözlerini Bahar'dan uzak tutuyordu çünkü biliyordu ki ona baksaydı yelkenleri suyun dibini boylardı.
"Alfonso Alman," dedi Görkem devam ederek. "Bizim derdimiz Alfonso'nun davası falan değil, sahip olduğu konumla ilgileniyoruz. Onu kurtarma değil, yanımıza çekme derdindeyiz. Bildikleri değerli. Elinde bizim için oldukça önemli bir listenin olduğu bilgisine ulaştık Can sayesinde. O listeyi ele geçirene kadar Alfonso ile irtibat halinde olmanın bir yolunu bulmamız gerekiyor. Eğer şirketin içine sızabilirsek bu kolaylaşır."
"Onu hem müvekkilim yapacağım hem de kandıracağım öyle mi?" Bahar kaşlarını çatarak öğrendiği detayla birlikte Görkem'e baktı. "Davasını kazanmamı istiyorsan çıkar kazanırım fakat avukat-müvekkil gizliliği kapsamındaki şeyleri gelip sizinle paylaşmamı isteme benden. Ben bir köstebek değilim."
"Yaptığımız şeylerin etikle uzaktan yakından bir bağlantısı yok," dedi Görkem. "Analizci olmanın ekmeğini yiyeceğimiz yerdeyiz. Zafere giden her yolu mübah görme iznine sahibim. Necip Amir'le konuşup hallettim. Seni dahil etmek için gerekli izni aldım."
"Necip Amir'e de başlayacağım şimdi," dedi Kaya öfkeyle. "Ota boka kızıp diklenir, olay benim istemediğim bir şey olduğunda çat diye yapıştırmış izni. Gerçekten delireyim diye üzerime oynadığınızı düşünmeye başladım."
"Ben, hiçbir sınırı aşmam," dedi Bahar ve göz ucuyla bana baktıktan sonra yine Görkem'e döndü. "Ama beni kandırırsanız ruhum duymaz muhtemelen."
Yani diyordu ki, ben işimi yapayım ve bu sırada siz de kendi işinizi yapın.
"Stajyerin olmasını planlıyorum," dediğinde Arda ve Can gözlerini kocaman açıp "Ne?" dediler. "Asya'yı Piramit'in şirketine mi göndereceksin?"
"Daha bu sabah en iyi ajanımızın o olduğunu söylüyordun."
"Dilimi eşek arısı soksun," dedi Arda. "Sence ben böyle bir riski almanı kastetmiş olabilir miyim?"
"Asya en iyi seçenek," dedi Görkem o üstün lider tavrıyla. "Almanca biliyor ve bir kadın." İkinci söylediği beni güldürdü ama o hiç gülmüyordu. Hatta bu plandan en az Kaya kadar rahatsız görünüyordu. "Ayrıca gördüğünü unutmuyor. İşe yaramadığını düşündüğü bir kağıt parçası bile gözüne çarpsa şirkette, tutar onu ezberler. İçeriye her zaman elimizi kolumuzu sallaya sallaya giremiyorsak tek seferde gireriz ama her şeyi görmüş oluruz."
"Demirbay Holding'in Piramit'le olan bağlantısı Selma, Hasan, Cengiz olayları gibi değil," diyerek devam etti Can kendi kendine. "Kasaya para sokuyorlar. İçlerinde hizmet ettikleri insanları bilenler vardır elbet fakat muhtemelen yarısından çoğunun haberi yoktur bu durumdan. Yani onlar, bizim kim olduğumuzla ilgilenen ve kafayı bize takmış insanlar değiller. Bu yüzden Görkem, Asya'yı kullanmanın sorun olmayacağını düşünüyor olmalı."
"Beni de dahil et," dedi Kaya. "İçeriye beni de sokmanın bir yolunu bul. O zaman bu işi tekrar düşünürüm."
"Sen şirketin bir kilometre yakınında bile olmayacaksın," dedi Görkem. "Ama Asya'yla iletişimini sağlayacağım çünkü şirket sistemine sızmanızı istiyorum."
"Ne?" dedi Bahar. "Ben şu andan itibaren hiçbir şeyi duymuyorum." Ellerini kulaklarına kapattı. "Siz devam edin. Etik ilkelerim ve ben sizi duyamıyoruz."
"Aa," dedi Arda zil çaldığında. "Lahmacunlar geldi. Etik ilkelerin ve sen bir kapıya gidin isterseniz."
"Ay hemen," dedi Bahar ve telaşla ayağa kalktı. "Lütfen hızınızı çarpı ikiye alıp ben geri gelene kadar bu muhabbeti konuşup halletmiş olun. Kaya, kartın nerede bu arada?"
"Ceketimin iç cebinde."
Kaya'nın sorgusuz sualsiz Bahar'a ayak uydurması hoşuma gitmişti. Acaba ne zaman evlenirlerdi?
"Bu kadın benim enerjimi yükseltiyor," dedi Arda Kaya'ya dönerek. "Bu eve giren her kadınla çiçek açıyoruz farkında mısınız? Oğlum bu kadınlar ne güzel canlılar lan."
"Eylül atağı gelmiş bunun," dedi Can. "Yine mi öpüldün ne oldu?"
"Yok ya," dedi Arda. "Hatta biraz canım sıkkın. Karakolda yaşananları şu an konuşmayalım."
"Niye canın sıkkın?" dedi Kaya her şeyi kenara bırakıp.
Arda, dudaklarını birbirine bastırdığında söylemeden kurtulamayacağını anlamış olmalıydı. Kaçamak bakışlarını Görkem'in üzerinde ve sonra bende hissettim. Kaşlarım çatılırken artık anlatmama gibi bir ihtimali kesinlikle kalmamıştı. "Sanırım duyulmuşsunuz," dedi ve bu Görkem'in dik bakışlarının odağı haline getirdi Arda'yı. "Sanırım sen ve Asya artık biliniyorsunuz yani."
"Ee," dedi Görkem sorunu anlayamayarak. "Bunun nesi canını sıktı?"
Bahar elinde oldukça iştah açıcı kokan bir poşetle ve koluyla bedeni arasına sıkıştırdığı birkaç bardakla girdiğinde dönen muhabbete anlam vermeye çalışıyordu. Kaya tek bir cümleyle özetlediğinde ise pürdikkat dinleyenler kervanına o da katılmıştı.
"Birisiyle biraz tartıştım," dedi Arda kıvırcıklarının arasından bir elini geçirirken. Onun sinirlenişleri pek görülen bir şey değildi. "Kimse Asya hakkında öyle konuşamaz." İşte bu, ana fikri anlamam için yeterliydi.
İnsanlar Semih'in bir zamanlar bana attığı iftiranın artık bir iftira olmadığını düşüneceklerdi.
Bir Analizci olmak için liderle yatmıştım ya da içlerine girdikten sonra lideri tavlamaya uğraşmıştım, bu yüzden yanlarındaydım. Çünkü bir kadının başarısı öylece kabul edilemezdi. Mutlaka ardında birilerinden aldığı destekler ya da kendi başına çevirdiği hinlikler olmak zorundaydı.
"Kim lan o?" dedi Görkem sinirle ve Kaya aynı saniye "Hangi şerefsiz bu?" diye sordu. İkisinin öfkeli sesleri birbirine karışırken Can yalnızca gözlerini bana dikmiş haldeydi. Kötü hissetmememi söylermiş gibi bakıyordu gözlerimin içine.
"Tadımızı kaçırmayalım," dedim sakince. Umurumda değildi. Uğraşacağım son şey hakkımda çıkacak dedikodulardı şu an. Bahar ise "Adli işlemler başlatıldı," diyerek ortama sıcak bir hava yaydı. "Ben arkandayım hayatım. Altından girer üstünden çıkarız hepsinin. Takılma böyle şeylere."
"Takılmıyorum zaten."
"Kim?" diye üsteleyen Görkem'di.
"Görkem..."
"Dilini dürüp götüne sokarım onun. Kim lan o hadsiz? Semih pezevengi başlatmış olabilir mi bu muhabbeti? Zaten takmıştı kafayı. Ne söyledi? Ne duydun Arda?"
"Katil olabileceğin tarzda söylemler," dedi Arda. "Memlekette densiz bitmiyor ki. Emniyette bile nefes aldırmıyor insanlar. Sigara içiyordum, tesadüfen denk geldim. Benim varlığımın farkında bile değildi puşt. Açtım ağzımı yumdum gözümü ben de."
"Şu konuyu kapatır mısınız?" diyerek yükselttim sesimi. Düşüncelerimin ucu bucağı yoktu çünkü. Aklıma doğrudan 7 Şubat sonrasında şahit olduğum korkunç fısıldaşmalar, bana devamlı acıyarak bakan gözler geliyordu. "Ben yemek yiyeceğim."
Yüksek sesim, Bahar'ı bile hazır ola geçiren türdendi ve sonra söylediğimi emir saydıklarından aynı anda masanın üzerinde duran poşete uzandı beş kol, beşi de poşeti benim için açmak istemişti. Bu beni gülümsettiğinde içimde bir yerlerde ağlama isteği de vardı.
Arda, elini kafamın üzerine bastırıp bana sırnaşmak için omzuma yaklaşacağı sırada canım acıdığı için bileğini tuttum ve karşılığında gözlerini kocaman açtı. Açıklama ihtiyacı hissederek, "Kafam acıyor," dedim alelacele.
"Aa," dedi Görkem. "Bir yere mi çarptın?"
Sırıtıyordu.
Çok tehlikeli bir sırıtmaydı bu.
Aramızdaki bakışma sürüp giderken nabzımın hızlandığını hissettim.
Saf, masum çocuğum Arda, "Aa," dedi hemen elini geri çekerek. "Nereye çarptın?"
"Ay arabaya bence," dedi Bahar ve elini ağzına götürüp gülüşünü kapattı. Ona hayret dolu bir bakış attığımda ise gizli bir sır veriyormuş gibi "Enerjisel," dedi kısık sesle. Gözlerini falcı ablalar gibi kapatıp açtı. "Ben anlarım."
"Bir şey vereyim mi sürmen için?" diye sürdürdü bu muhabbeti Arda. Görkem içine içine güldükçe benim kanım kaynıyordu.
"Yok," dedim. "Lahmacun yemek istiyorum artık."
Kaya, ortada duran salataya uzandığında üzerindeki streç filmi işaret parmağını kenarına takarak yırttı ve kenardaki çeyrek limonu alıp salatanın üzerine sıktı. Ardından açtığı lahmacunun içine yeşillikten doldurdu, üzerine poşetteki pul biberden de biraz ekledi ve limonu bir kez daha sıkarak lahmacunu dürüm haline getirdi. Poşetin içindeki geniş kağıdın bir kısmını koparıp elindeki lahmacunu ona sardı ve bu çok doğal, sanki her gün yaptığı türden bir şeymiş gibi onu Bahar'a uzattı.
Bahar tüm bu süreci aralık kalmış dudakları ve nemlenmek üzere gibi duran gözleriyle izlemişti. Kaya, onun lahmacunu nasıl yemeyi sevdiğini biliyordu. Bilmekle de kalmıyordu, kendi elleriyle hazırlıyordu.
Bahar, bir çocuk gibi eline verilen dürümle birlikte ne yapacağını bir anlığına bilemediğinde gözlerini kırpıştırarak Kaya'ya baktı. Kendisine verilen değerin büyüklüğünü kalbine sığdırmaya çalışıyor gibi geldi gözüme.
Kaya, üzerindeki bakışların ağırlığını hissetmiş olacak ki dönüp Bahar'a baktı ve orada gördüğü tek şey kendi yansımasıydı. "Teşekkür ederim," dedi Bahar kendini toparlayabildiğinde ve dudaklarına kibirli bir gülümseme yerleşti. "Ayranımı da uzatsan çok hoş olur canım."
"Uzatayım, canım."
Şu an bir şeyler hissediyordum, enerjisel.
Ben denizi yakıyordum, belli ki Bahar da da taşı toprağı ateşe veriyordu.
İkisi gözlerini birbirlerinden çektiklerinde "Ben de," dedim lahmacunu işaret ederek. "Bana da, Kaya."
Görkem, sesli bir şekilde gülmeye başladı. "Tipe bak," dedi içi içine sığmayan bir sesle. "Çocuk musun sen?"
"Evet," dedim. "Bana da yapar mısın?"
İlk zamanlardaki Kaya, senin elin yok mu minvalinde bir şeyler mırıldanırdı ama abim Kaya, derin bir nefes alıp sesini bile çıkarmadan benim için de aynısını yapmaya başladı.
"Ben de!" dedi Arda hevesle. "Bana da. Allah'ın varsa bana da yaparsın."
"Cılkını çıkartmasan ölürsün değil mi?"
"Niye?" dedi Arda. "Ben kadın değilim diye mi? Sadece kadınlara mı söküyor bu kibarlığın senin?"
Bahar'ın aldığı koca ısırık sağ yanağını bombeleştirirken çiğnemeyi bırakıp gözlerini kocaman açtı. "Hangi kadınlara?"
Kaya benim için lahmacunu dürmeyi bırakmadan sence öyle bir şey olabilir mi der gibi Bahar'a baktı fakat Bahar'ın gözleri onu bir saniyede geçip Arda'yı buldu. "Ne biliyorsun? Söylemezsen Tesla'ya karşı Edison'u savunurum. Avukatım ben, benimle aşık atamaz sürüm sürüm sürünürsün kahrından şuracıkta bak vallahi."
"Yok," dedi Can. "Yok, akıllısı bulmuyor bizi."
"Bi' akıllı sensin değil mi?" dedi Kaya alayla karışık bir öfkeyle. "Sendeki akıl si-" Görkem'in kaşlarını kaldırışı, Kaya'nın küfrünün freni olmuştu.
Homurdanarak benim için hazırladığı lahmacunu bana uzattı ve bu sefer de tüm söylenmelerine rağmen Arda için aynısını yapmaya başladı.
"Yengeciğim," dedi Arda yılışık yılışık. "Kaya'nın gözü senden başkasını görüyor olabilir mi? Bu adam seni öyle içinde yaşıyor ki, dış dünyaya yedi yirmi dört kapalı bir mahlukat kendisi."
"Sorgulaması normal," dedi Kaya, gözlerini bu kez ona doğru çevirmeden. "İnsan kendi gibi biliyor herkesi tabi."
Bahar'a atılan taş, acı bir yaranın içindendi. Ailecek toplanıp içtiğimiz gün Bahar yalnızca bir kez aşık oldum cümlesine olmadım anlamında kadeh kaldırmıştı. Bu da demek oluyordu ki hayat ikisini ayırmışken kısa süreli de olsa Bahar'ın bir başka ilişkisi olmuştu ve Kaya bunu tamamen aşabilmiş gibi görünmüyordu.
"Ne istediğini bilmeyen erkekler, her zaman kaybeder," dedi Bahar, tok bir sesle. "Çünkü kadınların oturup kendilerini bekleyeceklerini sanırlar. Biz çoktan seçmeli soruda sıradan bir seçenek olamayacak kadar biricik varlıklarız halbuki, bunu kabul etmeleri gerekiyor."
Görkem, bir anda bu göndermeyi çok kişisel algıladı ve aralarındaki gerginliğe rağmen Kaya'yı da kendisi gibi koruma ihtiyacı hissetti. "Bir seçenek değil," dedi. "Tek seçenek. Hep böyleydiniz."
"Sen konuşma." Kaya lahmacununu Arda'ya uzattıktan sonra Görkem'e dönüp bakmadı bile. "Sen bir süre cidden konuşma benimle."
"Ne kadar bir süre?"
"Uzunca."
Biz sessiz sessiz lahmacunlarımızı yemeye geçmişken ikisinin arası yine gerildi. Görkem kendini açıklamaya çalışıp planın detaylarını anlattıkça Kaya onun içi boş bir nane şekeri kadar aklının olduğunu söylüyor, hap kadar bile beynin yok senin diyordu. Buzları eritme işi şöyle dursun, bir noktada ikisi neredeyse kafa kafaya gelmişlerdi. Kaya'nın kontrolü kaybediş sebebini anlayabiliyordum. Korkularına hak da vermiyor değildim. Piramit, pislik yuvası demekti. Ona bir şekilde bağlı olan bir şirketten ne bekliyorduk, bilmiyordum. Bahar'ın tek gitmesi gibi bir mesele söz konusu olsaydı Kaya gibi tepki verebilirdim fakat işin içine dahil olacağımdan o kadar da korkmuyordum sanırım. Sadece Görkem'e güvenmeye çalışıyordum.
"Ay," dedi Bahar bir anda ayarlanarak. "Şiştim şiştim." Deli gibi didişen Görkem ve Kaya şok içinde başlarını yukarı doğru kaldırdılar. "Kalk Asya'm, gidiyoruz biz."
"Lan nereye?" diye sordular ikisi aynı anda.
"Bana," dedi Bahar. "İki üç gün içinde şirkete bam güm gireceğim. Bu gece siz erkeklerle bir arpa boyu yol ilerleyeceğimiz yok. Bari Asya'yı alırım, kız kıza çalışırız. Stajyer görevini üstlenecekse avukatlık hakkında bir iki bir şey bilse fena olmaz yani. Hem düzgün bir plan da yaparız nasıl ilerleyeceğimize dair."
Bu fikre bir kurtarıcıymış gibi sarıldım çünkü ben de çok daralmıştım. Ayağa kalktığımda Görkem gözlerini gitmemi istemiyormuş gibi benimkilere dikti. O kafasına estiğinde çıkıp abisinin yanına gidiyorsa ben de Bahar'a giderdim. Bir gece birlikte uyumasak ölmezdik.
Halbuki birkaç saat kadar önce hiç de böyle düşünmüyordum.
"Geri döndüğümde her şeyi halletmiş olun," diye emrettim. "Sen de," diyerek döndüm Can'a. "Kendine gel. İçinde kalanı hazır ortalık birbirine girmişken dök gitsin. Birbirinize daha fazla cephe almayın, biz aynı üssün askerleriyiz."
"Ben bununla barışmam," dedi Kaya. "Bu boktan planı geri dönüşsüz bir şekilde yok edecekse ayrı tabii."
"Yok, inat etti. Duvara mı konuşuyorum belli değil. Beni on senedir tanımıyormuş da bir gündür arkadaşmışız gibi davranıyor."
"Arkadaş markadaş değiliz biz."
"Abart!"
"Benim tanıdığım Görkem, kardeşinin hayatındaki en önemli şeyi sırf bir adım atalım diye tehlikeye atmayı aklından geçirmezdi."
"Benim tanıdığım Kaya, kardeşinin bir adım atacaksa o adımı atmadan önce seksen kez düşündüğünü bilir ve koşulsuz şartsız ona güvenirdi."
"Eskidendi o."
İşte tam o an bir ayna yere düşüp parçalara ayrıldı.
"Biz başarısızlığı tatmadan öncedendi."
Kırık parçaların üzerinde yansımam vardı.
"Sen rahat bir nefes al diye koca bir enkazı tek başıma sırtladım ben. Benim tanıdığım Görkem, bunu yapmama izin vermezdi. Çok güçlüydü çünkü o. Bir dağ devrilse üstüne burnu kanamadan çıkardı altından. Ama artık değil. Gözü de buna duyduğu öfke yüzünden öyle dönmüş durumda ki, her tuşa basıp dağı kendisi devirmek istiyor. Neyi feda edeceği önemli değil, kazansa yeter."
Görkem'in göğsüne birer kurşundu her kelime, hem de en güvendiğindendi. Kanı kırıkların üzerine damlamaya başladığında bütün aynaların etrafımda dönmeye başladığını hissettim. Kalbimin acısı yüzünden midem bulanıyordu.
"Bunu," dedi Görkem sertçe, saldırıya geçmek ister gibi Kaya'ya doğru bir adım atarak. "Bunu bana nasıl söylersin?" Kendini korumak için aldığı siper öylece kayboldu çünkü gerçek arkadaşlık bağında zırh diye bir şey yoktu. Ruha zırh geçirilemezdi. "Panik atak geçiriyorum diye mi?" Sesinin cılız tonu kalbime on üç diken batırdı. "O yüzden güçten düştüğümü düşünüyorsun, değil mi? Nefesi bile düzgün alamayan adam, neyi düzgün yapar ki diye geçiriyorsun aklından."
"Ne oluyor size?" dedi Can fakat sesi ne Görkem'e ne de Kaya'ya ulaşmadı. Yanlış zamanda konuştuklarından birbirlerini devamlı yanlış anlıyorlardı.
"Hayır," dedi Kaya net bir şekilde. "Kafanda deli saçması senaryolar uydurup bana uyarlama. Böyle bir şey düşünmüyorum."
"Hadi bakalım çocuklar," dedi Bahar, Can'la Arda'ya dönüp. "Sizin uyku vaktiniz gelmiş. Bu ikisini yalnız bırakın." Elini koluma koyarak beni de ayağa kaldırdı. "Hadi bakalım Asya, bizim de bütün kızlar toplandık dinleyip yarın hangi renk ojeyi süreceğimizi düşünme zamanımız gelmiş. Bırakalım ne halleri varsa görsünler."
"Ama-"
"Yok ama falan." Beni kapıya doğru peşinden sürüklemeye başladı. "İnan bana, şu an yapılması gereken bu."
Bahar, Kaya'ya bir bakış attı. Ben Görkem'e aynı bakıştan attım ve ayağa kalkıp kapıya doğru ilerlerken sırtımıza bakakalan iki adamı öylece arkamızda bıraktık.
•⚓•
Hımm, o iki adamdan öyle kolay kurtulabileceğinizi sanmanız ne hoş :)
Selamlarrr, havalar çok sıcak bu ara değil mi ya :))🔥
Görkem'le Kaya'yı bile karşı karşıya getiren hayat... Hangi tarafı haklı bulduğunuzu öğrenebilir miyim? Sizce bu cephede neler yaşanacak?
Peki Bahar ve Kaya hakkında ne düşünüyorsunuz?
Bu soruyu çok başlarda bir kez sormuştum. Şimdi yinelemek istiyorum. Favori karakteriniz kim?
Ve buradan itibaren başka bir konuya geçiyorum. Çok heyecanlı olduğum, içimi kıpır kıpır eden bir konuya.
Bir süredir size yeni bir kurgu müjdeliyordum, çok yakında onu yayınlamaya başlayacağım. Bu Analiz'in bölüm sürelerini yaz boyunca etkilemeyecek, aynı şekilde (muhtemelen daha sık aralıklarla) ilerlemeye devam edeceğiz burada.
DÇ'yi ilk defa duyuyorsanız Instagram hesabımdan hakkında bilgi sahibi olabilir ve diğer gelişmeleri de panomdan takip edebilirsiniz. Bir basketbol kurgusu yazmasaydım inanın ki içimde kalırdı. Aşığıyım bu sporun.
Velhasıl o serüvene başladığımda da yanımda olursanız beni memnun edersiniz efendim, davetiyenizi almış bulunuyorsunuz.
Bir kere gülümseyip öyle gitmenizi rica edeceğim her zamanki gibi. :)
Sizi çok seviyorum, genel.
Teşekkürler ve iyi günler!
🧡🤝💙
Yorumlar
Yorum Gönder