18. "Son Seans"
Bölüm şarkıları:
Marstan, Sır
Yüzyüzeyken Konuşuruz, Uykusuz ve Dengesiz
🍿
Akıyormuş zaman, ben ittirmesem de.
Gülümsersem sana, gülecek misin sen de?
-Uykusuz ve Dengesiz'den
•⚓•
"Analiz zamanı."
İçinde limon olan bardağımı önüme çekip ağız kısmında daireler çizmeye başladım parmaklarımla. Çatı katı toplantısındaydık, bitmesi gerektiği gibi bitmeyen görevimizin analizini yapacaktık ve Arda hepimize ıhlamur kaynatmıştı bağışıklığımızı korumamız için.
Gözümü bana ait bir odada, lacivert iplilerin arasında açtığım bir sabahtı. Kâbussuz bir gece geçirdiğime ben de inanamıyordum. Birlikte kahvaltıya gittiğimizde karnımdaki yarayı sebep göstererek beni sandalyeye oturtmuşlar sonra reçeli ve krem peyniri önüme bırakmışlardı.
Analizciler, doğru yerde olduğumu hissetmem için varlarını yoklarını ortaya koymaya başlamışlardı ve bu benim içimde buruk bir hüzün uyandırıyordu. Bir kız çocuğunun yaşlı gözleriyle arkadaşlarına gülümsemesi gibiydi. Dizlerim dirseklerim yara içindeydi ama arkadaşlarım beni top oynamaya çağırıyorlardı sanki.
"Özet geçeyim," dedi Görkem. Sol tarafımda oturuyordu. Karşımıza Can ve Arda dizilmişti, Kaya'ysa sağ tarafımda kalan başköşeye yerleşmişti önünde bilgisayarıyla. Eylül kahvaltıdan sonra aramızdan ayrılmış ve karakola doğru yola koyulmuştu.
Görkem'in parmakları arasında çevirdiği kaleme odaklandım. "Büyük bir uyuşturucu tezgahı dönüyor uzun süredir. Her şey Cengiz'le başladı. Uyuşturucu almak isteyen bir müşteri gibi ona yanaştım, şüphelenip peşime adam taktı, sonra siz fotoğraflarımı kasadan almaya gittiniz ve tablolarla uyuşturucu satışı gerçekleştiğini tespit ettik."
"Hasan'ın kumarhanesini basmıştın," dedi Kaya. "Cengiz'den fotoğrafları almak için o gece sergiye katıldı. Sonra biz fotoğrafları Asya'yla aldık ve Cengiz'i de paketledik."
"Masadan ayrılan ilk kişi Cengiz oldu ve beklediğimizden daha kolay gerçekleşti," dedi Arda. Kıvırcıklarını geriye doğru taradı elleriyle. "Biz işlerin Hasan'ın eline geçtiğini sandık ve kumar oynayacağı yere sızdınız ikiniz." Görkem'le beni gösterdi. "Ve günün sonunda, Hasan'ı devre dışı bıraktılar."
"Yanılıyorduk," dedim. "Kilit Selma'ydı, Hasan'ın kız kardeşi. Tezgâh da onun elindeydi ipler de. Hasan'ı devre dışı bırakan isim de o çıkarsa şaşırmayacağım."
"Bu şartlarda Görkem'in ve benim fotoğrafımızı, Görkem'in göstermelik olarak çalıştığı kafeye bırakan da Selma yüksek ihtimalle," dedi Can. Her şey o kadar karışıktı ki bir özet geçsek bile tüm taşlar yerine oturmuyordu. "Cengiz'e yanık olduğunu düşündük ama burada da yanılıyorduk. Cengiz'in yanına sızmıştı, fotoğrafların bir kısmını da bir şekilde o aldı. Sonunda istediğine ulaştı. Biz o gece Cengiz'i yakaladık ve tezgah ona kaldı."
"Selma zeki bir kadın." Sözü yeniden devralmamla birlikte bakışların hedefindeki isim oldum. "Gözlerinde her zaman hinlik vardı, fark etmiştim ama tüm bu işlerin başındaki isim değil kesinlikle. Birinin maşası olduğunu düşünüyorum."
"Peki Selma, Kuzey ve Görkem'in aynı kişi olduğunu anladı mı?" diye sordu Kaya. "Görkem'in fotoğrafları dediğin gibi onun elindeyse, Kuzey'in de yüz hatlarıyla oynama yapmadığımız için onu tanımış olma ihtimali yüksek."
"Ayrıca kayıp olan fotoğraflarda ne olduğunu bilmiyoruz. Selma benim dışımda Görkem'in çevresinden birilerinin yüzünü görmüş olabilir. Asya hariç tabii, Asya o dönem burada değildi. Yani onun dışında hepiniz risk altında olabilirsiniz." Can önündeki not defterine bakıp Görkem'in parmakları arasından kalemi çekti ve birkaç bir şey karaladı oraya. Ortaya atılan her fikrin mantıklı olması işimizi yokuşa mı sürüyordu yoksa kolaylaştırıyor muydu emin değildim.
"Selma'nın Görkem'in içkisine zehir kattığı bilgisi de var elimizde," dedi Arda kaşlarını çatarak. "Ama onu tanımış olsa bundan fazlasını yapmaz mıydı? Neden doğrudan ölümüne sebep olacak bir ilaç yerine midesini bulandıracak bir ilaç koysun ki o kadehe?"
"Çıkmaza giriyoruz." Görkem alnını kaşıdıktan sonra paketinden bir nane şekeri çıkarıp ağzına yuvarladı. Bize de ikram etti ama ıhlamur içtiğimizden ötürü reddettik teklifini. "Bunlar hepimizin bildiği kısımlar, şimdi bilinmeze geçelim."
Hepimizin bildiği kısımlar bile bilinmezlikle doluydu ama sesimi çıkartmadım.
"Oteldeki tüm kayıtlar silinmiş ihbardan önce." Kaya parmaklarını birkaç kez laptopun üzerine vurup biraz düşünme süresi tanıdı kendine. "Kameralar da müşteri kayıtları da yok ediliyor. Bu kesinlikle planlı bir ihbardı. Selma'yla Hermes'in otelden çoktan ayrılmış oluşu da öyleydi."
"Ona odaklanmamız gerekiyor." Görkem bir ismin altını çiziyormuş gibi yapmıştı bunu söylerken. "Onun Mila'yla ilgilendiği çok net bir şekilde ortadaydı. Bu ilgisi de şüphelenmesinden kaynaklanıyordu ve bilindiği üzere uyuşturucu kullanmasını sağlayıp ağzını aradı kızın."
"Elimizde hiçbir fotoğrafı yok, öyle değil mi?" diye sordu Kaya sıkıntılı bir nefes vererek.
Kayıtlar silinmişti, biz ise otelde telefonsuz dolaşıyorduk. Kanlı canlı bir resmi yoktu elimizde ve Kaya tüm bunlar yetmezmiş gibi göreve hazırlanırken ondan hiç bahsetmemişti bize. Elimizde Hermes'le ilgili hiçbir veri yoktu, sürpriz bir isimdi belli ki.
"Bir robot resim çizdirebilirim," dedim bakışlarımı onlara çevirmeden. "Ama hiçbir işe yaramayacağını düşündüğümü de söylemek isterim."
"Sen şimdi bize bu adamı doğru düzgün bir anlat," dedi Arda doğrudan bana bakarak. Ihlamurumu yudumlarken onunla göz teması kurmak zorunda hissettiğim için başımı eğdiğim yerden kaldırdım. "Bu konuda konuşmadık. Laf arasında ismini geçirdiniz sadece."
"Hermes Deneb," dedim. "Yakışıklı, eli yüzü düzgün, takım elbiseli ve cool bir tip." Tanımlamamla birlikte ciddi ve biraz da gergin olan ortamımız yumuşadı ve Analizciler bana güldüler.
"Üçüzlerinin babası gruptan ayrıldı şu an." Kendi kendine yüksek sesle gülmeye başladı Arda. Onun gülüşüne gülümseyip kaldığım yerden devam ettim tanımlarıma.
"İspanyolcayı gayet akıcı konuşuyor. Türkçesini duyana kadar onun bir İspanyol olduğunu düşünebilir birisi rahatlıkla. Dil hakimiyeti üst seviyede ve diğerlerinden konum olarak da üst seviyede olduğunu bakışlarıyla belli ediyor."
"Selma'dan bile mi?" dedi Görkem emin olamayarak.
Başımı sallarken şüphe kırıntısı yoktu içimde. "Hermes Deneb'se tamamen uydurma bir isim gibi duruyor," diye ekledim. "Sahte kimlik seçerken dikkat çekmemeye özen göstermeyen birisi kendisi."
"Hermes, maddenin kuark-gluon yapısını araştırma amacıyla yürütülen bir deneyin ismi."
Başımı iki yana salladığımda Arda'nın ansiklopedik hafızası karşısında kaşlarımın çatılmasına engel olamamıştım. "İsmin buradan esinlenildiğini sanmıyorum."
"Mitolojide tanrıların en kurnazı ve en hızlısı sayılır Hermes," diye araya girdi Can. Arda ona öfkeli bakışlar attı. O da biliyordu bu bilgiyi ve kendisi söylemek istemişti anladığım kadarıyla.
Can tatlı tatlı gülümseyip yeniden dudaklarını araladığında Görkem'le Kaya da kendi aralarında ikisinin bilgi düzeyine şaşırma temalı bir bakışmanın içerisindeydiler. "Bir günlükken ayağa kalkıp beşikten çıktığı söylenir."
"Ayrıca," diye araya girdi Arda Can'a tepeden bakışlar atarken. "Beşikten çıktıktan sonra kaplumbağa kabuğundan bir liri çalıp çıkan seslerle kendi kendine eğlenir. Alın bu bilgiyi de ne yapıyorsanız yapın."
Görkem bana baktı ve ben de ona baktım. İkimizin dudaklarından aynı anda, "Lir mi?" sorusu döküldü ortaya.
"Evet," dedi Arda şaşırmamıza şaşırarak. "Kaynağı mitolojik çağlara dayanan, arp ailesinden bir çalgı. Telleri var böyle. Hermes'in icadı olarak bilinir. Lirin sesinin olağanüstü olduğu ve herkesi büyüleyip etkisi altına aldığı söylenir de siz ikiniz niye bana gözleriniz yuvalarından çıkacakmış gibi bakıyorsunuz?"
"Lir düzelecek demişti telefonda konuştuğu kişiye İspanyolca. 13 çevirmişti, ikimizin de ne olduğuyla ilgili fikri yoktu. Sonra sana uyuşturucu verilen gece..." Görkem gözlerime baktı. "Yine Lir diye bir şeyden bahsettin. Hatırlıyor musun?"
"Az buçuk." Hafızamı zorladım, başka bir detayı hatırlayabilir miyim diye ama Hermes'in ağzından sadece iki kez duyduğumu hatırlıyordum Lir'i. İki konuşmayı da İspanyolca gerçekleştirmişti.
"Lir düzelecek..." diye tekrar etti Can. "Kim bu Lir? Yine saçma bir sahte kimlik mi?"
Kaya'nın parmakları klavye üzerinde hareket etti ve muhtemelen Lir'e dair bir şeyler aradı internette. Karşısına çıkanların Arda'nın anlattıklarından fazlası olduğunu sanmıyordum. En son kafasını kaldırıp "Deneb ne peki?" diye sordu Arda'ya.
Arda önünde bilgisayar olan birinin aklındaki soruyu kendisinden sormasından oldukça memnun bir şekilde omuzlarını dikleştirip ukala bir göz kırpış yolladı. "Ben o kutudan çok daha fazlasıyım."
"Bilgisayarımla böyle konuşamazsın," dedi Kaya düz bir sesle.
Vanessa'ya da kimse kutu diyemez Yağmur.
"Konuşurum işte." Omuz silkti Arda. "Deneb Kuğu Takımyıldızı'nda yer alan en parlak yıldızın ismi."
Bir insanın her konuda fikri olmasını normal karşılayabilirdim. Neticede ağzı olan herkes her konuda söz sahibi olduğunu sanıyordu ama Arda'nın her konuda söz sahibi olacak kadar bilgisi olması gerçekten normal karşılayamadığım bir durumdu.
"Mitolojiyle herhangi bir bağı var mı?" diye sordu Görkem.
"Sanmıyorum."
"Ne yapacağız?" diye sordum. "Selma da Hermes de beni ben olarak gördüler. Kendi elleriyle Hasan'ı tutuklatan da onlardan başkası değil. Selma, bir şey uğruna kendi abisinden vazgeçecek birisi. Ne dönüyor bilmiyorum ama fazla kapsamlı bir çeteyle uğraştığımızı düşünmeye başlamak üzereyim."
"Piramit," dedi Görkem. "Hasan'ın piramit diye bir şeyden bahsettiğini söyledin bana uyuşturucu kullandığın gece. Bir suç örgütünün peşinde olduğumuz fikrine katılıyorum."
"O gece sizinle birlikte otelde olup tutuklananlar hâlâ salınmadı," dedi Can. "Sorguları devralabilirim. En azından bir başlangıç noktamız olsun."
"Senin ilgilendiğin bir iş var zaten." Çok fazla olayın içindeydik ve Görkem elini ensesine atarken bu karmaşanın içinden kendisini çıkarmaya çalışıyordu. Kendisi çıkış yolunu bulursa bizi de yukarı çekebilirdi çünkü. "O nasıl gidiyor? Herhangi bir gelişme var mı?"
"İlgileniyormuş gibi yapmanın sırası değil." Can'ın sesinde ufak bir sinir sezmiştim ya da bana öyle gelmişti. "Elle tutulur bir olayın peşindesiniz. Görevden döndünüz. Benim cinayet olduğunu kanıtlayamadığım intihar vakalarından daha önemli bir mevzu bu. Yani sözün özü, sorguları ben alıyorum."
"Can... Her şeye yetişemiyorum. Seni boşladım." Görkem ona inatla bakmaya devam ettiğinde Can eğdiği yerden kaldırdı başını. "Son zamanlarda hiç çuvallamadığım kadar çuvalladım ama toparlayacağım tamam mı? Sadece birazcık daha idare edin beni. Halledeceğim."
"Görkem, birazdan kalkıp Muhip'in çalıştığı karakola gideceğini söyleyeceğini ama oraya gitmeyeceğini biliyorum." Anlamsız konu değişimiyle kafam karışırken Can'a baktım. "Serdar'ın ve üç adamının sorgusuna girmek isteyeceksin ve bizim karakola gideceksin."
Yeniden gözümün önünde canlanmasını istemeyeceğim o görüntüler bir bir akıp geçtiler önümden. Çenemde kaybolmaya başlayan morluk sızladı ve karnımın sol tarafındaki yara kanamaya başladı sanki.
"Gideceksin çünkü o öfke hâlâ seninle. Gidip onların ağızlarını burunlarını kıracaksın, sonra başını belaya sokup hepimize iş açacaksın. Boktan savcıyı başımıza saracaksın, Necip abimi çıldırtacaksın, krizlerin başlayacak falan fistan. Sonuç olarak, kesinlikle bizim karakola gitmiyorsun. Eylül bütün gün tetikte olacak ve buna kalkışırsan senin bacağına kurşun sıkmasını söyledim."
Can'ın keskin tavırları ve kaldırdığı çenesiyle yaptığı konuşma üzerine gözlerim irice açıldı. Kontrolü eline almış biri gibiydi. Görkem'in ağzından onu idare etmeleri gerektiği cümlesi yeni çıkmıştı ama Can çoktan idareyi eline almıştı.
Onun yapacaklarını her detayına kadar sezip kendince önlemlerini bile hazırlamıştı.
"Bu aklıma gelmemişti," dedi Kaya. Tiksinir bir ifadeyle Görkem'e döndü. Bakışlarında kınama vardı. "Yanımızdan öylece ayrılıp dört herifi sorgu odasında yumruklamaya mı gidecektin?"
"Ve bunu tek başına mı yapacaktın?" Arda içerlemiş görünüyordu. "Bana söylememek mi? Bu ne cüret?"
Can'la Kaya'nın uyarır bakışları üzerine Arda ellerini masumca ağzına kapatırken bir yandan da Görkem'e kaş göz yapıyordu.
"İkinizin şu yüz ifadesi çok komik," dedim Can'la Kaya'ya bakarken. "Çünkü sizi o adamları yumruklarken izledim. Hatta burunlarını kırdığınıza falan eminim."
"Sorgu odası kuralları," dedi Can ellerini iki yana açarak. "Yoksa hak etmediklerini düşündüğümden değil."
"Çok da kurallara uyan insanlarsınızdır her zaman. Şu siyahlı mesela hayatında hiç illegal işlere bulaşmamıştır."
Kaya gözlerini kıstı. "Kimin tarafındasın? Görkem o herifleri yumruklasın mı isterdin?"
"Bunun için geç kaldı." Öylesine kurduğum bir cümleydi ama Görkem'in bütün gardlarını düşürmesine sebep olmuştu. Başımı ona çevirdim. "Oraya gidip şu saatten sonra onları dövmek neyi değiştirecek? Bir işe yarayacak olsa emin ol ben yapardım bunu, sen değil."
"Eğer bunu yapmak istersen sana kıyak geçebilirim," dedi Can bir anda.
"Sorgu odası kuralları?"
"Siktir et. Orası benim çöplüğüm."
Arda dilini damağına sertçe vurarak araya girdi. "Küfür hiç yakışmıyor sana. Ağzına biber sürerim gece, sen uykunun en tatlı yerindeyken."
Ben farkına bile varmadan el birliğiyle konuyu değiştirmişlerdi. Görkem'in üzerindeki yükü alıp uzaklaştırmışlar, bir gerginliğin çıkmasına izin vermemişlerdi.
Görkem iki elini havaya kaldırırken bana bakıyordu. "Kimseyi yumruklamıyorum, tamam. Gerçek işlerim var, başka işler. Gidebilir miyim şimdi?"
"Fahri Bey?" diyerek yeniden üzerime çektim tüm odağı. "O adam bizi seviyordu Görkem. Diğerleri gibi de değildi, biliyorsun. Kendi tarafımıza çekebiliriz. Onunla konuşabilirim."
"Sicili lekeli sayılmaz," dedi Kaya. "Kendi halinde bir tip. Evet, kaçak bir kumarhanede kumar oynarken yakalandı ama iyi bir avukatı varsa bu pis işlerin içinden hiçbir şey olmamış gibi sıyrılması olası bir ihtimal."
"İyi bir avukatı var mı?" diye sordu Arda gülerek Görkem'e bakarken.
"Hayır, abimi bu olaya hiçbir şekilde bulaştırmayacağız." İtiraz edilemez bir kanundu bu belli ki. "Can bu işi halledebilir misin? Biliyorum çok yoğunsun ama..."
"Hey!" El salladım abartılı şekilde. "Fikir bana ait. Yokmuşum gibi konuşma sebebin ne?"
"Yaralı olman," dedi basit bir şekilde.
"O zaman sinemaya gideceğim," dedim.
Aradaki alakayı anlayamadılar, ben de anlayamadım. Bugün cumartesiydi ve ben son seansa gitmek istemiştim. Uzun zaman sonra, kendim için bir şey yapmak istemiştim.
"Ben yaralısın diyorum sen sinemaya gideceğim diyorsun."
"Evde kalsam da oturacağım sinemaya gitsem de oturacağım, ne fark edecek ki?" Dudağımı büzüp Görkem'e bakarken babasından izin koparmaya çalışan bir çocuk gibi hissediyordum. "Gece dışarı çıkma iznim de mi yok bu evde? Esir mi tutuluyorum ki ben?"
Görkem gülümseyip başını iki yana sallarken o gülümseme bir sırıtışa dönüştü ve derin çizgiler oluştu dudaklarının kenarında.
"Siz karakollara dağılın," dedi Kaya, Can'la Görkem'e. Arda'ya baktı sonra. "Sana da cips almıştım ama beni gıcık ettiğin için vermemiştim geçen, dolabımda en üst rafta. Onu alıp çizgi film falan izle odanda. Ben de Asya'yı sinema salonuna bırakayım."
Bu koordinatörlük beni şaşırtırken en çok şaşırtan da beni gideceğim yere bırakmayı teklif etmesiydi.
"Böyle bir şeye en son kalkıştığında Asya telefonu suratına kapatmıştı hatırlıyor musun?" diye sordu Arda kahkaha atarak.
En son benimle konuşabilmek için diğerlerini yanımızdan yolladığında evet, onun yüzüne kapatmıştım telefonu. Ama sonuç olarak gıcık etmek içindi, konuşmamızın bitmesini beklemiştim en azından. Şimdi tüm bunları yeni bir konuşma fırsatı için mi yapıyordu?
"Hatırlıyorum, bu yüzden onu bagaja kilitleyip arabayı uçurumdan yuvarlayacağım."
"İkimiz de ölecek miyiz?" diye sordum neşeyle ellerimi birbirine çırparak. "Ne mutlu bir son."
Kaya da ben de güldük ama Analizciler donakaldılar.
"Espri bu," dedim. "Şaka."
"Haha," dedi Arda. Onun bile rengi atmıştı birden. "Siz ezikler iş yapmaya gidiyorken ben de evde keyif yapacağım," diye devam etti. "Asya da sinema salonunda keyif yapacak. Çünkü biz bunu hak ettik. Çünkü o ve ben dünyadaki en özel kişileriz."
"Cipsi gitmeden başka yere saklayayım da gör gününü."
"Tamam, sustum."
"Ee, çıkıyor muyuz?" diye sordu Kaya bana bakarak.
"Daha hazırlanmadım bile." Tavrım sanki bir hakaret işitmişim gibiydi.
"Sen şimdi ciddi ciddi hazırlanıp sinemaya mı gideceksin?" Görkem sözlerimi teyit etmek istiyordu. Başımı salladım. "Güzel," dedi. "Sevindim."
Bardağın dibinde kalan ıhlamuru başıma dikip ayaklandım. Aşağıya inmek üzere merdivenlere yöneldiğimde birkaç adım geriden beni takip eden isim Görkem'di. "Ben ne giyeyim?" diye sordu basamakları inerken. Durup ona omzumun üzerinden baktım tuhaf tuhaf. "Birkaç gündür sen seçiyorsun ne giyeceğimi." Omuz silkti. "Alışkanlık olmuş."
Hâlâ kesmeye yeltenmediği sakallarına takıldı gözlerim. Sonra gözleriyle buluştum. "Sana ekose gömlekleri yakıştırıyorum." Cevap vermesem de olurdu ama vermek istemiştim. Aramızdaki ilişkiyi eski haline döndürmeye çalışıyordu. Yaşananları bana unutturamayacağının farkındaydı, ben kaç kez sorun olmadığını söylersem söyleyeyim ikna olmayacaktı. "Boğazlı kazaklarla güzel oluyor."
Karakola giderken neden güzel görünmesi gerektiğini ve neden bana bunu sorduğunu uzun uzadıya düşünmek yerine net cevaplar verişim garipti. Yine de bunu yadırgamadık ikimiz de.
"İyi eğlenceler 13," dediğinde odalarımızın önüne varmıştık. "Şey..." Utanıp başını öne eğdi, elini ensesine attı. "Paran var mı?" Yüzünü ekşitti. "Böyle sorulmaz tabii. Yani, sinema biletleri almış başını gidiyor. Bir mısır almaya kalksan zaten ohoo... İstersen ben karşılayabilirim." Yüzü çaresizlik ifadesine bürünürken daha fazla batmamak için dudaklarını sımsıkı birbirine bastırdı.
Kendi kendime idare etmeyi küçük yaşta öğrenmiş biriydim. Anne ve babamın yurt dışında kazandığı parayı onların yanına gitmediğim sürece görmezdim pek. Harçlık alırdım ve haftamı idare ederdim. Sonra maaş almaya başladım ve ayımı idare ettim. Ben bir şekilde hep tek başıma idare ettim ve bu artık o kadar normalleşmişti ki sormaya çalıştığı soru beni şoka uğrattı.
Cebimde paramın olup olmadığını düşünmüştü.
Sanırım, beni gerçekten kendi meselesi olarak görüyordu.
"Teşekkür ederim," dedim ne diyeceğimi bilemediğimden. "Var benim. Senin var mı?"
Ne güzel saçmaladın Yağmur.
"Var," dedi Görkem bu anlamsız diyaloğu gülerek sonlandırırken. "O zaman üzerimi değiştirmeye giriyorum." İşaret ve baş parmağını açıp diğerlerini avucuna doğru kırmış ve kapıyı göstermişti.
"Evet," dedim. "Ben de."
Dakikalar sonra siyah bir boğazlı kazağı üzerimdeki açık mavi bir kotun içine sokarken gözüm bir yandan da saatin üzerindeydi. Hadi ben son seansa gidiyordum, bizimkiler niye işlerini yarın halletmek yerine akşamın bu saatinde karakola gidiyorlardı?
Bileğime gümüş kemerli kol saatimi geçirip saçlarımı saldım. Aynanın karşısına geçmem gerekiyordu bu noktada. Derin bir nefesi ve tarağımı alıp banyoya doğru hareketlendim. Hafif bir makyaj yaptım. Bu süreçte hiçbir şey düşünmedim. Aynanın karşısındaydım. Üstelik rahatsız hissetmiyordum, banyonun kapısını bile kapatmıştım hatta.
Gerçekten, çok uzun zaman sonra kendim için bir şey yapmaya kalkışıyordum. Beni iyi hissettiren buydu. İçimde buna dair bir heves bulabilmemdi belki de. Sinemaya gidip İspanyolca bir film izlemek istiyordum.
Saçlarımın bir kısmını önüme alıp iyice taradım. O tutamla başımın üzerinde bir topuz yaptım ve kalanları da omzumun üzerinden geriye doğru saldım. Kombinime kolye yakışırdı, belki bir künye. Düşüncelerimi durdurdum çünkü sonunun nereye varacağını anladım.
Son kez kendime baktıktan sonra banyodan ayrıldığımda üzerime kabanımı almak için yeniden odama döndüm. En son her şeyin tamam olduğunu düşündüğümdeyse hole adımladım.
"Seneye gelseydin," dedi Kaya salondan bağırarak.
"Ağaç mı oldun?" diye sordum alayla. "Tüh, nasıl üzüldüm."
"Biz çıkıyoruz," diyerek olduğumuz yere adımlayan Can, Görkem'in koluna girmiş haldeydi. Kısaca ikisi de beni süzdüler. "Toparlanmış birini görüyorum karşımda," dedi Can sonra. "O kadar çabuk dimdik durmaya başlıyorsun ki bu hız beni neredeyse korkutacak Asya. İnsan bir iki naz yapar. Ben bıçaklansam en az üç ay kafalarına binip her istediğimi yaptırırım mesela bunlara."
"Kaya beni gideceğim yerin kapısına bırakacak?" dedim sorar gibi. "Bence bu da bir şeydir."
"Sizden nefret ediyorum!" diye bağırdı Arda, sanırım sesi Kaya'nın odasından geliyordu. "Artık defolup gidin de rahat edeyim. Beni kendimle baş başa bırakın."
Aslında ben de kendimle baş başa kalmak için kaçıyordum bir nevi. Diğer kaçışlarımdan farkı, bu defa bunu keyfi bir şekilde yapmamdı.
"Ben gidiyorum," dedi Kaya ve ayakkabılarını hızlıca geçirip dış kapıyı açtı. "Gelirsen gelirsin."
"Siz buna aynı evde bunca yıl çok iyi dayanmışsınız," dedim diğerlerine dönüp el sallarken. Bu sırada Görkem'in koyu yeşil ekose bir gömlekle beyaz bir boğazlı kazağı kombinleyişi de kaçmamıştı gözümden.
Ayakkabılarımı yavaşça giyip yavaş hareketlerle kapıdan çıktım. Her bir adımım bir öncekinden daha yavaştı, Kaya'nın kornaya abanmasıysa geride bıraktıklarımı kahkaha krizine sokmuştu.
"Aman," dedim yanına otururken. "Çatladın. Geldim işte."
Sesli bir nefes verdiğinde o nefes birçok sözcüğe bedeldi. Bu daha çok gülmeme neden oldu. Karnımı tuttum siteden ayrılana kadar. Diğer yandan da gideceğimiz adresi navigasyondan bulup açtım. Anayola kırdığında ise sessizliğimizin sürmesine izin vermedi.
"Yine bir on dakikalığına ara veriyoruz şimdi," dedi direksiyonu tutan eli gevşerken. "Ben senin dert ortağın, sırdaşın falan değilim."
"Biliyorum, bu konuşmayı yaptık daha önce." Kaşlarımı çattım. "İyice yaşlanıyorsun belli ki. Her şeyi unutur olmuşsun."
"Nasılsın?" diye sordu birden. "Ve hayır, iyiyim bir cevap değil."
"Süperim." Güldüm. "Harikayım? Mükemmel ötesiyim?"
"Asya."
"İntihar edip etmeyeceğimi mi soruyorsun Kaya? Bugünkü planlarımın arasında yok. Bu bir cevap mıdır senin için?"
"Birine sırtını yaslamaya karar verdiğinde ve bir anda orada koca bir boşluk gördüğünde kendine gelmek zordur." Görkem'i kastettiğinin ikimiz de farkındaydık ama isim kullanmamayı tercih etti. "Ama, boşluk sandığın yer boşluk değil. Bana inan. Onu silme." Parmakları Görkem'in ritmini taklit edecek şekilde direksiyona vurdu kırmızı ışıkta beklerken. "O güvenini boşa çıkaracak biri değildir. Çok kırıcıydı, anlayamam ne hissettiğini. Niyetim senin keyfini kaçırmak falan da değil, eğlenmeye gidiyorsun. Sadece konuşmak istedim bu konuyu. Çünkü Görkem senin ona sırtını dönmeni kaldıramaz, biliyorum."
Görkem'e sırtımı döndüğüm yoktu ama Kaya yine de önlemini almaya çalışıyordu.
"Kaya, beni çok şaşırtıyorsun." Gözlerimi kırpıştırdım. "Ne kadar uzun cümleler kuruyorsun öyle, konu Görkem olduğunda. Ben dağarcığının yüz kelimeden fazla olmadığını düşünüyordum."
"On dakika mola verdiğimizi sanıyordum ama bana bulaşmadan duramıyorsun belli ki."
"Huyum kurusun," dedim gülerek. "Onun için abisinden farkın yok." Yüz ifadem ciddileşti. "Aranızdaki ilişki çok fazla boyut atlamış. Senin gibi biri bile gelip benimle Görkem hakkında böyle paragraf paragraf konuşabiliyor. Ona ne kadar değer verdiğini görebiliyorum."
"Böyle olduğumuza bakma," dedi gülümserken. "Biz iki velettik. Suç peşinde koşuyorduk gerçi ama velettik sonuç olarak. Görkem benim ilk ailemdi Asya. Götün teki mi, evet. Ama onu korumak ve arkasını toplamak benim sorumluluğum."
"Anlamadım. Benden mi koruman gerekiyor Görkem'i?"
"Arkasını toplamaya çalışıyorum," dedi hızlıca. "Seni aramızda görmek istemiyordum." Beklemediğim anda gelen itirafı üzerine ne hissedeceğimi bilemedim bir süre. Fazlalık hissiyatı doldu içime. Düzenini mi bozmuştum onun?
"Vardı bir sebebi," dedi yine hızlıca. Fazla sessizlik olursa kafamda kurarım diye korkmuştu sanki. Kendini açıklamaya girişmişti hemen. "Şimdilik bende kalsın. Sadece, yavaş yavaş nasıl biri olduğunu tanımaya başladım ve istesen de istemesen de benim ilk tavırlarımı dert edeceğini biliyorum."
"Yapın böyle," demeye çalıştım. "Böyle kabullendim seni, takılmadım hiçbir zaman."
"O tavrım," dedi. "Birini yeni kaybetmiş olduğun için hazır hissetmemenle, güçsüz olduğunu düşünmemle ya da ne bileyim, bir kadın oluşunla alakalı değildi kesinlikle. Yalnızlığın ne demek olduğunu bilirim ve yalnızlıktan çıkışın için bizimkilerin bir fırsat vermeye çalıştıkları sırada sana bok gibi davrandım. Eşeklikti."
"Kaya," dedim şaşırarak. "Bizim aramız bu şekilde ilerliyor ya zaten. Gıcığız biz, atışıyoruz, başka bir şey yok. Niye bu kadar içerledin bu durumu anlamıyorum."
"Birbirimizi tanıdıktan sonra bu şekilde ilerlemesi, bizim tercihimiz ama ilk izleniminin nasıl oluşacağı benim tercihimdi. Bir sebebim vardı kendimce, gün gelir öğrenirsin. Bana düşmez bu aşamada. Ama şunu bilmeni istiyorum, sebebi nefret değildi. Farklı düşünme."
On dakikalık mola dediğimiz şeyi ikinci yapışımızdı. İlkinde intihar gibi ciddi bir konuda buluşmuştuk. Bunun amacınıysa hâlâ anlayamamıştım. Kaya, yanlış anlaşılmayı kafasına takacak veya bana uzun uzun açıklama yapacak biri değildi. Tüm bunlar niyeydi?
Sessiz kalışım küçük bir tebessüm oluşturdu dudaklarının kenarında. Yola bakıyordu. Benim de gözlerim akan yoldaydı. "Bazen," dedi ve derin bir nefes aldı bu noktada. "Bazen çok önemsiz, çok küçük görünen bir hareket veya öylesine kurulmuş bir cümle içinde yıkımlar yaratır insanın. Herkes değil ama senin benim gibiler, böyle şeylerden aşırıya kaçacak şekilde tetiklenebilirler."
'İkinci mola da aynı konu yüzündenmiş Asya.'
"Ölümden mi bahsediyorsun?" Konuyu o kadar dolaylamıştı ki cümlelerine Can'ın sesi sinmiş gibiydi. Başka bir zaman diliminde belki de ondan duyduğu tüm o sözleri bana satıyordu. "Konumuz intihar mı?"
Görkem'in beni yalnız bırakışının ve dört kişi tarafından sıkıştırılıp dövülüşümün bu düşünceyi tetikleyebileceği fikrine kapılmıştı. Bana bir oda yapmaları, dün akşamdan beri gerçekten iyi hissetmem ve gülümsemelerim umurunda değildi çünkü tüm bunların bilinçaltımızda dönenlerin yanında hiçbir değeri olmadığını biliyordu Kaya.
"Bizimle konuşman gerekiyor," dedi kesin bir şekilde. "Görüyorum, en çok Can'dan kaçıyorsun ama yanılıyorsun. Bak, dürüst olacağım. Bu bir plandı. Eylül'ün evinde Görkem'i kendine getireceğim diye salondan çıkarmıştım ya, o zaman konuştuk ikimiz. Deli gibi korkuyordu yapabileceklerinden. Diğer yandan biliyor ikimizin bir noktada benzediğini. Dedi ki, ona yakın olursan belki sana anlatır. Seninle konuşur hislerini. Amacım bu değil, tamam mı? Seninle sahte bir yakınlık kurmaya çalışmıyorum, yapamam bunu, karakterim el vermez."
"Her şeyiniz plan," diye mırıldandım içimde bir öfke belirirken. Bunu garipsemedi, hak verdi aksine başını sallayarak.
"Analizciler sana iyi gelecek." Kendisinden biliyordu. "Haftalar sonra kendin için bir şey yapmak istedin. Bizimkilerin yüzlerini inceledim tek tek. Utanmasalar başardık diye bağırarak zıplayacaklardı yerlerinde. Senin gördüklerinden fazlası olacağız her zaman."
"Ben sizden bir şey istemiyorum," demeye çalıştım boş bir çabayla. Öyle tek bırakılmıştım ki aklıma yatmıyordu birilerinden yardım beklemek bile. Tek gelmiştim ve tek gitmeliydim sanki. "Kaya, en kötüsü size alışmaya başladım. Bunu da istemiyordum hiç."
"Bana mı anlatıyorsun?" Başını iki yana sallayarak kendi kendine gülmeye başladı. "Ben gerçekten Analizcilere katılmayı hiç istemedim. Ben polis olmak bile istemedim. İlk zamanlar Arda benden korkuyordu. Şimdiki gibi değil, gerçek bir korkuydu. Can desen ne zaman baksam bana bakarken yakalıyordum onu. Çözmeye çalışıyordu beni. Ben de ondan tırsıyordum, yalan yok."
Sinir bozukluğundan gülmeye başladım, kendimi durduramayışımsa daha fazla sinirimi bozdu ardından daha çok güldüm. "Neden istemedin peki?" dedim benim de yavaş yavaş onlar hakkında bilgi edinmeye başladığımın farkına vararak. Beni düzeltmeye çalışırlarken devamlı olarak kendileri hakkında bir şeyler anlatıyorlardı bana. Bu, karşılıklı güvendi aslında. "Polisliği veya Analizcilere katılmayı?"
"Silahlar bana göre değil." Bunu kesinlikle beklemiyordum. Hackerlık olayları yüzünden olduğunu sanmıştım. İster istemez önüne setler çekilmiş ve özgürlüğü sınırlanmıştı ama hayır, sebep bunlar değildi. "Silahlar, yumruklar, kavga, şiddet..." Başımı kaldırıp ona baktım ve yüzünde gördüğüm o ifadeden hiç memnun kalmadım. "Bunlardan uzak olmak isterdim ama kendimi tüm tehlikenin tam göbeğinde buldum."
"Bu..." Yutkunup boğazımı ıslatmam gerekti. "Bir çeşit travmadan mı kaynaklanıyor?" Anında pişman oldum soruma. "Sus, cevaplamak zorunda değilsin," dedim alelacele.
"Her çocuk şanslı büyümüyor." Nefes almam zorlaştı. "Yetimhanede büyüyen çocuklarınsa şansın ne demek olduğundan haberi bile yok."
Başımı torpido gözüne sokup kapağı kapatmak, bu konuyu açtığım için kafamı kopartmak istedim. Birinin yarasını deştiğimde yapmak istediğim tam olarak buydu çünkü ben, benim yarama yakından bakılmasına bile tahammül edemiyordum.
"Özür dilerim," dedim sık nefeslerimin arasından. "Kaya, özür dilerim."
"Sakin," dedi şaşkınlıkla. "Asya, sakin." Bana baktı. "Birçok şeyi senden dinliyoruz, senin de hakkın var bizim geçmişimize inmeye. Bu kötü değil, merak bir suç değil. Biz Analizcileriz, biliriz birbirimizi. Sen de Analizcisin, bileceksin bizi."
"Çocuktun," dedim. Boyutunu, içeriğini bilmiyordum ama şiddet kelimesi beni bu hale getirebiliyordu. "Sen çocuktun."
"Evet." Durmadı. Kaya devam etmek istedi. "Arkamda duracak kimse de yoktu."
"Kimsen yoktu."
'Kimsem yok,' dedim içimden.
Ben varım, dedi Mete. Artık, onlar da var.
"Kimsem yoktu," diye tekrarladı Kaya. "Polis olmak istemek mi? Polisler ben yetimhaneden kaçtıkça peşime düşen, hiçbir zaman anlatmak istediğimi dinlemeyen kişilerdi. Kendimi ifade etmeye fırsat bulamadım ki, vermediler. Ben yakalanmadım da. Geri döndüm her seferinde. Çünkü yoktu Asya. Gidecek yerim yoktu benim. Evlatlık verilen çocukların gazetede gördüğüm ölümlerini dışarıda boyuma bakmadan araştırmaya çalışıp geri dönüyordum. Dönüp cezamı çekiyordum. Polisler mi kurtardı beni? Onlardan nefret ettim hep. Beni nefret ettiğim bir kimliğin içine soktular."
"Hiç böyle düşünmemiştim," dedim gözlerim kocaman açılırken. Onun tarafından bakmak aklıma gelmemişti bunca zaman. Bir kez bile durup Kaya'nın ne hissettiğini düşünmemiştim. Analizcilerin ünü dilden dile yayılırken onun onların arasında durmak zorunda olduğu için durduğu aklıma gelmemişti hiç.
"Niye düşünesin?" diye sordu kendimi suçlamamı istemeyerek. "Ama hayatta bazı istisnalar vardır." Gülümsedi. "Bazen şansın ne olduğunu bilmeyen bir çocuğa bile uğrar o şans. Kendini tanıtmak ister. Benimki, bana Necip Komiser olarak tanıttı kendini. O da polisti. Bir adam geldi, bir çocuğun hayatını değiştirdi."
Ona baktığımda gözlerinin gerisinde ışıltılara şahit oldum. Ona baktığımın farkında değildi çünkü yoldan bir an olsun ayırmıyordu bakışlarını. "Birden fazla çocuğun," diye düzeltti saygı ve aynı düzeyde sevgiyle.
Her birinin hayatında ne büyük izlere sahip olduğunu düşündüm o adamın.
"Bir şey olur," dedi Kaya. "Bir ışık yakar biri. Bazense kendiliğinden olur ama olur. Kötü gün, kötü çocukluk, kötü dönemler... Geçer Asya. Hepsi geçti."
"Kötü anılar?"
Sustu Kaya.
"Silebilsek keşke," dedim parmaklarımla oynarken. "Bir tuşa bassak ve silinse her şey."
Direksiyonu bir anlığına bıraktı ve bir elini, diğer bileğindeki ipin üzerine getirdi. "Bak," dedi. Parmakları lacivert ipi çekip bıraktı. "Bak, o tuş bu."
Ben lacivert ipi çekip bırakırken o tekrar direksiyonu kavradı. "İlk önce sen inanacaksın," dedi. Biliyordu çünkü benim adım atmaya cesaretimin olmadığı merdiven basamaklarının en tepesinden konuşuyordu. "İnandığın an başlayacak değişim. Sen bile şaşıracaksın nereden nereye geldiğine."
Analizciler ona çıkışı göstermişlerdi ve hepsi sıranın bana geldiğini biliyordu.
Araba durduğunda önce kırmızı ışık yandı sandım. Tanıdık sinemayı gördüğümde ise kendime şaşırdım çünkü konuşmaya o kadar odaklanmıştım ki çevremizdeki hiçbir şeyi gözüm görmemişti.
"Canını mı sıktım yardımcı mı oldum bilmiyorum," dedi omuz silkerek. "Ama ölü, ben artık sana ölü diye hitap etmek istemiyorum."
"Canlı cenaze?" diye sordum gülerek. Gözlerini devirdi. "Ne var? Bence güzel bir hitap şekli."
"Sen beni anladın."
"Ben seni anladım Kaya." Kapıyı açıp dışarı attım kendimi. Aracın kapısını kapatmak üzereyken kolumu camın üzerine yaslayıp durdum. Bana umut aşılamıştı. Bunu baygın gözlerle etrafta gezen, her şeyden ve herkesten nefret ediyor gibi bakan, dünya yansa umurunda olmayacak Kaya yapmıştı. "Teşekkürler."
Uzanıp kapı kolunu tuttu ve ben ne olduğuna anlam veremeden hızlıca kapıyı çektiği için dengem sarsıldı. "Ve iyi günler!" diye bağırdı gazı köklemeden önce.
On dakikadan fazla süren on dakikamız bitmişti. Dert ortağı olmayacağız diye başladığı konuşmada bana geçmişinden bir yarayı sunmuştu. Benden beklentisini dile getirmişti ve basıp gitmişti öylece.
Ben ve Kaya, çoktan dert ortağı olmuştuk.
Tüm kötü anıları ve öğrendiğim gerçekleri bastığım ilk kaldırım taşında bıraktım. Diğer adımlarda hiçbirini almadım yanıma, kendi geçmişimi bile o salonun önüne attım ve göz yormayan ışıkların aydınlattığı salona girdim.
Burada altyazı yoktu, dublaj yoktu. Filmler sadece orijinal dillerinde yayınlanıyordu. Bazı haftalar, kült yapımlar tekrar vizyona sokuluyordu bazense güncel filmler oynatılıyordu. Çok büyük bir yer değildi, kalabalık hiç değildi. Özellikle cumartesi günleri son seanslarda çok az kişi olurdu ve burayı sevmemin en büyük nedenlerinden birisi de buydu.
"Asya Hanım," dedi gişedeki kız. Adı Tuğba'ydı ve part time çalışıyordu öğrenci olduğu için. Buranın müdavimi olduğumdan da beni tanırdı. Her zaman ona denk gelirdim gişede. "Uzun zamandır uğramıyordunuz. Sizi Kaan Bey'e sor-" Bir anda durdurdu cümlelerini. Her şeye burnunu sokan biri değildi. Beni ona sorduysa sebebi gerçekten merak etmiş olmasıydı.
"Selam," dedim gülümsemeye çalışarak. "Yoktum, evet. Bir problem yok ama merak etme."
'Sadece Mete öldü. O kadar.'
Vizyonda olanlara hızlıca göz gezdirdim ve en son "Salon 3," dedim. "Bir bilet istiyorum. E sırasından."
"Demek bugün İspanyolca çekti canınız." Elini alnına vurdu. "Sizi çok havalı bulduğumu söylemiş miydim?" Her seferinde söylüyordu çünkü buraya geldiğim süreçte farklı dillerden filmlere biletler almıştım ve en sonunda dayanamayıp benimle muhabbet kurmaya başlamıştı. "Koltuk numarası kaç olsun?"
"13."
Ezber yapmış gibi anında cevaplamıştım sorusunu. Şaşırdı, ben de şaşırdım.
"Orta kısımlar boş," dedi aramızdaki muhabbetin verdiği samimiyetle. "13, duvar tarafına yakın. İsterseniz ortadan keseyim bileti."
"Yok," diye devam ettirdim. Pilava kocaman kaşıkla dalmıştım, geri dönmek olmazdı şimdi. Cüzdanımı çıkarıp ücretini ödediğimde on beş dakikaya yakın salonun önündeki koltuklarda bekledim ve ardından koltuğuma yerleştim.
1 saat 52 dakika sürdü.
Kendime 1 saat 52 dakika ayırdım ve her saniyesinden keyif aldım. Bu seansta benim dışımda sadece iki kişi vardı, onları daha önce de burada görmüştüm. Tatlı bir çifttiler.
Film mafyatik, aksiyon dolu bir filmdi. Soygun vardı, aşk vardı, mahkumiyet ve kavuşma vardı. Özgür hissettiren, dramasına rağmen insanı boğmayan bir filmdi ve üç kişi küçük gülümsemelerle ayrıldık filmin sonunda o salondan.
On beş dakika kadar önce Ajanlar ve Ajanslar grubuna beni kimin alacağına dair bir mesaj atmıştım gözlerimi beyaz perdeden ayırıp. Naz yapıyordum. Yaralıydım ve bunu kullanıyordum Can'ın da dediği gibi. Eve gidemeyeceğimden değildi. Ayağıma gelsinler istemiştim.
Mesajım üç kişi tarafından görülmüştü ama o şekilde kalmıştı. Bir cevap yoktu. Takılmadım ve gülümsedim. Moralimin bozulmasına izin vermedim çünkü keyifli bir son seanstı. Özlemiştim bunu yapmayı.
Kabanımı yeniden giydim ve çantamın askısını düzelterek sinemanın dışına attım adımımı. Birkaç saniye durup buradan Analizcilerin evine nasıl gidebileceğimi düşündüm. Kendi evime giden otobüsün kalktığı durak buraya yürüme mesafesindeydi, o yolu biliyordum ama o duraktan Analizcilerin evine giden bir otobüsün geçtiğini sanmıyordum. Sağa dönüp yürümeye başladım. Bir yolunu bulurdum nasılsa.
"Asya," diye seslendi biri arkamdan. Durdu adımlarım. Sesini tanımıştım. Fazla yakından tanımıştım.
"Kaan," dedim ona dönerken yüzümü. Buraya gelirken onu görme ihtimalim aklımın ucundan bile geçmemişti. Sinema salonunda çok fazla anımız vardı ama gariptir ki bu hiçbir duygu oluşturmamıştı içimde. Tuğba onun adını andığında da herhangi bir değişiklik olmamıştı aynı şekilde. Takılmamıştım bile.
Ona baktım. Biraz zayıflamıştı. Üzerinde haki yeşili bir trençkot vardı, içine krem rengi bir boğazlı giymiş, altına açık kahve ve hafif bol bir pantolon geçirmişti. Koyu renk olan saçları uzamıştı, kulaklarını kapatıyorlardı. "Asya," dedi tekrar. "Durmazsın sandım."
Geçmişimden bir parça olarak dikiliyordu karşımda. Güzel anılar da oradaydı kötüler de. Az insana değer verirdim belki ama değer verdiğimi de kolay kolay silemezdim. Hatırı kalırdı üzerimde. Bundandı onu duymazdan gelip hızlı hızlı ilerlememişsem.
"Selam," dedim düz bir ifadeyle. Tedirgin gülümsemesi silindi yüzünden. Ciddiyetimi gördü ve bundan nefret etti. Kendinden nefret etti gözlerimin önünde.
"Sinemaya gelmişsin," dedi yeniden gülümsemeye çalışarak. "Hayatına devam etmeye karar vermene sevindim. Yani, bir şeyler yoluna girmeye başlamış belli ki. Senin için çok korkmuştum."
Mete'yi kaybettiğimde uzun süredir Kaan'la ayrı olsak da cenazede yanımda duruyordu. Kovmaya gücüm olsaydı ona gitmesini söylerdim ama varlığı da yokluğu da umurumda değildi. Sonrasında o ölümden beter iki hafta içinde bir kez kapıma gelmiş, onu içeri almam için dil dökmüştü kapının önünde.
Almadım. Gitmesini söyledim. Orada beklediğini biliyordum. Belki birkaç saat... Yanımda olmak istemişti ama ben yanımda kimseyi istemiyordum. Hele onu, artık hiç istemiyordum.
"İyiyim." Kısa cevaplarım onu tatmin etmiyordu. Her şeyi öğrenmek, ne olduğunu sormak istiyordu. Gözlerindeki merak gerçekti ama benim gözlerimdeki ilgisizlik onun merakından daha büyüktü.
"Bu sefer aynı filme gitmedik sanırım." Güldü yine genişçe. "Hayret."
Onunla tanışmamız bu şekilde olmuştu.
Onu cumartesileri bu saatlerde giriş çıkışlarda görüyordum. Film zevkimizin benzer olduğunu düşünmüştüm en başta fakat bu bir ay, dört film üst üste aynı salonda denk gelene kadardı. İşkillenmiştim. O gece, adımları benimkilerin ardından geliyordu ve ıssız bir sokağa girdiğime emin olduğum an belimdeki tabancayı çıkarıp ona doğrultmuştum.
Beni takip etme sebebi, bana arkadaşlık teklif etmek istemesinden kaynaklanıyordu. Bir türlü cesaret edememişti ama onun ilgisini çekmiştim, tıpkı onun da benim ilgimi çektiği gibi.
Ona silah doğrulttuğumda teslim olarak ellerini kaldırırken oldukça korkmuş, sonrasında gülmeye başlamıştı kahkahalarla.
Basit bir şekilde başladık. Yan yana koltuklar aldık en başta. Çıkışta birer kahve içtik evlere dağılmadan önce. Kültürlü biriydi ve filmlerden, dizilerden veya kitaplardan bir muhabbete sardığımız an saatlerce bıkmadan usanmadan konuşabilme potansiyeline sahip iki arkadaştık.
Onu hayatıma aldım. Zamanla kendini merkeze kaydırdı. Her hafta, sadece cumartesi son seanslarda görüştüğüm o kişi hafta içlerime sızdı. Yemek yedik. Birlikte gezintilere çıktık. Birkaç farklı sinema salonu denedik ama en son yine bu salondan vazgeçemedik.
Arkadaşlığını seviyordum ve ilişkiye dönüşü tamamen zamanın getirdiği bir şeydi. Buna itiraz etmemiştik ikimiz de. Akışa bırakmıştık ve akış bizi o noktaya götürmüştü.
"Değişiyoruz herhalde." Omuz silktim. O, canımı acıtmıştı ve canımı acıtanı unutmazdım. "Konuşacak başka bir şeyin yoksa gidiyorum ben."
"Asya, dur lütfen."
"Kaan, git lütfen."
"Ne desen haklısın ama hiç konuşmadık biz doğru düzgün. Bunu hak etmiyor muyum?" Hak etmediğini yüzüne bağırarak söylemiştim daha öncesinde, yine de zorluyordu. Geri dönmeye çalışıyordu. "Bir kahve bile mi içemezsin benimle? O kadar mı tahammülün yok?"
Çok kibar biriydi ve herkese karşı böyleydi. Yanında hiçbir zaman rahatsız olmamıştım çünkü sınırlara her zaman saygı duyar, dikkat ederdi hareketlerine. İyiydi, her zaman iyi olmuştu ama bazen yetmiyordu karşı tarafın iyiliği bir ilişkiyi yürütmeye.
"Sana ilk gitmeni söylediğimde gittin. Gerisinin bir önemi yok. Ne konuşacağız? Ben derdimi anlatacağım ve sen haklısın mı diyeceksin? Bunu yapmıştık zaten daha önce."
Bulunduğumuz sokakta, artık plakasını ezbere bildiğim bir araç durdu birkaç metre ileride. Oraya gitmek istedim.
"Benimle konuşmayı bir kez olsun kabul edene kadar peşini bırakmayacağım."
"Bu bir suç," dedim ve birkaç adım ilerledim. Kolumu tuttuğunda ona öyle bir bakış attım ki, içimden geçirdiğim her şeyi döktüm ortalığa. Parmaklarını gevşetti ama elini kolumdan çekmedi. Bileğini kırabileceğimi biliyor olmasına rağmen bunu yapıyor oluşu yürek yediğinin bir işaretiydi.
"Suçsa suç," derken omuz silkti. Beni ne kadar özlediğini haykırırcasına yüzümün her santimini inceliyor, iç çekmemek için zor duruyordu. "Seni birkaç dakika görebilmek için her cumartesi, son seansları beklerim gerekirse. Yapacağımı biliyorsun."
"Ya ben buraya gelmeyi kesersem sen bekliyorsun diye?"
"Yapmazsın." Gülümsedi. "Benim için kendi zevklerinden vazgeçmezsin."
"Senin için senden vazgeçmiş bir kadınla konuştuğunu unutuyorsun sanırım," dediğimde artık gülmüyordu. Kolumu tutan eli o farkına varmadan sıkılaşırken öylece durup bozulan yüz ifadesini izledim.
Saniyeler sonraysa aracın kapısı açılmış, sertçe kapanmış ve bir adamın gölgesi düşmüştü üzerimize.
Görkem'di. Mesajımı öylesine okuyup geçmemişti. Neden cevap yazmamıştı bilmiyordum ama sonuç olarak buradaydı, beni almaya gelmişti.
"Beni ittirirsin diye düşünmüştüm," dedi Kaan yanı başımda dikilen adama bakarak. Onu tanıdığımı yüz ifademden çıkarmış olmalıydı.
"O izin vermezse elin onun kolunda duramazdı zaten," dedi Görkem keskin bir şekilde.
Omuzları dikleşmişti ve olduğundan daha uzun gelmişti gözüme nedense. Belki Kaan'la ikisini yan yana gördüğüm içindi. "Bana gerek kalmadan o müdahale ederdi. Bu yüzden ben sadece ne olduğunu anlamaya çalışmaya geldim, olay çıkarmaya değil. Sorun var mı 13?"
"Bu senin erkek arkadaşın mı?" dedi Kaan elini kolumdan çekerken. Sorusunu tekrarlarken sesini bir ton yükseltmiş, kelimelere vurgu katmıştı.
Görkem muhtemelen farkında olmadan yarım bir adım atarak hafifçe önüme geçti. Bunun koruma refleksinden kaynaklandığını düşündüm. Kaşlarını çatmış Kaan'a bakıyordu. Soruyu cevaplamamıştı, herhangi bir mimik de oynatmamıştı yüzünde.
"Görkem," dedim sırtına dokunarak. "Bu Kaan, eski sevgilim."
Kaan elini uzattı. Çizgisini kolay kolay bozacak biri değildi. Yüzüne bir gülümseme astı ve Görkem'le tokalaşmayı bekledi.
Görkem bir an için dönüp bana baktı ardından onun elini sıktığında arka fonda çalan bir gerilim müziği duyduğuma emindim.
"Şimdi izninle hayatımda büyük yer kaplayan kadınla bir kahve içeceğiz," dedi Kaan aynı gülümsemeyle. İmalı tavrının Görkem'in sinirlerine dokunduğunu görebiliyordum ama bundan da öte, benim sinirimi bozmuştu.
"Onun bundan haberi var mı peki?" diye sordu Görkem ve yüzünde Kaya'nın alaycı gülüşlerinden biri belirdi.
"Sen bölmeden önce konuşuyorduk," dedi Kaan. Ben yokmuşum gibi kendi aralarında konuşuyorlardı şimdi de.
Görkem gözlerini bana çevirdi tekrar. Yanımda kalması mı yoksa gerçekten gitmesi mi gerektiğini sorguluyordu. Sorun olup olmadığını yüz ifademden anlamaya çalışıyordu.
Beni rahatlatmak ister gibi gülümseyip, "Arabadayım," dedi. Bulunduğumuz kaldırımdan ayrıldı sonra.
İki adım atıp durdu ve omzunun üzerinden ona baktı. "Ben hayatımda büyük yer kaplayan bir kadın olsaydı onun reçel sevdiğini bilirdim Kaan," dedi bir anda.
Parçaları birleştirmişti. Sadece bir kez, reçel sevdiğimi herkesin bilmediğini dile getirmiştim laf arasında. Görkem ise her zaman olduğu gibi nokta atışı yapmıştı. "Memnun oldum tanıştığımıza," diye ekledi. Seri adımlarla arabaya ilerlerken otuz iki diş sırıttığına emindim.
Kaan'ın bozulan yüz ifadesi beni bile keyiflendirmişti.
Gülümseyip toparlamaya çalıştı kendini. "O halde bir kahve içiyoruz." Elini beni harekete geçirmek için omzuma koymaya yeltendiğinde bileğini yakalayışımla neye uğradığını şaşırdı.
Unutmuştu. Sol omzuma dokunmasına asla izin vermeyeceğimi unutmuştu.
"Pardon," dedi. Verdiğim değerin karşılığını hiçbir zaman alamadığımla yüzleştim bir kez daha.
"On beş dakikan var," dedim hızlı adımlarla ara sokaktaki dükkâna ilerlerken.
"Ah," dedi. "Senin şu on beşlerin..."
Sakinleşmek istediğimde saydığım sayıydı. On az, yirmi fazlaydı ve on beş idealdi benim için. Aynı şekilde bir işin içinden çıkmak istersem kendime bir saat süre verirdim ve o saati dörde bölerdim.
Kafanı toparla, planla, kontrol et, harekete geç.
Kriz anlarımda benimle on beşe kadar sayışı geldi aklıma. Bana sarılıp başımı göğsüne yaslayışı, yanımda oluşu geldi. Yalnızlığımda yanımda olan insanlara tamamen sırtımı dönemeyecektim hiçbir zaman. Karakterim buna izin vermiyordu. Hatır denen şeyin bendeki kredisi çok fazlaydı.
Cam kenarındaki masaya geçtik. Bu buraya ilk oturuşumuz değildi, aksine çok anısı vardı. Sevdiğim kahveden sipariş verdi, tüm bunlar yaşanırkense ben sadece ona baktım. Bir anlığına gözü camdan dışarı kaydı, sonra kahveler masaya bırakıldı ve masanın üzerinde duran elime uzandı.
Elimi geri çektim.
"Abartma," dedim sadece.
"Bana karşı çok acımasızsın." Saçlarının arasından bir elini geçirip omuzlarını düşürdü oturduğu sandalyede. "Beni, tek kalemde silecek kadar acımasızsın."
"Eski sevgiline gittin Kaan," dedim sesimi yükseltmeden, sinirlenmeden. Yorgundum. Bu tartışmayı yapmaya halim yoktu.
"Gitmemi sen söyledin," dedi şaşkınlıkla. "Onunla gidip konuşmam senin fikrindi."
İlişkimiz başlamadan önce, daha önce birine aşık olduğunu ve terk edildiğini anlatmıştı bana. Güven üzerine kurmak istemişti aramızdaki bağı. Her şeyi bileyim, hayal kırıklığına uğramayayım istemişti. Gülümsedim.
O kadının sinemanın köşesinde, onun karşısına yeniden çıktığı an geldi gözlerimin önüne. Kaan'ın omzumdaki kolunun kasıldığı, gülüşünün yüzünde donduğunu hatırladım. Bana bakışını hatırladım. Birkaç saniyeydi, küçücük bir an. Pişman gibi bakmıştı. Bakışlarından yanında ben olmasam ona koşacağını anlamıştım.
İçinden, keşke Asya olmasaydı da bir şansımız daha olsaydı onunla diye geçirmişti birkaç saniyeliğine de olsa. Emindim.
Sonra saygısından, hiçbir şey yapmamıştı.
Kadın yanında beni gördüğünde sadece Kaan'a numarasını vermiş, onunla uygun bir vakitte konuşmak istediğini dile getirmişti.
"Aramızda yaşananlardan pişmandın," dedim duygulardan uzak bir sesle. "Onun sana geri dönmesini beklemeyip yeni bir ilişkiye başladığın için pişman olmuştun."
"Kafanda kuruyorsun." Kahkaha atabilirdim ama genişçe gülümseyerek geçiştirdim. "Yanımda sen varken gözüm onu görmedi bile."
"O kadının sebeplerini dinlemek istiyordun." Kahvemden bir yudum aldım. "Numarasını silerdin istemeseydin."
"Terk edilişimin nedenini merak etmem seni sevmediğim anlamına gelmiyordu Asya." Masaya doğru eğildi. Bana yaklaşmaya çalıştı.
"Onunla konuşman için ben gönderdim seni," dedim. "Sen de gittin. Bitti. Bu kadar."
"Sen bitmedin," dedi ve saçlarıma dokundu. Geri çekilmedim, söyleyeceklerinin devam etmesini bekledim çünkü bu konuşma bir daha gerçekleşmeyecekti. Çünkü o bana bu kadar yakınken benim kalbimde yaprak bile kıpırdamıyordu. Onu içimde bitirmiştim.
Gözleri camdan dışarı kaydı ve hızlıca bana döndü yine. Saçımı kulağımın arkasına ittirdi. "Yanında olmadım mı?" diye sordu. "Elimden gelen her fırsatta yanında olmaya çalışmadım mı? Elimi tutarken seni sevmediğimi hissettiğin tek bir an oldu mu Asya? Ne dersen de, biz güzel şeyler yaşadık. Ben sana aşıktım."
"Aşk değildi o." Bu cümleyi ilk defa sesli söyleyebilmiştim. Onun bana aşık olmadığı gerçeğini kabullenmeye çalıştığım süreç benim için zordu. "Sen, annemle babamın bile benim yerime işlerini tercih ettiklerini biliyordun. Benim hayatım boyunca kimsenin ilk tercihi olamadığımı biliyordun ve ben sanmıştım ki..." Derin bir nefes alıp sesimi alçalttım. "O geri döndü, ona geri dönmek istedin. Kendi ağzınla itiraf edemiyorsun. Tercihin oydu. Sadece bana saygından söyleyemedin bunu. Bana aşık falan değildin. Boşluğunu doldurmaya çalışıyordun."
"Değil öyle." Yüzüme dokunmak istediğinde başımı geri çektim. "Öyle olsa şu an niye burada olayım? Sevileceğine o kadar inanmıyorsun ki seni köpek gibi sevdiğimi de kabullenemedin bu yüzden."
"O kadınla arandaki sorunları çözebilseydin hiçbir zaman geri dönmeyecektin," dedim. "Önce bunun farkına var sen."
Sözlerim üzerinde bir tokat etkisi yarattığında sandalyede geriye yaslandım. "Daha mı güzeldi benden?" diye sordum. Sesim bile titremedi ama onun içi titredi bu halim karşısında. Bana neler hissettirdiğiyle yüzleşmeye çalışıyordu. "Daha mı çok sevmiştin onu? Daha mı neşeliydi? Benim gibi enerjini sömürmüyor muydu? Hayat dolu biri miydi? Bu yüzden mi ilk tercihin her zaman o oldu?"
"Asya..."
"Neye değer verdiğimi bile bilmezdin benim." Basit detaylar en acı verici anılara denkti çoğu zaman. "Kaan," dedim aklıma gelen şeyle birlikte gülümseyip. "En sevdiğim prensesi biliyor musun mesela sen?"
"Animasyon izlemeyi sevmezsin ki," dedi anında. Yüzüme dikkatlice baktı, her ne gördüyse şaşırdı ve gözleri irice açıldı. "Sever misin?"
Birlikte hiç animasyon filmine gitmediğimiz için bunu sevmem sanıyordu. "Omzuma dokunmaman gerektiğini bile unutmuşsun," dedim parmaklarım yumruk olurken. "Benim taşımaya mecbur kaldığım dikiş izini sen unutmuşsun ve gelmiş bana beni sevdiğini söylüyorsun."
"Belli konularda önüme setler çektin," dedi ellerini birbirine kenetleyerek. "Belli kırmızı çizgilerin vardı. Hiçbir zaman geçemedim öteye. O ize dokunmama hiçbir zaman izin vermedin. Sana yaklaşmaya çalıştıkça beni iten sendin. Ben mi sevmemişim seni? Mete öldü, ben senin kapında yattım, yanında olayım diye yapmadığım şey kalmadı ve sen beni içeri bile almadın Asya."
"Eski sevgilisine giden eski sevgilimi içeri almadığım için kusuruma bakma."
"Biz seninle kötü ayrılmamıştık," dedi sözcüklerini toparlamaya çalışarak. "Sanki gün geçtikçe nefrete dönüşmüş senin içinde bir şeyler."
"Ben senin kürkçü dükkanın değilim," dedim kahvemi ona doğru iterken. "Gideyim, şansımı deneyeyim olmazsa nasıl olsa Asya cepte gözüyle bakamazsın bana. Benim kapattığım kapı açılmaz bir daha. Eğer gidiyorsan geri döndüğünde aynı kişiyle karşılaşmayacağını göze alman gerekir."
Başını eğip güldü. Sinirden gülüyordu. "Bana karşı hep acımasız olacaksın," dedi. "Ben çabalayan taraf olacağım ve sen de kapıları çarpan... Tamam, kabul. Asya, kabul. Ben çabalarım. Evine gittim ben senin. Taşındığını söyledi gençler. Benim senden hiç vazgeçmediğimi görmüyorsun."
"Ben vazgeçtim." Ayağa kalktım. "Ben vazgeçene kadar neredeydin? Her şey bittikten sonra ortaya çıkıp hadi yine başlayalım diyemezsin. Film mi bu tekrar tekrar izleyeceğiz? Ben vazgeçtim."
"O mu?" dedi neredeyse sesi titrerken. "Sorun o adam mı?"
"Yok," dedim sinirlenerek. "Yok, biz anlaşamıyoruz seninle. Çoktan bitmişiz zaten. Yolun açık olsun, iyi bak kendine." Yine kötü ayrılmaya el vermedi içim. Bağırıp çağırmadım, sessiz sedasız ettim vedamı bir kez daha. Büyük bir fark vardı ama. İlkinde canım acımıştı. "Gidiyorum ben," dedim ve cüzdanımı çıkarıp bir elliliği kahve bardağının altına sıkıştırdım.
Dudaklarını aralayacakken durdu. Bana baktı, sonra dışarı, sonra yine bana. Gözlerinde yenilmişlik veya kabullenmişlik, bilmiyorum, bir şeyler aradım. Peşimi bırakacağına dair bir işaret görmek istedim. "Arkadaş mı kalıyoruz?" diye sordu son bir çabayla.
"Kaan," gülümsedim, "git bir daha konuş o kızla. Benden hayır gelmedi, bakarsın ondan gelir." Göz kırpıp arkamı döndüm ve sinirden gülmeye devam ederek çıktım dükkândan dışarıya.
Geçmişimden her geçen gün daha çok nefret ediyordum. İstemediğim ot bir şekilde dibimde bitiyordu her zaman. Keyifli geçirdiğim bir günün sonunu eski sevgilimle, maziyi masaya yatırarak bitirmiştim. Harikaydı, daha iyisi gelemezdi başıma.
Yürümeye başlayacağım sırada bir kez çalan kornayla birlikte karşı kaldırımın önünde duran arabaya baktım. Gitmemişti. Görkem, bütün o muhabbeti izleyebilecek şekilde karşı kaldırıma park etmişti ve ben kafenin içinde otururken bunu görmemiştim bile.
"Üzmüş seni," dedi yolcu koltuğuna yerleşip kapıyı sertçe kapattığımda. Neden hâlâ burada olduğunu sorgularcasına bakıyordum, o ise kinle Kaan'a doğru bakıyordu. "Yüz ifadeni gördüm konuşurken. Seni çok mu üzdü?"
"Neden gitmedin?"
Gözleri beni bulduğunda küçük, kırık bir gülümseme belirdi dudaklarında. "Bir daha asla."
"Gidersin sanmıştım."
"Bir daha," dedi aklıma kazımak ister gibi. "Asla, 13. Bir kez yapılır bir hata. Seni bırakmam."
"Yalnız değildim." Kaşlarımı çattım. "Kaan vardı yanımda. Gitmen hata sayılmazdı bu defa çünkü geçen seferki gibi yalnız değildim."
Gözleri bir kez daha omzumun üzerinden kafeye doğru kaydı. Başımı çevirip neye baktığını görmek istedim. Kaan kapıdaydı ve baktığı yer tam olarak arabanın içiydi. Sağ tarafımdaki cam sonuna kadar açık olduğu için bizi görüyor olmalıydı.
Başımı yeniden Görkem'e çevirmek istediğimde neredeyse burun buruna geldik. Yönü tamamen bana dönüktü. "Seni yalnız bırakmam demedim." Aramızdaki mesafeyi sınıra getirip gözlerime baktı. "Seni bırakmam dedim. Arada büyük bir fark var."
"Görkem..." Nefes almak istedim ama onun verdiği soluk dudaklarıma vurduğundan bu mümkün olmuyordu. "N'oluyoruz?"
Elini yolcu koltuğunun arkasına atıp üzerime doğru eğildi ve dudaklarıma düştü bakışları. "O sandalyeyi ittiğinde gözlerinde intikam isteği vardı." Ben irice açtığım gözlerimle ona bakarken o aramızdaki mesafeyi açmadan dışarı baktı ve muhtemelen hâlâ izlendiğimizi gördüğünde yeniden bana döndü. "Sen de üzmek istedin o iti."
Küçük bir nefes aldı. "Ayrıca, altı defa sana dokunmaya niyetlendi ve her seferinde inadına yapar gibi bana baktı." Benim bu sırada ruhum bile duymamıştı. Kaan'ın camdan baktığını fark etmiştim ama Görkem'e baktığını fark etmemiştim. "13, seni üzdüğü için onu üzmek istiyorum. Bize bakıyor, baksın ve kudursun. Neyi kaybettiğini anlasın."
Onu itme konusunda hiçbir girişimde bulunmayışım benim bile farkında olmadığım intikam isteğimden kaynaklanıyor olmalıydı.
Gözlerim gözlerine kilitlenmiş durumdayken, "Bir filmde izlemiştim bu yöntemi," dediğinde genişçe gülümsememize sebep oldu bu. Dip dibeydik, gülümsüyorduk ve bu bir film sahnesi değildi. Yeniden dudaklarıma baktı, gülüşümü gördüğünde gülüşü yavaşça silindi yüzünden ve yutkundu. İlk defa gözlerinde farklı bir şey görür gibi oldum.
Hayır, gördüğüm halüsinasyon olmalıydı.
"Belki," dedim. Gözleri harfleri takip etti. "Film izlemeyi..." Kesik bir nefes aldım. "Bırakman gerekiyordur."
"Öyle söyleme," dedi. Bu sohbeti bir karışlık mesafede yapıyorduk. "Çok şey öğreniyorum."
Elimi yüzüne koymak istedim. Bir içgüdü gibiydi, bunu bastırmaya çalıştım. Karşımdakinin Görkem olduğunu ve yaptığı bu saçma şeyi gerçekten dile getirdiği sebeplerden dolayı yaptığını hatırlatmam gerekiyordu kendime. Bu yakınlığımız bile bir çeşit plandı.
"Gitmiştir," dedim başımı geri çekmek isteyerek. Yolcu koltuğunun başlık kısmına yasladım kafamı. Bunu yaptığımda saçlarım Görkem'in parmaklarına dolanmış oldu. "Kaan gitmiştir."
"Gitsin," dedi Görkem. Dudaklarımı ıslattım. Durdu ve alnını kırıştırarak geri çekildi. "Gitsin diye yaptım zaten," dedi sonra hızlıca.
Yeniden bana bakmadan arabayı çalıştırdığında algılarım kapanmış gibiydi. Dümdüz sokağa bakıp olanları idrak etmeye çalışıyordum. Parmaklarım üzerimdeki boğazlı kazağın boğaz kısmına gitti ve kumaşla oynamaya başladım.
Sessiz kaldım. Düşüncelerim öyle çok gürültü yaptı ki içim tenha değil diye dışıma kapanmak istedim. Bu arabaya ilk bindiğim anı ve o şarkı sözünü anımsadım. Birkaç günün bana aylar gibi geldiğini, zamanın gözümde ne kadar yavaşladığını düşündüm. Geride bıraktığım birinin üzerinden de yıllar geçmiş gibi hissetmemin sebebi buydu belki de.
"Kızım," dedi Görkem. "Takılma lan."
Gözlerimi ona çevirdiğimde takıldığım şey hitap şekliydi. Öfkesini gördüm yüzünde, o adamı parçalamak ister gibiydi. Hiçbir şey bilmiyordu, bildiği tek şey beni üzdüğüydü ve buna rağmen omuzları dik, her an savaşmaya hazır bir pozisyonda sürüyordu arabayı.
"Bende bir problem mi var?" diye bir soru döküldü derinlerimden. "Çok mu soğuğum? Ruhsuzluğumdan mı? Verdiğim değerin karşılığını hiçbir zaman alamayışım neden?"
"Bak," dedi ve gözleri ileriye bakarken ben ona bakana kadar bekledi. "Benim bir eşeğim var." Boşluğuma geldiği için güldüm. Yine şu muhabbeti yapacaktı. "Onu suya yollarım, orada boğdurturum ve dönmeyecek bir eşeği beklerken o herifi döverim." Bir saniyeliğine bana baktı, sonra yola döndü. "Sana bunları düşündürüyorsa onu benim elimden alamazlar, anlıyor musun 13?"
"Biliyor musun?" Yorgunca gülümsedim. "Bu geri zekâlının eski sevgilisi döndü bir gün. Sonra bu mal, bana ona geri dönmek ister gibi baktı ben de siktir git o zaman dedim." Kıkırdadım kendi kendime. "Tabii, tam olarak böyle söylemedim. Git, konuş falan dedim. Bu da gitti işte."
"Şerefsiz," dedi Görkem.
"Haysiyetsiz," dedim.
"Alçak herif."
"Aşağılık adam."
Durdum. Bu lafların hiçbirini hak etmiyordu. İçimi soğutmaya çalışıyordum. Beni aldatmamıştı neticede. Bilmiyordum, belki anlatsam dinleyene ben abartıyormuşum gibi bile gelebilirdi ama öyle değildi işte.
Belki de her zaman onu hayal ederek bana sarılmıştı. Belki bana gülümserken aklının köşesinde o kadın vardı. Beni sevdiğini söylüyordu ama bana ne zaman baksa onu görüyordu belki de.
Güvenim öyle bir kırılmıştı ki ben hiçbir zaman emin olamazdım.
"Ben," dedim en acısını dile getireceğimin bilincinde olarak. "Hayatımda sadece bir kişi için önceliktim. Sadece birinin ilk tercihi oldum, o da toprağın altında şimdi."
"Yapma," dedi acı çeker gibi. Sesimdeki yaralardan birini kendisinin açtığını biliyordu.
"Bana ona karşı acımasız olduğumu söyledi." Boğazlı kazağımın yakasını çekiştiriyordu parmaklarım hâlâ. "Kendime karşı ne kadar acımasız olduğumla ilgilenmiyor bile."
"Keşke olmasan," dedi bu bir doğum günü dileğiymiş gibi. "Keşke kendine yapmasan bunu."
"Ona bakınca tek gördüğüm koca bir zaman kaybıydı." Araba sola doğru döndüğünde yola bakmıyor olduğum için hafifçe sarsıldım. "Beni doğru düzgün tanımıyor bile."
"Biraz daha üzülürsen ben değil eşeğim tepikleyecek Kaan'ı." Gülmeye başladım cümlesi üzerine. Ona baktım. Sokak lambalarının ışıkları yüzüne vuruyor, yanaklarına gölgeler düşürüyordu. "Umarım bizi yanlış anlamıştır da bu gece tek saniye uyuyamaz. Sabaha kadar gözünün önüne geliriz."
"Ondan neden bu kadar nefret ettin ki sen?" diye sordum dizimi dizine vurarak. Alaycı sesime aldırmadan o da bacağını bacağıma vurdu ama bana bakmadı.
"Çünkü onu sevmiyorsun," dedi. "Benim için yeterli bir sebep." Sonra bana baktı. Bir şey söyleyecek sandım ve gözlerimi ayırmadım üzerinden ama sessiz kaldı. Anladım ki, bir şey söyleyeceğinden değil bir şey beklediğinden öyle bakmıştı.
"Sevmiyorum," dedim.
"Ama onunla kim bilir kaç kez geldiğiniz sinema salonuna gelmek istedin." Alnı kırıştığında kendi içinde bir sorgulama yaptığını fark ettim. Her detayı çözmüştü ben bahsetmesem de. Analizci olmak tam olarak böyle bir şeydi işte. "Bilinçaltında yeniden onunla karşılaşma isteği yatıyor olabilir."
"Böyle bir şey varsa eşeğin tepsin bilinçaltımı," dediğimde puslu havası dağıldı. Dudakları iki yana gerildi.
"Haberin yoktu değil mi?" diye sordu. "Beklemediğin bir anda karşına çıkmış gibiydi çünkü."
"Sorguda mıyım Görkem Komiserim?"
Gülerek başını iki yana sallarken sorularını neden sorduğuna dair soru işaretleri dönüyor olmalıydı kafasında. "Mesleki deformasyon işte, ne yaparsın," diye mırıldandı ağız ucuyla.
"Nasıl geçti günün?"
"Bunu konuşmayacağız," dedi. "Esas meselemiz sensin."
"Benlik bir şey yok. İyiyim ben." Aklıma gelen fikirle duraksadım ve biraz çekinerek ona baktım. "Bana tatlı alır mısın?"
Ses tonum her nasıl bir etki yarattıysa gözleri anında beni buldu. "İlla söyleteceksin yani."
"Neyi?"
"İstersen sana tatlı fabrikası bile açabileceğimi." Birlikte gülümsedik. "Bağdat hurma tatlısı istesen Bağdat'a uçak bileti arayacak bir adamım."
Genişleyen gülümsemem karşısında onunki yavaşça silindi yüzünden. "Bir şey isteyeceğin zaman çekiniyorsun her seferinde," dedi. "Şu ses tonunu kullanmanı sevmiyorum."
"Öyle bir şey yapmıyorum." Kaşlarımı çattım çünkü yaptığımı biliyordum. Birilerinden bir şeyler istemek bana zor geliyordu.
"Kaya'da da var bu," dedi gerilmemi istemeyerek. "Anlıyorum."
"Sende de var," dedim. Şaşırarak devam etmemi bekledi. "Diğerlerinin seni idare etmesini isterkenki sesinin kulağa benimkinden farklı geldiğini mi sanıyorsun?"
"Lafları çok güzel çevirdiğini söyleyen olmuş muydu daha önce?" Olmuştu. Biliyordum. Egom okşanmışçasına sırıttım. "En sevdiğin tatlı ne?" diye sordu o da bu arada.
Hangi tatlıyı istediğimi sormadı, en sevdiğimi sordu. Bu neyi alacağını öğrenme isteği miydi yoksa merak mıydı? "Sütlü tatlıları şerbetlilerden daha çok seviyorum," dedim her gün en sevdiğim tatlılar üzerine konuşuyormuşum gibi bir rahatlıkla. "Çikolatalı olanları da sütlülerden daha çok severim. Evimin yakınlarında pastane yoktu. Ben de genelde marketten alırdım tatlı krizine girince. Kazandibi, profiterol falan en çok yediğim tatlılar olabilir. Ekler de severim. 13. İstasyon müthiş ekler çıkartır. Hem orası bir süt helvası yapar var ya, parmaklarını yersin. İş çıkışı orada yerdim bazen. Dediğim gibi evimin yakınlarında pastane yok çünkü."
Hareketlenen ellerime baktığımda ne kadar çok konuştuğumun farkına varıp sustum anında. Bir de kendimi kaptırmış, ellerimi de katmıştım boş muhabbetime.
"Evinin yakınında pastane var," dedi Görkem. "Sitenin girişindeki marketin arka sokağında var pastane..." Dudaklarımı birbirine bastırırken gülümsememi durdurmaya çalışıyordum. Bu akşam çok fazla gülümsemiştim. "Peki sana ne alayım?"
Evet, en sevdiğimi merak ettiği için o soruyu sormuştu. Şimdiyse canımın ne istediğini öğrenmek istiyordu. "Ekler kalmış mıdır?" Başımı omzuma doğru eğip cevabı beklemeye başladım.
"Buluruz." Buydu cevabı. Orada yoksa bile bulacaktı. "Ben sütlaç severim en çok," dedi sonra. "Pazar günleri sütlaç günümüzdü bizim. Evde pişerdi. Abimle kaşık kaşık yerdik hep. Alışkanlık oldu o zamandan. Gün pazar değilse sütlaç yiyemiyorum."
"Alışkanlık mı takıntı mı?"
"Benim takıntılarım alışkanlıklarımdan gelir zaten."
"Canım nasıl ekler çekti bilemezsin," dedim abartarak. "Ekler yemezsem öleceğim sanki. Sanki ben zehirlendim ve ekler panzehrimmiş gibi. Çöllerde susuz kalmışım da vaham oymuş."
Küçük bir kahkaha attı. "Tamam," dedi. "Alacağım, ağlama."
"Kendine sütlaç almazsan bir tane bile ekleri ağzıma sürmem." İşaret parmağımı ona doğrulttum. "Bu gece sütlaç yemezsen eklersizlikten damarlarım kuruyacak." Tehdit ediyor gibiydim ama bu daha çok dokuz yaşındaki bir çocuğun yirmi sekizinde bir adamı tehdit edişine benzemişti.
"Bugün cumartesi," dedi.
"Ne?" dedim şok içinde. "Bugün pazar değil diye ben öleyim mi? Tamam Görkem, anladım ben anlayacağımı. Hayır, tamam konuşma. Sus tamam."
"Manyak," diye mırıldanan Görkem'in artık gülüşlerini gizleme gibi bir çabası yoktu çünkü engel olamıyordu. Arabayı durdurduğunda camdan baktım ve pastane tabelasını gördüm. Bu saatte buranın neden açık olduğunu sorgulamak gelmedi içimden. Önemli olan açık olmasıydı. Kapıyı açıp dışarı çıktığında "Görkem," diyerek durdurdum onu. "Paran var mı?" dedim ardından bana evde yaptığı gibi. Tutamadığım kahkahalarım geceye karıştı.
"Ya kızım..." Ellerini arabanın tavan kısmına koyup açık kapıdan içeri doğru eğilmiş haldeydi çünkü ciddi bir şey diyeceğimi sanmıştı. Başımı geriye atarken kahkahalarım şiddetlendiğinde ona da bulaştırdım ve biz iki manyak pastanenin önünde manyaklığımıza yakışacak şekilde dakikalarca güldük.
Komik değildi ama komikti.
Aynen Mete'nin söylediği gibiydi. Bu kadar gülünecek bir durumun olmaması olayı daha komik yapıyordu.
Nefes nefese kaldığında doğruldu ve seri adımlarla pastaneye ulaştı. İçerideki işi tahmin ettiğimden daha uzun sürdü. Canım sıkılınca arabanın radyosuna gitti elim. İki kurcaladım, nereden açacağımı bulmaya çalışırken yanlış bir şey yapmamaya gayret gösterdim ve sonunda radyoyu açmayı başardım.
Tam o an şarkı dedi ki:
Fırtınalarım olsa da
Bu ara güneşliyim.
Uykusuz ve dengesiz. Adı buydu şarkının. İlk dinleyişim değildi ama satırlarında ilk kendimi buluşumdu.
Görkem elinde koca bir poşetle döndüğünde onu kucağıma bıraktı ve sitenin içine doğru sürmeye başladı arabayı. Poşetin içine bakarken dikkatli tutmamı söyledi. Beyaz bir tatlı gördüm küçük, plastik bir kupta. Çikolatalı tatlılar vardı yine kuplarda. Sonra sütlaca takıldı gözlerim, alttaysa iki kutu vardı. Birinde eklerlerim duruyordu, diğeriyse sanırım baklavaydı.
"Diğerlerine de almışsın," dedim onları hiçbir zaman unutmaması beni gülümsetirken.
"Hayır hepsi senin," dedi. "Kazandibi, profiterol, belki canın şerbetli de ister diye baklava." Görkem gece gece pastaneye servetini dökmüş olmalıydı. "Diğerleriyle paylaşmak istersen onlar da yiyebilir." Güldü. "Ama öyle sıkı tutuyorsun ki hepsini arka arkaya yedikten sonra şeker komasına girme hayalleri kuruyor gibi geldin gözüme."
"Yok," dedim poşeti tutan elimi gevşeterek. "Mutlu oldum bulduğuna. Ondan." Utanmıştım. Sinirim bozuldu utanmama. Somurttum ben de sonra.
Siteye girdik, araba Analizcilerin evinin önünde durdu ve radyonun sesi dışında hiçbir ses duyulmadı bir süre.
Akıyormuş zaman, ben ittirmesem de.
"Gülümsersem sana," dedi bir anda. Koltuğunun baş kısmına yasladı kafasını. Ardından başını sağa eğip gözlerini bana çevirdi. "Gülecek misin sen de?"
Benim takıntılarım yoktu ama hareketlerim onunkileri taklit etti. Başımı geriye yasladım, sola eğdim ve gözlerimi ona çevirdim.
Gülümsedi, gülümsedim.
Şarkı bitene kadar ikimiz de inmeye niyetlenmedik.
Bittiğindeyse hiçbir şey olmamış gibi hızlıca hareketlendik ve Görkem evin kapısını kendi ritmiyle tıklatırken ben de bir adım kadar gerisinde kucağımda sıkıca tuttuğum poşetimle dikiliyordum.
Arda bize kapıyı açtı ama neden dizlerinin üzerinde olduğunu ben de bilmiyordum.
"Gelmeseydiniz?" dedi azarlar gibi. Belimden biraz yukarıda duruyordu kafası, bu yüzden onu ciddiye almak zordu.
"İstersen geri gidelim," dedim doğrudan. "Ama tatlıları da yanımda götürürüm."
Kollarını bir anda belime sardığında başını da karnıma yasladı. Aslında, başı tam olarak solumdaki bıçak izinin üzerinde denk geldi ve bunu bilerek yapıp yapmadığını merak ettim. "En çok seni sevdiğimi söylemiş miydim?" dedi sırnaşarak. "Canım Asya'm."
"Yalaka," dedi Can salon kapısından başını uzatarak. Sonra onun kafasının üzerinde Kaya'nın kafası belirdi. İkisinin de bedenlerini göremiyorduk. "Hoş geldin Asya," dedi Can Görkem'i es geçip. "En çok seni sevdiğimi söylemiş miydim?"
"Yalakalar," dedi Kaya. Bize çevirdi gözlerini. "Hoş geldiniz. İkinizi de hiç sevmediğimi söylemiş miydim?"
"Tatlılar Kaya'nın," dedim. "En azından o dürüst."
Elimden poşeti alan Görkem gülmeyi kesmeden mutfağa yöneldi. Kaya ukala bir gülümsemenin ardından kaybolurken belimden kollarını çeken Arda da dizlerinin üzerinde yürüye yürüye Can'a varıp sarılmış, ağlıyor gibi yapmıştı.
"13," diye seslenildi mutfaktan. "Sen odana geç. On beş dakikaya tatlını getiriyorum."
Ayağıma gelecekti tatlım bir de. Keyifli bir şekilde güldüğümde diğerlerine el sallayıp odama ilerledim. Girmeden önce kapıdaki çapa figürüne baktım. Omzumdaki dövme silikleşmeye başlamıştı ama çapa, her zaman benimle olacak bir semboldü.
Analizciler bir gemiydi ve ben geminin çapasıydım.
Parmaklarım bileğimdeki lacivert ipi kavrarken odama girdim. Mavi dolabıma, tül perdelerden içeri sızan sokak lambasının turuncu ışığı vuruyordu.
Uzanıp lambayı açtım ve fotoğraflarımıza baktım.
"İlk önce sen inanacaksın," demişti Kaya. "İnandığın an başlayacak değişim."
Ne zaman inanmaya başladığımı bilmiyordum ama duvarımdaki gülen yüzlere bakarken bir şeylerin değişmeye başladığını hissediyordum.
•⚓•
Yabancıyım, uyumsuz, sıkılgan ve eğreti
Tüm bunlara rağmen, hâlâ benimlesin 💙🎶
Selamlar, sevgiler! Az az geçmişe indik, son seansa girip çıktık derken nasılız? Nasılsınız?
Eski sevgili Kaan hakkındaki düşünceleriniz?
Bu arada Kaya ve Asya'nın on dakikaları kapatılsın gerçekten. Polislerden nefret eden Kaya Eroğlu'nun polis olmak zorunda kalışı gibidir bazen hayat.
Şşh, iyiyiz, sorun yok.
Onu bunu bırakın da Görkem bana da tatlı alsaydı keşke.
Neyse... Gülümsersem size gülecek misiniz siz de? Gülmeniz gerekiyor çünkü biliyorsunuz ki bir kere gülüp öyle gidiyoruz buradan :)
Teşekkürler ve iyi günler.
🔵🤝🔵
Geelll yaralarını ben sarayim omurunu ömrüme katayim bir gün gullersek eğer yoluna güller katayim menim fav şarkı
YanıtlaSil:)))Gülümsedim ve gidiom