21. "İLK"
Bölüm şarkıları:
Tuana, Bi Kere Öpse Bükülür Uzay
Edis, An
Belki Biraz, Aklımda Biri Var
•🧁•
Feza Falez:
Yıldızlara baktım.
Beş kolundan birine badem koyup o kolu hafifçe büktüğüm, Visal'den getirdiğim kalıpla yaptığım yıldızlı kurabiyelerime.
Elimdeki kaba kaşığı daldırdım ve üzerlerine rastgele çikolata şeritleri yapmaya başladım. Eriyik haldeki çikolata donduğu zaman yıldızlı kurabiyelerim Doruk için çok daha güzel görünecekti. Umarım o da severdi.
Muffinlerle dolu kaba değdi gözlerim. Mutfağı biraz dağıtmıştım ama mutlaka gitmeden önce toparlayacaktım. Burada birkaç gün geçirsem herhalde hiç canım sıkılmazdı. Mutfağı içimi ferahlatıyor, garip bir huzurla dolmamı sağlıyordu. Derin bir nefes aldığımda üzerimdeki ona ait hırkaya sinen kokusu burnuma doldu. Bu hırka yüzünden narkotik köpeği gibi geziyordum. Onu görmediğim sürenin getirdiği özlemi hırkasına sarılarak dindirmeye çalışıyordum.
Kesin çok üzgündü.
Gülsün istemiştim. Eve geldiğinde morali düzelsin, küçük bile olsa bir tebessüm edebilsin. Bundandı tüm çabam. Ablasının Instagram hesabını bulup ona yazmam, anahtarı gidip ondan teslim almam, sonra buraya gelip onun için bir şeyler hazırlamam... Hepsi o mutlu olsun diyeydi
Babam bana onun mahvolmuş durumda olduğunu söylediğinden beri gözüme uyku girmiyordu. Gerçek anlamda girmiyordu. Dün gece doğru düzgün uyuyamamıştım.
Ekranın başındaydık, bütün Falezler olarak. Fırat sürekli gözlerini devirmiş, öf pöf etmişti ama babam ve ben durmaksızın Doruk'un hocasına söylenip durmuştuk. Ben çoğu tepkimi bastırmaya çalışıyordum, babam da normal zamanki halinden oldukça farklıydı. Mesela ne kadar sinirlendiğini gizlemeyi deniyordu ama Doruk oyuna girmedi diye bir kumandayı televizyona fırlatmadığı kalmıştı.
Sonra ben galibiyet kutlamasında küçük bir an yakalamıştım. Doruk'un kocaman gülümsediği ama bana gülerkenki gibi gülmediğini bildiğim bir an. Rol yapıyordu. İçinde hevesi kırılmış bir çocuk varken o yüzüne en parlak gülümsemesini çizip gezmeye çalışıyordu.
Kalbimin çatırdadığını hissettim. Onun kalbi de tıpkı sönmüş bir balon gibi içe doğru göçüyor olmalıydı ve ben kendi damarlarımı söküp ona vermek istedim. Sırf rengi solmasın diye neyim var neyim yoksa çıkarıp onun önüne koymak istedim.
Bunu yapmak için de mutfağı seçtim. Pizzayı sevdiğini söylemişti, fırında pizza pişiyordu. Gün Batımı muffinlerime bayılmıştı, tezgâhın üzerinde bir tabağın içinde duruyorlardı. Yıldızlı kurabiyeler yapıyordum çünkü hiç sayı atmamasının bir önemi yoktu. Benim yıldızım Doruk'tu.
Babam ben neredeyse üzüntüden ağlamak üzereyken odama dalıp da o hayırsız oğlanın numarasını ver bana dediğinde aklımdan bin türlü şey geçmişti ama ben babamın bir dediğini pek ikiletmezdim. Kendi telefonumu onun eline teslim etmekte gecikmemiştim.
Telefonumla birlikte kendi odasına gitmiş, bütün görüşmeyi orada yani benden uzakta yapmıştı. Bana telefonumu geri getirdiğinde ise yalnızca "Çok üzgündü," demişti. "Mahvediyor kendini. O daha neler başaracak var ya, hiç haberi yok."
Babamın da yıldızı Doruk'tu. Onu azarlamadığını da o cümlelerden anlamıştım işte. Feyyaz Falez, Doruk'u pamuktan kalbiyle tanıştırmış olmalıydı tek bir telefon görüşmesinde.
"Gel, yine yansın ışıklarım," diye eşlik ettim arkada çalan çok sevdiğim şarkıya. "Kendimi ben sana saklarım. Oldun miladım."
Benim için milat, hiç şüphesiz 15 Ocak'tı. Bir televizyon fişi, bir kara kedi, bir kaldırım taşıydı. Gül kurusu Visal tabelası, birer bardak ılık kahve, en çok da bir çocuğun gözyaşlarıydı.
Onu bulmuştum. Onu bulmuş ve hayatımın merkezine koymuştum. Nasıl olduğunu bile anlamamıştım ama ben Doruk'a körkütük aşık olmuştum.
Sonra onun sesini duydum. Çok yakından geliyordu. Hemen arka tarafımdan. Başımı eğdiğim fırında kendi yansımamla göz göze geldim. Gözlerim kocaman olmuştu.
"Feza."
Önce korktum, sonra hızla doğrulup yönümü sesinin geldiği tarafa çevirdim. Doruk, siyah bir kapüşonluyla ve üzerindeki kot ceketle pervaza yaslanmış durumdaydı. Pervaza yaslanmıyor olsa sanki yere devrilecekti. Diğer omzunda lacivert, ortalama boylarda, ağır olduğu her halinden belli olan bir silindir spor çantası asılıydı. Çantanın askılarını sıkı sıkı kavramıştı.
Gelmesini beklemiyordum. Yaptığım işe öyle dalmıştım ki geldiğini duymamıştım. Çalan şarkının da etkisi olabilirdi, umurumda değildi. Ben o buraya gelmeden bu evden çıkıp giderim sanmıştım. Daha geç bineceğini düşünüyordum uçağa, belli ki büyük yanılmıştım.
Onun için planladığım sürpriz yalnızca dolu bir buzdolabı görmesiydi. Mutfağında beni görecek olması plan dahilinde değildi.
Yorgun bakışları, güneşten bile parlak hale gelen gözleriyle tamamen dağıldı. Birkaç kez gözlerini yumup açtığında kirpiklerinin birbirlerine geçişine odaklandım. İlk defa böyle bir şeyle karşılaşıyordum. İlk defa, kelimenin tam anlamıyla biri bana içi gidermiş gibi bakıyordu.
Sanki o an ben onun için her şey demektim.
Çok utandım nedensizce. Kendimi yasaklı bir şey yaparken yakalanmış gibi hissediyordum. "Ben anahtarı ablandan aldım," dedim. "Akşam geleceksin sanıyordum. Daha da akşam yani. Sen gelmeden halledip giderim diye düşünmüştüm. Eve geldiğin zaman boş bir buzdolabıyla karşılaşmanı istemedim. Beni dinleyip alışverişe çıkmayacağını tahmin etmiştim çünkü. Ablana fikrimi anlattığımda sorun olmayacağını söyledi. Hatta bayağı sevinmiş gibiydi bunu yapacağıma ama özel alanını ihlal ettim tabi ben. Sana sorsam sürprizi kaçardı diye söylemedim ama eğer kızdıysan..." Sanki konuştukça batıyordum. Bakışlarımı yere eğdim. "Sadece senin için bir şeyler yapmak istedim."
Hızlı hızlı konuşmalarım ortamdaki bu tuhaf havayı biraz olsun dağıtmadı. Doruk yüz hatlarıma kitlenmişti. Konuşmuyor, gülmüyor, artık göz bile kırpmıyordu.
Başını sallayıp "Feza..." dedi bir kez daha. Bu kez telaffuzu bir başkaydı. Bir tür yakınmaya benziyordu, bir siteme ya da. Her ne deniyorsa buna, adımı bu şekilde duymak midemde artık onun tarafından atılmasına alışkın olduğum düğümlerin belirmesine neden oldu. Sonra Doruk'un bakışlarına bir kararlılık çöktü.
Bana doğru adımlamaya başladı.
Omzundaki çantayı öylece yere bıraktı.
Ağır çanta gürültü çıkararak zemine çarparken Doruk bunu umursamadan aramızdaki mesafeyi kapattı.
Henüz daha onun varlığını bile kabullenememiş haldeyken beklenmedik bu hareketi yüzünden geri geri gitmiştim ben de. Kaşları düz bir çizgi halindeydi, yüz ifadesi yumuşak değildi. Böyle üzerime üzerime yürüyüp de bana kaçacak alan bırakmadığı için tam anlamıyla köşeye sıkışmış durumdaydım.
Kafesimi daha da daraltmak istemiş olacak ki elini sertçe arkamdaki duvara yasladı ve gözleri dudaklarıma düştü. Sık solukları derin derindi. Göğsü şiddetle kalkıp iniyor, bana gördüğü en güzel şeymişim gibi bakıyordu. Yüzüme çarpan nefesinin ardından duvara yasladığı kolundan destek alarak bana doğru eğildi. Yaklaştı, yaklaştı ve yaklaştı. En son burnumun ucunda durdu.
"Bu sefer, bana izin ver."
Çaresiz gibi geldi kulağıma sesi. Bu bir istekten de ziyade bir yalvarıştı. Doruk, kendisiyle savaşıyordu ve bu savaş benim içindi.
Benim için yanıp tutuşuyordu.
Eli duvarla belim arasına girdiğinde şaşkınlıktan put kesilmiştim. Büyük avucu belimi tamamen kapladı. Bunu yaptığımın farkında bile olmadan dilimle dudaklarımı ıslattım. Mutfağın havası ağırlaşmış, akan zaman yavaşlamıştı. "Doruk..." dedim ve ismini nefes nefese söyleyişim, onun sertçe yutkunmasına sebep oldu.
"Benimle aynı şeyi istiyor musun?" diye sordu burnunu burnumun dibine kasıtlı olarak daha fazla sokarak. Şoktan sıyrılamayan bedenim nasıl olurdu da ona böyle tepki vermeye başlayabilirdi anlayamıyordum. Ağzımı açıp tek kelime edemiyordum ama avucundan belime büyük bir ısı dalgası yayılırken ben parmak uçlarıma kadar titriyordum. "Siktir," dedi daha fazla dayanamıyormuş gibi. "Söylemen gerek. Bana seni öpebileceğimi söyle."
Onun ne istediğini bilen sesinin yanında benimkisi heyecandan titreyecek diye korktum. "Lütfen bunu yap," dediğimde bütün uzuvlarımda karıncalar dolaşıyordu. Kanım saf bir istekle kaynıyorken beni tutuyor olmasaydı düşebilirdim bile. Elimi kaldırıp kendime biraz daha destek sağlamak istedim. Titreyen parmaklarımı ensesindeki saçların arasına yasladığımda soğuk parmaklarım ensesini ürpertti. "Lütfen beni öp."
Sert bir hareketle çenemi kavrayıp dudaklarımı kendine yaklaştırdı. Aramızda üç santim ya var ya yoktu. Gözlerimin içine bakıyordu. "Hiç birini öptün mü sen?" diye fısıldadığında alnını yavaşça alnıma sürttü.
Kalbimin göğsümden fırlamasına ramak kalmıştı. Bulunduğum kafesin içinde karnım heyecanla kasılırken başımı iki yana salladım. "Demek öyle," dedi ve arkasından beni oldukça şaşırtan o cümleyi kurdu. "Ben de."
"Gerçekten mi?"
O da benim gibi cevap vermek yerine yavaşça başını salladı. "İlk öpücüğümün seninle olmasını çok istiyorum." Dudaklarıma doğru konuşuyordu. Beni iyice delirtmek istermiş gibi çektiğim bu işkenceye son vermiyor, dudaklarını benimkilere yaslamak yerine neredeyse dudaklarıma temas edecek kadar yakın bir mesafede durmuş fısıldayarak konuşuyordu. "Hatta istersen sonuncusu da senin olabilir, canıma minnet."
"Ama önce bir yerden başlamak gerek," diye mırıldandım başımı utanarak biraz öne eğerken.
Çenemi sıkan parmakları yeniden gözlerimi ona çevirmemi sağladı. "Birlikte öğrenelim," dedi aramızdaki boşluk sıfırlanmak üzereyken. "Uzun bir süredir seni öpmenin nasıl hissettireceğini deli gibi merak ediyorum."
Başımı daha fazla kaldırdım. O da bana daha fazla eğildi. Gergindim ama yeni uyandığımda hissettiğim türden bir mayışıklık da hissediyordum. Biraz daha böyle durursak Doruk'un ayaklarının dibine eriyip gidecektim. "Deneyip görelim," dedim alçak bir sesle.
Yanaklarıma baktı, gözlerime, sonra tekrar dudaklarıma.
İçime titrek bir nefes çektiğimde o, içime çektiğim nefesi benden çalmak ister gibi hızla dudaklarıma yapıştı.
Başta çok garipti.
Bir insanın dudaklarına dudaklarımla değmek, ne yapacağım hakkında en ufak bir fikrimin olmaması, beynim durmuş gibi tüm düşüncelerimin bir anda silinmesi... Her şey çok garipti. Kalbimin uğultusu kulaklarımı zonklatıyordu. Karnım sızlıyor, göğsüm geriliyordu.
Tamamen bir yerlere tutunma içgüdüsüyle elimi ensesine daha sıkı sardım ve farkında olmadan onu kendime doğru çektim.
Öylece birbirine tutunan dudaklarımız, onun alt dudağımı kavramasıyla birlikte harekete geçti. Doruk, dudağımı ağzının içine doğru çekip bıraktı. Ardından bunu bir kez daha yaptı ve bir kez daha yaptığında dişlerim üst dudağına sürtündü.
Kocaman elini kaldırıp yanağımla boynum arasındaki bölgeye yerleştirdiğinde artık ben yaşamıyordum.
Belimi sıkı sıkı tutuşunun aksine beni nazikçe öpüyor, karnımın ortasında giderek şiddetlenen kramplar hissetmeme sebep oluyordu.
Sırtım daha fazla duvara yaslandı. Saçlarını kavradığımda Doruk, beni daha sert öperek karşılık verdi ve bu küçük bir gülümseme yerleştirdi dudaklarıma. Bundan hoşlandığımı keşfettik. Bu yüzden beni incitmekten korkar gibi yavaş olmayı bıraktı ve gülümsememi dişleriyle çekiştirerek devam etti beni öpmeye.
Diğer elimi de ensesine doğru götürüp parmaklarımı birbirine kenetleyerek boynuna sarıldım çünkü dizlerimin bağı çözülüyordu ve ben düşmek istemiyordum.
Belimdeki elini sırtım boyunca sürükleyerek yukarı çıkarttı. Parmakları topuzum yüzünden açık kalan ensemi süpürdüğünde huylanarak başımı sağa yatırdım, başını benimle aynı tarafa eğerek beni öpmeyi sürdürdü. Topuzumu tutturan kelebekli tokanın kıskacını açtığında saçlarım üzerimdeki hırkasının kapüşon kısmına doğru döküldü. Sonra Doruk, kelebeği omzuma kondurdu.
Topuzun etkisiyle dalgalanan saçlarımın arasına karıştı uzun parmakları. Benim ensesindeki ellerimden biri ise omzuna doğru kaydı. Kalbime de kramplar giriyordu artık. Öyle yavaş ve öyle tadını çıkararak beni öpmeye devam ediyordu ki sanki sonsuza kadar bunu yapabilirdi. Sanki bütün hayatı boyunca beni öpeceği günü beklemişti.
Yalnızca bir saniyeliğine durdu. Gözlerimi açmak konusunda tereddüt etsem de bunu yaptım. Kızaran dudaklarını birbirine bastırarak bana baktı. Göz bebekleri kocamandı, bayıldığım göz rengini gizliyorlardı. Bir kez başını kaldırıp eğdi. Bu bir tür onay işareti gibiydi. Emir almış gibi ya da sanki olayın mantığını kavramış olduğunu bana anlatmak ister gibi.
Sanırım ikincisiydi çünkü Doruk beni bir kez daha öpmeye başladı ve bu kez hareketlerinin kontrolü tamamen onun elindeydi. Temasları daha ısrarcıydı. Bu heyecandan daha fazla titrememe sebep oluyordu ama saçlarımla oynayan parmakları beni gevşetiyordu.
Onun yaptığını yapıp alt dudağını ağzımın içine çekmek için başımı sola doğru eğerek dudaklarına uzandım. Doruk ıslıklı sert bir nefes verdi burnundan. Yüzüyle yüzüm aynı hizada olmasına rağmen bedenini bana yaslamıyordu. Ona tutunurken onu kendime çektiğimde bile bunu yapmamıştı. En son iki eliyle yanaklarımı tuttu ve bana bir uyarı yollar gibi ayaklarımı yerden kesecek sertlikte bastırdı dudaklarını benimkilere.
Bana ait olduğuna inanamadığım bir inilti dudaklarımın arasından kopup onun nefeslerine karıştı. Bu olduğunda Doruk hızlıca geri çekilip alnını alnıma bastırdı. "Feza," dedi öfkeyi andıran bir sesle. "Kalbimin böyle atabilmesi saçmalık."
"Nasıl bir hismiş?" diye sordum hızlı soluklarımla birlikte. Sesim resmen titriyordu. Gözlerimin önünde siyah noktalar uçuşuyor, ceketini kavrayan parmaklarım karıncalanıyordu.
"Gökyüzü gibi." İsmimin anlamına atıfta bulunduğu hissettim. "Uçurum gibi. Uzay gibi. Sikeyim, bütün evren senin dudaklarındaymış gibi."
Gözleri gözlerimi delip kalbime ulaştı, kendi adından başka bir şeyle karşılaşmayınca başını iki yana salladı. Ağır ağır nefes alıp vermesi, gerildiği için belirginleşen keskin çene hattı, ellerimin altında kasılan omuzları, bana böyle bakıyor olması... Gerçek gibi değildi. Bu ana dair her şey benim hiçbir zaman hayal edemeyeceğim kadar güzeldi.
"Başım dönüyor," diye bir itirafta bulundum iyice utanarak. "Başımı döndürdün."
"Seni tutuyorum." Dünyanın en güven veren cümlesi bu olmalıydı. Önümde böyle dikilirken, ben onun gölgesinde kaybolmuş haldeyken kendimi güvende hissediyordum. Bel oyuntumu okşadığında bedenime bir elektrik dalgası verilmiş gibi oldu. Yemin ederim gözlerim kararıyordu. Ona her nasıl baktıysam Doruk gördüğüm en etkileyici haliyle gülmeye başladı. "İyi misin?"
"Bu nasıl ilk?" Sesim sitemle inceldi. Hâlâ soluklarımı toparlayamamış durumdaydım ama çattığım kaşlarımla ondan cevap bekliyordum.
Gülüşü şiddetlenirken dudaklarının şişmeye başladığını fark ettim. "Bu birikim," dedi. "Bu senin için nasıl delirdiğimi sana anlatma şeklim."
Az önce onunla öpüşen ben değilmişim gibi şimdi o utanç dalgası yüzünden gözlerinin içine bakamıyordum. Bakışlarımı boynuna diktim ve oraya yayılan kızarıklığı gördüm. Aynı bölgedeki damar da belirgin hale gelmişti.
Hiçbir zaman arzulanacak birisi olduğumu düşünmemiştim ama onun bu hali beni ilk kez şüpheye düşürmüştü. Gözümün önündeki gerçekler, bana onun kendisini tutmaya çalıştığını söylüyordu. "Seni özledim," dediğimde hâlâ gözlerine bakamıyordum. "Sıkıca sarılırız diye hayal etmiştim. Bu beklenmedikti."
"Aynı zamanda beklemekten kafayı yediğim bir şeydi." Elini belimden çekip başımın yanından duvara yasladı ve diğer elini yine çenemi kavramak için kullandı. Göz temasımızı anca bu yolla sağlayabileceğinin farkındaydı. Yüzündeki parlak gülümseme, iç eriten cinsten bir kahkahaya döndü. "Feza, inanılmaz tatlısın şu anda."
"Gülmesene," diye kızdım ona. Kuruyan boğazımı ıslatmak için yutkunmam gerekti. "Asıl saçmalık ne biliyor musun? Bu kadar güzel gülüyor olman. Haksızlık bu. Adil değil bir kere. Hiç şansım kalmıyor karşında. Hiç yani."
"Ya?" dedi bir kaşını kaldırarak.
"Yaa," diye onayladım. "Ve bir de şu an ben utandığım için muhtemelen çok kızardım ve senin buna bu kadar gülmen de çok ayıp gerçekten. Bak hâlâ gülüyorsun. Doruk ya..."
Başını geriye atarak daha fazla güldü. "Gerçekten delirteceksin beni," dedi. "Gerçekten aklımı kaybettireceksin bana."
"İyi," dedim. "Ödeşmiş oluruz." Sonra telaşla elimi göğsüne koyup onu ittirerek kafesinden kurtuldum. "Doruk, pizza!" İçerisi yanık kokmaya başlamıştı ve bu benim kalbimden yükselmiyordu. "Yandı mı?" diye dönüp ona sordum sanki bunu o bilebilirmiş gibi. Ardından önüme dönüp hüzün ve hayal kırıklığıyla fırını kapatıp eğildim. Gördüğüm renk, olması gereken renkten birkaç ton daha koyuydu. "Yanmış ya. Offf."
"Üzülme," dediğinde sesinde şaşkınlıkla karışık bir hayret de vardı. Sanırım bu anın büyüsünden sıyrılıp yanan pizzama ağıt yakmaya başlayış hızıma şaşırıyordu.
"Sürprizimin içine ettin." Suçu aynı bir çocuk gibi omuz silkerek ona attım. "Böyle planlamamıştım. Ben buzdolabını doldurup gidecektim, pizzayı da fırının içinde bırakacaktım. Pişirmeden bıraksam hamur kendini çok salardı ama onu da buzdolabına atma fikri şimdi aklıma geliyor bak. Keşke fırına koymak yerine böyle yapsaydım. Yazık oldu ya, çok uğraşmıştım." Dönüp omzumun üzerinden ona baktığımda olduğu yerde gözünü bile kırpmadan bana bakıyor olduğunu gördüm. "Erken gelmeseydin böyle olmayacaktı," dedim. "Yapmaya kalkıştığım işi sen geldin diye elime yüzüme bulaştırdım."
"Salla pizzayı," dedi. "Benim sürprizim sensin."
Benimle zoru neydi bilmiyordum ama bu kadar şeyi arka arkaya kaldırabilir miydim orası meçhuldü. Ben hâlâ bana telefon konuşmamız sırasında yavrum deyişini aşmaya çalışıyordum çünkü. Sindirmeye vaktim kalmadan bir başkası geliyordu. Doruk durmuş durmuş ama açıldığında da tam açılmıştı.
"Pişt," dediğinde yüzümü tezgâha dönmüş haldeydim, adımlarının çıkardığı seslerden bana doğru yaklaştığını anladım ve bir adım kadar arkamda durduğunda eğilip pizzaya baktı. "Gerçekten üzülme, ben yerim bunu."
"Sana kömür yedirmeyeceğim Doruk."
"Abartıyorsun. Bronz sadece biraz." Başımın tepesine dudaklarını bastırdığında tansiyonumda yine ani bir dalgalanma boy gösterdi. "Ben üzerimi değiştirip geleyim sen de o sırada tepsiyi fırından çıkart olur mu? Biraz soğusun. Ciddi söylüyorum, yenilmeyecek gibi durmuyor. Sen yemek istemiyorsan işime gelir bu arada. Başlangıç öğünü olarak bir tam pizza gömmekle ilgili bir şikayetim yok."
"Başlangıç öğünü mü?"
"Üstüne ara sıcak olarak kurabiyeleri ve en son da tatlıları yiyeceğim?"
Şaşkınlıkla omzumun üzerinden geriye doğru baktım. "Hepsini tek oturuşta mı yiyeceksin?"
"Neyine şaşırdın bunun? Dişimin kovuğu sandığından bayağı büyük benim."
"Yemek zorunda değilsin," dedim. "Yenisini yapabilirim. Ev için biraz alışveriş yaptım. Unsuz nasıl yaşayabiliyorsun? İnanılır gibi değil. Kakao falan da aldım, onu kullanmadım ama dolaba atarsın. Lazım olur illa ki."
"Dolap demişken..." Elini kot ceketinin cebine attığında toz pembe bir hediye paketi çıkarttı oradan. "Bu senin."
"Aldın mı?" dedim heyecanla bütün yönümü ona çevirerek. Küçük paketi bana uzatıp açmamı bekledi. Yalnızca bir tane istemiştim ama içinde iki tane magnet vardı. Birisi İtalya'nın çizmeyi andıran görüntüsünün içine bayrak ve gondol gibi ülkeyi temsil eden şeylerin eklendiği şekildeydi. Diğeri ise Pisa Kulesi'nin basit bir görünüşüydü. "Yaa..." Elimde tuttuğum magnetlere bakarken gülümsemeyi bırakamıyordum. "Çok güzellermiş. Teşekkür ederim."
"Yalnız kuru kuru teşekkürü kabul etmem ben artık."
Dudaklarımı birbirine bastırıp gülmemeye çalışırken anlamamış gibi yaptım. "Nasıl bir teşekkürü kabul edersin?"
"Öpmen gerekiyor," dedi ciddi bir şekilde. "Hırka taşıyamama sendromum vardı ya, tetkiklerim sırasında magnet taşımanın da benim için çok zararlı olduğunu öğrendim ama kendimi zorlayıp senin için denedim. Karşılığını almam gerek."
O çok salaktı ve ben de çok aşıktım. "Yeterince almadın mı karşılığını?" diye sordum içim içime sığmazken.
"Yeterince mi?" dedi hayretle. "Feza, yeni başlıyoruz."
Bacaklarım beni on sekiz sene boyunca taşıyacak gücü bulabilmişlerdi ama karşımda Doruk varken bir saniye daha ayaklarımın üzerinde durabileceğimden onlar da emin değillerdi artık. "Bunu hep yapalım mı?" diye sordum o an aklıma gelip beni heyecanlandıran fikirle birlikte.
"Canıma minnet," cevabını alınca beni yanlış anladığının farkına varıp yine utandım.
"Hayır, öyle değil. Magnet işini. Seni zorlar mı gittiğin yerlerden bir tane magnet almak? En kötü ihtimalle havaalanlarında falan bulamaz mısın?"
"Senin için her şeyi bulurum," dedi. "Senin için yapacağım hiçbir şey de beni zorlamaz. Magnet mi istiyorsun? Bir çuval yığayım önüne. Bir şey isterken benden çekinme, bunu baştan netleştirelim."
"Neyin başı?" diye sordum ve bu kez istesem de sırıtmadan edemedim. "Arkadaşlığımız başlayalı çok oldu sanıyordum?"
Öfkeyle "Sana ilk arkadaş dediğim günün gecesini si-" diye bir cümleye başlayıp o cümleyi tamamlamadan bir anda durdu. "Seveyim," dedi gülümseyerek. "Kibar bir beyefendiyim ben. Küfür sevmem hiç."
"Hiiiç..." Resmen gülmeden duramıyordum. Aslında yerimde sabit durmakta bile zorlanıyordum.
"Hemen gitmek zorunda mısın?" diye sordu. Cevabım evet olsaydı bir çocuk gibi omuzlarını düşürecekti ama ben ona "Hayır," dedim. Gözlerinin içine dek ulaşan geniş bir gülümseme kapladı suratını. "Film izleyecek kadar kalabilirsin o zaman?"
"Me Before You?" Bu iyi bir fikirdi.
"Senden önce ben?" dedi. "Sadece mahvolmuş biri."
"Ve şimdi iyi misin?"
"Şu an o kadar iyiyim ki hiç bu kadar iyi olup olmadığımı bile bilmiyorum Feza."
Çok garipti ama birine duyduğunuz yoğun sevgi gözlerinizi doldurabiliyordu. Ona iyi gelebilmek o an benim için her şey demekti. Yüzündeki gülümsemenin sebebi bendim. Bu tarif edilemezdi.
Birileri Doruk'a hak ettiği sevgiyi vermeliydi ve eğer ben de karşılığını alacaksam bu görevi tek başıma sonuna kadar üstlenirdim. Yeter ki o bana böyle bakmaya devam etsindi.
"Tatlıları salona götüreyim mi o zaman?" diye sordum. "Pizzayı yiyip oraya geçeriz. Yalnız en geç saat ona doğru çıkmam gerekecek, eve anca yetişirim çünkü."
"Film kaç saat?"
"İki falan."
"E her türlü yetişir o zaman."
Hevesli olması hoşuma gidiyordu. Ona yalnızca bir kere bu filmle ilgili bir sahneden bahsetmiştim ve o gün bana birlikte izlemeyi teklif etmişti. Bu öylesine değildi. Söylediklerini o anın gazıyla söyleyip sonra unutmuyordu. Gerçekten de ağzımdan çıkan her şeye değer veriyordu ve bugün izlemeyi teklifi eden de yine kendisiydi. Böyle küçük şeyler beni çok mutlu ediyordu. Doruk bana henüz beni sevdiğini söylememişti ama böyle yaptığında içinden geçip de diline dökülmeyenleri bana hissettiriyordu.
Tam odasına gitmek için kapıdan uzaklaşacakken "Doruk," diyerek onu durdurdum. Bunu söylemek konusunda çok rahat olmadığım için sesim çekingen çıktı. "İçerisi biraz soğuk."
Kaşları çatılırken "Kombiyi neden fullemedin?" diye kızdı. Sanırım bana değil de evinin soğuk olmasına kızgındı. "Hallediyorum hemen şimdi. Üzerine bir şeyler vereyim mi?"
"Yok ama hırkan biraz daha bende kalabilir bence."
Çatık kaşları düzelirken "İstediğin kadar," dedi. "Sana bir şey verdiğimde geri almak için vermiyorum. Bunu saatimden anlamış olman gerekiyordu."
Bileğimdeki saati havaya kaldırdım. "Arka plandaki saha, seninle antrenman yaptığımız yer mi?" Fotoğrafta eskimiş bir basketbol topu, saha çizgileri ve Doruk'un gölgesi vardı.
"Beni ilk kez öptüğün yer." Arsız arsız sırıtması, kalbimi inanması güç şekilde çarptırıyordu. Benimle uğraştığı zamanlarda Doruk gözüme bir başka görünüyordu. Sanırım beni çok utandırıyor olsa da bunu yapmasını seviyordum. "Değiştirelim onu," dedi. "Bende olsaydı ben çoktan değiştirirdim."
"Ne koyardın?"
"Birazdan görürsün."
Üstelemedim ve sabırla beklemeye başladım. Bu sırada pizzayı mutfak masasına çıkarmıştım. Tatlıların ise bir kısmını tabağa yerleştirmiş, çayın da altını yakmıştım. Elimdeki tatlı tabağını salona götürdüğümde içeriden yüzüme bir sıcaklık dalgası çarptı. Üstelik koltuğun kenarına atılmış mavi bir battaniye de vardı.
Doruk üzerini değiştirmiş, siyah bir eşofmanın üzerine kısa kollu bir tişört giymişti ve belli ki kombiyi de en yüksek ayara getirmişti. Televizyon kumandasını battaniyenin üzerine bıraktıktan sonra içeriye taşıdığım tatlıları koyabileyim diye önüme bir sehpa çıkardı. Tabağı üzerine yerleştirdim ve sonra birlikte pizza yemek için mutfağa geri döndük.
"Çok mu yorgunsun?" diye sordu onun tabiriyle bronz pizza diliminin yarısını mideye indirmeden bir saniye önce. "Sürekli esniyorsun."
"Dün gece pek uyuyamadım." Mutfakta olmamız ve benim az önceki olayın gerçekleştiği yeri gören sandalyede oturmam aklımı toparlamam konusunda bana hiç yardımcı olmuyordu. Gözüm sürekli duvar tarafına kayıyordu. Arka planda hâlâ benim karman çorman şarkılarımdan oluşan liste çalıyordu. Kapatmak istemiştim ama Doruk kalmasını söylemişti. Sadece sesini kısmıştım bu yüzden. "Visal fazla yoğun değildi aslında. Bu aralar biraz sakin oluyor kafe. İşler çok yolunda değil gibi."
"Benim için de öyle," dedi sıkıntılı bir nefes vererek.
"Ama yoluna girecek," dedim ve sonra yine patır patır dökülmeye başladım. "Koçuna öyle sinirliyim ki! O piti piti yapar gibi adam sokup çıkarttı oyuna. Gününde olmayan Alex'i zorlayıp zorlayıp durdu. Lukas almıştı ipleri işte, Oleg faul problemine girmişti. Shaw sakatlıktan yeni çıkmış, ne yükleniyorsun adama? Seni almamak için direndi resmen ya, böyle bir şey olamaz. Lukas'la seni denemesi gerekirdi. Babamla kafayı yedik resmen. Düşün, babam gelip seni aradı. Öyle bir kafayı yedik yani."
"Hayatımın şokuydu," dedi sadece. Ardından üçüncü dilime geçti, ben de ilk dilimin yarısındaydım.
"Ne söyledi sana? Umarım daha da üzülmene neden olmamıştır. Aniden gelip bana seni arayacağını söyleyince ben sorgulayamadan telefonumu vermek zorunda kaldım. Sonra da bastı gitti, yanımda konuşmadı. Telefonu geri verirken de uyuyacak o, rahatsız etme dedi bana. Öyle olunca ben de konuşamadım seninle. İçim içimi yedi biraz."
"Yaptığı konuşma benim için çok değerliydi." Detayları kendisine saklaması babama duyduğu saygıdan kaynaklanıyor olmalıydı. Resmen o ikisi aralarında geçen konuşmayı kendilerine özel kılmışlardı. Hakkında tek kelime etmiyorlardı. "Beni size çağırdı, tanışmak için. Ben de uygun olduğunuzda gelebileceğimi söyledim. Sana sormadan kabul ettim ama umarım senin için sorun yoktur."
"Kendini baskı altında hissetmeni istemiyorum aslında, zaten yeterince baskının altındasın," dedim doğrudan aklımdan geçenleri onun önüne koyarak. "Ailemle tanışmanda tabii ki bir problem yok ama bu sana ekstrem gelen bir durumsa yapmak zorunda değilsin."
"Nasıl yani?"
"Doruk, biz sadece deneyelim dedik. Daha yeni başladık, çok yeni her şey. Bir anda ailen nereden çıktı diye düşünüyorsan bunu anlarım."
Elindeki pizzayı tepsinin içine bırakacak kadar ciddileşti bir anda. "Sadece deneyelim dedik derken?"
"Burada yanlış olan ne anlamadım."
"Bir iki gün takılıp sonra kendi yollarımıza bakacakmışız gibi söyledin." Kafasında kuruyordu, böyle bir şey söylememiştim. "Biz sevgiliyiz Feza," dedi aynı sert sesle. "Harçlığını çıkarıp sonra gidecek part time eleman değilim yani ben."
Tavrı bu kez kibar diye nitelendirilemezdi ama tuhaf bir çekiciliği vardı. Yine de eriyip yok olmak yerine "Öyle mi?" diye sordum kaşlarımı kaldırarak. "Kendi kafanda karar verip ona göre davranmamı beklemek yerine önce sözcüklerini kullanıp durumu bana bildirirsen sevinirim o zaman Doruk."
"Kendi kafamda karar vermedim. Sana sordum, sen de olur dedin. Başladık."
"Jess sana benim kim olduğumu sordu ve sen de kız arkadaşın olduğumu söyledin. O zamana kadar bundan benim de haberim yoktu. Gittin, döndün, sonra geldin beni öptün. Şimdi de sevgiliyiz haberin olsun diyorsun. Adımları sıralamak konusunda problemlerin olabilir mi acaba? Hani önce beni haberdar edip sonra eyleme geçsen mesela. Sadece öneri."
"Yanımdasın," dedi gözlerimin içine bakarak. "Birlikteyiz." Masanın üzerinden parmaklarıma uzandığında elimi kendi avucunun içine alıp tuttu. "Ben bir eşeklik edip maçtan sonra seni öpmeye kalktım ve baban da inanılmaz haklı olarak beni tanımak istiyor. Gelip kafamı kırsa bu onun hakkı ama adam büyüklük edip beni evinize davet etti. Tabii ki geleceğim. Ailen beni görmek mi istiyor? Tabii ki orada olacağım. Ben kaçmıyorum Feza ama sen korkuyorsun gibi hissediyorum."
"Bunun tuhaf bir durum olduğunu bir tek ben mi düşünüyorum yani?" diye sordum hayretle. "Babam da sen de bir araya gelmek için gün sayıyor gibisiniz. Ben de sanıyorum ki işler bir anda ciddiye binecek diye korkacaksın. Şuna bak, utanmasan babamı da hemen bugün bizimle film izlemeye çağıracaksın."
O kadar çok güldü ki bütün gerginliği buhar olup uçtu üzerinden. Düz bakışlarla onu izledim bu süreçte. Anlamlandırmaya çalışıyordum. Her şey fazla hızlı oluyor gibi geliyordu ve ben bu akışa sanki pek yetişemiyordum. Bu durumun beni güldürmediğini fark ettiğinde Doruk da duruldu. "Korkmuyorum," dedi. "Gerginim ama korkudan değil bu. Benden adım beklediğini söylüyorsun ama ben adım atmaya çalıştıkça kendini geri çekiyorsun."
"Çarşamba gününden beri bir ilişkinin içindeyiz ve sen babamla tanışacaksın. Doruk, babam o benim. Stresten delirdim galiba biraz. Fark ettirmemeye çalışırken tuhaf davranıyor olabilirim şu an."
"Öncelikle," dedi yavaşça. "Çarşamba gününden beri bir ilişkinin içinde değiliz, kendimizi kandırmayalım. 15 Ocak'tan beri bir şeyler var bizim aramızda. Ben geri zekâlıyım belki ama sen değilsin, biliyorsun." Beni rahatlatmak ister gibi parmaklarımı okşadı. "Bunu kabul ettim çünkü babandan seninle görüşmeye devam etmek için izin istedim ve o da önce bana güvenmesi gerektiğini söyledi. İşler bir anda ciddiye binmiyor, sadece sağlıklı bir şekilde ilerlesin diye uğraşıyorum."
"Senin için problem yok yani?"
"Feza, beni bu kadar düşünme. Problem yok ama olsaydı bile senin için bunu yine de yapardım zaten."
"Ben çok afallayacağım galiba." Gözlerimi hüsranla ellerimize indirdim. "Bu garip. Bilmiyorum. Sadece o kadar çok düşünüyorum ki bizi... Yani, hiç olurumuz yok gibiydi. Vardı da yok gibiydi işte." Gözlerimi sıkıca yumup dağınık cümlelerim yüzünden kendimden utandım. "Sen havaalanında öyle sorunca birden... Çok şaşırdım. Mutlu da oldum tabii ki. Ne anlatıyorum bilmiyorum şu an."
Doruk burnundan verdiği bir nefesin ardından yeniden gülmeye başladığında tuhaf bir ses çıkarttı, ardından kahkahalarını rahat rahat attı karşımda. "Bazen yemin ederim kafanı ısırmak istiyorum. Al işte söyledim."
"Doruk!"
"Ne Doruk ne? Şu sıfatın güzelliğine bak. Anlat ya. Sabaha kadar anlat amına koyayım. Ne oldu ben öyle havaalanında sorunca birden? Mutlu mu oldun? Şaşırdın mı? Ne kadar çok düşünüyorsun bizi? Anlat güzelim ya. Seni dinlerken gözümü kırparsam şerefsizim."
O böyle birden yükselince ne yapacağımı bilemedim. Ağzımı açtım, sonra bir şey diyemeden kapattım. Yapabildiğim tek şey salak salak suratına bakmak oldu. Bu Doruk'u daha çok güldürünce ise kaşlarımı çattım. "Doyduysan salona geçelim," dedim en sonunda. "Ben daha fazla yiyemeyeceğim galiba. Çok aç değildim zaten."
"Şimdi başka yemeyeceksin, doğru mu anlıyorum?"
Başımı aşağı yukarı salladım ve Doruk, tepside kırıntı kalmayana dek bütün dilimleri yedi. Sonuncusunu ağzına tıkarken ben gözlerimi kısmış onu izliyordum. "Ne yapabilirim?" diye sordu yutkunduktan sonra. "Benim için yapmışsın, ziyan mı olsaydı?"
"Beğendin mi? Yakmasaydım daha güzel olacaktı."
"Öpüştüğümüz için yandı," dedi. "Ve bu da onu dünyanın en lezzetli yemeği yapıyor."
"Resmen beni utandırmaktan keyif alıyorsun!"
"E bunu zaten söylemiştim ya?" İçi gider gibi gülüyordu. Sanki diğer türlüsü mümkün değildi. Sanki benim yanımdayken gülümsemeden duramazdı. "Çok tatlı oluyorsun."
"Sen içeri git de ben de ortalığı toparlayayım geleyim." Birkaç saniyeye ihtiyacım vardı, başıma gelenleri idrak edebilmek ve yanaklarımın kızarıklığını dindirebilmek için. Ama Doruk, buna izin verecek birisi değildi. Benden önce tepsiyi alıp mutfak tezgâhına bıraktı. Ellerini yıkadı, sonra ben de mecburen yerimden kalkıp yanına gittim ve ellerimi suyun altına tuttum. Doruk hâlâ tezgâhın orada dikilmeye devam ediyordu ve gözlerini benden hiç ayırmıyordu.
"Teşekkür ederim," dedi en sonunda. Az önceki dalga geçer sesinin yanında şimdiki oldukça ciddiydi. Başımı ona doğru kaldırdığımda dikkatle yüzüme bakıyor olduğunu gördüm. "Gerçekten, çok teşekkür ederim. O kadar beklemiyordum ki burada olmanı. Kırk yıl düşünsem bile birinin benim için böyle bir şey yapacağını hayal edemezdim."
"Bu bana hayalimin ötesindesin deme şeklin mi?" Başımı omzuma doğru eğip gözlerimi kırpıştırdım. "Şımarırım."
"İstediğin kadar. Bu arada, ablamın anahtarı sende kalabilir. Ben ona başka bir tane bastırırım."
"Evine sen içindeyken gelmeyi tercih ederim." Aslında bu doğruydu ama ben kalanını yumurtlamakta da gecikmedim. "Ama mutfağına bayılıyorum. Gerçekten. Çok güzel. Aşırı iyi hissettiriyor bana. Tezgâhın kocaman. Bir de keşke tavaları tencereleri Allah katına koymasan. Onları alırken biraz zorlandım. Burasının tavanı biraz yüksek galiba. Dolapların çok yukarı doğru gidiyor çünkü. Kendimi cüce gibi hissettim biraz."
"Yüksek tavan seviyorum ben," dedi. "Alçak çok basıyor beni. Sıkışık hissediyorum. Tavalar tencereler de sıkış tepiş olsun istemem, her yere yaydım o yüzden ama sen kafana göre yerlerini değiştirebilirsin. Yemek pişirmeyi kendime yetecek kadar biliyor olsam da çok sevmem mutfakta zaman geçirmeyi ben, hoş olmayan şeyler hatırlıyorum çünkü."
"Ya..." Anında modum düşmüştü. "Mutfakta zaman geçirmeyi mi sevmezsin yoksa tek başına zaman geçirmeyi mi sevmiyormuşsun bunu öğrenmemiz gerek. Çünkü ben biliyorsun ki mutfakta olmaya bayılırım. E mecburen ara sıra bana eşlik etmek zorunda kalacaksın. Birlikte pasta falan yaparız, pizza da yaparız. Yaparız değil mi? Yapalım mı bir ara? Ben düzenini değiştirmek niyetinde değilim, uzanamadığım şeyleri de raflardan sen alacaksın mecburen ne yapalım."
Kafasını dağıtmak için çok konuşmaya başladığımı anlamıştı. Doruk yavaş yavaş her şeyi anlıyordu ve artık beni tanıyordu. Hevesli tutmaya çalıştığım sesim onu gülümsetti yeniden. "Ne istersen," dedi. "Ne zaman istersen. Düzen konusuna gelince, gerçekten kafana göre takılabilirsin. Mutfağa asla takılmam. Aslına bakarsan evin kalanına da öyle çok takılmam. Sadece ayakkabılarım. Ayakkabılarıma dokunma. Ona biraz takılırım."
Bir anda konunun ayakkabılarına gelişi beni güldürmeye başladı. "Peki," dedim. "Ben de şimdi gidip ayakkabılarının teklerini birbirleriyle değiştirecektim, çok iyi oldu söylediğin."
"Bu uzun sürebilir, biraz çoklar çünkü."
"Hadi ya..." Bu konudan bahsetmek Doruk'un hoşuna gitmişe benziyordu. Nedenini merak ettiğim için üstelemek istedim. "Sahada da hep rengarenk giyiyorsun. Seviyor musun alışveriş yapmayı?"
"Yani, genel olarak basketbol ayakkabısı seviyorum ben." Gözüme ilk defa biraz rahatsız göründüğünde sadece bir saniyeliğine durdu. Ardından gözlerini kapatıp açtı. "Ben küçükken..." Yine duraksadı. Nasıl anlatacağını bilemiyor gibiydi. Sanki hiç birilerine anlatmayı denemişti. "Ben çok iyi şartlarda büyümedim," dedi sonra. Sık sık duraksasa da kendisini konuşmaya zorluyordu. Onu biraz tanıyayım istiyordu. "Çok alamazdık öyle. Yani babam zaten bana bir şeyler alan bir adam değildi. Birilerinin eskileriyle idare ederdim çoğu zaman. Aslında altyapıya girene kadar bunu sorun etmezdim ama sonra diğer çocukları gördükçe... Ben de çocuktum, çok kıskanırdım onların ayakkabılarını."
Aldığım nefesin göğsüme yük yapmaya başladığını hissettim. Konuşmak onun için ne kadar zorsa dinlemek de benim için o kadar zordu ama anlatmayı deniyor oluşu beni daha da duygulandırmıştı. Bu tarz konular öyle kolay paylaşılmazdı çünkü.
"Bu yüzden şimdi en pahalılarını gidip alıyorsun kendine değil mi?" Gülmek için çaba gösterdim. "İnsanın çocukken içinde kalan şeyler yaşı kaç olursa olsun bırakmıyor peşini."
"Öyle," dedi. "Bir de gerçekten basketbol oynarken çok fark ediyor. Eski püskü olanlarla istediğin şekilde hareket edemiyorsun. Bana ilk profesyonel ayakkabımı altyapıdaki antrenörüm hediye etmişti. Farkı gördüğümde o zamana kadar hiç basketbol oynamamış gibi hissetmiştim."
"Şimdi istediğin kadar alabiliyorsun onlardan." Babam zamanında zorluk gören insanların her zaman yaptıkları işe daha sıkı sarıldığını düşünürdü. Onu daha iyi anladığım bir andaydık. "Ne kadar güzel bir histir kim bilir."
Gözlerim dolmasın diye kendimi sıktığımı bile fark etmiş olmasını beklemiyordum. İşaret parmağının tersini gözümün altına sürttü hafifçe. "Seni üzmek için anlatmadım," dedi. "Sadece sana bir şeyleri anlatmak istiyorum ama kendimi buna hazırlamak biraz zor oluyor benim için. Geride bıraktım dediklerimi aslında geride bırakamadığımla yüzleşmekten korkuyorum çünkü."
Onu anlıyordum. Onu anlamak canımı yakıyordu. Böyle anlarda o fazla kırılgan görünüyordu. "Tek bir şey sorabilir miyim?"
"Tabii."
"Baban yaşıyor mu?"
"Yaşıyor," dedi.
Demek ki ona bela okumaya başlayabilirdim.
Başımı salladım ve geçmişiyle ilgili başka hiçbir şey sormadım. O da daha fazla konuşmak istemedi zaten. Beni salona yönlendirmek için elini belime yerleştirdiğinde her temasının ardından anında midemde bir kelebek harekatının başlayacağını kabullendim. Bundan kaçışım yoktu. Doruk beni hep heyecanlandıracaktı.
Üçlü koltuğun en köşe noktasına oturduğunda sehpayı o tarafa doğru yaklaştırdım tatlılara kolayca ulaşabilsin diye. Uzanıp ayak ucundaki battaniyeyi ve kumandayı aldığında hâlâ ayakta dikiliyordum. Oturduğu yerden başını kaldırıp "Davetiye bastırırdım ama hava soğuk, çıkmayayım şimdi," dedi. Ben bir süre daha alık alık suratına bakmaya devam ettim. Sonra o bu halimle çok eğlendi. "Feza, gelsene yanıma."
"Nereye oturacağıma karar veremedim."
Doruk, battaniyeyi açıp koltuğa yaydı. Sonra iyice yerleşip ayaklarını televizyona doğru uzattı ve battaniyenin bir kısmını açıp yanında kalan küçük boşluğu işaret etti. "Sığarsın buraya."
Sığardım sığmasına da ona bu kadar yakın durursam kalbim göğüs kafesime sığar mıydı bilemiyordum. Bunu reddetmek için bahanem olmadığından gösterdiği yere yerleştim ama bu sefer de sebepsizce utanıyordum. Bacaklarımı geniş koltukta onunkilerin yanına uzatmışken gözlerimi kapalı televizyon ekranına dikmiştim.
"Gerginsin," dedi Doruk, sanırım nedenini bulmaya çalışıyordu çünkü sesi kafası karışmış gibi çıkmıştı. Omzum omzuna yaslanmışken başımı ona doğru çevirdiğimde aramızdaki boşluğun ne kadar az olduğu gerçeğiyle bir kez daha yüzleştim. Bu yumuşacık battaniyenin altında onunla yan yana oturuyor olmak değişik hissettiriyordu.
Aklıma izlediğim bazı diziler geliyordu ve o dizilerde genelde karakterlerin birlikte izledikleri filmlerin sonu hiç gelmezdi çünkü başroller arasında başka şeyler yaşanırdı. Bunun ihtimali, onun benden bir şeyler bekleme ihtimali beni korkutuyordu.
"Feza," dedi yumuşak bir sesle. "Gerilmene sebep olacak bir şey yaptım mı şimdiye kadar?"
"Yapmadın," dedim hemen.
Gözlerimin içine bakıyor olduğu için aklımdan geçirdiklerimi de okuyabilmeye başlamış olmalıydı. Bu yüzden yüz ifadesi daha da yumuşak bir hal aldı. "Yapmayacağım da." Ona güvenmeme dair duyduğu istek göz bebeklerine bulaşmıştı. "Birlikte film izleyecek olmamızda bir problem var mı?"
"Yok." Kendimi biraz kötü hissediyordum ama aklımdan geçenleri de öylece durduramazdım. Doruk'u çok seviyordum ama henüz onu her yönüyle tanımıyordum. Bu yüzden de yeteri kadar rahat olamıyordum. Her şey çok yeniydi. Bu gerginliğim normal olmalıydı.
Beni azarlayabilirdi o an ya da ısrarla bir sorun olmadığını söyleyebilirdi ama o bana sorular yönelterek cevapları kendi kendime bulmamı sağlıyordu. "Gerçekten anlıyorum seni," dedi kumandayı eline aldıktan sonra. "Ama tek derdim film izlemek ve tatlılarından yemek. Soğuk demiştin, hâlâ üşüyor musun?"
"Hayır, ısınmış içerisi." Gözlerim yanımdaki bedenini kısa bir süre içinde taradı. İkimiz de ayaklarımızı uzatmıştık. Onun ayakları battaniyenin sonuna kadar uzanırken benim ayaklarım onun dizlerinin biraz altının hizasına denk geliyordu. Kocaman televizyon ekranı hâlâ karanlık olduğu için yansımamız oradan görünüyordu ve yanında ne kadar küçük kaldığımı bir de oradan görüyordum. Ne düşündüğümü anlamış olacak ki güldü o da. Bunu yine televizyondan gördüm.
Bileğimi tutup saatinin ekranına dokundu ve "Önce şunu ayarlayalım," dedi. Ben sessizce onu izlerken o arka plandaki fotoğrafı kaldırıp yerine ikimizin basketbol sahasında çekindiği fotoğrafı koydu. Ben onun omuzlarındaydım, üzerimde 15 numaralı forma vardı ve olmayan kol kasımı sıkıyordum. Doruk kolunun altına topu sıkıştırmıştı, diğer elinin ise iki parmağını kaldırmıştı. "Böyle daha güzel oldu."
"Saatin hâlâ sende olsaydı sen de bu fotoğrafı mı koyardın?" diye sordum cevabın evet olacağını bildiğim halde. Mutfakta bunu bana zaten söylemişti.
"Mümkün olsa," diye girdi cümleye. "Kimliğime bile bu fotoğrafı koyardım."
Sırıtmaya başladım. Bir süre gülüşümü izleyip başını iki yana salladıktan sonra kumandaya uzandı ve televizyonu açtı.
Durup kolunu üzerimden uzatarak sehpadaki muffinlerden birini eline aldı. Geri çekilip onu tek lokmada ağzına atarken ben kocaman açılmış gözlerimi Doruk'un az önce önümden geçen bicepsine dikmiştim. Engel olamadığım bir dürtüyle işaret parmağımı kaldırıp kolunun üst kısmına dokundururken "Yuh," dedim. "Spor salonunda mı yatıp kalkıyorsun?"
Doruk, keki çiğnemeyi bırakıp sertçe yutkunduğunda belirgin adem elması sertçe sarsıldı. Gözlerini hayretle bana çevirdi. "Hoşuna gitmişe benziyor."
Kol kasları, kısa kollu tişörtünü tamamen dolduracak kadar şişkindi. Hatta muhtemelen kol kısmındaki lastiği hafifçe yukarı sıyırsaydım kolunda iz bırakmış olduğunu görürdüm. Saatin arka planına koyduğumuz fotoğrafa atıfta bulunmak için ekrana dokundum. "Benim kaslarım daha fazla bu arada. Sık bakayım kolunu, karşılaştıralım."
Hiç yargılamadan söylediğimi yaptı. Kol kasını olabilecek en belirgin haline getirecek şekilde kolunu sıktığında büyülenmiş gibiydim. O da bana yaptığı şovdan fazlaca memnun olmuş görünüyordu. "Gözünle tam anlayamadın gibi," dedi. "Bir de dokunup bak istersen hangimizinki daha fazlaymış diye."
Parmaklarımı koluna yerleştirip sonra sıktım. Oldukça sert bir kas kütlesi karşıladı beni. "Benimki daha fazlaymış," dedim gülmeye başlayarak.
"Kesinlikle," dedi ciddiyetle. Kolunu hâlâ sıkmaya devam ediyordu ve ben de elimi çekmeyi unutmuştum. Bu ikimizin de bakışlarını aynı noktaya çevirmemize neden oldu. Parmaklarımı geri çekmem gerekiyordu ama kolu öyle sıcaktı ki istemeye istemeye yaptım bunu.
"Yasla başını," demesini beklemiyordum. Kolunu kaldırıp koltuğun üst kısmına koyarak çenesiyle gövdesini işaret etti. "Bakalım seni saracak kadar geniş miymiş kolum?"
Kendimi küçük bir kedi yavrusu gibi hissetmeme rağmen ona sokuldum ve o da kolunu omzuma atarak söylediğimi yaptı. Utangaç bir gülüşle "Genişmiş," dedim ama dönüp de yüzüne bakamadım. Sessiz kahkahasını gövdesinin sarsılışından anladım.
Nefes almaya devam edebilmemin tek sebebi kokusunu içime çekme isteğimdi.
Doruk filmi açtı, ben biraz daha ona yanaşacak cesareti kendimde buldum ve sonra ikimiz birlikte İtalya'ya gitmeden önce konuştuğumuz gibi Me Before You izlemeye başladık.
Her sahnede filmden çok Doruk'un vereceği tepkileri merak ettiğimden yüzüm hep ona dönüktü. Bu hoşuna gitmişe benziyordu çünkü gülümsemesi göz kamaştırıcı derecede güzeldi.
Dakikalar geçtikçe kendimi filmin sonuna hazırlamaya çalışıyordum. Onun yanında salya sümük ağlamak istemediğim içindi bu.
Sonra üzerime bir ağırlık çökmeye başladı. Hem Doruk'un hem battaniyenin hem de kaloriferlerin etkisiyle kemiklerime kadar ısınmıştım. Doruk'un parmaklarının saçlarımın arasında dolaşmaya başlaması, hatırladığım son şeydi.
Kapanan göz kapaklarıma daha fazla direnememiştim.
🏀🧁🏀
Güzelliklerine bakın :')))
Çok inandınız, çok beklediniz. Bu gurur hepinizin.
Bir de... Doruk'un da dediği gibi, daha yeni başlıyoruz :)))
Bu bölümdeki favori sahneniz neydi diye soracağım ama neydi ki acaba? Hiç de aklıma gelmiyor. Hiiiç tahminim yok yani.
Peki böyle bir bölümün ardından twitterde #dörtçeyrek etiketinin altına toplanmaz mıyız?
Yeniden görüşene dek kendinize iyi bakın. Teşekkürler ve tatlı günler 🤍
Instagram, twitter:
azraizguner
Parodiler:
dorukhanfalay
fey.falez
naz.aaslan
Allah'm bu nasıl tatlılık. Yazarım sen bizim yalnız olduğumuzu bile bile acı çektiriyorsun resmen. Çok güzel bir bölüm olmuş eline sağlık.
YanıtlaSilFezaaa senin kafanı bende ısırırım bak ya yaşıyor o zaman ona bela okuyabilirim diyor ya
YanıtlaSilBunlarr çok tatlılarrr <333
YanıtlaSilİlk bölümü bulamadım aklım çıktı inş gramdan blog girince buldum
YanıtlaSilBölüm müthişti ellerine sağlık bayıldım
YanıtlaSilSonunda oldu yazasım geliyor her yere ay çok tatlı oldular doruk ve ayakkabılar her okuduğumda bir miktar ağlatıyor
YanıtlaSilcooookkkk guzeldi. sanirim hic affedemeyecegim demistim ama vazgectim. en iyi yazar bizim yazar!
YanıtlaSilAyyy bu bölüm aşırı şekerdiii
YanıtlaSilŞimdi feza uyudu kaldı doruk feyyaz beyi ararsa xlşfşfşfşf adam çok iyi yaaa
YanıtlaSilAşklarından ağlayacağım bu ne güzel bir bağ 😍🥲🤧
YanıtlaSilAcilllll yeni bölüm
YanıtlaSilNasıl güzeldi doyamadım bidaha okudum emeğine sağlık 💕
YanıtlaSil