11. "Oyun ya da Güven"

Bölüm şarkıları:

Gripin, Beş.
One Direction, What Makes You Beautiful (Güzel zamanları hatırlatan nostaljik ve neşeli şarkılar <3)

ViloPulov oynanan yere uyuyor, yazar tavsiyesi. Hadi beni yoruma boğun bu bölüm. Satırlarda görüşürüz.

🎮

Beş taşın üçünü koy cebine.
Kalan ikisini at, birini tut.
Diğerini zaten istesen de
Tutamayacaksın elinde.

•⚓•

Şiirini tamamlayacak olan kelimeyi tam 25 yıl beklemiş olan Yahya Kemal Beyatlı değildim belki ama sanki bende 26 yıl boyunca bu evde, yer yatağında uyanacağım sabahları beklemiştim.

Onları aramamıştım, beni bulmuşlardı. Başıma gelen en büyük kaybın sonunda hayat bana bari bunlar yanında olsun da yüzün biraz gülsün demiş gibiydi. Analizciler, benim hayat tarafından avutulma biçimimdi.

Gece kendi odalarında kalmışlardı çünkü dün hasta değildim, kusmamıştım da. Aralarında konuşmuşlar mıydı veya birbirlerinden haberleri var mı bilmiyordum ama dün gece farklı aralıklarla sekiz kez kapım açılmıştı. Onları gördüğümden haberleri olduğunu sanmasam da tam sekiz kez gölgeleri odama düşmüştü ve hepsi ikişer defa olmak üzere beni kontrol edip odalarına dönmüşlerdi.

Hiçbiri içeri girmedi, hepsi kapıda dikildi ve durup nefes seslerimi dinleyip köşelerine çekildiler. Uykum sekiz kez bölündü fakat aralıksız bir uyku çekmiş olsam bu kadar huzurlu kalkmazdım sabahına.

"Ov ov, çekilin yoldan Vahşi Batı'dan geliyorlar!"

İşte bu gür, cır, avaz avaz ses bile huzurluydu. Kulaklarım benimle aynı görüşte değildi belki ama kalbimle hemfikirdik.

"Amerikanlar eskidi, bunlar Turkish kovboylar!"

Altıma mavi bir eşofman, üzerime beyaz bir tişört giyip Arda'nın şarkısı henüz bitmemişken çıktım odamdan. Holde müzik eşliğinde tek başına dans ediyordu. Siyah bir pantolon giymişti ve üzerinde beyaz bir gömlek vardı. Kıvırcıklarını şekillendirdiği belli oluyordu. Işıltısı göz kamaştırıcıydı.

Beni koridorda gördüğünde iki adım ileri, bir adım geri gide gele dans ederek bana yaklaştı. Elimi kavradığında dudaklarına götürdü, kibar bir öpücüğün ardından beni kendi etrafımda döndürmesine izin verdim. Enerjisi öyle güçlüydü ki onun modunu düşürecek ufacık bir hareket yapmamak için dikkat ediyordum ve elimden geldiğince ona ayak uyduruyordum.

"Yakışıklı görünüyorsun," dedim müziğin ritmine uygun bir alkış tutturarak ona gülümserken. "Ve bu aşırı mutluluğunun sebebi üç gün sonra evden gidecek olmam mı yoksa?"

"Hayır sadece bir boklar yedik." Alnını kırıştırırken şarkı bitmişti. Biz diye bahsettiği topluluğun içinde başka kimler vardı acaba? "Şirin gözükerek sıyrılabilirim diye düşünüyorum ama öyle ya da böyle işin cezası kesin bana kesilecek, onu da biliyorum."

Anlamsız bakışlarımı gönderdim ona. Can mutfaktan çıktı, ardından Kaya ve Görkem çıktı odalarından. Hepimiz yine anlamsızca koridorda ayakta dikilip üç saatlik Türk dizisinin son sahnesi gibi birbirimize baktık konuşmadan. Hayali bir kamera yüzlerimize zoom yaparak dolaştı etrafımızda.

"Ne zaman şarkısız bir sabaha uyanacağız?" diye hayıflandı Kaya. Güzellik uykusunu bölmüşlerdi yine kurbağanın. "Bıktım çocuk çocuk hareketlerinden ben senin."

Arda gülümsediğinde içimin acıması çok saçmaydı. "İsterseniz bir daha yapmam." Uzun uğraşlar vererek yaptığını düşündüğüm saçlarının arasından elini geçirdi ve onları dağıttı. "Hoşlandığınızı düşünüyordum."

Görkem'in kaşlarının çatıldığına şahit oldum. Elini onun omzuna koyduğunda bir gariplik olduğunu fark etmişti. Arda alınmazdı. Kaya'nın ağzından çıkan cümlelere ben bile alınmıyordum yeni tanışmış olmama rağmen, o alışkın olmalıydı çoktan. "İyi misin? Eylül mü bir şey dedi?" diye sordu Görkem, erkek kardeşinden ziyade oğluyla konuşuyormuş gibi.

Onu üzgün görseler akıllarına Eylül geliyordu, onu mutlu görsem aklıma Eylül gelirdi. Bir insan nasıl olurdu da başka bir insanın kontrolünü istemeden bu kadar ele geçirebilirdi?

Arda'nın vereceği cevabı duyamadık hiçbirimiz, zil sesi dikkatimizin dağılmasına sebep oldu. Kaya, olay tereyağıymış da kendisi bir kılmış gibi aramızdan çekilip gitti kapıyı açmak için.

İçeri Necip Amir ve onun kolundaki Eylül girdiğinde kahvaltıya geldiklerini düşündüm ama amirimin yüz ifadesi pek keyifli değildi.

Amirim sinir küpü olmuş, Yağmur.

Görkem büyük bir of çekerken yenilgiyle omuzları düşmüştü. Kulaklarını tıkayacak gibiydi elleriyle. Çaktırmadan arkasındaki koridora baktı, odasına koşmaya başlasaydı şaşırmazdım.

"Lan oğlum!" dedi Necip Amir oldukça kibar ünlemiyle. "Bak bana bak bak! Kaçırma o gözlerini, oyarım seni şuracıkta." Eylül, gözlerini kapatıp derin bir nefes alırken bir yandan da ileriye doğru gitmeye çalışan amiri yavaşlatıyordu. Necip Amir kapıyı ayağıyla ittirdiğinde oluşan gürültü bir bomba gibi ortamıza düştü. "Nereye gidiyormuşsun sen? Seni didik didik arayan Hasan'ın burnunun dibine diye duydum. Yanlış duydum herhalde ben, yaşlandım da gaipten sesler mi duymaya başladım evladım? Evet de şimdi bana."

"Alacağın olsun Arda." Sesi fazla sert çıkmıştı Görkem'in. "Sen söyledin değil mi?"

Necip Amir'in tepkileriyle uğraşmak istemediğini söylemişti dün gece. Eylül de kendisinin halledeceğini söylemişti ama halledilen bir şey yoktu gördüğüm kadarıyla.

Arda gülümsedi ve o gülümseyiş yine parçaladı beni. Kendisinin sorumlu tutulacağını bana söyleyeli birkaç dakika bile olmamıştı.

"Biz söyledik," diyerek destek çıktı Kaya, Can ve Eylül. "Madem bu kadar eminsin planından, her zamanki gibi abimi ikna edebilirsin o zaman," diye devam etti Can.

"Kimin söylediğinin bir önemi yok Görkem. Senin söylemeyişinin bir önemi var ama." Kırgınlığı da vardı kızgınlığının yanında.

"Abi, sakinleşir misin?" Ricası içtendi Görkem'in. "Birbirimize ses yükselterek varamayız bir yere. Başım ağrıyor ve seni üzmek istemiyorum."

"Daha yeni uyandın be adam," dedi Can. "Bir insanın her saniye mi ağrır başı?"

Bunu ben de ilk defa görüyordum ama tuhaf gelmiyordu. "Bir haftadan bahsediyoruz. Oldu da ağrı kesici krizine girdin, o kız mı baş edecek seninle biz toplu halde baş edememişken?" dedi Necip Amir.

Bir anda o kız olmuştum. Eylül benimle göz teması kurarak hafif bir tebessüm etti kötü hissetmemi istememiş gibi. Sessizce izlemeye devam ettim olanı biteni.

O kız, söyleminin altında onun kendine hayrı yok anlamı yattığını hissetmiştim. İçimdeki seslerin konuşmasına izin vermedim bu konu hakkında.

"Niye başta olay çıkarıp anlattıklarımı dinledikten sonra yola geliyorsunuz siz sürekli? Bir kere de baştan destek olsanız ya bana?" Yumruğunu sıktığını gördüm Görkem'in ama bunu kasıtlı olarak yapmamıştı.

"Zeki zeki şeyler söyleyip bizi ikna ediyorsun. Safız biz de, kanıyoruz hemen sana," dedi Arda çoğul konuşarak. Onu onaylamayan kimse yoktu, Necip Amir de dahil.

"13'ün yanında gidecek olmam ani verdiğim bir karar değildi. Sizinle Hasan meselesini konuştuğumuzda zamanı gelince planımı öğreneceğinizi söylemiştim, o zamandan beri düşünüyorum. Artılarının ve eksilerinin farkındaydım, senaryolar yazdım, filmler çektim, hesapladım ihtimalleri. Ruhunuz duymadıysa bu benim sorunum değil." Necip Amir'e döndü yönünü. "Ne kadar azarlarsan azarla o kıza görevde ben eşlik edeceğim," derken yaptığı vurgu çok net bir şekilde ulaşmıştı abisine.

"Keçi," dedi Necip Amir mutfağın yolunu tutarken. "Ne küçücük çocuğa liderlik vaat ediyorsun ki sen? Bırak matematik problemi çözmekten kafayı yesin. Hayır sana ne yani? Dertsiz başına aldın derdi, uğraşıp duruyorsun şimdi."

Hani anneler küçük bir tartışmadan sonra sürekli olarak söylenirdi ya, aynı o hissi verdi bana. Görkem Analizcilere ölümcül bakışlar attıktan sonra hiçbir şey demeden gitti ve hazır olan kahvaltı masasında baş köşedeki Necip Amir'e yakın olan sandalyeyi çekip oturdu.

Diğerleri de sessizce geçip oturduklarında Görkem bana önceliği vermediği sürece hep en geride benim kalacağımı anladım. Boş kalan son sandalye, Necip Amir'in diğer yanındakiydi. Analizciler onun öfkesinin farkında olduklarından yanaşmamışlardı ona da beni kurban etmişlerdi bu seferlik.

"Abartıyorsunuz gerçekten." Görkem herkesin üzerinde tek tek gezdirmişti gözlerini. "Diri diri toprağa gömdünüz beni sırayla. Daha göreve bile başlamamışken hem de."

Bir şeyin bir şeye çarpma sesi geldi, masadan dolayı göremesem de Görkem'in avuç içlerinin eşofmanının kumaşına çarptığını anlayabilmiştim. Üzerindeki tişörtün cepleri varmış gibi ellerini vücudunda şöyle bir gezdirdi. Bunu yaparken hafif darbeler bıraktı dokunduğu yerlere. "Paketim yok." Çatışmanın ortasında silahını kaybetmiş gibi çıkmıştı sesi. "Odamda mı kalmış? Nane şekeri almam gerek."

Bir uyuşturucu bağımlısının geçirdiği krizden tek farkı, bilincinin yerinde olmasıydı.

Paketi almaya gidecek kişinin Kaya olacağını düşünmüştüm ama o buna yeltenmedi bile. Yanımda oturmaya devam ediyordu gözleri arkadaşında sabitken. "Ben alayım," dedi Eylül. Sesinin arkasına bir abla gizlenmişti sanki.

"Abartıyor olsaydık," dedi Necip Amir tane tane. "Paketini unutmazdın odanda."

"Alâkasız," diye cevapladı Görkem.

Eylül elinde nane şekeri paketiyle döndüğünde Görkem hızlıca bir tane attı ağzına. Onu bu halde görmek tuhaf hissettiriyordu. Paketi masaya bıraktığında iki kez kendi saçını çekti ve gözlerini yumup derin bir nefes aldı.

"Önümüzdeki üç günün hangi günü babanın dükkânına gidip her ihtimale karşı ondan helallik alacaksın, oğlum?" diye sordu Necip Amir, onun elinin üzerine elini yaslayarak. "Tanımıyor muyum ben seni? En kötüsüne kadar düşündüğünü ama biz düşünmeyelim diye attığın kırk taklayı ezbere bilmiyor muyuz artık hepimiz?"

Ben bilmiyordum.

Görevlere çıkmadan önce babasından gidip helallik mi alıyordu?

Görkem'in dudaklarının iç kısmını dişlediğini, alt dudağının bir kısmı ağzının içine doğru kaydığında anladım. Sertçe yutkunurken titreyen eliyle saçını iki kez daha çekmişti ve yaşananların hiçbiri kesinlikle normal değildi.

"Abi," dedi Can. "Biraz dur."

"Üzerine çok gittim değil mi?" diye sordu Necip Amir kendine yeni geliyormuş gibi. Telaşlı gözleri onun üzerinde gezinirken dudaklarımı birbirine bastırmış, hiçbir detayı kaçırmadan izliyordum bu sahneyi.

"Kendini açıklama fırsatı verilmeyince buga giriyor bu adam. Hata veriyor. Öğrenemediniz gitti." Arda keyifli olmaya çalışıyordu ama kızgındı da. Belki de bunların sebebi olarak bana 'biz' diye bahsettiği grubu gördüğü içindi. "Geçti benim hesap makinem, geçti denklemlerle dans eden adam. En çok seni dinleyeceğiz söz."

Görkem ciddi olarak zor durumda gibi görünüyordu ve onu güldürmeye çalışmanın işe yaramadığını not düştüm hafızama. Bu haldeyken nane şekerinin bile işlevsiz kaldığını yazdım altına. Bir hafta boyunca görevde birlikte olacağımız için bunları öğrenmem gerekliydi.

Eylül çareyi biliyormuş gibi Kaya'ya bakarken, "Görkem," dedi Kaya. Görkem'in masanın üzerinde olan gözleri ona çevrildiğinde aralarında kurulan göz temasının on yılı barındırdığı belli oluyordu. "Bir anda sıkışık hissettiğin için çıktı ortaya eski takıntın." Konuşması hızlıydı. Kelimeleri yutarcasına, Görkem'in normalde kullandığı dilin bir taklidiyle telaffuz etmişti. "Tekrarladığı yok. Sakiniz."

"Kaya," dedi Görkem bir yardım eline uzanır gibi. Biz yoktuk onlar için. "Çok sık ortaya çıkmaya başladılar." Kelimelerinin arasına korkunun sızmış olduğunu hissettim. "Bu sabah Arda'nın şarkısını duydum ama yataktan kalkamadım. Saatin çift sayının üzerine gelmesini bekledim çünkü."

"Başka?" dedi Can ilgiyle. "Yakın zamanda yaşadığın oldu mu?"

"İskambil destesindeki kartların tam olup olmadığını saydım. Son karta geldiğimde doğru saydığımı biliyordum ama yanlış saymışım gibi geldiği için defalarca kez başa sardım. Kartların hangi sırada durduğunu ezberleyecek kadar çok kez tekrarladım."

"Ben olsam bir seferde ezberlerdim," dediğimde yüzünü bana çevirmiş, kaşlarının çatıklığı düzelmişti. Diğerlerine bununla başa çıkabileceğimi göstermeliydim bana güvenmeleri için. Yoksa bir hafta boyunca akılları bizde kalırdı. Mesela Can yarım aklıyla intihar vakalarının peşinden koşamazdı. Daha önce Görkem'i krizden döndürebilmiştim dönercinin kapısının önünde. Yine yapabilirdim.

"Sana öğretebilirim," dedim alayla. "İşi ustasından öğreneceksin." Bu öğretilecek bir şey değildi elbette. Benim yaptığım, ona başka bir sahneyi yaşatmaktı. Gözümü kırptım. Çünkü o bana bu cümleyi kurduktan sonra böyle yapmıştı. "İyisin iyi."

Can bir deneyin içindeymişiz de kobayları izleyen bilim adamı oymuşçasına dikkatle bize bakıyordu. Necip Amir yaptığı hatanın farkına varınca sus pus olmuştu. Kaya, Görkem'i dikizlemekten vazgeçmemişti ve Arda aldırış etmeden yemek yemeye başlamıştı çünkü bunun işe yarayacağını sezmişti. Eylül de elindeki çay bardağıyla göz gözeydi.

"Elli iki kartı?" dedi yavaşça. Şüphesi mi vardı? "Tek seferde? Sırasını karıştırmadan sayabilirsin öyle mi? Bu benim kumarda iyi olmamla aynı şey değil."

Merakı galip gelmiş, sorularının yönü değişmişti. "Gerçekten ciddiye alarak baktığımda," dedim bozuntuya vermeden. "Tehlike boyutunda bir insan oluyorum. Normal değilim ve bu yüzden buradayım zaten." Gözlerim Necip Amir'e değince o dilimi yine tutamadım. "O kızı hafife almayın," derken bir tebessüm dudaklarımda can bulmuştu.

"Bazen," dedi Necip Amir doğrudan bana bakarak. "Ben de kaybediyorum kontrolü. Şimdi sakinim. O kız değil, Asya." Ardından başını Görkem'e çevirdi. "Manyak, ruh hastası, geri zekâlı değil; yürüyen mantık. Anlat şimdi hadi."

"Kahvaltıya başlamadan," dedi Arda çatalının üzerine zeytini yerleştirirken. Yumruğunu fazla sarsmayacak şekilde çatalın öbür ucuna vurduğunda zeytin havaya fırladı ve Kaya ağzıyla yakaladı onu. "Rutini gerçekleştirdik. Devam edebiliriz."

"Kılık değiştireceğim," dedi Görkem sakin bir şekilde. Kendine gelmişti o da nihayet. "Daha önce yapmadığım şey değil. O masaya ben oturmak zorundayım. Hiçbiriniz benim kadar güvenmez kendine oyunlarda. Operasyon devam ederken otele uyuşturucu baskını yapacak halimiz de yok. Gecelerin galibi olup uyuşturucuları ben alacağım, böylece oraya katılacaklarla ayrıyetten uğraşmayacağız ben kazandığım sürece."

Matematik problemi olsa söz konusu, ona sonsuz güvenirdim ama şans oyunlarında bu özgüveninin ne kadar işe yarayacağını kestiremiyordum. Ne kadar zeki olursanız olun piyango kazanmak nasıl şanssa, oynanılan kumarı kazanmak da aynıydı benim gözümde.

"Senden şüphelenirse mesela, ayrılır mısın otelden erkenden?" diye sordu Necip Amir.

Ayrılır mısınız demedi, ayrılır mısın dedi. Hayali bir durumda bile ben geride kalmıştım anladığım kadarıyla.

"Benim oraya giriş biletim Mila." Planın dışına çıkıp Hasan'ın omzuna dokunduğumda mı bunu sağlamıştım sadece? Bir de onun beni uyuşturucu kullanıcısı sanıyor olma detayı vardı. Bu karşıma bir problem olarak çıkabilirdi. "Gerekirse o oyuna devam etsin diye bir taşı feda ederiz, problem değil."

"Yalan söylüyor," dedi Can ellerini masanın üzerinde birleşerek. Ağzındaki lokmayı hızlı hızlı çiğnedi ve yutkundu. Nasıl yemek yiyebiliyorlardı her şeyden sıyrılıp? Ben etrafımı izlemekten odaklanamayan taraftım kahvaltılıklara. "Nereden anladığımı söylemeyeceğim. Sonra anladığım belirtileri bir daha yapmamaya özen gösteriyor ve yanlışlıkla kendi ellerimle profesyonel bir yalancı yetiştirmiş oluyorum."

"Bu iyi bir şey," dedi Görkem omuz silkerek. Ağzına bir nane şekeri daha atmıştı. "Profesyonel yalan, süper tehlikeli bir oyuncuyu doğurur. Görevlerde işimize yarar bizim."

"Konuyu çarpıtma." Can'ın gözleri kısılmıştı. "Senden şüphelenirse o otelden ayrılmazsın. Neyi bekleyeceksin, gelip seni öldürmesini mi?"

"Eğer beni tanırsa, benim polis olduğumu da biliyor olur," dedi Görkem. Aldığı derin nefes bana devamlı şükür eden babaanneleri hatırlattı. "Otelin sınırları içinde beni ifşa etmesi kendini lekelemekten başka bir şey değil. Hasan'ın masasına bir polis oturduğunu duyan kimsenin ona güveni kalmaz. Bu kendi işini baltalamak olur."

"Millete senin polis olduğunu belli etmeden, otel odanda kafana sıksa ne olacak peki?" diye sordu Arda.

Benim bu sırada elim armut toplayacaktı herhalde.

"Otelde cinayet gerçekleştiği an, masa kapanır. Olay adli boyuta ulaşacağından istediği reklamı yapamaz. Dezavantaj olur yine."

"Gecenin galibi bir başkası oldu diyelim. Uyuşturucuları da o aldı haliyle ve hemen satmaya çalışacağını da biliyoruz." Eylül'ün yarattığı durum benim de aklıma takılmıştı. Sorduğu için memnundum. "O zaman gözlerimizi kapatıp görmemiş gibi mi yapacağız?"

"Bir hafta boyunca malı kimse dışarı çıkaramaz," dedi kendinden emin bir şekilde. "Daha önce Hasan'a yaptığım baskın sonucu onunla aynı masaya oturan biri geçmişti elime. Sorguda anlatmıştı bize, hatırlayın. Kazandığı parayı harcayamıyordu çünkü belli bir garanti süresi vardı. Sonrasında erişim sağlayabiliyordu. Hasan akıllı bir adam, oturttuğu bir sistemi var. Aynı hafta içerisinde, içeriden birinin satış yapmasına izin verip iti kopuğu toplamaz başına. Düşünmüştür bunları."

"Senin krizlerin tutarsa ne yapacağını da düşündün mü?" Soruyu yönelten Necip Amir, o ana kadar aldığı bütün cevaplara ikna olmuş gibiydi. Ben çoktan olmuştum. Rahat bir tavırla anlatıyordu ve daha önceden defalarca kez üzerinden geçtiği belliydi Görkem'in.

"Bu konuda şüphelerim vardı." Dürüst cevabı diğerlerini şaşırtmamıştı. Can yalanını yakaladığından beri tek bir yalan söylemediğine emin olmuştum böylelikle. "Artık yok," dediğinde gözlerimizi buluşturdu. "Bugün yaptığın iki oldu," diye devam etti krizlerini savuşturmamı kastederek. "Ve seninle yeni tanıştık sayılır. Can'ın beni kurtarışları bile daha uzun sürmüştü ilk zamanlarımızda."

"Doğru," dedi Can, ekmeğine yağ sürüyorken. Elindeki bıçağı masaya bıraktığında o da en az diğerleri kadar yola gelmiş görünüyordu.

Kimse benim krizlerim tutarsa ne yapacağımızı konuşmadı. Görkem kılık değiştirecekti, ben değiştirmeyecektim. Hasan'ın benden şüphelenme ihtimalinin ondan şüphelenme ihtimalinden en az on kat fazla olduğu apaçık ortadaydı. Bunu hesaplamak için Görkem olmaya da gerek yoktu ama aralarında hiçbiri benim için endişelenmedi.

Zaten böylesi daha iyiydi.

"Yanında ben yokmuşum gibi onu öldürüp durdunuz," dedim sesim normal tonunda dolaşırken. "Henüz bana karşı sağlam temeli olan bir güveniniz yok, farkındayım ama en azından şöyle düşünün. Ben birini yeni kaybetmişken, içinizden bir başkasının öylece gitmesine izin verir miyim?" Gözlerimi herkese değecek şekilde tek tek dolaştırdım üzerlerinde. Bana inansınlar diyeydi. "Gözünüz arkada kalmasın ve bu mevzu daha fazla uzamasın lütfen. Karakterime hazırlanmam için üç günüm var."

Sözlerim onları derin bir sessizliğe gömerken Can'ın Arda'nın kafasına vurduğunu söyleyip benim için ayırdığı reçel kavanozuna uzandım ve krem peyniri de önüme çektim. Birbirlerine bakmayı sürdürdüler ekmeğimle ilgilendiğim sırada.

"Alfa dişisi," dedi Arda ağzında koca bir lokma varken. Diğerlerinin elleri aynı anda masanın ortasında duran tavadaki yumurtaya uzandı ve yine aynı anda ekmeklerini geri çektiler. Bu anları izlemek beni keyiflendiriyordu. "Nasıl susturdun herkesi bir anda, tak diye?"

Gülümsedim sadece. Verecek bir cevabım yoktu. "Arda, son intihar olayının otopsi raporunu almaya yollayayım mı seni?" diye sordu Necip Amir.

"İzin verirler mi bir tur da benim bakmama?" diye sordu Arda, neredeyse heyecanlı diyebileceğim bir sesle. Anladığım kadarıyla ceset incelemekten hoşlanıyordu.

"Ben de Can'la olay yerini gezeceğim bir kez daha," dedi Kaya, Görkem'e bakarak. "Söz verdim."

"Ben yukarı çıkıyorum," dedim kahvaltım bittiğinde ayağa kalkarak. Masadan ilk ayrılan kişiydim. "Biraz dersime çalışacağım. Siz de ne yapıyorsanız yapın."



Bilgisayarımı masanın üzerine koyduğumda çatı katındaki camdan dışarıyı görebilecek şekilde oturdum. Gözlerim çok ağrıdığı zaman kör olmamak için başka yere odaklanmam gerekiyordu ve bunun için gökyüzünü seçmiştim bugün.

Can'ın defteri masanın diğer ucunda duruyordu. İçindekilere hiç bakmadan bir sayfa kopardım ve kalemini de çalıp yeniden oturdum sandalyeme. Bazı sanat terimlerinin üzerinden geçmeli, daha fazla hakim olmalıydım mesleğime. Sonrasında kumar hakkında da birkaç alıştırma yapacaktım.

Bir ara bilgisayarıma attığım eski fotoğrafların arasında kendi çektiklerimi buldum. Zamanında sanat sergilerini gezmişliğim vardı yurt dışında, zorla. Bunların bir gün işime yarayacağını hiç düşünmemiştim ve gördüklerimi unutmama özelliğime şükrettiğim bir andı. Biri gezdiğimi söylediğim yerdeki en etkilendiğim eseri sorsa, hiçbir eserden etkilenmemiş olsam bile ona ezberimdeki birkaç tabloyu anlatabilirdim.

Hava kararmaya başlayana kadar o masadan kalkmadım. Bir başıma çalışıyor olmak ciddi anlamda hoşuma giderdi ve ortam da güzel olduğundan bir kez bile yerimden kalkma ihtiyacı hissetmemiştim. Bu yüzden ayağa kalktığım an şiddetli bir baş dönmesi başladı. Ani göz kararmasıyla birlikte baş dönmesi sona erdi ve dünya benim için yeniden aydınlandığında her şey yoluna girmişti.

Merdivenlerdeyken amacım bir kahve alıp yeniden masa başına dönmekti. Evde kimse var mıydı haberim yoktu ama hole vardığımda salondan gelen sesleri duyunca adımlarım kesildi. Öncesinde duyduğuma emin olduğum bir kadının sesi yankılanıyordu salonumuzda, nereden duyduğumu ise bir türlü hatırlayamıyordum.

"Bence yanlış düşünüyorsun." Kiminle konuşuyordu? Ses tonu inceydi fakat rahatsız edici değildi. "İşlem hatası yok, yedi kez kontrol ettim. Başka bir bakış açısı gerek bize."

Yüz ifademi sabit tutup salona girdiğimde yan yana oturan ikilinin gözleri bana döndü. Orta sehpanın üzerine kitaplar yığılmıştı. Kadının elinde kalem vardı, Görkem'in yoktu.

"Merhaba," diye saçmaladım. Elimi kaldırıp sallamam da cabasıydı. Burada olduğum için rahatsız hissetmiştim, bilsem hiç inmezdim aşağıya. Kadını markajım altına altığımda muhtemelen ona dik dik baktığımı sanıyordu. Oysa ben sadece profilini çıkarıyordum.

Düz siyah saçları oldukça uzundu, onları tepeden başını ağrıtacak bir sıkılıkla toplamıştı. Gözleri kahvenin açık bir tonuydu, makyaj konusunda yeteneği olduğu bariz ortadaydı. Göz kapaklarına göz renginden bir tık koyu kahve farı güzelce yedirmiş, üzerine siyah eyeliner çekmişti. Kuyruğu göklere ulaşmıyordu, ideal bir uzunluktaydı. Kullandığı maskaranın markasını merak etmiştim, topak yapmamıştı ve kirpiklerini oldukça kıvrımlı göstermişti.

Üzerinde parlak kırmızı bir gömlek vardı, altında siyah bir etek. Bacak bacak üzerine atıp oldukça rahat bir pozisyon bulmuştu kendine koltukta. Görkem sanki daha temkinliydi ya da ben öyle hissetmiştim. Normalde otururken daha geniş bir açıyla açıyordu bacaklarını, burada dizleri daha yakındı birbirine.

"Kim bu kadın?" diye sordu. Bana değil ona. Ben orada dikiliyorken, yüzüme bakmadan. Üstelik, o beni daha önce görmüştü. Hatırlamıyor olabilirdi ama ben hatırlıyordum. Elindeki kalemi kitabın üzerine yüksek bir mesafeden bırakırken gözlerini üzerime çevirmişti. "Can manita yaptı de düşüp bayılayım şuraya."

Buradan defolup gitmemi ister gibi bakıyordu yüzüme, bu yüzden gidip her zaman oturduğum tekli koltuğa oturdum. "O yeni Analizci," dedi Görkem bu sırada. Adımı söylerse Maazallah ölürdü çünkü.

"Asya," dedim kendimi oldukça kibar bakışlarla tanıtarak. "Sen de Ceren'sin. Necmettin Amir'in kızı." Gözlerine şaşkınlığın parıltıları yerleşti. "Babanın bir iş için bizim karakola geldiği gün görmüştüm seni çıkışta. Oradan hatırladım."

"Evet," dedi bakışları bir anda değişirken. Görkem'in koluna dokundu gülümseyerek. Bölgesini işaretlemeye çalışan biri vardı karşımda ama o bölge onun değildi belli ki. Görkem ona yakındı ama Ceren'in istediği gibi bir yakınlık olmadığını görmek için fazla zaman harcamaya gerek yoktu. "Hafızan iyiymiş, ben de seni orada görmüştüm."

Görkem'e döndü yüzünü ve bir çift göz üzerimden ayrılana kadar dikkatle ona baktı. Görkem kendisine döndüğündeyse yine gülümsedi. "Artık şu saçma sapan iddialarınızı kenara bıraktınız mı demek oluyor bu?" diye sordu. "Eve bir kadın girdiğine göre, yemeğinizi de hazırlıyordur."

Zeki bir kadın olduğunu kabul etmem gerekiyordu. Sorusunun içerisine hem bu evde yaşamaya başlayıp başlamadığımı sıkıştırmıştı hem de onların arasındaki iddiaları bilecek kadar ekibe yakın olduğunu söylemişti bana.

Keşke kiminle dans etmeye çalıştığını bilseydi.

"Mutfakta yemek göremedim," dediğimde afalladı. "Burada olduğumu bilmiyordun. Eve de sen girmişsin. Akşam yemeğini yapıverseydin madem."

Görkem ikimizin de birbirimizden hoşlanmadığını anlamıştı, sessizce kafasını bir o yana bir bu yana çeviriyordu.

"Sahi," diye devam ettim. "Bu eve ilk geldiğinden beri kaç kez yemek yaptın Allah aşkına?"

Yüzüme bön bön bakmasaydı işler benim için daha keyifli ilerlerdi.

"Ben pek beceremem," dedi geri adım atmadan. "Vaktim olmuyor, çoğunlukla sorulara gömülü haldeyim. Bir üniversitede yardımcı doçentim, alanım Matematik."

'Sormadık?'

Oy birliğiyle bu kızı sevmemeye karar verdim, Yağmur. Babasını da sevmezdim zaten.

Gıcık bulurdu Mete. Al birini vur ötekine dedikleri de bu kız ve babası için söylenmiş bir sözdü bana kalırsa.

"Ah," dedim gülümseyerek. "Ben yedi yirmi dört yatıyorum. Vakitten bol şeyim yok inan."

"Ben size çay koyayım mı?" diye sordu Görkem. Kaçmaya yer arıyordu tam olarak.

"Sen sayfadaki son soruyu çözdün mü?" diye sordum ona. "Elin ayağın titremeye başlıyor sonra." Bu bilgiyi biliyor oluşum, birilerini hiç memnun etmedi. Ben de benimle bir daha uğraşmasın diye yapmıştım zaten. "Gerek yok çaya. Ben kahve alacağım."

"Vanessa'dan mı?" diye sordu sırıtarak.

Bana böyle gülmeye devam ederse bir cinayete kurban gidecektim yardımcı matematik doçenti tarafından.

"Hım..." diyerek onayladım onu. Ayağa kalktığımda onlara içip içmeyeceklerini sormadım. Ceren içmek istediğini söyleseydi tansiyonum düştüğü için bayılma numarası yapardım muhtemelen.

"13." Kapıdan çıkmak üzereyken bu hitapla omzumun üzerinden geriye baktım. Ceren duygularını saklama konusunda gördüğüm en beceriksiz insandı. Kıskanıyorum diye bağırmasına gerek yoktu mesela gözleriyle. "Yardım lazım mı yukarıda?"

"Sonra konuşuruz," dedim çocuğunu azarlamak için misafirlikten eve dönmeyi bekleyen anne misali. Tam onları yalnız bırakacaktım ki zekâsından şüphe duymaya başlayacağım kadın yeniden konuştu. "13 mü? Ne alâka? Niye 13?"

Kaplumbağa deden.

'O söz burası için değil Mete.'

Dudağımın kenarını yukarı kıvırıp omuz silktim Ceren'e. "Çünkü 13." Suratıma biraz daha boş bakış atmasına izin vermeden terk ettim salonu. Ben insanlardan boşu boşuna nefret etmiyordum ya. Akıllısı bulmuyordu ki beni.

Mutfağa vardığımda Vanessa'nın üzerindeki siyah örtüyü kaldırdım. Haznesine yeteri kadar su doldurduktan sonra kahve filtresini yerleştirdim ve tezgahın köşesinden gözüme daha önceden kestirdiğim kutuyu alıp makinenin içine kahveyi attım.

Pencere açık kalmış da ani esen rüzgar defterimin sayfalarını ardı arkasına hızlıca çevirmiş gibi, anılar peşi sıra dönmeye başladı zihnimde.

Boş bir ofis, bir kahve makinesi, bir adam ve bir kadın.

Toz olup uçuştu harfler.

Yeni bir mutfak, aynı kahve makinesi, başka bir kadın. Bambaşka bir kadın.

Teneke bir kutuya, sarı lalelere, işkembe çorbalarına ve Beşiktaş maçlarına aşık; hayattan zevk almayı dibine kadar bilen, enerjisiyle etrafına ışık saçan bir adamdı o. Kimseye kendini fark ettiremeyen kadını gerçek anlamda ilk gören kişiydi. Kanatları altına aldığı kadına yaşamayı öğretmişti tam anlamıyla.

Kuş öldüğünde, kanatları o kadının üzerinde duruyordu hâlâ. Ona uçmayı öğretmişti ama kadın, onun gölgesini her şeyden çok seviyordu. Ayrılmak istemiyordu bir türlü oradan.

Güvercinimi öldürmüşlerdi. Artık uçmam gerekiyordu ama gökyüzü biraz bile çekmiyordu ilgimi. Hevesi kalmamıştı ruhumun.

Kahveyi bardağıma doldurdum. Vanessa'nın içinde fazla su kaldı çünkü fark etmeden iki kişilik yapmıştım. Parmaklarımın dışını kutunun üzerine sürterken dertlerim parmak uçlarımdan teneke bir kutuya aktı. Vanessa beni anlardı. Bazı nesnelere bazı insanlar ruhlarını eklerlerdi. Cansız bir obje bir insan için çok fazla değere sahip olabilirdi.

Arda için bu bir çizgi filmdi, Görkem için nane şekeri paketi. Mete için bu Vanessa'ydı, Barış için mavi bir gırgır.

Cansızlar, canlılardan daha fazla can katardı bazen insana.

Mutfaktan ayrılmadan önce çekmeceden bir tatlı kaşığı kaptım ve reçel kavanozunun dibini kaşıkladım. Ardından kahvemi alıp hızlı adımlarla çıktım yukarı. Ceren'in suratını bir kez daha görmeye tahammülüm yoktu.

Masanın üzerinde bıraktığım telefonumun ekranına düşen bildirimleri kontrol etmeyi hedefleyerek oturdum sandalyeme. Kahvemden bir yudum aldığımda sık kullanmadığım bir marka olduğu için tadı beni anlık olarak afallattı. İstemsizce alışkın olduğum lezzeti beklemiştim. Bu da fena değildi gerçi.

AJANLAR VE AJANSLAR

Eylül bir fotoğraf gönderdi.

Arda'yla kahve içiyorlardı. İki saat kadar öncesine aitti. İkisinin de işi bitmiş olmalıydı. Eylül fotoğrafta güzel çıktığı için Arda'yı harcamıştı tam anlamıyla. Arda hararetli bir şeyler anlatıyor gibiydi ona, elleri bulanık çıkmıştı. Eylül'se dilini çıkartmış ve iki parmağını göstererek poz vermişti kameraya. Sabah kahvaltı masasında saçları örgülü değildi, bir tane örülmüştü gün içinde.

Sakin ol Yağmur, olay yeri fotoğrafı incelemiyorsun.

Detaycılığım yüzünden huyum kuruyacaksa kurusundu. Çok uzun bakmama gerek kalmadan fark edebiliyordum bunların hepsini.

Aşağıda kapının kapanma sesini duydum. Oturduğum yerden kalkıp çatı katının camından aşağı doğru baktım ve Ceren'in uzaklaştığını görünce yeniden oturdum yerime. Gruptaki mesajlarla ilgilenmeye devam ettim.

Kaya: Sizin orada kahve keyfi yaparken bizim eli bomboş bir halde yollarda sürünmemizi etik bulmuyorum.

Kaya: Sizden de Can'dan da nefret ediyorum.

Nedenini anlayamasam da bir kez daha inceledikleri olay yerinden bir şey çıkmamıştı demek ki. Can'ın içi kaç defa inceleyince rahatlıyordu acaba? Bir tane neyine yetmiyordu?

Can: Ben de benden nefret ediyorum teşekkürler ve iyi günler

Arda: Olayı o kadar çok kafana taktın ki hayallerindeki katil en sonunda çıkıp emeklerin için alkışlayacak seni

Can: Katili sikeyim teşekkürler ve iyi günler

Eylül: Oha kafası iyice atmış bunun. Dokunmayın 3P modunun ilk P'si aktif hale gelmiş belli ki!

Kaya: Çok konuşmayın o benim korumam altında. Ona tek lafı ben söyleyebilirim işinize bakın.

Can: Teşekkürler ve iyi günler

Eylül: Görkem ölmüş olabilir

Arda: Asya yapmış olabilir

Can: Asya katil sensen suçu örtbas edebiliriz

Kaya: Ben etmem.

Can: Teşekkürler ve iyi günler

Kahvemi yudumlayıp klavyemi açtım. Parmaklarım tuşların üzerinde gezindi hızlı hızlı.

Asya: Reçel bitti

Can bir fotoğraf gönderdi.

Kaya, kendisi ve Arda vardı fotoğrafta. Onun dışında gülen kimse yoktu ama kadraja giren market poşeti beni güldürmeyi başarmıştı. Ben söylemeden almışlardı zaten benim için. Sitenin girişindeki markete aitti poşet, demek ki eve geliyorlardı.

Eve gelirken markete uğramışlar, benim için reçel almışlar ve çıkmışlardı. Poşette tek bir şey görünüyordu ve çok ağır olmadığı için dibe doğru da çökmemişti alt kısmı. Kahvemi bir kenara bırakıp bilgisayarı kapattım ve koşar adımlarla aşağı indim kapıyı açmak için.

Evet, koşarak indim ve onlara kapıyı açtım.

Gelirken Görkem'in salonu toparladığını da görmüştüm, adım seslerimi duyunca bana doğru hareketlendiğini de.

Üç adam karşımda dikilirlerken yüzümdeki bu gülümsemeye hiçbiri anlam verememişti. Böyle gülmezdim, ölü tarafıma alışkınlardı ve haliyle far gören tavşan kesilmişlerdi girişte. Can'ın elinden poşeti aldığımda gözlerimi hepsine değdirmek suretiyle üzerlerinde gezdirdim ve teşekkür ettim içtenlikle.

Eylül'ün bir hissedar olduğunu öğrendiğimde benim yüzüm de muhtemelen böyle görünüyordu.

Arda'nın bu halimle dalga geçmemesi bana bir sorun olduğunu anlattı. Diğerlerininse bana gülmeye başlamaları, bu sorundan haberleri olmadığını fısıldadı. Kulağıma anlatılan hikâyenin baş kahramanı yine ve yeniden Eylül olmalıydı. Arda bir kül kadar gri gelmişti gözüme.

Baş ucuyla Görkem'e bir selam verdi ve üzerini değiştirmekle bile uğraşmadan yukarı çıkan merdivenleri tırmandı. Arkasından ciddi anlamda bakakalmıştım.

"Sen hep böyle güleceksen kamyonla getiririz reçeli bak," dedi Can, bir yandan da Görkem'e bakıyordu ama ortama sinen gerginlik kokusunu fark etmişti ya da kadın parfümünü. Ceren'in ağır parfümü olmayan astımımı tetiklemişti.

"Ben getirmem," dedi Kaya. Ona pis pis baktığımda sırıttı, sonra ciddileşip odaların bulunduğu koridora yöneltti adımlarını.

Poşeti Görkem'in eline tutuşurdum. "Bana almışlar," dedim nispet yapar gibi. "Sana değil." Omuzlarını indirip kaldırdı umurumda değil der gibi. Bana alınması onu mutlu etmişti sinir etmek yerine. "Ben çalışmaya devam edeceğim." Sesim yeniden sertliğe bürünmüştü. Yüzümü Can'a çevirdim. "Çünkü Can, üç gün boyunca başka şeylere harcayacak zamanımız olmadığı söyleniyorsa oturup karakterimize çalışmalıyız. Yardımcı doçentle matematik problemi çözecek zamanımız da olmamalı."

"Oov..." dedi Can. Yanına eklenen bir Arda nidası olmadığı için onu garipsedim. "Trip atılıyor şu an."

"Ben çağırmadım," dedi Görkem elindeki poşeti kırılacakmış gibi sıkıca tutarken. "Kalkmış gelmiş, geri çevirecek halim yoktu."

Kalkıp gelecek kadar samimiydi demek Analizcilerle.

'Taşınsa mıydık acaba Asya?'

"Beni uyarıyorsan," dedim gözlerimizi kenetleyip. "Bana uyacaksın Görkem."

"Kaya bana seslendi siz de duydunuz mu?" diye sordu Can. Yanımızdan koşarak uzaklaşmaya başladı. "Yetiştim Kaya. Teşekkürler ve iyi günler." Muhtemelen Kaya odasında küfür ediyordu ama hiçbir şeyi umursamadan önümdeki adama bakmaya devam ettim.

"Yaptığını yapan ben olsaydım," dedim göz temasımızı bozmadan. "Senden on paragraflık azar yemiştim şimdiye kadar. Benim karakterimin en azından temelini atmıştık, seninki yeni. Oturup bir şeyleri yoluna koyman gerek. Güne zor başladın, kafanı dağıtman gerekti, bunları anlarım. Ama bir gecen ve iki günün kaldı. Saat işliyor."

"Senin böyle racon keser gibi konuşmaların neden hoşuma gitti ki şimdi benim?" diye sordu Görkem cevabını gerçekten merak ettiğini bana hissettirerek. "Gece kart oynarız, olur mu? Var mı uykun?"

"Bütün gün çalıştım," dedim ona. "Başka işlerim var, yarın müsait olursan öğretirsin. Gidiyorum şimdi."

Sırtımdaki bir çift gözün beni yıldırmasına izin vermeden merdivenleri tırmandım. İşlerim Arda'ydı. O hiç iyi görünmüyordu ve nedense hiç kimse bunun farkında değildi.

Görmeyi beklediğim yerde olmayışı beni şaşırtmak üzereyken odanın ortasından çatıya uzanan merdivenlerden içeriye sızan ışığı fark ettiğimde her şey anlam kazandı. Demek bugün ilk çatıya çıkışım olacaktı.

"Gelebilir miyim?" diye sordum merdivenin yukarıdan üçüncü basamağındayken ayaklarım. Ellerimi kapağın oraya yaslamıştım ve belime kadar dışarıdaydım. Kararan hava burayı olduğundan daha kasvetli gösteriyordu sanki. Bu kasvetin sebebi dertli dertli sigarasını içen adam da olabilirdi tabi...

"Gel hafıza kartım," derken şaşkınlığı yüzünden okunuyordu. Tek başına oturmak istediğini görseydim gözlerinde sessiz sedasız geri inerdim ama birine ihtiyacı vardı sanki.

"N'olmuş benim kıvırcığıma?" Ona böyle yaklaşmam gerekiyordu çünkü o samimiyetini hiç çekmemişti benim üzerimden. Geldiğim ilk gece parkta yanındaydım, bir başka gün spor salonunun girişinde ve şimdi de çatıda. Birine iyi gelmek için bu kadar çırpınmayı bana Mete öğretmişti. Onun emanetine sahip çıkıyordum ve Arda'yı gerçekten seviyordum.

Eğimli çatıda çarpık adımlarla yanına kadar ilerledim ve bu yürüyüşüm onu güldürdü. Düşmemek için çırpınmıştım belli etmemeye çalışarak. O bir Analizciydi, belli etmemeye çalıştığım şeyleri anlamak için vardı.

Oturmaya müsait bir eğimi vardı çatının. Ayrıca huzurlu bir yerdi. Gökyüzünün altında, sol tarafımda ağaçlık alan varken sağımda diğer evlerin çatılarını ve sokaklara sızan ışıkları görebiliyordum. Sessizlik çökmüştü siteye, zaten geldiğimden beri pek gürültülü olmamıştı burası. Sakin bir yerdi.

Arda küllüğünü öbür tarafa çekerken, "Rahatsız olur musun?" diye sordu. Gözleri, parmaklarının arasında duran sigarayı işaret ediyordu.

"Sigaranın zararlarını sorsam üzerine üç ciltlik kitap yazacak birisin," dedim yanına otururken. "Bu seni rahatsız etmiyorsa beni de etmez."

"Kendisine zarar veren şeyleri sevmek insanoğlunun doğasında var bence," dediğinde sigarasını dudaklarına götürmüş, ciğerlerini söndürecek bir nefes çekmişti içine. Dumanı dudaklarının arasından çıkıp etrafa dağılırken gözlerindeki keder benim ciğerlerime sızmaya çalıştı.

"Ne oldu diye sormalı mıyım?" Yüzümü tamamen ona çevirdim. O da artık bana bakıyordu. "Bazen insana anlatmak iyi gelmez, susmayı istersen anlarım yani."

"Eylül," dedi. Bir insanın bir ismi böyle telaffuz edebilmesi yasaklanmalıydı. Her bir harfin arasına duygularını sıkıştırmıştı. Sanki kalbinin sesini duymuştum onun ağzından. "Her zamanki şeyler. O beni üzmüyor, ben üzülmeye yer arıyorum. Önemsiz, takılma sen bana."

"Diğerlerine anlatmıyorsun," diyerek yaptığım tespiti dile getirmeye başladım. "Çünkü Eylül'e karşı cephe almalarını istemiyorsun. O sürekli burada, bu ev onun evi ve sırf diğerleri ona başka bir gözle bakmasın diye sürekli içine atıyorsun. Kimsen yok konuşacak."

"Ben varım dersen çatıdan düşerim bak. Farkında değilsin ama kalbinin güzelliğine gönlüm yanık."

Gülümsedim. Bana iyi geliyordu onunla konuşmak. "Bana çok zıtsın ve bu zıtlığı seviyorum," dedim. "Ayrıca ben varım." Kolunu tutup sıktım. "Düşme çatıdan." Sigarasını küllüğe bastırıp söndürdüğünde yüzüne o parlak gülüşü asılmıştı. "Bana anlatacağın şeyler Eylül hakkındaki görüşlerimi değiştirmez. Biz onunla ilerleyen zamanlarda çok yakın arkadaş olacağız, bunu bana hissettirdi. Sen de hissettiriyorsun nedense."

"Ben herkesin en yakın arkadaşıyımdır," dedi böbürlenerek. Kimle ne kadar yakın olursak olalım benim en yakın arkadaşlık için ayırdığım koltuk sonsuza kadar dolu kalacaktı.

Kıskanırım zaten Yağmur. Akıllı ol.

"Hiç aşık oldun mu kız sen?" diye sordu Arda kolumu dürterek. "Ne bu anlar anlar bakışların? Empati yeteneğin çok yüksek de haberimiz mi yok?"

"Olmaz olaydım," dedim ona herkesten gizlediğim günlüğümden bir sayfayı açarak. Hislerimi anlatmaktan hoşlanmaz, saklardım ama o anlayacak ve benim hislerimi de saklayacak biriydi.

"İşte üçüzlerin babasını öğrenme vaktim geldi," dedi heyecanla ellerini birbirine sürterken. "Anlat bakalım kim senin kromozomunun homologu?"

Bilim diliyle konuştuğunda ayrı bir sempatik oluyordu. "Eski mevzular," dedim geçmişi deşmek istemeyerek. Bir reçel kavanozu bunu yeterince yapıyordu zaten. "Ayrıldık bitti gitti."

"Dönüşü olmaz gibi konuşuyorsun. Problemli bir ayrılık mıydı?"

"Dönüşü olmaz." Kesin bir dille söylemiştim. Asla dememiştim ama asladan daha güçlü bir vurguya sahipti dudaklarımdan çıkanlar. "İyi niyetli bir ayrılıktı. Şimdi konuyu kıvırmaktan vazgeç ve bugün neden üzgün olduğunu anlat bana."

"Kahve içip sohbet ederken aramızda bir şeyler var gibi hissediyorum," dedi Arda gözlerini benden çekip gökyüzüne çevirirken. "Kafamda kuruyorum belki de ama sana yemin ederim ikimiz yalnızken Eylül'ün bana davranışları daha farklı. Sebebini hiç çözemedim."

"Bu seni üzen şey değil diye tahmin ediyorum."

"Beni üzen, keyifli bir sohbetin içindeyken ve olabilecek en huzurlu anlarımı yaşarken o hıyarın gelmesi." Hıyar, Buğra olmalıydı. "Normalde öyle değildir ama beni gördüğü an yılışıklaşıyor. Temaslar, dokunmalar, öpmeler. Tamam en çok siz sevgilisiniz, ne sokuyorsun gözüme gözüme?"

Onları öpüşürken görmüştü. Ağzındaki baklayı almam uzun sürse de görevimi başarıyla tamamlamıştım. "Buğra biliyor mu senin Eylül'e karşı hislerini?"

"Sağır sultan bile duydu Asya. Anlamayan tek kişi kaldı bana kalırsa." Kendisinin anlatmasına gerek yoktu, bir bakış yetiyordu olan biteni anlamaya. "Dayanamıyorum, canım çok acıyor artık. Bir gün patlarsam kalp kırarım, toparlayamam sonra hiçbir şeyi diye korkuyorum. Kalbimi attıran kadın, damarlarımı da tıkıyor yavaş yavaş. Eskisi gibi değilim, değişiyorum."

"Arda," dedim yüreğim sızlarken. "Bir ilişkisi varken ona gidip itiraf etmeye kalkarsan seni durdururum." Haddimdi veya değildi, Arda'yı ne kadar seversem seveyim bir ilişkiyi zedelemesine izin veremezdim. "Bu yanlış olur."

"Öyle bir şey yapmam zaten," dedi yenilgiyle omuzlarını düşürerek. "Eylül ne kadar sevildiğini bilemeyecek hiçbir zaman."

"Sevgine hayranlık duyuyorum, gerçekten." İç çekişim derindi. "Kırmadan dökmeden, kendi içinde... Zor ama baş ediyorsun. Gülümsemen değişmiyor sen değişsen bile." Bunu bilecek kadar uzun zamandır tanımıyordum onu ama bence gülümsemesi parmak izi gibiydi. Önüme bin fotoğraf koysalar onun gülüşünü diğerlerinden ayırt edebilirdim.

Gerçi, o bin fotoğrafın hepsinin kimlere ait olduğunu sayabilecek bir hafızam vardı ama anlatmaya çalıştığım şey bu değildi.

"Sen yara almışsın," dediğinde saç bitimindeki kızarıklığa takılmıştı gözlerim. Sanırım kaşımaktan olmuştu. Sinek ısırığı olabilirdi. "Ayrıldık dedin, yani sevgiliydiniz. İyi niyetli ayrılık dedin ama senin kalbindeki kırıkları buradan rahatlıkla görebiliyorum."

"Ona gitmesini söylemiştim. Gitti." Aldığım derin nefesle birlikte Arda sessizliğe gömüldü. "Gitmemeliydi. Gitmeseydi devam ediyor olurduk. İlişkiyi ben bitirmedim. Bizi o batırdı." Oturmaktan kalçamın ağrıdığını hissettim. "Geri dönmek istedi sonra. Hâlâ deniyor."

"Aşıkmış belli ki," diyerek yapmaması gereken biriyle empati yaptı Arda.

"Öyleyse gitmeyecekti." Niye gittiğini, neye gittiğini anlatmadığım için beni anlamaması normaldi ama anlatmayı da düşünmüyordum. Gereğinden fazlasını kaçırmıştım zaten ağzımdan. "Geride bıraktığın bir insana döndüğünde aynı kalmasını bekleyemezsin. Kimse kimsenin oyuncak bebeği değil. İnsanlar değişir. Hisler bazen ölür."

"Bu evin vatandaşlarıyla hiç aşk muhabbeti yapamamıştım," dedi Arda kafamı dağıtmak isteyerek. "Sabaha kadar konuşabilirim seninle. Güzel bir ikili olduk. Dert dolu..." İstemesem de ona boş bakışlarımı göndermiş olmalıydım, gülümsedi ve ben de gülene kadar bekledi. "Tamam, konuyu değiştireceğim ama sormazsam çatlarım," dedi bir anda dedikodu modunu açarak. "Ceren mi buradaydı bugün?"

"Evet." Ondan hoşlanmadığımı tek kelimemden anladı. "Kim bu Ceren?"

"Necmettin Amir'in kızı."

"Onu biliyorum," dedim. "Sizinle bağı nedir?"

"Necip Amir daha sadece Görkem ve Kaya'yla tanıştığı dönemde, yani bizden önce tanıştırmış Görkem'le Ceren'i. Arkadaşının kızı oluyor. Görkem de asosyal ve yalnız biri olduğu için arkadaş olsunlar falan diye herhalde, bilmiyoruz oraları." Her şeyi detaylı detaylı anlatmasını sevmiştim, sağlam bir dedikoducuydu. "Bunlar da işte birlikte soru çözüyorlar bir araya geldiklerinde. Arkadaşlıkları sadece bunun üzerine kurulu. Ben çok yakıştırıyordum aslında bunları."

Geçmiş zaman kullanmıştı. "Ceren Görkem'e aşık zaten," dedim. O girdiği kıskançlık krizleri boşu boşuna değildi. "Görkem de anlamıştır bence."

O da anlamamışsa Eylül'le ikisinin bir hastaneye kapatılmalarını talep edecektim.

"Ceren iki üç defa açılmış Görkem'e."

'Bir tane neyine yetmemiş?'

"Görkem'in o taraklarda hiç bezi yok. Demiş ya arkadaşım olarak kal ya keselim görüşmeyi. Ümit vermemiş işte. Kız da kesmek istemiyor haliyle, öyle sözde arkadaşlığına devam ediyor."

En kısa zamanda Görkem'in kalbinin varlığını kontrol etsem iyi olacaktı. Umarım kız ona aşık olduğunu söylediğinde çay içmesini önermemiştir ya da nane şekeri uzatmamıştır diye geçirdim içimden.

"Ben gerçekten ilk zamanlarda çok yakıştırıyordum ikisini. Birbirlerine benziyorlar, e ortak noktaları da var. Ne zaman Kaya'ya bunlar niye olmuyor diye sorsam Kaya gülerek Görkem'in birini beklediğini söylüyordu. Her sorduğumda aynı cevabı aldım ve sebebini hiç öğrenemedim."

Soluksuz konuştuğunu fark edince hızlıca bir nefes alıp devam etti kaldığı yerden. "Açıldıktan sonra karşı tarafın gönlü yoksa ısrar etmek anlamsız geldi bana. Sevmekten vazgeçsin demiyorum ama bazen Görkem'in rahatsız olduğunu hissediyorum. Bu hissi ona yaşatmamalı Ceren. Görkem birlikte geçirdikleri zamanın hatırına sesini çıkarmıyor."

"Anladım," dedim onu dinlediğimi belli etmek için. "Sizinle ilişkisi nasıl? Çok sık gelip gidiyor mu buraya?"

"Ben severim Ceren'i. Eskiden daha çok severdim ama bana bir zararı olmadı sonuçta. İyi kızdır." Ortaya çıkan yıldızlara baktım. Bulut az önce onları kapatıyordu. "Kaya ve Can da benim gibi düşünüyordur. Zaten pek görüşmeyiz, sık gelmez eve de. Bugün nereden esmiş anlamadım. Belki seni öğrenmiştir babasından falan. Kontrole gelmiş olabilir."

"O yardımcı doçentmiş, yemek yapamazmış. Ben yapıyormuşum değil mi artık sizin evin yemeklerini?" Öfkem yeniden belirince kendimi sakinleştirmeye çalıştım. Onu ne kadar az görürsem benim ruh sağlığım açısından o kadar iyi olurdu.

"Sana böyle mi dedi?" diye sordu kahkaha atarak. "Belli ki uyuz olmuş."

"Ben aşığım zaten ona," dediğimde yeniden bir kahkaha attı.

"Eylül de hiç sevmez Ceren'i." Eylül benim kraliçemdi. "Nedenini anlayamamıştım ama birbirlerini gördüklerinde düşman bakışması geçiyordu aralarında. Belli ki artık seninle arasında da aynı bakışmalar olacak."

"Eylül akıllı kadın," dedim gururla. "Sizin arkadaşlarınıza saygı duyarım ama dili bana uzanan olursa da cevabını veririm, susamam."

"Bayağı sinirlendirmiş seni." Gülmemeye çalıştıkça daha fazla gülüyordu. "Aman takma, buradaki varlığına laf söyleyen olursa ben de gereken cevabı veririm. Haddini bilecek herkes!" Ani yükselişiyle bana asker selamı vermişti. Bir dakika içinde onun komutanı olmuştum, emrime hazır bakışları vardı.

Gülünce kalçamdaki ağrı yeniden kendini hatırlattı. Kalkmazsam kocaman iz çıkacaktı. Tam ellerimden destek alarak ayağa kalkmak üzereydim ki bileğimi yakalayıp beni durdurdu. "Görkem için endişeliyim," dedi bana. "Onu sana emanet edersem içim rahatlarmış."

"Gözün arkada kalmasın asker," dedim ve ayağa kalktığımda düşmemeye çalışarak yürüdüm yine. Üzerime bir emanetin yükü bindiğinden midir nedir ruhum daralmıştı çatıda dikilirken.

Aşağı bakan gözlerimi çatı katına inen merdivenlere çevirdim. Merdivenleri inerken Arda benim ayaklarım zemine değene kadar bekledi harekete geçmek için. Ardından küllüğünü bana doğru uzattı. Yeniden birkaç basamak çıkmam gerekti. Elinden aldığımda ise bu defa kendi indi yanıma.

Küllüğü benim notlarımın yanına bıraktı. Notlara şöyle bir göz atmayı da ihmal etmemişti. Acaba aklında ne kadarı kalmıştı? O da benim gibi üç beş saniye baktığı kağıttaki bütün yazıları ezberden söyleyebilir miydi?

"Diğerlerinin yanına gidelim," dedi, ailesiyle bir arada olma ihtiyacını belirten bir sesle. Yalnızlığı istemişti, yalnızlığı almıştı ve şimdi çok sevildiği kalabalığın yanına gidiyordu.

Yalnızlığı istememiştim. Belki de istemiştim. Ve şimdi, lacivert ipli kalabalığın yanına gidiyordum.

Salona attığım adımda, onların günahını aldığım için bir suçluluk hissi sarmaladı bedenimi. Arda'yı fark etmediklerini sanmıştım. Odasındaki minderler, salonun ortasında duruyordu ve oyun konsolu minderlerde oturan Analizcilerin önüne çekilmişti. Sehpanın üzeri cips tabaklarıyla doluydu, nedenini anlayamasam da daha önce Arda'nın odasında gördüğüm peluş oyuncaklardan ikisi koltukta duruyordu.

"Hiç gelmezsiniz sandık," dedi Can sırıtarak. Kaya gözlerini kısmış, kollarını göğüs hizasında bağlamış haldeydi. Gözleri masadaki cipse dönüktü. Can'la olay yeri gezerken adam aç kalmıştı belli ki. Görkem kurduğu bağdaşı bozmamak için elleriyle yerden destek aldı ve bağdaşlı haliyle yönünü bize doğru çevirdi. Altındaki turuncu minder de kaymıştı bu hareketiyle.

"ViloPulov oynayacağız," dedi Görkem bir kez el çırpıp dikkatleri kendi üzerine çekerken. "Ev işi sırasından kurtulma şansınız bu beyler." Gözleri Can ve Arda üzerinde git gel yaptı. "Zaten savsakladınız bu hafta, güzel kurtuldunuz vallahi yemeklerden."

Kahvaltıları hazırlamışlardı da diğer öğünlerde biraz sorun çıkıyordu sanki. "Aa..." diyerek araya girdim. "Ben varken size yemek hazırlamak düşer mi?" Dilimi damağıma vurdum üç defa, ayıplarmış gibi. "Yardımcı doçentin sözünü ne çabuk unuttun?"

Kaya ve Can anında gülmeye başladığında olayı öğrendiklerini anladım. Hâlâ burnuma gelen parfüm kokusundan yola çıkmış olabilirlerdi. Görkem de anlatmış olabilirdi.

"Ceren'den etinle kemiğinle nefret etmen halis mi?" diye sordu Can kıkırdayarak. "Bizim kız olmanın özelliği de Ceren nefreti diye yorumladım. Buna psikolojide Anticerenomoloji diyorlar."

"Ben Asya," dedim göz devirerek. "Yemek yapmaya zamanım yok çünkü ben Anticerenomoloji dalında yardımcı doçentim."

Arda koca bir kahkaha atarken Görkem de kendini tutamamıştı. Kaya hâlâ cipslerle bakışıyordu. Sonunda daha fazla dayanamayıp kucağına çekti en büyük leğeni. Burası tabaklar makinedeyken leğenlerden cips yenilen ultra lüks bir malikaneydi. "Yemin ederim çok açım," derken bile ağzına cips sıkıştırmaya çalışıyordu.

"Aa," dedim ben de bokunu çıkarmak ister gibi. "Ben yemek yaparım sana. İşim ne zaten benim?"

"Ceren neden seni bu kadar rahatsız etti?" diye sordu Görkem. Dalga mı geçiyor diye suratına baktım.

"Birincisi," dedim kendimi tekli koltuğa bırakırken. Arda da Kaya'nın yanına yerleşmişti ve nihayet gerçekten mutlu görünüyordu. "Ceren'in beni küçümsemeye çalıştığının gayet farkında olduğun halde ağzını açıp tek bir kelime bile etmedin hakkımda. Kaçmaya çalıştın hatta ortamdan." Bir bilgi daha vardı elimde artık. Görkem, Ceren ve benim aramda çıkacak bir olayda onun tarafında olurdu.

"İkincisi." İşaret parmağım ona doğrulmak istedi ama buna engel oldum. "Bana üç günümüz var, hiçbir şeye vaktimiz yok dedikten sonra bir gününü ben yukarıda köpek gibi ezber yaparken aşağıda laylaylom ederek geçiremezsin." Kaya dudaklarını birbirine bastırarak Görkem'e baktı. Keyifliydi yüz ifadesi.

"Emir verene emir vermek mi? Necip abim olsaymışsın," dedi Arda. Ortamı fazla bölmek istemediğinden kısık bir sesle söylemişti ama bizim tarafımızdan duyulmuştu ve Can da gülmeye başlamıştı.

"Haklısın," diyen Görkem de sırıtanların kervanındaydı artık.

Can şokunu "Ne?" sorusuyla ifade ederken o kervandan ayrıldı.

"Haklı," diye yinelerken bir nane şekeri attı ağzına Görkem. "Sizce de dünyaya racon kesmek için gelmiş gibi değil mi?" Sağ eliyle sol kolunu kaşıdı. Aklıma sinek ısırığı ihtimali geldi yine. Benim odamda kaldıkları gece içeriye sivri sinek girmiş olabilirdi.

Arda başını salladı. "Öyle. Öyle de sen niye sana racon kesilince zevkten dört köşe oluyorsun?" Aldığı cevap bir omuz silkmeydi. Bir de Kaya leğeninden cips çalmasın diye onun eline vuruyordu işte.

"Ee, takımlar nasıl?" diye sordu Can direksiyonu aniden kırıp konuyu değiştirerek. Bakışlarında şüphe sezdim ama kelimelerinde o şüphenin izine rastlayamadım. "Bu kritik bir karar, iki kez art arda işkence çekmek istemiyorum bu yüzden kazanmam gerek benim."

"Oyunu bilmiyorum." Onlara hâlâ tepeden bakıyordum. "Bir kez kendi aranızda öylesine oynarsanız öğrenirim ve iddiaya dahil olurum." Burada racon kesmesem daha güzel olurdu ama gaza getirmişlerdi, yapmadan edemedim.

"Kabul edildi," dedi Arda. Kaya'yla verdiği cips savaşının sonu gelmiyordu. Sehpanın üzerinde iki leğen daha varken hem de. Görkem oyun konsoluna kolları bağlıyorken ıslak mendil paketini kolumun altına sıkıştırdım ve leğenlerden birini alıp Görkem'in solunda kalan lacivert mindere oturdum.

Bu gece hem Arda'nın moralini düzeltmek için hem de Görkem bir hafta boyunca evde olmayacağı işin düzenlenmişti bence. Birlikte geçirebildikleri kadar zaman geçirmek istiyorlardı.

Görkem oyuna girdiğinde alevli, kırmızılı turunculu ekranın üzerinde büyük harflere ViloPulov yazısı belirdi. Ardından yükleme çubuğunda yüzde yüz yazınca beyaz yazının üzerine kan sıçradı ve siyah bir ekran açıldı. Oynayacak kişi sayısında dördü işaretledi Görkem.

Önümdeki cipslere saniyelik bakışını yakaladım, yeniden ekrana çevirdi başını ama o bakış kedinin ciğere attığı türden bir bakıştı.

"Al," dedim cipsi ona doğru uzatarak. Bana bakmadan, "Elim yağlanır," diye cevap verdi. Eli yağlanırsa oyun kolu da yağlanırdı. Ben bunun farkındaydım zaten. "Al," diye yinelediğimde nihayet başını bana çevirdi ve gözünün önündeki elimle karşılaştı. Parmaklarımı dudaklarına doğru uzatıp cipsi almasını bekledim. Bir süre sadece elime baktı ve ardından cipsin ucunu dişleriyle yakalayıp ağzının içine çekti ve kaldığı yerden devam etti işiyle ilgilenmeye.

"Trip attığın adamı da elinle beslemezsin Asya ya," dedi Arda otuz iki dişini gösterecek kadar sırıtırken. Kaya'nın önündeki cipsler bittiği için artık kavga etmiyorlardı. "Asya ya deyince de bir garip oldu. Böyle vurgulu As yaaa mı deseydim ki?"

"Bana ıslak mendili atsana," dedi Kaya hiçbir şeyi umursamadan. Görkem'in başının üzerinden paketi ona doğru uzatırken diğer elimde de cips yemekle meşguldüm. Yeniden ekrana döndüğümde oyunun bir dövüş oyunu olduğunu anladım. Sağ ve sol yanda ürkütücü sayılabilecek karakterler vardı. Gözlerim ekrandayken Görkem'e bir cips daha uzattım, o da ekranda kendi karakterini oluştururken bu defa elime bakmadan aldı cipsi dudaklarıyla.

Seçtiği karakterin ağzı siyah bir bandanayla kapatılmıştı. Başında yine aynı renk fötr bir şapka vardı. Giysisi de siyah bir kabandı, dizlerine kadar uzanan. Üzerinde renkli olan tek şey gözleriydi, onlar da mavinin laciverte yakın bir tonundaydı. Diğer karakterlerin ürkütücü bakışlarının aksine bu asil duruyordu.

Kaya elindeki ıslak mendille parmaklarını uzun uzun sildikten sonra Görkem'in yanındaki minderdeki Can'ı sırtına tepik atarak ittirdi ve gülerek oraya oturdu. Can da bir kahkahayla Arda'nın yanındaki boşalan yere geçmişti.

Kaya'nın karakterinin üzerinde kıyafet yoktu. Bu yüzden karnındaki çizik izlerini görüyordunuz oldukça belirgin olan karın kaslarının yanında. Sarı ve uzun sayılabilecek saçları kırmızı bir bandanayla geriye doğru ittirilmişti. Altında siyah bir şort vardı. Bir kafes dövüşçüsünü andırıyordu.

Karakterlere kendiniz ad verebiliyordunuz ve Görkem'in karakteri için koyduğu isim Last Nane Sugarı'ydı. Evet buydu.

Kaya'nınki ise Vurmaz Mısın Lütfen'di.

Bu isimleri yazdıklarını gördüğümde bir anda o kadar çok gülmeye başladım ki cips boğazımda kaldığı için öksürük krizine de girdim gülme krizinin yanında. Görkem kolu tutmayan eliyle bir iki kez sırtıma vururken gülmekten gözümden yaş gelmek üzereydi ve buna şaşırdığım için de şok olmuştum aynı zamanda. "İsimleriniz müthiş," dedim nefes alabildiğimde. Görkem'e bir cips daha uzatırken Can eline oyun kolunu almıştı.

Tıkladığı karakter ekranda büyüdü. Üzerinde harfler olan bir kitap vardı, iki eliyle onu tutuyordu önünde. Diğer karakterlerden farklı olarak gözünde sol camı kırık bir gözlük vardı, siyah bir pelerin giyiyordu. İçindeki parlak kırmızı gömlek ise karakterin Harry Pottervari havasını tamamen değiştirmiş, ona tangocu bir kimlik katmıştı. Adı da Cahillere Tahammülsüzüm olmuştu.

Kalem kılıçtan keskindir de olabilirdi Yağmur.

Ekran yeniden küçüldüğünde karakterlerin tamamı görünür hale geldi ve satırlarda hızlı hızlı gezdirdim gözlerimi. Benim de bir karakter seçmem gerekecekti ve önden fikrim olsun diye şöyle bir bakıyordum resimlerine. Gözüme birini kestirdiğim sırada Arda sona kalan dördüncü kolu eline aldı ve hiç düşünmeden en sol sütundaki beşinci karakteri seçti.

Kolları dövmeden görünmeyen, askılı ve turuncu salaş bir tişört giyen, tişörtünden göğüs kasları görünen ve o kasların üzerinde bile dövmeler olan karakter kapladı ekranı. Saçları yeşildi, dik dikti. Yüzünde kaşının üzerinden başlayıp kaşında iz bırakacak şekilde devam eden ve yanağına uzanan bir yara vardı. Bu ona ayrı bir karizma katıyordu.

Mc Yaralı Honkiponkitoninok. Buydu ismi.

Görkem ve Kaya, Can ve Arda takım olmuşlardı. Dövüşecekleri arena yüklenirken bir cips daha uzattım Görkem'e. Mavi gözleri yüklenme miktarını gösteren çubukta oyalandığı sırada elimdeki cipse uzanmak için hafifçe öne eğdi başını. Cipsi elimden alırken dudakları parmaklarımın ucuna temas etti. İstemeden yaptığı bu hamlenin sonunda ise başını geri çekti ve bakışlarını bana çevirmeden bir kez yutkundu. Utandığını belli ediyordu yüz ifadesi. İnsanlık haliydi, böyle şeylere takılmazdım.

Arenada arka plan geceydi ve Can'la Arda'nın karakterinin olduğu kısımda parlayan bir dolunay vardı. Otların üzerindelerdi. Bir aksiyon müziği hafif bir sesle arkada çalarken Görkem sadece bir adım attı ve bu adımla birlikte altındaki otlar hışırdadı. Oyunun animasyonunu çok başarılı bulduğumu söylemeden geçemeyecektim.

Yukarıda karakterlerin isimleri ve can miktarlarını belirten paneller vardı. Birbirlerini dövdükçe o paneldeki miktar azalacaktı ve aynı takımdaki iki karakter de ölünce raunt tamamlanacaktı.

"Öylece bakışacak mıyız," diye bağıran Arda üçgen tuşuna art arda iki kez bastı ve gökteki bulutun üzerinde bir havai fişek çaktı. Sonrasında Kaya ve Görkem'in karakterlerinin arasına o buluttan yıldırım düştü. İki karakter de titrerken canları iki parmak miktarı kadar azalmıştı.

"Bakışmayacağız," dedi Kaya ve Arda'nın karakterinin kafasına uçan bir tekme attı. Last Nane Sugarı şapkasını başından çıkarıp attığında ucunda bir bıçak belirdi, bıçak Cahillere Tahammülsüzüm'ün üzerindeki gömleğin yırtılmasına sebep oldu ve Sugar'ın kafasına geri döndü bir bumerang gibi.

Bir yandan oyunda neler döndüğünü anlamaya çalışırken ve animasyonlara hayran hayran bakarken diğer yandan da oyun kollarının üzerindeki parmaklarını takip etmeye çalışıyordum.

Görkem R1 ve R2'ye arka arkaya hızlıca bastığında bir anda ağır çekimde kabanı açıldı ve omuzlarından çıkıp göğe doğru yükseldi. Bundan sonra büyük bir şey geleceğini tahmin ediyordum. Can elindeki kitabı L2'ye üç kez basıp fırlatarak Arda ve kendisinin önüne bir kalkan oluşturdu. Kabandan çıkan, oklar ve bıçaklar büyük kitaba saplanırken Görkem bu defa çarpı işaretine basarak bir duman bulutu yolladı onlara. Canları yarılanmıştı zehrin etkisinde kaldıklarında.

Kaban tekrar Sugar'ın omuzlarına döndü. Kaya'nın yuvarlak tuşuna saldırırcasına basması üzerine elinden bir zincir fırladı ve Mc Yaralı'yı yakalayıp kendine doğru çekti. Ardından onu yakın mesafeden yumruklamaya başladı.

Can'ın karakteri onlara bir makas attı ve makas yarı yolda ikiye ayrılıp bir parçası Last Nane Sugarı'na diğer parçası Vurmaz Mısın Lütfen'e olacak şekilde saplandığında yukarıdaki gösterge bir miktar daha azaldı.

"Lan bir bırak!" diyen Arda bütün tuşlara basarak Kaya'dan kurtulmaya çalışıyor, tam kurtulduğunda ise yine aynı zincirle çekiliyor ve Kaya kahkaha atarken tekme tokat dövülüyordu. İzlemesi bile sinir bozucu olan bu durumun dört kez tekrarlanması sonunda adaya veda eden ilk isim Honkiponkitoninok oldu.

"Allah belanı vermesin," diyen Can nefes nefeseydi. "Nasıl direneceğim ben bu ikisine tek başıma?" Sugar kabanından bir ışın kılıcı çıkarttığı sırada Kaya ise Can'a doğru bir elektroşok cihazı fırlatmıştı. Can bir yandan elektrikle titriyor, diğer yandan karnının ortasına yeşil bir ışın yiyordu.

Son bir umut kırıntısıyla kitabını yeniden fırlattı ve kalkan olarak kullanmayı denedi. Sayfalardan kopan harfler rakiplerinin başlarına yağdı ve ciddi anlamda yaralanmalarını sağladı ama bu çabası ona yetmedi. Kaya'nın bir yudumluk canının kalması mühim değildi çünkü Cahillere Tahammülsüzüm de ölüp silinmişti ekrandan.

"Ölüm ikilisi yemin ederim ya," diye mırıldandı Arda, ortağının omzuna elini koyarak. "Biz elimizden geleni yaptık, üzülme. Elbet alırız öcümüzü."

"Rüyanızda mı?" diye sordu Kaya karakteri galibiyet pozu verirken. Dolunay ikiye ayrıldı ve ortasından bir ışık huzmesi aktı arenanın ortasına. Görkem'in karakteri bir eliyle kabanını tutup bir eliyle şapkasını düzeltirken yerde yatan ölülere keskin bakışlar atıyordu. Kaya'nınkiyse kol kaslarını göstererek seviniyordu.

"Arda az sabırlı olsa Kaya'nın zincirinden kurtulurdu," dediğimde üzerime çevrildi dördünün gözleri. "Tüm tuşlara basıp oyunu geçmeye çalıştın." Ben de bu taktiği kullanacaktım çünkü ilk defa oynayacağım bir oyunda fazlasını yapacağımı sanmıyordum. Kötü oynayan kimse yoktu.

"Sen benim takımımdan olma tamam mı?" Trip atar gibi omuzlarını silkti. "Çatıda dost, salonda düşman. İkiyüzlü kadın seni."

"Bence de bizden olmasın," diye destekledi Can. "Yılların tecrübesi olan biz yeniliyorsak bir acemiyle çok daha kolay yeniliriz. Harcanırız çok pis."

Onlara kötü kötü bakarken bir yandan da Görkem'e leğendeki son cipsi uzattım. Gözlerini elime düşürdü, sonra gözlerime baktı. Oyunda değildi, bir şeyle de uğraşmıyordu. Sadece kolu tutuyordu, istese uzanıp kendi yiyebilirdi artık. Benim uzatışım ise refleksti.

Bir anda bileğimi kavraması beklenmedikti. Parmakları lacivert ipin üzerindeydi ve gözlerindeki teşekkür ifadesiyle gözlerime bakıp elimi biraz ona doğru hareketlendirdi. Yine cipsin ucunu dişleriyle kavradı ve ağzının içine çekti. Onu yerken, "Kaya, siz üçünüz sırayla oynarsınız," dedi. "13 benimle."

Kucağımdaki leğeni alıp sehpaya bıraktı, ardından Kaya'nın az önce oynadığı kolu dizimin üzerine. Parmaklarımı ıslak mendille silerken gözlerimi üzerinden ayıramamıştım.

"Görkem bugün yenilmek istiyor," dedi Kaya ondan biraz uzaklaştırarak minderini. Arda ve Can'ın yanına yaklaştığında ikisi ona sarılmışlardı aynı anda. Birazdan ellerini üst üste koyup takımlarının isimlerini bağırırlarsa şaşırmazdım.

"Görkem kendini affettirmeye çalışıyor çaktırmadan," dedi Can. Toplu halde birine odaklanıp alay etmeye bayılıyorlardı. Bunu izlemeye de ben bayılıyordum.

"Görkem ne yapıyor?" Arda kahkaha atmamak için kendini sıkıyordu. "İnanılmaz bir acemilik!"

"Biriniz de bana güvenmeyin zaten," dedim oyun kolunu elime alırken. Görkem güvenmişti. Güvenmiş miydi? Ben kendime güvenmiyordum şahsen. Çenesiyle ekranı işaret etti bana. Karakterimi seçmemi bekliyordu. "Silahı abajur olan var mı?" diye sormam hepsini güldürdü. Onlar güldüğü için ben de güldüm. Karakterlerin arasında gezinirken gözüme kestirdiğim kızılın resmini büyüttüm.

"Bunu kullanmayı öğrenirsen onları haşlarız," dedi Görkem. Gözlerim kızıl kadının üzerindeydi. Kabarık kıvırcık saçları cadı şapkasının altından fırlıyordu. Cadı şapkasının üzerinde altın bir toka vardı. Göbeğini açıkta bırakan gümüş metallerle kaplı siyah bir crop giyiyordu. Altında ispanyol paça bir pantolon vardı ve paçasına alev figürleri işlenmişti. Elinde uzun ve siyah bir asa duruyor, asanın ucu zemine değiyordu.

"Öğrenemezsem?" diye sordum yüzümü onunkine yaklaştırarak. Bana inanıp inanmadığını anlamaya çalışıyordum. Gerçekten yenileceğini bile bile mi yanında beni istemişti yoksa benden bir umudu var mıydı?

"Canın sağ olsun." Kendini affettirme çabasında gibiydi Can'ın da analizini yaptığı gibi. Zaten o kimin neyi neden yaptığını aramızda açıklamaya en uygun kişiydi.

Racon Değil Kafa Kesen. Bu da benim kızıl cadımın adıydı. Ortamdaki isimlerin yanında fazla sırıtmadığını düşünüyordum.

Arena bu defa deniz kenarıydı. Arka planda kayalıklar vardı ve Güneş onların tarafında parlıyordu. Az önceki daha koyu temalı ekrana alışan gözlerim birden renk tonları açılınca acıdılar. Fazla iyi görmenin bazı sorunları oluyordu ne yazık ki.

"Hadi hadi," dedi Kaya bana. İlk turdaki rakibimiz o ve Can olmuştu. "Çaylaklara öncelik tanıdık, oturduk bekliyoruz."

Karakterimin neler yapabildiği hakkında en ufak bir fikrim olmasa da izlerken gözlemlediğim kadarıyla en büyük yetenekler L1 ve L2 tuşlarıyla ortaya çıkıyordu. Arka arkaya tuşlara basarken karakterimin gözleri Vurmaz Mısın Lütfen'in üzerindeydi. Elinde tuttuğu asayı ileri doğru uzattığında siyah sopanın ucundan mor gölgeli bir ışın çıktı. Bu ışın Kaya'nın canını çok az bir miktar da olsa azaltmıştı.

"Zarar gücünün artması için önce biraz oyalanman gerek," dedi Görkem yüzünü bana çevirerek. Bu sırada Can'ın tangocu Harry Potter'ı onun üzerine harfler gönderdi. Görkem'in umurunda değildi, bana bakıyordu. Parmakları kare tuşuna değdi ve harfler uçuşup yere düştüler. Bunu yaparken de ekrana bakmamıştı.

"Önce bunları dene," dedi Görkem oyun kolunun sağ tarafında kalan tuşların üzerinde gezinirken. Tekrar bir tuşa bastığında fötr şapkası başından çıktı ve Vurmaz Mısın Lütfen'in ona karşı saldırılarını durdurup onun karnına derin kesikler bıraktı. "Sen de bir dur amına koyayım," dedi Kaya'ya dönüp. "Bir şey öğretiyorum burada kıza."

"Bana ne kardeşim," dedi dil çıkararak. Kaya dil çıkardı. Kaya, dil çıkardı. Güldü de. "Oyun oynuyoruz burada. Soru çözmüyoruz." Sonra bana Arda'ya attığı zinciri attı. Karakterim onunkinin yanına doğru sürüklendi ve zincirle kızıl cadımı yerden yere vurdu davar herif.

"Hani sabredersen kurtulurdun Asyacığım çiçeğim böceğim?" Arda kafama vurmuştu hafifçe. "Olmuyor muymuş o işler öyle?"

Görkem bir eliyle oyunu kontrol altına almaya çalışırken diğer eliyle Arda'ya vurmayı denedi. Havada rastgele dolaşan eli birkaç sallamanın sonunda Arda'nın karnına çarpabilmişti. "Kızın ilk oyunu lan, uğraşıp durma."

"Bak işte bunlar hep kendini affettirme çabası," dedi Can. Pelerinini Görkem'in dövüşçüsünün yüzüne atmıştı. Kaya da kör karakteri yumruk manyağına döndürüyordu. Ringde alamadığı maçların rövanşını burada alıyor gibiydi. "Senin Last Sugar'ın pekmezi akacak birazdan."

Can'ın fırlattığı sopa cadımın karnına çarptığında bir adım geriledi. Bir kez daha aynısını yaptı ve yine gerilemesine sebep oldu. "Bu ne ya?" dedim tüm gücümle tuşlara abanırken. "Kol bozuk!"

Ve öldüm. Ve sonra Görkem de öldü.

"E sen bildiğin mızıkçısın," dedi Kaya sinir bozucu bir gülüşle. "Az önce çatır çutur oynadım ben o kolla."

"Bırak ya," dedim kolu inanılmaz hafifçe fırlatarak. Başına bir şey gelmesinden korkmuştum. Pahalıydı kesin. "Sen de hemen öldün," dedim Görkem'e sanki bütün suç onunmuş gibi.

"Kendini kötü hissetme diye direnmedim," diyerek karşılık verdiğinde duvarlarım sağlam bir darbeyle sarsıldı ama yıkılmadı.

"Bir daha oynayalım. Daha öğrenemedim bu cadının güçlerini. Siz de hemen öldürüyorsunuz, az durun sonra öldürün. Atlı kovalıyor sanki Allah Allah ya."

"Bizim nemrut kız bayağı bayağı tatlıymış lan." Arda kolu Kaya'dan devralırken bana takılıyordu. "İstediğini alamayınca nasıl döndün ama çocuğa."

Gülmek üzereyken dudaklarımı gerip durdum. "Neyse." Oyun kolunu yeniden ellerimin arasına aldım. "Bu ilk ölüşümüz değil. Başlat patron yeni oyunu."

Görkem kamyon şoförlüğüme gülerken Kaya, Arda'nın omuzlarını ovalayıp bir boksör antrenörü gibi onun kulağına bir şeyler fısıldıyordu. "Puhahahha!" Kahkahası bir bomba gibi patladı salonun içinde. "Görkem'in bir göt olduğunu söyledi Kaya."

Görkem, Kaya'ya sanki onu aldatan biriymiş gibi baktığı sırada Kaya Arda'nın ensesine sert bir şekilde vurdu ve o ses yankı yaptı duvarlarda. "Ben öyle bir şey söyler miyim it?" Arda ensesini ovalarken Kaya durup gülmeye başladı. "Söylerim tabi lan. Göt Görkem. Yenileceksin sen oğlum bugün."

"Üstüme iyilik sağlık," dedi Görkem gür bir kahkaha atarken. Kaya da onun omzuna vurup onunla birlikte daha çok gülmeye başladı. Ben niye bu kadar gülüyordum orası belli değildi. "Bana beslediğiniz kine bir bakın. Süleyman'ın Pargalı'yı boğdurması gibi boğduracaksınız utanmasanız. Ayıp be size!"

"Senden daha çok havuz problemlerinde boğulma tarzı benzetmeler bekliyoruz Görkem," dedi Can. Arda'yla birbirlerinin dizlerine vura vura kriz geçirmişlerdi arkada. Bazen olay çok komik olmasa bile birden gerçekleştiği için bütün ekip gülmekten dağılırdı ya, öyle olmuştu az önce bize de. "Bak hayal kırıklığına uğradım."

"Asya onu problemlerden soğutmuş bugün," diye dalga geçmeye devam etti Arda. "Yardımcı doçent diye diye travma bırakmış hünkârımda."

"Zevzekler," derken kimsenin beklemediği bir anda oyunu başlatan tuşa bastı Görkem. Üçümüz aynı anda oyun kollarına sarıldığımızda o panikle random hareket etmeye başlamıştık. Ne tuşlara düşünerek basıyordum ne de hangisinin ne işe yaradığını anlayabiliyordum. Ekran kan gölüne dönerken birden bütün yumrukları, kılıçları ve harfleri durduran bir şey yaptı karakterim.

Cadı şapkası başından çıktı, iki tarafın tam ortasında durdu. Sivri ucu yere gelecek şekilde ters döndü ve bir anda kendi etrafında dönmeye başlayarak girdap oluşturdu. Can'la Arda'nın karakterlerine doğru gidip onları yuttu. Evet yuttu. Zaten göstergede az bir miktar canları kalmıştı ama böyle bir şeyin gerçekleşmesini ben de beklemiyordum.

Karakterimin seviniş hareketinde asası ikiye kırılıp çarpı şekline geliyor, rakip takımın oyuncularının üzerinde duruyordu. Kızıl cadı onlara bakarken kollarını göğsünde bağlayıp başını havaya kaldırarak kahkaha atıyordu. Çok havalı bulmuştum bunu.

"Aha da böyle göt ederler!" diye haykırdı Görkem kolu zemine fırlatırken. Eli ensemi buldu, saçlarımı acıtmayacak şekilde başımı kendine çekip dudaklarını alnıma bastırdı. "Helal olsun sana. Kesilmedik kafa bırakmadın."

İrileşen gözlerim, burnumun bir karış ötesinde duran yüzünde gezindi. Eli hâlâ saçlarımda duruyordu. Dudaklarını alnımdan çekmişti ama kendisi geri çekilmemişti.

Bu onun alışkanlığıydı. Düşünmeden yapıyordu, refleks gibiydi. Yine de hiç beklemediğim anlarda bana el ense çekmesi tuhaf geliyordu. Analizciler buna alışkındı ama ben değildim.

"Yalnız sen her gaza geldiğinde bu kızı tutup öpeceksen söyle de bilelim," dedi Arda. Sesi alaycıydı ama gözleri öyle değildi.

"İkinizi bir haftalığına otele gönderme konusunda şüphelerim olmaya başladı," dedi Can.

Değiştiriyorum, biri dalga geçtiğinde toplanıp hep birlikte dalga geçmeye devam etmelerine bayılmıyordum.

"Adam bana asker arkadaşı muamelesi yapıyor beyler," dedim anlamsız bakışlarımı yüzlerine yollarken. "Siz dört sap birlikte dura dura kadın ruhundan bihaber olmuşsunuz. Bu benim yanlış yorumlayacağım bir hareket değil."

Değil mi?

"Farkında olmuyorum gerçekten. Gaza gelince bunlara yapa yapa alışmış bünyem." Eliyle Analizcileri işaret ederken bakışlarında mahcubiyet vardı. "Kusura bakma."

"Az önceki helal olsunların boşuna gitti," dedim konuyu değiştirmek isteyerek. Kusurluk bir durum yoktu. Sadece dudaklarının tenime dokunması saçma hissettiriyordu. "O girdabı yanlışlıkla yaptım. Bir daha aynısını yap desen yapamam."

"Canın sağ olsun," dedi yine. Bu defa beklenmedik anda oyunu başlatan Arda'ydı. Kaya'yla takım olmuşlardı karşımızda.

Şu Vurmaz Mısın Lütfen'in zinciri yok olsaydı keşke. Allah belasını versindi öyle zincirin. "Oha ama boynumu kırıyor bu," dedim oyunun heyecanıyla sesimi yükselterek. Bu sırada Honkiponki canavarı bileğimi tutmuş, oradan oraya savuruyordu beni. "Ah, bırak kolumu canımı acıtıyorsun!" dediğimde Arda gülmeye başladığı için onun elinden kurtulabildim üç gramlık canımla.

"Bayram şekeri," dedim Görkem'e. "Bir şey mi yapsan üstün tecrübelerinle? Çiğ çiğ yiyor bunlar beni."

"Kız sana yedirdiği cipsleri haram etse yeridir," dedi Arda. Elimdeki asayla onun üzerime attığı yıldırımları savuşturma çabasındaydım. Bu tarz oyunlarda fizik aranmazdı. "İnsan kahramanlık yapıp öne falan atlar bari." Kahramanlık yapacak durumda değildi çünkü Kaya'nın kopasıca zinciriyle uğraşıyordu. Bu defa önce o öldü, ardından ben öldüm.

"Kendini kötü hissetme diye direnmedim." Yüz ifadem bunun doğru olmadığını haykırıyordu.

"Hadi be oradan." Arda iki kolunu da sıkıp kol kaslarını şişirdi. "Ben öldürdüm seni, ağlama o yüzden. Kazandım işte."

"Laflara bak laflara." Kaya, onu boynundan yakalayıp kafasını kolunun altına sıkıştırarak. Kıvırcık saçları arasında ellerini gezdirdi. "Tek başına kazandın galiba?" Arda gülerek ondan kurtulmaya çalışıyordu.

"Maytap geçmeye doyamadı bunlar da," dedi Görkem. Hırslandığını gözlerinde görmüştüm. Bu hırs sayesinde geri dönüş yapabilirdik. Yani o yapabilirdi, ben de çorbada tuzum var diye gezerdim etrafta.

Can kollardan birini aldı, diğer kol Arda'daydı. En azından bu oyunda zincir olmayacaktı. Görkem yüzünü yüzüme yaklaştırdı, yanağı ve yanağım arasında bir nefeslik mesafe kadar varken dudakları kulaklarımın hizasındaydı. "Taktiğim yok," diye fısıldadığında nefesi kulağıma çarptığı için huylandım. Başımı geri çekmek istedim ama söyleyeceklerine devam etmesini bekledim.

"Planım var sanıp streslensinler diye seninle konuşuyorum şu an," dedi tane tane. Amacı biraz oyalanmaktı, bunu anlamıştım. Bir de psikolojilerine oynama taktiği vardı. Can'dan kaptığı bir şeyi ona karşı silah olarak kullanıyordu.

"Güzel taktik," dedim onun sesinden bile daha kısık bir sesle. Kulağına yaklaşmak isterken sakalı yanağıma sürtündüğünde başımı ışık hızıyla durdurdum. "Ben ölürsem savaşmaya devam et."

Başını sallayarak geri çekildiğinde üçünün de gözleri bizim üzerimizde geziyordu ve anlamlandırmaya çalışıyorlardı. Görkem hiçbir şeye müsaade etmeden oyunu başlattı.

Bu defa daha fazla direndim. Daha fazla denedim. Şu girdabı bulmak için çok fazla uğraştım ve bunu yaparken oyundan koptuğum için bedenime saplanan harfler tarafından öldürüldüm. Görkem'in hâlâ yarım canı vardı.

"Lan tek kişiye iki kişi yenilirseniz kafalarınızı birbirine vurdururum," dedi Kaya ikisinin arkasında onları gazlamaya çalışırken.

"Tek kişi dediğin adam Görkem ulan," diye haykıran Arda son nefesini fötr bir şapkayla verdi. Can'sa 'sıçtık' temalı bakışlarını gönderdi ekrana. Görkem'in yüzündeki gülümseme bunu onaylar gibiydi. "Adenozin trifosfatlarımı sömürdü üç saniyede."

"ATP yani," dedim Arda'dan sonra. "Havalı olacağım diye uzun uzun söylüyorsun bir de."

"Sen sus bakayım cadı." Gözlerini devirdi. "Öldürdüm ben seni. Ailenin büyücü yengesi gibi karıştırıp durma ortalığı."

"E ben de öldüm!" dedi Can. "Bu herif ikimizi birden nasıl hakladı oğlum?"

Ben uzunca bir direniş sergilemiştim, onların canının yüksek miktarda düşmesine de sebep olmuştum ama yine de ölmemeyi başaramamıştım. Tek kalan Görkem'in ne yapıp edip raundun galibi olduğunu gördüğümde koca bir kapak yaptım diğerlerine dönüp. Çıkan ses beni tatmin edecek kadar güçlüydü. "Dalga geçsenize yine," dedim sırıtarak.

Görkem elini muhtemelen onun eline çakmam için uzatmıştı. Durdum ve o an başka bir şey yapmaya karar verdim. Parmaklarımı ensesine sarıp başını kendime doğru çektim hızlıca. Bu hamlem, refleksleri demirden olan adamı afallattı. Bileğime parmakları kenetlendi ama yüzü şaşkındı.

Dudaklarımı alnının ortasına bastırışım bütün salonda bir şok etkisi yarattı.

Hemen çekilmek yerine birkaç saniye baskımı azaltmadan durdum çünkü o beni iki kez alnımdan öpmüştü. Hesabı tek seferde kapatmam gerekiyordu. Onun dünyasında ödeşmek vardı ve ben de ona uyuyordum sadece.

Nasıl hissettiğini görmek istemiştim. Nasıl hissettirdiğini anlasın istemiştim. Ensesindeki elimi saçlarının arasından geçirdim, sonra başından uzaklaştı parmaklarım. Yüzüne baktım, inme inmiş gibiydi. Yaşadığı şaşkınlığın haddi hesabı yoktu. Arda bile gülüp şaka yapacak gücü bulamıyordu kendinde.

Görkem'in gözleri dudaklarıma takıldı, yeni idrak etmiş gibi değişti bakışları. Solukları düzensizleşmişti, hesap kitap şaşmıştı onda.

"İşte bunu beklemiyordum." Onun omzunun üzerinden Can'a baktım. "Görkem'e Görkemlik yapmak nereden baksan kral hareket."

"Kız ona asker arkadaşı muamelesi yapıyor," dedi Kaya. Sesi böylesine sabitken nasıl bu kadar alay dolu gelebiliyordu kulağa? Yüz ifadesi düzdü ama orada bir sırıtış görüyor gibiydim. "Erkek ruhundan hiç anlamıyorsunuz. Bu Görkem'in yanlış yorumlayacağı bir şey değil."

Arda buna kahkahasını basmıştı işte. Görkem de muhtemelen nasıl hissettirdiğini anlamıştı. Yüzüme karışık diye adlandırabileceğim duygularla bakıyordu.

O sana yaparken iyi de sen ona yapınca niye put kesildi bu adam Yağmur?

'Bunu hesaba katamadığı için.'

Oyuna devam etmeliydik. Bu üzerine donup kalacağımız bir mevzu değildi. Olmamalıydı.

Görkem kaşlarını kaldırıp indirdiğinde yüzündeki ifade öyle olsun der gibiydi. Kendi silahını ona kullanmamı kabullenmişti ama tek kelime de etmemişti. Yeniden oyuna başladık ve bu kez donup kalan bendim.

Arenada arka plan aynalardı. Bir sürü ayna. Her yerde ayna...

Sol elim isteğim dışında titrediğinde bunu engelleme çabam boşunaydı. Oyun kolu titriyordu, tuşların üzerindeki parmaklarım titriyordu ve karakterim sağa sola gidiyordu.

İçinde bulunduğum grubun analiz yeteneği hem en iyi hem de en kötü özellikleriydi. Ekranın anında kapanmasını sağlayan tuşa Can'ın bastığı sırada diğerlerinin gözleri benim, daha çok burnumun üzerindeydi.

Sertçe yutkunurken daktilodaki yazarın parmakları bile titredi tuşların üzerinde. Bana acıdı, daha beter bir hale gelmemi istemedi ve harflerin acımasızca yan yana geldiği sayfayı eline aldığında parçalamaya başladı.

Avucunda tuttuğu parçalara üflediğinde yarım kalan kelimeler zihnimin farklı köşelerine dağılıp yeniden bir araya gelecekleri zamanı beklemeye başladılar. Krizim engellenmedi, ertelendi.

"Burnum mu kanıyor?" diye sordum parmaklarımın ucu dudağımın üzerindeki çukurdayken. Islaklık yoktu. Hikâyeyi biraz olsun bilmedikleri halde yüzüme bu şekilde bakıyorlardı, bilseler nasıl tepki verirlerdi acaba? "Yoo, kanamıyor," dedim.

Arda'nın gözleri sımsıkı kapandığında göz kenarlarında çizgiler belirdi şakaklarına doğru giden. Bu beni anlamanın acısıydı. Acımı örtmeye çalışmamın sancılarını o çekiyordu. Çünkü o bu sancının en iyi arkadaşıydı. Çünkü o bunu hep yapıyordu.

"Devam edelim," dedim hızlıca. Bakışlardan kaçmak isteyerek en çok da... "Hadi, korkmayın az vururum. Acıdım size."

Sonrası biraz şöyleydi:

"İmdat, cadı kaçırıyorlar!" Ben.

"Hay o zincir götüne girsin he mi?" Görkem.

"Siyah kabanını bana vermezsen seni öldürecekmişim." Kaya.

"Cahillere ve bıçaklı fötr şapkalara tahammülsüzüm." Can.

"Çiki çiki şayne tiki tak tok." Arda.

Kan, kavga, dövüş, gürültü. Arada salonda uçuşan yastıklar ve sonu gelmeyen ölümler.

Rauntlar 9-4 bitmişti. Alnımızın akıyla yenilmiştik üç silahşörlere.

Ben aynalı arenadan sonra kendime gelememiştim. Görkem desen oyundan tamamen kopmuş gibiydi zaten.

"Hepinizi yere serdik işte. Korkun KayArCan'ın gazabından." Can'ın söylediği bu tuhaf birleşim hoşuma gitmişti.

'Üçüzlerden ikincisinin adını Kayarcan mı koysak ki Asya?'

"Benim üzerimde niye Instagram hikayesine attığı fotoğraflar ters dönen kullanıcı gerginliği var peki?" diye sordu Arda.

"O nasıl benzetme lan?" dedi Kaya.

"Benzetme değil dram. Hayatın gerçeği bu. Bir yerlerde bu dertten muzdarip olan insanların acısını nasıl olur da küçümsersin?"

"Haklısın, benim eşekliğim." Kaya elini kalbinin üzerine götürdü. "Çok özür diliyorum o insanlardan."

"Sen neden güveniyorsun ki bana?" diye sordum Görkem'e yine bütün suç onunmuş gibi. Minderden kalkıp tekli koltuğa attım kendimi. "Kaybettiğim oyun yok diye geziyordun etrafta. Benim sayemde bir ilke imza attın herhalde."

Onlar da oturdukları yerlerden kalkarak üçlü koltuklara geçtiler. Arda ve Can sağımda, Kaya ve Görkem solumda kalıyordu. "Bile bile yenilmek istedi bir defalığına," dedi Arda her zamanki makara tonuyla. "Ev işleriniz hayırlı olsun."

Görkem onu duymamış gibi bana baktı. "Ben güvenmedim ki sana," dedi. "İki gün daha evdeyiz, sonra bir hafta yokuz. Döndüğümüzde iddia yenilenir. Kaybetmemiz önemsiz."

"Vay uyanık vay," dedi Can. Bunu hiç düşünmemiş oldukları yüzlerinden belliydi.

"Mesela Görkem'le ben takım olsaydım, bir hafta boyunca o yokken tek başıma bütün evin yükünü mü çekecektim?" diye sordu Arda. "Çaktırmadan kendinden uzaklaştırarak bizi korumuş aslında. Liderim de liderim."

Odaklanamadım onlara.

O güvenmedi ki bana.

Çok sağlam ders almıştım bir gecede. Zaten yenileceğimizi bile bile istemişti beni yanında. Analizcilere tek başına o iş yükünü yıkmamak için, onlara kıyamadığı için.

Yazarın daktilosu yere düştü. Alın öpüşler, gaza gelişler, destekleyişler, alaylara karşı savunuşlar silindi sayfalardan.

O güvenmedi ki bana.

"İyi bari," dedim zoraki bir gülümsemeyle. "Kazanacağıma inancın yokmuş zaten, seni hayal kırıklığına uğratmamış oldum." 'Ama sen, beni uğrattın.' "Biz yokken seninkiler işlerini kardeş kardeş yaparlar artık."

Benim bile canım acıdı Yağmur.

Görkem hiçbir şey anlamamıştı. O böyle biri değildi zaten. Söylediği cümleleri basit anlamlarda söylüyordu, ben kendi kendime anlamlandırmış ve alınmıştım. Düşünceleri derin bir adamdı ama bir o kadar düşüncesizdi de.

"İyi geceler," dedim ayağa kalkarken. Arda ve Can'ın suratı duvara çarpmış gibiydi. İkisi anlamıştı, biri her zamanki gibi ifadesizdi ve Görkem de her zamanki gibi Görkem'di. "Kart oynamayı iki gün içinde kendim öğrenirim. Kazanma ihtimalime güvenmeyen birinden öğrenmem saçma olurdu zaten. Baştan kaybetmeye gerek yok."

•⚓•

Ve bir racon daha.

Düşünceli düşüncesizim, alnından öptüğün kıza sana güvenmiyorum dersen bu kadar insan toplanıp şimdiye kadar şüphe etmediğimiz zekândan şüphe duymaya başlarız. Sen hayırdır?

Acilen ViloPulov oynamam gereken konular var bu arada. Ben de istiyorum kızıl cadılar, tangocu Harryler...

Her yeni karakter eklendiğinde sorduğum gibi Ceren'i de sorayım hazır buradayken. Nedir yardımcı doçent hakkındaki görüşleriniz?

Gizli göreve kalbimiz kırık mı gidiyoruz biz şimdi? Tavşan dağa küstü de dağın haberi var mı ki?

Neysehh. Görüşmek üzere. Hepinize sevgiler. Alnınızdan öptüm gitti.

🔵🤝🔵

Yorumlar

Popüler Yayınlar

36. "Çatlaklar ve Kırıklar"

55. "Geri Sayım"

35. "Görülme İhtiyacı"