14. "Mahşer"

Bölüm şarkısı:

Jake Hill & Josh A, Suicidal Thoughts

🃏

Benziyor aslında ikisinin hikayesi.
Birinin izi, diğerinin izinin ikizi.

•⚓•


Gerçekler var. Yüzüne çarpılmazsa aklına gelmeyecek, biri seni dürtüp çocuğa anlatır gibi anlatmazsa farkına varılmayacak... Senin yok saydığın o gerçek, öyle ya da böyle karşına gelecek.


"Çünkü dün sen ilk kez intihar girişiminde bulundun."


Bir avuç kum kaç parça ediyorsa o kadar parçaya ayrılıp düştüm yere. Alıp verdiğim nefes bana haram edildi, gerçek benim önüme serildi.


İhtimaller... Vardı ihtimaller. Ben bir tane olduğuna inandırmıştım kendimi. O kadehi içmek zorunda hissetmiştim. İçinde hap olacağını tahmin ediyordum elbette ki. Başıma neyin geleceğini bilmiyordum ama başıma bir şeyin gelmesini seçmiştim.


İçten içe o şeyin ölüm olmasını mı diliyordum? Kurtuluş yoluna sarıldığım için mi acelesiz, büyük bir sakinlikle kavramıştım kadehi parmaklarımla? Bu bilinçaltımın ettiği bir intihar mıydı?


Can öyle düşünüyordu, bakışları üzerimden ayrılmayan Görkem de, diğerleri de.


Gülümsedim. Kahkaha attım hatta. Şaşırdığı için kaşlarını çattı. "Saçmalamışsınız," dedim sesimi stabil tutmaya çalışırken. "İntihara teşebbüs edecek olsam ölümümü garantilerdim, riske atmazdım. Düşündüğünüz şey doğru değil."


Duraksadı karşımda. İfademi tarttı. Mimiklerimi analiz etmeye kalktı. Bir profesyonel olduğumu unutuyor olmalıydı. "Görkem," dedim. "Öyle bir şey değildi bu. Emin olabilirsin."


"Bile bile içtiğini inkâr etmiyorsun ama." İkna edememiştim onu henüz. Kuşkusunu sonuna dek devam ettirecek gibiydi.


"Senin için olduğunu söylemiştim diye hatırlıyorum," dedim keskin bir tavırla. "Başına bir şey gelmemesi konusunda beni tembihlediler ve ben de onların güvenini boşa çıkarmadım."


"13," dedi derin bir nefesin ardından. Gözleri gözlerimde kaldığı için mutluydum çünkü ellerime baksa titrediklerini görebilirdi. "Sana söylenen her şeyi bir kenara bırak. Söz, bana vereceğin cevabı da kimseye söylemem. Senden aldığım bir sır olarak saklarım."


"İntihar," dedim kelimenin üzerine basa basa. "Etmedim."


"Farkında değildin ama teşebbüs ettin." Başını önüne eğmiş, bana bakacak gücü bulamamıştı kendinde.


"Etmedim!" diye yineledim. "Kendimi öldürmek istesem bu kadar bekler miydim sanıyorsun? Durup durup birinin görevde bana ihtiyacı olan zamanı mı seçeceğim? Ben sadece en yakınımın üzerine toprak atılışını seyretmiş bir kadınım. Senin başına geleceğine benim başıma gelsin istedim her ne gelecekse!"


"Ölüm bile mi?"


"Çık şu kafadan artık." Sinirleniyordum. Ayağımı yere vurmuştum bunu söylerken. "İhtimallerden bahsediyorsun bana. Akıl denen şey o an bende var mıydı sence? İlk düşündüğümü uyguladım."


"İnanmak istiyorum sana." Söylediklerinde samimi olduğu düşürdüğü omuzlarıyla yenilgi içinde bana bakmasından belliydi. "Öfkelenişinse tersini söylüyor bana. Reddediş içindesin, bu göz ardı edemeyeceğim bir aşama."


"Anlık karar almadın mı sen hiç Görkem?" Ona doğru yaklaşırken öfkemi silmiş, sesimi alçak bir tona getirmiştim. "Hiç sonunu düşünmeden bir şey yapmadın mı? Her zaman ihtimalleri mi sıraladın arka arkaya kafanın içinde?"


Sorduğum soruların cevaplarını düşündüğü her halinden belliydi. Sonunu düşünmeden yaptığı bir şeyin aklına gelmemesine neden şaşırmıyordum acaba? Gerçekten akıldan ibaret bir adamdı.


"Kaya'ya sıkılan kurşunun önüne mi atlardın yoksa Kaya'yı mı uyarırdın bak kurşun seni yaralayacak diye?"


"Aynı şey mi 13?" diye sordu başını iki yana sallarken. "Senin düşünmeye yetecek zamanın vardı. Ayrıca, her canımı acıtmak istediğinde Kaya'yı öne sürmezsen sevinirim."


"Canını acıtmak değil amacım."


Sadece acıyan canını saklamaya çalışıyor senden. Böyle davranır genelde.


Mete de hiç susmuyordu zaten böyle zamanlarda. Ne kadar gerçek varsa yüzüme vurulmaya yemin edilmiş gibiydi içinde bulunduğum ortam.


"Kaya üzerinden seni anlamam için verdiğin her örnekle bunu yapıyorsun." Bana sırtını döndüğünde küçük buzdolabına doğru ilerlediğini gördüm. İçinden bir şişe su çıkardı.


"Aklım bana verilen sahneleri anında gözümde canlandırmaya kuruludur benim. Kaya'yı on yıldır tanıyorum ve ben bazı şeylerin hayaline bile katlanamıyorum. Anlarsın umarım."


Anlamıştım, hem ne hissettiğini hem de benim durumumu fark edip konuyu değiştirişini. Olayın Kaya'yla uzaktan yakından alâkası yoktu ama rotayı ona kaydırmaya çalışıyordu.


"Onları arayalım," dedim kendimden emin bir sesle. "Hepsinin aklında yanlış düşünceler dolaşıyor. Ben konuşayım ve ikna olsunlar. Akılları kalmasın bir de bende."


Kafasına diktiği su şişesini mini buzdolabının üzerine koyduktan sonra bana döndü yüzünü. Bunu yapmamı istemiyormuş gibiydi ifadesi. "Can seni darlar," dedi dürüstçe.


"Durduk yere omzumu öpemez ama," dediğimde yatağa yönelen adımları duraksadı.


Uzatmak değildi niyetim, sadece sınırlarımı korumaya çalışıyordum. Sürekli bunu deniyordum aslında ama o başarılı bir ihtilalciydi. Benimse buna artık son vermem gerekiyordu.


Telefonunu cebinden çıkartıp bana uzattı. Analizcilerin bende numarası olmadığını mı düşünüyordu anlayamadım. Uzattığı telefon yerine yatağın üzerindeki telefonumu aldım. "Görüntülü ara," dedi başını sallayarak.


"Çok mu özledin seninkileri?"


Dalga geçtiğimi fark etmedi. "Özledim tabii. Her gün her saniye birlikte olduğun insanları görememek kötü hissettiriyor."


Beklemediğim darbe karşısında bir kez yutkundum. "Biliyorum."


"13," derken yatağa bıraktı bedenini. Yastığını dikleştirip sırtını yasladı yavaşça. "Özür dilerim. Bugün her şeyi batırıyorum." Elini gözlerinin üzerine bastırdı. "Kafamı hâlâ toparlayamadım. Üzerine Can dün gece öyle söyleyince..." İki kez saçını çekti. "Çok zor geçiyor bugün benim için."


Böyle olunca devam edemiyordum. Umurumda değilmiş gibi yapamazdım. Çift saatte yataktan kalkmakla başlayan takıntıları yemek yerken de ortaya çıkmış, odaya geri döndüğümüzde hızını kesmeden devam etmişti.


"Sorun yok," dedim sorunların hepsine toprak atarak. O benim üzerime gelmiş olsa da ben onun üzerine gitmeyecektim. "Görkem." Elini gözlerinin üzerinden çekmesini sağladım bileğini kavrayarak. "Sorun yok."


"Var," dedi. "Kendi ellerimle parçaladım seni. Arda intiharınla ilgili düşüncemizi seninle paylaşmamamız gerektiğini söyledi dün. Kaya bilmen gerektiğini düşünen taraftı. Can kararı bana bıraktı, senin psikolojik durumunu en yakından takip eden kişi benim diye." Sıkıntılı bir nefes verdi. "Bir karar verdim ve sonunda seni ellerimle parçalara ayırdım."


"Yanıldınız," dedim sakince. "Beni fazla tanımıyorsunuz. Hakkımda bir şey düşündünüz ve yanıldınız. Bana söylemen iyi old-"


"Yalanı ayırt edebiliyorum bu durumda olsam bile," diyerek kesti sözümü. "Yanılmış olabiliriz ama sana söylemem iyi falan olmadı. Yanlış karar verdim."


"Analizcileri arayacağım," dedim. "Birlikte konuşacağız. Toparlan sende. Cin çarpmış gibi çıkma karşılarına."


Gömleğinin yakalarını düzeltti elleriyle. Lenslerini çıkardı sonra. Bu sırada ben Arda'yı arıyordum. Bir arada olacaklarını tahmin ediyordum. Hepsiyle konuşabilirdik böylece. Üzerine düşünmemiz gereken başka bir konu daha vardı. Onu da açacaktım bahaneyle.


Telefona görüntüsü gelen ilk kişi Kaya'ydı. Bıkkın bakıyordu ama gülüşünü gizlemeye çalışıyor gibiydi. Bu sırada arkada Arda'nın sesi yankılanıyordu.


"Can, bu can benim can!" Kaya şaşkın ifadem karşısında telefonun kamerasını çevirdi ve çatı katında olduklarını gördüm. Can önündeki fotoğraf yığınına bakarken Arda onun kolunu dürtüyordu. "Yapılacak tek şey... Ammaan, unut her şeyi. Ammaan, salla dertleri!"


Can da gülüyordu. Bu bir kafa dağıtma çabasıydı sanırım. Arda, Can'ı kafasındaki düşüncelerden uzaklaştırmaya çalışıyordu. "Aa," dedi gözleri bana döndüğü an. "Ayyaş Asya."


Yüzümü ekşittiğimde Görkem de yanımda sırıtıyordu. Arda'nın sesinden şarkı duymayı bile özlediğimizdendi yüzümüzdeki gülücükler. "Ayıldım," dedim sadece.


"Sen ayılana kadar biz üçer kez bir bayılıp geldik. Neyse ki kendine gelmişsin."


Dün gece benimle konuşurlarken gayet sakinlerdi. Herhalde ben sızdıktan sonra geçen konuşmada bayılmışlardı. "Geldim geldim."


Can ve Kaya'nın şüpheli yüz ifadeleri güldüğümü gördükleri an dağıldı. Telefonu masaya sabitlediklerinden üçünü de görebiliyorduk artık.


"Sahi," dedim sorun olmadığını, hayatımın normal akışında devam ettiğini bilsinler diye. Bana tuhaf bakmalarını istemiyordum. Hiçbir şey olmamış gibi davranarak başlamıştım işe. "Dün akşam kendimde olsaydım seni arayıp soracaktım ama bugüne kısmetmiş. Eylül'le buluşmanız nasıl geçti?"


Ben güzel geçeceğine emin gibi konuşmuştum, Arda'ysa aksime kötümser olan taraftı. Onu düşündüğümü bilmesini istiyordum.


Birilerine kendini değerli hissettirme isteğim, kendimin değersiz olduğunu düşünmemden kaynaklanıyordu sanırım. Son zamanlarda ortaya çıkan bir özelliğimdi bu.


Arda beklemediği bu soru karşısında tatlı bir tebessüm yolladı bana. Elini utandığını belli eder biçimde kıvırcık saçlarının arasından geçirip gözlerini kaçırdı. Sonra yine ekrana baktı. "Haklı çıkan sen oldun."


Diğerleri konuya Fransız kalmışlardı. "Hıyar bölünmesi yaşandı mı?" diye sorduğumda en azından artık neyden bahsettiğimiz hakkında fikirleri oluşmuştu.


"Hayır, çok şükür." Dua eder gibi açtığı ellerini yüzüne sürmeyi de ihmal etmedi. "Gittik, çay içip muhabbet ettik." Başımı salladım gülümserken. "Biz çay içtik de... Asıl haberler sende. Sen anlat. Zehir içen sensin."


Görkem benim açamadığım konuyu Arda'nın açmasıyla birlikte gözlerini ekrandan çekip üzerime çevirdi. Herhangi bir tepki verecek miyim diye bekliyordu. Rahat tavrımla karşılaşmayı beklemiyor olmalıydı. "Aman ne olsun bende de," dedim telefonu tutmayan elimi sallayarak. "Karanlık yollardan geçtim, zehir gibi sular içtim."


Karşı taraftan yükselen üç kahkahaya kadraja girebilmek için sağ omzuma yanaşan Görkem'in kahkahası da dahil oldu. "İçti vallahi," dedi. Bir uyarı mıydı onun konuşması bilmiyordum. Her şey yolunda gibi davranmamızın sonu nereye varacaktı onu da bilmiyordum.


"Aldık haberlerini," dedi Kaya. Bana değil Görkem'e bakıyordu. Bir mimik yakalamayı bekliyordu sanki. "Kurtarmışsın bizimkini. Bile bile o zehri içerek hem de."


Bile bile... Dönüp dolaşıp soluklandığımız ikilemeydi.


Kaya, hakkımdaki fikirlerini bilmem gerektiğini düşünen taraftı; Görkem öyle söylemişti. Kaya benim bu şekilde davranmam yüzünden Görkem'in henüz benimle konuşmamış olduğunu varsayıyor ve konuyu bir şekilde kendi istediği yere getirmeye çalışıyordu karşımda.


"Bazen insan sonrasını düşünmüyor." Anlasınlar istedim. Hepsiyle göz teması kurmaya çalıştım tek tek. Dudaklarımı iki yana kıvırdım sonra. "Midemi kaybettim yine. Bu sefer bana ayran hazırlayacak Arda'm bile yoktu."


"Sen ayran mı istiyordun?" diye sordu yanımda duran saf adam. "Niye söylemedin ki?"


"Ayran fabrikası açardı söyleseydin," dedi Kaya, Görkem'in ani telaşına sırıtarak karşılık verirken.


"Naz yapıyor abi ya..." Arda'ydı bu cümlenin sahibi. "İlgi istiyor. Verin Asya'ma ilgiyi. Sen bir he de, temizlikçi kılığına girip odana ayran yapıp getirmeyen Arda'yı yerden yere vursunlar. O kadar diyorum."


"İlgi mi istiyorsun?" diye sordu bana bakarak Görkem bu defa. "İkinci izlediğim filmde erkek kıza ceketini vermişti. Ne bileyim, ceketimi vereyim mi? Bence oldukça ilgi verici bir hareket bu."


Gülerek söylese o kadar da komik gelmeyecekti belki kulağa ama Görkem ciddiydi. Evet dersem koşarak gidip ceketini alacaktı. Otel odasında neden bana ceket vermesi gerektiğini düşünmüyordu mesela. Filmde görmüştü. Bu kadardı onun için.


"İmdat!" dedim Analizcilere bakarak. "İlk kez böyle bir canlı türüyle karşılaşıyorum."


"Niye ceketini veresin durduk yere kıza?" Arda, kaşlarını çatıp Görkem'in suratına baktı. "Ben bile çözemiyorum bu adamı. Kız neler yaşıyor kim bilir oralarda."


"Biz istesek kabanını vermez ama şerefsiz," dedi Kaya.


Görkem ona bakıp kahkaha atmaya başladı. "Oğlum dedim ya beni teke tekte yenin, vereyim kabanımı diye."


"Aslında dün gece gayet yenilmiş görünüyordun," diye mırıldandı Can gözlerini masaya dikmiş haldeyken.


Zan altında kalmasını istemedim Görkem'in. "Dün gece demişken, konuşmak istediğim bir şey var sizinle."


"Bakışlarından anladığım kadarıyla Görkem sana fikrimizi söylemiş Asya," dedi Can. Başımı sallayarak karşılık verdim. "Seninle parkta konuşmuştuk bir kere, hatırlıyor musun?"


Bana herhangi bir sahneyi hatırlayıp hatırlamadığımı sormak, eve giren kişiye geldin mi diye sormakla eş değerdi. Laf olsun torba dolsun sorusuydu bir nevi.


"İnsanların neden kendini öldürmek istediğini anlayamadığımı söylemiştim." Sitem ederek söylemişti hatta. İşi anlamak üzerine kurulu olduğu için bir şeyi anlayamamak zoruna gidiyordu.


Beni o an asıl etkileyen Can'ın konuya keskin girişi değildi.


Kaya'yla göz göze gelişimizdi.


"Bana çok uç nokta gibi geldiğini anlatmıştım sana..." Can ağzından o kelimeyi çıkartmadan önce ifademi tartmış olmalıydı fakat bakışlarım onda değildi. "İntiharın."


Görkem'in gömleğinin kumaşı koluma sürtündü. Küçük çaplı bir destek hamlesiydi bu.


İntihar konusu Arda için geçmişten gelen bir yaraydı, Can için anlayamadığı bir olay. Görkem ise bu olayın sadece ben tarafını önemsiyordu.


Peki Kaya neden öyle bakıyordu?


Ellerinin masanın üzerinde durmadığını fark ettim. Normalde bilgisayar kullanırkenki alışkanlığından ötürü elleri hep görünürde olurdu. Birbirine kenetler, bazen parmaklarını tuşlara basıyormuş gibi vururdu masaya yavaş yavaş. Şimdiyse gizlemişti ellerini.


O ve ben, intiharın çok da uç nokta olmadığını düşünüyorduk galiba.


Sert yutkunuşum beni ana döndüren şey oldu. Gözlerimi üzerinden çekip Can'a çevirdim dinlediğimi belli etmek için. Aklım dağılmıştı ama. "Bilinçaltın devreye girmiş olabilir mi Asya dün gece? Yani sen..."


"Hayır," dedim dimdik otururken yatakta. "Görkem'i kurtarmak içindi yalnızca. Bu kadar fazla düşünmenize anlam veremedim. Yerimde hanginiz olsanız aynı şeyi yapardınız."


"Ben Görkem'in kucağına oturmazdım," dedi Arda.


Demek Görkem her detayı aktarmıştı. Kasvetli hava anında dağılırken Can ve Arda bakışıp sırıtmaya başladılar, Görkem gözlerini kaçırdı ama bıyık altından gülüyordu resmen.


Her detayı mı aktarmıştı acaba gerçekten?


"Belki de onun kucağına oturan sen olsaydın Görkem yanlış kartı atmazdı," dedim.


"Uiyy... Puhahahah!" benzeri sesler geldi Arda'dan.


"Ne? Bu bilgi bize ulaştırılmadı yalnız," dedi Can eş zamanlı olarak.


"Görkem'e bir cevap hakkı doğdu," dedi Kaya. Az önceki ruh halini kenara bırakmış, sinir bozucu gülüşünü geçirmişti üzerine. "Ama polisliğimi kullanıp sessiz kalma hakkını da hatırlatacağım sana. Bunun üzerine sen sus çünkü."


"Keban Barajı'ndan bir bardak soğuk su yollayın bakalım mavişime," dedi Arda alayla. Neşeleri yerindeydi. Görkem bile altında kaldığı kamyona, yani bana, bakıp gülüyordu.


Sağ elini bana doğru uzattığını gördüm, telefonu sol elimle daha sıkı kavrayıp sağ elimi ona uzattım ve tokalaştık. "Tebrik ederim," dedi kurbanlık alır gibi elimi sallarken. "İyi bir cevaptı."


"Teşekkür ederim," dedim aynı profesyonellikle. "Bir dahakine yarım yamalak anlatma hikâyeleri."


Tokalaştığımız anı Arda ekran görüntüsü almıştı sanırım. İki elinin birden telefona doğru uzanıyor olmasını buna yorumladım. Onlar hâlâ gülüyordu arka planda.


"Neyse," dedim toparlanarak. "Benim konuşmak istediğim şey başkaydı. İlacı kadehe katan kişiyi gördüm ben."


"Hiç kimse.
Gerçekten hiç kimse.
Zurna: Zırt."


Bu Arda hiç komik değil ama tuhaf bir şekilde çok komik çocuk Yağmur. Kafasını ben bile yakalayamıyorum.


Hiç ve çokun aynı cümlede geçmesine tahammülüm yoktu. Sesini bastırdım bu yüzden.


"Zurnanın zırt dediği yere geldik, duydunuz zilin sesini." Can eliyle Arda'yı göstermişti bunları söylerken.


Ziller zurnalar ortama anlam veremediğim bir giriş yaptığında bozulan ciddiyetimi toparlamak için bir kez öksürdüm. "Selma'ydı," dedim. "Cengiz'in sergisinde tablo satışını gerçekleştiren Selma. Hasan'ın kız kardeşi olan Selma."


"Bu Hasan iki salak osman dört her yerden çıkmasa dişimi kıracağım ya..."


Arda'nın kafasını gerçekten ben de yakalayamıyordum. Akşam yüz yüze bakacağım adama zaç yağı muamelesi yapıyordu ve ben sadece ona baktığım zaman aklıma bu gelmesin diye dua etmekle meşguldüm.


"Kodumun sülfürik asidi," dedi Hasan için Kaya.


"Sana öyle yakın davranmasının sebebi anlaşıldı şimdi." Görkem gözlerini birkaç saniyeliğine tavana çevirdi. "Nasıl fark edemedim ben onu akşam? Nasıl edemedim?"


"Dikkatimiz dağıtıldı çünkü." Lafa girdiğim an bütün ilgi üzerimde toplandı. "Hasan beni karşıladı. İlk tohumu ekti kafamın içine. Sonra kadeh kırıldı arka tarafımızda, ikimiz de döndük refleks olarak. Bu bitti bu sefer Serdar haysiyetsizi başladı benim hakkımda saçma sapan konuşmaya. Odağımızı istedikleri gibi yönlendirdiler Görkem."


"Biliyorlar mı?" diye sordu Arda ciddiyetle elini çenesine yaslayarak. "Kuzey'in Görkem olduğunu anladılar mı diyorsun?"


Kafamın içi demiştim. Serdar'ın hakkımda konuştuğunu söylemiştim. Ne Serdar'ı ne de başka bir şeyi, sormamışlardı hiçbir şeyi.


Hepsini geçtim, zehir içmiştim fakat hiçbirinin ses tonu bu şekilde çıkmamıştı mesele ben olduğumda.


"Sadece bir kez kumarhanemi basan, can havliyle kaçmaya çalışırken yüzünü bile doğru düzgün görmediğim Görkem'i; bambaşka bir zaman diliminde, siyah saçlı ela gözlü ve dövmeli olarak karşımda gördüm. Nasıl tanımam? Tabii ki tanırım! Hasan mıyım radar mıyım belli değil!"


Sinirlerim bozulmuştu. Ses tonum yükselmişti istemeden. "Selma diyorum. Cengiz'in sergisinde kameralardan izlediğimiz, beni bir kaşık suda boğmak ister gibi bakan Selma diyorum... Sandığım kadar zeki değil misiniz yoksa gözünüzde yer edinmeyecek kadar değersiz miyim, anlamıyorum."


"Asya..."


Can'ın sözünü kestim. "Biriniz çıkıp Mila demiyor ya. Bak Asya'yı da geçtim, Mila görevin kilit taşı. O olmasa bu plan yoktu. O giderse, o anlaşılırsa oyun biter. Bari Mila için endişelenin. Bari bu kadarını yapın."


"Asya," dedi Can sakince. "Bana bak." Ona bakmak istemiyordum. "Asya, telefonu sabit tut ve bana bak. Titreme."


Görkem'in solukları hızlanmıştı. Gözlerini öylece üzerime dikti. Ruh halimin değişiminden en etkilenen isimdi kendisi. Parmaklarının çarşafı kavradığını gördüm, işaret parmağını sık aralıklarla yatağa vuruyordu. Takıntılarını tetiklemiştim.


"Ağır geldi duyduğun. Sürekli gülmenden anlamıştım bunun olacağını. Gülmezsin sen çünkü bu kadar." Can telaşsız konuşurken diğerlerinin gözlerinde gördüğüm duygular Can'ınkilere benzemiyordu pek. "Bir atak gelecek."


"Bir krizi nasıl engelleyeceğini bilmiyor Görkem," dedim nefesim daralırken. "Ben onun her türlü krizine hazırlıklıyım ama. Bana her haltı anlattınız."


Görkem'in bakışlarında şok vardı. Haberi yoktu onun arkasından konuşulanlardan. "Sizin gözünüzde bir ölüyüm belli ki ben, geceleri toplanıp bu kız intihar mı etti acaba diye konuşmanıza gerek yok. Siz Görkem'i yaşatmak için beni çoktan öldürmüşsünüz kafanızda."


Görkem'in eli, titrediğini fark etmediğim elimin üzerine kapandı. Diğerleri bunu göremiyordu çünkü ellerimiz kadrajın dışındaydı.


"Yok öyle bir şey," dedi Arda. Kendisinin sorusuna patladığım için tek suçluyu kendisi sayıyordu. Birikim olduğunun farkında değildi, ben de içimdeki doluluğun sınırlarını fark edememiştim şimdiye kadar. "Asya, özür dilerim. Ben senin için kurşun atar kurşun yerim. Düşünme böyle."


"Biliyorum," derken samimiydim. Tek başımaysam önüme siper olurlardı. Hepsi olurdu. Yanımda içlerinden başka biri varsa dönüp yüzüme bakmazlardı ama.


Zaten doğru olan da buydu. Ben de Mete olsa ona koşardım. Geçmiş her zaman yeninin galibi olurdu. Geçmişteki bir parçanızın yerine yenisini koyamaz ya da yeni biriyle geçmişinizdeki insanı kıyaslayamazdınız. Böyle olmaması gerekirdi.


İçimden yükselen kriz neyin nesiydi o halde?


"Dilimin ayarlarını kaybettim," dedim sinirle.


Bin bir çabayla kilitlediğim sandıkların anahtarı tek bir sözcük olmuştu: intihar.


Etmemiştim.


"Benim psikolojimi siz bozdunuz." Can gözlerini kısıp yüzüme bakarken diğerlerinden çıt çıkmıyordu. "Bir daha arkamdan saçma sapan şeyler konuşmayın."


"Konuyu dağıtmaya çalışıyorsun," dedi Can rahatlatıcı tutmaya çalıştığı fakat beni gram etkilemeyen sesiyle. "Bize sinirliysen, içinde kalan bir şey varsa at gitsin. Şimdi dök ortalığa yoksa yanlış bir zamanda saçılacak. Seni toparlamak daha zor olacak o zaman."


"Biriniz hakkımda amirine rapor veriyor," dedim derin bir nefes alırken. Gözlerimin önünde siyah noktalar uçuşuyordu. "Dördünüz ben sızıp kaldıktan sonra benim için çok basit bir şeymiş gibi bu kız intihar etti diyorsunuz. Sonra..."


İçime çekmeye çalıştığım nefes beni yakıyordu. "Sonra omzumu..." Gözüm bir saniyeliğine Görkem'e kaydığında ne yapacağını bilemeyerek yutkundu. Sakin durmak için kendisiyle savaş veriyordu. Takıntılarını bastırmaya çalışıyordu hâlâ. "Sonra omzumu görüyorsunuz, dikiş izimi biliyorsunuz. Rahatsızım bunlardan. Özelinizi bir kez açmadım ben, geçmişinizi ısıtıp koymadım önünüze. Tek beklediğim size gösterdiğim saygıyı görmek."


"Panikle üzerini örtüyorsun esas meselenin," dedi Can. Yüz ifademi görmesinden de rahatsızdım, keşke sesli bir arama olsaydı bu. Hatta keşke hiçbir şekilde aramasaydım onları.


Ben kimi neye ikna etmeye çalışıyordum? Bu çabam ne içindi?


Gözlerim üzerlerinde gezinirken on beşe kadar sayıyordum yavaş yavaş. Yüzlerine kapatırdım Görkem yanımda olmasaydı. Hiçbirinin beni bu şekilde görmesini istemezdim, dayanamıyordum.


"Acıktım," dedi Kaya. Yeşil gözleri benim üzerimde sabitken parmaklarıyla saçlarını geriye tarayıp siyah kapüşonunu başına geçirdi. "Siz inin de yemek hazırlayın."


Onları yanından kovmaya çalışıyordu. "Can!" dedim Kaya'ya gözlerini pörtletip bakan adama. "Bana olay yeri fotoğraflarının hepsini gönder. Senin üzerinde çalıştığın tüm suç mahallerini elimin altında olsun. Boş zamanım kalıyor burada, kafam boş kalmasın."


Can bana uzaylı görmüş gibi baktı. Değişim hızıma yetişememişti. Zaten yüzünde asılı olan şok ifadesi daha da belirgin bir hal alırken Arda hiçbir şey söylemedi ama suratıma özür diler bakışlar yollayıp ayrıldı kadrajdan. Başını bana bakarak iki kez sallayan Can da terk etti çatı katını sonra.


"Görkem," dedi Kaya bu defa.


Görkem elini ensesine atıp yere doğru baktı. "Şey, ben duşa girecektim zaten," dedi sonunda. Artan takıntıları yüzünden üzerine düşen su damlalarını sayar diye korkmuştum bir an için. "Hemen alayım kıyafetlerimi."


İkimiz de sessiz kaldık Kaya'yla. Alacaklarını alıp banyoya attı kendini ve suyun sesi odaya dolduğu an Kaya girdi söze. "Bu konuşma," dedi kapüşonlusunun iplerini ekrana bakarak düzeltirken. "Burada yapılacak ve kapanacak. Hayatın olağan akışına devam edeceğiz ve birbirimize sataşmayı bırakmayacağız anladın mı?"


"Seninle konuşacağımı nereden çıkardın?" diye sordum. "Bu da dün gece ben sızdıktan sonra yaptığınız bir plan mıydı?"


"Plan yapsak Görkem yanında o kadar mal mı davranırdı sence?" Çenemi hafifçe eğdiğimde Görkem'in az önceki tavrına gülüyordu sanırım kendi kendine. "Şey diyor ya, şey diye başlıyor adam cümleye. Sensin şey."


Hayıflanması beni de güldürdü. "Ne istiyorsun?" diye sordum oldukça ama oldukça kibar bir şekilde. "Niye ikimiz kaldık geriye?"


"Bunun cevabını biliyorsun." Aramızda oluşan sessizlik, o cevabı yuttu. "Bak ölü, tekrar söylüyorum. Ben senin dert ortağın ya da dostun falan olmayacağım, çaktın mı? Bu konuşma bittiği an gıcıklığıma devam ederim kaldığım yerden."


"Devam etmelik bir durum yok," dedim. "Gıcıklığı hiç kesmiyorsun ki sen."


"Ara verdim on dakikalığına." Eliyle çenesini sıvazlarken söze nasıl başlayacağını düşünüyordu. "Ne hissettin duyunca?" O kelimeyi kullanmamaya özen göstermişti. "Bana rol kesemez, konuyu saptırarak değiştiremezsin. Ayna efektine ihtiyacım da yok."


O da mı duymuştu böyle bir şeyi? Onun da yüzüne intihar ettiği mi söylenmişti? O halde neden bana söylenmesi konusunda ısrarcıydı? Neden Arda gibi bu fikrin onlara gizli kalması taraftarı olmamıştı?


"Sindiremedim," dedim. "Doğru olmadığını biliyorum fikrinizin. Ama sindiremedim."


"Kafan karışık?" dedi sorar gibi. Başını salladı sonra. "Kafan karışık. Asya, normal."


Hislerimin kopyasının orada asılı durduğunu gördüm. Emindim. Yaşanmıştı bu. Halimi anlıyor olması empati yeteneğinden değildi, geçmişindendi. Desteğe ihtiyacı olan tek kişi ben değildim. "Kaya," dedim. "Biz intihar etmedik."


Yutkunduğunu gördüm. Gözlerini kaçırmadı. "Etmedik," dedi ve ona inandım. Etmemişti. "Düşündük, aklımızdan geçti ama etmedik. Etmeyiz."


Sessizliğimi sertçe böldü. "Asya, etmeyiz."


"Aklım karıştı!" dedim ortalığa küllerim savrulurken. "Eşeğin aklına karpuz kabuğu sokmak derler buna. Bile bile yaptım, Görkem için yaptım, şüphem yok benim. Ama sizin fikriniz acaba mı dedirtti bana. İnkâr edemiyorum."


"Sağlıksız bizim zihinlerimiz," dedi başını anlayışla sallarken. "Senin, benim, hepimizin. Kafanda dönenleri biliyorum. İnanıyor musun bana? Bunlar düzgün düşünceler değil, bu bizim gömmeye çalıştığımız tarafımızın düşündükleri. İçeri sızmak istiyor, beynini ele geçirmeye çalışıyor."


"Hep öfkeli misin Kaya?" Teslim bayraklarım göğe yükseliyordu. Renkleri siyah, direkleri Kaya olmuştu. "Anlamlandıramadığın, kime duyduğunu bilmediğin bir öfke çıldırtıyor mu seni de?"


Gözünün feri gitmiş iki kişi arasında geçen yeni bir bakışma bütün cevapları döküyordu aslında ortaya. "Öfke değil o," dedi sonunda. "Asya bizi bıkkın sanıyorlar, biz sadece kafamızın içindeki savaşı devam ettirmeye çalışmaktan çok yorulduk."


Onun bu şekilde benimle konuşacağını hayal edemezdim. Rüyamda görsem yanlış gördüm der, kahramanları başka olan bir film sahnesi olduğuna inandırırdım kendimi. Tuhaf hissettiriyordu.


"Hayır, sen bıkkınsın." Gülümsedim. "Yaşlısın da. Hayat enerjin yok senin."


"Dedi Walking Dead." Aynı anda gülmeye başladık.


Gülüşünün izi yavaşça yüzünden silinirken ellerini masanın üzerinde kenetledi. "Biliyorum," dedi sakin bir tonla. "Sana yemin ederim kimsesizliğin ne demek olduğunu en iyi ben biliyorum. Hayatın ne kadar anlamsız geldiğini, aldığın nefesi israf saydığını, her günün bir önceki günden beter geçtiğini biliyorum Asya."


Keşke beni bu konuda anlamasaydı. Benim hakkımdaki bu şeyleri keşke bilmiyor olsaydı.


"Onlar..." Analizcileri kastediyordu. "Onlar bunu değiştirecekler. Değiştirdiklerini kendi gözlerimle gördüm. Tecrübe konuşuyor."


Aldığımız her nefesi derin derin çekiyorduk içimize. Bu yaptığımız her açıdan zor bir konuşmaydı.


"Önceliği sana verdiler. Senin hamle yapıp açılmanı bekliyorlar. Farkında değilsin ama yapıyorsun o hamleleri Asya. Daha önce Can'la hem kendi evinde hem parkta yalnız konuştun. Arda'yla çatıda, Görkem'le balkonda ve muhtemelen o otelde dertleştin. Şimdi benimle konuşuyorsun. Ben Kaya. Kaya Eroğlu."


"Kesinlikle en garibi sensin ama bunların hiçbiri adım değil."


"Anlat sen, külahıma."


"Dalga geçme benimle," diyordum ama kafamdaki karışıklığın azaldığını görebiliyordum.


"Huyum kurusun," dedi gülerek. "Konudan sapmayalım, Görkem beş dakika sonra çıkacak banyodan. Fazla uzun durmuyor, belli dakikaları var ruh hastasının."


"Arkasından nasıl konuştuğunu ona ispiyonlayacağım."


"Lütfen," dedi sahte bir gülüşle. Ardından hızla tanıdık ciddiyetine büründü yüz ifadesi. "Şimdi gözlerime bak. Kabullenmen gereken bir şey var."


Gözlerine baktım. "Hiçbirimizin ilk tercihi sen olmazsın," dedi tek seferde. "Bir tarafta Görkem ve diğer tarafta sen olsan hiçbirimiz seni seçmeyiz."


Bu cümleyi ben de kendime kurmuştum. Bilmediğim bir şey değildi, duymak da başka bir his oluşturmamıştı içimde.


"Canın yansa anlardım, yanmadı." İyi bir gözlemciydi. Hepsinin gözlem güçleri üst seviyeydi zaten. "Sen kur şimdi aynı cümleyi bana bakarak. Ödeşelim. Sindirmen ancak bu yöntemle gerçekleşecek Asya. Saçma veya acımasızca geliyor olabilir ama doğru olan bu. Dile getirmek her zaman en doğrusu."


"Bunu sen mi söylüyorsun?" diye sordum. "İstediğin bilgiyi diğerlerine aktarıp istediklerini kendine saklayan sen mi?"


Ona içten içe öfke duyduğumu biliyordu. İntihar fikrini bana söylemeleri konusundaki tutumundan dolayı olduğunu da... Her şeyin farkında bir adamla konuşuyordum. Benim farkında olmadıklarımın bile onun kafasının içinde kendine ait bir köşesi vardı.


Benim geçtiğim yoldan geçmişti. Benim yürüdükçe yaralandığım o yoldan alnının akıyla çıkmış bir savaş gazisiydi.


"Kaçma," dedi sadece. "Bir tarafta Barış, diğer tarafta bizden biri olsa kimi seçeceğini söyle."


"Sizden birini seçerdim."


Sesimdeki kararlı ton ona ulaştığı an duraksadığını hissettim. Beklediği cevap bu değildi. Yüzünü ifadesiz tutmaya çalışıyordu karşımda. Tamamen bozguna uğramıştı.


"Barış'ın ölümü inan ki beraberinde gerçek bir ölüyü daha getirir. Olan bana olur. Tek bir kişiye yani... Ama siz en sevdiğinizi kaybetmenin ne demek olduğunu bilmiyorsunuz. Ben aranızdan birini harcayıp kalanları paramparça bırakamam. Analizcileri dağıtmam, dağıtamam. O acıyı bir kez daha kendim çekmeyi seçerim, kendimden vazgeçerim."


İrileşen gözleri bir yandan onun ailesini koruduğum için gurur doluydu, diğer yandan ne halde olduğumu gördüğü için kırıklarla dolu. Gösterdiğimden daha fazla kötüydüm. Bu onu afallatmıştı.


"Diğer seçenek ben olsam bile mi?" Sesi masumluk doluydu. İnanamıyordu duyduğuna. Sevilmemiş bir çocuk duruyordu karşımda. "Beni bile mi yollamazsın ölüme?"


"Yollamam Kaya."


"Göt gibi kaldım." Boşluğuma geldiği için kahkaha attım söylediğime. "Can'ı niye yolluyorsam sanki aşağıya? Hayır yani ben kimim ki artistlik yapıp uzaklaştırıyorum diğerlerini yanımdan? Ciddi anlamda beni göt ettin bu cevabınla. Diyecek bir şey bulamadım."


"Huyum kurusun," dedim gülmeyi kesmeden.


"İki dakika kaldı çıkmasına," derken gözü yanımdaki boşluğa odaklanmıştı birkaç saniyeliğine. "Son bir şey daha söyleyip kapayayım madem. Biz uyumadık hiç. Görkem'den haber bekledik, tüm gece aklımız sendeydi. Ve Görkem... Asya, on yıldır onu tanıyorum. Dün geceki hali bana bile yabancıydı. Çok nadir böyle olur. Senin için hepimizin ne kadar endişelendiğini, seni kafamızda öldürmediğimizi bil diye söylüyorum."


"Kaya ilk defa bu kadar uzun cümleler kuruyorsun." Boştaki elimi gözlerimin üzerine bastırırken sesim alaycıydı. "Galiba ağlayacağım."


"Hiç çekemem," dedi dudakları iki yana kıvrılırken. "Kapatıyorum, yüzünü görmeye bir saniye daha tahammülüm yok."


"Çenen de yorulmuştur konuşmaktan."


"Nereden bildin?" Gülerek elini salladı ekrana doğru. "Hadi, ölme. Görüşürüz. Mümkünse bir hafta kadar sonra. Bay."


"Sana bay." Aramayı ondan hızlı davranıp sonlandırdım ve böylece suratına kapatmış oldum. Keyifle kendi kendime güldüm odanın içinde.


Üç saniye sonra grup ekranına düşen bildirim daha fazla gülmeme sebep oldu.


AJANLAR VE AJANSLAR


Kaya: Çölde su arasan ve ben vaha olsam seni görünce kururdum Asya. Öyle bir nefret bu.


Kaya: Gözüme görünme kalan hayatında.


Arda: Taze gol yemiş Kaya suratı


Can: Başarısız sonuçlanmış bir konuşmaydı diye yorumladım


Kaya: Yüzüme kapattı.


Arda: Vohohoyy


Can: Teşekkürler ve iyi günler


Asya: Allah hepinize akıl fikir ve düzgün düşünebilme yetisi versin ve iyi günler


Bir kapı sesi duydum, ardından saçlarından sular damlayan Görkem belirdi karşımda. Baş havlusunu ensesine atmıştı. Mavi bir tişört, siyah bir eşofman giymiş; konuşmanın sona erip ermediğini anlamak için temkinli bir tavırla kaşlarını kaldırıp bana bakmıştı. Güldüğümü gördüğündeyse gülümseyip yanıma doğru adımlamaya başladı.


"Problem var mı?" diye sordu elleri ensesinden sarkan havlunun iki yanındayken. "Kanadı mı burnun?"


"Kaya sana ruh hastası dedi," dedim anında.


Endişesi toz olup uçuştuğunda kahkahalarla gülmeye başladı bir anda. Saçını çekeni öğretmenine şikayet eden en ön sıradaki gözlüklü kız edasıyla kurduğum cümlem onu kahkaha krizine sokmuştu.


"İyi misin?" Kendimi bir kenara bıraktım. O, benden daha önemliydi. "Takıntıların ne durumda?"


"Savaş veriyorum hâlâ," dedi gözlerini kaçırarak. "Ama rol çalmayacağım. Mevzumuz sensin. Kötü durumda olan da sensin."


"Lens taka taka gözün mü bozuldu senin?" diye sordum ciddiyetle. "Ben gayet iyiyim. Eşiğinden döndüğüm kriz dört delinin bir kuyuya taş atması sonucu oluştu. Kuyumu salın, benden uzaklaşın, burunlarınızı çekin. Ben bu şartlar altında iyiyim."


"Özür dilerim." Kaçıncı özrüydü bu benden dilediği? "Bir kere güler misin aramızın iyi olduğunu anlayabilmem adına? Bir yere gitme ama."


Gülümsedim. Üzerini çizdim olanların. Görevdeydik, devam ediyorduk ve bu sınırların içinde birbirimizden başka kimsemiz yoktu. Benim arkamı kollayacaktı, onun arkasını kollayacaktım ve her ne dönüyorsa el ele verip ortaya çıkaracaktık. En tepedeki hedefe ulaşacak, uyuşturucuları alacak ve Selma'nın amacını öğrenecektik.


Gülümsedim çünkü buna ihtiyacı vardı.


"Kumarhaneye inmeden konuşmamız gerek." Yatağın diğer ucundaki yerini aldığında söylediklerimi dikkatle takip ediyordu. "Beyin fırtınasına ihtiyacım var Görkem."


"Akşam dizime oturur musun yine?" dedi birden.


Oyunu kaybetmek istiyor herhalde Yağmur.


"Sen o masadayken dikkatler dağınık olacak. Yanında dolanmak yerine birkaç kişiyle tanışıp ağız arayabilir, Selma'yla ilişkimi ilerletebilirim," dedim omuz silkerek.


"Tekrar deneyeceklerdir."


"Sana zarar vermeyi mi?"


"Hedef değiştirebilirler." Elini saçlarının arasından geçirdiğinde tutamlarının ıslak kalmalarına takılmış durumdaydım. Başım ağrıyor diye dolanıyordu sonra etrafta. "Bana esas zararı nasıl vereceklerini bir gecede çözdüler ne yazık ki."


"Benim üzerime oynayacaklarını mı düşünüyorsun?"


"Seni garantiye alıyorum," dedi sakince. Endişesi perdelerin arkasında öylece duruyordu. Bana yansıtmamakta ısrarcıydı. Beni korkutmamaya çalışıyordu. Korkmazdım. "Yanımda ol, kalmasın aklım sende."


Kabul etmeyecektim elbette. Anlatacaklarımı anlatmak için araladım dudaklarımı. "Hasan sen gelmeden önce iyi ki tabloları satın almadığımı, yoksa içeri gireceğimi söyledi bana. Sesinde ima vardı. Sen geldiğin an uzaklaştı ortamdan. Sonrasını biliyorsun. Önce Serdar malı girdi devreye, ardından Hasan Selma'ya teslim etti beni."


"Selma'yla ne konuştunuz?"


"Senin yatak performansını."


Açık sözlülüğüm yüzünden tükürüğü boğazında kalıyordu az daha. Bu haline güldüm. "Senin hakkında bir şeyler sordu işte. Fesat bir kadın, her konuyu dönüp dolaşıp aynı noktalara getiriyor. Ona neyse artık..."


Ellerimi birbirine vurup gözlerimi pörtlettim. "Görkem bu kadın senin içkini milletin gazozunu ilaçlayan Nuri Alço niyetiyle ilaçlamış olmasın?"


Donan yüz ifadesi, alaycı ifademle çarpıştığında kaşları çatıldı hızla. "Sen niye benimle dalga geçiyorsun ya?" diye sordu havlusunu ensesinden çekip bana fırlatmadan hemen önce.


Anlık refleksimle havluyu havada yakaladım ve ona havalı bir bakış atmayı ihmal etmeden komodinin üzerine bıraktım.


"Oyunu tamamlamanı istemediler," dedim yeniden ciddileşerek.


"Haklısın." Başını aşağı yukarı salladı ağır ağır. "Muhtemelen korkutup kaçırmak için yapılmış bir hamleydi. Babasının mirasına konan zengin bebesi gibi davranıp özel hastaneye gitmemi, birkaç gün orada kalmamı ve oyunları kaçırmamı hedeflemiş olabilirler. Onların planlarının içinden geçtin tek hamlenle."


"Yapıyorum öyle şeyler."


"Yapma bir daha." Gülmedi. Gözlerime baktı. "Benim için kendini riske atma bir daha."


"Sonucunun daha ağır olacağını bilsem Görkem," dedim gözlerindeki okyanus aramıza sızarken. Dalgalar her yerdeydi. "Bilsem ki bu benim canıma mâl olacak, yine de yapardım." Akıllarına kazınsın istiyordum, her birinin. "Kaya'ya da söyledim bunu. Sen de öğren. Hepiniz için, her zaman yaparım. Bunu engelleyemezsin."


"Başına başka bir şey gelmesine izin vermeyeceğim." Sesini ne kadar sert çıkartırsa beni o kadar inandıracağını düşünüyor olmalıydı. "Senden sorumluyum. Sana mühürlüyüm." Bileğimdeki ipe değdi gözleri, sonra bileğindeki iple oynadı. "Sana bağlıyım. Ya bu böyle devam eder ya ip kopar."


Sessiz kalışım aldığı derin nefesle örtüldü. Verdiği soluksa okyanusu dindirdi yavaşça. "İpi koparmak isteyense önce benim cesedimi çiğnemek zorundadır, anlıyor musun? Fedaysa ben feda edilirim ilk. Siperse sana, ona, başkasına... Önce ben olurum siper. Sen değil."


"Ben burada olduğum sürece geçeceksin o işleri." Dilim sivri, kelimelerimin hedefi liderin kalbiydi. Akıldan ibaret adamın kalbine konuşmaya çalışıyordum.


"Arkada durmam ben, Görkem. Beni ararsan arkana bakmayacaksın. Ya yanındayımdır ya önünde. Ya kurşunu yemişimdir sen siper olana kadar ya da karşı tarafı kurşunlamışımdır çoktan. Şimdiden alış diye söylüyorum. Bu şekilde kabulleneceksin beni."


"Sen ölüme gitmiyorsun ama ölüm sana gelsin diye bekliyorsun."


Strateji geliştiriyordu cümlelerimin üzerine. Kafasında tartıp analiz ediyor, cephanesini bana göre kuşanıp o şekilde geliyordu karşıma. Kaleyi fethetmeyi kafasına koymuş biriyle uğraşıyordum topsuz tüfeksiz halimle.


"Çok beklersin." Yemin etmedi ama biliyordum, bu bir yemindi. "Yanımda indirmeye başladığın o kalkanlarını bir gün tamamen ortadan kaldırabilirsem eğer... Eğer olur da bir gün geçebilirsem duvarlarının arkasına çok beklediğin şeyi hiç beklemeyeceksin o zaman."


"Çabana saygı duyuyorum ama benimle uğraşma, manyak olacaksın."


"13, uğraşmayı bıraktığım gün manyak olurum asıl."


"Problemlisin o zaman."


"Çoğu zaman," diyerek onayladı. "Dün geceden sonra... Daha da fazla. Seni o halde gördükten sonra bin tane daha çözülecek problem ekledim buraya." İki parmağını iki kez sağ şakağına vurdu. "Seni adım adım çözeceğim çünkü bileğine o ipi ben bağladım. Saran benim, sorumluluk benim."


"Sarhoşken çok mu çekilmezim?" diye sordum alayla. "Bin tane problem ekleyecek kadar ne yapmış olabilirim ki? Sabah da bir değişik bakıyordun zaten. Ölçtün mü sınırımı falan? Ne kadar sarhoş oluyorum mesela? Ne yapıyorum sarhoşluğumda, çözebildin mi?"


Dudakları sorumla birlikte neredeyse kulaklarına varana dek iki yana kıvrıldı. Sırıtıyordu nedense. "Biz bunu ölçmüştük biliyor musun Analizcilerle..."


"Nasıl yani?"


"Her gün bir kişiyi sarhoş ettik. Kim kaçıncı kadehte yamuluyor, kim ne kadar saçmalıyor bilmek için... İlk zamanlar böyle bir test yapmıştık."


"Bunun senin fikrin olduğu konusunda neden hiç şüphem yok acaba benim?" diye sordum ellerimi hafifçe iki yana açarak. Bağdaş kurdum olduğum yerde, o da bir bacağını altına kıvırıp hafifçe yaklaşmış oldu bana.


"Benim fikrimdi," dedi. "Rol gereği bu tarz şeylere maruz kalabiliyoruz. Zayıf noktalar ve kontrol kaybedişlerin ne zaman ortaya çıktığını öğrendik işte."


"Basit özetlerle kurtulamazsın," dedim araya girip. "Kimin nasıl davrandığını anlatacaksın bana. En çabuk hanginiz yamuluyor mesela?"


"Ben," dedi tereddütsüz. Utanıp sıkılmadan, pat diye cevaplamıştı sorumu. Zayıf bir noktasını açıp göstermişti anında bana.


Güvenini hissettim. Güvenmediğini söylediği an geldi sonra aklıma. En son bana kendini açıklamaya çalıştığı sahne gözümde canlandı ve perde ardına kadar kapandı. Yeniden mavilerine odaklandım.


"Bünyemin alkolle arası inanılmaz kötü. Aklımın kontrolü ellerimden kaydığı an çıldırıyorum. Sana Kaya'yla katıldığınız sergide alkolle aranın nasıl olduğunu sormuştum ya, benimki tam anlamıyla rezalet."


"Dün sen o yüzden mi içmemiştin içkiyi?" Bileğimdeki ipe taktım sağ elimin işaret parmağını. Yavaşça çekip bırakmaya başladım ipi konuşmaya devam ederken. "Şüphenden değildi, aklını kaybetmekten korktuğundandı yani."


Eli künyesinin üzerindeydi. Parmaklarını gezdiriyordu zincirde. "Evet." Güldü. "Arda benim ne hale geleceğimi bildiği için işlem sordu bana. Üçüncü kadehin sonunda mıydım neydim... Düşünüyorum düşünüyorum yok 13. Çarpım tablosunu unutmuş gibiyim. En son telefonun hesap makinesini açmaya kalktım. Görmen lazım ama, nasıl deliriyorum."


Hikâyeye kendini kaptırdığından jest ve mimiklerini de dahil etmiş, dinlemekten keyif aldığım bir sohbete dönüştürmüştü konuşmamızı. "Sonra ne oldu?" diye sordum ben de akışa ayak uydurup.


"Üç basamaklı sayı yazamadığım için daha çok delirdim. Neden yazamıyormuşum biliyor musun? Hesap makinesi yerine takvime basmışım çünkü."


Yüzündeki bozguna uğramışlık ifadesi muhtemelen o gece de yüzünde vardı. Attığım kahkahayla birlikte gülmeye başladığında kendine ettiği sitemi dağıldı. "Böyle gülüyoruz ama o an benim elim ayağım titriyordu. En son benimle dalga geçtikleri için üzerlerine yürüyordum bizimkilerin. Çok küfür ediyormuşum bir de sarhoş olunca, videom var."


"İzlemek için bütün mal varlığımı ortaya koyasım geldi," diye yükselmemi ben de beklemiyordum.


"Kaya tehdit amaçlı saklıyor ama sana göstereceğini sanmıyorum. Yaş sınırını aşıyor senin."


Kaşlarımı çattığımda komodinin üzerindeki havluyu alıp suratına geri fırlattım. Gülerek suratına yapışan havluyu yeniden ensesine astı. En azından saçından damlayan suları tutardı bu.


"En dayanıklınız kim peki?"


"Can," dedi saygıyla. "Alkol Can'ı filozofa dönüştürüyor. Sessizleşiyor, duvarı izliyor böyle. Korkunç gerçekten. Koca şişeler devirttik adama, tık yok."


"Can'ın normalde de öyle bir karakteri var gibi geliyor bana." Çenesini hafifçe eğerek devam etmemi istediğini belli etti. "Yani Arda, Can'ın ışıklandırma sistemi gibi sanki. Can, yanında Arda olmasa tam da filozof pozları kesip duvarı izleyecek bir tip."


"Can duvara bakıp düşünmez, zaman kaybı sayar." Birlikte geçirdikleri yılların sonucu oldukça emindi bu cümlesinden. Onu benden iyi tanıyordu doğal olarak. "Kitap okur, ansiklopedi karıştırır, asla beni sarmayan sıkıcı filmleri izler, değişik yerleri gezer, gezdiği yerleri bir kez daha gezer... Düşünecekse boş durup düşünmez. Bir şeylerle ilgilenirken çalışır zihni."


"Bu yüzden mi olay yerlerine o kadar çok gidiyor? Orada bir şey bulacağından değil de orada daha rahat düşüneceğinden mi?"


"Yüksek ihtimalle." Ellerini yatağa bastırdı iki yanından. Bedenini hafifçe geriye doğru verdi. "Bazen bu beni korkutuyor biliyor musun? Takıntı yaptı bu son işi kendine. Umarım psikologlar kendi söküklerini dikebiliyorlardır."


"Konuyu dağıtmayalım, daha anlatacakların var," diyerek onu başka bir yöne çektim. Can hakkında endişelenmeye başlarsa zaten sabahtan beri tetiklenmeye yer arayan takıntıları yeniden gün yüzüne çıkabilirdi. Onu uzaklaştırmak istemiştim kendi zihninden. Oluşturduğum güvenli alana çekerek yaptım bunu. "Arda'nın sınırı ne kadar? Çizgi film repliklerini mi unutuyor yoksa?"


"Arda bize yansıttığı karakterden o kadar uzaklaşıyor ki, sarhoş Arda'yı görsen tanıyamazsın belki de." Alnını kaşıdı. "Aslında başlangıçta çok enerjik. Normal halinden bile daha fazla fakat bir noktada o gülüşü hızla soluyor ve ağlamaya başlıyor. Arda'nın sarhoşluğunu izlemek bizi çok zorladı, pişman olduk hatta."


"Birikim tabii..." dedim başımı anlayışla sallarken. "İçine attıklarının bu şekilde patlamasına şaşırmadım."


"Öyle," dedi yüz ifadesi kederlenirken. "Ama bir bakıma bunu yapmamız iyi oldu. Arda'yı hiçbir şekilde Eylül'ün yanında o kadar sarhoş etmememiz gerektiğini öğrendik. Birlikte içmişliğimiz var ama Arda'yı hep belli bir promilde tuttuk."


"Kaya kaldı," dediğimde hüznü hızla dağılırken yerini aydınlık bir gülümseme aldı.


"Aramızda en komiği Kaya'nın sarhoşluğu kesinlikle." Biraz daha az gülerse daha kolay olacaktı anlatması. Nefesi kesiliyordu aklında her ne canlanıyorsa o anı hatırlarken. "Kaya'nın da dayanma limiti oldukça yüksek ama bir noktada ondan hiç beklemeyeceğin şeyler yapmaya başlıyor. Görsen o manyağın Kaya olduğuna asla inanmazsın."


"Kaya'ya arkasından neler dediğini aktaracağım," dedim gülüşüne eşlik ederken.


"Sen de ajan kesildin başımıza." Sitem eder gibi söylemişti ama hâlâ gülüyordu. "Kaya'yı bağıra çağıra Yıldız Tilbe söylerken gördü gözlerim. Ben Analizcilerden önce de şahit olmuştum tabii buna ama onlarla birlikte yeniden izlemenin keyfi bir başka."


"Her seferinde Yıldız Tilbe mi söylüyor?" dedim şaşırarak. "Repertuarı kısıtlıymış."


"Büyük fanıdır. Onu konsere götürmüştüm bir kere, sesi kısılmıştı."


Görkem'in Kaya'yı Yıldız Tilbe konserine götürmesine mi şaşırsam, Kaya'nın bir konserde boğazını patlatana kadar şarkı söyleyişine mi şaşırsam bilemedim.


Görkem gözlerini üzerimden çekip telefonun ekranına bir bakış attı. Muhtemelen saate bakmak istemişti. Yeniden bana döndüğünde, "Yavaştan hazırlanalım mı?" diye sordu. Geçen zamanın farkında değildim. "Önce akşam yemeğine ineriz. Oradan kumarhaneye geçeriz diğerleriyle birlikte."


"Olur," dedim. "Şu yüzüklü elemanı da tespit edersek içim rahatlayacak. Aklım takılıp duruyor ona."


"Belki yemekte denk geliriz." Ayağa kalkıp askılığın olduğu tarafa doğru ilerledi. "Ne giymemi ister Mila Tokel? Yanına yakışan bir beyefendi olmam gerekiyor malum."


"Künyen kalsın," diyerek başladım. "Sen gömleklerini yerleştirirken biri çarpmıştı gözüme." Askılığın önünden çekilip görüş açımı açacaktı ki devam ettim cümleme. "Soldan üçüncü. Kumaşı hafif ceketimsi olan, asker yeşili. Güzeldi o. Giy onu."


"Siyah pantolon?"


Başımı salladığımda askıyı sorgusuz sualsiz eline alıp banyoya yönlendirdi adımlarını. Valizimi açıp dün gözüme kestirdiğim elbiseyi çıkardım. Dün gece, diğerlerinden farklı bir giyimle göze çarpmıştım. Bugünse en basit yolu seçip yırtmaçlı bir elbiseyle göze çarpacaktım. Erkekler erkektiler. Çok zorlamaya gerek yoktu.


Mavi elbise ip askılıydı. Omzumdaki dövmeyi tamamen açıkta bırakacaktı. Yani yarayı da... Bunu biraz da Görkem'e mesaj vermek amacıyla seçmiştim aslında. Gizlemeyecektim izimi.


Sol bacağındaki derin yırtmacın yanı sıra göğüs dekoltesi de vardı elbisenin. Boyu dizimin iki santim kadar altında bitiyordu. Belime tam oturmuş, aynı darlıkla yapışmıştı üzerime. Eylül bu işi gerçekten biliyordu.


İnci bir kolye çıkardım valizden, boynuma geçirmek yerine yatağın üzerine bıraktım. Oturup ayakkabılarımın bantlarını geçirdim ve yeniden ayaklandığımda kolyeyle bir avuç küpeyi almış, banyo kapısına yönelmiştim.


"Hazır mısın?" diye sordum kapıyı tıklatarak.


"Seni bekliyorum," dedi. Saçımı makyajımı yapacağımı biliyordu, yine orada duruyordu benim için.


Boş olan elim kapı koluna gitti, kapıyı yavaşça aralarken parfüm kokusu ilişti burnuma ilk önce. En son girdiğimde burası pek hoş değildi, şimdiyse geceden tek bir iz kalmamıştı. İlk olarak elimdekileri tezgahın üzerine bıraktım, ardından yönümü ona çevirdim.


Yine aynı yerdeydi. Aynanın tam karşısında, duvara vermişti sırtını. Kapıyı kapatırken ıslak saçlarına takıldı gözüm, sonra yüzüne baktım. Gözleri beni tarıyordu.


"Lensleri unutmuşum," dedi birden. Gözlerini kaçırır gibi oldu fakat hemen toparlayıp yüzüme baktı yeniden. "Peruğu da. On saniyeye alıp geleyim mi hemen?"


"Sorun yok." Bastırmaya çalıştığı telaşına bir karşılık bulmuştum. Elbiseme bakmak istemişti ama gözleri üzerimde fazla oyalanırsa rahatsız olacağımı düşünüyordu.


Dediği gibi, saniyeler içinde kapıda belirdi. Adımını içeri atmadan derin bir nefes aldığını duydum. Eski yerine döndü sonra hızlıca.


"13," dedi. Elimi saçlarımın arasından geçirip onlara hacim kazandırma çabasındayken omzumun üzerinden ona çevirdim gözlerimi. "Güzel olmuşsun." Gülümsedi. "Yakışmış."


Gülümsedim. Azarım işe yaramıştı. Bir günde ilerleme kaydetmiştim. Dün bir iki laf söylemiş, bugün Görkem'i düz bir şekilde iltifat ederken görmüştüm. Açıkçası beklemiyordum bunu.


"Teşekkür ederim," dedim. "Sen de fena sayılmazsın."


"Sağ ol."


Elindeki peruğu saçına geçirmek üzere olduğunu görünce onu durdurdum. "Islak saçının üzerine mi geçireceksin?" diye sordum hayretle. "Dolapta kurutma makinesi vardı sanki, kullansana. Üşütüp başıma kalırsın böyle."


Lens kutusunu tezgaha bırakıp kurutma makinesini almak için dolabı açtı. Parmaklarımı kontrol ettim ip var mı diye. Görkem kuklam olmuştu çünkü.


Hafifçe sola kayıp ona yanımda yer açtım. Ben küçük halka küpeleri kulağıma geçirmekle meşgulken o da saçlarını kurutuyordu. Makinenin sıcak rüzgarı benim de saçlarımın bir kısmını havalandırmıştı.


"Dikkat et, tamam mı?" Makinenin sesi oldukça az olduğundan onu rahatlıkla duyabiliyordum. "Dün gibi olmasın sonumuz."


"Sence benden şüphelendiler mi?" Yüzümü aynaya doğru eğip anda kalmaya çalışarak rimel sürmeye başladım kirpiklerime. Eylül'ün zengin marka maskarası bile benim kirpiklerimi Görkem'inkiler kadar uzun göstermeye yetmiyordu.


"Sanmıyorum. Dün o şeyi içsem ortalığı ben dağıtabilirdim, sen engel olup kendince toparladın. Bunu tercih eder miydim? Hayır etmezdim ama işe yaradı planın. Sonuca odaklanırsak, seni izleyen biri olsam senden şüphe duymazdım."


"Buram buram profesyonelim." Kendim söyledim kendim güldüm. Önümde ayna vardı ve gülüyordum. Gülerken daha farklı görünüyordum, kendimi bu şekilde görmem yabancı hissettirmişti. "Bu gece doğru kartları atarsın umarım Görkem."


"Başka şansım yok zaten," diye mırıldandı makineyi kapatıp dolaba geri bırakırken. "Masa bir günlüğüne ertelendi ama bu gecenin galibi belli miktar uyuşturucu alacaktır. Kimseye kaptırmaya niyetli değilim."


Bir an susup tezgaha dikti gözlerini. "Kolyeni takayım mı?" diye sordu dümdüz bir ifadeyle.


"Filmde mi gördün?"


Gülmeye başladık aynı anda. "Evet."


Saçlarımı omzumun üzerine toplayıp ensemi açık hale getirdiğimde anlamsız anlamsız baktı, ardından jetonu düşmüş olacak ki kolyeyi alıp arkama geçti. Aynadan hareketlerini takip ediyordum. Denedi, olmadı.


Kopçayı açtığını gördüm, sonra iki ucun birbirine vurduğunu da hissettim ama Görkem zincire kopçayı geçiremedi. "Zormuş," dedi kendi kendine. Nefes alıyor olsa bu kadar zorlanmazdı aslında. İnanılmaz kasmıştı kendini daha önce böyle bir şey yapmadığından. "Sanırııım... Oluyor, olacak... Heh, hallettim."


Zafer gülümsemesi asıldı yüzüne. Aynada bakışlarımız kesişti ve kıkırtılı bir kahkaha koptu dudaklarımdan. "Bu sahneler böyle olmaz biliyorsun değil mi?"


Zinciri takip ederek boynumdaki incilerin üzerine kayan parmaklarıyla birlikte bir adım kadar atıp yüz yüze kalmamızı sağladı. "Erkekler benim kadar beceriksiz olmazlar mı?"


"Hayır. Hepsi son usta kopça geçirici gibi şipşak takarlar kolyeleri. Ayrıca bu erkeklere sıkışan fermuar çekme özelliği de yüklenir beraberinde. Birkaç filme öğrenirsin hepsini."


Ben boş boş konuşurken benden bir saniye ayrılmayan gözleri bir sebepten yanağıma sabitlerdi. "Şahsi bir fikir belirtebilir miyim?" diye sorduğunda güldüm. Okyanusları biraz fazla yakındı sanki bana.


"Belirt bakalım."


"Bence yüzüne başka bir şey yapma, çıkalım." Hafifçe kaşlarımı çattım anlamadığımdan. "Dün her ne yaptıysan çillerin yoktu. Bu şekilde hafif hafif belirginken iyi duruyor bence."


Freni patlamış kamyon gibi yokuş aşağı sana mı yürüyor Yağmur bu?


Böyle bir şüphenin kırıntısı bile yoktu aklımda. Görkem yürümek nedir bilmezdi, öğrenmesi için bununla ilgili bir film izlemeliydi. Aynı cümleleri başka birisinden duysam Mete gibi düşünebilirdim ben de. Fakat Görkem; düz, sabit ve ifadesiz tonuyla aklından geçeni öylece ortaya yolladığını belli ediyordu. Bu adamın iltifatı bile bir gerçeği belirtir gibi çıkıyordu dudaklarından. His yoktu.


"Yara izimden beni tanımasınlar diye üzerini dövmeyle kapattık," dedim bir adım geriye giderek. "Çillerim de tanınırlığımı arttırmaz mı?"


Bunu düşünmemiş oluşu yüzünün hayretle kasılmasına sebep oldu. "Haklısın," dedi ben aynaya dönüp çillerimi kapatmaya başladığımda. Soluklardı. Fazla dikkat çekmiyorlardı aslında.


Yaklaşık beş dakika kadar sonra birlikte odadan ayrılıp el ele yemek katına adımlamıştık. Görkem'in sağıma geçme ve o tarafımda kalma çabalarını fark etmiştim. Sol omzumdan uzak duruyordu rahatsız olmamam için.


Masaya geçtiğimizde aramızda garip bir sessizlik oluştu. Siparişleri yine o verdi. Mila Tokel olarak salata istedim, doymayacağımı çok iyi biliyordum. Görkem'in yemeğinden otlanmaya kalkabilirdim. Açken beni çekmek istemezdi.


Gözüm en köşedeki Selma'ya çarptı. Sırtı bana dönük oturuyordu. Zaten beni görse anında koşar gelir, saçma sapan sorular sorup imalar yapardı. Birlikte yemek yediği kişi de hiç yabancı değildi. Bana asılan Serdar'ın ta kendisiydi.


Sanırım Selma yüzüme gülüp arkamdan kuyumu kazıyordu. Ben de ona aynısını yapıyordum, bu yüzden takılmadım fazla.


"Konuşmazsak dikkat çekeriz," dedim Görkem'e dönüp gülümseyerek. Dudaklarımın okunma ihtimaline karşı hafifçe çenemi sıkmıştım ve gülüşümün ardına sıkıştırmıştım kelimeleri.


"Ne söyleyeyim?" diye sordu masaya kollarını yaslayıp bana yaklaşırken.


"Ne bileyim," dedim omuz silktikten sonra. Ben de onun gibi kollarımı masaya yasladım. Bizden birkaç masa ötede eşiyle yemek yiyen Fahri Bey'i gördüm. Etrafı izlemeyi kesip ona döndüm yeniden. "İltifat falan et."


Durdu, kaşları çok hafifçe çatıldı. Benden çekip masaya odakladı gözlerini. Sanırım düşünüyordu söylediğim şeyi. Otuz saniyeden kısa bir sürenin ardından başını kaldırdı ve yüzlerimiz arasında iki karışlık mesafe varken gözlerimin tam içine baktı.


"Yormuyor bak bu yüreğin savaşı," dedi şiir okur gibi. "Yormuyor da bir sana yenilmişim. Hani ben memleket olmuşum da, sanki bir tek sana fethedilmişim."


Gülümseyişim aniydi. Beklemediği için gözleri dudaklarıma kaydı ve susup anlamaya çalıştı. Kendimi kahkaha atmamaya zorladım, elimi dudaklarımın üzerine kapatıp gülüşümü gizledim ve tribüncü tarafımı daha fazla bastıramadığımdan ben devam ettim onun kaldığı yerden.


"Hani rüzgar fırtınalar olmuşum, sanki bir tek sana dinmişim." Şaşkınlığı somut bir duygu olup ele geçirdi yüzünü. Hafifçe çenesini eğerek şaşırdığını belli etti bana.


"Bir de sana dokunmak istiyorlar," dediğimde duraksadım. Biraz kirli pankart kokan ellerim, diye devam ediyordu beste ama bu kısmı söylemem absürt kaçardı. Duyulsak toparlayamazdık bu maçı buradan. Ellerimi gösterdim gözlerimle. Yüzüne 'yakalandık' temalı bir bakış yerleşti.


Sesimi iyice alçaltıp başımı başına yaklaştırdım hiç duyulmayalım diye. "Gerçekten mi? İltifat et dedim ve bana Beşiktaş bestesi mi söyledin?"


Bestedeki Beşiktaş kelimelerini sene uyarlamıştı. İltifat anlayışı buydu.


Hayatımda aldığım en güzel iltifatlardan biri olduğunu kabul ediyordu kalbimin siyah beyaz köşesi. Yanımda Mete'nin olduğu tribün anımız aklıma geldiğinde onu olabildiğince hızlıca geri gönderdim.


"Sen niye ezbere biliyorsun asıl?" diye sordu. Sesinde gurur olduğuna yemin edebilirdim.


"Kadınlar futboldan anlamaz de de kafa göz dalayım şurada sana," dedim yine gülümseyerek. Bunu sinirli söylemeyi çok isterdim ama biz sevgili rolü yapan iki kişiydik. Dışarıdan bu izlenimi vermeye devam etmemiz gerekiyordu aramızdaki muhabbet başka yerlere kaysa bile.


"Ah hayatım," dedi o da sahte bir gülüşle. Parmakları elime dokundu ve elimi masanın üzerinde sürükleyerek kendi tarafına çekti. "Daha iyi bir iltifat duyabileceğini sanmıyorum."


"Çok tuhaf bir tipsin yemin ederim," derken buldum kendimi. "Neyse."


Parmakları parmaklarımın üzerinde duruyor, hafifçe okşuyordu temas ettiği yeri. Ben de yüzümdeki gülümsemeyi silmeden ona bakıyordum.


Çatal bıçak ve uğultulu muhabbetlerin arasında içeri yeni giren birini gördüm. Ayakkabılarını daha önce gördüğüme de emindim. Parmaklarını kontrol ettim hemen yüzükleri var mı diye. Yoktu fakat bu şüphelerimi azaltmamıştı.


"Onu tanıyor musun?" diye sordu Görkem sessizce.


Kulağına yasladığı telefonu kavrayan elinde marka bir kol saati vardı. Üzerine jilet gibi duran, siyah bir takım elbise giymişti ve onun için dikilmiş gibiydi. Simsiyah saçları vardı, biraz uzunlardı. Onlara şekil vermek yerine dağınık bırakmış, keskin bir iş idamı imajından sıyrılıp babasının şımarık çocuğu tavrına geçmişti. Asi bir hareketti sanki saçları.


"Girişteki adam olabilir," dedim elimi çeneme yaslayıp dudaklarımın açısını kapatarak. Gözleri kısaca onu taradı, ardından yine bana döndü yüzünü.


"Onunla tanışalım mı yakın zamanda?"


Bizim olduğumuz tarafa doğru geliyordu ama bana bakmıyordu. Arkamdaki masalardan birine oturacaktı muhtemelen. Sesini duyduğum an kaşlarım çatıldı.


"Ne oldu?" diye sordu Görkem bu defa.


"İspanyolca konuşuyor," dedim yüzümü sabit tutmaya çalışarak. Bir yandan da adamı daha net bir şekilde duymaya çalışıyordum.


"Nereden anladın?" dedi anlık bir şokla. Sonra hatırladı, bildiğimi söylediğim an geldi aklına muhtemelen. Masaya yemeklerimizi bırakan garsona teşekkür ederken elimi sıkıca kavramıştı. Benim odağım onun üzerinde değildi ama.


Hafif bir aksanı vardı fakat sözcükler kulağıma aşina geliyordu. Annemi ve babamı görebilmek için katlandığım yurt dışı seyahatlerimde İspanya'ya da uğramış, oradan bir iki kişiyle tanışmış ve dillerini sevdiğim için bir süre ilgilenmiştim öğrenmekle. Benim için çok zor olmuyordu, seviyordum dilimi geliştirmeyi.


"Çok düzgün konuşuyor," dedim. "İspanyol çıksa şaşırmayacağım."


"Ne diyor?" dedi merakla.


"Selamlaşma." Alnımı kırıştırırken elimi Görkem'in avucundan çekip çatalımı kavradım ve salata kasesine daldırdım. "Çok fazla duyamıyorum ama sanırım bir arkadaşıyla selamlaşma aşamasında şu an."


"Mila, bizim Red Kit burada olsaydı yerden kazıyordum şimdi kalbini," dedi Görkem. "Tamamen erirdi çünkü şu havalı tavrın karşısında."


"Senin sesin de onu aratmıyor," dedim dudaklarım iki yana kıvrılırken. "Ama yine cümleyi dolaylamayı seçiyorsun."


Gözlerini kıstı. Çatalını tabağındaki ete batırırken önümdeki yemekle doymayacağımın gayet farkındaydı. Batırdığı çatalı bana doğru uzattı. "Cipsin karşılığı sayarsın."


Başımı hafifçe öne uzatıp dişlerimle eti çataldan ayırdım ve ağzımın içine çektim. Çiğnerken kaşlarım çatık, içim kendime de söylemediğim için pişmanlıkla doluydu. "Her şeyi karşılıklı yapmıyorum," dedim ona bakarak. "Dünya ödeşerek dönmüyor."


Beni duymamış gibiydi. "Beğendin," dedi alakasızca. Çatalın ucuna bir parça et daha batırıp bana uzattı yine. "Değişelim mi tabakları?"


Bileğini tutup çatalın yön değiştirmesini sağladım. "Mila'nın aklına giremezsin," dedim. "Ama zorlama, her an kendim olarak ikna olabilirim çünkü."


"Ama beğendin," diye karşılık verdi. "Nasıl yapsak ki? Paket sarıyorlar mıdır?"


"Sen burayı Nevrin Döner mi sandın?"


Kahkahası gözlerinin kısılmasına sebep oldu. Bir iki kişinin yüzünü bizim tarafa çevirdiğini fark ettiğimde Görkem'in gülüşüne gülmekle meşgul olduğum için gayet normal bir çift gibi görünüyor ve şüphe çekmiyorduk.


"Buradan ayrıldığımızda sana bu yemekten ısmarlıyorum. Tam adını sorsam söyler mi garsonlar acaba? Çünkü bunun illaki cafcaflı bir ismi vardır. Öğrenmek lazım."


"Gö-" Öksürdüm. "Gördüğüm en iyi salata."


Ne güzel kıvırıyorsun kız saniyede.


Cümleye Görkem diye başlasaydım üç ay insan içine çıkamazdım muhtemelen. Asla yapılmaması gereken bir hataydı bu. "Kuzey," dedim. "Gerek yok. Ye yemeğini, takılma bana. Azıcık susarsan da şu İspanyol beyefendiyi duyabilirim."


"Susarsak dikkat çekeriz diyordun?"


Gözlerimi devirdim. Haklı olduğu içindi. "Sen konuş madem, ben dinliyormuş gibi yapayım."


"Havalar da bir garip bu aralar," dedi elini çenesine yaslayarak. "Yağmur etkili olacak diyorlar bu aylarda."


"Olacak," dedim.


Şu siyah saçlı adamın zar zor duyabildiğim aksanına hayran kalmamak elimde değildi.


Orijinal dillerinde film izleyebildiğim bir sinema salonu vardı. Her cumartesi son seanslara gider, kaçırmazdım vizyondaki filmleri. Uzun zamandır İspanyolca bir şeyler izlemediğimi fark ettim ve ayrıca duymayı özlediğimi de. Canım gidip o adamla bu dilde muhabbet etmek istemişti birden.


"Biraz sinirli," dedim kısık bir sesle Görkem'e. Omzumun üzerinden arkama doğru baktı ve "Görebiliyorum," diye karşılık verdi. "Hararetli bir konuşmanın içinde. İçeriği çözebildin mi?"


Sesini yükselttiği için net bir şekilde duymam mümkün olmuştu. "Acilen düzeltilsin, dedi," diye fısıldadım. "Küfür ediyor," eklemesini yaptım dudaklarım iki yana kıvrılırken. "Her şeye yetişemem, öyle söylersin patronuna."


Ben adamın söylediklerinin tercümesini yaparken Görkem de mimiklerini bana aktarıyordu. "Sağ elini masaya vuruyor ama bir yandan da kendini sıkıyor sesi daha fazla yükselmesin diye."


Bu ses tonuyla birbirimizi anlayabilmemiz biraz da dudak okuma becerimizden kaynaklanıyordu çünkü gerçekten çok çok alçak sesle diyalog halindeydik. Masamız duvara yaslıydı ve bizi görebilen tek tarafı da ellerimizi çenelerimize yaslayarak engellemiştik. Bu şekilde onlar dudaklarımızı okuyamazlardı.


"Hattın öbür ucundaki kimse ona değer verdiği belli. Çok öfkeli bir adam ama öfkesi başkasına. Konuştuğu kişiye değil."


"Bağırma bana, dedi." Kalan bütün gürültüden ayrıştırmıştım adamın odaklandığım sesini. "Aynı taraftayız. Lir düzelecek. Devam ediyoruz."


"Lir?"


"Özel isim olarak kullandı sanırım."


"Hiçbir anlam veremedim," dedi Görkem. Kenardan bir şişe su alıp döktü bardağına ve yavaş yavaş yudumladı. "Senin için bir şey ifade ediyor mu?"


Başımı iki yana salladım. Elbisemin askısını düzelttim ve salatamla ilgilenmeye devam ettim. "Kapattı telefonu," dedi Görkem. "Tek başına oturuyor. Sipariş verecek şimdi. Menüyü aldı eline."


"Her neyse," diyerek geçiştirdim. "Çıkar kokusu yakında. Anlarız neler döndüğünü. Bitir yemeğini de kalkalım. En azından birimiz tok olur."


"Sen de odaya döndüğümüzde reçel kaşıklarsın en kötü," dedi bir anda. Kaşlarım hafifçe çatılırken gözlerine baktım anlamaya çalışarak. "Kavanozu attım bavula," dedi öylesine bir şeyden bahseder gibi. "Ne bileyim, seviyorsun diye."


Salata tabağının içine düştü çatalım. Anlık olarak havada asılı kalan elimi hızlıca kucağıma çektim ve iki elimi birbirine kenetledim masanın altında. "Teşekkür ederim," dedim basitçe. Başka ne denirdi ki?


Alnı kırıştığında yüzümün her santimini inceliyordu. Afalladığımın farkındaydı. "Hiç mi düşünen olmadı kızım seni?" dedi şaşkınlıkla. "Neden hayatını kurtarmışım gibi bakıyorsun bana?"


"Çok uzun yıllar yalnız kalınca böyle oluyor." Sağ elimin tırnaklarını sol elimin üzerine batırıyordum. "Senin hisler konusunda zayıf olman gibi. Ben de bu tarz durumlarda neye uğradığımı şaşırıyorum."


'Kendini fazla açmanın öcünü elinden çıkarmasan keşke Asya. Canımız acıyor.'


Kızaran elime değdi gözlerim, ardından o kızarıklığın üzerini diğer elimle kapattım.


"Öğretirsin, öğrenirim," dedi önce. "Öğretirim, öğrenirsin," dedi sonra. "Birlikte güçleniriz. Neye uğradığımızı şaşırmayacak hale geliriz birlikte."


Gözlerimi üzerinden güçlükle çekebildim. "Çabanı... Çabanızı görüyorum." Kısa bir duraksamanın ardından yeniden girdim söze. "Bugünkü patlayışım sinir boşalmasıydı bir nevi. Benimle bu şekilde ilgilen diye falan değildi yani. Yanlış anlaşılmaya sebebiyet verdiysem düzelteyim."


"Seninle ilgilenmeye sesini bilmezken başladım ben," dedi sakince. Dirseklerini masaya yaslamış, hafifçe bana doğru eğilmişti. Nefesimin ağırlaştığını hissettim. "İstediğin kadar çarp kapıları yüzüme. Sen açana kadar kapıda yatıyor olacağım."


Bileğindeki, bileğimdeki ipe baktı sıra sıra. Necip Amir, Görkem'e o akşam lacivert ipi teslim ettiğinde tüm bunların gerçekleşeceğini biliyor olmalıydı. Ona akıl hocası olmuş, yol çizmiş ve şimdi de beni teslim etmişti. Kendisiyle gurur duymalıydı çünkü Görkem sorumluluk alma konusunda oldukça başarılıydı.


İyi hissettiriyordu benim gibi birine bile.


"Sana kapıyı açmamam gerektiğini ilk gün öğrendim ben," dedim gülerek. "Boğazımı sık diye seni içeri davet etmeyeceğim bir kez daha. Boş yere yatmana gerek yok kapımda."


"Paspasın rahat," dedi gülüşüme bakarak.


"Hava soğur, donarsın," dedim vazgeçirme çabasıyla.


"Beni içeri alırsın o zaman, eşek değilsin ya."


"Eşeğim," dediğim an ikimizin kahkaha sesleri birbirlerine karışıp yükseldi restoran kısmında.


Kendimizi muhabbete kaptırıp soyutlamıştık çevreden. Bunu da aynı anda fark edip aynı anda ayaklandık kumarhaneye inmek için. Saati geçirmememiz gerekiyordu. Görkem yeniden o masaya oturacaktı, ben de onun başına bir şey gelmesin diye mesaiye başlayacaktım.


Koluna girdim, birlikte asansörlerin olduğu yere doğru ilerlemeye başladık. "Aç kaldın," dedi takılması gereken tek nokta buymuş gibi.


"Çok daha uzun süreler aç kaldığım olmuştu," dedim. "Dert etme."


Yanımızdan her şeyden habersiz evli bir çift geçti. Adamın bir eli karısının elinde, diğer eli yanlarındaki kız çocuğunun elindeydi. Yeraltındaki kumarhaneden habersiz, hayatlarının olağan akışını sürdürüyorlardı. Kadın üzerimdeki elbiseyi süzdü gözleriyle.


"Bu oteldeki insanların nesi var?" dediğini duydum yanındaki adama. Yanımızdan geçmiş, yemek salonuna girmek üzerelerdi. "Hepsi sosyeteden fırlamış gibi. Sönük hissediyorum."


"Sönük mü?" diye sordu adam. Omzumun üzerinden arkaya doğru baktım, kadına dönmüştü yüzünü. "Yıldızlar kıskansın ışıltını."


Asansör kabini açıldığında aynasına değdi bakışlarım. Dudaklarım istemsizce iki yana kıvrılmıştı şahit olduğum bu anla birlikte. Kendimi taradım, güzel görünüyordum. O kadının yerinde olsam, benim gibi biri yanımdan geçip gitse ben de onun hissettiğini hissederdim muhtemelen. Fakat kocası, başını bir kez bile kaldırmamış; göz ucuyla bile bakmamıştı bana. Gülümsemem genişledi. Birilerinin hâlâ bir yerlerde gerçek aşkı yaşıyor olması güzeldi.


Bir an için yanımdan geçip giden, muhtemelen bir daha görmeyeceğim o aileye imrenirken buldum kendimi. Yanlarındaki küçük kız çocuğu oldukça şanslıydı.


Neden gülümsediğime anlam veremeyen Görkem parmağını kırmızı tuşun üzerine yaslamak üzereyken "Kapıyı tutabilir misiniz?" diye bir erkek sesi duyuldu koridordan. Elimi ileri doğru uzatıp kapıların kapanmasını engelledim ve bizim İspanyol beyefendi hızlı adımlarla daldı kabinin içine.


"Gracias hanımefendi," dedi oldukça kibar bir tavırla.


Kültür şokunu hızlıca atlatıp gülümseyerek karşılık verdim. Şimdilik dilini bildiğim bilgisini kendime saklamam gerekiyordu. Önümüzdeki süreçte anlamayacağımı düşünerek yanımda İspanyolca konuşabilirdi telefon görüşmelerinde.


Önce onun tuşa basmasını bekledik çünkü başka bir kata gidiyor olabilirdi. Parmağı kırmızı tuşun kıyısında dururken kafasını kaldırıp Görkem'e baktı. Görkem başını sallayarak karşılık verince ise kırmızı tuşun üzerine bastırdı parmağını.


Onu yakından inceleme fırsatı buldum böylelikle. Sol kaşında bir jilet izi vardı, saç bitimindeyse muhtemelen küçük bir dikiş izi. Gözleri yeşildi, yüzüne küçük gelen ve estetik olduğunu düşünmeye başlayacağım güzellikte bir burna sahipti. Siyah gömleğinin düğmelerini sonuna kadar iliklemiş, iki yakası arasına gümüş bir zincir aksesuarı takmıştı. Kol düğmelerinde H harfi görüyordum.


Ve sol kulağının arkasında siyah, içi boş bir üçgen dövmesi bulunuyordu.


"Kuzey ben," dedi Görkem elini ileri doğru uzatarak. Diğer eli avucumun içinde duruyordu.


"Hermes," dedi adam, düz bir ifadeyle ona uzatılan eli sıkarken. "Memnun oldum."


Bu bir tanışmadan ziyade anlamsızca gerilimli bir konuşmaydı. Soğuk bir rüzgar doldu sanki asansör kabinin içine fakat bunun olması için hiçbir neden yoktu ortada. Sadece isimlerini söylemişlerdi birbirlerine.


Kimsenin yüzü bana dönmediği için ben de ismimi söyleme gereği duymadım. Hermes, muhtemelen yanımda bir erkek gördüğü için bana değdirmiyordu bakışlarını. Bunu saygısızlık olarak gördüğünü düşünüyordum nedense.


Korumaları geçip içeri adımımızı attığımız an hiçbir şey söylemeden bar taburelerinin olduğu kısma doğru ilermeye başladı. Başı asansör kabinin aksine öne eğik değildi. Özgüvenini belli eden bir yürüyüşü vardı.


"Bir şey diyeceğim," dedi Görkem. Eli belime doğru hareketlenmiş, küçük bir hamleyle beni kendine çekmişti. "Neden herkes bize bakıyor?"


Gözlerimi az önce aramızdan ayrılan adamdan çekip hızlıca etrafımda gezdirdim. Kimisi normal bakıyordu, kimisininse niyeti gözlerinden okunuyordu. O karanlık gözlerin hedefi yüzüm değil vücudumdu, bunu ayırt edebiliyordum.


"Çünkü onlar erkek," dedim sakin kalmaya çalışarak.


"Ee?" dedi anlamamış gibi. Başını bana çevirmeye çalıştı fakat ben de ona çevirdiğim için yanlışlıkla bir tık yakınlaşmış olduk. "Ben de erkeğim. Hiç kimseye bu şekilde bakmıyorum. Bu normal değil."


"O kadar fazla maruz kaldım ki normalleşti artık, takılmıyorum. Amacım zaten ilgi çekmek değil miydi? Topladım işte bütün ilgiyi."


"Bir elbise mi bunu yapmanı sağlayan?" Şok olmuş gibiydi. "Şunlara bak, avı için pusuya yatmış avcılar gibiler. Acınası bir durum."


"Takılma. Ulaştım işte amacıma. Önümüze bakalım."


"Bu normalleşmemeli." Anlık olarak gözü seğirdi. "Ben bile rahatsız oldum, sen nasıl rahatsın?"


"Hayatımı onlara göre şekillendirmeye kalksam ölmüş olmam gerekirdi," dedim bastırılmış bir öfkeyle. "Sen niye bu kadar şaşkınsın? Buna ilk defa şahit olduğunu düşünmüyorum. Onlar her yerdeler. Bu olayın başrolü bugün benim, yarın başka bir kadın. Açık, tesettürlü, mini etekli veya baş örtülü; fark etmiyor ki. Sapkın her yerde, her şekilde sapkın."


"Korkunç," dedi sadece. Katılıyordum. Başka bir şey denmezdi.


Burada beni tanımadan etmeden benim için sıraya girecek olan en az bir düzine erkek vardı. Onların istediği bir iki şey karşılığında her istediğimi yapmaya hazır hale gelecek bir orduyla çevrelenmiştim. Korkunçtu gerçekten.


"Hasan'ın yanına git," dedim bir masada tek başına oturduğunu gördüğümde. "Ben de kendime bir içki alayım."


"İğrenmeyecek misin?" diye sordu. "Arda içemeyeceğini düşünüyordu."


"Kendimi zorlarım," dedim. Hermes'le konuşmak için can atıyorum diyemedim. Bir şekilde o muhabbeti kurmam ve ilerletmem gerekliydi. Tepedeki isim her kimse sanki onunla bağlantısı olan biriydi bu adam. Öyle hissediyordum.


Hızlı adımlarla bar tezgahına doğru ilerlemeye başladım. Dirseklerini tezgaha yaslamış, en köşede tek başına oturuyordu. Kimseye bakmıyor, onun ağzının içine düşebilme potansiyeline sahip barmen kadınla ilgilenmiyordu. Buraya muhtemelen oyun için gelmişti fakat Kaya onun hakkında hiçbir bilgi vermemişti bana. Listede adı da yoktu.


"Beyefendinin içtiğinden alabilir miyim?" dediğim an gözleri üzerimee çevrildi. Basit bir hareketle diyalogumuzu başlatmış oldum böylelikle.


"Eşlik etmek ister misiniz?" diye sordu gözleriyle kadehini işaret ederek. Kendimi rahatsız hissetmemi sağlamıyordu. Gözleri dekoltelerimde değil yüzümde oyalanıyor, aç değil kibar bir tavırla konuşuyordu.


"Memnun olurum." Tabureye kalçamı yaslayıp yönümü ona döndüm. Dolu kadeh barmen kadın tarafından önüme ittirildi. "Mila Tokel," dedim elimi uzatarak.


Dudaklarına götürmeyerek beni şaşırttı. Kısa bir tokalaşma geçti aramızda. "Hermes Deneb," dedi bu defa.


Duyulmamış isimleri karşısında gülümsedim sadece. "Yanlış anlamazsanız," dedi. "Ne işle meşgul olduğunuzu öğrenebilir miyim? Sizi ilk gördüğümde model olduğunuzu düşünmüştüm fakat sesinizi duyunca ses sanatçısı olabilme ihtimaliniz düştü aklıma."


Oldukça düzgün, akıcı bir Türkçesi vardı. "Ben ressamım." Kaşlarını bunu beklemediğini belli ederek havaya kaldırdı.


"Diğer üyelere göz aşinalığım var," dedi kadehinden büyük bir yudum aldıktan sonra. "Sanıyorum yenisiniz. Sizi buraya düşüren nedir?"


"Burası düşülecek bir yer mi?" diye sordum hayretle. "Aksine zirveye çıkmış durumdayım."


Burası, uyuşturucunun zirvesi sayılırdı. Cengiz'in işini devretmiş olması, hatta on yedi kullanıcıyı saf dışı bırakmamız bir şey ifade etmiyordu. Bir reklam panelindeydik, Hasan'ın gücünü ilan edişini izliyorduk aslında.


"Sergilerde olman gerekiyordu Mila, kumarhanelerde değil."


"İlk olarak, nerede olacağıma ben karar veririm Hermes." Önümdeki sıvıya bakmak bile istemiyordum bu sebeple parmaklarım yalnızca kadehin üzerinde daireler çiziyordu. "İkincisi de, ben zaten sergideydim. Buraya yönlendirilişim biraz da o sergi yüzünden oldu."


"Cengiz mi?"


O da tanıyor muymuş Yağmur? O gece gördün mü ki sen bu lavuğu?


Görmemiştim. Yoktu. Emindim.


"Evet," dedim. "Ben de sizi orada görmemiştim, şaşırdım."


"Her masada yokum." Egosunu hissettim. "Sadece özel olanlarda."


"Siz ne işle meşgulsünüz peki?" diye sorarken buldum kendimi.


"Mühendisim." Detaya inmemesi kuşkumu üzerinde toplatmıştı fakat yüzümü sabit tutarak bunu ona belli etmedim. "İşim gereği yurt dışında bulunmam gerekiyor. Her zaman buralarda olmuyorum."


"Aynısı," dedim. "Bir İngiltere'deyim bir burada. Anlıyorum o zorluğu."


"Tate Modern'i gezme fırsatım olmuştu." Bir yudum daha aldı kadehinden. "Liverpool güzel bir şehir hakikaten."


Sıkma kardeşim sıkma, dersimize çalıştık da geldik herhalde.


Gülümsedim yine. "Tate Modern Londra'da," dedim inanılmaz bir profesyonellikle.


Oyunculuk mesleğini ciddi ciddi düşünse miydim acaba? On iki ayda kazandığım paradan daha fazlasını yalnızca bir bölüm çekerek kazanırdım hem.


"Sizin gezdiğiniz Tate Liverpool olabilir mi acaba?"


"Haklısınız," dedi. "Ben karıştırmışım."


Aynen. Yedik.


Elinde tuttuğu kadehi hafifçe eğerek içindeki sıvıyı salladı ve ardından tabureden indi. "Ben masaya geçeceğim," dedi. "Dilerseniz bana orada da eşlik edebilirsiniz."


Yakın tutmaya çalışıyordu beni kendine, ben de yakın durmaya çalışıyordum ona. Çift taraflı bir oyunun içindeydik fakat ne ben onun amacını biliyordum ne de o benimkini biliyordu. Onun bu yaptığı da benimki gibi rol olabilir miydi? Kimdi ki bu adam?


"Teşekkür ederim davetiniz için." Hâlâ tek bir yudum almadığım kadehime baktığı için mecburen dudaklarıma götürüp boğazıma yolladım içindeki sıvıyı. Kusma isteğim körüklendi, tadından değil muhtemelen dün gece kanıma karışan ilaçtan dolayıydı. Yüzümü ekşitmemeyi başararak yutkundum. "Fakat ben Kuzey'in yanında olacağım. Masada görüşmek üzere."


"Mucho gusto, hanımefendi."


Memnun oldum demişti. Igualmente diye cevap vermemeliydim. Kendimi tuttum. Bildiğimi bilmemesi gerekiyordu.


Anlamamış bir gülümseme takındım ve uzaklaşırken ona el salladım. Bana arkasını döndüğü an ise elimi ağzıma bastırdım çünkü midem ağzıma kadar gelmişti resmen. Şu alkol bağımlılığı tedavisinde kullanılan ilaç gerçekten işe yarıyordu. İnsanın kusası geliyordu sadece içki şişesi görse bile.


Serdar'ı iki tabure solumda otururken gördüğümde şaşırdım. İçeri girişini görememiştim çünkü sırtım az önce kapının yönüne dönüktü. Ona baktığımda hiç rahatsız olmadan, gözlerini kaçırma ihtiyacı hissetmeden bana bakmaya devam etti. İzleniyordum. Kafayı bana takmıştı anlaşılan.


Görkem'in masaya ilerleyişini izledim. Sağ eli sımsıkı bir yumruk olmuştu, etrafa göz atıp iki kez peruğunun tutamlarını çekiştirdi. Takıntıları her zamanki yerindeydi. Onların önüne geçmeye çalışıyordu ve bir yandan da aklı bende olduğu için tedirgin duruyordu. Omzunun üzerinden arkaya doğru dönüp bana attığı bakışta anladım bunu.


"Mila Hanım," dedi Hasan. Görkem'in yanından ayrıldıktan sonraki hedefi doğrudan benim yanım olmuştu. Burada neyin döndüğünü henüz tam olarak çözebilmiş değildim fakat nedense bir tuzağın içine çekildiğimizi hissediyordum. Gösterdiklerinden fazlası vardı. "İyisiniz ya?"


"İyiyim," dedim çabucak. "Biraz fazla kaçırdım sanırım dün gece, merak edilecek bir şey yok."


"Ben aslında başka bir şeyi haber vermeye geldim." Elindeki şeyi avucumun içine sıkıştırdı. "Tek kişilik giriş," dedi. "Yarın akşam, teras katında."


Siyah kartı parmaklarımın arasında tutarken üzerindeki altın renkli yazıda gezdi gözlerim. İsmim yazıyordu köşede, el yazısıyla. Üzerinde ise kod gibi bir şey vardı.


"Yarın oyun yok mu?" diye sordum kaşlarımı kaldırarak.


"Var," dedi gülümseyerek. "Masaya devam. Sadece ben burada değil, standın başında olacağım."


Başımı salladım sadece. Kuzey oyuna devam edecek, Mila terasa tek kişilik biletiyle giriş yapacaktı. Bizi ayıracaklardı yarın akşam. Elbet bir sebebi olmalıydı bunun. Kokusu çıkacaktı yakında.


"Teşekkürler," dedim. "Orada olacağım."


"Birlikte masaya geçelim." Bir teklif değildi, bir emir de değildi fakat başka seçeneğim de yoktu. Sinir bozucu bir yönlendirmeydi sadece.


Tabureden kalkıp kadehimi kavradım ve adımlarımı Hasan'ınkilere uydurdum. Elimdeki sıvıyı hâlâ bitirmemiş olmam dikkat çekecekti. Zaten az önce Hermes de gözlerini dikip bakmıştı, şimdi yine bakacaktı fakat kendimi zorlarsam içimin dışıma çıkacağını çok iyi anlamıştım. Ne yapacağımı bilmiyordum şimdilik. Bir yolunu bulacaktım.


Ensemde hissettiğim bir nefes daha vardı, yok sayamıyordum. Ben Hasan'la kumar masasına doğru hareketlendiğim an Serdar da peşime takılmıştı. Rahatsız ediciydi. Onun ağzını burnunu kırsam oldukça rahatlardım aslında.


Görkem oturuşunu düzeltti sandalyede. Hafifçe bükerek öne uzattığı bacaklarını, dizlerini az öncekinden daha dik bir konuma getirerek toparladı. Benim için yer hazırlamıştı, kucağında.


Elimi omzuna koyup başında dikildim. İyi görünmüyordu, bariz bir şekilde belliydi. Avuçlarımın arasındaki kadehi ben ne olduğuna anlam veremeden çekti ve kendi dudaklarına götürdü düşünmeden.


Beni kurtarmıştı. İçemediğim şeyi o içmiş, masaya boş kadehi bırakmıştı. Alkole karşı fazla dayanıksız olduğunu kendi ağzıyla itiraf etmesine rağmen yine de yapmıştı işte. Kendince bir ödeşme başlatmıştı yine.


Halimi görmüş, kusacak gibi hissettiğimi anlamış ve benim yerime yanan o olsun istemişti bu akşam. Neyse ki bu seferki ilaçsızdı.


"Hoş geldin sevgilim." Eli, omzundaki elimin üzerine kapanmıştı. Gülümsedim yine. Bugün ne çok gülümsemiştim, yorucuydu.


Hermes'in bakışları birkaç saniyeliğine üzerimizde oyalandı. Ardından Hasan'la göz teması kurduğu an ayağa kalktı. Hasan'ın yüz ifadesi ciddiyete büründü, küçük bir hareketle iki yana kıvırdı dudaklarını ve elini Hermes'e uzattı.


Aralarında bir ast üst ilişkisi varsa eğer, üstün Hermes olduğu çok belliydi. Hasan ona saygı duyuyordu, aynı zamanda masasında ağırlayacağı için gururluydu da.


İkisi arasında geçen tokalaşmanın ardından masadakilere döndüm yüzümü. Fahri Bey yine buradaydı, Serdar da boş bir sandalyeye oturmuştu. Hasan ve Hermes karşımızda kalıyor, Görkem de kastığı yüzüyle onlara bakıyordu.


Yolunda gitmeyen şeyin yine takıntılarıyla ilgili olduğunu düşünüyordum. Bugün, diğer günlerden daha fazlaydı çünkü dün gece benimle uğraşırken kendini çok fazla sıkmıştı. Kendisi de sebebinin bu olduğunu söylüyordu.


Adını Kaya'nın söylediği ama şimdiye kadar hiçbir işime yaramayan adamlar da masanın çevresindeki çemberin içindelerdi. İlk el başladı, bahisler uyuşturucular üzerinden açıldı.


Elin kazanını Hermes olurken Görkem'in yüz ifadesi oldukça rahattı fakat ben omzuna dokunuyor olduğum için kaskatı olduğunu hissediyordum baş ucunda dikilirken.


Bir tahminim oluştu o an dün geceyle ilgili. Hermes oyuna bir sebepten katılamamıştı. Oyunun bir şekilde iptal edilmesi gerekliydi ve kurban olarak damdan düşer gibi masaya dahil olan Kuzey'i seçmişlerdi. Bu oyunu kazanması için ayarlanan kişi Hermes'ti ve onun katılmadığı masa da şipşak bir yöntemle iptal edilmişti.


İkinci eli de poker yüzüyle Hermes kazanınca daha da kuvvetlendi tezim. Görkem'in yenemeyeceği düzeyde bir kumarbazdı ya da ortada dönen bir hile vardı.


Burası poker oynanan havalı bir masa değil, pis yedili oynanan kıraathanevari bir masaydı ve benim öğrenmekten en keyif aldığım oyun nedense pis yedili olmuştu. Güzel bir denk gelişti. İşime yarayacaktı. Kontrolü elime almam gerekiyordu.


Üçüncü el için deste kesildi ve kartlar dağıtılmaya başlandı. Puanlamayı krupiyer not alıyordu. Görkem berbat bir halde değildi fakat Hermes'le aralarındaki fark böyle giderse çok daha fazla açılacaktı.


Selma'nın bize doğru yaklaşmaya başladığını gördüm. Amacı beni buradan uzaklaştırmak olacaktı, daha öncede yapmıştı aynısını. Bu defa izin vermeyecektim çünkü olmam gereken yer Görkem'in yanıydı.


Parmaklarım ensesindeki yolu takip ederken onun eli üçüncü kadehini yuvarlamak üzere dudaklarına doğru hareketlenmişti. Benim için dökülen kadehi de yine o içmişti, kaybettiği için kızıyor ve kendini alkole veriyor gibi göründüğünden şüphe çekmiyorduk. Oysa sadece benim arkamı toplamak için yapıyordu.


Selma daha fazla yaklaştı, ben daha fazla kaçmak istedim. Bir kaçışım olduğunu biliyordum. O zaman beni çekip alamazdı.


Görkem'in dizlerine bir kez daha oturmak mecburiyetinde kaldım. Dün geceki sahnenin aynısı gerçekleşti yine. Belimi kavradı, sırtımı göğsüne doğru çekti ve diğer eline kartları aldı rahat bir tavırla.


Selma bakışlarını benden çekip Hermes'e çevirdi. Onun baş ucuna gitti ve hiçbir şey söylemeden masaya ellerini yaslayıp onunla abisinin arasında dikilmeye başladı. Abisinin Hermes'e duyduğu saygıyı onun gözlerinde görememiştim.


"Sorun nedir?" diye sordum Görkem'e yaklaşarak. Peruğunun bitiminden alnına doğru akan teri sildim parmağımın ucuyla. Kimse terleyen bir kumarbazı ciddiye almazdı.


Saçımı kulağımın arkasına doğru atarak dudaklarına yer açtı orada. Fısıltısı huylandırdı yine beni. "Elim titriyor," dedi. "Titremesin diye uğraştığım için daha fazla titriyor."


"Neden?"


"Başım ağrıyor ve nane şekeri yiyemiyorum." Konumun itibariyle ona üstten bakıyordum, gözlerini yukarı çevirip konuştuğundan sanki bana sığınan biriymiş gibi hissettiriyordu. "Karşımda asılı duran tablonun sol ucu sağından daha yukarıda." Gözlerimi oraya çevirdim. Haklıydı. "Fahri Bey iki çorabını farklı renk giymiş, muhtemelen bir totem ama rahatsız ediyor beni. Ayrıca içeride tek sayıda insan var. Kapıdaki koruma bir adım daha atıp salona bassa çifte tamamlanacak ama basmıyor."


Onu dinlerken yüz ifademi sabit tutabilmem mümkün değildi ne yazık ki. Havalanan kaşlarımın diğerlerinin görüş açısında olmaması güzeldi. "Üzerine, çok fena sarhoş oluyorum ama bu beni biraz olsun gevşettiği için içmeye devam etmek istiyorum."


Benim için değil, gevşediği için mi içiyordu önümüze ne koyulsa?


"Kazanacağını sanıyordum," diye fısıldadım. Çaresiz bakışlarını sadece ben görebildiğim için şanslıydık. Başını boynuma yaklaştırarak kendini gizliyordu. Elim, saçlarının arasına girdi. Peruğunu kaydırmamaya dikkat ederek yavaşça gezdirdim parmaklarımı.


"Çeksene iki kez," dedi tutunacak tek dalı buymuş gibi. İki kez saçlarını çektim yavaşça. Kendisine gelmesini istiyordum ama o kontrolü giderek kaybediyor gibiydi.


Nedense vicdan yükünü hissediyordum üzerinde. Sabah bana söylediği şey yüzünden, sonrasındaki tavırlarım ve bir krizin eşiğine gelmemin de etkisiyle kaldıramayacağı bir suçluluk duygusu her an patlamaya hazır şekilde içinde duruyordu.


Bir küfür etti sessizce, parmaklarım boynundaki zinciri kavramış haldeyken. "Böyle olmazdı," dedi ağlayacak gibi. "Bu kadarı olmazdı. Geçiyordu. Kendimde değil gibiyim ve o herif gerçekten çok iyi. Bu şekilde kaybederim."


"Ben oynamak istiyorum," dedim diğerlerine başımı çevirip duyacakları şekilde. "Bu mümkün mü?"


"Masaya yeni birini eklememiz için oyunun sıfırlanması gerekir hanımefendi. Son turumuzu dönmek üzereyken hem de..." dedi Hermes. Hasan'ın kurduğu masada söz sahibi olan oydu. Kesinlikle bu adamın ardında güvendiği bir şeyler, belki Hasan'ı avucunun içinde tutmasını sağlayan bir koz vardı. "Kazanıyorken oyunu sıfırlamaya niyetim de yok ne yazık ki."


Görkem'in karnıma sarılı duran eli daha fazla sıkılaşırken tepkisiz bir şekilde ne yaptığımı anlamaya çalışıyordu. Aramızın bozulduğu imajını verecektim. Kazansın diye onu buraya getirmiştim ve iki el üst üste kaybetmişti. Gözümü hırs bürümüş, verilecek ödülü her şeyden çok isteyen bir kadındım.


"Sıfırlanırsa yeniden kazanamayacağınızdan mı korkuyorsunuz?" Parmaklarımı önümüze itilen kartların üzerine vurdum. "Haklısınız. Ben de olsam korkardım çünkü ben kolay kolay kaybetmem, beyefendi."


Şu özgüvenin arkasında bir iki gün önce kart oynamayı öğrenmiş biri olduğunu kim bilebilir ki? Parçala onu Yağmur.


"Neyse," dedim saçımı omzumun gerisine savurarak. "Sıfırlanmasını talep etmiyorum. Kuzey'in yerine son turu kendim oynayayım istiyorum." Dizlerinin üzerinden kalktım çabucak. "Ben buraya öyle ya da böyle kazanmaya geldim."


Kuzey'e attığım ters bakıştan sonra gözlerine ufak bir mahcubiyet yerleştirdi fakat sert bakışlarını korumaya devam etti diğerlerine karşı. Fahri Bey'in alnı kırışırken tam da istediğim gibi bir düşüncenin zihnini ele geçirmiş olduğunu gördüm: Kuzey Mila'ya aşıktı, Mila'ysa onu sadece bir araç gibi görüyordu.


Bir iki gün içinde hepsi böyle düşünmeye başlayacak, belki de aralarında dönecek olan erkek muhabbetiyle birlikte ona acıyıp onu aralarına çekmek veya beni yalnız görüp bana yaklaşmak isteyeceklerdi. İki türlü de kârlı çıkan biz olacaktık.


Hasan ağzını açmak üzereyken, "Buyurun, sevgili Mila," dedi bizim yarı İspanyol yarı Türk ne idüğü belirsiz herif.


"Onunla aynı masaya oturmam," dedi Serdar anında.


"O halde," başımla diğer tarafı işaret ettim, "oradaki masalara geç. Kendine bir viski al ve nasıl kazanacağımı seyret."


Görkem gülmemek için kendini tutuyordu. İstisnasız her zaman bu tavrım hoşuna gidiyordu. Az önce onun karakterini diğerlerinin önünde ezmiştim ama hiçbir şekilde gurur yapmıyor, elindeki ipleri seve seve teslim ediyordu elime.


Masadan kalkıp sandalyeyi boşalttı. Kendine bir içki daha aldı ve dibimdeki duvara yasladı sırtını. Yeşil gömleğinin yakası hafifçe kenara kaymıştı. Dövmeli eli bu gece bilmem kaçıncı defa bir kadehi kavramıştı ve derin bakışlarıyla dışarıdan etkileyici görünen bir adamdı Kuzey. Görkem'se onun içinde bir köşede, hâlâ takıntılarını kontrol etmenin savaşını veren ve edememenin öfkesini duyan biriydi.


"Sen başlayacaksın," dedi Serdar gözlerini devirerek. Bir insan bir insandan ne kadar hoşlanmıyorsa o kadar hoşlanmıyordu benden. Selma'nın da bakışları sandalyeye oturduğum an değişmiş, Hermes'in bana karşı toleransını gördüğündeyse iyice üzerime saplanmıştı.


Baskı altında değildim, hissetmiyordum. Zaten ortada kaybedilen bir oyun vardı. Daha fazla batırsam da bir şey olmazdı. En azından şansımı denemiştim diyebilirdim, içim rahatlardı.


Görkem'e çevirdim başımı. Gözlerinin arkasında gördüğüm güven, damarıma enjekte edilen bir serum gibiydi. Göz kırptı bana, ardından masaya çevirdi bakışlarını.


Şanslı bir ele denk gelmiştim. Bazı kart oyunlarının kuralları masadan masaya farklılık gösterirdi ve buradaki kuralları da izleyerek çözmüştüm. Sinek 7 atarak başlattım oyunu. Eğer sıradakinin elinde herhangi bir 7 yoksa yerden üç kart çekmesi gerekiyordu.


Fakat ortaya atılan ilk kart sinek 7 olduğunda çekilmesi gereken kart da iki katına çıkardı. Bu masada kural bu şekilde işliyordu.


İlk hamleden Hermes'e 6 kart çektirerek başlamış oldum böylelikle. Hermes güldü, ben gülmedim.


Tur döndü, elime bir adet joker geçti ve asıl kumar benim için o an başladı.


Joker, puanı en yüksek olan karttı. Bizimse amacımız en az puanı almaktı. Elimde joker varken biri elindeki kartları bitirirse haneme yüksek sayılar yazılacaktı fakat ben jokerle bitersem, onların elindeki kartların puanları toplamı hanelerine on ile çarpılarak yazılacaktı.


"Tek," dedi Hermes elimde iki kart kalmışken. Ona bir ton kart çektirmiş olmama rağmen yine de teke düşe ilk oyuncuydu.


Oyun şu an maça üzerinden dönüyordu. Benimse elimde bir vale, bir joker vardı. Jokeri atarsam ona on kart çektirir, tek der ve diğer el sıra bana geldiğinde valeyle bitip hanelerine yazılacak puanın ikiyle çarpılmasını sağlardım.


Riske girdim. Valeyi attım ortaya. "Karo," diyerek değiştirdim maçayı. Elindeki kartın maça 7 olduğunu düşünüyordum. Kartları tek tek takip etmiş, ezberlemiştim atılanları. "Tek."


Hermes bana baktı, ben ona baktım ve üzerimden ayırmadığı gözleriyle ortadan bir kart çekip sırasını pas geçti. Diğer el sıra bana geldiğinde jokerle bittim.


Bu, ViloPulov'da özel gücümü kullanıp kazandırdığım oyundan bile daha havalı hissettirmişti bana.


Tahmin ettiğim gibi Hermes'in elindeki kartlardan biri maça 7'liydi. Üstelik diğer çektiği kart da 7'li gelmişti şansına. Elindeki her 7'li için ortadan üç kart çekmek zorundaydı. Hepsini topladığında ve üzerine onla çarpıp hanesine yazdırdığında artık liderlik koltuğunda ben vardım.


"Beni bitirdin Mila," dedi yenilgiyi saniyesinde kabullenerek. Egolu değildi, en azından bana karşı. Serdar gibi nefretle bakmıyordu mesela yüzüme.


"Sizce bu normal mi?" diye sordu Serdar neredeyse öfkesini kusarak. "Sahibini masaya oturtarak başladın oyuna, iki el üst üste kaybetti. Sonra çıktın geldin, tak diye kazandın ve aldın ödülü. Bu mudur? Büyücü müsün hileci mi?"


"Hasan Bey," dedim onu görmezden gelerek. "Sizin misafirperverliğiniz konusunda hiçbir şikayetim yok fakat bu adam benimle bu şekilde konuşmaya devam ederse itibar kaybedeceğinizi belirtmek isterim."


Fahri Bey doğrudan başını sallayarak bana katıldı. Diğerlerinin arasında ışıl ışıl parıldıyordu. Ona güvenmek istemiyordum ama o dünyanın en güven verici görüntüsüne sahip yaşlısıydı sanki.


Puantiyeli kravatını düzeltti. "Mila Hanım çok haklı," dedi. "Dün madde kullanmış olmanıza verip görmezden geldik fakat bugün, bir kadının yanındaki adamdan o kadının sahibi diye bahsediyorsunuz. Bu benim gözümde tahammül edilemez bir seviye."


"Bunak, inan sen de tahammül edilemez bir seviyedesin. Ne yapıyorsun, suyuna giderek o kızı yatağa atabileceğini mi sanıyorsun? Moruklardan hoşlandığını sanmıyorum. Yol yakınken bas geri."


"Beyefendiler ve Mila Hanım, affınıza sığınıyorum." Fahri Bey, Serdar'a dönüp dişlerini sıkarak gülümsedi. Çenesi gerilmişti. "Serdar, siktirtme belanı."


Hermes, Selma ve ben aynı anda kahkaha atmaya başladığımızda kısa süre içinde Serdar da dahil bütün masa krize girmiş; salondaki herkesin odağı biz olmuştuk. Fahri Bey gibi bir adamı bile raydan çıkarmıştı o herif.


"Kusura bakmayın tekrardan," dedi Fahri Bey bize dönerek. "Af edersiniz."


"Kafa adamsın aslında." Serdar sırıtıyordu. "Bakarsın anlaşırız."


"Hadsiz, beyinden yoksun, bir çöp kadar değeri olmayan, gelişimini tamamlayamamış bir mağara adamıyla tek bir konuda bile anlaşmam ben." Gülmekten karnıma ağrı saplanmıştı. Fahri Bey yeniden bize, özellikle bana döndü. "Özür diliyorum tekrardan."


Hermes aramızda ilk ciddileşen isim olurken önüne bir kağıt çekti ve üzerine bazı sayılar yazıp avucumun içine tutuşturdu. "Çıkış yapacağınız gün teslim alabilirsin ödülünüzü." Ödülüm uyuşturuculardı. "Diğer günler yine kazanırsanız, ödül katlanır. Bu, bugünün hediye çeki."


Hasan kaşlarını hafifçe çatmış, sinirli diyebileceğim bir yüzle bakıyordu Hermes'e. Normalde bana çeki verenin o olması gerekirdi. Kendisine patronluk taslandığının farkındaydı ve bundan hiç hoşlanmıyordu. Selma ise hiçbir şeye takılmıyordu.


"O halde," dedim iki elimi masaya yaslayıp ayağa kalkarken. "Yeniden görüşene dek hoşça kalın. Serdar, sen hariç. Sen geber."


"Bilmukabele," dedi sırıtışını silmeden.


"Çok eğlendim," diye araya girdi Görkem. Yüzümü ona çevirdim. Sırtını o kadar çok geriye vermişti ki duvara yapışmış olabileceğini düşünüyordum. "Bu kadın var ya bu kadın..." Islık çaldı. "Çok fena."


Görkem iki arada bir derede zilzurna sarhoş olmuştu.


Elimi alnıma vurup onun koluna girdim. "Aşkım, gidelim hadi." Haline gülmekle meşguldüm çünkü ayakta bile duramıyordu.


"Mila."


'Oh, neyse ki planın hâlâ farkında.'


"Milaaa..."


"Söyle, gel." Koluna girdiğim an diğerlerine el sallayıp kıkırdayarak Görkem'i çıkışa doğru ilerletmeye başladım. Diğer yandan kartı ve çeki de avucumun içinde tutuyordum.


"Nasıl kurtardım ama seni." Elini şöyle bir havada sağladığı an dengesini kaybettiği için yalpaladık. Kolunu tutup omzuma bıraktım. Biz ikimiz buradan adam akıllı çıkamayacaktık sanırım. İlla birinin diğerini taşıması gerekecekti. "Of, yer kayıyor. Kaç kadeh kırıldı biliyor musun sarhoş gönlümde?"


"Kaç tane?" diye sordum onu itekleyerek asansör kabinine sokarken.


"13."


"Efendim?"


"13 tane."


Elimi bir kez daha alnıma vurduğumda sarhoş Görkem'e gülmekle alkolün onu ne kadar aptallaştırdığına şaşırmak arasındaydım. Parmağımı kırmızı tuşun üzerine yaslarken o da ağırlığını üzerime vermemeye çalışıyordu fakat başarılı olduğunu söyleyemeyecektim.


"Çok mutsuzum." Sessizce bir küfür mırıldandı. "Nasıl kaybederim? Sen olmasaydın ne yapacaktım? Çok öfkeliyim." Kabinden koridora çıktık birlikte. "Ya olmasaydın?"


"Varım ama," dedim. Baş ağrısından kurtulmak için içmişti, biliyordum. Kendine kızgınlığını unutmak, takıntılarını durdurmak istemişti ve buna sığınmıştı. Şimdi daha da öfkeliydi eskisinden. Her şeyi batırdığını düşünüyordu en çok da. "Senin bıraktığın noktada ben devraldım bayrağı. Sorun yok. Bu yüzden buradayım."


"Ama ya olmasaydın?"


"Ama varım."


"Ama kapının arkasındasın." Oda kartını pantolonun cebinden çıkarıp elime tutuşturdu. "Sen niye kapının arkasındasın? Bana baktığım her yerdesin diyorsun, sen benim baktığım hiçbir yerde değilsin."


Yalnız hissetmesi gereken kişi bendim. Değer verilen, gözbebeği olan kişi oydu fakat o böyle hissetmiyor gibiydi.


"Kapı bile yoktu," dedi odaya girdiğimizde. Güvenli alanımıza varmıştık. "Sadece duvardı sana bakınca gördüğüm. Kapıyı ben çizdim. Çizmeye çalışıyorum yani en azından... Bu da bir gelişmedir."


"Ne anlatıyorsun sen?" diye sordum. "İşlem sorup seni delirterek bütün gece eğlenmemi istemiyorsan gel de elini yüzünü bir yıkayalım."


Omzuma attığı eli, yara izimdeki dövmenin üzerine çarptığında parmaklarını hızlıca omzumdan koluma doğru kaydırdı. "Sen eğleneceksen beni delirtebilirsin, sorun yok."


"69 kere 7?" dedim cümlesindeki anlama odaklanmak yerine.


"Bilemiyorum şu an," dedi. "Elimle sayacağım." Yatağa oturmasını sağladığımda giyeceklerini ayarlamak için askılığa doğru hareketlendim. "13, nereye gidiyorsun? Parmaklarım yetmiyor. 13, yanında fazladan abaküs var mı?"


"Sana eşofman getirdim," dedim yatağın üzerine siyah takımı bırakırken. "Giy bunları, ben de banyoda değiştireyim üzerimi."


"Olmaz öyle." Ayağa kalkmayı denedi, yatağa düştü. Sonra yine kalktı. Başı döndü. Yalpaladı. "Ben giderim banyoya."


Omzuna bastırdım ve küçük bir hamlemle bile yeniden oturdu. "Ayakta duramıyorsun daha," dedim haline gülerken.


"Sürünerek giderim gerekirse," dedi. "Sen kazandın, sen gülüyorsun, senin keyfin yerinde ve bir aynanın bunu bozmasına izin vermeyeceğim. Banyoda ben giyinirim."


"Ellerin titriyor." Gözlerimi sakallarından çekip tamamen ellerine odakladım. "Arkamda yamuk bir tablo yok. Fahri Bey'in çoraplarını görmüyorsun. İçeride iki kişiyiz. Senin ellerin yine de titriyor ara ara."


"Bu bir çeşit yoksunluk belirtisi." Başını öne eğdi. Saklanmıyordu. Konusunu açtığım an kendi hakkındaki gerçeği ortaya koymaya hazırdı. "Parasetamolsüzlükten oluyor. Genelde gece yarıları, ben odamdayken artıyor."


"Ağrı kesici almadığın her gün bunu yaşıyor musun yani?"


"Hepsinde değil. Ruh halim iyi olmadığı zamanlar genelde."


"Görkem," dedim çekinerek. "Bu senin silah tutmanı engellemiyor mu?"


"Allah korusun," dedi. "Yaşamadım öyle bir şeyi hiç."


"Umarım tamamen geçer."


"Bu baş ağrısıyla zor." Ellerini yatağa bastırdı ve ayağa kalkıp dik durabildi bu sefer. Eşofman takımını alıp elini duvara yasladı ve duvardan destek alarak banyonun yolunu tuttu. O banyodayken ben de hızlıca üzerimdekilerden kurtuldum ve bordo renkli bir takım geçirdim üzerime.


"Katlanamıyorum," diyerek çıktı banyodan. Giyinip giyinmediğimi bile sormak aklına gelmemişti, normalde seslenirdi. Peruğunu da lensini de çıkarmış, tamamen kendi kişiliğine bürünmüştü. Elimdeki elbiseyi askıya geçirip ona döndüm yönümü tamamen. "13, çok ağrıyor başım. Her saniye beşe katlanıyor sanki."


"Psikolojik," dedim. "Üzerine konuştuğumuz için böyle."


"Olduğum yeri hak etmiyorum," dedi birden. Elinde tuttuğu pantolonla gömleği askıların olduğu tarafa fırlattı ve yatağa doğru ayaklarını sürüyerek yürüdü. "Takıntılı bir ruh hastası... Tek hissettiğim bu bazen. Liderlik bana yakışmıyor."


"Ruh hastasını tanımla." Yatağın diğer ucundan dolaşıp kendi yerime geçtim ve battaniyeyi sıyırdım. "Ölen birinin sesini taşıyorum içimde. Bu da ruh hastalığı mıdır?"


"Konu bu sefer sen değilsin." Üzgündü. "Konu bu sefer benim beceriksizliğim. Oyunlarda kendime her zaman güvenirim, hiç kaybetmem. İddialıyımdır ama bu gece iki kez üst üste yenildim ben. Sen olmasaydın başarısız bir görevdi bu. Sen olmasaydın dün zehirleniyordum da ayrıca. Farkında bile olmadan hem de. Sen geldiğinden beri ben ben değilim sanki."


"Ne demek bu?"


"Üçüncü eli benim toparlamam gerekirdi, o oyunu inat edip benim kazanmam gerekirdi çünkü benim görevimdi. Sana kart oynamayı bile ben öğretmedim ama sorgulamadan sana bıraktım sahneyi. Sen bana karşı çıkıyorsun, ben buna ses çıkarmıyorum. Aksine, tüm bunlar hoşuma gidiyor."


"Sarhoşken çok konuşuyorsun," dedim onu durdurma niyetiyle. Mantıklı düşünemiyordu. Kendisi de söylemişti, aklının kontrolünü kaybediyordu. Çenesine vurmuştu şimdi de.


"Ağrıdan öleceğim," dedi alakasızca.


"Gel." Elimi dizime vurdum. "Yasla başını."


Anlamsız bakışlarını omzunun üzerinden suratıma yolladı. Kısa bir süre sonra itiraz etmeden, karşı çıkmadan yaptı söylediğimi. "İyi değilsin," dedim. Yüzünü yeni yıkadığı için saçlarının uçlarında damlalar vardı alnına doğru süzülen.


"Başaramadığım her an lider olmayı hak etmediğimi düşünüyorum."


Ben beni görmesin diye ne kadar duvar örüyorsam o onu göreyim diye o kadar cam koyuyordu önüme.


Benimle dertleşmeye çok hazırdı. Sadece Kaya'nın da sabah söylediği gibi adımları benden bekliyordu. Sorsam veya azıcık üzerine gitsem, hiçbir şeyi esirgemeden dökecekti içini bana.


Parmaklarımı şakaklarına yasladım ve dokunduğum yerlere bastırarak masaj yapmaya başladım ağrıyan başına. Aklı yerinde değildi. Kontrolüni elinden kaçırmıştı. Müdahale etmezsem ben uyuduktan sonra gidip ağrı kesici bile isteyebilirdi birilerinden. Beklerdim.


"Bence ben, bu kadar güvenilecek bir adam değilim," diyerek devam etti kaldığı yerden. Kimseye kolay kolay güvenmeyen biri olarak bu söylediğine katılmıyordum. "Görkem halleder diyorlar. Eve döndüğümde Görkem halletti diyecekler. Ama sen hallettin aslında. Bu hep oluyor. Kaya hallediyor ama ben hallettim sanılıyor. Arda yapıyor, Can yapıyor, ben yapmıyorum. Sanki ben hiçbir şey yapmıyorum da öylesine lider diye pohpohlanıyorum."


Onu sessizce dinlerken elimi saçlarının ön tarafından geçirip alnını ortaya çıkarma amacıyla tutamlarını geriye doğru taradım. Sesli bir nefes verdiğini duydum, çenesini hafifçe kaldırarak işimi kolaylaştırdı.


"Aman Duman, ne bu drama seviyen senin ya?" Parmaklarım bu defa alnında dolaştı yavaş hareketlerle. Çizgileri takip ediyordum. "Sana birçok konuda birçok laf edebilirim. Her fikrine karşıt tez oluşturabilirim fakat konu liderliğinse bende bile durur akan sular. Kendine saçma sapan yüklenmeyi kesmezsen alnına yiyeceksin tokadı, baş ağrın yüze katlanacak."


Dizlerime başını iyice yerleştirip ayaklarını yataktan sarkıttı. Gözleri kapalıydı. Açıp bana baktı alttan alttan, sonra gülümsedi, sonra tekrar kapattı onları. "Çapa, dümeni etkisiz bırakıyor."


"Hım?"


"483," dedi. Kasılan omuzları gevşemişti, çenesini de sıkmıyordu artık. Başında cirit atan parmaklarımın onu mayıştırdığı belliydi. "69 kere 7, 483 yapıyor."


•⚓•


Duygusalım, çünkü bu benim İstanbul'da yayımladığım ilk bölüm :')

On üç benim için de milat oldu gerçekten. Yeni başlangıçlar falan filan... Artık üniversiteli bir Azra... Yaşlanıyorum sanırım.

Nasılsınız? Sohbet edelim. Nasıl gidiyor, yolunda mı her şey? Nasıl buldunuz bölümü?

Yeni karakterimiz Hermes Deneb hakkındaki görüşlerinizi almadan tabii ki gitmem buradan.

Fahri Bey için de söylemek istediğiniz bir şeyler varsa alabilirim djdkwlksmw

Kilitleri açarak ilerlememiz için bu bölümlere ihtiyaç var. Şu an karışık geliyor olabilir fakat bir gün dönüp baktığınızda diyeceksiniz ki, aslında biz bunu çoktan görmüşüz/öğrenmişiz. İşte Analiz'in bu bölümleri tam olarak böyle bölümler.

Bölümü 13 bin kelimeye tamamlamak için eklenen çok özel ve güzel bir paragraftır bu.

Teşekkürler ve iyi günler.

🔵🤝🔵

Yorumlar

Popüler Yayınlar

36. "Çatlaklar ve Kırıklar"

55. "Geri Sayım"

35. "Görülme İhtiyacı"