16. "Ters Kelepçe"
Bölüm şarkıları:
Scarlett Rose, Dark Times
Lil Happy Lil Sad, Let Me Die
🕐
Bir yara eşittir bir iz.
Sen misin o mu çaresiz?
•⚓•
Yalnızlık.
Bir sözlükte adım yazılsa karşısına konulacak o kelime. Doğumumdan bugünüme ve muhtemelen bugünümden ölümüme kadar benimle gelecek olan tek şey. Süreye vurduğum zaman, yirmi altı yıllık hayatımda en fazla hissettiğim duygu. Benim kabuğum, duvarlarımın ardı ve aynı zamanda bir kara delik. Düşenin kaybolduğu ve tek düşenin ben olduğu...
Gözümü açtığımda etrafımda benden başka bir nefes olmamasına çok alışkınım. Yalnız yaşamak zor değil benim için. Aksine, başka bir insanla aynı çatının altında uyandığım gün sayısını ömrüme oranlarsam inanılmaz az bir yüzde elde ederim.
Fakat birkaç gündür işler değiştiğinden, evde başka sesler tarafından uyandırılmaya başlandığımdan ve hatta son üç gündür daha da abartıp biriyle aynı yatağı paylaştığımdan bu seferkini garipsedim.
Çünkü otel odasında tektim.
Saat beş buçuğu geçmişti. Akşam üzeri olanından... Bu yaşadığım uyku değildi, bu baygınlık gibi bir şeydi. Hafızamda koca bir boşluk vardı ve yerimden doğrulmama izin vermeyen bir baş ağrısına sahiptim.
Görkem'in olması gereken taraftaki yorgan öylece açık duruyordu, benim üzerimse örtülüydü. Telefonu yoktu, peruğu ve lens kutusu da. Odanın köşesinde bir ceket duruyordu fakat Görkem'in kıyafetlerinden biri olmadığına emindim.
Kimin olduğunu bilmiyordum.
Boğazım sıkılıyormuş gibi hissettiğim için elimi boynuma götürdüm. Bunun sebebi boğazlı kazak giymiş olmamdı ama beni asıl şaşırtan parmaklarıma çarpan zincir oldu.
Ucunu kavradım ve üzerindeki M kabartmasına dokunduğumda kaşlarım hızla çatıldı.
Görkem'in künyesi neden benim boynumda duruyordu? O neredeydi?
Başına bir şey gelmiş olma ihtimali kalbimi hızlandırdı. Hafifçe doğruldum telefonuma uzanmak için. Yan taraftaki çekmecelerin üzerinde duruyordu. Ayrıca, orada bir sürü peçete de vardı ve üzerine kan bulaşmıştı.
Burnum sızladığında dün gece burnumun kanamış olduğunu anladım. Hafızamı yoklamaya çalışsam da her şey silik silikti. Boğazımdaki kuruluğu yutkunarak geçirmeye çalıştım, çatlayan dudaklarımı ıslattım ve genzimin yanma sebebini düşünmeye fırsat bulamadan telefona uzandım.
Görkem'i aradım. Telefonu kapalıydı.
Durdum. Analizcileri aramayı düşündüm ama sabretmem gerektiği kararına vardım. Bir işi olabilirdi. Telaş yapmamalıydım. Görkem, kafasına göre buradan ayrılacak biri değildi. Beni ne olduğunu hatırlamadığım ama yine başıma bir işlerin geldiğine emin olduğum gecenin sonunda yalnız bırakıp gitmezdi bir yere.
Belki de otelin içinde, bir işin peşindeydi ben burada uyuklarken.
Bekledim. Şakaklarıma devamlı masajlar yaparak dün yaşananları hatırlamaya çalıştım ve belli ölçüde başarılı da oldum. İkimizin yollarının ayrıldığını hatırlıyordum. O kumarhaneye inmişti, ben terasa çıkmıştım. Müzik sesleri vardı. Gözlerimi kapatıp görüntüleri yeniden yüklemeyi denedim.
Burnum yeniden sızladığında elimin üzerine baktım ve orada beyaz bir toz görür gibi oldum.
Parçalar yavaş yavaş yerine oturdu.
Uyuşturucuydu.
Burnumdan çekmiştim göreve devam edebilelim diye. Ortağım neredeydi peki?
Onu bir kez daha aradım, sonra bir kez daha. Hepsi yanıtsız kaldı. Aşağı inip çıkış saatini sormayı düşündüm ve hızlıca vazgeçtim bundan da. Görkem ne yaptığını her zaman bilirdi. Ortalığı velveleye vermeden sakince oturmam gerekiyordu.
Belki de Analizcilerin kızacağını düşündüğü bir şey yapıp kendi burnunun dikine gidiyordu ve ben arayıp onlara haber verirsem pot kırmış olacaktım. Bunu istemedim. Ona güveniyordum. En azından akşam yemeği vaktine kadar burada olurdu.
Olmadı. Saat yedi buçuğa vurdu, içimdeki korku seviye seviye artarken kalkıp mecburen hazırlandım. Yemekte görünmem gerekiyordu, şüpheleri üzerime çekmemem lazımdı. Biri bana Kuzey'in nerede olduğunu soracak olursa bir şeyler uydururdum ve döndüğümde o hâlâ odaya gelmemiş olursa Analizcilere haber verirdim.
Ona yarım saat daha süre verdim.
Çok korkuyordum ve sürekli kendimi dizginlemeyi denedim. Nefeslerimi düzenleyip kafamı başka bir yere odaklamak için askıların başına geçtim. Siyah bir pantolonla beyaz bir gömlek aldım elime. Kendimi kombin yapmaya da veremedim.
Üstümü başımı düzelttim. Banyoya tek girmek zorunda kaldım ve o aynanın başında tek başıma yaptım makyajımı. Kimse arkamda dikilip sırtını duvara yaslamadı ve beni izlemedi. Ayna vardı, ben vardım ve yapayalnızdım.
Hayır, dedi Mete. Durmazsan kriz geçireceksin.
Durdum. Bir nefes daha aldım. Saçlarımı at kuyruğu haline getirip çıktım odadan hızlıca. Ayakta durmak bile zordu, bacaklarım uyuşmuş haldeydi. Boynumdaki künyeyi çıkartmamıştım çünkü tutunabildiğim tek şey oydu.
Asansör kabini yukarı yükselirken Müjgan ablayı hatırladım önce. Müjgan ablamız, demiştim Görkem'e. Tanımadığım bir kadını ablam saymış, onun biricik aşkını boynuma asmıştım. Ben asmamıştım, bana emanet edilmişti aslında.
Gülümsedim, yüreğim acıyla burkuldu ama bir kez daha gülümsedim kendi kendime. Dün gece bölük pörçük yüklenmeye devam ederken ben ana odaklanmaya çabaladım.
Tek başıma oturduğum sandalyenin hemen arkasında tek başına oturan Serdar vardı. Beni fark etmedi. Telefonla konuşuyordu. Söylediklerini dıyduğumda ise sipariş verecek gücü bulamadım kendimde.
"İşini bitireceğim bugün," dedi konuştuğu her kimse ona. "Yanındaki herif çıkış yaptı otelden. Kız tek. Bak, gözden inanılmaz derecede düştüm. Bugün yarın şutlarlar beni. Fişimi çekecekler. Bir şeyler yapmam lazım. Bu kadında farklı bir durum var. Normal biri değil. Ajan mı bilmiyorum ama kumar oynayacağım. Aklımdaki gerçekse kazanırım, göze girerim aramızdaki köstebeği tespit ettiğim için. Değilse de zaten her şartta öleceğim. Bu son şansım. Bu kadın, son kozum ve ben bir şekilde onu konuşturacağım."
Su bardağını kavrayan parmaklarım yavaşça onu dudaklarıma götürdü. Yudumladım. Midem yandı. Hiçbir şey yememiştim ve şimdi başıma bu çıkmıştı bir de.
Sakin kaldım. Korkularımı, duygularımı, hafızamdaki boşlukları, her şeyimi bastırdım ve olabilecek en makul senaryoyu tartmaya başladım kafamın içinde.
Serdar'dan kurtulmam gerekiyordu ve odaya dönersem bu mümkün olmayacaktı. Buzdolabının arkasında silah olması işime yaramazdı. O silahı çıkardığım an Serdar'ın şüphelerini doğrulamış olacaktım ve avucunun içine düşecektim.
Çok hızlı bir değerlendirme yaptım. Tüm ihtimalleri sıraladım arka arkaya. Sonra içimden Görkem'e bir küfür savurdum ve ayağa kalktım. Yavaş adımlarla asansöre doğru ilerlemeye başladım.
Beni asansörün önünde dikildiğim sırada ancak fark edebilmişti.
Onu duyduğumdan haberi yoktu.
Ayağa kalktı ve ilerlemeye başladı.
Kendimi kabinin içine atıp zemin katı tuşladım. Kapılar kapanmadan yetişememişti. Hangi kata gittiğimi görmek için beklemek zorundaydı, sonra diğer asansörü kullanacaktı. Böylece elimde bir buçuk dakika gibi bir süre olacaktı.
Onu otelin dışına çekecektim.
Koşturmadım, etrafıma şüpheyle bakmadım. Seri adımlarla dışarı doğru ilerledim sadece. Arkama bakmadım ama çok kısa bir süre sonra gölgesinin üzerime düşeceğini biliyordum.
İlk yapacağım şey olabildiğince uzaklaşmak olmalıydı buradan. Bunun için taşıtım yoktu ne yazık ki, ne yapıyorsam yürüyerek ve kimseyi riske etmeden yapmalıydım.
Elim cebime gittiğinde gözlerinin üzerimde olduğunu önümdeki arabanın arka camındaki yansımadan gördüm. Otelin kapısındaydı, bense sokağın sonunda sayılırdım. Eli pantolonun kemer kısmını yokladı. Silahı vardı. Benim yoktu.
Telefonumun ekranını açtım ve rehberimden Kaya'nın adını buldum hızlıca. Olabilecek en makul senaryo için uygun adaydı. Ben nerede olduğumu, nereye gidebileceğimi bilmiyordum ve o yerimi kolayca tespit edip beni yönlendirebilirdi.
"Ne var?" diye açtı telefonunu taş kafalı.
Uğruna kendini paraladığın insanların sana yaptığı muamele gözlerimi yaşartıyor Yağmur.
"Canım, neredesin?" diye sordum yüzüme bir gülümseme asarak. Serdar beni duyabilecek kadar yakınımda olabilirdi. Her an olabilirdi. Bunu sürdürebildiğim yere kadar sürdürüp zaman kazanmalıydım. Saniyelerin önemi vardı.
"Problem var," derken sesi ciddileşmişti Kaya'nın. Beni hoparlöre aldığını anladım çünkü bir sonraki kelimesinde sesi daha derinden gelmişti. "Neredesin..." diye tekrarladı kendi kendine. "Arda, bilgisayarımı kap gel çabuk."
"Bir kahve içelim diyorum," derken ilk kelimeme vurgu yapmıştım. "Biraz da kurabiye yeriz belki, belli olmaz."
"Peşinde biri var," dedi Can doğrudan. "Dahası gelebilir. Bilmiyorsun."
En azından zekilerdi.
"Görkem nerede?" diye sordu Kaya.
"Bugün bendensin." Bu tekim demekti ve anlayacaklardı. Nereye gittiğimi bilmiyor oluşum, işimi zorlaştıran tek şeydi. Geriye dönüp bakamıyordum ama bana yaklaştığına oldukça emindim. İnsanlardan uzaklaşmayı bekliyordu o da benim gibi.
Onu tekken yere serebilirdim ama onun gibi adamların tek başlarına iş yapmayacağını biliyordum. Bir zaman sonra bir yerden korumaları fırlayacaktı, kesin gözüyle bakmasam Analizcileri aramazdım zaten.
Telefonun öbür ucundan gelen sesler Analizcilerin arabaya koştuklarını anlattı bana. Kapı çarptı, arabanın kilidi açıldı ve Kaya bilgisayarını torpidonun üzerine koydu. Sesleri görüntülerle birleştirebiliyordum zihnimde. Rahatlamak için buna odaklanmıştım.
"Kuzey'le takıştık biraz. Çıkmazdayım."
"Bizim için bir çıkmaz sokak bulacağım," dedi Kaya. "Çünkü adamı elimizden kaçırmak istemiyorsun. Çünkü o bir tehdit ve otele dönerse emeklerimiz çöp olur. Onu tutuklamamız gerek, değil mi?"
"Evet," dedim. "Çok üzerime geliyor." Beni takip ettiğinin farkında olduğumu biliyordu Serdar. Elinin telefona gittiğini gördüm, o da birilerine haber verecekti artık konumumu. "Dertlerim bir değil iki değil. Biliyorsun beni."
"O Görkem'i asitlerde eriteceğim, görür gününü." dedi Arda sesinden endişe akarken. "Asya, korkma sakın. Yetişeceğiz. Ne olur kesme iletişimi. Silahı var mı?"
"Hım hım..." dedim normal bir diyaloğun içindeymiş gibi başımı da sallayarak.
"Tamam, dinle beni," diyerek araya girdi Kaya. "İlerlediğin sokağın sonunda, sol köşedeki marketten döneceksin. Düz ileri. Karşına bir gece kulübü çıkana kadar devam. Sonra sağdaki araya gireceksin ve ilk aradan yine sağa gireceksin. Çıkmaz sokak. Orada buluşacağız. Uzak değiliz. Biz gelene kadar ölme."
Yetişemeyeceklerdi ve arkamdaki bu adam, benim o sokağa girmemi beklemeyecekti. Sanki o kadar yakınımdaydı ki nefesini ensemde hissediyordum. Bu tamamen psikolojikti elbette. Aramızda en az on adımlık mesafe vardı. "Kapatmam gerek," dediğimde bir el, omzuma dokundu.
'İşte,' dedim içimden. 'Şimdi başlıyoruz.'
"Görüşürüz," derken kulağımdan telefonu çektim ve kapatmadan attım cebime.
Omzumdaki elin sahibine döndüğümde önce sahte bir şok astım yüzüme, sonra boş boş baktım suratındaki iğrenç sıfata. "Yine mi sen ruh hastası?" dedim Mila olmaya devam ederek.
"Biz seninle tam tanışamadık gibi ya..." Sırıttı dişlerini göstererek. Parmakları omzumu kavradı ve bu bile onu öldürmem için yeterli bir sebepti bana göre. Elini on saniye içinde çekmezse götüne sokarak başlayacaktım işe. Nereye kadar direnebilirsem o kadar direnecektim. "İstersen bana bir kez daha tanıt kendini. Belki ikna olurum." Sesinin altına sakladığı o ince tehdit tonunu yakalamak beni daha da öfkelendiriyordu.
"Otelde gördüğün her kadının peşine takılıyor musun böyle?" Omzumdaki elini ittirdim. "Bunun adına taciz diyorlar."
Belindeki silahı çevik bir hareketle çıkarıp belime dayadığında, kolunu omzuma atmış ve dışarıya iyi bir izlenim vermişti. Etrafta kimse yoktu halbuki.
Onu bir şekilde çıkmaz sokağa çekmem gerekiyordu. Bir namlu bana yaslıyken tek düşündüğüm buydu.
Bir namlu bana yaslıyken içimde tek bir korku bile yoktu kendimle alakalı.
Kaçarsa bir çuval inciri berbat etmiş olurdum. Tek umursadığım buydu.
"Yanımda zorla durduğunuzu düşünmüyorum," derken kulağıma doğru eğilmiş, tehditkâr bir ses tonu kullanmıştı yine.
Ayağına bastım, bileğini kavradım ve silahın namlusunu benden uzaklaştırdım. Ona yandan bir kafa attığımda omzumdaki kolu düştü ve afallamasından faydalanarak hızlıca eline geçirdim tekmemi. Silah savrulurken arkama bakmadan koşmaya başladım.
Beni elinden kaçırmamak için silahını bile düşünmedi ve koşturmaya başladı öylece. Bu taraftaki sokakların ıssız olması işime mi geliyordu yoksa bir dezavantaj mıydı bilmiyordum. Sadece koşuyordum nefesimi düzenli tutmaya çalışarak. Bakkalın oradan dönüş yaptım. Uzakta olmama rağmen gece kulübünün tabelasındaki kırmızı ışığı seçebildim ve son sürat devam ettim koşmaya.
Bacaklarım bir isyanla kasılırken karnıma giren saçma sancı işimi zorlaştırıyordu. Yine de yakalanmadan o sokağa kadar koşmaya devam edebildim. Sokağın çıkmaz olduğunu gören Serdar zafer kazandığını düşünmüştü ve yüzüne iğrenç bir sırıtış yerleşmişti yine bu yüzden.
Planımın tıkır tıkır işlediğini bilmiyordu.
Açıkçası ben de öyle olup olmadığından emin değildim.
"Şimdi nereye kaçıyorsun bakalım fıstık?" diye sordu.
Kusmak istedim.
Yavaş bir hareketle üzerimdeki beyaz gömleğin kollarını sıyırdığım sırada gözlerimi kısıp ona baktım. "Seni fıstık ezmesi yapacağım. Gel. Durma orada."
"Benim sicilim lekeli biraz," dediğinde aramızda beş adımlık mesafe kalmıştı. "Köstebek kokusunu ayırt edebiliyorum, tazı gibiyimdir bu konuda. Şimdi söyle bakalım, nedir senin esas meselen?"
"Konuşacak mıyız?" Ona bir adım yaklaştığımda öylece bana bakmaya devam etmesine anlam veremedim. Sağlamlığından şüphe duymadığım sol kroşemi yüzüne geçirdiğimdeyse artık bana bakmıyordu. "Kötü çocuk, ne bakıyorsun suratıma öyle? Hoşlanmam dik bakışlardan."
"Söylediğin iyi oldu." Elini dudağına bastırdıktan hemen sonra salladığı yumruk karın boşluğuma denk gelmişti. Kroşemin etkisinin daha uzun süreceğini düşünmüştüm. Hamlesi beklenmedikti ve bir anlığına nefesimi tıkadı.
Ona ardı ardına yumruklarımı savururken nefeslerim düzelmiş değildi. Kaburgalarım iç içe geçmiş olabilirdi, öyle hissettiriyordu. Aynı noktaya bir darbe daha savurdu ve yine kaçamadım. Yere çöktüm, pes ettiğimi sanıyordu.
Dizlerimin üzerinde dikildim, ayak bileğini yakaladım ve karnına kafa attım.
Ellerini karnına yasladığı an bileğini sertçe kendime doğru çekip dengesini kaybetmesini sağladım. Hızlıca üzerine atladım ve yere devirdim onu. Yumruğumu yüzüne savurdum, nihayet istediğim gibi vurabilmiştim. Bayıldığı için başı yan tarafa doğru düştü.
Kana bulanan ellerime bakarken o sahneler aklıma gelmesin diye dudaklarımı dişliyordum. Bu pislik herifin üzerinden kalktım ve sokağın başında duran araca baktım. İçinden üç kişi indiğinde maceranın daha yeni başladığı, belki de benim maceramın sonunun yaklaştığı belliydi.
"Beyler," dedim ellerimi havaya kaldırarak. "Patronunuz size onu canlı yakalayın demiştir eminim." Blöf yapıyordum ama demiş olmalıydı. Ölüm işine yaramazdı ki. Canlı bir köstebek isterdi, konuşturmak ve diğerlerine karşı benim üzerimden prim yapmak için. Onlar için önemli bir kozdum, son kozlarıydım.
"Silahları atalım, ben korkuyorum ve korkudan ölebilirim şu an. Panik atağım var." Titreyen ellerimi boğazıma doğru sardım ve gömleğimin yakalarını çekiştirdim. "Ölürsem üçüzlerime kim bakacak?"
"Üçüzlerin mi var?" diye sordu bana silahıyla yaklaşan en öndeki adam. Çok aramışlar mıydı bunu acaba?
"Nereden çıktın sen?" diye sordu daha akıllı olan. Silahını indirip beline koymuştu çünkü bana doğru yaklaşacak ve beni o arabaya zorla bindirecekti. "Abidin, patronla ilgilen."
Abidin benim üçüzlerimle daha çok ilgileniyordu patronundansa. Duvar dibinde yere serilmiş patronuna doğru ilerlerken ben de diğerleriyle göz temasındaydım.
"Dizlerinin üzerine çök," dedi arkadaki. "Ellerini başının üzerinde birleştir ki sana zarar vermeyelim."
"Başüstüne komiserim," dedim asker selamı vererek. "Bana zarar verirsen patronuna nasıl hesap vereceksin Abidin 2?"
"İsmim Behzat," dedi buna alınmış gibi.
"Patronun ağzı burnu yamulmuş Behzat. Kıza sık gitsin." Bağırarak konuşan Abidin'di ama bizden beş metre uzakta bile değildi. Adrenalinden bağırıyordu herhalde.
Allah böyle korumayı düşmanımın başına vermesin Yağmur. Sabır testi gibi biri.
"İndirin silahlarınızı. Kimse sıkmıyor kıza."
"Abidin 3 haklı," dedim kendisi bana yaklaşırken. Hiç düşünmeden yüzüme silahının kabzasıyla vurduğunda bunu önceden sezemediğim için kendime küfür ettim ama o ona ettiğimi sandı.
Sonrası benim için biraz karambol anıydı. Dizine tekme attığımı hatırlıyorum. Koca cüsseli adam bu hamlemle yere düşerken ateş etmemeleri için öbürlerine bağırıyordu. Bense onun üzerine çıkmıştım ve suratını yumrukluyordum. Tek isteğim bir an önce bayılmasıydı ama kontrolden çıkmış gibiydim. Devam etsem ölebilirdi bile.
Başka bir gün, bir sokak ortasında, birine karşı koyamamıştım. Beni etkisiz hale getirmeyi başarmış, oradan götürmüştü. O zaman, şimdiki kadar güçlü değildim.
Spor salonunda harcadığım saatlerin haddi hesabı yoktu o günden sonra. Kendimi çok fazla zorlayıp ağrılarım yüzünden gizlice ağlamamı hiçbir zaman umursamadım çünkü kas yapmak için değil, kendimi koruyabilmek için güçlenmeye çalışmıştım.
Herkesten ve her şeyden kurtulabilecek kadar fiziki güce sahip olmam gerekliydi ve sınırlarımı sonuna kadar zorladım bunun için.
Ben bir polistim ve buna rağmen kendimi koruyabilmek için ekstra çaba göstermem gerektiğini düşündüğüm bir psikolojinin içine düşmüştüm.
Şimdi altımda nefesi kesilmek üzere olan bu korumalardan birini öldürecek raddeye gelmemin sebebi, bugünüm değildi.
O gündü. 7 Şubat.
Sıktığım yumruklarım titredi.
Abidinlerden biri beni kollarımdan yakalayıp çekti. Kurtulmaya çalıştım ama aralarında en iri olanıydı. Ardından az önce üzerinde olduğum adam sendeleyerek doğruldu ve diğerlerinin yanında bir kadından dayak yediği için sarsılmış erkeklik gururunun da etkisiyle sağlamından bir yumruk geçirdi suratıma.
Gözlerimi kapatırken tek düşündüğüm öleceğimdi. Acıyı hissetmeden bile önce ölümü hissetmiştim.
Böyle bir sonu hak etmiyordum. Bir gün çıkmaz bir sokakta dövülerek ölmektense daha afilli bir ölümü tercih ederdim ama yine de gülümsedim. Küçük görünmeyecektim.
İçlerinden biri elini saçlarıma atarak başımı geriye doğru çekti. Yüzünü yüzüme yaklaştırıp birkaç 'Bak ne haldesin, senden daha güçlüyüm,' lafı söyleyeceği sırada kafamı alnının ortasına gömdüm.
Bu sefer de diğeri bana doğru gelip tekmesini savurdu karnıma. Önlerinde iki büklüm kalırken gözlerimi sımsıkı kapattım. Şiddetli bir bulanma hissi vardı midemde. Hazmedemiyordum. İçinde bulunduğum durumu hazmedemiyordum.
"Size boyun eğeni siksinler," dedim çenemi kaldırarak.
Öfke her yerdeydi. Gözlerimden yaş akmadı, karnımdaki sancı veya yüzüme yediğim yumruk beni ağlatamadı. Bir tekme daha yedim, yine de dirseklerimi hareket ettirerek kurtulma çabamdan vazgeçmedim. Bu onları şaşırtırken karşılaştıkları alev püskürten bir çift gözden de irkilmiş duruyorlardı.
Bir araba durdu sokağın sonunda, korumaların arabasının arkasında.
Kurtulduğumu düşünmedim çünkü Analizcilerin yetişmiş olması, bir sokak ortasında dövülmüş olduğum gerçeğinden kurtarmaya yetmezdi beni.
Sonra bir tekme daha yedim karnıma. Kapılar çarptı, yıldızlar söndü, gök karardı ve birilerinin adım sesleri duyuldu. Acı hissi dalga dalga yayıldı parmak uçlarıma kadar. Öksürdüm, nefesim tıkandı, ben yine başımı kaldırıp gözlerinin içlerine baktım.
"Öyle bir sıçtın ki," dediğini duydum Kaya'nın. Beni tekmeleyen adama bakıyordu. Sesi ölümcüldü. "Sen öyle bir sıçtın ki işte şimdi..."
Hızlı adımlarla çıkmaz sokağa girdiklerini gördüm. Korumalar anlık olarak kalakalmış, birbirlerine bakmakla vakit kaybederlerkense Analizciler yanımıza varmışlardı.
"Derinizi yüzmeden bu sokaktan çıkmak haram şimdi bize," dedi Arda. Can konuşmak yerine patronun başında dikilenin üzerine atladı. Kaya bana tekme atanla boğuşmaya girdi ve Arda doğrudan bana geliyorken arkamdaki adam bıçağını boğazıma dayayarak onu olduğu yere mıhladı.
Kalçama vurdu, bacağımı ittirdi ve ayağa kalkmamı sağladı. Göğüs kafesimden içeriye zorla gönderdiğim nefesleri düzene sokmaya çalıştım. Zor duruyor da olsam yeniden ayaktaydım ve bu benim işime gelirdi.
Boğazımdaki bıçağın soğuk yüzeyi beni diri tutan şeydi. Arda ellerinin boş olduğunu sakince arkamdaki adama gösterirken ben ona sorun yok der gibi bakıyordum. Korkmasın diye gülümsemek istedim ama acıyan canım yüzünden çenem seğirdi.
Bu anın uzayıp gitmesine izin vermedim daha fazla. Bıçağın boynumda ufak bir kesik bırakmasını göze alarak dirseğimi tüm gücümle arkamdaki herifin karın boşluğuna geçirdim ve ardından kolunu kavrayıp geriye doğru döndüm. Yüz yüzeydik. Kavradığım kolu saf dışıydı. Onu hızlıca duvara bastırırken sadece bir adım sağıma kaymam yetecekti. Beni yaralayabileceği mesafeden uzaklaşmış olacaktım.
Yetmedi.
Solak olabileceğini o saliselik dilimde düşünememiştim ve bu hatam, sol tarafımda bir iz olarak kazındı derime. Bıçağı tamamen saplamasına izin vermemiştim ama keskin ucu karnıma sürtmüştü. Akan kana bakacak olursam tenimde bıraktığı kesik biraz derindi.
Elim gömleğimin renk değiştiren kısmına giderken sertçe yutkundum, diğer elim duvardan destek alıyordu.
Sirenlerini kapatmış bir polis arabası durdu sokağın başında. İçinden inen birkaç memur olduğumuz tarafa doğru koşmaya başlarken onlar için her şey yolunda görünüyordu.
Yolunda görünmeyen tek şey daha fazla ayakta kalamadığı için duvarın dibine çöken bendim. Elim karnımın sol tarafının üzerindeydi ve tamamen kana bulanmıştı.
Ellerim yine, yeniden, bir kez daha kana bulandı. Biz hep kan kokarız, demişti Görkem. Kanın o kendine has kokusu üzerime sinmeye başladığında bunu hatırladım. Nasıl geçer demiştim, geçmez demişti. Geçmiyordu gerçekten.
Arda bir şeyler söyledi, karambol anında diğerleri onu duyamadı. Daha fazla bağırdı. Bu sefer ayırt edebildim sözcüklerini. "Kaya!" dedi. "Can!" dedi sonra.
Kaya bir an başını kaldırdı, yanımda hâlâ ayakta duran o adama ve sonra yere çökmüş bana değdi gözleri.
Sonra o adam bir anda kendini karşı duvarda buldu ve Kaya'nın yumruğu yüzünün ortasında patladığında bir kırılma sesinin kulağıma dolduğunu sandım.
Şokta olduğumu biliyordum. Etrafı sadece izlediğimi, ne yaşadığımı henüz tam olarak algılayamadığımı da biliyordum. Acı hissi kendini belli etmeye başladığı an bakışlarımı karnıma çevirdim. Çok fazla kan vardı.
Bir şey yok Yağmur. Yine bıçak yarası ama o seferki gibi değil.
Asıl şokumun sebebi, bana o anı tekrar hatırlatmasıydı zaten. "Asya!" diye haykırdı Can.
Arda yanımda dizlerinin üzerine çökmüştü. Boynuma iki parmağını bastırdı. "Şşh," dedi kana değil ona bakmamı isteyerek. Nabzımı ölçüyordu. "Sakin ol, tamam mı?" Dudaklarımı aralayamadım. Kavram algılarım yeni yeni yerine oturuyordu. Endişeli bakan gözlerine rağmen Arda'nın ifadesi ise soğukkanlıydı.
Kaya ve Can bir adım geride öylece dikilmişlerdi. Onlara bakıyordum ama sanki yoklardı. Buradaydım ama sanki değildim. Uyuşuyordum. Gözlerimin önünde karıncalar vardı. Nefes alamıyordum çünkü tekmeler yemiştim.
"Üçüzlerim düşmesin." Esprili olma çabam, doğru düzgün çıkmayan sesim yüzünden sonuçsuz kaldı ve hiçbiri gülmedi bana.
"Bilincin yerinde mi?" diye sorduğunda kafamı salladım Arda'ya. Kötü hissetmiyordum. En azından burada, bu şekilde ölmeyecektim. "Konuş benimle."
Tanımadığım bir memur da başımda dikilenler arasındaydı. Arda yırtılan beyaz gömleğimin düğmelerini alttan açıp yaramı ortaya çıkardığında Can ambulans çağırmaktan bahsediyor, Kaya'ysa Arda'nın halledeceğini söylüyordu. Muhtemelen hem Can'ı sakinleştirmek hem de Arda'ya güven vermek için böyle bir tavır almıştı. Çünkü ben yumruğunu sıkışını görebilmiştim.
Zaten otelin birkaç yüz metre ilerisinde olaya karışmış, sirenleri kapalı olsa da polis arabası katmışlardı üzerine. Bir de ambulansın gelmesi her şeyi mahvederdi. Görevler her şeyden önce gelirdi.
Arda hiç düşünmeden tişörtünü üzerinden sıyırdı ve yaramın üzerine bastırdı. Ellerim öylece iki yana düşmüş haldeyken ne yapacağını bekliyordum. Nefes aldıkça kaburgalarımdaki sızı arttığından dudaklarımı da aralamıştım. Ölmeyeceğim kadar hava burnumdan çekmeyi bıraksam ağzımdan içeri girsin diye yaptığım bir şeydi.
Karnıma bastırdığı tişörtünü bir anlığına geri çekti ve yarama yakından baktı. Benim tek görebildiğim kandı, izi seçemiyordum. "İç organlara zarar verdiğini sanmıyorum. Sol karın boşluğuna denk gelmiş. Yüzeysel bir yara gibi duruyor, iç deşilmemiş. Dikiş gerekip gerekmeyeceğinden emin değilim. Kanaması henüz durmadı, derinliği göremiyorum. Bandaj... Bandaj bulun. Su, bir de temiz bez benzeri bir şey."
"Dikiş yok," dedim sertçe. Bileğini kavrayıp Arda'nın gözlerinin içine baktım. "Dikiş olmaz."
İsterse karnımdan girip sırtımdan çıkmış olsundu bıçak. Ben, bu bedende bir dikiş izi daha taşımayacaktım.
Arda onaylar bir şekilde başını salladı ve beni sırt üstü yatırdı yavaşça. Kaya dizlerinin üzerine, baş ucuma çöktü. Can da söylenenleri bulmak için koşturan taraftı. "Tütün basamaz mıyız?" diye sordum. "Cebinde değil mi sigara paketin?"
"Enfeksiyon riskini arttırır," dedi Arda kesin bir dille. Esen rüzgar onu üşütüyor olmalıydı. Bana tampon uygulamak için yarı çıplak kalmıştı.
"Kanamayı durdurur ama."
"Asya ilkel yöntemler kullanıp seni riske atmayacağız. Benimle kal sadece. Devam et konuşmaya."
Yaraya bakmaya çalışırken Kaya çenemden tutup beni kendi yüzüne bakmam için yönlendirdi. "Konuş diyorsa konuş," dedi sertçe. "Burnun da başlamış kanamaya." Elinin tersiyle burnumun altını sildi. Bu sırada Can da gerekenleri bulup Arda'ya getirmişti.
"Darbe aldım."
Arda muhtemelen kanı tamamen durdurmak için ellerini daha sert bir şekilde yaraya bastırdığında ani bir hareketle doğrulur gibi oldum. Can omuzlarımdan bastırıp yeniden asfalta yatırdı beni.
"Elin ağırmış," dedim gülmeye çalışarak. Panik yapmalarını istemiyordum. "O kadar bastırırsan Cancan fırlayacak içimden. Yapıştır şu bandajı da kalkayım ayağa."
"İyisin," dedi Arda artık kırmızıya boyanmış tişörtünü üzerimden çekerek. "Görme kaybın var mı?"
"Biraz siyahsınız." Tenime nemli bir şey değdi. Muhtemelen yaranın etrafını temizledi, sonraysa bandajı yapıştırmaya girişti.
Kanlı ellerimle asfaltı sıkmaya çalışıyordum ama başaramıyordum. Can bunu anladığında elimi tutmuştu. Dört iğrenç adamın kanına bulandığı yetmezmiş gibi kendi kanımın da bulaştığı parmaklarım, onun parmaklarının etrafına dolandı.
"İyiyim," dedim etraftaki koşuşturmaca tamamen sona erdiğinde. Adamların hepsini kelepçeleyip paşa paşa araçlara götürmüştü polis arabasından çıkan ekip. Baygın Serdar'ı da taşımışlardı. Sokakta sadece biz kalmıştık. "Daha ağırlarını atlattım."
"Çok acıyor mu?" diye sordu Kaya beni umursamadan. Can'ın elini sıkan parmaklarım titrediği için yöneltmişti sanki bu soruyu. "Asya, bakma bana ölü gibi. Konuş."
"Gerçekten iyiyim," dediğimde kulaklarım yere yakın olduğundan mı yoksa karnımdaki kesik kulaklarımı bir anda daha iyi işittirmeye başladığı için mi anlayamasam da birinin koşar adımlarını duydum görüntüsünü bile görmeden önce.
Nefes nefese bir adamın gölgesi üzerime düştüğünde hafifçe doğruldum ve öfkemi esirgemeden gözlerinin tam içine baktım.
Bir kenarda duran kanlı tişörtü gördü, sonra kıpkırmızı olmuş gömleğimi. Gözleri hızlı hızlı etrafı tararken kendinden nefret ettiğini hissetmiştim. Bana iyi olup olmadığımı bile sormaya yoktu yüzü.
Doğrulmak için Can'ın omzundan destek aldım. Elimi bırakmak istemedi ama hızlı bir hareketle ondan kurtuldum. Bu karnımı kasmama sebep olurken acıyla kırıştı alnım ama yansıtmamaya çalışarak tamamen doğruldum.
"Hareket etmeme-"
Nasıl bir bakış attıysam laf Arda'nın ağzına tıkıldı. Çaresizce kabullendi ayağa kalkmış olmamı.
Görkem bana her an ağlayacak gibi bakıyordu. "Siktir," diyebildi. Kafasını hızlı hızlı iki yana salladı, yüzünün her santiminde bıçaklanan oymuş gibi bir acı vardı. "Hayır. Ben... Aklımı sikeyim."
Elim karnıma yaslıydı. Analizcilerin beni durdurmak istediğini biliyordum ama hiçbiri araya girecek cesareti bulamıyordu kendinde.
Gözlerim karardı. Bunu yok sayarak üzerine yürüdüm ve suçlu adımlarla geriye doğru gitti Görkem. "Ben seni bir saniye bile yalnız bırakmamıştım," dediğimde gözlerini sımsıkı kapattı. Elini alnına yasladı, durmadım. Sırtı duvara yaslandı geri gidecek yeri kalmadığında. Bir adım kadar önündeydim. "Seni koruyabilmek için her şeyi yaptım."
Nefes alamıyordu. Ayakta zar zor durabilen benden başka kimse nefes almıyordu bu sokakta. Kaya, Can ve Arda tepki bile verememişlerdi. Görkem, gözlerime bakmaya korkuyordu.
"Sana bir kere ihtiyacım oldu ya... Bir kere." Hayal kırıklığım ve kalp kırıklığım kendi içlerinde bir yarışa girdiler.
"Neredeydin?" Canım haddinden fazla acıdığı için titriyordum. Diğerleri oturdukları yerden bile kalkamamışlardı hâlâ. Hiçbir şey umurumda değildi. Cevap istiyordum.
"Üç tekme yedim karnıma, saydım senin için."
Ödeşmek için yerde duran bıçağı alıp ona saplasam bu cümlemi duyduğundaki kadar acıtamazdım canını.
Dolu, çaresiz, suçluluk duygusuna esir olmuş gözlerine bakarken benim de gözlerimin dolmasından nefret ettim. Güçlü kalmalıydım. Sessizliği sinirlerimi yıpratıyordu.
Başım şiddetle döndü. Göğsüne bastırdım parmağımı, yüzü bulanıklaştı. Düşmemem için ani bir refleksle kolunu belime sardığında ağırlığımı ona vermek zorunda kalmıştım. Artık dip dibeydik.
"Özür dilerim," dedi zorlukla kelimeleri bir araya getirerek. Kahkaha atmak geldi içimden ama bu canımı daha fazla acıtırdı. "Allah belamı versin, özür dilerim."
"Herkes," dedim kısık çıkan sesimle. "Herkes seni bana emanet etti. Ben senin bu hale düşmene izin vermezdim, vermedim." Parmaklarının yarama denk gelmemesine dikkat ederek belimi daha sıkı kavradı. Tek taraflı bir sarılma içindeydi. Kanım üzerine bulaştı asıl suçluyu işaretler gibi.
"Sana yeni söz vermiştim..." Çenesi kasıldı. Ayakta duruyordu ama aslında yerin dibinde hissediyordu. "Ben... Daha dün gece söz vermiştim." Hatırlamadığım kısımlar vardı. "Allah belamı versin benim. Yalvarırım sonra kız bana, canın acıyor şu an."
"Neredeydin?" dedim kalkanlarım düşerken. Tükenmiştim. Beni tutmuyor olsa yeri boylayacaktım. Gözlerim daha fazla kararmaya başlamıştı.
Söylemek istemedi fakat sorumu tekrarladığımda cevaplamaktan başka bir şansı kalmamıştı. "Ceren," dedi. "Hastane... Hastaneye kaldırılmış ve telefonda son konuştuğu kişi ben oldu-"
"Anladım." Elimi kolunun üzerine koydum ve tutuşunu gevşetmesini sağladım. Geri çekildim.

Hayatlarında daha önce birini kaybetmiş insanların, hâlâ hayatta olan ve değer verdikleri insanlara zaafını düşündüm.
'Barış,' dedim. 'Biri seni arayıp Barış'ın hastaneye kaldırıldığını söylese görev mi dinlerdin? Onu son kez görebilme ihtimalin olduğunu düşünüp soluğu yanında almaz mıydın korkudan titreyerek?'
Kendimi kandırmaya çalıştım, canım daha fazla acımasın diye.
Yine bir başkası benim yerime tercih edilmişti ve yine ben onu haklı bulacak bahaneler üretiyordum kendi kendime.
Görkem'in ölmeyi diler gibi bakan gözlerinden uzaklaştım ve diğerlerine döndüm yüzümü. Az önce belimde olan desteği kaybolduğu için boşluk tarafından sarmalanmıştım. "Arkadaşınız iyi." Ağlamamak için kendimi sıktım. "Bir gün, bir zehir içtim onun için. Yetmedi, dün uyuşturucu da kullandım."
Derin bir nefes almam gerekti.
"Söylediğiniz gibi," dedim. "Korudum onu. Olan yine bana oldu ama siz de bunu tercih ederdiniz zaten."
Hangisinin canını daha çok yaktığımı, en çok yerin dibinde hissedenin hangisi olduğunu bilmiyordum. Dört adam, birbirlerinden beterlerdi öylece yaralı olan bir kadına bakarlarken.
Odamda uyuyuşları geldi aklıma. Hasta olduğumda başımda beklemiş bu insanların canını yaktığım için üzüldüm o an. Daha fazlasını söylemedim. Söylemek istediğim çok fazla şey vardı ama kustuğum banyonun içine girip yüzümü güldüren, ağladığımda bana sarılan, benim için marketten reçel almış o adamlara daha fazlasını söyleyemedim.
Onlar tarafından biraz ilgi gördüğümü hatırladığım an hepsini affedecek sebepler buldum.
İşte ben böyle acınası biriydim.
Boynumu kaşımak istedim. Parmaklarım künyeye çarptı. Künyesi bendeydi. M harfinin kazılı olduğu künye, bütün bu geceye şahit olmuştu.
Müjgan abla, Mehmet abi ve Mete bile benim yanımdaydı ama Görkem değildi.
"Asya," dedi Arda korka korka. "Asya, bak bana. Gözünü seveyim daha fazla hareket etme."
"Plana devam edeceğiz." Sesim sertti. Dik durdum. Acı eşiğim yüksek olmasına rağmen her an acıdan bayılabileceğimin farkındaydım ama ben dimdik durdum.
Ne planı, diyeceklerdi ağızlarını açmalarına izin versem. Sen bu haldeyken, diye ekleyeceklerdi. Ne planı? İzin vermeyiz böyle otele dönmene.
İzin almayacaktım. "Bu kadar ilerlemişken ve ben bu kadar çabalamışken beni vazgeçirmeye çalışırsanız yemin ederim hepinizi silerim."
"Tamam," dedi Can. Bana doğru bir adım attı. "Tamam. Gel, bir sakinleş. Tekrar konuşalım. Hepimizin ağzına sıç sıra sıra, bak gıkımızı çıkartırsak şerefsiziz. Hak ettik biz her şeyi. Ama önce, sen yere yığılmadan önce izin ver yanında olalım."
"Seni arabaya götüreyim," dedi Kaya sadece. "Bir beş dakika bekleyin siz burada." Dönüp diğerlerine baktı. "Hareket edecek haliniz kalmamış zaten."
"Kaya," dedi Arda. "Yarasına bakmam gerek. Kanaması yeniden başladı sanırım." Benimle değil onunla konuşuyordu çünkü o an doğru olan buydu. "Bir hastaneye..."
"Dikiş yok," diye araya girdi Kaya. "Ne diyorsa o. Bayılacaksa da bırakalım bayılsın, en azından canı acımaz."
Yanıma yaklaştığında hamleyi benden bekledi. Koluna girdim. Dişlerimi sıkmaktan çenem ağrımaya başlamıştı. Beni buraya geldikleri arabaya kadar sürükledi peşinden. Arka kapıyı açıp kendimi içeri atana kadar durdu yanımda. "Beş dakikaya ihtiyacım yok," dedim ona bakarak. "Buradan bir an önce gidip ne yapacağımızı düşünelim. Geç olmadan otele dönmem gerekiyor."
"Gözlerin kayıyor Asya," dedi göz devirmemeye çalışarak. "Sen önce bir ölme de sonrasına bakarız."
"Serdar hemen benim peşimden çıktı. Giriş katta kamera yok ama otelin önünde bir tane olabilir belki. Ben otele döneceğim ama o dönmeyecek. Bir şekilde kayıt işini çözmezsek benim yaptığımı anlarlar. Çıkışlarımız arasındaki süre bir dakika bile değil. Bizi başka gören oldu mu bilmiyorum. Belki resepsiyonist..."
"Halledeceğim dikkafalı," dedi öfkeyle. "Bir sus da ortalığı toparlayayım önce. Gelmiş ne anlatıyorsun bana."
"Telefonunu alabilir miyim?" diye sordum. Şifresini açıp kurumuş kanlı ellerimin arasına bıraktı. Ekip arabası ne ara gitmişti bilmiyordum ama çıkmaz sokakta bir enkaz dışında hiçbir şey kalmamıştı. Arda ve Can'a başıyla bir işaret yaptı Kaya.
Saniyeler içinde yanıma vardıklarında "Can," dedi Kaya. "Direksiyona geç." Ardından bana son bir kez bakıp Görkem'in yanına yürümeye başladı.
Görkem duvarın dibine, tam da dakikalar önce şokla yarama bakmaya çalıştığım noktaya çökmüştü. Büküp kendine doğru çektiği dizlerinin üzerine dirseklerini yaslamış, yüzünü öylece gökyüzüne çevirmişti.
Her şeye rağmen, onu bu şekilde görmek içimi acıttı.
Arda yanımdaki yerini aldı. Bir şeyler söyledi bana ama ben başımı cama çevirip dışarı bakmaya devam ettim. Kaya, ayağıyla Görkem'in dizlerini dürttü. Sonra eğilip ona bir şeyler söyledi ve en son ayağa kalkması için koltuk altlarını kavrayıp onu yukarı doğru çekti tek hamlede.

Sarsılmış... Tek bir kelimeyle Görkem'i özetlemem gerekse bunu kullanırdım.
Dişlerimi sıkarken başımı telefona çevirdim ve Eylül'ün numarasını tuşladım. Karşıdan bir alo geldiği an girdim söze.
"Bir tane daha beyaz gömleğin var mı? Buna biraz kan bulaştı da..."
🕊
"Bıçak, Asya'nın karın kaslarından kendine girecek yer bulamamış. Maşallah, bizim kız gerçekten taş gibi."
Arda, korktuğu için ortamı yumuşatmaya çalışıyordu pansumanımı tamamladığında.
Eylül'ün evindeydik. Buraya ilk kez geliyordum. Analizcilerinki kadar büyük bir evdi neredeyse. İçindeki boşluğu ise eşyalarla doldurmaya çalışmıştı sanki.
Tek başına yaşıyordu. Benim gibiydi bir noktada. Yıllardır alışkındı yalnızlığa.
Bir ruhsuzluk sinmişti eve. Benim çıkmaz sokağın köşesindeki 13 Numaralı evim de böyleydi ama Analizcilerin evi böyle değildi mesela. O evin kapısından girdiğinizde hissettiklerinizle bu evin kapısından girdiğinizde hissettikleriniz bir olmuyordu.
Orası duvarlarına kahkahalar gizlenmiş, bir aileye yuva olmuş bir evdi. Bizimkilerse bir kişiye bile ev olamamış öylesine dört duvardı işte.
Her eşya kalite kokuyordu ve her köşeden zenginlik akıyordu. Eylül, belki de her şeyin en iyisine sahipti ama gün sonunda başını yastığa tek koyuyordu.
"Hiç gülecek halim yok," dedi Eylül. Ben gülmüştüm Arda'nın söylediğine. Çok öfkeliydi, ben artık değildim. "Bana hesap vereceksiniz, hepiniz." Yönünü tekli koltukta oturmuş, gözlerini yere sabitlemiş ve hızlı hızlı dizini sallarken bir yandan da parmaklarıyla koltuğun kolçağında ritim tutan Görkem'e çevirdi. "Önce sen."
"Yapma," dedi Kaya. Ona söylediğimi yapmış olmalıydı çünkü buraya gelirken Can'ın sürdüğü arabanın içinde yoktu. Bir şekilde kayıt işini çözmeye gittiğini tahmin ediyordum.
"Karışma Kaya!" İki elini iki yanından koltuğa yasladı ve kendini biraz olsun sakinleştirmeye çalıştı ama başarılı olamadı. "Ne yapıyorsun sen?" Görkem ona bakamadı. "Aklına ne oldu? Ne demek görevin ortasında Asya'yı bir başına bırakmak? Bunu içimizden biri yapsa ömrün boyunca affetmezdin onu. Böyle bir şeyi biz yapsak yüzümüze bakmakta zorlanırdın. İnanamıyorum sana."
"Eylül," diye araya girmeye çalıştı Can. "Onun halini görüyorsun ve sonrasında neler olabileceğini biliyorsun. Durman gerek."
"Bırak," dedi Görkem bakışlarını halıdan çekmeden. "Bırak söylesin."
Eylül, Görkem'in hatalarını bir bir yüzüne vurabilecek tek kişiydi ve Görkem de bunun gayet farkındaydı.
Elimi bandajın üzerine bastırdım. Canım hâlâ çok acıyordu ama bayılmamıştım. Sadece karnımda değil, yüzümde ve boynumda da ufak yaralar vardı. Nefes kontrolümü yeni yeni sağlayabilmiştim. Buraya geldiğim andan beriyse ağzımı doğru düzgün açmamıştım daha.
"Uyuşturucu kullanmış bir de bu kız. Gece kendinden geçmiş birini sabah öylece bir başına bırakıp gittin demek..."
"Bu mevzunun aslını dinlememiz gerekiyor," dedi Can. İnatla araya girmeye çalışıyordu biraz daha devam ederse Görkem'in nereye varacağını bildiği için. "Ne oldu da bunlar yaşandı? Nasıl su içmiş gibi bahsedebiliyoruz bundan? Bunun normal olduğunu mu düşünüyoruz?"
"Tabii ki düşünmüyoruz," dedi Kaya. "Ama konuları önem sırasına koyabiliyoruz ve bu mevzunun sırası olmadığının farkındayız hepimiz."
"Konuları önem sırasına koyamıyor biriniz." Eylül'ün gözlerinde benimkiyle kıyaslanabilecek bir kırgınlık vardı. En son beklediği kişi Görkem'di sanki. Benim en son Görkem yüzünden zarar göreceğimi kodlamıştı kafasında.
Ne halde olduğunu gördüm. Ellerinin nasıl yumruk olduğunu, dizlerinin kontrolü dışında nasıl titrediğini gördüm çünkü onun aksine benim gözlerim sürekli üzerindeydi. Saçlarını çekiştirmekten darmadağınık bir hale gelmişti. Gözleri kıpkırmızı olmuştu ve çenesi devamlı seğiriyordu. Dişlerini sıka sıka kıracaktı bu gidişle.
"Eylül," dedim bu defa ben kendimi öne atarak. Bir kişininki hariç tüm bakışlar bana çevrildi. "Gerçekten yeter. İşimize dönelim. Zaman kaybetmek istemiyorum."
"Yetmez." Gözü döndüğünde tüm dünyayı karşısına alabilecek biri olduğuna ilk şahit oluşumdu. "Göreve giderken sana kendine dikkat etmeni söyleyen tek kişi ben miydim Asya?" Başını hafifçe iki yana salladı bunu kabullenmek istemiyormuş gibi. "O yüzden bana öyle bakmıştın değil mi?"
İnkar etmedim, kabul de etmedim. Geldiğimden beri kullandığım sessizlik hakkımı yeniden kullandım ama Eylül sessizliğin ne demek olduğundan habersiz biri gibi hiç ara vermeden devam etti konuşmaya.
"Önceliklerinizi gözden geçireceksiniz," dedi emreder gibi. "Ben neysem sizin için Asya da o olacak. Ona kendini bok gibi hissettirmeye devam ederseniz sizinle gerçekten çok kötü bozuşuruz."
Arkamda duruşu gözlerimin dolmasını tetiklerken yaranın üzerinde duran elim yavaşça yumruk haline geldi. "Kimseye bir şeyi zorla yaptıramazsın," dedim sabit bir sesle. "Öncelikleri değiştiremezsin, benim de böyle bir isteğim yok zaten. Olamaz. Kapatalım konuyu artık."
"Sen varken kıytırık Ceren'in yanına gidemez Asya. Kabullenemiyorum bunu."
"Kıytırık dediğin kadın onun için değerli biri." Gülümsedim. "Kimin kime ne kadar değer vereceğini belirleyemezsin. Arkamda durduğun için teşekkür ederim ama azarların hep boşa. Oldu, bitti. Takılı kalmak yerine önümüze bakacağız."
"Ben..." Görkem'di konuşan. Çenesini yerden kaldırabilmiş, bana bakmıştı doğrudan. Her saniye içinin nasıl yandığını görebiliyordum. "Ben sen uyanmadan geri dönerim sanmıştım. Aramalarını görmedim çünkü..."
"Şarjın mı bitmişti? Telefonun mu sessizdeydi? Ne fark edecek? Açıklama istemiyorum." Elindeki dümen dövmesinin üzerine tırnaklarını geçirmiş durumdaydı ve bilinçli yaptığını düşünmüyordum. "Ben sadece nerede olduğunu sordum. Sen söyledin. Tamam. Bitti. Üzerinde durulması gereken bir yer göremiyorum."
"Gördüğün gibi Eylül..." dedi Kaya düz bir ifadeyle. "İstersen buraya Manas Destanı kadar uzun bir azar metni dök, söv Görkem'e saatlerce aralıksız; Asya'nın tek bir cümlesindeki etkiyi veremeyeceksin."
"Veremem." Başını salladı. "Çünkü kırgın bir kadının dili en güçlü silahtır."
"Kimseyi yaralama amacında değilim," dedim. "Ben öfkeli ya da kırgın da değilim. O, o anlıktı. Gerçekten, otele dönmemiz gerek artık. Toparlanın."
"İnanılmaz bir bastırma mekanizması var." Can kendi kendine konuşur gibiydi. "Ve her şeye rağmen hâlâ onu koruyor, Görkem'i aklamaya çalışıyor kafasının içinde. Hatta bizim kafamızın içinde bile..."
"Tespitlerini sesli söylüyorsun 3P," dedi Arda uzun süreli sessizliğini bozarak. "Kendi kendine konuşmanı içinden sürdürmeni öneriyorum. Araya kaynayacaksın yoksa."
"Eylül," dedim konuşulanlara kulak asmadan. Sesim bir şey isteyeceğimi belli ediyordu.
"Söyle canım," dedi Eylül. Oturduğu yerden kalkıp yarı uzanır şekilde oturduğum koltuğun baş ucuna geldi. "Söyle hayatım."
Dudaklarım iki yana kıvrılırken samimiyetinden şüphe duymuyordum. Onunla aramızdaki bağın çok daha güçlü hale geleceğini zaten biliyordum ama bu kadar çabuk ilerleme kaydetmeye başlayacağımızı düşünmemiştim. "Ben açım."
"Sen..." dedi Görkem araya girerek. Kendine hâlâ gelememişti. Sol elinin titremelerini saklamaya çalışıyordu yumruk yaparak. "Dün akşam da bir şeyler yiyememiştik. En son ne zaman yemek yedin?"
Yediğimiz kazıklara sayarsın, dedi Mete içimden. Burada olsaydı aynı cümleyi sesli şekilde kurardı ve kelime dizimine kadar aynı olurdu. Mete'yi içimde bu şekilde, bu gerçekçilikle yaşatmaya devam etmem korkunçtu ama onun sesinin gitmesi ihtimali çok daha korkunçtu.
"Hatırlamıyorum." Basit bir cevapla geçiştirdim sorusunu. "Otele geçmeden önce bir şeyler yemem gerek."
"Tamam," dedi Can. Eylül'le konuşuyordum ama o hariç herkes muhabbete dahil oluyordu. "Tamam, geçeceksin otele. Bir kafamızı toparlayalım, sen de biraz kendine gel. Düşüneceğiz bunu."
"Düşünecek bir şey yok," dedi Kaya. "Ayağına kapansan vazgeçiremezsin. Planı gözden geçirip onları geri yollayacağız."
"Düşünme ve plan yapma mekanizmamız çalışmıyor," dedi Arda gözleri Görkem'in üzerindeyken. "Lütfen daha sonra tekrar deneyiniz."
"O aç, geri zekalılar!" dedi Eylül sertçe. Öyle bir otoritesi vardı ki kalkıp Analizcileri sıra dayağından geçirse şaşırmazdım. Liderlik değil de diktatörlük vardı sanki onun kanında. "Önceliklerinizi sikeyim sizin. Delirtmeyin beni ve kapayın o çenelerinizi."
Diğerlerine bakarken ateş püskürten gözleri bana değdiğinde bir kedininkilerle yer değiştirdi. "Ne yapalım? Bir şeyler sipariş edelim mi? Canın ne istiyor?"
"Açım," diye tekrarladım. "Fark etmez. Kuru ekmek getirsen ben tamamım şu an."
Gülümsediğinde gözleri kısıldı. "Lahmacun söyleyeyim mi? Geçen sefer yediğimizde sevmiştin." Bana baktı ardından bir cevap beklemeden telefonunu aldı ve siparişi vermek için uzaklaştı salondan.
"Serdar'ın yokluğunu fark edeceklerdir," dedim vakit kaybetmeden. Söze net girişim onları şaşırtmamıştı. "Üstelik, bizden şüpheleniyorlar. Dün gece ne olduğunu çok net hatırlayamıyorum ama bizden şüphelendiklerine eminim."
"Bana anlattın." Görkem'in sesi kısıktı. Araya girecek gücü bulamıyordu kendinde, sadece gerekli detayları ekliyordu hikayeme. "Hasan seni test etti ve bunun sonucunda o şeyi kullanmak zorunda kaldın."
"Her neyse. Serdar'ın gidişi iyice şüpheli konumuna düşürecek bizi. Bir karşı atak gelecektir. Üstelik bu akşam masaya da katılamadık. Çeki Hermes kazanır, uyuşturucular zaten sahibinde kalacağı için bunu dert etmemize gerek yok fakat bizim neden masada olmadığımızı sorgulayacaklardır. Bu gece için bir bahane uydurmamız gerek."
"Canın acımıyor mu?" diye sordu Arda. Şaşkındı, mantıklı düşünebiliyor oluşum karşısında hayrete düşmüştü. "Seni oraya göndermemek için ayağına kapanmam yetecekse yemin ederim denerim şansımı. Yaran yüzünden çok zorlanacaksın. Hastaneye bile gitmemize izin vermedin."
"Arda lütfen..." Bakışlarım etkili olmuştu üzerinde. "Dönüp dolaşıp aynı yere geliyoruz. Ben buraya kadar gelmişken bırakmam. Boşa mı kürek çektik?"
"Çektin." Tek kelimesine bütün duygularını sığdırmayı başarmıştı Görkem. "Biz değil, sen. Ben hiçbir şey yapmadım."
"Seni bir krizin içinden çıkarmaya gücüm kalmadı," dedim dümdüz bir sesle. "Ne yapıyorsan yap, kendine gel. O otele birlikte döneceğiz ben yemek yedikten sonra."
Kaya ayaklandı, Görkem'in dizine vurdu ve onu kolundan çekip ayağa kaldırdı. "Burası bende," dedi Görkem'i kapıya sürüklerken. "Ben halledeceğim."
Görkem'in repliğini o hariç herkes kullanmaya başlamıştı.
Ben gelmiştim ve Analizcilerin üzerinde durduğu cam çatırdamıştı. Ben gelmiştim ve dengeler değişmeye başlamıştı.
Sessiz kaldım. Can ve Arda bile sessiz kaldılar. Konuşulacak bir şey yoktu. Lahmacunların tümünü mideye indirene kadar konuşmadım. Sonrasında Kaya ve Görkem de aramıza katıldı ve plan için kafa kafaya vermemiz gereken noktaya geldik.
"Bu akşam İstanbul'da herhangi bir sergi var mıymış, baksana bir."
Görkem aramıza dönmüştü. En azından beyni işlev göstermeye başlamıştı.
Kaya telefonunu çıkardı arka cebinden ve araştırmaya koyuldu.
"Senin ve benim otelden çıkış saatlerimiz farklı," dedim.
"Sana sürpriz yaptım." Acı çekti. "İkimize bir yemek ayarladım dışarıda. Seni oraya çağırdım. Eylül, araya bağlantılarını sok. Lüks bir yerde bu akşam rezervasyonumuzun olduğu görünsün. Oradan sergiye geçtik ve gece de otele döndük. Günümüz böyleydi."
"Ben kazanmaya gelmiştim ve geçen gece zaten kazandım," dedim devam ettirerek. "Satıcı değil, kullanıcıyım. Her gece kazanmamıza gerek yok. Bu gece seninle dışarı çıkıp vakit geçirdik. Zaten bana aşık olduğun fikrini onların kafasına sokmalıydık. Sürpriz olayı iyi olur, yadırgamaz millet."
"Bu kız bizim yanımıza o kadar yakışıyor ki..." dedi Arda ensesini kaşırken. Her şeyi unutmuş, doğal bir şekilde kaçırmıştı bu cümleyi ağzından. Gülümsedim. Üstünü çizdim yine olanların. Bir Barış vardı, bir de onlar. Elimde avucumda başka hiçbir şey yoktu benim.
Barış...
"Barış'ı aramam gerek." Telaşlı çıkan sesim üzerine telaşlandılar. "O bana içinde kötü bir his olduğunu söylemişti ve..."
Ve üç gün bile sürmedi haklı çıkması. Barış işte.
"İyi olduğumu söylemeliyim. Kafayı yiyordur şu an."
"Bir sergi buldum. Sizi buradaymış gibi gösteririz. Davetlilere adınızı eklerim. Eylül de rezervasyonu ayarlar." Kaya bana baktı. "Başka sorun var mı?"
"Oteldeki kayıtları ne yaptın?"
"Dışarısı kaydedilmiyordu, giriş katta da kamera yoktu dediğin gibi. Bir yemek katındaki koridorda vardı Serdar ve senin aynı anda asansörlere hareketlendiğinizin kaydı. O kamera da bozuldu ya..."
"Tüh," dedi Can. "Bak sen şu işe."
"Tabii," dedi Kaya gülerek. "Tesadüf işte, ne yaparsın. Bakımı falan gecikti herhalde."
"Olur öyle," dedi Eylül. "Ben size lüks otelde baş başa yemek ayarlayayım madem." Yüzünü bana döndü. "Sahte kimliğindeki ad neydi senin ya? Ceren miydi?" Görkem ona baktı, o Görkem'e baktı ve ikisi arasında geçen o bakışma tüm konuşmalardan daha etkiliydi. "Doğru, senin o saatlerde yanında olduğun kadının adı Ceren'di. Karıştırmışım."
"At at toprak da at üzerine."
Arda'yı duymazdan geldi Eylül. Telefonunu alıp yine çıktı salondan şu işi halledebilmek için.
"Haklı." Görkem'in başı bugün bilmem kaçıncı kez öne eğildi. "Haklılar." Gözlerinin kenarlarındaki ve şakaklarındaki damarları tek tek görebiliyordum neredeyse. Başı ağrıyordu ve kendini sıkıyordu. "Ben bir elimi yüzümü yıkayayım."
"Soğuk su içmeyi de deneyebilirsin." Arda şebek modunu aktifleştirmişti. "İyi geliyor diye duydum. Sadece bir öneri."
"Olur."
Masanın üzerinde Kaya'nın telefonu duruyordu. Bakışlarım orada sadece birkaç saniye oyalanmasına rağmen anlamış, şifreyi açıp bana uzatmıştı. "Kayıtlı," dedi. Barış'ın numarasıydı bahsettiği.
"Dışarıda konuşayım." Hareket etmemem için ağzını açacak olan Arda dudaklarını sımsıkı birbirine bastırdı. Artık beni engelleyemeyeceğini anlamıştı ve bu onun kabullenme şekliydi.
Yürürken zorlanıyordum. Bu gerçekti. Nefes alış verişlerimde bandajın gerilmesine alışmıştım ama adım atarkenki acıya henüz alışamamıştım. Sorun değildi. Dik durabilirdim.
Rehbere girip doğrudan B harfine tıkladım kimi nasıl kaydettiğini görmemeye çalışarak.
Sonra durdum. Mutfak olduğunu düşündüğüm, ışığının girişteki hole yansıdığı yere doğru ilerledim. Asıl ayağa kalkış amacım buydu çünkü korktuğum bir şey vardı ve genelde korktuğum şeylerin başıma gelmek gibi bir özelliği de vardı.
"Eğer," dediğimde irkildi. Omzunun üzerinden kapıda dikilen bana döndüğünde gözleri ifadesizdi. Yakalanmanın verdiği o his veya suçluluk duygusu yoktu bakışlarının arkasında. Tek çaresi buymuş gibi kutuyu tutuyordu parmaklarının arasında. "Eğer bir hap bile alırsan gider kokain çekerim."
Ettiğim tehdidi beklemiyordu. Gülmeye başladığında gözlerine rengi geri gelmişti. Odağını dağıtmayı başarmıştım.
"Verdiğin sözleri unutma." Yüzü düştü. "Bana verdiklerini değil, onları unutabilirsin." Ona doğru ilerledim ve ağrı kesici kutusunu çekip aldım elinden. "Ama diğerlerine verdiğin bir söz var ve bunu çiğnemene izin vermem. Anladın mı? Kendine gel derken kastettiğim bu değildi."
"Bok gibi hissediyorum." Başımı salladım anladığımı belirterek. Duvarları gözlerimin önünde yıkılıyordu ve ben başımı sallıyordum sadece. "İfade edemiyorum ama görüyor musun? Başımdaki ağrı yüzünden ağlayabilecek durumdayım. Ağrıyla yaşamaya alışkın biriyim ama her an dizlerimin üzerine çöküp ağlamaya başlayabilirim."
"Ağrı değil onun sebebi, çaresiz kalmış olman." Gözlerime baktığını yakaladığım an kaçırmadım bu fırsatı. "Planın yok, ne yapacağını bilmiyorsun. Elinden hiçbir şey gelmiyor çünkü zamanı geri alamazsın. Asıl sebep bunlar."
"Özür dilemem hiçbir şey ifade etmiyor değil mi?"
"Etmiyor," dedim. "Bir şey soracağım."
"Ne istersen."
"İyi mi Ceren?" Afalladı. "Hastanede mi hâlâ? Yalnız mı?"
"Daha iyi." Zorlukla döküldü kelimeler dudaklarının arasından. "Babası geldi ben çıkmadan önce." Gözlerini sımsıkı yumup açtı. "13..."
"Asya," dedim.
Kırık kalbim, bir başka kalbi kırarak yalnızlığını gidermek istiyordu sanki. Bu zordu. Konu Görkem'se bunu yapması imkansızdı.
"Artık ismimi kullanmanı tercih ederim. Lakaplar kafa karıştırıyor."
Taşıdığı iki okyanusta tek bir damla su kalmamış gibi baktı bana. Kupkuruydu. Gördüğüm tek şey çorak bir toprak parçasıydı.
"Bir daha ağrı kesici almaya niyetlenirsen beni kaybedersin." Bu bir tehdit değildi, bildiriydi. "Bana verdiğin zararı umursamam. Anlarım. Ama kendine bile bile bir zarar verirsen beni kaybedersin. Giderim Görkem. Gözümün önünde bir bağımlıya dönüşmeni izleyemem."
"Senin kendine bile bile verdiğin zararları ne yapacağız peki?" diye sordu bana doğru bir adım atarak. Aramızdaki mesafeyi farkında olmadan kapattığına emindim ama durmadı. Başımı hafifçe kaldırdım ona bakmak için.
"Hiç değerim olmadığını düşünüyorum." Gözlerinde sözlerime inkâr vardı. "Ve yanılmıyorsam, hiçlerimle çoklarımın yerini değiştireceğine yemin etmiştin."
"Hatırlıyor musun?"
Ayakta güçlükle durabildiğimi biliyordu ve bu yüzden mutfak tezgahına yaslanmamı sağlamıştı. Üzerime kasıtlı olarak gelmediğini düşünmüştüm saniyeler önce. Aksine bilerek yapmıştı. Tezgah bana destek sağlasın diyeydi.
"Neyi?" dedim. "Bunu otele ilk girdiğimizde konuşmuştuk."
"Dün gece bir kez daha ettim ben o yemini sana." Koluma dokunduğunda duyguları değişti. Acıma mıydı merhamet mi anlam veremedim. "Sadece bunu hatırla. Sana yanında olacağımın sözünü verdim. Tutamadım ama tutacağım. Sözlerimi tutmayı öğreneceğim."
"Sadece bunu hatırla derken ne demek istedin?" Şüpheyle baktım yüzüne. "Bilmem gereken bir şey mi var?"
"Sana bir söz verdim ve sana bir yemin ettim." Sağ eli, belimin yanından geçip tezgaha vardı. Bir an gözlerim eline kaydı ve tezgaha sıkıca tutunmuş olduğunu gördüm. Yeniden yüzüne baktım. "Bunu bilsen yeter."
"Bir şey mi anlattım?" diye sordum korkumu gizlemeye çalışarak. "Hatırlamıyorum."
"Ben de," dedi.
Durdu. Yutkundu.
"Seni o sokakta, yerde ve kanlar içinde uzanırken gördüm ya ben..." Ölçsek iki karış etmeyecekti aramızdaki mesafe. Nefes almaya çalıştı. "Ben seni öyle gördüm ya... Sandım ki nabzım durdu. Yedi saniye," dedi. "Yedi saniye sonra hareket ettin. Yedi saniye sonra başını kaldırıp bana baktın ve ben anladım ki bir insan yetmiş kez ölebilirmiş yedi saniyede."
Sessiz kaldım ama içim karman çormandı.
"Asya," dedi. Başını öne eğip hafifçe iki yana salladı ve yeniden buluşturdu gözlerimizi. "13..." Sol eli yüzüme doğru hareketlendi. Parmakları yanağıma değmek üzereyken durdu ve sonra elini geri çekti. "Çok daha fazlası olabilirdi. Düşündükçe delirmenin eşiğine geliyorum. Yedi saniyelik o korku aklımı kaybettirdi bana."
"Benimki yedi saniye sürmedi." Canını daha fazla acıtmamak için susabilirim sanmıştım. Elinden bir kutu ilaç almıştım, ne durumda olduğunun farkındaydım ama yine de bir türlü susamıyordum.
"Gözümü açtım, yanım boştu. Aradım ve ulaşamadım sana. Düşündükçe delirmenin eşiğine geldim. Sen yoktun. Ne kadar zaman geçtiğini bilmiyorum ama geçen o kadar saniyelik korku, aklımı kaybettirmişti bana. Yedi saniye sonra bakmışım ya sana, o an kan kaybediyordum ve seni iyi gördüğüm için sevinmiştim. Çünkü benim gözümde senin iyiliğin benden önce gelir Görkem."
Sessiz kaldı ama içinin karman çorman olduğunu görebiliyordum.
"Şimdi," dedim. "Konuyu bana en uzak olan rafa kaldırdım. Gerçekten yeter. Konuşmak istemiyorum. Dışarı çıkabilir misin? Barış'a iyi olduğumu söylemem gerek."
Sessizliğini bir zırh gibi geçirdi üzerine. Yemek masasının oradan çektiği bir sandalyeyi hiçbir şey söylemeden önüme bıraktı. Ardından omuzları düşük bir şekilde çıktı mutfaktan.
🕐
"Sol tarafına al beni."
Analizciler bizi otele yakın bir sokağa bırakmışlardı. Saat gece yarısını geçmişti ve Görkem'le otele doğru yürüyorduk kimsenin olmadığı bir sokakta.
Ondan destek alarak yürüyebiliyordum. Yaram taze olduğundan elimden bu kadarı geliyordu. Arda bana acımı dindirecek bir ilaç vermiş, sonra o ilacın ilk ne zaman kimler tarafından kullanıldığını anlatmak üzereyken Eylül tarafından susturulmuştu.
Acım dinmemiş ama azalmıştı.
Fiziki yaralanmalarda bu mümkün olabiliyordu. Diğerleri için aynı şeyi söyleyemeyecektim.
Elini belime yasladığında bandajın bir iki santim kadar üzerine denk geldi parmakları. Santimi santimine ezberlemiş gibiydi yerini.
"Soluna geçeyim," diye tekrarladı cümlesini. "Yaranın bulunduğu kısımda ben olayım. Küçük çaplı bir koruma sağlarız böylelikle. Yanından geçen herhangi birinin eli senin karnına çarpamaz mesela."
"Tamam." Koluna girmiştim. Geri çekildim ve soluma geçmesini bekledim. Otelin olduğu sokağa girdik birlikte.
Üzerimde kansız beyaz bir gömlek vardı. Yüzümdeki küçük yaraları ve morluğun üzerini ufak dokunuşlarla kapatmıştı Eylül. Nasıl çıktıysam bu otelden aynı görüntüyle geri dönüyordum. Hafif çakırkeyif bir çift olarak resepsiyonistlere poz verecek ve kimseye görünmemeye çalışarak odamıza geçecektik.
"Çok sık nefes alıyorsun," dedi Görkem başını hafifçe bana eğerek. Farkında değildim. "Biliyorum, çok acıyor ama odaya kadar dişini sıkabilir misin? Bana ver tüm ağırlığını."
Soluklarımı kontrol etmeye çalıştım. Kendimi kasıyordum her adımımda. İstemsizce yapıyordum bunu. "Sıkıntı yok," dedim. "Yaranın üzeri çok kaşınıyor."
Belimdeki elini geri çekmesi için söylemiştim ama aksine, boştaki eliyle bedenlerimizin arasındaki küçük boşluktan bandajın bittiği noktayı kaşıdı hafifçe.
"Özür dilerim," diye fısıldadı hiçbir etkisi olmayacağını bile bile. Otelden içeri adımımızı attığımız an beni kendine yapıştırıp çok hafif bir şekilde aksayarak yürümemizi sağladı.
Gülümsüyordu. Ona eşlik etmem gerekiyordu. Role girmiştik. Dudaklarımı iki yana kıvırdım büyük bir çabayla.
Yanımızdan geçen bir güvenlik görevlisine el salladım sonra ağırlığımı Görkem'e vererek kıkırdadım. "Biraz içtik," dedi Görkem bana şaşkın şaşkın bakan görevliye. "Kusura bakmayın. Odamızı bulmaya çalışacağız şimdi."
"Sizin için bir görevli çağırmamı ister misiniz?" diye sordu otuz beşlerinde duran adam. "Hatırlıyor musunuz oda numarasını?"
"Bir üç yedi," dedim aklım karışmış gibi bakarken.
"Evet bebeğim," dedi Görkem dışarıdan bana sarılıyormuş görünümü vererek. "Yüz otuz yedi. Çıkalım hadi. İyi geceler güvenlik bey."
"İyi geceler efendim."
Görkem beni peşinden sürüklemeye başladı. Tüm ağırlığım gerçekten üzerindeydi. Asansör kabininin önünde dikildik, kabinin kapıları açıldığında pozisyonlarımızı bozmadan içeri girdik ve odaya varana kadar bir an bile bırakmadı beni.
"İyisin, değil mi?" diye sordu kapıyı kapattıktan hemen sonra. Başımı salladım. "Sen yatağa geç. Ben giyecek bir şeyler ayarlayayım sana. Bol bir şeyler koymuş mudur Eylül? Hem yarayı sıkmaz hem çok kaşındırmaz."
"Sakin ol." Yatağın ucuna oturdum. "İlk kez yaralanmıyorum."
Beni duymazdan geldi. Askıların olduğu kısma ilerledi ve orayı karıştırmaya başladı. En son bir tişört aldı eline. Lacivertti rengi. "Bununla üşür müsün ki?" diye sordu omzunun üzerinden bana dönüp elindeki askıyı göstererek. "Benim tişörtüm bu. Sana bol gelir bence. Üşürsen hırkam da var."
"Benim de kıyafetlerim var, Eylül hazırlamıştı hani." Hatırlatma niyetindeydim ama hiç oralı değildi. Yanıma geldi ve benim eşofman altlarımdan biriyle kendi lacivert tişörtünü bana uzattı.
"Üzerini değiştirmene yardım edebilirim," dedi doğrudan. "Olabildiğince az hareket etmen iyi olacakmış, Arda öyle söyledi."
"Ölmüyorum." Başımı kaldırıp dizlerimin dibinde dikilen adamın yüzüne baktım. "Gerçekten sakin olman gerekiyor. Kendini sıktığında takıntılarının çığırından çıktığını söylemiştin."
"Boş ver beni." Yanıma oturdu. "Her şeyi yoluna sokacağım, tamam mı?" Dizim dizine değiyordu. Kucağında giyeceklerim duruyordu ve o sadece bana bakıyordu. "Yüzümü görmeye tahammülün olmadığını biliyorum. Her şeyi batırdım, biliyorum. Halledeceğim bir şekilde, düzelteceğim. Dediğin gibi, zamanı geri alamam ama nefret etme benden. Bir daha olmayacak. Özür dilerim."
Annesine hesap veren bir çocuk gibiydi.
"Bir özür daha dilersen kapının önüne koyacağım seni," dedim alaycı olmaya çalışarak. Kendini nasıl üzdüğünü görebiliyordum. Buna gerek yoktu. "Nefretlik bir durum yok. Ben gerçekten önümüze bakmak istiyorum. Suçlayıp durma kendini."
"Lakaplar kafa karıştırıyor derken ne demek istedin?" Başından beri sormak için kıvrandığı soru buymuş gibi hissettim. "Senin kafanı mı karıştırdım?"
"Önce kendi karışıklığını topla Görkem." Gözlerimle banyoyu işaret ettim gidip üzerini değiştirmesi için. "Sonra benimkini düşünürsün."
"Gidiyorum." Ayağa kalktı ve kıyafetleri az önce oturduğu yere bıraktı. "İhtiyacın olursa seslenmen yeterli."
O banyo kapısından girdikten sonra beyaz gömleğin düğmelerini açtım. Bandajın kapladığı alana baktım. Büyüktü ama yara o kadar da büyük değildi. En azından fazla derinliği yoktu. Gömleği askıların üzerine fırlatıp oradan gri bir sweat aldım ve geçirdim üzerime. Ardından altımı da değiştirdim kendimi kasmamaya çalışarak.
Lacivert tişörtü katlayıp yatağın üzerine bırakım. Sonra parmaklarım hâlâ boynumda olan künyenin zincirini yakaladı. Yavaşça çıkardım başımdan. Görkem'in tişörtünün üzerine bıraktım onu da ve yatağa girip yorganı üzerime çektim.
Giyinip giyinmediğimi sordu, olumlu cevap aldığında çıktı banyodan. Bana baktı, üzerimdekine baktı, yatağın üzerine baktı. Kırgınlık diyemezdim gözlerindeki duyguya. Bana kırılmaya hakkı yoktu ve bunu biliyordu. Dudaklarını birbirine bastırarak başını iki kez aşağı yukarı hafifçe salladı ve kabullendi ona ait olan her şeyi bir kenara bıraktığımı.
Künyesini aldı, başından geçirdi ve ucunu düzeltti. "Ben sesini duymuyorum ama Müjgan abla sağlam küfürler savuruyordur bana şu an," dedi tişörtü yerine asarken. Ona güldüm. O da güldü. "Mete ne durumda?" Bir arkadaştan bahseder gibiydi. "Cehennemin dibine kadar yolum olduğunu fısıldıyor mu cennetten?"
"Sanırım Mete sizi seviyor," dedim gülerek. "Ve hayır, o kimsenin kötülüğünü istemez."
"Çok acayip." Yanıma gelip oturdu, ben yatar vaziyetteydim. "Onu hâlâ hissediyor olman yani... Demek ki gerçek bağ böyle bir şey." Gözleri yüzümde dolaştı. Hayır, tek bir noktaya sabitlendi. Makyajla kapattığımız o morluğun izi sol yanağımda, çenemin gerisine doğruydu ve oraya bakmıştı.
"Öyle," dedim. "Sanırım Can haklıydı söylediğinde. Bastırma mekanizmam çok güçlü. Baş etmek için kendime bir yol buluyorum bir şekilde. Hep yapıyorum bunu."
"O ses," dedi Mete'yi kastederek. "Gerçek değil, bunu bilinçaltın oluşturuyor ve sen farkındasın her şeyin." Teyit etmek istiyordu. Onayladım. "Bir gün, kontrolden çıkarsa eğer... Sana, Mete'ye ait olamayacak bir cümle kurarsa mesela..."
"Dene aklındakini. Atla. Son ver."
Hatırlamadığım bir kısım daha zihnime geri yüklendiğinde parmaklarımı başımın üzerine bastırdım. Ani bir sancıyla gelmişti aklıma. Çatının ucundaydım. Öylece duruyordum. Hiçbir şey umurumda değildi. Tek istediğim son vermekti o an.
Hayır. Uyuşturucunun etkisindeydim. Bir şeylere son vermek istesem bu kadar beklemezdim.
Mete atlamamı söylemezdi. Mete sayesinde hayattaydım ve bana bir hayat veren insan benden ölmemi istemezdi.
"Haberim olsun," dedi Görkem.
"Hım?"
"İyi misin sen?"
"Bana şunu sorup durma." O kabuk, sesimi sertleştirmişti yine. "Olur haberin. Uyuyacağım ben."
"Sanırım bugün normal bir gece." Anlamadığım için devam etmesini bekledim. "Sanırım buradaki ilk normal gecemiz bu. Ne kadar normal sayılırsa... Neyse, yatağı sana bırakıyorum o zaman ben."
Yarıda bıraktığımız film sonrası yaptığımız konuşma aklıma geldi. Geçirdiğimiz ilk normal gecede yatağı bana bırakacağını söylemişti. En normal gecemizde ben dört kişi tarafından sıkıştırılıp dövülmüş, üstüne bıçaklanmıştım. Gayet normaldi gerçekten.
"Saçmalama," dedim kolunu kavrayarak. Ani hareketim canımı acıtsa da yüzüme yansımasına izin vermedim. "Otur oturduğun yere."
"Anna David'e kıyamıyordu. Sen de bana mı kıyamıyorsun?" Başını omzuna doğru eğip kirpiklerini kırpıştırarak sorduğu soru beni güldürmek içindi.
"Hım..." dedim gözlerimi devirerek. "Ne yapacaksın, öpecek misin beni?"
"Ne?" Şoka büründü yüzü. "Niye?"
"Anna'yla David birlikte yattıklarında öyle yapıyorlardı ya... Görkem, şakamı açıklatma bana. Böyle komikliği kaçıyor."
"Komik miydi bu?" diye sordu birden. "Bir kere Anna öpüyordu o sahnede ilk. Ben soruyor muyum sana beni öpecek misin diye?"
"Allah'ım al canımı ya," dedim sinir bozukluğundan haline gülerken. O bu sırada cümlem üzerine tövbe çekmeye başlamıştı. "Demedim bir şey, tamam. Yat şuraya."
"Emin misin?"
"Ay ne halin varsa gör." Delirtmişti beni. "İstiyorsan git Hasan'la yat, yeter ki yat artık."
"Yok," dedi. "Seni tercih ederim."
Ciddi cümlesi karşısında attığımız kahkahalar birbirine karıştı. Elimi yaranın üzerine bastırıp gülmeye devam ettim. Yastığını düzeltip yatağa girerken o da kesmemişti gülmesini. "Çok teşekkür ederim," dedim nefes nefese. "İltifat mıydı bu?"
"Tabii..." dedi son harfi uzatarak. "Ne sandın?"
"Bir şey diyeceğim." Resmen ağzımın içine bakıyordu. "İlerideki ilişkin için söylüyorum, arkadaş tavsiyesi. Biri sana gerçekten, şaka yapmadan yani, 'öpecek misin beni' diye sorarsa ona 'ne, niye?' diye cevap verme. Evde kalırsın Görkem."
Ciddi ciddi beni dinliyor olması bir kahkaha daha atmama sebep oldu. Gülüşüme gülmeye başladığında avucunu yanağının altına yasladı ve bedenini tamamen bana doğru çevirdi. Ben de sağıma dönüktüm, böylece sol taraftaki yaramın üzerine yatmamış oluyordum.
"Biri bana böyle bir şeyi sorarsa kafayı yemiştir," dedi gülümsemesi yüzünden gitmezken. "Koşarak uzaklaşırım oradan."
"Şu an bunu hayal ettim." Yeniden gülmeye başladım. Sinirlerim tahmin ettiğmden daha bozuktu. Gülünecek bir şey olmasa bile kahkaha krizine girebilecek haldeydim. "Sana birinin bunu sorduğunu ve senin cevap vermeden arkanı dönüp koşarak kaçtığını..."
"Can, bir kere gece odama gelmişti." Gülüşlerimi bastırıp onu dinlemeye başladım dikkatle. "Uyumak üzereydim. Saat 1.35 falandı. Neyse, gözlerimi açtım. Baktım Can. Yatağa doğru eğildi." Yüzüne şüpheci bir ifade yerleştirip hafifçe bana doğru eğildi. O sahneyi canlandırıyordu. "Şey dedi: Sen gey olabilir misin acaba Görkem?"
Bu sefer güldüğüm sırada çektiğim acıyı bastıramadım. O kadar çok güldüm ki gözümden yaş gelmek üzereydi. Gecenin bir buçuğunda Can'a bunu düşündüren hayat bize neler yaptırmazdı.
"Neymiş o saatte ona bunu düşündüren?" diye sordum zar zor.
"Ceren'i reddedişim." Bir an ikimiz de her şeyi unutmuş olduğumuzdan söylediği isim karşısında gerildi. İfademi bozmadım. Olay hâlâ komikti. Yüzüme bakıp sorun olmadığını anladığında devam etti konuşmaya. "Herkes Ceren'in benim için mükemmel aday olduğunu düşünüyordu. Yani, o güzel bir kadın ve..."
"Yardımcı doçent," diye ekledim. "Alanı matematik. Açıkçası ben de onlardan farklı düşünmüyorum."
"Ama bunun yüzünden gelip bana gey demiyorsun." Dinmek üzere olan gülüşlerime bir yenisi eklendi. Durduramıyordum. Can'ın sesini taklit etti: "Bunca zaman hadi birisi çıkmadı karşına... Ceren basbayağı aşık sana. Ona karşı neden hiç hoşlanma belirtisi göstermiyorsun?" Gülüp kendi ses tonuna döndü. "Acaba erkeklerden mi hoşlanıyormuşum çünkü o kadar yıl hayatıma kimseyi almamam normal değilmiş. Öyle dedi beyefendi. Ha bir de, böyle bir durum varsa gizlememe gerek yokmuş. O beni anlayışla karşılarmış."
Can'ın konuşması tam olarak gözlerimin önüne geliyordu ve gece bir hortlak gibi bunları söylediğini hayal etmek bana hiç iyi gelmiyordu. "Bunu diyen beyefendinin hayatına kaç kişi girmiş acaba?" Dalga geçmeden duramazdım. "Can da belli etmiyor ama hisler konusunda senden çok da farklı sayılmaz. O da mı geymiş?" Elimi bir anda şokla ağzıma bastırdım. "Ne? Yoksa hepiniz mi? Arda beni kandırıyor muydu yani..."
Ettiğimiz muhabbet sadece beni bu kadar eğlenmiyordu, o da gözünden yaş gelecek durumdaydı. Çenesini tuttu muhtemelen ağrımaya başladığı için.
"Bildiğim kadarıyla değiliz," dedi. "Yine de bu soruyu sakın bana 1.35'te sorma. Oldukça sinirleniyorum."
"Yapılacaklar listeme ekledim bile."
"Başka hangi maddeler var o listede?" diye sordu ilgiyle.
"Uyumak," dedim. "İyi geceler."
"En ufak bir ağrı, acı veya yolunda gitmeyen bir şey hissedersen beni uyandır." Bunun için önce uyuyabilmesi gerekiyordu. Suçluluk onu uyutmayacaktı, biliyordum. "İyi geceler 13."
"Asya," dedim.
"Görkem," dedi. "Tanıştığımıza memnun oldum."
Gülümsedim istemsizce. Onunla daha fazla uğraşmaya halim yoktu. Bir an önce uyuyabilirsem canımın acısı da geçerdi.
Ve biz, farkında bile olmadan yine hiçbir şey olmamış gibi davranmıştık. Normalde birimiz başlatıyor, diğerimiz ona ayak uydurmayı seçiyordu ama bu defa bilinçsiz bir şekilde ikimiz de sürdürmüştük bunu.
Sanırım bu da bir çeşit başa çıkma mekanizmasıydı ama benim değildi, bizimdi.
Sabah erken saatlerde kalktık. Kahvaltımızı acele etmeden yaptık ve ortalıkta göründük. Kimse bizi yargılamadı. Sadece bir ara Fahri Bey, dün gece bizi göremediğini ve iyi olup olmadığımızı sormuştu. Hâlâ onun samimiyetine inanıyordum. Hasan'la asansörde karşılaştık. Biz odamıza dönerken o yeni kahvaltı etmeye çıkıyordu.
Tüm gün, akşam yemeği de dahil olmak üzere ne Hermes'i ne de Selma'yı görmemiş oluşum içime bir kurt düşürdü. Ya bir şeyler dönüyordu ya da bir şeyler dönecekti.
Biz profesyonelliğimizi koruyarak devam ettik oyunumuza hiçbir şey olmamış gibi. Akşam yemeği yedik. Görkem geçen gün beğendiğim et yemeğinden iki tabak sipariş etti ve tabağım bittiği an kendi tabağını önüme itti. İtiraz kabul etmeyen tavrı yüzünden bir aslanın ceylanı çiğnemeden yuttuğu zaman midesine gireceği et miktarı kadar et tüketmiş oldum bir gecede.
Protein lazımmış, yaralarım çabuk iyileşirmiş.
'Bizimkiler iyileşmiyor,' diyemediğim için geçiştirmiştim gülerek.
Kombinlerimizi yapmış, kumarhanenin yolunu tutmuştuk. Burada da Hermes'le Selma'yı görememiştik. Sormak istiyordum ama dün de biz yoktuk, dolayısıyla sorma hakkım da yoktu. Bu sefer sorgu bana yöneltilecekti. Bu yüzden sessiz kalıp ayak uydurdum ortama.
Fahri Bey, Hasan ve Görkem üçlüsünden oluşan masaya geçen sefer oturduklarını bildiğim ama bizi pek de ilgilendirmeyen diğer üç adam da sıralandığında Hasan oyunu başlattı.
Hem Serdar'ın hem Selma'nın hem de Hermes'in eksik olduğunun herkes farkındaydı ama kimse bu konu hakkında konuşmuyordu. Sebeplerini bildiklerinden miydi suskunlukları? Çözemediğim şeyler oluyordu.
Bir masada, tek başıma oturuyordum. Gözlerim Görkem'in üzerindeydi. Önümde dokunulmamış bir kadeh şarap duruyordu ve o an duyduğum sesler, içimdeki şüphenin boşa olmadığını anlattı bana.
Birkaç bağırış geldi. Güvenliklerin ortadan kaybolduğunu gördüm ve ardından sekiz dokuz kişilik bir ekip, içinde bulunduğumuz kumarhaneyi bastı.
Polislerdi.
Polislerin gizli göreve geldiği kumarhaneyi polisler basmıştı.
"Yat yere. Yat yat! Kaldırın ellerinizi."
Yüzleri tanıdık değildi. Analizcilerin karakolundan olduklarını sanmıyordum çünkü Görkem de en az benim kadar şaşkındı. Hızlı adımlarla yanıma varmıştı polisler bize yaklaşmadan önce.
"Sürdür," dedi sadece.
"Konuşma!" dedi otuzlu yaşlarında, esmer bir erkek ona bakarak. "Ayrıl, şöyle geç."
Baskın yemiştik.
Yasa dışı kumar oynamak ve oynatmak suçundan hepimizi gözaltına alacaklardı şimdi.
İnanamıyordum. Algılarım kapanmış gibiydi. Enseme bastıran kadın polis memuruna karşı bir hamle yapmamak için ellerimi yumruk yapmıştım. Görkem sürdür demişti, ben de yere eğilmiştim ve eğildiğim için yaram sızlıyordu.
"Bir otelde, yeraltı kumarhanesi mi?" Muhtemelen bağıran kişi başkomiserdi. Otoritesi gözlerinden okunuyordu. "Klişe oğlum bunlar. Kıbrıs'a falan gidin. Bizi hep aynı işlerle uğraştırmayın ya!"
Kafa adamdı aslında da ben suçlu konumundaydım işte.
Lacivert ipi kol saatimin altına gizledim. Kadın memur beni ayağa kaldırdı ve bileklerime kelepçeyi geçirdi.
Her şeyimi verdiğim görevimin sonu ters kelepçe yememle bitmişti.
Şaka gibiydi. Sinirden ağlamakla kahkaha atmak arasındaydım ama yüzümde tek bir mimik bile oynamıyordu.
Diğerleri gibi, itile kakıla çıkarıldım o otelden. Canım yandı, sesimi çıkartamadım. Sürüklendim, kurtulabilirdim ama boyun eğmek zorundaydım. Ortama uydum. O kumarhanede bulunan hiç kimsenin dikkatini çekmedim böylelikle. Hasan'a baktım. Mahcubiyeti yüzünden başını öne eğmiş, hiçbir müşterisine bakamamıştı arabalara bindirilirken.
Masa kurmuştu. Yeni devraldığı işinin reklamını yapıyordu ama her şey elinde patlamıştı.
Görkem, birkaç metre ileride duruyordu. Arkasındaki adam onu da sertçe ittiriyordu ve gülmemeye çalışıyordu buna. Polislere rol yapıyor olmamız mıydı bu kadar komik olan? Yoksa Analizcilerin ciddi ciddi baskın yemeleri miydi? Onun da sinirleri bozulmuştu.
Beni buldu gözleri. Dudakları bu defa içten bir şekilde iki yana kıvrıldı ve ensesinden tutularak polis arabasına sokuldu. Ben de bir başka arabanın arka koltuğuna bindirildim.
Kilit sandığımız, peşine takılıp geldiğimiz Hasan kelepçelenmiş gözaltına alınıyordu bugün. Uyuşturucu masasının başına geçen, bizi tepedeki isme götürecek basamak o diye düşünmüştük.
Masanın başına geçen Hasan değil, Selma'ydı.
Şu piramit denen şeyin bu iki kardeş de üyesiyse, Selma o piramitte Hasan'dan daha üst bir konumda olmalıydı.
Saf Hasan, saf dışı bırakılmıştı piramit tarafından.
Ters kelepçe olduğumuz yetmiyormuş gibi bir de ters köşe olmuştuk.
•⚓•
Hasan'ın fönlü saçları bozuldu, yanarım yanarım ona yanarım.
Nasılsınız? Nasıl gidiyor? Hisleriniz neler?
Olduk mu ters köşe hakikaten?
Baskın yemedik de demeyiz artık. Oh, mis...
Aşamadığınız, bu bölümde sizi en çok etkileyen cümleyi sorsam? Asya'ya mı ait, Eylül'e mi Görkem'e veya başka birine mi öğrenmek istiyorum.
Bu arada yeni bir karakterimiz gelecek önümüzdeki bölüm. Oldukça heyecanlıyım onun için. ⚖️
Bir kere gülümseyin, öyle gidin olur mu?
Teşekkürler ve iyi günler.
🔵🤝🔵
Yorumlar
Yorum Gönder