22. "Denizin Efendisi"


Bölüm şarkıları:

Taylor Swift, Cardigan

Taylor Swift & Zayn, I Don't Wanna Live Forever

Imagine Dragons, Believer
(fav sahnelerimden)

👗

"You drew stars around my scars."
-Cardigan

•⚓•

Bu sabah kalbim her zamankinden daha kırıktı ama bu sefer başıma gelen değil şahit olduğum bir olay yüzündendi.

Seksen yaşına bile gelmiş olsam dönüp baktığımda bu evin sınırları içinde uyandığım sabahları asla unutmazdım. Ömrümün neredeyse tamamında sessizliğin içine uyanmıştım, alarmı susturup somurtarak odamdan çıkmış ve çoğunlukla üşüyerek mutfağa gidip tek başıma bir şeyler atıştırmıştım.

Analizcilerin onlara normal gelen alışkanlıkları benim için büyük bir lükstü. Arda'nın sabahları şarkı söylemeleri mesela... Zaman zaman bunu sevmiyormuş gibi davransak da hepimizi bir şekilde etkilemeyi başarıyordu. Ben gözümü açmaya çalışırken oraya buraya koşup zıplayarak dans eden, kimi zaman yanına Can'ı ve hatta beni katmaya çalışan Arda enerjimi yükseğe çekerek güne başlamamı sağlıyordu.

Yedi gün daha geçirmiştim burada. Yedi şarkıyla daha uyanmıştım. Yedi benim en nefret ettiğim sayıydı ama içinde onlar olunca kulağa o kadar da kötü gelmiyordu.

Alışıyordum. Bir şeylere alışma hissinin bana korkunç gelişi günden güne hafifliyordu sanki. Birlikte olaylara kafa yormak, kendimizi bilinmezlikler için paralamak, çıkmaza gireceğimizi bilsek de pes etmemek bana çok güzel geliyordu.

Birlikte bir şeyler yapıyor olmamız çok güzeldi.

Fahri Bey'den haber bekleyerek ve bu boşluğu da kusursuz planlar yapmaya çabalayarak geride bırakmıştık günleri.

Can'ın isminin bir katilin avucunun içinden çıkmış olması herkes tarafından konuşulmaya başlamıştı karakolda ve bu Can'ı oldukça huzursuz ediyordu. Göz önünde olmaktan hoşlanmayan biriydi. Işıkların altında kalınca kendini iyice köşeye sıkışmış gibi hissetmeye başlamıştı. Haber alamadığı için neredeyse ümidi keseceği o kadının yanı sıra hepsinin yükünü omuzlarına almaya çalıştığı cinayetlerle birlikte hayatı tepetaklak olmak üzereydi ve o bunun oldukça farkındaydı.

Görkem, bu yedi günü diğerleriyle iç içe geçirmemizi sağlamıştı. Dile getirmek istemiyordum ama kendini her şeye hazırladığı belliydi. Bizimle ne kadar zaman geçirebilirse o kadar kârdı onun için. Sahte Kuzey Demirkan kimliğinin ifşalandığını düşünen Necip Amir'i manipülasyon becerisiyle geçiştirmiş olsa da ben sonunda ölüm ihtimalini bile hesap etmiş olarak yarınki göreve benimle geleceğini biliyordum.

Bile bile tuzağa yürürken ona eşlik edecektim. Yanı başında olacaktım. Ucunda ölüm olan bir göreve gidiyorsak onun önünde yürüyecektim.

Son hazırlıkları tamamlayacağımız gündü bugün. Kuzey ve Mila olmamız için dövmelerimizi yapmalıydık. Kafa kafaya verip her şeyin üzerinden son kez geçmeliydik. Bu yüzden dün gece erken uyumamı söylemişti ve ilginç bir şekilde onun sözünü dinleyesim gelmişti.

Gözümü duvarlarda yankılanacak kadar yüksek çıkan seslere açtığımda üstümü başımı düzeltme fırsatı bile bulamadan salona dalış yapmış halde buldum kendimi. Bağır çağır kavga sesleri beni telaşlandırmıştı.

"İnanamıyorum," dedi Arda. Sakin olmaya çalışıyordu. "Ben sana inanamıyorum."

Ne zaman geldiğini bilmediğim Eylül ve o karşılıklı olarak ayaktaydılar. Can ve Kaya üçlüde yan yana oturuyorlar, Görkem tekli koltukta olan biteni izliyordu. Hepsinin yeni uyandığı belliydi ama beni asıl şaşırtan, en az benim kadar sudan çıkmış balık gibi görünmeleriydi.

Eylül ve Arda'nın arasında her ne yaşanıyorsa bu normal değildi belli ki.

"Neyime inanamıyorsun ya?" dedi Eylül kaşlarını çatarak. "Sen inan diye niye çabalayayım ayrıca? Sabah sabah uğraşma benimle Arda."

"Onu affettin." Arda'nın bizi görüp görmediğinden emin değildim. Sadece Eylül'e odaklıydı gözleri. Saçları karmakarışıktı, yüzü hafif kızarmıştı ve ciddi anlamda öfkeli görünüyordu. "Onu yine affettin."

Canının acısını öfkesiyle bastırmaya çalıştığını anladım. Sesini yükseltmese ağlardı. Bu tavrı biliyordum. Sık sık aynısını yapardım çünkü.

"Senden izin mi alacağım?" Konuşmanın başını kaçırmış olsam da Eylül'ün de durduk yere öfkelenmediği ortadaydı. "Ne bu afra tafran senin?"

"Sakin," dedi Can araya girerek. Kaya ve Görkem, Arda'nın sıktığı çenesine kilitlenmiş durumdalardı. Benden çok şoka girmiş gibilerdi de hareket edecek halleri yoktu sanki. "Ne yapıyorsunuz? Sakin olun."

Ayaktaki ikili ses geçirmeyen bir fanusa kapatmışlardı kendilerini. Dış dünyayla ilişkilerini kestikleri belliydi. İkisinin de bakışları alev alev yanıyordu.

"Seni üzüp duruyor," dedi Arda sesindeki sertliği kaybetmeden. "Siktiğimin herifi her seferinde hüngür hüngür ağlatıyor seni. Umurunda değilsin Eylül. Sen onun umurunda bile değilsin. Akıllanmayacak mısın hiç? O seni kırıp döküyor, parçalarını ben topluyorum. Sana neler yaşattığını en iyi ben biliyorum."

Kaşlarım elimde olmadan çatıldı. Söyledikleri doğru olabilirdi ama Arda öyle kontrolsüzdü ki üslubunu koruyamıyordu. Böyle bir çabası da yoktu. Tüm gemileri yakmış gibiydi.

"İlişkime burnunu sokabileceğini kim söyledi sana?" Eylül'ün Arda'ya doğru bir adım atmasıyla birlikte gözlerimi sımsıkı kapadım. Fanusun camları çatlıyordu. "Affederim affetmem. Benim hayatım değil mi? Ben veririm kararlarımı. Seni ne ilgilendiriyor?"

"Senin tek gözyaşına ben üç ay kendime gelemiyorum. Ne demek ulan beni ne ilgilendiriyor?"

Arda... Arda mıydı bu? Nasıl bu kadar raydan çıkabilmişti? Bunca zaman kendini frenleyen o ne olmuştu da böyle kontrolü kaybetmişti birden?

"Yanında gelip ağladım diye bunu yüzüme vuramazsın!" Eylül ellerini saçlarının geçirirken alnındaki teri de sildi parmaklarının dışıyla. "Bana sevgilimi affettim diye geri zekâlı muamelesi yapamazsın. Ne oluyor sana? Tersinden kalktın da bana mı patlıyorsun?"

Eylül'ün fiziksel olmayan bir görme engeli vardı ve bu her geçen gün üçe beşe katlanarak artmaya devam ediyordu. Ben başka bir açıklama bulamıyordum.

"Sana iyi geleceğini bilsem seni ona kendi ellerimle teslim ederim." Bir kadına yenilmenin ilk belirtisi düşük omuzlardı. Arda düşük omuzları, pes etmeye hazır bakışları ve gözünün önüne düşen saçlarıyla perişan halde görünüyordu. "Her seferinde aynı boku yaşıyoruz Eylül, her seferinde. Bu kadar değersiz misin sen? Bu kadar kör müsün?"

"Arda..." Derin bir nefes aldığında elleri titriyordu Eylül'ün. "O sesini alçalt, çeneni de kapat artık mümkünse."

"Aptal, sevmiyor işte seni." Sertçe elini alnına vurup avuç içini aşağı doğru hareket ettirdi Arda. "Aptal, kendini paralayıp duruyorsun."

Bu cümleleri kendi kendine söylediği belliydi ama Eylül üzerine alınıp "Siktir git!" dedi ona iyice sinirlenerek.

"Bir daha sakın bana dert yanmaya gelme." Arda çenesini kaldırdığında gözlerinde titreşen alevlere tanık oldum. Ne dediğini bilmeden konuşuyordu çünkü her şeyi belki de ilk kez bu kadar boş vermişti. "Sakın, anladın mı?"

"Ne sanıyorsun ki? İki yanımda durdun diye sensiz yapamayacağımı falan mı düşünüyorsun?" Karşısında sesini bu kadar yükselten biri varken kontrolden çıkmasını anlıyordum ama bunları söylememeliydi. Bunlar yaşanmamalıydı.

"İki yanında durdum diye?" Arda, Eylül'ün üzerine doğru bir adım attığında hayal kırıklığıyla çevrelenen bakışları giderek kararıyordu. "Bu muyum senin gözünde? Öylesine yanında duran biri miyim?"

"Çocuksun benim gözümde." Canım acıdı. "Benim ne sana ne de ilişkim hakkındaki tavsiyelerine ihtiyacım yok. Büyü artık."

Canım çok acıdı. Kalbim çok kırıldı. Kapının dibine çöküp ağlamak istedim bir anlığına.

"Büyüyeyim artık." Arda'nın titreyen dudakları iki yana kıvrıldı. "Çocuğum gözünüzde." Elini yüzüne bastırdı birkaç saniye. Akmak üzere olan gözyaşını tutmaya çalışıyordu sanki. "Büyüyeceğim," dedi elini geri çektiğinde. Sesi kararlıydı. "Vazgeçmek büyütür insanı. Yemin ederim büyüyeceğim."

"Sabah sabah ağzıma sıçtı ya adama bak," dedi Eylül diğerlerine dönerek.

"Hep sen yapıyordun." Arda onu arkasında bırakıp kapıya doğru yürümeye başladı. "Ödeştik, bitti." Yanımdan geçip gittiğinde hedefi doğrudan odalarımızın bulunduğu koridor olmuştu. Eylül de başka hiçbir şey söylemeden dış kapıyı çarpıp çıktı evden.

Salonda çarpılmış gibi kalan üç adam bir de kadın bırakmış oldular böylelikle.

Ölüm sessizliği hakim oldu anın şokunu atlatmaya çalışırken. Göz teması bile kurmadı kimse benimle. Hepsi donmuş gibiydiler.

"Benim dışarıda işim vardı," dedi Görkem. "Şu dövmeleri halledeyim hazır boşken. Akşam görüşürüz."

Bu konunun üzerine tek kelime etmememiz gerektiğini onun bu davranışıyla birlikte anladım. İkisinin arasında olan bir şeydi ve müdahale etmemiz gerektiğini düşünmemiş olmalıydı. En azından şu an bu konuda yapılacak bir şey olmadığını biliyordu ve gergin ortamdan kaçarak uzaklaşmaya çalışıyordu.

"Beni de cezaevine bırakır mısın?" diye sordu Can ayaklanarak. "Yarın gidiyorsunuz, bugün artık o Hasan bildiği her haltı bana anlatmak zorunda. Sıkıntı etmeyin, elim boş dönmeyeceğim."

Hasan'ın sicili öyle lekeliydi ki paçayı kurtaramamıştı fakat hâlâ konuşmuyordu. Mahkemede bile kendini savunmamıştı doğru düzgün. Kimden ya da neyden korkuyorsa ağzını açıp tek kelime etmiyordu ve hâlâ kız kardeşinden gelen ihaneti sindirmeye çalışıyordu.

Görkem ve Can evden çıktıklarında Kaya ve ben kaldık salonda. Onun muhabbetine doyum olmuyordu, bu yüzden yanında gergin gergin oturmaktansa ben de odama gitmek için bir bahane bulmaya çalışıyordum.

Arda'nın yanına gitmeyecektim çünkü kesinlikle sırası değildi.

"Aa..." dedim aklıma gelen fikirle kendimi durduramadan. "Siz hiç benim elimden yemek yemediniz." Kaya kapalı televizyon ekranında olan gözlerini bana çevirip boş boş baktı yüzüme. "Göreve gitmeden önce bir kez sizin için yemek yapayım." İçimde bastırılamaz bir istek belirmişti aniden.

Ne olacağı belli olmazdı. Görkem yarının fazla tehlikeli olduğunu söyleyip duruyordu ve bir kez olsun Analizciler için bir şey yapmak istemiştim. Hem kafam da dağılırdı.

"Arda ne sever Kaya?" diye sordum başını koltukta geriye yaslamış olan nemruta.

"Börek yapmayı biliyor musun?" diye karşılık verdiğinde anlık olarak yeşillerinde bir ışık yandı. Buna heves bile diyebilirdim. Sonra durdu, yeniden ruhsuz haline döndü. "Arda da sever de, başka şeyler de sever. Neyse. Uğraşma. Söyleriz dışarıdan."

"Yok." İçimdeki bu istek neyin nesiydi bilmiyordum. Onlar için yemek hazırlama fikri beni heyecanlandırmıştı. Ev işi sırası hâlâ üzerimizdeydi ve ilk kez bunun hakkını vermek istiyordum. "Börek yapabilirim."

"Gerçekten mi?"

Bakışlarım şaşkınlıkla Kaya'ya döndü. Duygularını filtreleyememiş, çocuk gibi sormuştu sorusunu.

"Evet," dedim. "Mutfağa gelmek ister misin?" Cevabın hayır olacağını, odasına gidip bilgisayarına gömüleceğini ya da burada boş boş oturacağını düşünmüştüm. Anında ayağa kalkması beklenmedikti.

Adımları benimkileri takip etti ve birlikte mutfağa geçtik. Gözlerimin odaların olduğu koridora kaydığını görmüştü. "Vicdan yapma," dedi bana. Hayatın akışı devam ediyordu. Herkes bir işin peşinde koşturuyordu ve az önce yaşananları yaşanmamış saydığımız için gerçekten biraz vicdan yapmış olabilirdim. "İnan, tek kalması gerekiyor. Arda yalnızlıktan hoşlanmaz ama böyle anlarda kapatır kendini bize. Ona süre vermeliyiz biraz."

"Çok kötü görünüyordu," dedim yüzümü yıkamadığım aklıma gelirken. Çeşmenin altına tuttum ellerimi ve birkaç kez su çarptım yüzüme. "Çok üzgündü. Olayın başını kaçırdım. Ne oldu da böyle oldu?"

"Sevdiğin birinin seni sevmemesi kolay değil," dedi. "Sevdiğin birini başkasıyla görmek, sana gelip ağlayarak onu anlatması... Kolay değil işte. Arda nereye kadar dayanabilecek diye merak ediyordum hep. Belli ki canına tak etti onun da."

Nadir görülen bir olay gerçekleşiyordu. Kaya ve ben uzun cümleler kurarak konuşuyorduk.

"Ee..." dedim havayı dağıtmak adına. "Nasıl börek yapayım?"

"Yapabildiğini söylemiştin," derken yüzüne bir hayal kırıklığı oturdu. "Nasıl yapılacağını bilmiyor musun?"

Gülmeye başladım. "Hayır, onu demiyorum. Neyli yapayım mesela? Elli çeşit börek var. Hangisini yapayım?"

Omuz silkti. "Fark etmez."

"Teşekkür ederim, çok yardımcı oldun bana."

Sandalyeyi çekip oturduğunda sırtını da geriye yasladı. Ben de ellerimi tezgâha yaslamış, yüzümü ona dönmüştüm. "Ben yemek seçmem," dedi. "Yetimhanede nadiren yapılırdı börek, en sevdiğim günler o günlerdi."

Alaycı bakışlarım anında yumuşarken Kaya'nın bana içini açışı beni şaşkına çevirmişti aynı zamanda. Arda'nın en sevdiğini değil, kendi en sevdiği yemeği söylemişti bana az önce refleksle.

"Peynirli miydi?" dedim biraz detay almak için.

"Peynirli, patatesli, ıspanaklı, pırasalı..." Gözü daldı. "Ayda yılda bir çıkıyordu belki ama her seferinde farklı çeşit çıkıyordu."

"Hangisini daha çok seviyordun?"

"Ayırt etmem," dedi. "Önüme ne koyulsa yerim ben. Tabakta hiç yemek bırakmam."

Sanki bu ona verilen bir emirmiş gibi söylemişti. Geçmişten gelen bir ezber gibi hissettirmişti cümlesi.

"Tamam da Kaya, ben senin için hangisinden yapayım?" Diretiyordum inatla. Mutlaka içlerinden birini diğerlerinden daha çok seviyor olmalıydı. Elim değmişken tam değmiş olsundu bari. "Elde mi açayım, yufka mı alalım dışarıdan? İçine ne koyalım? Fark etmez diye bir seçeneğimiz mevcut değil."

"Bir kere, biz daha yeni birlikte yaşamaya başlamışken Görkem yapmaya çalışmıştı," dedi gülümseyerek. "Üzerini yakmıştı ve tuzsuzdu peyniri ama yediğim en güzel börek oydu. Çünkü iki dilimden fazla yiyebilmiştim ve daha da önemlisi, benim için uğraşmıştı."

Hayır Yağmur, Kaya seni böyle konuşarak ağlatamaz.

Emin değildim. Biraz daha bu tonda konuşursa belki de ağlatabilirdi. Geçmişinden kaçtığını düşünüyordum. Öyle ki Necip Amir'in anlattıkları dışında ona dair hiçbir şey bilmiyor bile sayılabilirdim. Bir de aramızdaki on dakikalar vardı ama onlarda da çocukluğundan ziyade hisleri hakkında konuşmuştu.

"Benimki de sabah simit poğaçayla kahvaltı yapmaktır," dedim kötü hissetmesin diye. İnsan plansız kendini açtığında pişman olabiliyordu sonradan. "Ben teyzemde kalırken annemle babam iki üç günlüğüne geri döndüğünde sabahları birlikte kahvaltı ediyorduk. O sofraları hatırlatır bana. Çok severim ama yalnızken neredeyse hiç yapmazdım. Bazen Mete ve Barış'la yapardık."

"Biz de yaparız," dedi anında. "Bugün börek yeriz, siz döndüğünüzde de kahvaltıyı senin sevdiğin gibi yaparız. Ben sabah gider alırım fırından."

"Kaya..." Girdiğim şok sesime de yansımıştı. "Kendine gel, biz birbirimizden nefret ediyoruz. Benim için fırına gitmeyi bırak, su istesem Allah versin dersin sen."

Dudakları iki yana kıvrıldı. "Doğru, öyle derim. Ödeşmek gibi düşün ama. Böreğe karşılık simit poğaça. Bence adil bir anlaşma."

"Ben böreği dışarıdan hazır almayacağım yalnız," dedim ona tepeden bakarak. "Hiç de adil olmadı."

"Sana poğaça yapamam," dedi Kaya dümdüz. "Abartma, o kadar da değil."

Sırıtmaya başladım. "Özüne döndün nihayet."

"Yardım edeyim mi?" diye sordu. "Böyle kötü hissederim. Hazırlanışını bilmiyorum ama bana bir iş verirsen ben de onu yapabilirim."

"Galiba markete gitmen gerekecek," dedim gözlerim buzdolabının raflarında gezerken. Ayağa fırladı. Davranışları şaşkınlıktan küçük dilimi yutmama sebep olacaktı. "Günlük yufka al, yoğurt, yumurta... Bir de lor peyniri al. Seversin değil mi? Onunla yapayım böreği. Bak yufkaya dikkat et, bir kere yanlışlıkla baklavalık almıştım ben."

"Tamam," dedi başını hızlı hızlı sallayarak. Kaya bugün hassas bir gününde miydi, sabah yaşanan kavga çocukluğundaki bazı travmaları mı tetiklemişti bilmiyordum ama karşımda o sinir bozucu tavrından eser yoktu. Aksine inanılmaz kırılgan duruyordu. "Çikolata da alayım sana. Nasıl seviyordun sen?"

"Ödül maması mı vereceksin o ne öyle?"

Kendini tutmadan gülmeye başladığında aynı anda bana da "Yürü git ya," dedi ve sonra kendisi yürüyüp gitti markete doğru.

Yapmamam gerektiğini biliyordum ama Kaya evden ayrıldıktan sonra ayaklarım beni dinlemedi. İçim onu görmeden asla rahat etmezdi. Kendimi durdurmaya da çalışsam kandırmak da istesem başaramadım. Arda'nın kapısının önüne gittim öfkesini bana yönlendirebileceğini bile göze alıp.

Kapıya iki kez hafifçe vurdum. Sanki camdandı, sert davranırsam parçalara ayrılacaktı. Ses gelmediğinde kolu kavradım ve kapıyı ittirip başımı uzattım içeriye.

İki yatağın ortasında, yerde oturuyordu. Başını Can'ın yatağına yaslayıp tavana çevirdiğinden kıvırcık tutamlar yorganın üzerine yayılmıştı. Saçları giderek uzuyordu ve bukleleri daha da belirgin hale geliyordu. Gözleri kapalıydı, kolunu ise yanındaki koliye yaslamıştı.

İçini görememiş olmam, içindekileri bilmediğim anlamına gelmiyordu. Bu odaya daha önce girdiğimden her detay ezberimdeydi ve koca eksiklik ilk bakışta bile anlaşılıyordu.

Oyuncakları yoktu.

Oyuncaklar karton kolinin içindeydi. Kenardaysa yuvarlak, şeffaf bir koli bandı duruyordu fakat henüz açılmamıştı. Arda onları toplamıştı ama kaldırmaya cesaret edememişti daha.

Bir dizini kırıp kendine doğru çekmiş, diğer bacağını ise öne uzatmıştı. Bacağının üzerinden atlayıp diğer tarafına geçtim ve hiçbir şey demeden yanına çöküp oturdum.

Konuşmamıza gerek yoktu. Burada olsam yeterdi. Sadece bir bedenin varlığına bile muhtaç olabiliyordu insan. Birkaç düzenli soluk sesine, üzerine düşen bir gölgeye, koluna değen bir kola her şeyden çok ihtiyaç duyabiliyordu.

Senelerce yalnız kalmış olsam da onun bir saat kadar bile yalnız olmasına gönlüm razı gelmemişti.

Kimse bunu hak etmezdi.

Yüzüne bakmadım. Birinin ağladığımı görmesini asla istemediğimden birini ağlarken görme hakkım olduğunu da düşünmüyordum. Onu rahatsız etmekten korkmuştum. Eğer gözyaşını görürsem kendimi tutamam diye de korkmuştum. Dik durmam gerekiyordu ki benden destek alabilsindi.

Tek kelime etmeden, gözlerini bana çevirmeden başını yataktan çekip omzuma yasladı Arda. Sol omzuma.

Kendini sıktığı için kaskatı oluşunu hissedebiliyordum. Dudaklarının arasından hıçkırığa benzer minik bir ses çıktı ama sesli bir yutkunuş devamını getirmesine engel oldu. Tutuyordu kendini. Gözleri kan çanağına dönmüş olmalıydı.

"Beni sevmiyor," dedi. Sustum. "Çocuk olarak görüyormuş beni. Bunu sevimli bulduğunuzu sanıyordum. İğrenir gibi söyledi ama o. Siz de böyle mi düşünüyorsunuz Asya? Üzülmeyeyim diye mi söylemediniz bana hiç?"

Titreyen sesi sonlara doğru yok olma aşamasına gelince ne yapacağımı bilemedim. "Büyürdüm ki," dedi ve ağlamaya başladı omzuma sığınıp. "Beni bu halim yüzünden sevmiyorsa büyürüm ben. O isterse değişirim. Ne var? Oyuncaklarımı atarım, şarkı söylemem, çizgi film izlemeyi bırakırım, bu kadar çok gülümsemem."

"Bunlara izin vermem," dedim elimi yanağına yaslayıp başını omzuma iyice yerleştirmesini sağlayarak. Saçları, yara izimin üzerindeydi. Üzerimdeki tişört yüzünden değmiyordu tenime ama oradaydı işte. Başını sol omzuma gömmüş haldeydi. "Bana sen kimsin diyebilirsin Arda. Hayatıma müdahale edemezsin diyebilirsin. Eylül'ün sana söylediklerini yüzüme söyleyebilirsin. Yine de vazgeçmem fikrimden. Bir kadın için, bu benim yakın arkadaşım olan ve yanımda duran bir kadın bile olsa, değişmene izin vermem."

"Vazgeçmek istiyorum," dedi çaresizce. "Çok canım yanıyor. Ben ilk kez gerçekten vazgeçmek istiyorum ondan. Önünü arkasını düşünmeden konuştu. Üzerine çok gittim. Söylediklerinin birazını hak ettim belki ama bu kadarını da etmedim. Gerçekten etmedim."

Haklıydı. Bunları söylerken bile ileriye gittiğini kabul ediyor, kırgınlığını kenara bırakıp ona kıyamıyordu. Eylül'ün yüzüne vazgeçeceğini söylemişti, banaysa sadece vazgeçmek istediğini söylüyordu.

"Pişman olacağını biliyorum," diye devam etti. "Böyle olduğumuza bakma, en fazla üç güne barışırız biz. Ben affederim onu. Hani ona Buğra'yı affettiği için söylediğim laflar var ya, ben daha beteriyim Asya. Eylül bir bıçağı alıp göğsüme saplasa ben onun elleri kanadı mı diye bakarım önce. Aşk böyle bir şey çünkü."

"Ağlama," dedim. "Eylül senin haklı olduğunu biliyordu söylediklerinde. İnsan bazen böyle yapar. Karşı tarafa çok değer verdiğinde kusurlarını görmezden gelirsin ve birinin sana gelip o kusurları söylemesini istemezsin. Sinirini bozar bu, öfke duyarsın. O öfke sana değildi, her söylediğinde haklı çıkmanaydı. Hayatındaki adamın nasıl biri olduğunu o da en az senin kadar biliyor."

"Niye vazgeçmiyor o zaman?"

"Aşk böyle bir şey çünkü," dedim cümlesini çalarak. "Sana gelip Eylül'ü kötülesem bana sinirlenmez miydin? Bunları duymak istemezdin değil mi? Sustururdun beni. Seni susturmak istediği için o kadar ağır konuştu. Böyle düşünmüyor, tamam mı? Büyümeni istediği falan yok. Sen yeri geldiğinde olgun bir adamsın zaten Arda. Kalan zamanlarda da nasıl biri olduğun sadece seni ilgilendirir. Beni, onu ya da başkasını değil."

"Komikmiş," dedi. "Yeri geldiğinde olgun muyum? Neyin yeriymiş o öyle?"

"Ben yerde kanlar içindeyken baş ucumda sen vardın," dedim. "Benimle sen ilgilendin, yaramı ilk sen sardın. Zehirlendiğim gün Görkem'i sakinleştiren, ortalığı toparlayan sendin. Analizciler arasında bir gerginlik çıksa benim gözlerim ilk seni buluyor Arda. Her şeyi yoluna sokacağını biliyorum çünkü. Kendini küçük görüp durma, neler yapabildiğini unutuyorsun."

Gözlerini silip burnunu çekti. Toparlamaya çalışıyordu. Daha fazla dağılmak istemiyordu çünkü bir yandan da yarın gidecek oluşumuzu düşündüğünü biliyordum. Üzülmek için bile zamanı yoktu. Bu aşamada batamazdı. Hepimizin yaptığı gibi ayakta durmaya çalışmak zorundaydı.

Bu sırada kapı aniden ve hızlı bir şekilde açılınca aynı anda bakışlarımız o tarafa döndü. Gelen Kaya'ydı ve doğrudan yere baktığında göz göze geldik. "Hani börek yapacaktık?" dedi sitem eder gibi.

Arda gözlerini tekrar sildi ve başını omzumdan kaldırıp yüzüme baktı. "Börek mi yapacağız? Hadi yapalım."

Galiba ben anne olmuştum, iki tane de evladım vardı.

Kaya yerdeki kutuyu gördüğünde kaşları çatıldı. Odanın tamamen içine girip yerdeki koli bandının ortasındaki boşluğa basarak onu dik konuma getirdi. Ardından ittirdi ve bant bir tekerlek gibi odanın diğer köşesine gidip duvara çarparak durdu. "Onları çöpe atmayı falan düşünmüyordun herhalde?" dedi bunu gerçekten beklemediği için şaşkın çıkan sesiyle.

"Onun için toplamıştım ama belki Müge'ye veririm geldiğinde. Artık hiçbirini istemiyorum."

"Bizim aldıklarımız da var içinde," dedi Kaya. "O peluşlara kaç para bayıldık haberin var mı? Götlük yapma, senin onlar."

"Yirmi altı yaşındaki birinin oyuncakları olmamalı. Çocuk muyum ben?" Sesine yine kırgınlığını gizlemişti Arda.

"Sen hariç yirmi altı yaşındaki kimse beni ilgilendirmiyor." Kaya bana bakıp "Asya dahil," diye ekledi sonuna. Dil çıkarmam Arda'yı güldürdü.

Arda benden önce ayaklandığında tepemde Kaya'yla ikisi yan yana dikiliyorlardı. Ellerimi havaya doğru kaldırıp başımı da geriye bıraktım. "Ay tutun da ayağa kalkayım," dedim bayılacak gibi yaparak. "Ay yine tansiyonum düşüyor galiba benim. Böreği kim yapacak ben olmazsam? Mutfağa kadar taşımanız lazım beni."

Arda kıkırdamaya başladı. Beni böyle çok sık görmediğinden tavrım ona komik geliyordu. Kaya'ysa göz devirerek elini uzattı bana. Bir elimi Kaya, bir elimi Arda tuttu ve birbirlerine bakıp sırıttılar. Sonra öyle hızlı çektiler ki kollarımı, ayağa fırladığımda kendimi kontrol edemeyip ileri doğru atıldım ve bir ayağım Arda'nın kolisinin içine girince iyice bozuldu dengem.

İkisini aynı anda kahkaha krizine sokmuştum.

"Allah kahretmesin sizi ya..." diye mırıldanırken gülüşlerine gülmekten gözlerim yaşardı. "Görkem'in Can'a yaptığı gibi refleks testi bahanesiyle sağdan soldan çıkıp yüzünüze yumruk atayım da görün siz."

"Çok konuşma," dedi Kaya. Dönüp göz ucuyla Arda'nın yüz ifadesini kontrol etti. Hâlâ güldüğünü fark edince gülümsedi. En önde ben olmak üzere üçümüz peşi sıra mutfağın yolunu tuttuk birlikte.

Masanın üzerinde duran poşetin içine bakınca yüz ifadem değişti ışık hızıyla. "Bu ne?"

"Yanlış mı almışım?" dedi Kaya telaşla. "Baklavalık yufka değildi, beş kez okudum üstlerini."

Üstlerini diyordu çünkü bir paket yufka almaya gönderdiğim adam beş paket yufka, otuzlu yumurta, bir kova da yoğurttan oluşan alışveriş poşetiyle dönmüştü eve.

"Bir orduya yemek hazırlamayacaksam yanlış almışsın Kaya."

"Nesi yanlış?" dedi hâlâ anlamadan bunu sürdürerek. "Bir daha gidebilirim."

Kaya'nın da saf bir yanı olduğunu görmek beni gülümsetiyordu. Arda da ona dalga geçer gibi baktığından kafasını dağıtmak için burada, bizimle olması harika olacaktı. Onları eğlendirebilirdim. Onlar için börek yapabilirdim. Kendimden beklemezdim ama bunu vicdanım rahatlasın diye değil gerçekten içimden geldiği için yapacaktım.

"Bunlar çok," dedim. "Yanlış değil ama çok."

"Biz dört erkeğiz Asya," dedi düz düz bakarak. Telaşı yerini alışık olduğum tavrına bırakmıştı. "Ayrıca Görkem senin yaptığını duyunca daha çok yiyecek falan... Bana iki dilim kalsın istemiyorum."

Kaşlarım çatılırken susma kararı aldım. Bu konuda konuşasım, üzerine düşüp soru sorasım gelmemişti. Paketlerden birini elime aldığım sırada Kaya masayı silip kurulamış, Arda da benim için bir kase ve bir kap hazırlamıştı tezgâhın üzerine.

Lor peynirini kabın içine döküp tadına baktıktan sonra biraz tuzladım. Kaya ve Arda iki tarafımdan ne yaptığımı izlediler ezberlemek ister gibi. Boş olan kaseye sıvı yağ döktüm, ardından ikisini alıp masaya geçtim ve adım adım beni takip ettiler.

Kaya elindeki yemek kaşığını kaseye daldırıp açtığım yufkaya yağı döktü dikkatle. Nereye dökmesi gerektiğini sorup durdu, kaşığı gezdir dedim bu sefer de şak diye yufkaya bastırıp gezdirmeye çalıştı ve ufak bir yerini yırttı, sonra özür diledi. Arda ciddi anlamda gülme krizine girip loru serpiştirmeye çalıştı. Ben de yufkanın yarısını diğer yarısının üzerine kapatıp büzüştürdüm, en son dilimleyip tepsiye dizdim.

Bunu üç paket için yaptık. Tepsi tıkış tıkış oldu. Bir kısmı doğal olarak sığmadı ve kalanını da bu tepsi pişince fırınlamaya karar verdim. Diğer ikisi çırağımmış ve ben de usta bir aşçıymışım gibi ses bile çıkarmadan öylece oturdular.

Kaya, Arda'yla sabah yaşananlar hakkında konuşmaya çalışmayınca haddim olmadığını düşünerek ben de tekrar konusunu açmadım. Sadece ne olursa olsun o oyuncakları çöpe atmasına müsaade etmeyecektim. Benim odamda durabilirdi kolisi.

Bazen bir eşyadan kurtulmak demek, kalbin bir köşesinin kuruması demekti.

Bazen dışarıdan sıradan görünen bir nesneye yüklenen değer o kadar büyük olurdu ki ondan vazgeçmeye çalışmak bile insanı sonu olmayan bir çukura gönderirdi.

Benim evim o çukurun başındaydı zaten. Analizciler için her zaman uzatırdım elimi aşağıya, onları yakalayıp çıkarmak artık benim için bir tercih değil zorunluluktu.

Evlerini ve içlerini açarak beni hayatlarına dahil etmişlerdi. Eğer bugün iki ayağımın üzerinde dimdik duruyorsam karakterim kadar onların da payı vardı bunda. Kabullenmiştim tamamen. Kabullenmişliğim de adanmışlığımı beraberinde getirmişti.

En son biri için ne zaman yemek yaptığımı hatırlamaya çalıştım. Aklımda spesifik bir anı belirmedi. Bazen Mete'yle bazen Barış'la mutfağa girerdik ama nadirdi bu, genelde lokantalarda bir şeyler atıştırır ya da sağlıksız olan ne varsa ondan sipariş ederdik. Birkaç kez de Kaan'a yemek yapmıştım. O anları hep güzel hatırlayacağımı düşünürdüm fakat dönüp baktığımda sadece boşa harcanmış zaman olarak görüyordum.

Bu anları güzel hatırlardım değil mi?

Hatırlamama gerek kalır mıydı? Belki de yıllar sonra bu mutfağın içinde yine onlar için bir şeyler yaparken anıp gülümserdim bugünü.

Yıllar sonrası olur muydu?

Hayal kurmayı tamamen bıraktığımı sanıyordum. Yarından sonrası bile belli değilken bunu düşünmem komikti.

Birkaç saat geçti. Kaya, kızarmış tepsiye sürekli bakışlar atıyordu. Ona yemesini söylesem de diğerlerini beklemek konusunda ısrarcıydı. Bu şekilde onun da alışkanlıkları ortaya çıkıyordu. İki seçenekten biri, yetimhanedeki arkadaşlarıyla yemeye alışkın olduğundan tek başına boğazından geçmemesiydi. Diğeriyse sürekli yalnız yemeye alışkın olduğundan artık bunu yapmak istemiyor oluşuydu.

Ben ikinci seçeneğe daha yakındım mesela.

"Kaya," dedim Can'la Görkem'i beklemeye devam ettiğimiz sırada. Mutfak sandalyelerindeydik, Arda cam kenarına tünemiş sigara içiyordu. Onu ilk kez evin içinde sigara içerken görüyordum ama öncesinde bize sorup izin almıştı. Kaya ve ben masanın iki ucunda oturuyorduk, sandalyelerimizin sırtı duvara dönüktü. Başını bana doğru çevirdi. Özel bir soru olacağını anladığım an vazgeçip, "Neyse, boş ver," dedim hızlıca.

"Yetimhaneyi mi soracaksın?" dedi aklımı okuyarak. Onlardaki analiz yeteneğini unutuyordum bazen. "Sor hadi."

Arda'nın kaşları çatılırken bakışları her zamanki gibi siyahlara bürünmüş Kaya'yı buldu. Belli ki bu Kaya'nın açmaktan hoşlanmadığı bir konuydu ve bana soru sormam için izin verişi Arda'yı şaşırtmıştı. Kaya omuz silkti. "O bana börek yaptı." Buna bu kadar değer verecek olmasını tahmin etmiyordum. "Ne istiyorsa sorabilir bugünlük."

"Hem zaten yarın gideceğim," dedim ben de. "Kurtulacaksınız benden." Alaya vurmaya çalışıyordum. Üzerine konuşulmayan konuların stresini yaşıyorduk ne yazık ki. Yarınki görevde namlunun ucunda olacağımızı biliyorlardı. Görkem'e olan güvenleri ve Görkem'in bu kadar manipülatif bir kişilik olması sonucu bir şekilde ikna etmiştik onları.

"Kes de sor sorunu," dedi Kaya. "Vazgeçeceğim."

Vazgeçmek kelimesi, Arda'nın canını yakınca yeniden sigarayı dudakları arasına yerleştirip başını pencereye çevirdi.

"Senin ilk arkadaşının Görkem olduğunu söylemişti Necip Amir," diyerek girdim konuya. "O dönemden hiç mi kimse yok?" Tekrar yetimhane sözcüğünü kullanmak istemedim. Birine geçmiş hakkında bir şey soracaksam çok geriliyordum, elimde değildi.

"Sence arkadaş canlısı biri miyim?" dedi karşılık olarak.

"On sekiz yılda bir çocuğa bile mi merhaba demedin?" Güldüm. "Ben bile dedim Kaya."

"Birbirimize kardeş diyorduk," dedi Kaya. "Duygusal anlamda değil, böyle söylememizi öğrettiler. Oradaki kadınlara da anne demek zorundaydık." Gözü, alışkın olduğum şekilde dalınca anılarının benimkiler gibi peşini bırakmadığını anladım. Bu yüzden onu sürekli düşünceli yakalıyorduk belki de. "Ve hayır, iyi anlaştıklarım oldu ama hiçbirini tutmadım hayatımda. Ben istemedim."

Çünkü görürse o anları yeniden yaşardı. Onu anladım. Gerçekten anladım.

Analizcilerle yolları kesişmemiş olsa onun da kimsesi olmayacaktı.

"Karşılaşınca kafasını çevirmişti bir kez," dedi Arda. "Bir adam ona doğru gelecek gibiydi. Tanımaya çalışıyordu sanki. Kaya da arkamıza geçti bizim. Göstermedi kendini. Bildiğin kaçıyor."

"İstemiyorum," dedi Kaya tekrar. "Ben o duvarların içinden bir kişiyi bile görmek istemiyorum."

"Çocukken de mi nefret doluydun?" Gerilmesin diye güldüm yine. "Neden şaşırmadım acaba?"

"Bulunduğum grupta diğerlerinden büyüktüm ama onları seviyordum, Asya." Sevdiği için içinde bir nefret var gibiydi. Anlayamadım sebebini. "Evlatlık verilip ayrılan ve sonra gazetede öldüklerini gördüklerimi de seviyordum mesela."

Organ mafyası olayı... Konuyu açtığıma çoktan pişman olmuştum. Susup üstelemedim ama o devam etmeyi seçti.

"Bir insanı kaybettin ve tüm insanlara kapattın kendini," dedi. Onu anladığımı biliyordu. "Ben bunu küçük bir çocukken yaptım. Durum bu."

"Anladım." Kaçmayı tercih ettim. Konuşmak isterse konuşurduk, sadece şimdi değildi. Duygusal bir boşluk anındaydı ve bunun üzerine gitmeyecektim.

Kapı sesi, kurtarıcımdı yine. İki, tek, iki. Arda izmariti küllüğe bastırıp söndürmüş ve sanki içeride koku varmış gibi ellerini yelpaze yapıp beş altı kere sallamıştı etrafta. Ardından açmaya gitti kapıyı.

"Oha," dediğini duydum Can'ın. "Ne kokusu bu?"

"Börek." Görkem başını mutfak kapısından içeri hevesle uzattı. "Annem mi geldi?"

"Ben yaptım," dedim abartılı bir neşeyle ayağa fırlayarak. Kırılmasından korkmuştum. Annesi burada değildi ve üzülmesini istemedim buna. Son zamanlarda neden bu kadar ince düşünmeye başladığımı bilmiyordum. "Sizi bekledik." Hazır sofrayı gösterdikten sonra ısıtmak için tepsilerden birini yeniden fırına koydum. "Ellerinizi yıkayıp gelin hadi."

Görkem bana baktı, sonra Kaya'ya ve Arda'ya, en son yine bana. Ama bu sefer gözlerini üzerimden çekmedi. Uzun uzun baktı. "Yediniz mi yoksa dışarıda?" diye sordum sessizlikten rahatsız olarak. "Günlerden çarşamba değilse börek yiyemiyor musun hayırdır?"

Yüzümden gözlerini alamadığı sırada, "Herkesi kendine getirmişsin," dedi gözlerindeki gurur dolu ifadeyle. Sabah ağır şeyler yaşanmıştı ve Arda'yı keyfi yerinde, Kaya'yı da insan içinde bulduğundan böyle diyordu herhalde. "Nasıl başarıyorsun bunu?"

Herkesi kendine getirip Görkem'i kendinden geçiriyordum galiba.

Nefes alabilmem için arada gözlerini üzerimden çekmesi gerekiyordu.

"Börek yaparak," dedim cevap olarak. "Hadisenize, ellerinizi yıkayıp gelin."

"Hadiseyelim," diye bana takıldı Can, Görkem'in de omzuna elini koymuştu. Donup kalışından kurtarmak istemişti sanki onu.

"Bakalım beğenecek misiniz?" diye sordum. "Beğenmezseniz de zaten damak zevkiniz yoktur."

"Beğendim ben," dedi Görkem anında. "Ellerine sağlık."

Gözlerine bakmaktan elinin üzerindeki dövmeyi yeni fark ettim. Kuzey karakterinin dümen dövmesi vardı, asıl sorun benim bunu içeri ilk girdiği an gözden kaçırmış olmamdı. Ben hiçbir şeyi gözden kaçırmazdım sadece dikkatim o an başka yerdeydi.

"Sen Hasan'ı konuşturabildin mi?" diye sordu Arda. Can onun ifadesini tarttı ve gerçekten sabahki halinden farklı olduğunu anladı. "Evet," dedi karşılık olarak. "Konuşuruz masada."

Ben fırın tepsisini havluyla çıkarıp masanın ortasına bırakmıştım ki ellerini yıkayıp dönen ikili de sandalyelere yerleştiler. Böreğin yanına dolaptan zeytin ve peynir de çıkardım, bu sırada arkamda dört erkek beni izliyordu aynı tip bakışlarla.

Hepsininki aynı mı gerçekten Yağmur?

Çayları da döktükten sonra ben de masadaki yerimi aldım fakat değişiklik gözümden kaçmadı. Börek bıraktığım yerde değildi. Kaya, tepsiyi önüne çekmişti. "Ne?" diye sordu tuhaf bakışlarıma karşılık olarak. "Bunlar da mı yiyecek?"

Gülmeye başladım.

Mete'nin de fark ettiği, diğerlerinden farklı bakan tek kişi de bana bakıp gülümsedi genişçe.

Arkadaşlarını mutlu ettiğim için mi bu kadar mutluydu yoksa beni böyle gördüğüne mi seviniyordu?

İyiydim, iyiydik. Elimden geleni yapmıştım ve başarmışa benziyordum. Herkesin keyfi yerinde gibi duruyordu. Yarın göreve gittiğimizde gözüm arkada kalmayacaktı. Hem de Analizcilerle doğru düzgün bir anı kalacaktı geriye.

"İkiniz iddiayı kaybettiğinizden beri yapılan ilk ev işi bu galiba," dedi Can bize laf sokmaktan hoşlanır bir tavırla.

"Geçen gün çamaşırları yıkayanın ilahi bir güç olduğunu mu sanıyorsun?" diye karşılık verdi Görkem. "Katlayıp dolabına yerleştirdiğim kıyafetlerden utan, eşek."

"Bu herif beni sevmiyor ya," dedi Can somurtarak. Bunu söylerken başını da Görkem'in omzuna yaslamıştı ama. Görkem elini onun saçları arasından geçirdiğinde dövmesini inceledim. Geçenkinin aynısıydı. Günler önce açılan kaşı da silik bir yara izine dönüşmüş, tam olarak Kuzey kılığına bürünmek içinse yine sakallarını uzatmıştı. Bu ona gerçekten bambaşka bir hava katıyordu.

Kimi görsem yüzünü bütün detaylarıyla beş saniye içinde ezberleyebilirdim, onunkini de ezberlemiştim ama gözlerim bunun daha farkına varamamış gibi sürekli olarak ona dönüyordu. Bu durum ciddi anlamda rahatsızlık vermeye başlamıştı bana.

Çünkü göz göze geliş sıklığımız giderek artmaya başlamıştı.

Kaya dilimlediğim böreği diğerlerinin önündeki tabaklara dizmeye başladı. Herkese bir dilim verip tepsiyi tekrar önüne çekti. "Bir tepsi daha yaptık ya Kaya," dedim onun çocuksu tavrına alışmaya çalışırken.

"Evet." Omuz silkti. "O da benim."

"Birkaç saat evden gittik," dedi Can, Görkem'e dönerek. "Asya'nın oturup börek yapacağı ne yaşanmış olabilir ki mesela?"

"Benden ne istediniz de ben yapmadım?" diye sordum alınmış gibi yaparak.

Bunu ciddi ciddi düşündüler bir süre. Sonra Görkem'in kaşları çatıldı cevabı bulduğunda. "Ne zaman geride durmanı istesem yapmıyorsun mesela."

"Senin isteklerin hariç," dedim hızlıca. "Unuttun mu? Ben senin için çabalamayı bırakalı çok oldu."

"Uf," dedi Arda. "Sağlam bir cevaptı. Yine de yarın bu adamla hiçbir şeyin garanti olmadığı bir göreve gideceğini bilmesek daha inandırıcı olurdu."

"Görev," dedim. "Bu bir görev."

"Onu korumak pahasına yine her şeyi yapabileceğin bir görev," dedi Kaya. "Yine de bu sefer sana bir şey olursa Görkem'in kafasını ilk ben kıracağım, sonra diğerlerine bırakacağım sırayı."

"Katıldım," dedi Can. "Asya'ya yine zarar gelirse ben de canına okurum Görkem."

"Evet," diye atladı Arda. "Ben de katıldım kervana. İmza, kaşe, mühür, damga."

Beni düşünüyorlardı ve ciddilerdi.

İlk görevde herkes bana Görkem'i emanet etmişti. Eylül dışında kimsenin bile aklına gelmemiştim. Şimdiyse kartlar değişmişti. Beni ona emanet ediyorlardı. Beni önemsiyorlardı ve zarar görmemden korkuyorlardı.

Beni önemsiyorlardı.

"Bir börek yaptım diye hepinizin favorisi oluşumu konuşmak isterim," dedim gülerek. Onlara bakmadan söyledim, başım öne eğikti. Sırıtmamaya çalışıyordum çünkü. "Açlıktan ölüyormuşsunuz da ilacınız bendeymiş."

"İlacımız sendeymiş," dedi Görkem. Başımı kaldırdım. "Ve kıyıda köşede canıma okuma planları yapmayı bırakın. Onun başına bir şey daha gelmesine izin vermeyeceğim."

Bunu diğerlerinin içini rahatlatmak için söylediği belliydi çünkü bir haftadır yaptığımız konuşmalarda bana olabilecek her ihtimali üstü kapalı bir şekilde anlatmış, hatta birçok kez benim onunla birlikte gidişimden vazgeçme aşamasına gelmişti ama buna kesin bir şekilde karşı çıkmıştım.

Mila ve Kuzey olarak başladıysak Mila ve Kuzey olarak devam edecektik.

Gerçi Kuzey'in Kuzey olmadığını bildiklerine artık emin sayılırdık ama mühim değildi. Onu kurtlarla dolu bir kumar masasına yalnız göndermeyecektim.

"Ee Can," dedi Kaya. "Hasan'dan ne öğrendin?" Hepimizin dikkati Can'ın üzerine yöneldiğinde Kaya önündeki tepsiden bir dilimi parmaklarının arasına aldı ve yemeye başladı.

"Öncelikle, neredeyse ona acıdım. Berbat bir haldeydi," diyerek başladı Can. Kız kardeşinin ihaneti bir yana yeni eline geçen ve güçlendiğini sandıran o uyuşturucu tezgâhından sonraki yeri parmaklıkların ardı olmuştu. Zirveye çıkıyorum derken kendini yere çakılırken bulmuştu. İyi olmasını bekleyemezdik. "Piramit hakkında bir şeyler öğrendim."

"Geçmişteki parçalarla birleştirip özet geçmeni isteyeceğim."

Görkem'in ricasından sonra Can arkasına yaslanıp anlatmaya başladı. "Basamaklardan oluşan bir yeraltı düzeni. Hasan, birçok kişinin haberi bile yokken bu düzenin parçası olduğunu söyledi. Neredeyse aklınıza gelen her suç, bu piramitin herhangi bir basamağındaki herhangi bir kişiyle bağlantılı olabilirmiş. Cengiz ve o, aynı basamaktalarmış. Dördüncü basamak."

"Ee?" dedi Arda. "İlk üçü biliyor muyuz?"

"Söylentiler duymuş ama ne doğru ne yanlış o da bilmiyor. Özellikle birinci basamak hakkında bir şeyler öğrenmek istedim, o da sürekli olarak bunu öğrenmek istediğini ve hatta belki de bu yüzden kendisinden vazgeçildiğini söyledi."

"Selma'ya üç diyebilir miyiz sizce?" diye sordu Kaya, ağzı doluydu.

"O kadındaki sinsiliğin sebebi yerini beğenmiyor oluşudur belki," dedim onda sürekli olarak beni rahatsız eden bir şeyler oluşu aklıma geldiğinde. "Abisini satması muhtemelen zirveye biraz daha yaklaşmak içindi. Gözünü hırs bürüdüğünden kan bağını yok saydığını düşünüyorum."

"Yüksek ihtimalle," diyerek beni destekledi Can. "Hermes'in ikinci basamak olduğu bilgisi var elimizde bir de. Giderek hedefe yaklaşıyoruz beyler." Durdu ve bana baktı. "Ağız alışkanlığı Asya, alınma. Sen bey değilsin."

Açıklayışı o kadar komik geldi bir anda sesli şekilde gülmeye başlamam masadaki tüm bakışların üzerime toplanmasına sebep oldu yine. Benim ciddi ciddi keyfim yerindeydi ve buna en az onlar kadar ben de şaşırıyordum.

"Hermes'in Selma'dan üstün olduğunu söylemiştin," dedi Görkem. Haklı çıkmıştım. Bu onu daha çok gülümsetti. "Kadın hissediyor," dedi sonra diğerlerine dönüp.

Elimi öne doğru uzatıp tırnaklarıma bakıyor gibi yaptım. "Var öyle huylarım."

"Ayrıca mükemmel börek yapıyor," dedi Arda, onun da ağzı doluydu. "Bayıldım. Artık bunu bana hep yapmak zorundasın, darlayacağım seni sürekli. Yandın Asya."

"Sen loru dökmeseydin asla bu kadar lezzetli olmazdı."

"Gerçekten ellerine sağlık," dedi Kaya. Durup derin bir nefes alırken ne söyleyeceğini bilemiyor gibi bakmıştı. En son bir nefes daha aldı. "Bir de... Teşekkürler diyecektim."

"Ve iyi günler!" dedik hep birlikte. Ben ve Can coşkuyla bağırarak söylemiştik. Görkem ezbere bir replik olarak, Arda'ysa aynı anda söylediğimizi fark ettiği an sırıtarak eşlik etmişti bu koroya.

İki tepsi Analizcilere az geldi. Ben masadan kalktığımda buna söyleniyorlardı. Gerçekten bu kadar beğenmişler miydi yoksa sadece gönlüm olsun diye mi söylüyorlardı bilmiyordum ama fark etmezdi, otuz iki diş sırıtmama sebep olmuştu aldığım övgüler.

Özellikle Kaya ve Görkem resmen birbirleriyle bir yarışa girmişçesine gömmüşlerdi dilimleri. Kaya en son Görkem'in eline vuruyordu, sen git nane şekeri ye diye bir cümle çıkmıştı mesela ağzından. Onu şekerle kandırabileceğine inanmıştı.

Şimdiyse Görkem'in adımlarını takip ediyordu adımlarım. Onun odasına doğru gidiyorduk çünkü omzuma kazınması gereken bir çapa figürü vardı. Onunla yalnız kalma fikrinin hoşuma gittiğini söyleyemeyecektim ne yazık ki.

"Otur şöyle istersen," dedi kapıyı arkamızdan kapattığında. Bu bir alışkanlıktı, neredeyse hiçbir zaman bu koridordaki kapıları açık görmemiştim. Geçen seferde de kullandığı siyah kalem masasının üzerinde duruyordu. Onu parmaklarının arasına aldı ve çevirmeye başladı. Parmaklarını kullanış şekli beni hipnoz ediyordu.

"Neden beni de götürmedin?" diye sordum yatağına oturup yönümü ona çevirdiğimde. İki elimi bacaklarımın kenarından yatağa bastırdım. Gözlerim üzerindeydi.

"Nereye?"

"Senin geçici dövmeleri yaptırdığın yere," dedim sol tarafımdaki yerini aldığında. "Hiçbir işim yoktu, evde oturuyordum. Beni de yanında götürüp işimizi orada halletmek varken neden benim dövmemi yine sen çizeceksin Görkem?"

"Sana dokunmamı istemiyor musun?" diye sordu büyük bir hayal kırıklığıyla. Değişen ses tonu hafifçe kaşlarımı çatmama sebep oldu. Üzülmüş gibiydi. "Bu kadar mı kırdım seni?"

"Sana çizginin hangi tarafında duracağını seçmeni söyledim." Aramızda geçen konuşmanın üzerinden bir haftadan fazla zaman geçmişti ama hiç unutmadığı belliydi yüz ifadesinden. "Bir seçim yapmak şöyle dursun, daha da kafan karıştı sanki senin. Bir yakın bir uzaksın. Ben sürekli belirsizliklerle uğraşamam."

Bunları konuşmak aklımda hiç yoktu. Öylece dökülmüştü ortaya. İçimde kalsın istememiştim. Yarın gidecektik. Öncesinde ortada bir sorun varsa çözmek istiyordum. Yine ben çabalıyordum, yine ben anlatıyordum, yine ben deniyordum.

"Bizimkilerle konuşurken gözlerinin içi bile gülüyordu 13," dedi. Sol omzumun hemen kenarında durduğundan bana yakındı ve ona bakmak istediğimden mesafeyi ben de azaltmış oldum. "Ama gözlerin bana değince sanki neşen sönüyor." Yüzü düştü. "Sanki benim varlığım seni rahatsız ediyor artık. İçeride yüzünden eksik olmayan gülüşlerin yalnız kaldığımız an kayboldu. Belirsizlik dediğin şey mi tek sorun, gerçekten bilmek istiyorum."

Tek sorun bu değildi ama anlatmaya çalışsam da anlamıyordu. Zaten benim de uzun uzun anlatabileceğim bir şey yoktu çünkü bazen ben de anlamıyordum.

Ondan neden bir beklentim olduğunu anlamıyordum. Neyi beklediğimi de bilmiyordum. Belki de esas belirsizlik buydu.

Biliyorsun da kendine bile söylemekten kaçıyor gibisin Yağmur.

"Yanında olmayı denedim. Bunu istemedin. Uzak duruyorum, bunu da istemiyorsun. Görkem sen benden ne istiyorsun?"

"Bir gün bu sorunun cevabını verebilecek miyim merak ediyorum," dedi gözlerini kaçırarak. Bu sorunun mevcut bir cevabı vardı belli ki, yalnızca bana söylemeyi tercih etmiyordu ve ben de bu saatten sonra üsteleyecek değildim. "Neden seni götürmediğim sorusuna gelince... Omzundaki ize bir başkasının dokunmasına izin verir miydin?"

Haklıydı, vermezdim. Ona da izin vermemiş olmam gerekiyordu ama bunu ikinciye, hatta üçüncüye yapmak için buradaydı.

Bir kez de dudakları değmişti dikişe. Buna bile karşı çıkma fırsatım olmamıştı.

Sessiz kalışımın ardından başka bir soru yöneltti. "Peki bana izin verecek misin?"

"Mecbur," dedim kendimi de buna inandırmaya çalışırken. Üzerimdeki tişörtün yaka kısmını çekiştirip omzuma doğru kaydırdım ve böylece iz, gözleri önüne serilmiş oldu. Düşünmemem gerekiyordu. Düşünürsem gözlerim dolardı. "Görev bu," diyebildim zar zor.

"Görev için her şeyi yaparsın," dedi başını omzuma doğru yaklaştırırken. "Arda'nın yüzünün gülmesi için, Kaya için, Can için hatta benim için de her şeyi yaparsın." Her şeyden kastının ne kadar geniş bir kapsam olduğunu bilmiyordum ama haksız olduğunu söyleyemeyecektim. Onlar için yapmayacağım şey sayısı çok azdı. "Ve bunu sıradan görüyorsun, ne kadar fedakâr olduğunun farkında bile değilsin."

"Nereye varmaya çalışıyorsun?"

"Senin için her şeyi yaparım, bunu bil." Parmakları omzuma değdiğinde uyarılmışçasına kasıldı bedenim. "Sana zarar gelmesin diye her yolu denerim. Hep deneyeceğim. Yarın, başka bir gün, tüm zamanlar... Bunu unutma olur mu?"

Parmakları, dikişin üzerinden bir çizgi çeker gibi geçerken içim ürperdi. Başımı ona çevirdim ve göz göze gelmeyi bekledim ama sadece omzuma bakıyordu. "Yarın beni geride bırakmaktan falan bahsetmeye çalışıyorsan..." Durdum. "Bunu da açıklamıştım sana. Beni arıyorsan arkana bakmayacaksın demiştim. Ya yanındayım ya önünde demiştim hani..."

Sözümü kesti. "Yarın, başka bir gün, tüm zamanlar." Kalemin kapağını bir eliyle açarken diğer elinin parmakları bir saniye bile ayrılmadı tenimden. Cebinden telefonunu çıkarıp geçen seferki görevde çektiği fotoğrafı buldu galeriden. Telefonu dizine bıraktı ve yeniden omzuma eğildi. "Sana bir şey olmasına izin vermeyeceğim. Artık bana güvenmediğini biliyorum ama güvenini yeniden kazanabilmek için bir yol varsa inan bana o yolu bulacağım."

Ben ona güveniyordum.

Ben ona o kadar çok güveniyordum ki bu bana ağır geliyordu.

Zaten onunla ilgili her detayın benim için önemli oluşu, baş başa kalmak istemeyişlerim, göz göze gelmekten kaçınmaya çalışmalarım, ona bu kadar çok kırılmalarım da hep bu yüzdendi.

"Zirvenin peşindeyiz," dedim. "Aklının bir köşesinde sürekli olarak beni koruma fikri olsun istemiyorum. Buna ihtiyacım olmadığını en iyi sen biliyorsun." Gülüp konuyu dağıtmak istedim çünkü bu şekilde devam ederse kafamın içindeki karışıklıklara bir yenisinin ekleneceğini biliyordum.

Ve o, beni yine şaşırtmadı.

"Aklımın bir köşesi mi?" dedi benim gibi gülerek. "Aklımın her köşesi, Yağmur." Adımı söyleyişi ile kalemin ucunun tenime sürttüğü saniye aynıydı. Tam o an nefes almayı bıraktım. "Ayrıca, keşke sadece seni korumakla ilgili fikirler olsaydı bunlar."

Söylediklerini bir yere çekmemeye çalıştıkça daha fazlasını söylüyordu. Kanmamalıydım. Yine bir sıcak bir soğuk yapacaktı işte. Biliyordum. Öğrenmiştim artık.

"Gereği yok," dedim. "Aklını meşgul etmek istemem. Mâlum, o herkes için çok önemli. En çok da senin için."

"Bu senin onu yerle bir edebileceğin gerçeğini değiştirmiyor."

Ortamın havası ağırlaştı bu söylediğinden sonra. Bu defa başını omzumdan kaldırdı ve göz göze geldik. O durdu, ben sustum. Sonra neden sustuğumu sorguladım.

"Sürekli benden zarar olarak bahsediyorsun," dedim gözlerine bu mesafeden bakmayı sürdürerek. "Ya yakıp yıkıyorum ya tehlikeliyim ya da yerle bir ediyorum bir şeyleri. Ortada bir düzen var ve ben sürekli olarak bunu bozuyorum senin bilinçaltında. Ötesine geçemiyorum Görkem. Beni sen hep ziyan sayıyorsun."

Konuşurken kelimelerimi takip etti bakışları. Gözleri, söylediklerimi dinlemiyormuş gibi dudaklarımda oyalandı uzun bir süre ama beni duymuştu, bunu aksini iddia edercesine kırışan alnından anladım. "Öyle değil," dedi. "Böyle yansıdığı için özür dilerim ama değil. Sadece çözemediğim şeyler var benim."

Yeniden gözleri dudaklarıma kayınca yutkunup kalemi omzuma bastırdı. Parmaklarının arasında gerdiği tenim içimde yükselen bir panik duygusuna sebep olmalıydı ama ben bunun adına sadece heyecan diyebilirdim.

O ize dokunuyordu. Benim değmeye cesaretimin olmadığı dikişin üzerine resim çiziyordu. "Savaşı ben veriyorum, yarayı sen alıyorsun," dedi yüksek sesle söylerse konsantrasyonu bozulurmuş gibi sesini alçak tutarak. "Nasıl iş bu çözemedim."

"Ne savaşı?" dedim içim gıcıklanırken. Kalemin bıraktığı ıslak his yüzünden bedenim gerilmişti. Orada dolaşan parmakları bana hiç yardımcı olmuyordu. "Beni kendinden uzaklaştırınca başarılı olacağını mı sanıyorsun?"

"Bana bakma," dedi kafasını kaldırmadan. "Dikkatim dağılıyor."

"Neden Görkem?" Diretiyordum, ısrar ediyordum, konuşsun istiyordum. Onun çözemediğini ben çözmeye çalışıyordum.

"Çünkü." Durdu. Koluma temasını kesmedi ama bana baktı. Hatta bana yaklaştı. "Bana antin kuntin şeyler hissettiriyorsun."

Böyle bir cümleye hazırlıksız yakalandım. Dudaklarım iki yana kıvrıldığında karşımda resmen can çekişen bir adam vardı. Anlamıyordu, bilmiyordu, savaş veriyordu, ad koyamıyordu.

"Hoşuma gitti," dedim sırıtmamaya çalışarak. Dudaklarımı birbirine bastırdım daha fazla gülmeyeyim diye. O, tüm hareketlerimi izledi.

"Tutma kendini," dedi en son. "Çok güzel gülüyorsun. Bastırmasana gülüşünü. Keşke hep gülsen."

Dudaklarım daha geniş iki yana kıvrıldığında gözlerimin kenarları kırıştı. Söylediklerine kanmamalıydım. Birkaç dakika kanasım gelmişti sadece. Sonra geçecekti. Onu böyle yakalamışken tadını çıkarmak istemiştim sadece.

Güzel güldüğümü söylemişti ve bu maalesef ki sürekli olarak gülme isteği uyandırmıştı içimde.

Onun dudaklarındaysa tatmin olmuş bir gülüş belirdi. Benden bir şey ister, bir şeyi kafasında hesaplar gibi baktı gözlerime. Sonra o şey her neyse hafifçe başını iki yana sallayarak bundan vazgeçti. Omzuma çizdiği çapaya son dokunuşları yaptı. Geçen seferkiyle aynı olsun diye bir iki yeri düzeltti sanırım. Çok odaklanamadım, sadece yaraya bile olsa onun bana dokunuyor olması hoşuma gitti ve ben de bunu sorgulamayı kestim.

Başını iyice omzuma gömdüğünde kalemi aramızdan çekmişti. Çizdiğinin kurumasını sağlamak için o noktaya nefesini verdi. Parmak uçlarıma kadar uyuştuğumu hissettim o üfledikçe.

İçimde bir şeyler yandı. Bunu ona yansıtmamaya çalışmak çok zordu. İnadına yapar gibi dudakları omzuma o kadar yakındı ki bir iki kez değdiğini hissetmiştim.

Ona uzak olan taraftaki parmaklarımın arasına yatağın çarşafını toparladım. Nefeslerimi düzene sokmam gerekiyordu. Benim gerçekten Görkem'den bu kadar etkilenmemem gerekiyordu.

Çiziminin kuruyup kurumadığını anlamak isteyerek işaret parmağının sırt kısmını omzuma sürttü. Bu hareketiyle yara izinin üzerini okşuyor sayılırdı. Belki de o da böyle düşündüğünden boğazını temizleyerek toparlanmaya çalıştı.

"Şimdi buraya dağılmasın ve kalıcı olsun diye bant yapıştıracağım," dedi pürüzlü bir sesle. "Ama önce bir fotoğrafını çekebilir miyim? İki çizimi karşılaştır, fark varsa söyle bana."

"Tabii," dedim. "Tamam."

Telefonun kamerasını omzuma çevirdi ve sonrasında iki fotoğrafı kıyaslamam için bana verdi. İyi iş çıkarmıştı, yalan söyleyemezdim. Görkem'in ciddi bir el becerisi de vardı sayısal zekâsının yanında. Acaba boş zamanlarında öylesine bir şeyler karalıyor muydu? Çizimleri varsa bunları görmek isterdim.

"Olmuş," dediğimde şeffaf bandı tenime yapıştırdı. Kendimi geri çekmemek için çok zor duruyordum.

"İyi görünüyorsun," dedi omzu omzuma değecek kadar yakınımda durmaya devam ederken. "Geçen sefer dişlerini sıkmıştın yarana dokunduğumda. Bu zor senin için ama sanki aşıyoruz birlikte?"

Hevesle sordu bunu. Bir ilerleme kaydettiğini sandı. Nereye ilerlediğinin farkında değildi. Yürüdüğü yoldan haberi yoktu.

"Yarın," dedim yutkunarak. Yarayı kapatırdık ama anıların üzerini bir dövmeyle kapatamazdık. "Solumu koru, olur mu? O tarafımda dur. Solumda kal. Omzuma kimsenin dokunmasına izin verme, tamam mı? Lütfen."

"Tamam." Gözlerine şaşkınlık oturdu bir anda. "Tabii ki," diye ekledi hızlıca. "Bana tanıdığın ayrıcalık için teşekkür ederim."

"O ayrıcalığa rağmen sana güvenmediğimi sanıyorsun."

Düşünmeden konuşmuştum yine. Bu defa kocaman gülümseyen oydu. Bir çocuk gibi mutlu olmuştu benden bunu duyunca. "Açıklamama gerek yok biliyorum ama kızmadan beni bir dinle," dediğinde kalemi masaya bırakıp yönünü tamamen bana çevirdi.

Tişörtümün yakasını düzeltip omzumu kapattım ve ona bakmaya başladım. "Sen buraya henüz gelmeden önce ben takip edilmiştim bir süre, biliyorsun." Başımı salladım. "Can'ın, abimin, belki diğerlerinin de fotoğrafını çekmişler benimle birlikte. Belirsiz burası. Sadece Selma ve Hermes, zamanında benim Hasan'la da Cengiz'le de uğraşan adam olduğumu biliyorlar. Belki polis olduğum bilgisi var ellerinde, belki yok. Bunu bilmiyoruz ama Kuzey'in o fotoğraflardaki kişi olduğunu biliyorlar. Buna eminiz."

Nereye varacağını beklerken sessizliğimi sürdürdüm. "Bu bağıra bağıra ben tuzağım diyen bir organizasyon 13." Bunu da bildiğimi söylemek istercesine tekrar başımı salladım. "Ve seni yanımda götürmeyecektim çünkü seni daha önce benimle görmüş olma ihtimalleri yok. Mila olduğuna inanıyor olabilirler. En azından bu olasılık bana göre çok daha fazla. Tuzak bana kurulacak, sana değil. Seni uzak tutmayı gerçekten düşündüm."

"Boş boş şeyler düşünmüşsün."

Gülümsedi. "Bak, böyle konuşup seni tedirgin etmek istemiyorum ama ben her ihtimali inan bana hesapladım. Eğer düşündüğüm kadar kurnaz ve zeki bir adamsa Hermes, benim safa yatmam onun hoşuna gidecektir. Karşılıklı olarak hamleler yapıyoruz. Bunu bozmayıp sürdürecektir çünkü bu eğlenceli, beni anlıyor musun? O ve ben bile bile ladese girebiliriz. Zekâlarımızın konuştuğu bir savaş olur bu."

"Diğer ihtimalden bahset şimdi bana," dedim. "Sürekli ertelediğinden, kötü olan ihtimalden."

"Beni alnımın çatından vurabilir," dedi. "Elbette bunu doğrudan yapamaz ama bir şekilde, oradan canlı çıkmamamı planlamış olabilir. Nereye bağlantım olduğunu bulmak, neyin peşinde olduğumu saptamakla uğraşmak yerine benden tamamen kurtulmayı seçebilir."

"Bu olmayacak," dedim net bir sesle. Gözlerinin içine diktim gözlerimi. "Ben bir cesede daha sarılamam Görkem, beni duydun mu? Ben senin ölmene izin vermem."

Elini sakinleşmem için elimin üzerine koydu ve "Biliyorum," dedi. "Bunu söylemem kulağa bencilce gelmesin, yanlış ifade etmek istemiyorum. Senin varlığın benim o tuzağın içinden canlı çıkabilme ihtimalimi arttırıyor 13."

"Neyini yanlış anlayayım bunun?"

"Ne bileyim." Omuzlarını kaldırıp indirdi. "İkimiz, bir yolunu bulacağız. Tuzağa kendi ayaklarımızla yürüyeceğiz belki ama bunu tersine çevirebiliriz. Bizim kurduğumuz kapanları ruhları bile duymaz."

"Evet," dedim. "Yapabileceğimizi biliyorum."

"Ben de," dedi. "Ayrıca, bir tuzak varsa buna seninle düşmek isterim."

"Hım..." Sırıttım. "Ben de Duman, nedenini sorma."

"İyi," dedi gülerek. "Sen de sorma."

"Ama gitmeden önce Arda'ya iyi olup olmadığını sor," dedim kısa süreli sessizliğimizin ardından.

"Kötü olduğunu ve bunu sakladığını biliyorum."

"Olsun, sen yine de bir kez sor."

"Peki kaptan." Bunu daha önce de söylemişti bana. "Bu gece iyi uyu."

"İyi geceler," diye karşılık verdim ona. Ayağa kalktım ve kapıya doğru ilerledim.

O bana iyi uyu demişti ve ben de iyi uyumuştum. Sabah yine beklediğim şarkı sesine uyanmaktı ama yatağımdan inat edip çıkmamama rağmen yarım saat boyunca tek bir ses bile duymadım Arda'ya ait olan.

Gerçekten şarkı söylemeyecek miydi artık? Ciddi miydi geçen sabahki laflarında?

Yorganı tekmeleyip gözlerimi ovuştururken telefondan saati kontrol ettim. Mutfaktaki sesler hafif hafif doluyordu kulağıma. Görkem'e ait olduğunu tahmin ediyordum. Bizimkiler yine bize hiçbir şey yapmıyorsunuz demesinler diye kahvaltıyı hazırlıyor olabilirdi.

Terliklerimi ayaklarıma geçirip şıp şıp sürüyerek çıktım odamdan. Evet iyi uyumuştum ama bu sefer de uyanması zordu. Alışık değildim gözlerimin birbirine yapışmasına.

Can ve Arda'nın kaldığı odanın önünden geçerken aralık olan kapıdan içeri uzattım başımı. Can'ın yatağı boştu, Arda'ysa yüzüstü uzanıyordu hâlâ. Nedense uyumadığını hissediyordum. Beni fark etmiş olsa bile uyuyor numarası yapıyor gibi gelmişti.

Düşünmedim, düşünsem yapmazdım muhtemelen. Elimde tuttuğum telefondan açtığım şarkıyla odasının içine girdim. Sesi kısık tutmaktan vazgeçip fulledim. Bana yaklaşan adımlar vardı ama tek odağım Arda'ydı.

Şarkım onun kafasını kaldırmasına yetmeyince yataktan sarkıttığı kolunu bacağımla dürtmeye başlayarak kısık bir sesle eşlik ettim Dan Reynolds'un sesine.

"Second thing second, don't you tell me what you think that I can be."

Arkamdan gülüş sesleri duydum, Can'ındı. Omzumun üzerinden kapıya döndüğümde Kaya'yı sağ pervaza, Görkem'i sol pervaza yaslanmış halde buldum. Can da ortada, gerideydi. Kaya baygın bakışlar atıyor, deli sayımızın ikiye çıktığını düşünüyordu muhtemelen. Görkem'in elinde maşa vardı. Sesleri duyduğu an ne yapıyorsa bırakıp koşarak gelmiş gibi duruyordu.

Gözlerim onunkilere değdi ben bir yandan şarkıya devam ederken.

"I'm the one at the sail, I'm the master of my sea." Gülmeye başladım. "The master of my sea." Can da benim söylemediğim 'uuu' kısımlarında vokalim olmuştu.

Görkem'in gözleri yüzümün her yerini taradı. Gülüşüme baktı, beni ilk kez bir sabah böyle görüyordu. İlk kez şarkı söylediğimi duyuyorlardı.

"Arda, pain diye bağırarak uyanmazsan sana küseceğim," dediğimde Can anında desteğe geldi yanıma adım adım. Arda, Kaya gibi homurdandı yastığa dayalı kafasıyla.

Kafasını ağır ağır kaldırdı ve kısık gözleri arasından yüzüme baktı. Arkada çalan şarkıyı da benim sesimi de duymuştu. Hemen uyandığını belli etmemesi devam etmem içindi, bunu o an anladım. Yataktan "Pain!" diye bağırarak kalktı. Çabam karşılık bulmuştu. Attığım adım güzel sonuçlanmıştı. Can ve onun sesine benim sesim de eşlik etti. "You made me a, you made me a believer, believer."

Sabahın köründe bağırarak Imagine Dragons söylüyorduk. Bu gerçekti.

Elinde maşasıyla dikilen Görkem ve gözlerini ovalaya ovalaya yuvasından çıkarmak üzere olan Kaya henüz bu sahnenin gerçekliğini idrak edememişlerdi.

En sevdiğim grup olabilirdi bu grup. Konser videolarını ezbere bilirdim. Bizim de kendimize göre zevklerimiz, hobilerimiz vardı işte.

"Kusura bakma Kaya," dedim şarkının sesini bastırmak için sesimi yükselterek. "Memnun edemedik seni. Bir dahakine Yıldız Tilbe söyleriz madem."

Herkesin keyifli olduğu bu ortama sonsuza kadar hapsolabilirdim. Çok güzeldi. Gerçekten idrak edilemeyecek kadar güzeldi her şey.

"Daha yüzünü bile yıkamamışken şarkı söylemeni beklemiyordum sabah sabah," dedi düz bir ifadeyle. "Gerçi, şarkı söylemeni direkt beklemiyordum galiba."

"Ben de inanmadım bu arada," dedi Arda. "Can beni her an tekrar uyandırabilir gibi. Rüya içinde rüyadaysam şaşırmayacağım."

"Göz alıcı performansımı kıskandınız," dedim saçlarımı savurarak gülerken. "Dilinizi yutmayın, tamam. Sakin olun."

Arda'yla Can gülerek birbirlerine baktılar. Arda'nın yüzündeki gülümsemenin sebebi olmak beni mutlu etti. Bunu sürekli olarak Mete söylerdi bana, birilerini güldürebilmek için yaşıyorum sanki derdi. Saçma bulurdum. Beni gülümsetmek için her şeyi yapabileceğini bilirdim, ben de onun için yapardım ama başka birisi için yapacağımı düşünmezdim.

Bir şeyler değişiyordu.

Ben, biraz Mete'ye benzemeye başlıyordum.

Gülüşüm yüzümden silinirken "Bu kadar yeter," diyerek şarkıyı kapattım. Adımlarımı koridora çevirdiğimde Kaya ve Görkem mutfağa girmek üzerelerdi.

Görkem'in Kaya'ya söylediği cümleyi duymadım ama dudak okuyabiliyordum. Bu yüzden anladım. "Sesi ne kadar güzelmiş lan."

Kaya'da başını iki yana sallayıp görüş alanımdan çıkmıştı. O kafa sallama hareketinde olacağını bildiği şeylerin başına gelmesine şahit olmak gibi bir anlam vardı ya da ben yine kafada kurmaya başlamıştım.

Kahvaltıya geçtik hep birlikte. Buradan kalktığımızda hazırlanmak üzere odalara dağılacaktık. İçeri girerken yanımızda ne silah olacaktı ne telefon ne de onlarla iletişime geçebilmek için herhangi bir araç. Fahri Bey, bu sabah çektiği mesajda güvenlik önlemlerinin arttırılacağı haberini yazmıştı. Nedenini bilmiyordu ama birinden böyle bir şey duymuştu.

Biz nedenini biliyorduk.

Bizden korkuyorlardı.

Yazdığımız kurallara uydukları sürece hiç kimsenin canını yakacağımızı sanmıyordum. Salak taklidi yapacaktık oraya gidip. Hiçbir şeyden haberimiz yokmuş gibi davranacaktık. Sanki Hermes ve Selma, Hasan dahil o kumarhanedeki herkesi polise ihbar etmemiş gibi yapacaktık.

Hepimiz Görkem'in yaptığı tostlara gömülmeden önce Arda'ya çevirdik başımızı. Kaya'ya mancınıkla zeytin göndermesini bekliyorduk ama o önündeki haşlanmış yumurtanın sarısını çatalıyla ezmekle meşguldü. Kafası doluydu. Bunu gülüşleriyle bile gizlemeye çalışmıyordu artık.

Arda, vazgeçmeye çalışan birinin o ruh haline bürünmüştü.

Hiçbir şeyden gerçek anlamda keyif aldığını sanmıyordum. Yaptığı roller bir yere kadardı.

Kaya beklentisini her geçen saniye daha da yitirdi çünkü Arda gözlerimizin onun üzerinde olduğunu bile fark etmedi. Bir tık düştü ortamdaki enerji, bunu hissettim ama bu defa yükseltmek için bir hamlede bulunmadım. Sürekli olarak zorlayamazdım, bu kadarı bile oldukça yabancıydı zaten bana.

Tostumu bitirip ellerimi yıkadım ve sonra odama çekildim. Ne giyeceğimi ayarladığımdan bunu düşünmeye vakit harcamayacaktım. Sadece saçımı ve makyajımı halletmem gerekecekti. Bana ne kadar süre gerekeceğini hesaplamaya çalışırken telefonumdan gelen bildirim sesiyle odağım dağıldı.

Eylül: Aşkım bugün size gelmem çok uygun olmaz. Sakın ama sakın burnun bile kanamasın tamam mı? Dikkat et kendine. Sapasağlam döneceksiniz. Hiçbir şey olmayacak. Öpüyorum seni.

Asya: Ben de öptüm. Meraklanma halledeceğiz. Ayrıca sende biraz olsun hatırım varsa Arda'yla konuşmak zorundasın haberin olsun. Görüşürüz.

İnsanları Arda'yı anlamaya zorluyordum. Anlaşılmayan insanı anlamak, görülmeyen insanı görmek konusunda üstüme yoktu. Hepsini yaşayıp gördüğüm için bunu ben çok iyi biliyordum.

Artık tüm dikkatimi göreve vermeliydim. Aklımı başka şeylerle dağıtmamam gereken saatlere girmiştik.

Seçtiğim lacivert elbise ip askılıydı. Uzundu ve yürüyebilmek için bacağına bir yırtmaç açılmıştı. Bana ait değildi, Eylül'ün Mila için aldığı kıyafetlerden biriydi. Dolabımdaki askıları karıştırırken derin sırt dekoltesini gördüğüm an bunu giymem gerektiğini hissetmiştim. Böyle şeylere eskiden bayılırdım ama çok uzun zamandır hiç giymemiştim.

Üstüme elbiseyi geçirdikten sonra bel kısmındaki ipleri sıkılaştırdım. Eylül bedenimi benden daha iyi biliyordu ve onun zevklerine gözüm kapalı güvenebileceğime artık emindim.

Makyaj çantamı toparladım, ardından da küçük tel tokalar aldım yanıma ve doğrudan banyoya ilerledim.

Çocuklar salonda olmalıydı, aynanın karşısında tek kalacaktım. Belki mutfakta olsalar birini yanıma çağırırdım belki de çağırmazdım. Hiçbir şeyin üzerine düşünmeden aynanın karşısına adımımı atıp kapıyı arkamdan kapattım.

Üstümdeki elbiseye hak ettiğini vermek zorundaydım. Tek düşündüğüm bu olmalıydı aynaya bakarken. Derin bir nefes alıp sırtımı inceledim. Omzumdaki bandı çıkarttım ve çapa dövmesinin yara izimi nasıl kapattığına baktım aynadan. Onu oraya çizerken Görkem'in nefesinin boynuma nasıl çarptığını düşündüm, sonra konuyu saptırdığımı fark edip kırmızı ruja bir kurtarıcıymış gibi sarıldım.

Makyaj adımlarını çillerimi kapatmak için sürdüğüm kapatıcı takip etti fakat bunlardan göğsümde ve sırtımda da vardı. Hepsiyle tek tek uğraşamayacağımı anlayınca yüzümdekileri kapatıp bıraktım. Rimel sürdüm. Onu da rujumu da yanıma alacağım çantanın içine attım. Saçlarımın iki tutamını ayırıp kalanları topuz yapmadan önce onları daha güzel görünmelerini umarak dalgalandırdım. O şekilde tutturdum topuzu enseme.

İşim bittiğinde aynaya bakarım sandım ama bakamadım.

Nefesimin daralmaya başladığını anladığım an topuklularımı giydim ve çantamı da kapıp alelacele çıktım banyodan.

Ben mutfak tarafından gelirken aynı anda Görkem de odaların olduğu koridora çıktı ve gözlerimiz kesişti.

Kuzey'in siyah saçları ve ela gözleri her ne kadar onda görmeye yabancı olduğum şeyler olsa da giydiği lacivert gömleği onun Görkem olduğunu bağırıyordu adeta. Boynundaki zincire değince gözlerim künyesini taktığını anladım. Uzamış sakalları, gömleğinin sıvadığı kolları, sol bileğine taktığı kol saati, sağ kolundaki ve elinin üzerindeki Kuzey karakterine ait dövmeleri...

İyi görünüyordu.

Kendime son kez aynada bakamamıştım ama onun duraksamasından anladığım kadarıyla ben de iyi görünüyor olmalıydım.

Ben hole varmıştım ama o hâlâ koridordaydı çünkü adım atmayı bırakmıştı.

Gözleri üzerimde bir tur daha atarken nefes alıp almadığından emin olamadım. Gülümsedim, gülümsedi. Gözlerini yere çevirdi, sonra bir daha baktı. Bu kez gülümsemiyordu.

"Oha," dedi Can salondan çıkıp. Topuk seslerim duyulmuş olmalıydı. "Arda, biz bir modelle aynı evde yaşıyoruz."

"Can, tut beni." Arda da artık holdeydi. "Tansiyonum düştü sanırım."

Abartılı tepkileri karşısında genişçe gülümsedim. Bu şekilde karşılanmam hoşuma gitmiyor desem yalan olurdu.

Kaya da salondan çıktı. Bana sadece birkaç saniye baktı ve "Görkem," dedi. "Görkem, iyi misin Görkem?"

"Harbiden nerede bu adam?" dedi Can cevabı bende arayarak. "Bayılmış olmasın?"

"Buradayım," dedi Görkem gömleğinin yakalarını düzelterek hole adımını atarken. Tansiyonu düşen ben olabilir miydim acaba? Çantamın askısına daha sıkı tutundum onun bakışları inatla üzerimden ayrılmazken. "Ve hayır Kaya, iyi olduğumu sanmıyorum."

'Aç,' diye bağırmak istedim. 'Üstü kapalı konuşma artık, açık açık söyle ne demek istiyorsan.'

"Arda," dedim. "Yatağımın üzerinde bir poşet vardı, onu bana getirebilir misin? Ayakkabılarla odama girmeyeyim şimdi."

Ne poşeti olduğunu sorgulamadan koşturarak koridora girdi. Kaya, Görkem'e bakıp kendi kendine gülüyor ve Can bana bir abinin kardeşine bakacağı türden kıskanan bakışlar atıyordu.

Arda poşeti bana verdiğinde kolunu da boynuma sardı hiç düşünmeden. "Dikkatli ol," dedi kulağıma doğru. "Çok, çok dikkat et kendine. Lütfen."

Onun bana ne söylediğini duymadılar ama Can da dudaklarını araladığında aynısını söyledi. "Dikkat et Asya'ya," dedi Görkem'e bakarak. "O kendini umursamaz, sen onu umursa bu sefer."

Geçen sefer hiçbirinden duymadıklarımı bu şekilde duymak gözlerimin anında dolmasına sebep oldu. Ufacık bir ilgi görünce ne yapacağımı şaşırışım yıllardır aynıydı. Benim için endişelenmelerine gerçekten ağlayabilirdim.

"O kız bana börek yaptı," dedi Kaya. "Ve istersem yine yapacak. Bana lazım, sağlam getir onu."

Beni ona emanet ediyorlardı ama bu sefer de bir kişi bile ona dikkatli ol dememişti. Yine tam anlamıyla memnun sayılmazdım. Onu da önemsediklerini belli etmeleri gerekiyordu.

"Aklınız kalmasın," dedi Görkem yine. "Can'a yoğunlaşın, bize değil. Bir maktulün elinden bu adamın adı çıktı. Konularımız karışık ama burası bizde, sizin de ilginizi vereceğiniz yer belli. Anladınız mı beni?"

"Anladık," dedi Arda. "Çok konuşma, patronumuza ihtiyacımız var. Sağ salim dönmezseniz ikinize de küserim haberiniz olsun. Beni bir iki şarkı söyleyerek bile kandıramazsınız bu sefer."

"Hiç mi kandıramam?" diye sordum kirpiklerimi kırpıştırarak.

Gülümsedi. "Böyle bakarsan bana köprü bile satabilirsin Asya."

Memnun bir şekilde gülümseyip geride bıraktım Analizcileri. Kapıdan çıktığımda geriden gelen bir Görkem bekliyordum ama omzumun üzerinden baktığımda olduğu yerde duran bir Görkem görmüştüm. Açıkta kalan sırtıma bakıyordu.

Gözlerini yere çevirip arkamdan geldi. Aynı rengi giymeyi konuşmamıştık ama bu renkte denk gelmemiz çok da sıra dışı bir olay değildi. Arabanın yolcu koltuğuna geçtim, yanımdaki yerini aldı ama aracı çalıştırmadı.

"Lacivert," dedi. Sustu. Devam edip etmemekten emin olamadı ama ona dönen bakışlarımla birlikte yeniden araladı dudaklarını. "Hiç bu kadar güzel gelmemişti gözüme."

Gözlerini benden çekti utanmış gibi.

"İltifat mıydı bu?" dedim. Beni mi övüyordu elbisenin renk tonunu mu belli değildi. Yine üstü kapalı kapalı konuşuyordu. Zorla öğretecektim ona bazı şeyleri.

"Çok güzel olmuşsun." Söylettirebildim. Gerçek bir iltifat koparabildim ondan. "Çok yakışmış, öyle böyle değil."

"Teşekkür ederim," dedim gülümseyerek. "Sana da bu gömlek çok yakışmış." Gömlek dar değildi ama onun omuzları ve pazu kısmı oldukça genişti. Bu yüzden kumaş kollarını tam anlamıyla sarmıştı. "Öyle böyle değil."

Gideceğimiz bir görev yokmuş gibi aracı hâlâ çalıştırmayınca elimde tuttuğum poşeti ona uzattım. "Bunu sana aldım geçen. Göreve gidiyoruz, ne olacağı belli olmaz. Borçlu kalmak istemedim."

"Ne bu?" diye sordu şaşırarak. Poşeti ellerimin arasından çekip aldı ve hızlıca içindekini çıkarttı. Üstümüzdekilerle aynı renkti. Ona bir hediye alacaksam bunun rengi çok net belliydi, bu şekilde giyindiğimiz gün vermem tesadüf olmuştu sadece.

Lacivert tişörtü tutup kaldırdı ve yüzüme anlamaz bakışlar attı. "Hani şey günü..." diye girdim cümleye ama o günü hatırlamak istemedim. "Burnum kanayınca tişörtün lekelenmişti ya..."

Çünkü sana sarılmıştı.

"Sana yeni bir tişört alacağımı söylemiştim. Sözlerimi tutarım Görkem."

"Ne gereği vardı?" Şaşkınlığını gizleyemiyordu. "Teşekkür ederim. Çok güzel."

"Üstüne bir eşek bastırmayı düşündüm," dedim gülmeye başlayarak. "Ama o zaman giymezdin."

"Giyerim. Görevden döndüğümüzde bastıralım." Ciddiydi söylediklerinde. "Hatta sonra sana ekler de alayım."

"Bir karşılık beklemiyorum."

"Ben de bir hediye beklemiyordum 13," dedi anahtarı çevirdikten sonra. Yine çalıştırmadı arabayı, bunun yerine emniyet kemerime uzandı.

Yüzü, yüzüme resmen teğet geçti. Kemeri çekip taktı. Açtı, sonra yeniden taktı. Bunu birkaç kez tekrarladı. Takabilmesine rağmen arka arkaya açıp tekrar taktı emniyet kemerini sekiz dokuz defa.

"Tamam," dedim elimi elinin üzerine koyup onu durdurarak. "Oldu işte."

Güvenliğimden emin olmaya çalışıyordu. Bu hareketi kasıtlı olarak yapmadığı belliydi. Ne yaptığının ben söyleyene kadar farkında olduğunu bile düşünmüyordum. "Görkem," dedim donakalmış suratına bakarak. "Takıntılarını azaltmak için yanında olmak istiyorum, benimle ilgili yeni takıntıların oluşsun diye değil."

"Bilerek olmadı." Farkındaydım. "Sadece emin olmak istedim." Biliyordum. "Olamadım, tekrarlamam gerekti." Açıklama yapmasına gerek yoktu. "Durduk yere seni de gerdim," dedi. "Neden yaptım şimdi bunu?"

"Sorun yok." Çenesini sıktığını görebiliyordum. "Sakin ol, gidelim artık."

Yanımda olmadığı o gece başıma gelenlerden sonra en büyük iz bende kalır sanıyordum, ondaki etkisini yeni yeni görmeye başlamıştım.

Önce abisinin ihtiyacı varken ona yetişemeyeceği konusunda panik olmuştu çünkü bana yetişememişti. Şimdi beni korumaya yönelik normalde var olmayan bir takıntısı belirmişti. Emniyet kemerini içi tamamen rahat edene kadar çıkarıp takmıştı çünkü bir arabada bile olsak beni korumaya çalışıyordu bilinçaltı.

Bir şey söylemeden arabayı nihayet harekete geçirdi. Onun yanımda sessiz kalışı beni rahatsız ediyordu. Düşüncelerine gömülmesini istemiyordum çünkü düşünceleri çoğunlukla bakışlarından bile derindi, öyle hissettiriyordu. "İyiyim 13," dedi ondan gözlerimi ayırmadığım için.

"Neden 13?" diye sordum birden.

Her şeyi kenara bırakıp küçük bir tebessüm astı dudaklarına. "Bunu ilk kez soruyorsun," dedi. Daha önce sormamış oluşuma ben de şaşırdım fark edince. "Sana bir lakapla sesleniyordum ve bunun nedenini bir kez bile sormamıştın."

Haklıydı. Böyle söyleyince kulağa çok saçma gelmişti.

"Çünkü," diye devam etti. "Umurunda değildi. Sana kimin ne söylediği kafana takacağın son şeydi. Ağır bir dönemden geçiyordun."

Yine haklıydı. Böyle söyleyince kulağa çok da saçma gelmemişti.

"Seni gördüğüm ilk gün her şey 13'tü. Öyle ki bu kadar 13'ün bir araya gelme ihtimalini ben bile hesaplayamamıştım."

"Kapı numaram dışında ne 13'tü o gün?" diye sordum hatırlamaya çalışarak. Yaşanan her sahne gözümün önündeydi, anlatırsa o detayları ben de yakalayabilirdim.

"Kapına geldiğim gün seni ilk görüşüm değildi ki." Kaşlarımı çattım. Öncesi mi vardı? Ben onu görsem kesinlikle hatırlardım.

"Ne zamandı?"

"13 Şubat 2019," dedi. Neredeyse üç yıl öncesinden bahsediyordu. "Analizciler yeni bir araya gelmişti. Senin de gelişin planlanıyordu ama Mete bunu kabul etmemişti. Yine de bir kez de olsa seni görmek istemiştim. Amacım Mete'nin söyleyemediği şeyi sana söylemekti. Karlıydı hava, uzaktan görmüştüm seni."

"Hatırlamıyorum," dedim. "Benim karşıma hiç çıkmadın."

"Çıkmadım," dedi. "Ama Mete'nin karşısına çıkmıştım."

"Ne?" Gözleri yoldaydı, benim gözlerimse yerinden çıkacak gibiydi. "Sen onunla tanıştın mı?"

"Seni bize bıraksın diye ikna etmekti amacım. Onunla tanıştım. Değil ben, bütün dünya gelsek koparamazdık onu senden. Bunu anlayınca zorlamayı bıraktım ama aklımın köşesinde bir yerlerde hep sana ulaşamamış olmak kaldı. İnkâr edemem."

"Sen Mete'yi tanıyorsun," dedim buna neden bu kadar mutlu olduğumu bilmeden. Mete, herkesin tanıması gereken biriydi ve Görkem'in onunla oturup konuşmuşluğu vardı. Kalbim hızlandı. "Sana benim hakkımda bir şey söyledi mi? Ne konuştunuz? Bana hiç bahsetmedi."

"Olur da başıma bir şey gelirse Yağmur sana emanet." Gözü dalan Görkem, ezberden söylemişti bu cümleyi. "Beni ilk kez görüyordu ama böyle dedi. Bak Asya değil, Yağmur, diye eklemişti hatta. Seni tanırsam bunun ne demek olduğunu anlayacağımı söylemişti. Seni tanıdım, sonra anladım."

Mete, sadece kendisine özel kıldığı Yağmur'u Görkem'e emanet etmişti. Aralarında geçen konuşmayı bilmiyordum, konunun nasıl buraya geldiğini tahmin bile edemiyordum.

Ama Görkem yıllar sonra bile bu söylenenleri unutmamıştı. Bana özellikle başlarda ismimle hitap etmemiş olması bile belki de bu yüzdendi. Ona emanet edilen Asya değil, Yağmur'du. İlk başlarda ikinci ismimi kullansaydı karşı çıkacağımı çok iyi biliyordu. Doğru zamanı beklemişti sanki ve bu zaman diliminde de bir sayı kullanmıştı bana seslenirken.

Mete'nin ikinci ismimi özelleştirmesi gibi, onun da beni özelleştirdiği bir sayı.

"Yanlış anlama," dedi hızlıca. "Mete'ye sözüm olduğu için onu kaybettikten sonra gelmedim kapıya. Sana gelmek benim hep aklımdaydı, hep bunu istedim. Sadece zamanını Mete belirledi."

"Onunla tanıştın," dedim takılı bir plak gibi. "Onunla konuştun. Bana sahip çıkmanı söyledi."

"Bana senin yanında olmamı söyledi," diye düzeltti cümlemi. "Kelimesi kelimesine aklımda. Senin içinde duyduğun sesi, o cümleleri kurarken duyabiliyorum kafamda hâlâ. Tek bir söylediğini bile unutmadım. Hiç unutmayacağım."

"O iz bırakır." Başımı cama çevirdim çünkü göz yaşlarımın gelmek üzere olduğunu hissediyordum.

"Evet. O harika biriydi 13. Sana ne kadar değer verdiğine bizzat şahit oldum ben. Bu yüzden yokluğuyla başa çıkmaya çalışmanı izlemek benim için ölüm gibi."

Bunu konuşmak istemeyerek, "Doğru söyle," diye araya girdim. "Mete yanımda olmanı söylemese o öldükten sonra gelmezdin değil mi? Çoktan unuturdun varlığımı."

"Mete bazı şeyleri söylemese 13 Şubat günü yanındaydım ben senin," dedi. "Benim için ulaşamayacağım bir hedef olarak kaldın hep. Bizimle olmanı çok istedim ama bunun için Mete'nin başına bir şey gelmesi gerekirdi. Yanımızda seni düşündüğüm zamanlar bile vicdan azabı çektim ben sırf bu yüzden. Birlikte olmayı isterdim ama bu şekilde olmasını istemezdim."

Mete ve onu yan yana hayal etti zihnim. Benim hakkımda konuşmuşlardı haberim bile yokken. İkisi kafa kafaya vermiş, ana konunun ben olduğum bir sohbet döndürmüşlerdi aralarında. Görkem beni istemiş, Mete benden vazgeçmemişti.

Duygulandım. Keşke ikisini yan yana görebilmek gibi bir ihtimalim olsaydı. Keşke o konuşmanın bir kaydı bulunsaydı da sabah akşam oturup dinleseydim.

"Bana bundan neden daha önce hiç bahsetmedin?"

Yönelttiğim soru birkaç saniyelik sessizliğine sebep oldu. "Cenazesine katılamadım," dedi bu içinde taşıdığı bir yaraymış gibi. "Onunla tanıştım, onunla senin hakkında konuştum ve ben Mete'yi gerçekten sevdim 13. Ne söylediğini de ne istediğini de bilen biriydi. Ölüm haberini almak beni çok üzdü ama o gün, bir işimiz vardı ve ben cenazeye gelemedim." Çenesi kasıldı. "O gün, senin yanında olamadım."

"Beni tanımıyordun," dedim bunu dert etmiş olmasına şaşırarak. "Böyle bir sorumluluğun yoktu ve Görkem, inan bana beni öyle görmeni istemezdim." Aklıma o an geldiğinde boğazım kurudu. "Sen de istemezdin."

"Bunu şu an anlatmam çok yanlış oldu." Arabayı sokak ortasında durdurmasını beklemiyordum. Endişeyle yüzünü bana çevirip hafifçe yaklaştı gözlerime bakmak için. "Özür dilerim." Ağlayıp ağlamadığımı kontrol etmek adına dibime girmişti. "Ne sorarsan sor cevap vereceğimi söylemiştim sana daha önce. Konunun buraya geleceğini kestiremedim."

"Sorun değil," dedim bu kadar panik yapması karşısında ne diyeceğimi bilemeyerek. "İyiyim."

"Elimde olsa o iki haftayı yalnız başına geçirmene asla müsaade etmezdim."

Bütün yalnızlığımı tek başına silebileceğine inanıyordu. Bir daha beni hiç bırakmamak konusunda söylediklerinde ciddiydi. O zamandan beri tek hatası da olmamıştı bu konuda. Beni arada üzüyor olabilirdi ama yalnız bırakmıyordu.

"Kapıma geleni de içeri almadım ki," dedim. Daha önce Kaan denemişti ve başarısız sonuçlanmıştı.

"Ben beni içeri almanı beklemezdim," dedi. "Ben ne yapar eder içeri girerdim. Sana sarılıp seninle ağlamazdım..."

Devam edecekti ki sözünü kestim. "Çünkü bana saldırıp seni merak etmeme sebep olurdun." Dudakları iki yana kıvrıldığında o kıvrımlara takıldı gözlerim. "Seçtiğin yol normal olmazdı çünkü bana normal davranılmayacağının farkındaydın."

"Zaman tanımam gerektiğini düşündüm," dedi. "O iki hafta tek başına olacağını düşünemedim, kendini eve kapatacağını da öyle. Biraz olsun toparlayabilmen için sana zaman tanıdım. On üç gündü. Seni ilk gördüğümde her şey on üçtü, sana gelişim de on üç gün sürdü."

Benim onun varlığından haberim olmayan zamanlarda onun benimle ilgili hesaplar yapmış olduğunu öğreniyordum. Gözleri üzerimdeydi. O süreçte bile yalnız değildim, bana ihtiyacım olan zamanı tanıyan birinin gözetimindeydim aslında.

"Sen gelmesen o evden çıkamayacaktım belki de."

Bunu söylemem ona ağır geldi. Bakışları yumuşadı, omuzları gerildi. Yüzüme düşmesi için bıraktığım iki tutamdan ona yakın olanına uzandı parmakları. "Biliyorum," diye fısıldadı. "Ruhsuz bakışlarının arkasında pes etmeye ne kadar yakın olduğunu gördüm ben o gün. Aynaya bakarken nasıl korktuğun hiç çıkmadı aklımdan."

Benim için çabaladığını hiç söylememişti, hiç başıma kakmaya çalışmamıştu bunu. Ben de yeni dile getirebiliyordum o olmasa o evden çıkamayabileceğimi. Bazı şeylerin birlikte farkına varıyorduk bu arabanın içinde. O beni neden bu kadar dert ettiğini sorguluyor, ben onun beni kurtardığını tam anlamıyla kabulleniyordum ilk kez.

Kulağımın arkasına sıkıştırırken o tutamı, parmaklarının dışı yanağıma sürttü. Gözlerimi kapattım. Değer gördüğümü hissetmiştim uzun zaman sonra bugün. Her hücreme sızmıştı bu his.

Nedenini bilmiyordu ama beni üç yıl beklemişti.

Evime girmiş, bana sarılıp ağlamamıştı ama beni oradan çekip çıkarmıştı kendi yöntemiyle. Bana yeni bir ev açan, bir oda veren, kendi ailesine katmaya çalışan oydu.

Frenlemedim kendimi bu kez. O yüzümün yakınında durmaya devam ederken ben elimi yanağına yasladım. Avuç içime battı sakalları. Gözlerimi araladığımda onun gözlerini yummuş olduğunu gördüm. Solukları yavaşlamış ve derinleşmişti. Baş parmağımı her şey için teşekkür eder gibi elmacık kemiğinin üzerinde gezdirdim.

Elini başımla boynum arasına koyup çenemi hafifçe kaldırmamı sağladı, ardından alnını alnıma yasladı ve sert bir nefes verdi burnundan. "Sen," dedi. "Master of my sea." Dudakları iki yana kıvrıldı. "Beni mahvedeceksin."

"Yine zarar ziyan saydın beni," dedim hafifçe gülümseyerek.

Verdiği soluklar yüzüme vuruyordu. Bir nefeslik havayı ikimiz bölüşüyorduk.

Dinlenir gibi, mola verir gibi durdu alnı alnıma yaslı haldeyken. Geri çekilmedi, konuşmadı, sadece nefes alıp verdi ben onun sakinleştiricisiymişim de bana ihtiyacı varmış gibi.

Dişlerimi sıktım. Eğer bir hamle yapacak olsaydım aradaki mesafeyi sıfıra indirirdim ama bunu yapan ben olmak istemedim. Anlamıyorsa anlamasını beklerdim, çözemiyorsa çözmesi için süre tanırdım, aklından geçenler için bir tanım bulması ne kadar sürecekti bilmiyordum ama beklerdim. Beklemek zorundaydım çünkü onun bekleyişi üç yıl sürmüştü. Ona zaman borçluydum.

Yüzünde olan parmaklarımdan cesaret almış gibi onun parmakları benim omzumu buldu. Yara izimin üzerine çizdiği çapaya dokundu. Hiçbir rahatsızlık vermedi bu bana. Aksine ensemden başlayıp sırtım boyunca ilerleyen bir kıvılcım oluşturdu.

Elbisemin askısını parmaklarının arasına sıkıştırdı ve onu omzumdan aşağı doğru ittirdi. Kapalı gözlerim sonuna kadar aralanırken ne yapıyor diye ona baktım.

Başını eğince saçları çeneme ve yanağıma sürtünüp gıdıklanmama sebep oldu. Düzensiz solukları yine omzum ve boynum arasında kalan bölgeyi işgal etmişti. Yüzündeki ifadeyi görebilmeyi isterdim ama başı omzuma çok yakındı.

Dikiş izinin üzerine dudaklarını bastırdı.

Düşünmedi, sorgulamadı, belki de ilk defa sonrasını hesaplamadan bir hamlede bulundu. Görkem, içinden geldiği için benim omzumu öptü.

Hemen geri çekilmedi. Daha önce dile getirdiğini yaptı. Uzun uzun, yaramı sahiplenmek ister gibi orada durdu dudakları.

Öperken iç çeker gibi derin bir nefes almasıyla birlikte neredeyse bedenim titredi. Onun bir öpücüğü beni kolaylıkla bu hale getirdi. Elimde olmadan sertçe yutkundum.

Geri çekilmesini bekliyordum. Geri çekilmesini istemiyordum. İkisi birdendi. Önce öleceğimi sonra beni yaşattığını hissetmiştim.

Sonumuzun ne olacağı belli olmayan bir görev yolunda, tenha bir sokak ortasında durmuş haldeydik. Dile getirmekten kaçınmamız tehlikeyi göz ardı ettiğimiz anlamına gelmiyordu. Ona borcum kalmasın, belki de sonrası olmaz diye düşünerek bir tişört hediye etmiştim. Bana 13'ü ve Mete'yle tanışmasını anlatmıştı.

Şimdi de omzumu öpüyordu.

Dudakları çapanın üzerinden ayrıldığında tenim karıncalanmaya başladı. Denizi yakmış mıydım bilmiyordum ama ben yangınlara sürüklenmiştim.

"Gördüğüm," dedi. İç geçirdi. "En güzel zarar ziyan sensin Yağmur. Rotayı değiştirmeye çalışıyorum ama fayda etmiyor. Ne kadar denersem deneyeyim varacağım liman belli benim. Sadece izin ver, bütün savaşlarımı bitirip sana öyle geleyim."

•⚓•

Nefes alıyorum ama şu an yaşamıyor olabilirim. Biri nabzımı kontrol edebilir mi?

Görkem Duman... Üç nokta, on üç nokta.

13 Şubat 2019'u yani Görkem'in Yağmur'u ilk gördüğü anı detaylı olarak okuyacaksınız günün birinde. Böyle bir bilgi bırakayım şuraya.

Bir soru işaretini gidermek adına da kurguda 2021'in kışına yakın olduğumuzu söyleyeyim. Analizcilerin ilk bölümlerde iki buçuk yıldır birlikte olduğunu yazmıştım, bazen neredeyse üç yıl yazıyorum. İki buçuk üç yıl arası çünkü shdkwlls

Önceki bölümlerde tarih belirtmemişim. Belirtince kafam karışıyor açıkçası. Mete'nin kaybı eylül ayının sonlarına doğruydu zihnimde, Asya da ekim gibi katıldı Analizcilere.

Arda ve Eylül konusunda bir yorumunuz var mı?

Arda, Kaya ve Asya'nın börek yaptığı sahnede bir sandalyede de biz oturuyorduk. Bunu çok derinden hissettim.

Henüz yirmi ikideyiz ama fazlasıyla geçmişe paralellikleri olan bir bölüm atlattık. Asya artık önemseniyor, artık onları seviyor, artık ne istediğini biliyor ve artık yara izini bir adama teslim edebiliyor.

Ağlamadan uzaklaşmam lazım buradan. Bir kere gülüp öyle gidelim yine :)

Teşekkürler ve iyi günler,
masters of my sea.

🌊🤝🌊

Instagram:
azraizguner
analizbyizguner

Twitter: AzraIzguner
Spotify: Azra İzgüner

Bu aralar twde aktifim. Beklerim sizin tweetlerinizi de. Beni etiketlemeyi unutmayın. 💙

Yorumlar

Yorum Gönder

Popüler Yayınlar

36. "Çatlaklar ve Kırıklar"

55. "Geri Sayım"

35. "Görülme İhtiyacı"