23. "Baştan Çıkarma Sanatı"
Bölüm şarkıları:
Meimuna, La tristesse du diable
Carla Morrison, Disfruto
🌠
Her şey bitti sandığın anda,
Arasan da bulamazsın ilacını.
Halbuki bir insanın varlığı da
Dindirebilir yaranın acısını.
•⚓•
Üstüne günlerce kafa patlattığımız, yazıp yazıp sildiğimiz planlarımız ve herkesi buraya gelebilmek için ikna etmeye çalışmalarımız sonucunda Görkem ve ben tehlikenin tam olarak göbeğine gelmiştik bugün.
Fazla büyük olmayan üç katlı kapalı otoparkın en üst katında kuytu bir köşeye park ettik arabayı çünkü yer yoktu. Bulabildiğimiz ilk boş yer, caddeye en uzak olan köşedeydi.
Dakika bir gol bir, demişti Görkem arabayı durdurduğunda. Başımı sallayarak ona katılmış, derin bir nefes alarak sakin kalmamı sağlamıştım. Kuzey ve Mila için kullandığımız telefonları bu görevde kullanmayacaktık çünkü içeriye almayacakları bilgisi vardı elimizde. Fahri Bey sızdırmıştı bunu bize.
Tenha bir yerdeydik, otopark otele ait sayılırdı. Etrafta fazla bina yoktu. Filmlerde otoyol kenarına konulmuş perili pansiyonun perisiz versiyonuna doğru yürüyecektik birazdan. Tek farkı eski püskü değil de lüks olmasıydı oyunun düzenleneceği yapının.
"Etraf işlek değil," dedi Görkem. "Arabayı üçüncü kata anca park edebilmemiz de tesadüf değil." Emniyet kemerimi çıkarırken gözlerimi ona çevirdim. Tuzağa düşeceğimizi bile bile gelmiştik ama karşı tarafın zekâsını henüz tam anlamıyla bilmiyorduk ikimiz de.
"Arabayı aşağı indirmek için tek yol geldiğimiz rampa," dedim. "Çok geniş sayılmaz. Bir aracı yanlayıp rampanın başına koymak buradan çıkma ihtimalimizi sıfırlamaya yeter."
Gözlemim üzerine çenesini sıktı. "Bir şey olursa," dedi ve beni peşinde sürüklemekten daha ilk saniyeden pişman olduğunu anladım. "Buradan acilen uzaklaşmamızı gerektirecek herhangi bir şey olursa bu arabaya gelmiyoruz." Onu hızlıca onayladım.
Elini torpidoya uzatıp gözü açtı. İçindeki ıvır zıvırlara kısaca göz gezdirdim. Fazlasıyla doluydu. Yıldız uçlu tornavidaya ihtiyacımız olacağını sanmıyordum ama yine de vardı mesela yanımızda. Üç dört tanesi kalmış, kağıdı sarkmış nane şekeri paketi sol köşede yetim şekilde duruyor; sağ taraftaki yeşil el bezi, siyah bir güneş gözlüğünün tek camını kapatıyordu. Görkem'in parmakları her noktaya çarparak karıştırdı torpidoyu ama her neyi arıyorsa onu bulamadı.
Bir telefonu hiçbir şey söylemeden kucağıma bıraktı, ardından yolcu koltuğuna doğru hafifçe eğdi başını. Hâlâ bir şeyler arıyor olduğundan bu pozisyondayken bana ne kadar yakın olduğunun farkında değildi. Kuzey'in saçları siyah, hafif uzundu. Ensesindeki tutamların ucu göğsümün üst kısmına doğru sürtünüyordu.
Nefesimi tuttuğumu o geri çekilince fark ettim. Elinde sarı, çift taraflı bir bant duruyordu. "Bunları çantana atabilir misin?" diye sordu bana bakarak. Ona bakmadan çantamın içine doldurdum verdiği eşyaları ve kapıyı açıp kendimi dışarı attım.
Arabayı kilitleyip yanıma geldiğinde kamera olup olmadığını ararcasına etrafta gözlerini gezdirdiğini gördüm. Onu kör noktada kalan bir kolonun arkasına çektim elinden tutarak. Beklemediği hamlem yüzünden dengesi bir an için kayboldu ve omzunu sertçe kolona çarptı.
"157 numaralı park yerinin sağ üst köşesinde kamera var." Nefes almadan devam ettim konuşmaya. "İkinci kattakiyse 76'da, geniş açılı alıyor çevreyi. Zemindeki de 40 numara tarafında. 7 numaralı park yerinin kenarında bir bariyer var. Telefonlardan birini oraya saklayabiliriz, hem otoparkın girişine çok yakın hem de kamera açısı orayı almıyor."
Dudakları iki yana kıvrılırken o memnun ifadesini görmek içimdeki arabada yaşananlardan beri bir türlü sönmeyen o alevin yeniden harlanmasına neden oldu. Tek kelime etmeden yüzüme baktı. Gözlerinin yanaklarıma kaydığını fark ettim. Çillerimi arıyordu sanki. Bana, bende bir eksik varmış gibi bakmıştı. "Gitmiyor muyuz?" diye sordum.
İfadesi hızlıca ciddileşirken eliyle önden yürümemi işaret etti. "Gidiyoruz," dediğinde zaten yürüyorduk. Gereksiz bir açıklama olmuştu. "Çantanın içinden çıkarmadan telefonun arkasına bandı yapıştırabilir misin?" Cevap vermek yerine bunu yapmaya koyuldum. Sıradaki sorusu, "Bizimkilerden birinin numarasını biliyor musun?" olmuştu.
"Hepsi ezberimde. Olur da buna gerek kalırsa hangisini arayacağım?"
"Kaya." Bir saniye bile düşünmemişti. "Olur da böyle bir durumun içine düşersek telefonu alacak, haber verdiğin an da buradan uzaklaşacaksın. Tamam mı?" Herhangi bir onay vermeyişimden sonra son soruyu bir kez daha sordu.
"Seni geçiştirmek için mi cevap vereyim yoksa gerçek bir cevap mı istersin?"
"Geçiştir," dedi. "Beni geride bırakmayacağını bana söyleme."
"Peki." Ayak uydurmuştum anında. "Kaya'yı arayacağım, sonra uzaklaşacağım. Seni geride bırakacağım. Öldün mü kaldın mı hiç umursamayacağım. Aynen. Çok mantıklı. Kesin yaparım bunu."
Şimdiden ona karşı gelmeye başlamamdan hoşlanmadığını belli ederek sert bir nefes verdi burnundan. İkinci kattan birinci kata inerken elini belime yasladığı an yaptığım hatanın ilk kez farkına vardım. Sırt dekoltesi neredeyse belime kadar inen, belinde ipler olan lacivert bir elbisenin içindeydim. Görkem'in soğuk parmakları direkt olarak tenime değiyordu bu yüzden.
Aklım çok dağınıktı. Aklım çok bulanıktı. Hayati tehlikelerden bahsettiğimiz, ölümlerden konuştuğumuz bir göreve artık dakikalardan az zaman kalmışken durup böyle şeyler düşünmem saçmalıktan ibaretti.
Bir adım kadar geriden ilerliyordu. Parmaklarının tersi belimden sırtıma doğru çıktı omur çizgimi takip ederek. Boğazım düğüm düğüm oldu, bacaklarım titredi. Bir kıvılcımı parmak uçlarıyla yukarıya taşımıştı sanki.
"Sırtında da çiller var," dedi içimi daha da tuhaf yapan bir sesle. Dokunma duyusuyla görme duyusu birbirine mi bağlıydı anlamıyordum. Sadece baksa olmaz mıydı? Onlara değmek zorunda mıydı? "Renkleri yüzündekilerden bile daha silik ama sayıları daha çok sanki."
Görkem, üzerimdeki etkisinin farkında değildi. Buna odaklanacak halde de değildi. Tek ilgisi çillerimeydi. Bense alnını alnıma yasladığı andan beri kafamı tam olarak toparlamayı bir türlü başaramamıştım.
Sesimin düzgün çıkacağından emin olmadığım için suskunluğu tercih ettim ama o ne konuşmayı kesti ne de temasını. "Hiç saydın mı?" derken sesi dalgın gibi çıkmıştı. "Çillerini yani. Sırtındakileri sayman zor olabilir ama yüzündekilerin kaç tane olduğunu biliyor musun?"
Cevabı merak ettiği sesinden belliydi. Meraktan öte, bunu yapmak istediğini hissettirmişti bana. "Bilmiyorum," dedim yutkunduktan sonra. Bir iki adımımı hızlı atıp parmaklarının sırtımla temasını kestim. "Annem sayarsam çoğalacağını söylemişti ben çocukken. İnanmıştım. İstemedim çoğalmasını, hiç saymadım bu yüzden."
"Anladım." Bakışlarını kaçırdı. "Belki bir gün kaç tane olduğunu öğrenirsin."
"Bunu dert etmekten daha önemli işlerim oldu hep," diye karşılık verdim konunun üzerini kapatmak isteyerek. Düşünürsem söylediklerini farklı yerlere çekmeye başlardım.
Adımlarımı iyice hızlandırıp koyu yeşil bir arabanın arkasındaki duran 7 numaralı kolona yaklaştım iyice. Topuklu ayakkabılarla yürüyordum ve elbisemin kumaşına bilerek basıp sendeledim. Hafifçe eğildiğimde elimi bariyer ve duvarın arasındaki boşluğa sokup çift taraflı bandın duvara yapışmasını sağladım. Telefon da böylelikle sabitlenmiş oldu duvara. Tepeden bakıldığında fark edilmiyordu. Aramayanın bulamayacağı bir şey olmuştu. Bunu kullanmamıza gerek kalmamasını umut ediyordum.
Otoparkın sınırlarını aşıp binanın önüne vardığımızda kapıdaki üst düzey güvenlik karşıladı bizi. Önce bir X-ray cihazından geçmemiz gerekiyordu ve ardından iki siyah gözlüklü, takım elbiseli ve kulaklıklı koruma üstlerimizi kontrol edecekti.
İçlerinden birinin bana dokunduğunu düşünmek midemi bulandırdı anında. Görkem'in dirseğine sardım parmaklarımı adım atmadan önce. Kolunu hafifçe silkeleyerek benden kurtuldu, ardından arkamdan dolaşarak diğer tarafıma geçti. Artık solumdaydı. Kolunu kırdı ve girmemi bekledi. Böylece içeriye birlikte adımladık.
Geçen görevde çatıya girmek için kullandığım siyah kartı görevliye uzattığımda kodu okuttu ve gözlerini bana çevirdi. Ona doğru adım atmamı bekliyordu.
"Son masanın galibiyiz," dedi Kuzey, sert bir sesle. An itibarı ile de görevi başlatmış oldu. "Sizi bizim hakkımızda bilgilendirmiş olmalılar."
"Kim olduğunuz bizi ilgilendirmiyor beyefendi," dedi diğerine göre daha uzun olan adam ve ellerini bana doğru uzattı.
"Olay çıkarmamı istemiyorsan sevgilime dokunmayacaksın," derken Görkem, önüme doğru bir adım atıp adamın ellerinin bana değmesini engelledi.
"Emirler ve kurallar belli, beyefendi," dedi adam sabır çeker gibi bir sesle. "Giriş izninizi iptal etme yetkisine sahibim. Rica ederim zorluk çıkarmayın."
"Sorun yok bebeğim," dedim ve gözlerimi ikna olması için Görkem'e çevirdim. Emin olamıyordu, bakışları şüpheliydi. Göze alıp gelmiştim. Batırmayacaktım. Sıkacaktım dişimi. Benim için çok zor olsa da giriş için bunu yapmam gerekiyorsa yapacaktım.
Adamın elleri omuzlarımda, kollarımda, belimde ve bacaklarımda gezindi hızlıca. İşini yapıyordu, bir art niyeti yoktu ama yine de kusma hissim körüklendi. Nefes alış sıklığımın artmasını engelleyemedim. Bir sorun yokmuş gibi davranamadım. Görkem asansör kabinin önüne ilerlerken her şeyin farkındaydı.
Kabinin içine ilk adımı ben attım ve anlık dikkat dağınıklığım yüzünden doğrudan yansımamı göreceğimi hesaba katamadım. Önümdeki duvarın tamamı aynayla kaplıydı. Gözlerim, gözlerime saplı kaldı. Bakışlarımdaki korkuyu görmek, böylesine önemli bir göreve başlarken en ufak bir şeyin beni bu denli etkilemesiyle yüzleşmek hiç iyi olmamıştı.
Kapılar ardımızdan kapanırken Görkem'in iki eli belimin iki yanına yerleşti. Beni kavrayıp aynanın önünden çekti, yüzümü kapı tarafına çevirmemi sağladı ve sırtımı göğsüne yasladı.
Dokunup dokunmamakta tereddüt ettiğini hafif temasından hissetmiştim ama bunu yaptığı için ona minnettardım. Bazı şeyleri kabul etmem zordu. Attığım o sessiz yardım çığlığını duyuşu beni kendime getirmişti. Ben dile getirmeden olaya müdahale edişi bir yara bandı etkisi yarattı üzerimde.
Dedim ki içimden, bu sefer sözünü tutacak ve sana bir şey olmasına gerçekten izin vermeyecek. Düşünme kötüyü, unut geçmişini. Yoksa rolünü sürdürmeyi bırak, nefes bile alamayacaksın.
Görkem, on birinci katın düğmesine bastıktan sonra geri çekilecek sanmıştım ama yeniden elini belimin yanına yerleştirdi. Bu defa rahatsız olmadığımı anladığı için doğrudan avuç içini yaslamıştı o bölgeye. "Özür dilerim," dedi fısıldayarak. Hassas oluşumun farkındaydı ve kırılacakmışım gibiydi tavrı. "O adama izin vermemeliydim. Vermeyecektim de ama sen konuşunca..."
"Sorun yok," dedim tekrar. Vardı. Olduğunu biliyordu. Söyleyemiyordum ama biliyordu.
"Buradayım," dedi kulağıma yaklaşarak. Başka bir şey demedi. Fazla konuşamazdık zaten ama bu bile yetti. Nasıl oldu anlamasam da gerçekten yetti.
Aynalarla arama geçmişti, önce önümde durmuş sonra bana dayanak olmuştu. Buradaydı, bu yeterliydi.
"Elimi tut," dedi dokuzuncu kattayken. İtiraz etmeden avucunun içine sızdırdım elimi. Parmaklarını parmaklarımın arasından geçirip sıktı. Derin bir nefes çekerek toparladım kendimi.
Hayır, o toparladı beni. Görkem, derinlere dalmama izin vermeden beni çekip çıkarmıştı. Bunu ilk yapışı değildi ve son da olmayacaktı.
Kapılar açıldığında uzun bir koridor karşıladı bizi. Ne tarafa gideceğimiz konusunda bilgiye sahip değildik. Siyah mini etek ve beyaz gömlek giymiş sarışın bir kadın ağzını açmadan sadece eliyle sağ tarafını işaret etti. Bir an için Türkçe bilip bilmediğini sorguladı zihnim. Biliyor gibi durmuyordu.
Sağ tarafı aştığımızda bu defa yol ikiye ayrıldı. Binanın karışık düzenini fark etmiştim. Yer yer odalar bulunuyordu yürüdüğümüz koridorda ama düzen bir labirent gibiydi. Aklına kazımayan biri dönerken kolaylıkla kaybolabilirdi.
Seslerin sol kısımdan geldiğini fark ettiğimizde birbirimize baktık Görkem'le. Yol ayrımından sola yönlendirdik adımlarımızı. Yeniden aştık o koridoru ve nihayet, oldukça geniş bir salona varabildik. Geçenkinin aksine daha nezih bir ortamdı. Klasik bir müzik çalıyor, masalar sadece köşelerde kalıyordu. Dört büyük kumar masası vardı. Orta kısımda duvarlara dayalı deri koltuklar, daha az insan, daha az curcuna ve daha sakin bir kalabalık...
Gözlerim tanıdık birilerini ararken önce Fahri Bey'i gördüm bar kısmında. Yanında eşi vardı ve sohbet ediyorlardı. Üzerindeki kahve ekose takımının içine yeşil bir kravat takmıştı. Cebinde de yeşil bir mendil vardı. Bu adamın kombinlerini ona çok yakıştırıyordum, göze istemsizce tatlı gelen bir tarzı vardı.
Hermes'i bulmayı hedefleyerek yeniden bakındım etrafıma. Ne o ne de Selma'yı göremedi gözlerim. Burada olmalılardı, olmak zorundalardı. Onlar yoksa boşu boşuna geldiğimiz bir görev olurdu bu. Öyle ya da böyle bizi zirveye taşıyacak ismi onları basamak olarak kullanıp öğrenmeliydik. Temelleri bu fikrin üzerine atmıştık.
Görkem beni bar kısmına doğru yönlendirirken benim dikkatimi bu defa başka biri çekti. İlk kez gördüğüm, kafası karışık gözleriyle doğrudan Görkem'e bakan biri.
Adam 1.80'den uzun durmuyordu. Turuncu ve kıvırcık saçları vardı. Üzerine giydiği takım elbise inanılmaz derecede absürt duruyordu. Zaten o da fazla alışkın olmadığından mıdır nedir ceketini oturduğu deri koltuğun ucuna atmış, gömleğinin düğmelerini neredeyse yarıya kadar açmıştı. Yüzü o kadar bebek gibiydi ki yaşı on dokuz çıksa bile şaşırmazdım ama kırışan göz kenarları bana bunun olmadığını söylüyordu. Yeşil gözlerindeki kuşku büyümeye devam etti. Düşmancıl bir tavır sezemedim ama kurnaz bakışlarını hissettim üzerimizde.
Sol elini saçlarının arasından geçirirken Görkem'i dürttüm hafifçe. Tezgâha kollarını yaslamış, barmene doğru bakıyordu. Neden bizi doğrudan buraya getirdiğine bir anlam bulamadım. Azıcık içince bile yamulduğunu söylemişti bana daha önce. Alkol almaması onun için en doğru olanıydı ama belki de bir zehirle karşı karşıya gelmektense kendi içeceğini şimdiden alıp elinde gezdirme fikri vardı aklında. Mutlaka bir planı olmalıydı.
"Kuzey," dedim dikkatini barmenden çekip bana versin diye.
"Hım?" dedi gözlerini bana çevirmeden.
Turuncu kafanın gözleri hâlâ onun üzerindeydi.
"Bana bak," dediğimde kafasını kaldırdı. Gözlerimle adamın olduğu yönü işaret ettim. Nereyi gösterdiğimi anlayamayınca çenesini tutup onu doğrudan hedefle göz göze getirdim. "Seni süzüyor içeri girdiğimizden beri."
Bakışları donuklaştığında gözlerini kıstı. "Siktir."
Bir an için aşırı ters bir durum olduğunu düşündüm ve refleksle taburemi ona doğru kaydırıp önünü kapadım. Yapmayı planladığımdan değildi. Öylece olmuştu. Kendimi ona siper etmek benim için bir refleks gibiydi, düşünüp sorgulamamıştım bile.
Dönen taburem yüzünden dizlerimiz çarpıştı. Görkem endişemi fark ettiği an elini bacağıma bastırıp "Sakin," diye fısıldadı. Gerçek anlamda kendime gelebilmeyi asla başaramamıştım ve sürekli tetikteydim. Bu daha ilk saniyeden belli etmişti kendini. Parmakları bacağımı sıktı. "Sakin ol."
"Kim o?" diye sordum. "Onu tanıyorsun ve daha da kötüsü seni tanıyor." Yüzümü yüzüne yaklaştırıp fısıldadım. "Seni bu halinle nasıl tanıdı?"
Kuzey'in Görkem olduğunu ilk bakışta anlayabilmesi nasıl mümkündü? Ben anlardım, Analizciler anlardı, belki Barış da bir kez görmesine rağmen anlardı ama o adam nasıl olurdu da hemen anlamıştı?
Görkem'in gözleri omzumun üzerinden o adama saplıydı hâlâ. İşaret parmağını dudaklarının üzerine yasladığında beni susturuyor sandım ama bu hareketi o adam için yapmıştı. Sessiz olmasını söylemişti. Dönüp geriye baktığımda adamın dudaklarının iki yana kıvrıldığını fark ettim. Şüphe kırıntıları tamamen gitmiş ve yerine keyifli bir yüz ifadesi gelmişti.
Genişçe açtığı bacaklarını kapattığında ceketine uzandı. Şöyle bir sağını solunu yokladı. Ardından iç cebinden bir kalem çıkardı ve kapağını dişleriyle açtı. Kafasını kaldırdığında yeniden Görkem'e dikti gözlerini ve küçük bir baş işaretiyle çevreyi gösterdi. Görkem ona bakan var mı diye etrafı kontrol altına aldıktan sonra sessiz bir onay verdi adama. Adam dizinin üzerine koyduğu peçeteye doğru eğildi.
"Kim o?" diye tekrarladım sorumu. Birbirlerini gözleriyle anlaşacak kadar tanıyorlardı. Korkulacak biri miydi, düşman mıydı? Beni bilgilendirmesi gerekiyordu.
"Neden burada olduğunu anlamadığım biri." Görkem kafası karışmış ifadesiyle yeniden tezgâha döndü yüzünü. Adama ikimiz de sırtımızı dönmüş olduk böylelikle. "Fırsat bulursam anlatacağım, endişelenmene gerek yok."
"Ne yapıyor?" dediğimde "Bekle," dedi sadece. "Normal davran, diken üzerinde gibi oturma. Omuzlarını gevşet, yüzüme bak."
Söyleyene kadar kendimi ne kadar sıktığımın farkında bile değildim. Omuzlarımı serbest bıraktığımda yüzümü de ona doğru çevirdim. Arabada omzumu öpmüştü. Ona bakmak da iyi bir seçenek değildi. Bu daha fazla kendimi sıkmama neden oluyordu.
Ben düşüncelerle boğuşurken tepemde dikilen bir beden hissettim. Görkem başını o tarafa çevirmeyince ben de çevirmedim. Bir koku doldu burnuma, bakkallarda satılan ucuz parfüm kokusuna benziyordu ama kötü değildi sadece biraz ağırdı. Ardından ilk kez duyduğum bir erkek sesi, "Barmen bey," dedi. "Nerede kaldı benim votka Red Bull'um? Kanatlanmam gerekiyor acilen."
Şakası yüzünden yüzümü buruşturmamaya çalıştım. Barmen hızlı adımlarla bizim bulunduğumuz tarafa geldiğinde adamın kokteylini hazırladı. "Üç buçuk buz istiyorum," dedi adam barmene. "Üç değil, dört değil. Üç buçuk."
Barmen ona dik dik baktı.
Görkem de ona dik dik baktı.
Barmen kadehe iki buz atıp bardağı tezgâhın üzerinde sürükleyerek adama uzattığında turuncu kafalı "Kırıldım ve gücendim," dedi dudaklarını büzerek. "Hizmet değerlendirmesinde dört buçuk yıldız vereceğim. Buçuğu da senden kırdığımı not düşeceğim."
"Tamam," dedi barmen ve yanımızdan uzaklaştı.
Kendi kendime gülmeye başladım turuncu kafalı yanımızdan uzaklaşırken. Görkem gülüşüme bakıp gülümsedi. "Çantanı aç," dedi. Kaşlarımı çattım. "Söylediğimi yap."
"Benimle emir kipiyle konuşmandan hoşlanmıyorum," dedim çenemi kaldırarak. Bunun raconlarımdan biri olduğunu anlayınca yeniden gülümsedi.
"Çantanı açar mısın, sevgilim?" diye sordu bu defa.
Emir kipiyle konuşmasını tercih ederdim. Kalbim çok ani teklemişti.
Açtığımda az önce turuncu kafalının ceketinin iç cebinden çıkardığı peçeteyi orada görmeyi beklemiyordum. Çantanın içinden çıkarmadan üzerindeki şekillere baktım.
Bir alev şekli ve yanında basit bir merdiven çizimi.

Gördüğüm şey bende hiçbir çağrışım yapmazken Görkem, "Üç değil, dört değil," diye fısıldadı. "Üç buçuk."
O an oturdu taşlar. Üç ve dördüncü katın arasındaki yangın merdiveninde Görkem'le buluşma ayarlamıştı kendine bu manyak sadece bir dakika içinde. O notu ne ara çantama attığını fark etmemiş olmam beni öfkelendirdi. Neden dikkatimden kaçmıştı?
Turuncu kafalının ortadan kaybolduğunu gördüm. Biz de gitmeliydik. Görkem sağına ve soluna bakışlar atarken sanki yangın merdiveninin ne tarafta olduğunu bulabilecekmiş gibi bakıyordu. Ben olmasam ne yapacaktı acaba?
Elimi tutması için ona doğru uzattım. Tereddütlü bir ifadeyle ayağa kalkıp elime uzandı ve onu peşimden sürüklemeye başladığımda itiraz etmeden uydurdu adımlarını benimkilere. Labirent koridorların arasındaki yeşil tabelanın önüne vardığımızda ilerideki kapıyı görmesiyle birlikte önüme geçerek hızlandırdı adımlarımızı. Etrafta herhangi bir kamera yoktu, turuncu kafalı da bunu bildiği için bizi bu yöne çekmiş olmalıydı.
"O ayakkabılarla o kadar kat inebilecek misin?" diye sordu Görkem kapıyı ittikten sonra koridora oranla saha soğuk olan merdivenlerin başında dikilirken.
"Hayır," dedim omuz silkerek. "Beni kucağına alman gerekiyor."
Önce birkaç saniye yüzüme baktı, ardından hiçbir şey söylemeden başını sallayıp bana yaklaşmaya başladı. Söylediklerimi ciddiye aldığını fark ettiğim an geniş bir gülümseme yerleşti yüzüme. "Salak," dedim kendimi durduramadan. "Şaka yaptım."
Elbisemin eteğinin kumaşını kavrayıp merdivenleri hızlı adımlarla inmeye başladığımda, "Ben nereden bileyim ya," diye sitem ederek peşime takılmıştı. Ciddi anlamda yorulmuştum o kata inene dek ama durmadım, Görkem'in aksine benim soluklarım düzenini fazlaca şaşırmıştı. Onun makine gibi oluşu beni bir gün gerçekten robot olduğu düşüncesine ikna eder diye korkuyordum.
Topuklarımın ağrıyacağı kadar merdiveni indikten sonra nihayet turuncu kafa girdi görüş açımıza. İki basamak önümdeki Görkem'e gözleri değdiği an, "Gökyüzüm!" diye bağırdı. "Seni çok özlemiştim."
Görkem gülümseyerek basamakları daha hızlı indi ve alayla "Ceylanım," diye karşılık verdi. "Hisler karşılıklı."
"Can'ın gecenin 1.35'inde sorduğu soru boşa değilmiş," dedim mırıldanarak. Görkem bunu duydu ve güçlü bir kahkaha koptu dudaklarının arasından. Turunculu adam olayı anlamadığından tuhaf tuhaf baktı, ben de ona tuhaf tuhaf bakarak karşılık verdim.
"Bu Ros," dedi Görkem bana bir açıklama yapması gerektiğini bildiğinden. "Yan kesici, profesyonel hırsız ve uğursuz bir tip."
"Ben Barbaros Ceylan." Elini bana doğru uzattı. "Yan kesici, profesyonel hırsız ve uğursuz bir tipim." Tokalaşmak için ona uzattığımda elimi dudaklarına götürüp bir öpücük bıraktı.
Sonra Görkem çat diye onun ensesine vurup "Yavşaklık yapma," dedi sert bir sesle. "İyi be," diye çemkirdi Barbaros ona. "Yemedik hatununu."
"Dilinin bağını koparttırma bana Rosçuğum, olur mu canım?"
Görkem'in bu tip biriyle nasıl bu derece samimi olduğunu öğrenmezsem çatlayacaktım. O kadar merak etmiştim ki sormamak için zor duruyordum.
"Karnımdaki yarayı hatırlıyor musun?" diye sordu bana. Mila karakteri için hazırlanırken birbirimizin bedeni hakkında bilgiye sahip olmamız gerekiyordu ve bana o izi o zaman açıp göstermişti. Hatırlıyordum. Hiçbir yara izini unutmazdım. "Bu herif bıçağı takmıştı bana zamanında."
"Ne?"
"Sevgimi böyle göstermiştim," dedi Ros masum ayaklarına yatarak. "Benden nefret eder gibi bakmayın hanımefendi, ambulans çağırıp başında da beklemiştim ölmediğinden emin olana kadar." İkisi birbirine bakıp gülümsedi. "O da abisini avukatım yaparak beni içeriden çıkarmıştı. Bizim aramızdaki bağ bambaşka anlayacağın."
"Bir saniye," dedim. "Yavaş gelin. Sindiremiyorum şu an bu kadar bilgiyi arka arkaya."
"Bir dönem bana muhbirlik yaptı," dedi Görkem ondan zarar gelmeyeceğine beni ikna etmeye çalışarak. "Zeki birisi, ayrıca işinin ehli ve parmaklıkların arkasında olursa işime yaramazdı. Ben de işime yarayacak şekilde kullandım onu."
"Yani bana aşık ve içeride çürümeme gönlü razı gelmedi. Ayrıca zeki birisi miyim gerçekten? Çok aşık bana, baksana övmeden duramıyor bile."
"Elimin tersindesin," diye karşılık verdi Görkem. Ros dil çıkardı. "Şimdi gevezeliği bırakıp bana neden burada olduğunun hesabını vereceğin yerdeyiz."
"Hermes'i tanıyor musun?" Bu soruya nasıl cevap vereceğini bilemedi Görkem bir anlığına. Tanıyor sayılmazdık, çok fazla soru işareti vardı ama sonuç olarak aynı masaya oturmuştuk. Tanışmıştık bir şekilde büründüğümüz rollerle. "Bir gün onunla aynı ortamda denk geldik. Kol saatini çaldım. Kim olduğunu bilmiyordum ama bunu sadece iki dakika sonra fark etti. Başka kim benim ne yaptığımı bu kadar hızlı fark etmişti biliyor musun?"
"Ben," diyerek tek kelimelik bir cevap verdi Görkem.
"Sen," diye onayladı Ros. "Rütbeli biri, belli bu. Beni test etmek istedi. İşe alınmak için mülakata girdim gibi bir şey aslında. Bugün burada ne kadar cepçilik yapabileceğimi görmek istiyor. Gün sonunda ona bir hesap vereceğim."
Bugün, hırsızlık için buradaydı. Hermes belli ki ondaki yeteneği görmüş, piramite dahil etmek için test etmek istemişti. Böyle böyle topluyor olabilirdi alt basamaktaki adamları. Bir hırsızı yanına alıp müşterilerimin malını çal demek zaten bir tek ona yakışırdı.
"Son zamanlarda görüştünüz mü?" Aklımı kurcalayan bir soru vardı. Görkem ve Barbaros'un yan yana bir fotoğrafı olabilir miydi? Belki de Barbaros başlı başına bir tuzaktı. Görkem ona güveniyor olabilirdi ama benim güvenmem için hiçbir sebep yoktu.
"Merak etme," dedi Ros alayla. "Seni aldatmıyor benimle."
"Görüşmedik," dedi Görkem onun aksine ciddi bir şekilde. "Aklındakini anladım ama hayır, yan yana gelmedik bayağıdır."
"Neyin peşindesin?" diye sordu Ros Görkem'e açık açık.
Görkem'in gözlerine anlık bir öfke yerleştiğinde üzerine doğru bir adım attı. "Hırsızlığa geri dönmüşsün," dedi. "Seninle böyle anlaşmadık biz. Gözümün önünde, elimin altında olacaktın."
"Sana yardımcı olabilirim," dedi Ros parmağını kulağındaki halka küpeye geçirerek. Küpesiyle oynadıktan sonra elini kıvırcık saçlarının arasına daldırdı büyük bir özgüvenle. "İşine yarayacağımı biliyorsun hatta bence beni gördüğüne sevindin. Sus da ortadan kayboluşumu birileri fark etmeden anlatayım sana bildiklerimi."
"Zaten anlatacaksın geri zekâlı," dedi Görkem. "Başka şansın mı var sanıyorsun?"
Barbaros yeşil gözlerini bana çevirdi. "Sence de sinirliyken daha çekici değil mi?" Boş bulunup kafa salladım. Bu yaptığımın farkına varınca elimi alnıma vurmak istedim ama neyse ki Görkem hareketimi görmemişti, sadece Ros görmüştü ve keyifle gülüyordu.
"250 numaralı odada tek başına kalıyor Hermes. Resepsiyonist kadınla flört ederken geçti elime bu bilgi."
Şüpheli geliyordu bunları söylemesi. Bir planmış gibiydi. Ne olursa olsun ona güvenmemiştim.
"Postacı çantasına benzer bir çantayla giriş yaptı o adam dün gece. Beni memnun etmek amacıyla bir gecelik misafir olmamı sağladı. Tanıyorsun karakterimi, gözlem yapmadan duramam. O çantanın içinde 13 küsur inçlik olduğunu düşündüğüm bir laptop var, yüksek ihtimalle MacBook. Belki şov olsun diye bilgisayarını çalar, gece de ona gösteririm diye düşünmüştüm. Afili bir hareket olur bu. Sağlam caka satarım."
"Odasında mı?"
"Evet," dedi. "Ve minik bir bilgi daha, oteldeki tüm kameraları telefonuna bağlamış. Yemek yerken gördüm. Gözüm üstünde mesajı vermeye çalıştığını sandım bana. Hani ne bileyim, taktiklerimi izlemek için falan sandım ama seni burada görünce kafam karıştı şu an."
Şu an bizi burada dinliyor bile olabilirdi. Barbaros'un cebinde bir dinleme cihazı ya da ne bileyim bir ses kayıt aleti olabilirdi. Her anlamda tetikteydim. Sağımda aşağı inen merdivenleri kontrol ettim, sonra yukarıya bakıp birinin gelip gelmediğini kontrol ettim.
Temkinli hareketlerim ikisinin de gözünden kaçmadı çünkü saklamaya çalışmadım. En ufak bir yanlışında Barbaros'u duvara mıhlayıp boğazını sıkabilir, onu etkisiz hale getirebilirdim. Görkem'e ondan gelebilecek herhangi bir tehlike yoktu, bu yüzden çevreye yöneltmiştim dikkatimi.
"Hangi odada kaldın dün gece?" diye sordu Görkem aklında başka bir soru işareti dolanırken.
"249," dedi Barbaros gülümseyerek. "Evet, beni yanındaki odaya yerleştirdi. Meydan okur gibiydi. Sıkıyorsa eşyalarımı çal diyor sanki. Manyak birisi ve bu benim hoşuma gitti açık konuşmam gerekirse."
"Seninle sonra hesaplaşacağız," dedi Görkem ona. Gülmüyordu, siniri yerli yerinde duruyordu ya da rol yapıyordu bilmiyordum. "O adamın inine girecek miydin? Yine bütün işleri en başa mı döndürecektin Ros?"
"Sonra hesaplaşalım," dedi Barbaros. Ciddi yüz ifadesi yaşını büyütüyordu. Çenesini sıktı bu konuşma onu utandırmış gibi. Kısaca bana baktı ve ardından Görkem'e döndü. "Şimdi sen anlat, neden buradasın?"
"Sen beni sorgulayamazsın."
"Canın tehlikedeyse sorgularım," dedi Ros. "Hermes tekin biri değil. Kapıdaki o cihazları da korumaları da boş ver. O adam ne derse öyle işliyor düzen. O salondaki bir sürü kişi silah taşıyor, gözlerimle gördüm. Madem içeriye silah sokulabiliyor neden bu kadar güvenlik önlemi var diye düşünüyordum. Sizin için miymiş hepsi?"
"Kim?" dedi Görkem. "Kaç silah? Taksit taksit mi anlatacaksın amına koyayım?"
"Çok ateşli bu herif," dedi Ros yine bana dönerek. Bu defa başımı sallamadım ama yine de onu anlayacağımı bilerek baktı gözlerimin içine. Oradaki kurnazlığı fark etmemek için kör olmak gerekirdi. Bazı insanlar karakterini gerçekten gözlerinden belli ediyordu. "Bir kere daha sesini yükseltir misin rica etsem?"
"Sınama sabrımı, sınama." Görkem gömleğinin yakasını düzeltti elleriyle. Ardından kollarını yavaşça dirseklerine doğru katlamaya başladı. "Silahlarla ilgili bilgilendir beni."
"Deri koltukların sonuncusunda oturan, elinde bordo ceketini tutan adamın bir tabancası var," diye girdim söze. "Yanındaki gri elbiseli sarışın kadın da bacağında bıçak taşıyor muhtemelen. Ela gözlü, benden iki üç santim uzun, dudak dolgusu olan garson kadın... Onun da önlüğünün cebi boş değil."
"Yok," dedi Barbaros. "O boş. Ben çaldım onu gelirken."
Pantolonun cebinden ikiye katlanabilen bir çakı çıkardığında refleksle bileğini kavramış, kolunu duvara yapıştırmıştım.
Birkaç saniye şaşkınlığını atamadı üzerinden, ardından dudaklarıma bakarak "Hop, hop," dedi. "Sakin ol, önlüğün içinden aldığım şeyi göstermeye çalışıyorum sadece." Elini kurtarmaya çalışmadı, öylece durup inceledi yüzümü. En son gözlerini kısıp "Adın ne ya senin?" diye sordu. "Bir arkadaş merak etmiş de, ondan soruyorum yani. Yanlış anlama lütfen."
"Koymuş kafasına, ben suratını dağıtmadan rahat etmeyecek," diye söylendi Görkem arkamdan.
"Sen aşk nedir bilmezsin birader," dedi Barbaros eski bir dostuyla muhabbet eder tonda. "Belli ki yengemiz değil bu güzel hanımefendi. E durum buyken de şansımı denemek için herhangi bir engel göremiyorum önümde."
"Siktirtme şansını."
Barbaros Görkem'e şok içinde bir bakış attı. Sonra gözlerini kıstı tekrar, yüzünü de bana çevirdi. Parmaklarım hâlâ bileğinde ve kolu hâlâ duvara yaslıydı. Çakı yumruğunun içinde öylece duruyordu. "Belki de artık biliyordur," dedi sadece benim duyabileceğim şekilde. "Görmeyeli çok şey değişmiş sanırım."
Parmaklarının arasındaki çakıyı çekip aldım ve hızlıca çantama attım. "Bu bende kalsın," dedim rahat bir tavırla fermuarı kapatırken.
"İste canımı da vereyim," diye karşılık verdi Ros. Ardından Görkem'e çevirdi yüzünü. Onu dişlerini sıkmış bir halde görmeyi ikimiz de beklemiyorduk. Gerçekten de kafasını gözünü dağıtmak ister gibi bakıyordu Ros'a. Ros elini pantolonun arka cebine atıp bir kart çıkarttı.
Mavi ve yeşil arası renge sahip o karta kaşlarımı çatarak baktım. "Güvenlik odasının," dedi Ros. "Yedinci katta, asansörün solundaki son oda. Belki lazım olur, sana verebilirim."
"Telefonun var mı?" diye sordum işimize yarayabileceğini düşünerek. Yanımızda olması her şekilde bir avantaj sağlardı bize.
"Yok ama lazımsa hallederim," dedi bakkaldan ekmek alacağını söyler gibi. "249'a bırakırım, oradan alırsınız. Maksimum yirmi beş dakikaya ayarlarım."
"Odana nasıl gireceğiz?" dedi Görkem. Muhtemelen oda kartını düşünerek sormuştu ama zaten kameralar varken o odaya gitmek bile büyük bir sorundu. Aklından ne geçtiğini okuyamadım.
"Hazır ettiğimde kol saatini çalmak için yanına gelirim bir şekilde, kartları da o ara ulaştırırım sana. Problem var mı?"
"Kameralar?" diye sordum.
"Hermes'in telefonunu çalarsam sorun ortadan kalkar."
"Bunu fark eder," dedim hızlıca.
"On dakika gibi bir süre verebilirim size. Siz odamdan telefonu aldıktan ve işinizi hallettikten sonra ben ona gider geri teslim ederim. Hem itibarımı arttırır gözünde hem de buna cesaret edebilmiş olmam onun hoşuna gider."
"İstediğimiz bu değil," diye açıkladı Görkem. "Bize olur da bir sorun çıkarsa diye telefon lazım. Alıp geri götüreceğin değil, yanımızda kalacak bir iletişim aracı."
"İyi." Omuz silkti Ros. "Resepsiyonist kızınkini almam üç dakika sürmez. Onu bırakırım odaya ama eğer Hermes'in odasındaki bilgisayara ulaşmayı hedefliyorsanız her şartta o kameralara erişimini kesmemiz gerekiyor."
"Doğru," dedi Görkem. "Ama bir yandan da her şartta kameralara kaydediliyor olacağız. Bunun bir oyun olduğunu zaten biliyor, belki de bu kadar detay düşünmemize gerek kalmayacaktır."
"Odasına gireceğiz, bizi izleyecek, bordo ceketli adam gelip kafamıza sıkacak. Oha, ne harika bir plan yaptın öyle."
Taramalı tüfek moduna geçişim Görkem'i gülümsetti. "Birkaç dakikalığına dikkatini dağıtmak, telefonunu çalmaktan çok daha mantıklı. Her saniye ekrana bakmayacaktır. Uygun bir an buluruz."
"Yine de kameralara yakalanmış olacağız."
"Biz buradan çıktıktan sonra kayıtları izleyebilir. Hatta izlemesini çok isterim. Sırf bunun için bile bozmak istemiyorum bazı şeyleri."
Gerçekten mantığına erişemediğim bir noktadaydık. "Kayıtların tutulduğu ortamda hiçbir güvenlik yok mudur sence?"
"Etkisiz hale getirmek kaç saniyeni alır?" diye sordu bana dönüp. Güveni karşısında gülümsedim.
"Sanırım odalarımızın yedinci katta olduğu bilgisi sizi memnun edecektir," dedi Ros. Önce güvenlik, sonra 249, sonra 250. Muhtemelen planımız bu şekilde işleyecekti.
"Güzel." Bakışlarımı Görkem'e çevirdim devam etsin diye ama etmedi. Bunun yerine başıyla aşağısını işaret etti. "Başka söyleyeceğin bir şey kalmadıysa sen resepsiyona in."
"Herhangi bir şey olursa bana göz kırp," dedi Ros. "Sana yardım ederim Görkem. Büyük hatırın var bi' sözünle, yemin de bozulur tövbeler de."
"Adım Kuzey ve adı Mila. Boş yapma da uza hadi."
Barbaros merdivenleri inmeye başladığında "Heveslerimi teninde bıraktım," diye mırıldandım.
"Ne?"
"Son uykularımı gövdende." Görkem'in anlamaz bakışları üzerimden ayrılmazken gülümsedim. "Alıntı yaptığı şarkının devamı."
"Sesin güzel," dedi beklemediğim bir anda. Şarkı söyler gibi değil, normal konuşur gibi söylemiştim cümleleri. Amacım sadece nakaratı tamamlamaktı ama Görkem'in yine bana iltifat edesi gelmişti durduk yere.
"Teşekkür ederim," dedim. "Şimdi ne yapacağız? Ros'u buraya Hermes göndermiş olabilir. Bize verdiği her bilgi şüpheli. Belki de şu an buraya gelen birileri vardır. Kaçacak yerimiz yok, yangın merdivenlerinde bizi-"
"Ben kefilim," diyerek susturdu beni. "Bana ajanlık yapacak olması ilk değil. Daha önce de çok faydası oldu ve kesinlikle ihanet etmeyecektir."
"Seni bıçaklamış."
Benim gözümde bu her şeyin cevabıydı ama Görkem ne var bunda dercesine omuz silkti. "Zarardan çok yararı var. İçeride bizim tarafımızda birinin daha olması işime geldi. Burada olmasına kızgınım ama bu gerçekten bizim şansımız olacak."
"Aklından geçenleri bana anlatmazsan anlayamam," dedim ona doğru bir adım atarak. "Bir planın varsa bunu söyle bana. Ben o adama güvenmiyorum ve bu yüzden sürekli ya sana tekrar zarar verirse düşüncesiyle gezeceğim. Çünkü daha önce yapmış."
"Bana ihanet etmez çünkü bana borcu var." Bunların ötesinde aralarındaki bağın sağlam oluşunu anlamam için birkaç cümleleri yetmişti. Borç harçtan ziyade gerçekten birbirlerini seviyor gibi görünüyorlardı.
"Bana yok," dedim. "Benim başımı yakmayacağı ne malum?"
"Yakamaz."
"İnsanlara bu kadar güveniyor musun gerçekten?"
"Yakamaz," diye tekrarladı. "Ros, Hermes, o, bu, başka biri. Fark etmez. Ben varım."
Söyleyecek bir şey bulamadım. "İyi." Yüzümü merdivenlere döndüm. "Tamam." Basamakları çıkmaya başladım. "Orada mı duracaksın?" diye de söylendim. Herhangi bir tepki vermeden peşime takıldı.
Tekrar on birinci katın kapısına geldiğimizde koridora çıkmadan önce nefeslerimizin düzene girmesini bekledik. Benden bir işaret bekleyerek gözlerime baktığında kafamı salladım. Koridora el ele geçtik ve büyük salonun olduğu kısma ilerlemeye başladık.
Hermes, deri koltukların birinde oturuyordu ve karşı tarafında Selma vardı. Yüzüme küçük bir gülümseme yayıldı. İkisi de buradaydı. Oyunumuz şimdi başlıyordu. Bizi fark etmelerini beklerken Görkem elimi daha sıkı tuttu. Yeniden bar kısmına doğru adımladık ve bu esnada hem Selma hem de Hermes bizi gördüler. Bir içki aldı Görkem, rahat bir tavırla bana uzattı. Ardından bir tane de kendisine aldı ve bizi sol tarafta kalan boş deri koltuğa doğru yönlendirdi.
Önce o oturdu, ardından hemen dibine ben. Koltuk geniş olmasına rağmen ona yapışık olarak yanındaydım çünkü biz temas üzerine bir arada olan bir çifttik. Etraftakilere kendimizi böyle tanıtmıştık öncesinde, burada da aynı role devam etmemiz gerekiyordu. Görkem bacaklarını normalden bir tık daha geniş açarak Kuzey rolüne tam anlamıyla bürünürken ben de yırtmacım açılacak şekilde bir bacağımı diğerinin üzerine atarak etrafıma bakmaya başladım.
Selma, kıpkırmızı bir takım giymişti ve içinde sadece beyaz dantel detaylı bir büstiyer vardı. Hiç de abisini hapse attırmış gibi durmuyordu. Özgüveninin yanı sıra bakışları öyle keskindi ki onun ne kadar sinsi biri olduğu doğrudan anlaşılıyordu.
Hermes siyah saçlarını geçen seferki görüşümde de olduğu gibi dağınık bırakmıştı. Siyah bir gömlek, siyah bir pantolon giyiyordu. Gözleri hafif kızarıktı ve uykulu görünüyordu. Onu benim gibi izleyen biri daha olduğunu fark etmem üç saniye sürdü. Selma'nın gözleri de ona kilitli haldeydi. Hermes başını onun olduğu yöne çevirince birkaç saniye bakıştılar ve ardından kadehine doğru eğdi kafasını.
"Bunlar sevişmiş," dedim.
"Ne?" Görkem yudumladığı içecek boğazında kalmış gibi baktı yüzüme. "Kimler?"
"H ve S," dedim etrafımda dudak okuyabilme yeteneğine sahip birileri olması ihtimaline karşı. Önümüz açıktı, doğrudan beni görebilirdi herkes. "S kafayı yükselmeye takmış Kuzey. Bunun için ikinci basamakla yatmış olmasına ben şaşırmazdım."
"Nereden anladın?"
"Tensel çekim denilen şeye inanırım," dedim. "Aura, cinsel gerilim, ne dersen de. Besbelli birlikte olmuş bu ikisi."
"Aşk?" diye sordu ben onun öğretmeniymişim gibi.
Memleket bu haldeyken?
"Hayır," dedim gülmemeye çalışarak. "Birinde güç isteği var, diğeri de patron. Öyle düşün."
Görkem avucunu bacağımın üzerine yasladığında elimde tuttuğum kadehin içindeki sıvı sallandı. Nefesim kesilmeye yer arıyordu, başka açıklaması olamazdı bunların. İşaret parmağını iki kez tenime vurdu, durdu, bir kez ve sonra iki kez daha vurdu. Dişlerini sıktığını fark ettim çenesinin sol kenarında beliren çukuru görünce.
"N'oluyoruz?" dedim kısık bir sesle.
"Sana bakıyor." Gözlerim onun üzerinde olduğundan etrafı kontrol etmeyi bırakmıştım son birkaç dakikadır. Kaşlarını çatarak Hermes'in olduğu tarafa bakmaya devam etti. "Sana bakışlarından hiç hoşlanmadım."
Dizime yakın olan avucunu üst bacağıma doğru tenim boyunca sürterek çıkardı. Amacı etrafa bir işaret vermekti. Kuzey karakteri çerçevesinde benim onun sevgilisi olduğumu belli etmeye çalışıyordu ama hiç hesaba katmayacağı şeyler yaşanıyordu benim tarafımda. Görkem dokunduğu yeri sıktığında kesik bir nefes bıraktım dudaklarımın arasından ve parmaklarımı bileğine sardım refleksle.
Bir açıklama bekleyerek gözlerime döndüğünde kadehimden hızlıca bir yudum alıp yüzümü görmemesini sağladım. "Aman baksın," dedim sonra alelacele. "Çok güzelim. Ondan bakıyordur," diye ekledim saçma bir telaşla.
Bu halime anlam veremediği için yüz ifadesini buruşturdu ama yırtmacın açık bıraktığı bacağımın üzerinde duran parmakları asla sabit durmuyordu. Küçük küçük dokunuşlar bırakıyordu tenime, bir imza atıyor gibiydi. Kendi ritmini tekrarlıyordu. Dişlerimi sıkma sırası bana geçmişti. Ateş basıyordu şu an üstüme üstüme.
Başımı bir anlığına Hermes'e çevirdim ve göz göze gelmemiz üzerine Görkem'in avucu bacağımı sımsıkı sardı. "Buna devam edecek misin?" diye sordum tuhaf bir ses tonuyla. Gözlerim hâlâ Hermes'teydi. Elini kaldırıp iki yana sallayarak bana bir selam verince kendimi gülümsemeye zorladım.
"Neye?" dedi parmakları tenime gömülü haldeyken. Bu sırada arka fondaki sözsüz müzik, yerini başka bir şarkıya bıraktı. Girişinden tanıdım, Fransızcaydı. Hermes ayaklandığında başımı Görkem'e çevirdim.
Durmasını, bana dokunmamasını söyleyecektim ama yüzüne bakınca ona dokunma ihtiyacıyla kasıldı bedenim.
"Buraya mı geliyor o?" diye sordu sert sesiyle. Öfkesini görmek beni dünyaya döndürmek yerine dünyadan tamamen kopmaya doğru itti. Hiç normal şeyler yaşanmıyordu şu an. "Sana geliyor, ayakları kopasıca."
İmdat diye bağırmak üzereydim.
Elimdeki kadehi fondiplerken keskin sıvının boğazımı yakması kendime gelmem için bir işaret niteliğindeydi. Derin bir nefes çektim ciğerlerime. Gülümseyerek başımda dikilmeye başlayan Hermes'e döndüm.
"Mila," dedi keyifle gülümserken. Taktığı maskesi, arkasındaki duyguları göremeyeceğim kadar sağlamdı. Ayrıca artık bana hanım diye hitap etmeyi bırakmıştı. "Seni gördüğüme çok sevindim."
"Hermes," dedim. "Ben de." Görkem ona hâlâ dik dik bakıyor, bir selam verme tenezzülünde bile bulunmuyordu ama bu normaldi çünkü Hermes de onu yok sayıp doğrudan bana hitaben konuşuyordu.
"Bu dansı bana lütfeder misiniz?" diye sormasını beklemiyordum.
Yüz ifademi sabit tutup "Kimse dans etmiyor," dedim sorgular bir tavırla.
"Biz öncü olalım o halde insanlara." Rahat, kendinden emin duruşundan etkilenmemi bekler gibi baktı gözlerime.
Bütün etkilenme hakkımı Görkem'e kullanmasaydım belki ilgimi çekerdi. Eli yüzü düzgün, yakışıklı da biriydi ama bu kadardı. İçimde tek bir his, tek bir heyecan kırıntısı uyandırmıyordu. Dansını kabul etmeyi geciktirmenin tek sebebi Görkem'in temasından uzaklaşacak olmamdı. Bunu istemiyordum. Burada oturmak istiyordum.
"Olalım o zaman," dedim kadehimi Kuzey'e doğru uzatırken. Hermes de sözde kibarlığını üzerine geçirip "Partnerini birkaç dakikalığına çalmam sorun olmaz herhalde?" dedi.
"Ondan izin almıyorum," dedim Mila Tokel kişiliğine bürünerek. 13'ü o koltukta, Görkem'in yanında bıraktım.
Hermes önümde hafifçe eğilerek bana elini uzattığında gülümseyerek elini tuttum ve birlikte bütün salonun bakışlarını üzerimize çekerek en orta yere adımladık. Elini belime yasladığında müzik sesi yükseldi, kulağıma aşina olan bu dil arka fonda çaldığı sırada ben bu temasın altında kasıldığımı belli etmemeye çalışıyordum.
Bana dokunulmasından nefret ettiğim o an geldi aklıma.
Görkem'in yanındayken hiçbir şey düşünmemiştim. Hiçbir şekilde temasından tetiklenmemiş, aksine bunu kesmesini bile istememiştim ama şimdi her şey yeniden yüzüme vuruyordu.
Hermes'in belimdeki eli dansımıza yön verirken başka şeyler düşünmeye çalışıyordum. Şarkının sözlerini çevirmeye odakladım kendimi. Sonra bakışlarım Hermes'in omzunun üzerinden Görkem'i buldu. Oturduğu deri koltukta öne doğru eğilmiş, dirseklerini dizlerinin üzerine yaslamıştı ve bakışları tam olarak üzerimizdeydi.
Çenesini sıktığını düşündüm. Yüzünde hoşnutsuz bir ifade vardı. Her an kalkıp buraya yürüyebilecek gibiydi ama kendini dizginliyordu. Hermes belimdeki elini sırtıma doğru çıkardı ve aynı anda sola doğru bir adım attık. Belimi daha sıkı kavradı ve hafifçe kavislendirmesiyle beni geriye doğru yatıracağını anlayıp ona uyum sağladım.
Hiçbir hamle plansız değildi. Burada herkesin Hermes'ten hoşlandığını düşünmüyordum. Elbet düşmanları da vardı ve şimdi ben gecenin en dikkat çeken kadınıydım. Onun beni dansa kaldırması beni açık bir hedef haline getirmişti.
Görkem dizini sallamaya başlarken elini koltuğun minderine bastırmış, ezberlediğim ritmi tutturuyordu parmaklarıyla.
Önce Fahri Bey ve eşi, sonra bordo ceketli adam ve gri elbiseli kadın geldi sahnenin ortasına. Ardından birkaç çift daha eklendi. Gerçekten bir akımın öncüsü olmuştuk. Bu onun ilk defa başına gelmiyor olmalıydı.
Hafifçe sallanmaya devam ederken gözlerimin içine baktı ve ardından sese eşlik etti. "Le fils de l'Aurore derrière les nuits sombres."
Karanlık gecelerden sonra şafağın oğluyum.
Fransızca bildiğimi bilmesi imkansızdı ama bana anlamamı umarak bakıyordu.
"Étoile du matin."
Ben Seher Yıldızı'yım.
Anlamaz bakışlar yerleştirdim yüzüme. Söylediklerini çevirebiliyordum ve hatta şarkıya eşlik de edebilirdim ama onun bunu mimiklerimden kesinlikle anlamaması gerekiyordu.
Gülümsedi ve "Hayır, değilim," dedi aynı dilde. "Ben Deneb'im."
Şarkının melodisine uygun söylemişti. Eğer bilmeseydim sözlerin devamı sanacaktım ama değiştirmişti işte. Yaşanan şeyleri, bunu neden yaptığını kafamda bir yere oturtamıyordum. Beni mi deniyordu?
"Kaç dil biliyorsun?" diye sordum yüzümü yüzüne yakın tutarak.
Beni belime hafif bir kuvvet uygulayarak sağa doğru yönlendirdi, adımlarımı onunkilere uydurmak zor değildi. Oldukça zarif dans ettiğini de itiraf etmem gerekiyordu. "Birden fazla," dedi alayla. "Sen?"
"Birden fazla," diye karşılık verdim. İngilizce gelmeliydi aklına. Yurt dışında zaman geçirdiğimi biliyordu.
"Seni burada gördüğüme sevindim," diye fısıldadı fakat belimdeki parmakları bunun aksini söyledi. Sadece küçücük bir an için temasının şiddeti değişmişti. Dokunuşlara bu kadar hassas olmasam dikkatimi çekmezdi bile. "Tatsız bir olay yaşanmıştı bildiğin üzere."
İnce bir tehdit tınısı.
"Sana ikinci bir şans vermek istedim," dedim çenemi hafifçe kaldırarak. "Umarım bunu da yok etmezsin ve bu defa yanındakilere arkanı dönüp kaçarak uzaklaşmazsın."
Kaşlarını hafifçe çattığında "Kaçmadım," dedi sert bir sesle. Bakışlarındaki ani öfke onun problemli biri olduğunun kanıtıydı. Beyefendi tavırlarını çatlatmıştım tek bir ima yaparak. "Öyle olması gerektiği için öyle oldu."
"Öyle dediğin şey polis baskını, Hermes."
Ve Hermes, sen kiminle dans ettiğini bilmiyorsun.
"İnsanlar sana güvenmeyi bıraktılar," dedim ellerim omuzlarındayken. "İtibarın zedelendi. Her şeye rağmen buraya geldim çünkü ben, kendini kurtaramayan diğer oyunculara benzemem ve sen, bunu kullanabilirsin."
"İnsanların bana güvenip güvenmemesini umursamıyorum," dedi. "İtibar mı? Çok abartılıyor. Herkes gücü elinde tutmanın iyi bir şey olduğunu sanıyor. İnan bana, yanılıyorlar Mila."
"Gücü seviyorsun," dedim bu hoşuma gider gibi gülümseyerek. Onunla flört etme fikri midemi bulandırdı. "Söylediklerin, inandıkların değilken cümlelerin bir önemi yoktur Hermes."
"Etkileyici bir kadınsın." Belimi daha sıkı kavrarken bedenimi ona doğru iyice çekmişti. Kontrolün onda olduğunu anlatmaya çalışır gibiydi ve buna ayak uydurmak zorunda oluşum beni çaresiz bırakıyordu. "Fakat böyle devam edersen başına bir şeyler gelebilir."
Bacağına tekme savurduğumu, kolunu tutup büktüğümü hayal ettim hızlıca. Hayalarına bir tekme geçirip ona önümde diz çöktürdüğümü, ardından sol kroşemi de suratına geçirdiğimi düşündüm.
"Güzel ve zeki kadınlar," diye devam etti sözlerine ben tek bir tepki bile vermemişken. "Ne istediğini bilen, kendinden emin kadınlar..." Derin bir nefes aldı. "En güçlü olanlar, cin fikirliler, lider ruhlu kadınlar..." Belimdeki elini sırtıma doğru kaydırdı. "Mücadeleci, savaşçı, hükmedici o kadınlar... Tümü tarihe geçti Mila. Korkusuzca savaşırken kan kaybederek, canavarların karşısında dimdik dururken yara alarak ve yıldızlara kafa tutarken yanarak."
Ellerimi ensesine sardım dansı bölmeden. Donup kalacağımı, ondan uzaklaşmaya kalkacağımı mı düşünüyordu bu mesafeden beni tehdit ederken? Korkmamı mı bekliyordu? Ona daha fazla yaklaştım. Geri adım atmayacağımı bilmesi gerekiyordu fakat ellerini omuzlarıma çıkaracak olması hesapta yoktu.
Müzik sustu, zaman durdu, hayat dondu. Parmakları omzumun üzerindeki dövmede hafifçe hareket ettiğinde nefes almayı bıraktım çünkü göğsümün içi yanmaya başladı. Yüz ifadem değişmesin diye kendimi sıkarken gözlerimi Görkem'e çevirdim nedeni hakkında bir fikrim olmamasına rağmen. Onu bıraktığım yerde değildi. Ayaklanmıştı. Bize doğru yürüyordu. Gözleri gözlerime değince adımlarını hızlandırdı.
Birkaç büyük adımın ardından Hermes'in sırtına dokunup "İzninle," dedi Görkem ve kibar görünme çabası olmadan onun parmaklarını omzumdan sökercesine ayırdı.
Hermes bu hamleyi beklemediğinden şaşkın bakışlarla ona dönerken Görkem onun geri çekilmesini fırsat bilerek bedenimi kendisine doğru çevirdi ve elini belime yasladı. "Artık partnerimi almak istiyorum," dedi son kez yanımızdaki adama dönüp.
"Tabii," dedi Hermes beyefendiliğinden ödün vermeden. Ardından bana baktı. "Bu gidişle sen de tarihe geçeceksin, Mila." Apaçık beni öldürme fikrini dile getirmişti ilk kez. Korkmamış olmamdan etkilendiğini bile söyleyebilirdim. Bana arkasını döndü ve az önce oturduğu yere doğru ilerlemeye başladı.
Hiçbir şey düşünecek durumda değildim çünkü 7 Şubat, bir sandıkta kilitleyip sakladığım takvim yaprakları arasından çıkmak için çaba veriyordu.
Görkem kaskatı oluşumu hissetmişti. Parmakları belimi okşadı beni kendime getirmek adına. Boştaki elimi avucunun içine alıp kaldırdı ve göze batmamamız adına dansa kaldığım yerden devam etmemi sağladı.
Beni bir kukla gibi yönlendiriyordu. Acilen şu durumu üzerimden atlatamazsam sonunu kestiremediğim bir çukura düşerdim bu yüzden kendimi tüm gücümü kullanıp gülümsemeye zorladım. "Sinirli görünüyorsun," diyerek ona takıldım. Rol yapmak çok zordu. "Hermes'in bana dokunmasından hoşlanmadın mı?"
"Sikerler," dedi. Elim omzundaydı ve gerginliğini hissedebiliyordum.
Belimdeki eliyle beni kendine doğru çektiğinde bedenim tam anlamıyla onunkine yapışmış oldu. "Sana temasına müdahale edemem," dedi bundan nefret eder gibi. "Sana dokunmasına, seni dansa kaldırmasına bir şey diyemem." Yüzünü yüzüme yaklaştırdı. "Ama bana solumu koru dedin. Omzuna dokunamaz. Buna izin vermem."
"Verme," diye fısıldadım.
"Vermem," diye tekrarladı kesin bir dille. "Sınırlarımı biliyorum. Neye karışıp neye karışamayacağımın farkındayım. Bana solunda olmamı söyledin..." Yarım bir adım attı omzuma doğru eğerek başını. "Sol tarafındayım. Dikiş izini bana emanet ettin ve biri ona dokunacak olursa yakarım o sınırları. Umurumda olmaz hiçbir şey."
Ellerimi ensesine sararken başımı omzuna yaslayıp gözlerimi kapattım. Amacım yüzümü herkesten gizlemekti, bu yüzden başımı boynuna yaklaştırdım. "Nefes alamıyorum." Sesim kesik kesik çıktı. Galiba ellerim titriyordu. "Parmakları oradaydı. İzin vermedim. Ben ona izin vermedim. O dikişe dokundu. O gün..."
Nefesim bir kez daha kesilince Görkem belimdeki elini enseme çıkardı. Parmakları küçük dokunuşlarla sızdı saçlarımın arasına.
"Gidelim," dedi çenesini başımın üzerine yaslayıp. "Senden önemli değil." Sesi çok netti. "Hiçbir şey senden önemli değil. Başka bir yolunu buluruz. Buradan gidelim."
Görkem belki de hayatında ilk defa görevi yarıda bırakmayı bile göze almıştı.
Benim için her şeyi bir kenara atabileceğini söylüyordu.
"Bunu yapmayacağız. Seçenek bile olamaz, çıkar aklından. Sadece birkaç dakikaya ihtiyacım var. Toparlayacağım kendimi. Bir lavabo görmüştüm arka tarafta. Yokluğumu idare edebilir misin?"
"Seninle geliyorum." Parmaklarını parmaklarımın arasına geçirdi. Elimi sımsıkı tutuşu sanki bir tedavi yöntemiydi. Bana destek olmaya çalışıyordu aklına gelen her şekilde. "Yalnız bırakmayacağım," dedi ben teslim olmuş bir halde omzumu omzuna yaslarken. Desteğini kabul etmiştim çünkü iyi değildim, iyi hissetmiyordum. Yalan söyleyemeyecek kadar kötüydüm ve biraz zamana ihtiyacım vardı.
"Çok yalnız kalmış bir kadını hiç yalnız bırakmayacağım."
Cümlesi, sandığı kilitleyiverdi tek başına. Bir an için donup kaldım. Gözlerimi gözlerine çevirdim. Görmek istediğim elalar değil, mavilerdi.
Beynime biraz olsun oksijen gittiğinde ortadan öylece kayboluşumuzun dikkat çekeceğini hatırladım ve Görkem'i tuttuğum elinden sanki acelemiz varmış gibi çekelemeye başladım. İnsanlar dans ettiğimizi görmüştü, ilişkimizin cinsel birliktelikten ibaret olduğunu sanıyorlardı ve Mila'nın Kuzey'i bir dansın ardından böyle koşarcasına götürmesini de tek bir şeye yoracaklardı bu yüzden.
Başımı kaldırdığım an köşedeki kameranın kırmızı küçük ışığı çarptı gözüme. Kameraya sırtımı dönüp Görkem'e, "Beni şu tarafa çek," dedim arkadaki boşluğu işaret ederek.
"Ne var orada?" diye sordu elimi bırakmadan.
"Kadınlar tuvaleti."
Başını salladı ve ardından dediğimi yaptı. Kapıyı hızlıca ittirip içeriye attım kendimi, bir adım kadar gerimdeydi.
Korumak için çaba verdiğim maskem düştü. Omzuma dokunduğu anı tekrar hatırladım ve sonra daha önceki anılarım zorladı sınırlarımı. Ellerim lavabonun mermerini kavradı. Tüm gücümle sıkarken karşımdaki aynayı görüp sımsıkı kapattım gözlerimi. "Şimdi geçecek," dedim Görkem'in endişelenmesini istemediğimden. Aklı bende kalmamalıydı. "Toparlayacağım. Geçecek şimdi."
Ellerimi hareket ettiremiyordum. Mermeri sımsıkı kavramaktan kasılmışlardı. O gün de ettirememiştim. Nefes çekemedim içime. Bir dövme yetmiyordu işte izleri kapatmaya. Oradaydı. Aynı eller tarafından açılıp dikilen bir yarayı taşıyordum ve onu görmek, her şeyi yeniden yaşamama sebep oluyordu.
Bugünü batırmamalıydım. Geçmişimi yaşanılan andan uzak tutmam gerekirdi özellikle ucunda ölüm olan bir görevdeyken. Sakin kalmalıydım. Odaklanmalıydım. Odaklanacaktım. Nefes alabilirsem bunu yapacaktım.
"Seninle gurur duyuyorum," dedi Görkem kendimi kaybetmek üzere olduğum bir anda. "Direnişine hayranım. Kendi içinde tek başına verdiğin o mücadeleyi çok takdir ediyorum."
Bana doğru bir adım yaklaştığında ne zaman sıktığımı bilmediğim dişlerimi serbest bıraktım. "Çok güçlüsün," diye devam etti. "Ben bunu biliyorum, görüyorum, hissediyorum. Ama ne o mücadeleye tek başına devam etmek zorundasın ne de bu görevi sürdürmek. Ya izin ver yanında olayım ya da basıp gidelim buradan. Sen iyi olacaksan arkama bakmam Yağmur."
"Ağlamayacağım," dedim parmaklarımı mermerin içine geçebilirmiş gibi bastırmayı kesmeden. Gözlerim hâlâ kapalıydı aynaya bakmamak için. Elimin üzerinde hissettim elini. Parmak uçlarım beyazlamaya başlamıştı. Beni kendime getirmeye çalışıyordu. "Ağlamayacağım."
"Ağlaman hiçbir şeyi değiştirmez," dedi. "Seni gözümde güçsüz biri yapmaz, bu hayattaki dik duruşuna da zeval getirmez. Eğer seni rahatlatacaksa ben gözyaşını görmeye dayanırım."
Bu onun için bir eziyetmiş gibi söylemişti.
"Hayır," dedim sert bir sesle. Nefes alabilmeye başlamıştım ve bu odaklanışımı beraberinde getirdi. Başka şey düşünmezsem kurtulamayacaktım. "Hermes... Çalan şarkıya eşlik etti ve bir cümlesindeki bakış, diğerlerinden çok daha farklıydı. Bana, onu anlamamı ister gibi baktığını sandım ama genel bir arayıştı bu. Engel olamadı o an gözlerine yerleşen ifadeye."
"Hangi cümle?" diye sordu bozuntuya vermeden. Konuyu aniden değiştirip kendimi geri plana atmamdan hoşlanmamıştı ama kararıma saygı duydu.
"Hayal meyal hatırlıyorum, uyuşturucu kullandığım gün bana asansördeyken zirve olmadığını söylediği bir an vardı." Dans esnasında eşlik ettiği şarkı sözünü tamamen hatırlamaya çalışırken gözlerimi kapattım. "Le fils de l'Aurore derrière les nuits sombres."
Fransızca konuşmam Görkem'i bir an için afallattı. Çevirisini yapmamı beklerken kaşları çatıktı ve bir adım kadar önümde duruyordu bedeni.
"Karanlık gecelerden sonra şafağın oğluyum." Duraksadım. "Kurtulmak isteyip kurtulamadığı birinin olduğunu söylemişti. O anki acısını hatırlıyorum. O gece madde kullandığım için hafızam biraz silik ama hisler kolay silinmez. Acı doluydu o adam o kabinin içinde bana bakarken. Babası, Görkem. Piramidin en tepesi, Hermes'in babası olmalı."
Bu ihtimali değerlendirdiğini hafifçe kırışan alnından anladım ama susmadan devam ettim. "Ona bakınca gördüğün şey bir lider mi? Değil Görkem. Bir baş kaldırı, bir isyan. Hermes'in tanımı sanki bu. Hayır diyemeyeceği birinin boyunduruğu altında çalışan, babasının gölgesine sıkışan bir mahkum."
"Çok mantıklı," dedi gözleri parlarken.
"Hasan ve Cengiz, birçok işin içinde olmasına rağmen o piramidin dördüncü basamağı olduklarını öğrenmiştik. Hermes iki. Piyasanın fazla içinde değil ama neden bu kadar zirveye yakın? Çünkü zirveyle kan bağı var. Çünkü şafağın oğlu."
"Beni ikna ettin," dedi başını önüne eğerken. "Sadece akıl yürüttün, dayanaksız tahminlerde bulundun, elinde bir kanıt yok ama ben şu an sana iknayım."
Küçük bir gülümseme yerleşti dudaklarına. "Buradan çıktığımızda," dedi normalden bile daha hızlı konuşmaya başlayarak. Beynindeki çarklar hızla dönmeye başladığında dili ona yetişemiyordu sanki. "Ben Hermes'le kumar masasına oturacağım. Ros söylediklerimi yapmıştır. Sen, doğrudan yedinci kata gideceksin. Güvenlik odası, Ros'un odası ve en son Hermes'in odası. Her şeyi sen yapacaksın, özür dilerim ama böyle olmalı. Ben Hermes'in telefonunu eline almasını engelleyeceğim. Onu oyalayacağım ve o ne olursa olsun senden uzak kalmasını sağlayacağım."
"Neden?"
"Çünkü seni tehdit etti." Konuşmamızı duyması imkan dahilinde değildi ama anlamıştı. "Şu an benim en önemli görevim onu senden uzak tutmak."
"Bana bir şey olmayacak," dedim emin bir şekilde. "Ayrıca neden onun bana bir şey yapacağını düşünüyorsun? Sonuçta bunu bir başkasına da yaptırabilir. Güç burada onun elinde."
"Seni ve beni bir başkasının eline bırakmaz. Oyununun ne anlamı kalır ki oyuncusu o değilken?"
"Ya sana bir şey yaparsa?" diye sordum sesimdeki korkuyu gizleyemeden. "Yedinci kata iner, söylediklerimi yaparım. Ya sonra? Sen neresindesin bu planın?"
"Bak, bütün işi sana yüklüyorum. Beni düşünme şu durumda sen. Ben hallederim."
"Kendini feda ediyorsun." Ona öfkeyle baktım. "Ne için? Neden böyle bakıyorsun bana şu an?" Sesimi yükselttim. "Ne var aklında senin? Beni uzaklaştırıp ne yapacaksın Görkem?"
"Anlayabilirler," dedi konuşmazsa yakasından düşmeyeceğimi bildiğinden. "Senin yokluğunu fark edeceklerdir. Bir şeylerden şüphelenebilirler. Birinin geride kalıp dikkat dağıtması gerek."
"Geri gelirim," dedim. "Öleceğimi bilsem de geri gelirim. Bana sakın buradan uzaklaşmamı söyleme. Bana hallederim deme Görkem, ben sensiz halledemem."
"Nefes al." Bu hatırlatmaya arada bir ihtiyaç duyuyordum.
"Sen olmadan bu binadan çıkmam." Onu duymamış gibiydim. Bir delilik yapmayacağına dair onay vermezse çizdiği plana uymayacaktım. "Duydun mu beni?"
"Tamam." Aklında bu yoktu ama artık buna mecburdu. Beni önden gönderme fikirleri suya düşmüştü çünkü ne kadar ciddi olduğumu görmüştü. "Tamam," dedi tekrar. Kabullendiğini belli eden bir nefes bıraktı. "Güvenlik kameralarının önünde bir ya da iki kişi olacaktır. Silahlı olacaklarını düşünüyorum. Seni bu konuda tembihlemeyeceğim, biliyorum içlerinden geçersin oradakilerin. Kayıtları durdurabiliyorsan durdur, olmazsa boş ver. Oyalanma. Buradan çıkacak kadar zamanımız olsa yeter."
Başımı salladım hızlı hızlı. Gözlerimin içine baktı. "O bilgisayar," dedi. "Eğer onun içindekilere erişemezsek bütün yaptıklarımız boşa gider 13. Elimizde sıfır şeyle, kendimizi tamamen ifşa etmiş halde döneriz eve. Göreve devam etme inadının hakkını o bilgisayar verecektir bize."
"Anladım," dedim. "Ne olursa olsun içindekilere ulaşmamız gerektiğini söylüyorsun."
"Sana bir şey olursa buradan çıkmaya çabalamayacağım," dediğinde yaptığı misilleme yüzünden donup kaldım birkaç saniyeliğine. "Kendi canını değil, sadece benimkini önemsiyorsun. Sana bir şey olursa vazgeçerim ben. Haberin olsun. Bunu bilerek git şimdi yedinci kata."
Tam bir şey söylemek için ağzımı açacağım sırada biri kapıyı ittirmeye çalıştı. Kapı kolu oynadı ama kilitli olduğundan açılmadı kapı. "Ay," dediğinde tek bir kelimesi sesi tanımama yetti. Selma'ya aitti. "İçeride biri varmış."
"İyi, sonra geliriz," dedi başka bir kadın. Bu sesi tanıyamadım.
"Yok, bekleyeceğim ben. Sıkıştım biraz. Çıkar zaten içerideki de iki dakikaya."
Bu tarafa geldiğimizi görmemiş olabilirdi, belki de safa yatıyordu. Tek bildiğim bir anda Görkem'in yüzüne yerleşen endişeydi. "Benim burada ne işim var?" diye fısıldadı bana neredeyse korku dolu bir tonlamayla. "Kapıda bekleyecekmiş. Nereye saklanacağım anasını ya... İki kabin var, iki kadın. Nasıl açıklayacağım? Kuzey Demirkan imajı çizmeye çalışıyorum ne zamandır, nasıl çıkacağım ben kadınlar tuvaletinden? Mahvolacak her şey."
Bu telaşı beni şaşırtırken karşımdaki Görkem mi diye bir kez daha ona baktım. Gereksiz bir panik içindeydi ve ben sebebini anlayamamıştım.
"Acaba sen mi çıkıp onları oyalasan?" diye sordu. "Ama kapıda da kamera vardır. Hem, beni buraya girerken de gördüler. Hay amına koyayım ya, buna bir kulp bulmam lazım benim. Beynim durdu. O adam öyle sana dokununca falan... Düşünmedim sonrasını." Nefes almak için sustu, sonra yeni dank etti kafasına. "Oha, kadınlar tuvaletinde mahsur kaldım ben şu an."
Silahlı çatışmanın ortasında kalmayı burada kalmaya tercih eder gibi görünüyordu.
Kapı bir kez daha tıklatıldığında Görkem'in eli ayağına karıştı iyice. Bana bir çare dilenir gibi baktı. "Çıkar bizi buradan. Bir yolunu bulabilir misin? Bul lütfen."
"N'oluyor sana?" dedim çantamın içini açarken. "Bir sakin olsana."
"Üstüme üstüme geliyor gibi oldu her şey." Kapı bir kez daha tıklatılınca Görkem bir küfür etti, ardından kapıya dönüp "Gitsin başka yerde görsün kişisel işlerini ya," dedi. "Bir de vurup duruyor kapıya. Kimsenin kimseyi özel ihtiyaçlarını giderirken rahatsız etme hakkı yoktur bir kere." Elimde olmadan gülmeye başladım. "Çok gerildim." Biliyordum. "Bak, yine vuruyor. Defolmayacak mı bu kadın?"
Çantamın içinden çıkardığım kırmızı rujumla makyajımı tazelemeye başladım aynanın karşısında. Bu sefer oraya bakmak hiçbir şey ifade etmedi bana çünkü Görkem'in ilk kez tanık olduğum şu hali tek odağı kendi üzerine toplamıştı. "Ne yapıyorsun?" dedi bana şok içinde. "Çıkmamız lazım dışarı. Ne makyajı?"
Bir fikrim vardı. Bu çok da geniş olmayan alandan kendini bir an önce dışarı atma isteği bende bir soru işareti uyandırmıştı. Uzaklaşmak istediği burası değil de bendim sanki. Bir şeyden etkilenmişti. Belki söylediklerimden, belki sürekli arkamda durduğundan çıplak sırtımdan, belki elbisemden... Neyden bilmiyordum ama bir şeyden etkilenmişti ve söz geçiremiyordu hislerine. Bu dışa bambaşka şekilde yansıyordu.
Rujumu ağır ağır sürmeye devam ettiğimde stresten delirecek gibi oldu. Bana bir faciaya bakar gibi iri iri gözlerle bakıyordu. Bu kadar rahat olmam onu şoka uğratmıştı.
"Şimdi," dedim dudaklarım kırmızının en sevdiğim tonlarından birine boyanmışken. Ona doğru bir adım attığımda kaçar gibi geriledi. Sonra bir adım daha attım, yüz ifadesi gerildi ve gözlerini kıstı. Daha fazla gerileyecek yeri kalmayınca sırtını kapıya yasladı ve ben de bir adım önünde durdum onun.
"Bizi buradan çıkarmak için bir fikrim var." Elimdeki ruju Görkem'in gömleğinin cebine sıkıştırdım bu kadar yaklaşmışken. Bana tuhaf bakışlar attı. "Yüzüne birkaç iz gerekiyor."
"Bana yumruk mu atacaksın?"
"Seni öpeceğim," dediğimde gözlerini kocaman açtı. Sesimi alçak tutuyordum çünkü karşı tarafa geçme ihtimali vardı. Gülümsedim. "Yüzünü, Görkem. Sadece birkaç ruj izi bizi buradan kurtarmaya yeter, aklıma ilk bu geldi."
"Böylece buraya girmem için bir sebep olacak," dedi. "Dışarıya elimizi kolumuzu sallayarak çıkabileceğiz ve benim de hiçbir şeyi açıklamama gerek kalmayacak."
Bunun çoktan aklına gelmiş olması gerekirdi ama beynine giden yollar tıkalıydı dans ettiğimiz andan beri.
"O zaman," dedim ve durdum. İlk kez ne yapacağımı sorguladım. Onun bu haliyle dalga geçmek güzeldi ama iş benim icraatime gelince bir anlığına duraksamıştım. Öpmem gerekiyordu. Onu öpme fikrinin de beni heyecanlandırmaması gerekiyordu aynı zamanda. Bu sadece bir kaçış planıydı, başka bir şey değildi.
"Ne yapacaksan yap da çıkalım," dedi geçiştirircesine. Bunu beni rahatlatmak için yaptığı belliydi.
Ona doğru bir adım daha atınca aramızdaki mesafe büyük ölçüde azaldı. Başımı kaldırdığımda gözlerine bakmak en büyük hatamdı. Doğrudan yanağına yaklaştırdım dudaklarımı. İçimde yükselip duran heyecan dozunu arttırdı ve dudaklarımı hafifçe yanağına bastırıp geri çektim hemen. Temasım öyle küçüktü ki iz kalmamıştı yanağında. Yüzümü buruşturdum.
Bir kez daha aynı noktaya dudaklarımı bastırırken bu sefer hemen geri çekilmemiş, iz iyice çıksın diye bir süre beklemiştim. Tekrar geri çekildiğimde bu sefer iz vardı. Zafer kazanmış gibi gülümsedim. Görkem gülmedi. Görkem'in gözleri kapalıydı.
Nefesim ağırlaştı onu böyle görünce. Stresten dudaklarımı ıslattım. Ardından elimi çenesine yerleştirdim ve başını diğer tarafa doğru çevirmesini sağladım. Bu defa elmacık kemiğinin üzerini öptüm.
Tüm bunlar saniyeler içinde oluyordu ve kapının önünden dedikodu sesleri geliyordu. Hâlâ oradalardı. Biz ise... Biz de hâlâ buradaydık.
Bir de ben nefes alamıyordum ama bu çok önemsiz bir detaydı.
Görkem gerildi, bunu hissetmemek olanaksızdı. Çenesinde duran elim yüzünden ne kadar kasıldığını anlayabiliyordum. Nefesini tutmuştu. Elleri öylece boşlukta sallanırken benim ellerim onun yakasına tutundu. Gözlerini daha sıkı yumup başını geriye doğru atarak kapıya yasladı ve sıradaki hamlemi beklemeye başladı.
Koltukta yanında otururken bacağımın üzerine yerleştirdiği avucu geldi aklıma. Bu elime geçen belki de intikam için bir fırsattı. Böyle düşününce ona acımamaya karar verdim.
Çenesini hızlıca ama baskımı arttırarak öptüm iki kez. Biraz utandım, biraz hoşuma gitti, biraz da abarttım. Öpücük izlerimin boynuna inmesine gerek yoktu mesela ama gözlerimin önüne serilen boynu bir an için bana çok cazip gelmişti ve kendimi durdurmak istememiştim.
Bu kadarının yeteceğini düşündüm. Daha fazlasına hakkım yoktu. Bu izler, kapıda duran iki kadını içeride ne yaptığımıza ikna etmek için yeterdi de artardı.
Bir adım kadar geriye çekildim bundan pek hoşnut olmasam da. "Bunlar benim ezberlediğim solukların değil," dedi Görkem. "Daha sık, daha kesik." Bir şeyi ima etmeye çalışıyordu ama bunu yaparken kullandığı ses tonu aklımı bulandırdı.
Elimi göğsünün üzerine yasladım. "Bu da normal bir kalp atışı değil sanki," dedim karşılık olarak. Kalbi çırpınıyor gibiydi. Bakışlarımı kaçırmadım üzerinden. "Daha sık, daha kontrolsüz."
Önce elime, ardından gözlerime baktı ve "Değil," dedi sert bir nefes vererek. Bileğimi yakaladı, elimi kalbinin üzerinden çekmemi sağladı ve bir anda yerlerimizi değiştirdi.
Dekolteden dolayı açık kalan sırtım kapının soğuk yüzeyine dayanınca içim ürperdi. Sonra Görkem aramızdaki mesafeyi yarıya indirip bugün ikinci kez alnını alnıma yasladı sertçe.
"Sekiz yap," diye fısıldadı. Gözlerini yine yummuştu. Bense nefesimi tutmuş durumdaydım. "Beni yedi kez öptün," dedi ve verdiği soluk doğrudan dudaklarıma vurdu. "Tek sayıda bırakma, sekiz yap."
Ortamdan soyutlanmış, dünyadan kopmuştum. Yüzü yüzüme öyle yakındı ki gerçekten nefes almayı unutmuştum. Alaya vurup bundan kurtulmak istedim. "Takıntıların umurumda değil," demek üzereyken cümlemi yarıda kesti.
"Lütfen." Acı çeker gibi çıktı sesi. Çenesini sıkıyordu. İki santim kadar geri çekilip gözlerime baktı. "Bir kere daha öp, 13."
Takıntılarını tetiklediğim için bunu söylediğini biliyordum ama yine de ensemden başlayan bir his parmak uçlarıma kadar sardı bedenimi. Gardımı düşürmek yerine çenemi kaldırmayı seçtim. "Çok istiyorsan sen yap."
Meydan okuyuşuma karşılık gözlerindeki ışık hiç görmediğim şekilde yanarken içimde alevlenen şeyden bahsetmek bile istemiyordum.
Bileğimden çözdüğü parmakları yüzümün hizasına geldi. Alt dudağımla çenem arasındaki çizgiye baş parmağını bastırdı ve dudağımın kenarına kadar küçük bir yol çizdi kendine. O kısmı okşar gibi parmağını sürterek hareket ettirdi birkaç kez. Taşan rujumu sildiği için parmağı kırmızıya boyanmıştı. Sertçe yutkundu. Hemen sonra yanağımı kavradı avucuyla.
Yüzü öpücük izlerimle doluyken yaptığı bu hareketin etkileyiciliği ile onun ne yaptığının farkında olmayan bakışları birleşince istemsizce gülümsedim.
Ve sonra, dudaklarım iki yana kıvrılınca ortaya çıkan çizgiye bastırdı dudaklarını.

Dudakları, dudaklarımın kıyısına dokunmuştu.
Görkem gülüşümü öpmüştü.
Onun biri, benim yedimden çok daha büyüktü. Matematik kurallarını yıkmıştı kendi elleriyle.
Gözlerim kocaman açılırken o, az önce yumduğu gözlerini yavaşça açtı. Eli yanağımın üzerinde duruyordu hâlâ.
"Görevdeyiz," demeye çalıştım bomboş bir çabayla. Nefes nefese kalmıştım. Sadece nerede olduğumuzu, ne için burada olduğumuzu hatırlatmak istemiştim çünkü gerçekten unutmuş gibiydik ikimiz de. "Durumu kurtarmaya çalışıyordum."
Hiçbir şey söylemeden yüzüme bakmaya devam ettiğinde o bakışlardan çıkarmak üzere olduğum anlamların ağırlığının altında ezildim. Geri çekilmiyordu. Neden geri çekilmiyordu? "Görkem..." Kelimeleri bir araya getirmek çok zordu. "Kapı..."
"Sikeyim kapıyı," dedi ve elini başımın yanından kapıya bastırırken kendini de tamamen bana yasladı. "Görevi de sikeyim."
Onu ilk defa her şeyiyle hissettim. İlk defa bedeninin bana verdiği tepkiyle yüzleşiyordum ve kesinlikle çok hoşuma gitmişti. Ne yaptığının farkında değilken içinden çıkan, onun da tanımadığı bu yönünü tam anlamıyla keşfetmek için resmen can atıyordum.
Sık solukları yüzümün her noktasındaydı. Aramızdaki mesafeyi kapatmamak için direniyordum. Bunu yapmayacaktım. Bunu yapan ben olmayacaktım. Gömleğinin düğmelerine uzanmak istedim. O iliklerden düğmeleri tek tek çıkarmak, ellerimi onun bana yaptığı gibi tenine yaslamak istedim. Kendimi dizginlemeye çalışmak çok zordu. Avuç içimi kapıya bastırıp yüzümü hafifçe sola çevirdim etki alanından uzaklaşabilmek için. Düşüncelerimi durdurabilmem gerekiyordu.
"Ayarlarımla oynuyorsun." Güçsüz, fısıltıyı andıran, mağlup ama yenilgiden memnun olan bir sesle söylemişti bunu. "Şimdi ben bundan sonrasına nasıl odaklanacağım?" Belimi sımsıkı saran kolu beni iyice kendine çekti. Bir kez daha ona yaslanmam yetmezmiş gibi diğer eli elbisemin iplerinin arasındaydı. Orada durmak istemediği belliydi parmaklarının. Hedefi daha aşağı inmekti, o da bununla savaşıyordu.
Aramızdaki bir nefeslik mesafeyi koruyarak çenemi tutup yeniden gözlerine bakmamı sağladı. "Bana cevap ver," dedi. "Giyiyorsun lacivert elbiseyi, sürüyorsun kırmızı ruju sonra benden mantıklı düşünmemi bekliyorsun. Hangi mantık, ne aklı? Bende bana dair bir şey bıraktın mı?"
Ona doğru kavislenmiş olan belim, attığı yarım bir adımın ardından yeniden kapıyla bütünleşti. Almaya çalıştığım her nefeste kokusu burnuma doluyordu. "Madem beni bir ateşe attın, çekip çıkarmak da senin görevin. Bana cevap ver 13, şimdi ben nasıl odaklanacağım?"
"Bir ruj bir elbise yüzünden mi burada bu haldeyiz?" Paragraflarının arasından cımbızla çektiğim bir cümlenin hesabını soruyordum. "Aklını durdurup seni şu duruma getiren bir makyaj malzemesi, bir kumaş parçası mı Görkem?"
Gözleri sözlerimin üzerine öfkeyle karardı. "Ne zırvalıyorsun?" diye soludu. Belimde duran elini bir karış aşağı doğru sürterek kaydırması karnıma yumruk yemişim gibi hissetmeme sebep oldu. "Hiç aklımdan geçmeyen şeyleri düşündürüyorsun, yapmam dediklerimi yaptırıyorsun. Olmaz, olmamalı ama sen oldurmaya çalışıyorsun. Direnemiyorum. Ben sana karşı koymayı bir türlü beceremiyorum."
"Emin olacaksın," dedim ellerimi yavaşça ensesine sararak. Azıcık mesafeye bile tahammülüm yoktu. "Antin kuntin hisler, hiç aklından geçmeyen şeyler..." Duraksayıp gözlerine baktım. "Bana bunlarla gelmeyeceksin. Ben zırvalamıyorum, sen geveliyorsun. Direndiğin şey ben değilim. Senin savaşın mantığınla."
Tırnaklarımı ensesine sürtmemle yüzünü yüzüme yaklaştırması bir oldu. "Sen zafersin," dedi dudakları dudaklarımın bir milim önündeyken. "Henüz kazanamadığım bir zafer."
Parmaklarım saçlarının arasına karışınca Görkem engel olamadığı bir dürtüyle kalçama yasladı avucunu. Dudaklarımı birbirine bastırmasaydım aralarından bir inleme kaçacaktı. Hangimizin kontrolü daha çok kaybettiği tartışmaya açık bir konuydu.
Beni bu noktada öpseydi ona karşı koymazdım.
Beni hangi noktada öperse öpsün karşı koyabileceğimi sanmıyordum.
Bunu yapmasını çok istiyordum. Kahretsin ki onu her şeyiyle çok istiyordum.
Elimi yeniden kalbinin üzerine koydum. Hissetmem gerekiyordu. O dile getirmediği için bazı şeyleri kafamda kurduğumu düşünüyordum kimi zaman ama göğüs kafesinin içinde can çekişen kalbi bana aksini anlatıyordu. Üstelik pantolonunun kumaşına rağmen hissettiğim sertlik de benim düşündüğümden fazlası olabileceğinin kanıtıydı. "Eğer kazanmak istiyorsan," dedim. "Bir dahaki sefere karşıma verdiğin savaşları bitirmiş olarak gel."
Arabada kurduğu cümleyi alıntılamıştım. Göğsündeki elimle onu hafifçe ittirdiğimde itirazsız bir şekilde geriye doğru adımladı. "Şimdi," dedim gülümseyerek. "İçeriye dönelim."
"Bekle," diye fısıldadı derinden gelen sesiyle.
Neden beklemem gerektiğini az önce kendini bana yasladığı sırada anlamıştım gayet. Ben daha geniş gülümseyince benden kaçmak isteyerek yüzünü aynaya çevirdi ama yanaklarından boynuna akan öpücük izlerimle karşılaşmak onu iyice köşeye sıkıştırdı.
"Neden gitmiyoruz?" Yüzümdeki şeytani sırıtma yerli yerinde dururken saf ayaklarına yatıyordum.
"Bir dur be güzelim," dediğinde yeniden karnım kasıldı. "Zaten ortalık karışık."
Bunun izlediği filmlerden öğrendiği bir hitap olduğunu sanmıyordum. Anlık olarak, düşünmeden ağzından çıkan bir kelimeydi ve bendeki etkisini tahmin edemezdi.
Bana sırtını dönüp elini duvara yaslayarak soluklarını düzene döndürmeye çalıştı. Çok keyifliydim, çok memnundum onun bu halinden. O ise ciddi anlamda sudan çıkmış balığa benziyordu. Bu derece yakınlık kurduğu ilk kişi olduğum her halinden belliydi. Kendisine inanamıyor gibiydi.
"Hadi ya," diye nazlandım. "Kapıda insanlar var."
"Bak ya," diye karşılık verdi. Sırtıyla bakışıyordum hâlâ. Gömleğinin kumaşı gerilmişti. "Beni bu hale getirip bu kadar eğlenemezsin." Sitem eder gibi birkaç kez cık'ladı. "Hayret bir şey."
"Sen bak bakayım bana," dedim sesimden sırıttığım anlaşılırken. "Bakamıyor musun? Ay çok tatlı geliyorsun gözüme şu an."
"Başını boynuma gömdüğünde de tatlı mıydım?" Ses tonu beni çok güldürüyordu. "Öpüp duruyor bir de. Ben var ya hiç böyle biri değildim yemin ederim. Çok tehlikeli bir kadınsın sen. Çok fenasın. Neler geçirttin aklımdan üç saniyede? Tövbe tövbe gerçekten."
"İlk defa gerçekten çok açık konuşuyorsun," dedim içten içe buna şaşırarak. "Açık Görkem'e bayıldım."
"Duracak mısın?" Hâlâ yüzüme bakmıyordu. "Dur da bir kendime geleyim çünkü. İnsanım ben de."
"Sanki ne yaptım." Ona takılmak o kadar eğlenceliydi ki... "Sen daha hiçbir şey görmedin ki."
"Utandım lan." Yüz ifademi aynadan görüyor olmalıydı. Hâlâ sırıtıyordum birkaç adım gerisinde. Az şeytan değildim gerçekten. "Yani, sana öyle... Birden hakim de olamadım kendime. Neyi açıklamaya çalışıyorsam şu durumda." Elini yüzüne bastırdığını yansımasından gördüm. "Hay ya..."
Avucunu geri çektiğinde yüzünde oluşan sıkıntılı ifadeyi fark edince "Sorun yok," dedim tebessüm ederek. İleri gidip gitmediğini anlayamadığı için bana bakamıyordu hâlâ. "Oradan bakınca rahatsız olmuş gibi mi görünüyorum?"
"Ne bileyim." Nihayet yüzünü bana döndü. "Sınırımı bilmem gerekiyordu."
"Sınırına başlatma şimdi." Çenemle kapıyı işaret ettim. "Hâlâ bekliyorlar mıdır sence?"
"Bilmiyorum ama çıkalım."
"Emin misin?" Tehlikeli biri olduğumu söylerken hiç de haksız olmadığını daha iyi anlayamazdı. Dehşet içinde gözlerime baktı ve bana bir şey söyleme fırsatı bırakmadan kapı koluna uzandı. İlk denemede açamayışıyla birlikte mümkünmüş gibi daha çok keyiflendim.
Onu etkilediğimi bilmek güzel hissettirmişti.
O önden çıkınca ben de omzumdaki askıyı yukarı doğru çekeleyerek dışarı attım adımımı. Üstümü başımı toparlamaya çalışıyor imajı vermek istemiştim. Görkem'in dağılan saçları ve yüzünde hâlâ öylece duran izler de çizdiğimiz resmin diğer detaylarıydı.
Selma derin bir dedikodunun içinde gibi görünüyordu. Yanındaki kadın da gri elbise giyendi. Kapının açılmasıyla beraber irkilip aynı anda başlarını çevirdiler. Ben de sırıttım Selma'nın gözlerinin içine bakarak.
"Milacığım," dedi Selma sahte bir samimiyetle. Olaya anlam verince gülümsedi. "Kusura bakma canım."
Göz ucuyla Görkem'e baktığında yeniden bana dönmesi gerekirdi ama dönmedi. Baştan ayağa süzdü yanımda dikilen, hâlâ tam olarak kendine gelememiş adamı. Kaşları düz bir çizgi halini alırken bir an için aklından ne geçirdiğini gördüğümü düşündüm. Onun yüzündeki izlere bakarken o izleri bırakan kişi olmak istediğini kafamda kurdum sadece birkaç saniye.
Sinirlenmedim. Kıskanmadım da. Sadece Selma'nın gözlerini oymak istedim. Normalde de bunu istiyordum zaten.
"Ben akıl edemedim," diye devam etti ama ona olan öfkemden neyden bahsettiğini anlayamadım. "Dakikalardır burada bekliyorum. Bilsem çoktan giderdim. Rahatsız ettik sizi de." Bunları söyleyip üstüne bir de kıkırdayınca iyice midem bulandı.
"Rahatsız olmadık?" dedim sorar gibi. "Sen bir şey duydun mu aşkım?" Cevap bekleyerek Görkem'e döndüğümde dudaklarını çekiştiren gülümseme öyle etkileyiciydi ki inat edip yapmadığım o sekizi şimdi, burada yapmak istedim. "Ben duymadım," dedim en son. Gözlerim hâlâ onunkilere saplıydı.
"Ben de duymadım bebeğim," dedi eli belimi bulurken. Beni kendine doğru çekti. "Aklımı başımdan almışsan demek..."
Nefes, Yağmur. Unutma nefes almayı.
Gülümsemeye çalıştım. Başımla içerisini işaret ettim ve "Artık boş," dedim kadınlara bakarak. "Orada dikilmenize gerek kalmadı." Yani dedim ki, hadi artık gidin.
Selma minik bir baş selamı verip içeri geçerken diğer kadın da mimikleri alınmış gibi bir ifadeyle peşine takıldı onun. Yüzünde bir estetik işlemi olduğuna emindim. Fazlasıyla gergin duruyordu özellikle göz çevresi.
Kapı kapandığında çantamı karıştırıp içinden ıslak mendil paketini çektim ve Görkem'in çenesini kavramak üzere ona doğru uzandım. Reflesklerinin ne denli hızlı olduğunu unutmuştum. Bileğimi yakalayıp beni durdurdu. Parmaklarımın arasından ıslak mendili çekip aldı ve "Bana daha fazla dokunma," dedi ciddi bir şekilde.
Bir adım kadar geriye çekildiğimde yeniden sırıtmaya başladım. "Tersini söyleyeceğin günler de gelir elbet." Yanağını silmeye çalışıyorken yuvalarından çıkacakmışçasına açıldı gözleri. Mavilerini görememek benim tek üzüntümdü, lensleri buna engel alıyordu ama tepkileri beni benden alıyordu. "Gelir, gelir de acaba o zaman ben ister miyim işte... Birilerinin oturup etraflıca düşünmesi lazım bazı şeyleri geç olmadan."
"Şu an istiyor musun?"
"Neyi?"
Anlıyordum. Onun söylediklerini ve söylemediklerini, hislerini ve daha önce hiç hissetmediklerini, kafa karışıklığını, şaşkınlığını, ne yapacağını bilemeyişini, buna rağmen istemsizce bana verdiği tepkileri, sorularını sorarken kullandığı ses tonunu, kendiyle yüzleşmek üzere olduğunu...
Ben her şeyi anlıyordum.
Onu köşeye sıkıştırmak hoşuma gidiyordu sadece. Bu yüzden de saf ayağına seve seve yatardım.
"Az önce kurduğum cümlenin tersini sana kurmamı," dedi. Gözleri üzerimdeyken eli de çenesindeki izlerimi siliyordu teninden.
"Kurman için istemem mi gerekiyor?" Kafasını çorbaya çevirmek miydi amacım bilmiyordum. O kadar etki alanımdaydı ki bu halini kayda alıp yıllarca izleyebilmek isterdim. "Benim değil, senin isteklerinden bahsediyoruz ve sen, sana dokunmamı istemediğini söyledin az önce. Sanırım konu kapandı."
"Öyle bir şey söylemedim." Kaşlarımı kaldırarak hafızasını yoklamasını bekledim. "Yapmamanı söyledim," diye devam etti kendinden emin şekilde. "Yapmanı istemediğim anlamı çıkmaz buradan."
"Ama istediğin anlamı da çıkmaz."
"Yağm-" Kendini ani bir frenle durdurduğunda her şeyi bu kadar kenara bırakabilmiş olması beni büyüledi. Zaman, mekân, olay, görev... Uçuşup gitmişti. Ben kalmıştım bir tek onda. "Ya kızım," diye toparlamaya çalıştı hızlıca. "Bir adamın üzerine bu kadar gelinmez."
"Boynundakileri silmedin," dedim sözlerini umursamadan. Elimi kaldırıp parmağımı boynumun sol kısmına sürttüm. "Şurası," dedim ve önce gözleri bana değdi, ardından aynı noktayı bulup sildi boynundaki izlerden birini. Parmağımı çapraz bir çizgi şeklinde tenimde kaydırıp köprücük kemiğime yakın bir noktayı işaret ettim. "Sonuncusu da şurada."
Diğerlerini eliyle koymuş gibi bulmuştu aynaya bakmıyor olmasına rağmen. Dudaklarımın nereye değdiğini ezberlemiş gibi, tek seferde silmişti onları.
"Tamam," dedim renk değiştirmiş ıslak mendili teninden çektiğinde. "Silindi hepsi."
"Emin misin?"
Bir kez daha baktım yüzüne ve boynuna. Başımı sallayarak cevap verdim sonra.
"O kadar emin olma derim." Gözlerini kıstığında elindeki ıslak mendili buruşturup hâlâ açık olan çantamın içine attı. Bunu yapmak için bana bir adım yaklaşmıştı. "Çünkü izi kaldı."
"Görünürde yok."
"Görünmeyen çok."
Benimle bir görevin ortasında değil de başka bir yerde böyle konuşsaydı bahsettiğim duvarları yıkar, bahsettiği sınırları yakar, ne yapar eder ikimizi aynı bölgenin içine çekerdim.
Elimi yine tuttu, yine sıktı. Bu defa kendime dikkat etmemi söylüyordu. Bunu sözcükler olmadan hissettirdi bana. Bizi içeri doğru yönlendirdiğinde ona uyum sağladım. Ros'u bulmam gerekiyordu çünkü ondan kartları alıp yedinci kata inecektim.
Salona adımımızı atmadan önce "Dikkatli ol," diye fısıldadı sadece. Bunu söylemese içi rahat etmeyecek gibiydi. Tam yeniden harekete geçmek üzereydim ki elimi bir anlığına bırakması üzerine tamamen ona çevirdim yüzümü. Parmakları gömleğinin yakalarından içeriye sızdı ve boynundaki künyeyi çıkarttı.
Avucuna topladı zinciri hızlıca, ardından benim avucumun içine bıraktı. "Aklım daha az sende kalır," dedi. "Dursun mu yanında?"
Müjgan ablanın künyesini bana ikinci kez verişiydi. Mehmet abi ve Müjgan ablanın arasındaki hislerin bu gümüş zincire asılı olduğunu hissediyordum. Görkem boynunda yıllardır küllenmiş bir aşkı taşıyordu ve şimdi onu avucuma teslim etmişti.
Parmaklarımı soğuk metalin etrafına sımsıkı sararak bunu kabul ettim.
İçeride çalan İspanyolca şarkıya kulak verdiğimde ise bu ana denk gelişi beni gülümsetti. Eğer ölüler bizi gerçekten görebiliyorsa eminim ki Müjgan abla da gülümseyerek bize bakıyordu.
"Y entre todas esas cosas,
Déjame quererte."
Şarkıya eşlik etmemi beklemiyordu. Çalan melodinin farkında olduğundan bile emin değildim. "Ne anlama geliyor?" diye sordu merak ederek.
"Şimdilik boş ver," dedim künyesini çantamın içine atarken. "Ama bir gün anlarsan devamını getirmeni çok isterim."
•⚓•☸️•
"Ve tüm bu şeylerin arasında, seni sevmeme izin ver."
Carla Morrison, Disfruto.
"Kendini bana teslim et, seni yüzüstü bırakmayacağım." diye devam ediyor şarkı. Yağmur son kısımda bunu duymak istediğinden bahsediyor.
Öyle işte.
Asya yediden nefret eder. Görkem bunu bilmemesine rağmen yedi öpücüğü sekize tamamladı. Bazı kalpler bazı kalplere denktir ve bazı hisler dile getirilmese de paylaşılır o kalplerin arasında :')
Favori sahnenizi öğrenebilir miyim?
Yeni karakter gelmişken rutini bozmayalım. Hırsız, uğursuz, turuncu kafalı bir tip olan Barbaros Ceylan hakkındaki düşünceleriniz?
Gitmeden önce Analiz'in bölümlerini oylayıp oylamadığınızı kontrol edip bir kere de gülümser misiniz rica etsem? Bu artık bizim geleneğimiz :)
Teşekkürler ve iyi günler. 💙
🔵🤝🔵
Bu görkem çok güzel bir karakter ya uzun zamandır klasikleşmiş erkek karakterlerden sonra böyle bir karakter okumak beni çok mutlu ediyor valla yazarım o kadar kararında ve dozunda yazıyor ki inanılmaz keyif alıyorum 🩷🩷🩷🩷
YanıtlaSil:))))
Sil:))))
Sil