25. "Darmaduman Hisler"


Bölüm şarkıları:

Pera, Uyu Bebeğim
The Weeknd, Die For You
Zayn & Sia, Dusk Till Dawn

💊

Batan gemi, yanan liman
Açık yara, saran duman
Savaş sona varmadan
Bir zafer, iki sağ kalan.

•☸️•

Görkem Duman

Aklımı kaybettim.

Yerimde duramıyorum. Duvarlar üzerime geliyor. Dağı taşı yumruklamak, elime ne geçerse alıp fırlatmak, Ilgaz denen o herifi mezarından çıkarıp bir kez daha öldürmek istiyorum.

İçimde biriken öfkeyi tarif edebilmem mümkün değil.

Yağmur arkasını dönüp giderken benim içim de gitti onunla beraber. Aklımı kaybettim, çıldıracak gibiyim, bir şeyler yapmam lazım, burada oturamıyorum.

"Görkem," diyor Can. Onun sesine bile tahammül edecek halde değilim. Aklım öyle yerinde değil ki az önce Kaya'ya bile bağırdım bildiği halde bana söylemediği için. Söylememesi doğru olandı ama ben, Yağmur hakkındaki en ufak detayı bile bilmeliydim. Onunla ilgili her şey benim meselem. "Görkem," diyor tekrar Can. "Duyuyor musun beni?"

Bugün bir el ona değerken ben üst katta, kumar masasının altını üstüne getirmekle meşguldüm. Biri Hermes'e dans ettiği kadının kim olduğunu sormuştu ama bu konuşmada geçen kelimeler, tahammül sınırlarımın oldukça ötesindeydi.

"Ee, o kız da altına aldıklarından biri miydi?"

"Henüz değil," demişti Hermes ben oradayken. Mila'nın Kuzey'le birlikte olduğunu bilmesine rağmen, herkesin içinde bunu dile getirebilmişti bu onun için çocuk oyuncağıymış gibi. "Ama çok sürmeyecektir."

Damarıma basmak istediğini biliyordum. Mila'yı herkesin önünde fahişe ilan ederken bunu beni iyice çileden çıkartmak için iğrenç gülümsemesiyle taçlandırmış, ilk deneme sürüşünü kendisinin yapacağı ve sonra Mila'yı diğerlerine bırakacağı gibi iğrenç bir cümle kullanmıştı.

Ona dokunan bir elin varlığını düşünmek bile katil olmama sebep olabilirdi. O an, hiçbir şey umurumda olmadı ve kimse ne olduğuna anlam veremeden bir anda Hermes'in kafasını tutup iskambil kartlarının olduğu masaya gömdüm.

Piramidin ikinci basamağı, diğerlerinden üst seviye Hermes bütün itibarı alt üst olacak şekilde masaya yapıştı. Kesinlikle bunu yapmamı beklemiyordu.

Beni tanıyor, etrafımı tanıyor, o fotoğraflardakinin ben olduğumu biliyor olabilirdi ama konu Yağmur olduğunda sınırlarımı o da ben de bilmiyorduk.

Bir görevi mahvedişim sadece birkaç saniye sürmüştü. Belki on üç saniye. Onu ensesinden bastırıp yüzünü masaya gömdüğümde içimden on üçe kadar saymış olabilirdim geri çekilmeden önce. Sonra bu bana yeterli gelmeyince bir tane de yumruk salladım gözüne. Zaten Yağmur'u dansa kaldırdığı an kıl olmuştum, bir kez daha elim çarptı yüzüne.

Barbaros'u üst katta gördüğüm andan beri aklım 13'teydi. Aşağıda yalnız ne yapıyor diye kafayı yiyor, bir an önce yanına gitmeyi istiyordum. Bahanemi Hermes vermiş olmuştu. Karmaşadan faydalanıp ortalıktan kaybolacaktım.

Ben Yağmur'a dokunulma düşüncesiyle bile kafayı sıyırırken bir elin onun üzerinde olduğunu bilmiyordum.

Bordo ceketli, silahlı adam da dahil olmak üzere önüme çıkan herkesi yere devirip arkamda koca bir kaos bıraktım. Her şeyi siktir edip yedinci kata koştum. Onu alacak ve buradan gidecektim çünkü hiçbir şey ondan önemli değildi, bunu daha önce de söylemiştim.

Karşılaştığım manzara beni öldürdü sanıyordum, kalan son canımı geceye saklıyormuşum. Orada ölmemişim ben, az öncesine bırakmışım sanki son nefesimi.

"Görkem," dedi Kaya. Can'ın sesine tepki vermemişken onun sesi beni çekip çıkardı bugünü yeniden gözümde canlandırmaktan. Başımı kaldırıp diğerlerine baktığımda ortaya çıkan tablo, şimdiye kadar gördüklerimin açık ara en kötüsüydü.

Arda ve Eylül'ün arası en son feci şekilde bozuk olmasına ve Arda, Eylül'den vazgeçeceğini söylemesine rağmen bütün olanlar unutulmuş, az önce dinlediğimiz olayın şoku yüzünden geride bırakılmıştı tüm gerginlik. Arda başını Eylül'ün omzuna yaslamıştı, normalde tam tersi olurdu. İkisinin de gözleri balon gibi şişmişti ağlamaktan. Arda nefes alamıyor, Eylül Arda'nın saçlarına tutunuyordu.

Can, sakinliğini korumaya çalışır görüntüsünün altında yatan öfkeli adamı ilk kez gizleyemiyordu. Hepimiz öfkeli, delirmiş, bir şeyler yapmak ister durumdaydık ama yapabileceğimiz tek bir şey bile yoktu.

"En çok senden çekiniyordu," dedi Can alışkın olduğum ses tonuyla. Söyledikleri bir karşılık bulmadı zihnimde. Ona ne anlatıyorsun der gibi baktım düz düz. Gözlerim yanıyordu, başım çatlıyordu, anlayamıyordum konuşulanları. "Anlatırken bize bakamadı ama sana daha çok bakamadı Görkem."

"Ne diyorsun amına koyayım?" Yalıtımsız bir elektrik kablosu gibi bana dokunanı çarpmaya çok yatkındım. "Analiz yapmanın sırası mı?"

"Aşağı in," dediğinde bunu beklemediğim için bir şaşkınlık yerleşmiş olmalıydı suratıma. "Odasına gir."

Söyledikleri hâlâ anlamsız geliyordu. "Anlatacağını anlattı zaten," dedim sabır çeker gibi. "Konuşmak isteseydi gitmezdi."

Böyle söylüyordum ama yalnız kalmasına gönlüm razı değildi. Ona koşmamak için dizlerime yumruklarımı bastırıyordum dakikalardır.

"Bize anlatacakları bu kadardı," dedi Can aynı emin tavrıyla. "Bizimle konuşmak istemedi. Seni kabul edecektir."

Diğerlerinin bu konu hakkındaki görüşlerini merak ederek gözlerimi tek tek üzerlerine çevirdim. Eylül başıyla onay vermiş, Arda'ysa yüksek ihtimalle konuşulanları duymamıştı. Onlara özendim sadece birkaç saniyeliğine. Belki ağlamak rahatlatırdı, en azından hisleri dışa vurmanın bir yöntemiydi ama ben burada sinirden kafayı yerken ağlayamıyordum bile.

Kaya gözlerini merdivenlere çevirerek verdi cevabını sadece. Dakikalar önce ona öfkeyle çıkışmam umurunda değildi. Bir an önce gitmemi söylüyordu o bakışlar bana.

Gidip ne yapacağımı bilmiyordum ama olmam gereken yerin orası olduğunu biliyordum.

Basamakları hızlı hızlı inerken ilk durağım banyo oldu. Elimi yüzümü yıkayacak, sakinleşmeye çalışacak, kendimi mümkün olabildiğince toparlayıp yanına öyle gidecektim ama karşıma çıkan ayna, işlerin böyle ilerlemesini engelledi.

Yumruğumu aynanın ortasına geçirmeye ne zaman, hangi kafayla karar verdiğimi bilmiyordum ama ayna yumruğumun altında çatlayıp kırılırken parçaları da lavabonun içine düştü.

Bu aynalara baktığında kendini bir odanın ortasında çırılçıplak beklerken, kan kaybederken görüyordu. Bir herifin onu izlediğini bilerek, her an ona dokunacağı korkusuyla tetikteyken kendisine bakmak zorunda bırakılmıştı.

O 7 Şubat gecesi nerede hangi haltı yediğimi bilmiyordum. Sıcak evimde oturuyor muydum, bir operasyonun ortasında mıydık, abimin dertlerini mi dinliyordum bilmiyordum ama o gece Yağmur'un yanında olmadığım için kendimden nefret ediyordum.

Akan kanım cam parçalarına bulaştığında anlattığı detayları hatırlayıp daha da delirdim. Omzundaki yaradan sızan kan vücuduna bulaşmış, aynaların üzerine damlamıştı. O gece aynalar onu, bu gece ben aynaları paramparça etmiştim.

Daha fazla böyle dayanamayacağımı anlayınca banyo dolaplarını karıştırmaya başladım. Evde annemin kazandırdığı alışkanlıktan dolayı havlularım ve bornozum kendi dolabımda dururdu. Banyoya bırakmazdım, bu sebeple de bu dolaplarla hiçbir işim olmuyordu. Sadece çekmecedeki kurutma makinesini kullanırdım bu yüzden çekmeceyi es geçtim, bunu düşünmüş olmalılardı.

Can ilaçları buzdolabından aldığında saklamak için seçtiği yer burasıydı, biliyordum. Birinin başı ağrıdığında önce banyoya girmesi, ardından mutfağa geçmesi ve su sesi duymam tesadüf değildi. Banyodan ağrı kesici alıp mutfakta su içtiklerini tahmin ediyordum ve bugün, gözlemlerimi doğru değerlendirdiğimi öğrenmiş olmuştum.

Alt dolapta, el havlularının en arkasında bulduğum ilaç kutusunu çekip çıkardım ve bir saniye bile düşünmeden içini açtım. Önce bir hapı, sonra ikincisini yuttum arka arkaya. Kutuyu aldığım yere bıraktıktan sonra önümdeki çatlak, kan lekeli aynaya bakarken lavabonun mermerini sıktı bir elim.

İçimden saymayı denedim. Saymak aklımı çoğu zaman dağıtırdı ama bu defa fayda etmeyeceğini biliyordum. Yine de on üçe kadar saydım yavaşça.

Aynanın kırılma sesi birileri tarafından duyulmuş olmalıydı. Kapıyı açtığımda orada Can duruyordu. Bir an ne yaptığımı anlayacak ve azar yiyeceğim diye korktum ama bakışları aynaya düşünce dikkati dağıldı, elimi tutup baktı hızlıca.

"Geri zekâlı." Onu sinirli gördüğüm nadir anlardan birindeydik. "Böyle mi yardımcı olacaksın kıza?"

"Bir anda oldu," dedim elimi geri çekip geçiştirircesine. "Bir şeyim yok, beyin kanaması geçiriyormuşum gibi panikleme."

"Arda'yı çağırayım mı?"

"Ambulansı da ara istersen." Can cevabıma daha da sinirlenirken omzundan hafifçe ittirip çıktım banyodan. "Sargı bezi sizin odadaydı, yerini bilmiyorum."

Benden önce davranıp odasına adımladı, ben de bu sırada elime batan küçük kırık parçaları çıkarttım. Yağmur'u dinlemek için kendimi zorlarken zaten devamlı ellerimle oynamış, üstlerinde birçok ize sebep olmuş ve hatta kanatmıştım. Şimdi elim iyice mahvolmuştu.

Getirdiği bez parçasıyla elimi sarıp düğümlerken beni izledi. Bana yardıma ihtiyacım olduğunu bilerek bakıyordu. Diğerlerinden çok benim için endişeliydi, benim için buradaydı, vereceğim tepkilerin ne denli olacağını tahmin edebildiğinden yanımdan ayrılmak bile istemiyordu.

Omzuna iki kez vurdum. Kelimelere ihtiyacımızın olmadığı bir andaydık. Desteğini kabul ettiğimi de artık yukarı dönmesi gerektiğini de anladı ve başını sallayıp merdivenlere yöneldi.

Attığım her adım bir eziyet gibiydi. Ne halde olduğunu tahmin bile edemiyordum ama sesini kesik kesik de olsa duyabiliyordum. Ağlama sesini duymama bile mutlu olacak durumdaydım çünkü psikolojisi öyle kötüydü ki kendine bir şey yapar diye ödüm kopuyordu.

Kapısını açarken ellerim titrediği için bir an kapı kolu elimden kaydı. Ufak bir ses çıktı, ardından yeniden tutup ittirmem gerekti.

İçeriye attım adımımı. Gözlerim anında onu buldu. Yatağın üzerinde duruyordu. İçi boş bir beden gibi, öylece, dümdüz. Bir ölüyü andıran bembeyaz teni daha da solgundu. Gözleri giysi dolabına dönüktü ama orayı gördüğünü sanmıyordum. Burada değildi, bu dünyaya ait değildi sanki. Yabancılık çekiyordu ağlamaktan kıpkırmızı olmuş gözleriyle.

Öyle hassas bir andı ki bu dilim tutuldu. Ne yapacağım hakkında en ufak bir fikrim yoktu. Aklım durmuştu, beynim işlevlerini yitirmişti.

Kapıyı arkamdan kapattığımda yeni idrak etti içerideki varlığımı. İrkildi. Onu korkuttuğum için küfrettim içimden kendime. Hızlıca bir adımı geriye doğru attım. İstemezse giderdim. Gidemezdim. Kapının dışında yere çöker otururdum. Orada durup beklerdim. Sesini duyamayacaksam nefesini duymaya çalışırdım.

"Ben..." Açıklama yapmak için girdim söze ama sesim düşündüğümden daha kısık çıktı. "Durabilir miyim burada?" dedim sonra. İstersen çıkayım demedim çünkü isteyebilirdi yalnız kalmayı. Kalmayacaktı. Ben varken bir daha yaşamayacaktı bunu.

Gözlerinden yaşlar akmaya devam ederken beni duymamış gibiydi. Bileklerinden dirseklerine doğru bir kızarıklık yükseliyordu. Bir eliyle yorganı avuçlamış, diğerini göğsüne bastırmıştı. Nefes alamadığından yapıyordu bunu.

Ona Yağmur diye seslenmek istedim. Bunun için yanlış bir an olabilir diye korktum. 13 demek istedim fakat sonrasını nasıl getireceğimi bilemedim. Ayaklarımın üzerinde durmakta bile zorlanırken ona nasıl fayda sağlayabileceğim konusunda en ufak bir fikrim yoktu. Can keşke beni bu konuda da yönlendirseydi.

"Görkem." Adımı söyler söylemez bir hıçkırık koptu dudaklarından. Avucunu yumruk yaptı ve yorganı iyice büzüştürdü içinde. Bir kez daha bana baktığında yumruğu gevşedi ve "Görkem," dedi tekrar. Sesi pürüzlüydü. Kendini daha fazla sıkamadı ve iç çeke çeke ağlamaya başladı. "N'olur gitme." Omuzları sarsılırken titreyerek ağlıyordu. "Burada..." Hıçkırdı. "Burada kalır mısın?"

Onu ilk kez böyle görüyordum.

Canım ilk kez böyle yanıyordu.

İçim cayır cayırdı.

Gözlerime bakamadı utanmış gibi. Elini yüzüne bastırırken derin bir of çekti, ardından diğer elini de bastırıp tamamen gizledi kendini benden. Can yine haklıydı. O en çok benden çekiniyor ve sanırım, en çok bana ihtiyaç duyuyordu.

"Tabii ki kalırım," dedim zar zor. Sesim titredi. Yatağına doğru küçük adımlarla yaklaştım. "Başka bir yerde kalamam asıl. Yanında olmak istiyorum."

Mümkünse sonsuza kadar.

"İyi geleceğini sanmıştım." Ses tonu güçsüzce yükseldi. "Anlatırsam dinerdi hani acısı? Kendimi açtım da ne oldu? Çok utanıyorum." Tam bir şey söyleyecektim ki konuşmama izin vermeden kesti sözümü. "Burada kal çünkü kaset başa sardı. Kal çünkü korkuyorum. Düşüncelerim beni korkutuyor."

Yatağına oturdum yavaşça. "Yanındayım," dedim parmak uçlarım bileklerine değerken. Nabzını hissetmem gerekiyordu ama anlattıklarından sonra bileğini kavrayacak kadar bile cesaretim yoktu. "Buradayım. Korkma."

"Özür dilerim." Gözlerini kaçırdı. "Çok denedin, elinden geleni yaptın sen ama benim yaptıklarım rolmüş sadece. Değişen bir şey yokmuş. Özür dilerim, boş yere uğraştın. Ben hâlâ ölmek için çok sebebe, yaşamak için hiç sebebe sahipmişim. Değiştirememişsin yerlerini. Suçlama kendini, sen çok çabaladın. Olmuyor işte." Yüzünü, karnına doğru çektiği dizlerinin arasına gömdü. "Özür dilerim. Olmuyor. Yok olmak istiyorum."

"Dileme," dedim elim sırtına değerken. Ona dokunmaya korkuyor olmasaydım tam şu an kollarımın arasına çekerdim bedenini. "Ben senden çok özür diledim, sen benden hiç dileme." İçim gidiyordu. Görüntüsü bulanıklaşıyordu giderek. "Buradayım. Yetmemiş demek ki çabam, daha çok denerim. Söyleme öyle şeyler. Bana yokluğunu düşündürme."

"Mete için yaşıyordum." Kısık, şiş ve kızarık gözlerini bana çevirdiğinde yanındaki boşlukta oturuyordum. Bana, benden yardım ister gibi baktı. Onun son umuduymuşum, tutunacak son dalıymışım gibi baktı gözlerimin içine. Bir yaş daha aktı gözünden, bir bıçak daha saplandı göğsüme. "Onun içindi. O da yok şimdi. Zorluyorum sadece. Baksana, olmuyor Görkem. Olmuyor. Yapamıyorum."

Dudakları daha çok titredi. Daha çok eriyip gitti gözlerimin önünde. Bedenindeki titreme arttığında bunun bir kriz olduğunu anladım. Gördüklerim gibi değildi. Benim gördüklerime hiç benzemiyordu. Daha çok, bir insanın intihar etmeden önce yaşadığı son anı izlemek gibiydi. Bir veda, son bir sitem, son bir yalvarıştı belki. Yaşayamadığını haykırıyordu yüzüme. Devam edemeyeceğini söylüyordu.

Mete için yaşamıştı. Yaşattıkları yetmemiş gibi aynı herif geri gelip yaşama sebebini bile almıştı elinden.

Anlattıkları yüzünden utanıyordu ve yüzüme bakmaktan kaçınıyordu. Bunu ben yeni fark edebiliyordum. Parmaklarımı çenesine sardım sanki onu bu şekilde tutabilirmişim gibi. Gözlerini gözlerime çevirmesini sağladım.

Sonra onu öptüm.

Düşünmeden, sorgulamadan, öylece öptüm. Başımı eğdim ve dudaklarımı dudaklarına bastırdım. Geri çekilmedim, başta bunu derinleştirmedim. Beni kabul etmesini beklerken yaptığım bu hamle basit bir temastan ilerisine geçmedi. Yağmur beni itmedi, karşılık vermedi. Birkaç saniye destek alır gibi öylece durdu.

Onu öpmeyi çok istemiştim daha önce. Defalarca kez hem de. Bir gece sırf bu istek yüzünden uyuyamamışlığım bile vardı çünkü ne zaman gözümü kırpsam aklıma dudakları geliyordu. Kadınlar tuvaletinde kapana kısıldığımız anda kendimi tutmaya çalışmış ama onun temaslarından sonra ne yaptığımı bilmediğim bir hale gelmiştim.

Beni yedi kez öptüğü ve sekize benim tamamladığım anlar sadece birkaç saat öncesine aitti. O da ben de yarım kalan şeyin farkındaydık ve şimdi bir karşılık verirse tamamlanacaktık.

İçimdeki bu his bir garipti, yabancıydı. Değil bir kadını öpmek istemek, filmlerdeki o sahnelere denk geldiğimde bile gözlerimi kaçırırdım. Hoşuma gitmezdi. Bana mide bulandırıcı geldiğini bile söyleyebilirdim.

Hayatımda ona kadar kimse olmamıştı. Aklımın ucundan geçen biri bile yoktu hiç. Onun güzel yüzüne her baktığımda içimde beliren isteğimin böyle bir anda bu şekilde sonuçlanacağını ben de tahmin etmiyordum.

Bu benim için tam anlamıyla kabullenişti.

Her şeyimi kabulleniş, her şeyini isteyiş.

Elini enseme sardığında gözyaşlarının yanağında bıraktığı ıslaklık bulaştı yanağıma. Dudaklarını hafifçe aralayıp bizi tamamladı. Emaneten orada olan alt dudağım onun bu hareketiyle iyice yerleşti dudaklarının arasına.

İki kolunu birden boynuma doladı. Sığınır gibi çekti beni üzerine.

Onu öpüyordum. Ne yapacağımı bilemiyor, sadece içimde kaynayıp duran hissin kontrolümü ele almasına izin veriyordum. Avucumu boynuna yasladım, parmaklarım baskısını arttırmadan orada öylece durdu. Nabzı parmaklarıma çarptı, onu öpmeye devam ettim.

Bu benim ilk öpücüğümdü. Yirmi sekiz yaşındaydım, bir yağmura tutulmuştum. Şimdi ona, onu iyileştirmek için bir öpücük sunmaya çalışıyordum.

Bu benim için ilkti ama sorun yoktu. Bütün ilklerim onun olsundu.

Kalbimin hızlandığını hissediyordum. Kendi nabzımı saysam belki de ilk defa bu kadar yüksek bir sayıya şahit olacaktım.

Daha önce hiç bir başkasını öpmenin nasıl hissettirdiğini düşünmemiştim, sadece onu öpmenin nasıl hissettireceğini düşünmüştüm.

Tarif edebileceğimin ötesindeydi ama bir tanımlama kullanmam gerekseydi, parçalanmak gibi derdim.

Sayamayacağım kadar parçaya ayrılırken diğer yandan ilk kez kendimi bir bütün olarak hissediyordum. İkisinin aynı anda olması mantıken mümkün olmasa da mantığın hiçbir önemi yoktu zaten. Dudaklarımın arasında oksijen benmişim de onu hayata bağlıyormuşum gibi tuttuğu dudakları aklımın sınırlarının çok ötesindeydi.

Bir eli saçlarımın arasına karışırken geri çekilmeme izin vermedi. Parmakları saçlarımın arasında hareket etti usul usul. Yüzünü kavrayan elimle başını biraz yükselttiğimde bileğime tutundu.

Elini ensemden omzuma, oradan da koluma doğru kaydırdı. Kolumu varlığımdan emin olmak ister gibi sıktı. Diğer elimi de yüzüne yerleştirip dudaklarımı onunkilerden ayırmadan gözyaşlarını sildim. Kopamadım, uzaklaşamadım, duramadım.

Bana doğru çevirdiği yüzü, dudaklarımın arasındaki dudakları yeterli gelmedi. Belini kavrayıp onu hafifçe kendime çekerek altıma aldım. Bir elimi yatağa bastırarak iyice eğildiğimde aramızdaki mesafe büyük ölçüde kapandı. Az önceki oturur pozisyonun aksine, temasımın altında eriyip gitmiş gibi yatar pozisyondaydı şimdi. Islak saçları yastığa gömülürken elini kaldırıp yüzüme dokundu.

Onu daha fazla öpmek istedim. Onu hep öpmek istedim. Ellerimle yüzünü daha sıkı kavramak, bana yaptığı gibi parmaklarımı saçlarının arasına daldırmak, onu daha çok hissetmek istedim.

Daha fazla dokunmaya kıyamadım.

Böyle bir duygusal boşluğun içindeyken, bizi ailesi sayıp en büyük travmasını anlatmışken, bana yüzde yüz teslim olmuşken daha ileriye geçemezdim.

Mete için yaşadığını söylemişti, şimdi o yoktu ve ben ona bir sebep vermek için her şeyi yapabilirdim.

"Benim için yaşa," dedim hafifçe geri çekilip alnımı alnına yaslarken. Nefes nefeseydim, hayatımın en güzel nefes alamayışı buydu. "Çünkü sensiz yapamam. Bundan sonra olmaz."

Kirpiklerini aralamasını bekledim. Dudakları geri çekildiğim an hafif aralık kalmış, anlık şaşkınlığını henüz üzerinden atamamıştı.

"Bencillik," diye fısıldadı. Omzuma tırmandı bir elinin parmakları. Kolumu tutup boynunun altından geçirmemi sağladı ve sonra başını göğsüme yasladı. Yeri sanki en başından beri orasıydı. Bunu benim gibi onun da hissetmesinden olsa gerek, iyice yaslandı üzerime.

Beni reddetmemiş, durdurmamıştı. Bana karşılık vermişti hatta. Kızmamış, öfkelenmemiş, ona dokunmamdan rahatsızlık duymamıştı. Hiçbir zaman duymuyordu. Onu yaşadığı saatler önceki iğrenç olaydan sonra bile kucaklayıp götürmeme izin vermiş, bana teslim olmuştu.

Hikâyeyi bilmememe rağmen omzunu öptüğümde hissettiklerim çok başkaydı ve şimdi her detayı bilerek buradaydım. Asıl bu gece anlıyordum tanıdığı ayrıcalığın anlamını.

Yaralarını sarmam için izin vermişti bana. O hazırdı, bekliyordu. Ben idrak edememiştim olanı biteni. Gecikmiştim, yeni anlıyordum. Bu gece oturuyordu bütün taşlar yerine.

"Sensiz nefes alabileceğimi düşünmen bencillik asıl." Kollarımı etrafına sardım. Bir kalkan gibi kapattım üzerine kendimi. Öyle küçüldü ki kollarımın arasında bir an için inanamadım. Her zaman başı dik, çenesi havada, herkesin karşısında duran o kadının bana sarılıp ağlayabiliyor oluşunu kabullenemedi zihnim. "Bizi geride bırakmayı aklından geçirmen bencillik."

Değildi. Onu sadece bu şekilde inandırabileceğim için böyle söylüyordum. Mete'nin ona yaptığını o bize yapmasın diye kurduğum cümlelerdi bunlar çünkü bir tek bu işe yarardı.

"Nasıl nefes alayım?" dedi ne yazık ki haklı olarak. "Bunu nasıl bekliyorsunuz benden? Bu kadar başarabiliyorum."

"Sen olmadan olmaz." Onu ikna etmek için söylemiyordum, gerçek buydu. Onsuz olmazdı. "Sebebin olayım, bir şans ver bana. Seni tutayım, bana tutun. Biliyorum layık değilim şu an. Nasıl isteyebilirim ki senden benim için hayatta kalmanı? Kimim ben? Ama diren. Direnmek zorundasın." Parmaklarımı boynundaki morluğa sürttüm. Tüm izlerini silmek istiyordum. "Vazgeçersen biterim Yağmur. Vazgeçersen vazgeçerim."

"Böyle söyleme."

"Böyle," dedim hızlıca. "Gerçek bu. Utanacak hiçbir şey yok ortada. Yemin ederim yok. Saklanıyor gibi yaslanma öyle göğsüme, yüzüme bak. Tertemizsin sen. Başka bir şey düşünmene asla izin vermeyeceğim."

"Öyle değil işte." Daha fazlasını anlatırsa kendimi tutamaz, gözyaşımı akıtırdım. Çok uç noktaydı burası, diğer gecelerimden çok farklıydı bu gece.

Yanında ağlamak istemiyordum. Yapmayacağımdan değildi, sadece ikimizden biri güçlü olmalıydı. Her zaman gücü elinde tutan oydu, ben gibi görünebilirdim dışarıdan ama oydu. Bir sözüne her şeyi bırakırdım, gözlerimin içine baktığında ne söylerse onu yapardım. Yapmıştım. Ekibi ben yönetiyorsam beni de o yönetiyordu.

"Öldür beni diye yalvardım." Yanağını gövdeme dayadı. Yüzünü görmeye çalıştım ama gözlerini yummuştu. Birbirine sımsıkı bastırmış olmalıydı dudaklarını. Burnundan kesik bir nefes çıktı. "Bir değil, birden fazla kez. Çok kez istedim ölmeyi."

Onu susturmadım. Kollarımı daha sıkı sardım etrafına. Daha çok kendime çektim. Her şeyi anlatabilsin istedim. Dünyayla arasına geçtim. Geçmişinin karşısında durdum. Benden akacak kanın önemi yoktu yeter ki ona rüzgâr bile değmesindi artık. Eğer ona can verebileceksem benim canım yanıp kül olabilirdi, sorun değildi.

"Mete'den bile istedim." Bunu bu kadar istediği için kendini yaşamaya layık görmüyordu. Demek ki insan bir kez gerçekten istiyorsa ölümü dönüşü olmuyordu. Kalıcı bir iz, derin bir kesik, iyileşmeyecek bir yara olarak taşıyordun onu bedeninin bir köşesinde.

Kiminin bileklerinde, kiminin zihninin kıvrımlarında, kiminin de parmak uçlarında olurdu ölüm. Onunki sol omzundaydı, bir de yansımasında.

"Mete de sarmıştı kollarını böyle." Burnunu çekti. "Gitmem demişti. Gitti bak. Bana buradayım, buradayız demeye kalkma. Hiçbir şeyin garantisi yok. Hiç kimsenin yok. Bu belirsizlikler içinde yaşamak istememek suç mu? Sürdüremiyorum. Çok zor geliyordu eskiden. Artık imkansızlaşıyor."

"Buradayım," dedim. Başını iki yana salladığında yanağı göğsüme sürtündü. "Buradayız," diye devam ettim. "Buradasın çünkü hiçbir düğüm boşuna atılmaz. Boşuna bağlanmadık biz. Boşuna kesişmedi yollarımız. Sana bir sürü olasılık bulurum, bir sürü imkân koyarım önüne. Çıkan sonuca sen bile şaşırırsın. Sadece bana izin ver, benimle kal, beni bırakma. Sakın bak."

Bu ihtimali düşünmek bile beni öyle korkuttu ki sesim giderek kayboldu. "Sakın," diye tekrarladığım an gözümden bir yaşın aktığını fark ettim. Boynuna sardığım kolumla onu kendime çekip çenemi başının üzerine yasladım. "Seni gözümden bile sakınırken, sakın Yağmur."

"Sen yapsana," dedi yitik bir sesle. "Ben Mete'ye gitmek istiyorum."

Keşke beni öldürseydi bunu benden istemek yerine. Titreyen parmaklarım saçlarını okşadı. "Bunu sakın tekrarlama."

"Mete'den isteyebilmek çok zordu. Kendimde değildim. Defalarca, art arda kurmuşum bu cümleyi. Sadece 7 Şubat gecesi değil, ertesi günlerin birinde de. Susmam için elimi ağzıma bastırmıştı, sonra ben hıçkıra hıçkıra ağladım o adam da böyle yapmıştı diye."

Bize anlattığı kısımda, adamın onu susturmak için elini ağzına bastırdığını söylediği herhangi bir an yoktu. Bunu ne zaman, neden yaptığını düşününce korkudan deliye döndüm. Sadece bir kısmını anlatabildiğini anlamıştım zaten ama...

Düşünmek istemedim.

Başını kaldırmasını sağladığımda gözlerini zorlukla aralayabildi. Onu susturmak için elimi ağzına kapatmayacaktım hiçbir zaman.

Bir kez daha öperek yaptım bunu. Hızlıca bastırdım dudaklarımı dudaklarına.

Gözleri anında kapanırken daha önce aklımda dolanan bir sorunun cevabını buldum tam o an.

Hiç yapmadığı bir şeye nasıl ihtiyacı varmış gibi hisseder bir insan diye sormuştum abime. Hissedebiliyormuş gerçekten. Mümkünmüş böyle bir şey. Yağmur'u öpmek ihtiyaçmış benim için.

Onu öperken bütün kurşunların önüne onun için atlayabileceğimi ve bütün dünyayı tek başıma bile olsam karşıma alabileceğimi biliyordum.

Yaralarını tek tek sarmak bin yıl sürecekse mümkün olmadığını bile bile bin yıl yaşamak için çare aramaya adayacaktım kendimi.

Akıp giden her saniyeye çok değer verirdim ama onun uğruna harcanacak bir ömür kayıp değildi gözümde.

"Değiştiririm," dedim. Onu susturmak için ağzına kapanan eller değil de dudaklarına kapanan dudaklarım gelirdi aklına belki bundan sonra. Bunu başarabilirdim. Ben inanmazsam kendime o bana hiç inanmazdı. Konuşmaya devam ettim bu yüzden. "Anılarını silemem ama yenilerini eklerim." Sargılı elimi kullandım yüzündeki saçı çekmek için. "Yalvarırım beni bırakmayı aklından bile geçirme. Senin için çok savaş veriyorum, anılarınla da veririm. Bana güveniyor musun? Sen bana inanırsan ben her şeyi yapabilirim. Böyle hissettiriyorsun."

"Sana güveniyorum," dedi bundan nefret edermiş gibi. "Böyle hissettiriyorsun. Her an yanımda olurmuşsun, ihtiyacım olduğu her an beni bulurmuşsun gibi. Ama bu şekilde hissetmemeliyim, anlıyor musun beni? Ben başıma daha ne gelebilir ki derken Mete'yi kaybettim Görkem. Sana bu kadar güvenirsem seni de kaybederim."

Söyledikleri ruhuma sızdı, ruhumu sızlattı, bir bıçak olup içimi oydu ve kanadım. Bana güveniyordu. Onu daha önce yüz üstü bırakmış olmama rağmen, en büyük yarasını bize açıp gösterdiği gecenin sonunu benim kollarımda bitirmek isteyecek kadar çok güveniyordu fakat kaybetme korkusu öyle çoktu ki, ne kadar yanında olursam olayım sürekli aklının bir köşesinde gidebileceğim düşüncesi olacaktı ve ne kadar çabalarsam çabalayayım bunu geçiremeyecektim.

Ne denir bilemedim.

"Mete'yi çok özlüyorum." Omuzları sarsıldı bu cümlesinden sonra. "O varken daha katlanılabilirdi her şey. Ben hep insanlara bana verdiklerinden daha çok değer veririm Görkem, bana bunu düşündürtmeyen tek kişi Mete'ydi. Mete bana en çok değer veren, beni en çok seven kişiydi bu hayatta. Onun için önceliktim, onun için ilk tercihtim, onun için tek seçenektim. Onunlayken kendimi seviyordum. O halimi özlüyorum. Beni güldürme çabasını, kollarını seninki gibi bana sımsıkı sarışını özlüyorum. Onunla geçirdiğim her saniyeyi çok özlüyorum. Bana sarı laleler alıp kapıma dayandığı gecelerin tekrarı olmayacak. Sarı koltuğunda yan yana oturup yediğimiz tavuklu makarna bir daha hiç aynı lezzette gelmeyecek bana. Güneşim söndü benim. Önümü göremiyorum. Kendim için bir gelecek göremiyorum."

İç çeke çeke, nefesi kesile kesile kurduğu cümlelerin her biri ayrı bir yara açıyordu sanki bedenimde. Canımın bu kadar yanabileceğini ben de yeni öğreniyordum. İçim bu gece sağanak yağışlıydı benim.

"Sen zifiri karanlıktasın diye kendini kör sanıyorsun," dedim ona. Şiş gözlerinin akında kıpkırmızı damarlar belirmişti ağlamaktan. Ellerimi yanaklarına yerleştirdim. Saklanmasını değil, bana bakmasını istedim. "Bana izin ver, ışıkların hepsini yakayım. Bir dakikada olmaz bu, bir gün de sürmez. Zaman lazım ama yemin ederim boşa çıkarmam güvenini. Gerekirse kendimi ateşe veririm sen bir gelecek görebil diye. Yeter ki aydınlansın yolun. Yeter ki sen hayata tutun."

Yanağında duran elimin bileğine sardı parmaklarını. Başını kaldırıp nemli gözleriyle gözlerime bakarken aklından ne geçirdiğini okuyamıyordum. Derin derin, içli içli baktı. "Senin için tutunacaksam eğer, kendini ateşe vermen beni yine sebepsiz bırakır." Yorgun bir şekilde gülümsedi ve bu on litre gözyaşına bedeldi. "Benim için yıpranmanı istemiyorum. Sana ufacık bir zarar gelmesine tahammülüm yok."

"Bana ne olacağı zerre umurumda değil," dedim. "Sen iyi olacaksın, seni iyileştireceğim. Yemin ederim, ne pahasına olursa olsun verdiğim bütün sözleri tutacağım. Mete varken daha katlanılabilir her şey dedin. Bu cümlenin öznesi yapacağım kendimi. Mete'nin yerinde gözüm olduğundan değil, benim için de öncelik, ilk tercih olduğundan. Benim de tek seçeneğim sensin ve yeterince çabalarsam belki benimleyken de kendini seversin."

Gözlerime bakarken orada inanca dair küçücük bir kırıntı gördüm. Bana olan güveninin yanında, kalbine bir inanç tohumu ekmiştim. Bunu başarabilmiştim. Göz bebeklerinin çapı genişledi. Bir şey söylemeden dudaklarıma baktı bir süre. Bu anın gerçekliğini kafasında tartıyor gibiydi. Bir rüya olup olmadığımı sorguladı sanki.

Başını yeniden göğsüme bırakırken bu defa bir kolunu boynuma sarmıştı. Yine başının altından geçirdim kolumu ve onun rahat olabileceği bir pozisyona getirdim ikimizi. Boşta kalan elimle üstümüze yorganı çektim. Yorulmuştu. Bu gece de her gecenin vardığı gibi sabaha varmalıydı artık. Üzerini tamamen örttükten sonra sargılı elimin parmakları saçlarının arasına daldı.

"Sen bir gelecek görebiliyor musun peki?" diye sordu gözlerime bakarak.

"Sensiz mi? Hayır."

Gülümsemesi, mahvolmuş haline rağmen öyle güzeldi ki kalbimin hızını arttırdığını hissettim. Böylesi bir anda ona sarılabiliyor olmak, beni kabul etmesi çok özeldi. Bu pozisyonda onunla hiç durmadan konuşabilirdim sabaha dek. İstediği kadar orada yatabilirdi.

"Benim hiç hayalim yok galiba," dedi burnunu çekip. Az önceki halinin aksine böyle kedi gibi bana sokulup konuştuğu için canımın acısı biraz geçmiş, gözüme tatlı gelmeye başlamıştı. "Bir hedefim yok mesela. Yarına baktığımda gerçekten tek gördüğüm şey boşluk."

"Birlikte doldururuz boşlukları." Başını eğip göz temasımızı kesmişti ama benim parmaklarım hâlâ saçlarını okşuyordu yavaş yavaş. Kurutmamıştı duş aldıktan sonra. Şampuan kokusu doluyordu burnuma. "Hem senin ehliyetin var mı? Hiç anahtarları istemedin benden. Olmamasına ihtimal vermiyorum, bir kere birini kullanırken görsen bile tak diye öğrenirsin gibi. Niye hiç istemedin sahi arabayı?"

"Ehliyetim yok çünkü."

"Nasıl ya? Her şeyi yapıyorsun da araba süremiyor musun?"

"Sen önce scooterın üzerinde dengede durmayı öğren, sonra bana laf söyle."

Söylediklerimin asla altında kalmayışı, her şeye bir cevabı oluşu onu o yapan özelliklerinden biriydi ve bu öyle hoşuma gidiyordu ki... Gülümsedim.

Parmak uçlarının arasına tişörtümün kumaşını sıkıştırmış, küçük küçük çekip bırakıyordu. Sonra onun saçlarında olmayan elimi kendine doğru çekti ve bileğimdeki iple oynamaya başladı.

Onu üçüncü kez öpmemek için kendimi tuttum. Aynı gün içinde çok fazla şey yaşamıştık.

Önce o beni yedi kez öpmüş, sonra ben sekize tamamlamış, 250 numaralı odada onu bulduğumda avuçlarını iki kez öpmüş, onu yangın merdivenlerinden çıkarırken de bir kez alnını öpmüş, az önce de iki kez dudaklarını öpmüştüm.

İçimden tekrar saydığımda bugünü yanlışlıkla 13'e tamamladığımızı görmek beni tekrar gülümsetti.

"Bana daha film sözün var." Konuyu iyice her şeyden uzaklaştırmak istedim. "Sana araba kullanmayı öğreteceğim. Şu filmin sonunu da izleyeceğiz birlikte. Ee Müge her konuştuğumuzda seni sorup duruyor, ojen var mı diye merak etmiş. Bir gün onunla oje sürmeniz lazım. Kaya börek diye ağlıyor geceleri, hayrına ona da börek yaparsın bence. Arda'yı parkta sallaman, Can'la oturup karşılıklı kitap okuman, Eylül'le de alışverişe gitmen lazım sonra."

Onu güldürmeye başladığımı hareket eden omuzlarından anladım. "Ohoo 13..." diye devam ettim. "Baksana, şimdiden doldu yarınların. Üstelik daha benimle birlikte geometri bile çözmedin."

"Geometrim iyidir."

"Tahmin ettim." Bileğimdeki ipi bırakan parmakları elimdeki dümen dövmesinin üzerinde gezindi. İç geçirmemek için zor durdum.

Onu öpüşümün üzerine tek kelime söylememesinin nedenini düşündüm bir süre. Onun için bir anlamı yok muydu? Yanlış bir şey mi yapmıştım? Öyle yapmış olsam bana neden karşılık versindi ki? Bu tarz şeylerden hiç anlamıyordum.

Bir şey olmamış gibi mi yapacaktık? İstediğim bu değildi ama daha önce onun da yüzüme söylediği gibi, ne istediğimi bilmiyordum.

"Sana aldığım hediye arabada kaldı," dediği an sesi yeniden ağlamaklı çıktı. Bu dünyanın en üzücü olayıymış gibi dile getirmişti ama kendisine ağlamak için bahane aradığını biliyordum.

"Onu aldırtacağım." Unutmamıştım, söylemese de aklımdaydı. "Daha eşek bastıracağız tişörtün üstüne. Çok heyecanlıyım giymek için. Bana çok yakışacaktır."

"Sıfırdan başlama hissimi körüklüyorsun Görkem Duman." Bunu yapamayacağını o da ben de biliyorduk ama bunu ona hissettirebilmek bile hoşuma gitti. "Sıfır..." Birkaç saniye durdu ve tuhaftır ki ben kaç saniye durduğunu saymadım çünkü gözlerini izliyordum. "Bir sayı olsan sen sıfır olurdun."

"O nereden çıktı şimdi? Bana mı özeniyorsun sen?"

Gülümsedim, gülümsedi.

"Sürekli bir istisnasın. Pozitif ya da negatif bile değilsin, ne olduğun belli değil. Antin kuntin problemler çıkarıyorsun işlem yaparken. Yok etkisiz, yok yutan eleman, sonra yok şunu şuna bölünce tanımsız, buna bunu bölünce belirsiz... Sıfır ya, tam sensin işte."

Çapa ve dümenden sonra bir de 13 ve 0 olmuştuk.

Biz şimdiden birçok şeydik onunla.

"Sevdim," dedim. "Sen biraz nefret eder gibi söyledin ama bence benden nefret etmiyorsun. Etmiyorsundur, değil mi?"

"Zaman zaman," dedi. Şaka yapıyor sandım ama ciddiydi. Benden en çok ne zaman nefret etmişti acaba? Bana kalsa, onun yanında olamadığım ve karnında yara açılan o gece olmalıydı cevabı ama onun dünyası böyle işlemiyordu. Ona zarar gelmesi, onun için bir nefret sebebi değildi. Muhtemelen kimseye söylemeyip kolumu kalemle o hale getirdiğim gün bile kendime bunu yaptığım için daha çok kızmıştı bana.

Yatakta sırt üstü pozisyondan yan pozisyona doğru döndüm. Beni rahatsız ettiğini düşünmüş olmalıydı, hızlıca kalkmaya çalıştı ama onu elimi karnının üzerine koyarak durdurdum. Normal bir hızla şişip inen göğsü, ona dokunmamla birlikte hareket etmeyi bıraktı. Bu defa ben ileri gittiğimi düşünüp elimi çektim.

Sadece orada dursun, kalkmasın diye bastırmıştım karnına. Acaba canını mı yakmıştım? Yaraya değmediğime emindim, yerini az çok biliyordum ve oraya her ne kadar dokunmak isteyip dursam da bunu yapamamıştım daha önce. Elimi kavrayıp karnının üzerine bırakmasını beklemiyordum. Benim yapmaya çekindiğim, ileri gittiğimi düşündüğüm ne varsa o beni bunları yapmaya teşvik ediyordu.

Lavaboda benimle çok eğlenmişti mesela.

Aklıma rezilliğim gelince yüzümü buruşturdum. Onu sıkıştıracağımı, üzerine yaslanacağımı, kontrol manyağı bir insan olmama rağmen kendime hakim olamayacağımı tahmin bile edemezdim ama o an, öylece olmuştu işte. Onu öpmüştüm, onu az önce de öpmüştüm.

Sürekli olarak onu öptüğüm anları düşünüyordum.

Direncimi kırmış, çizgileri silmiş, sınırları parçalamıştı. Planlar benden sorulurdu ama o beni ne yaptığını bilmeyen bir adama dönüştürüyordu.

Parmaklarımı soluna doğru hareket ettirdim ve karnında taşıdığı, sebebinin ben olduğum yara izine dokundum tişörtünün üzerinden. Artık bandaj takmıyordu, yaranın acısı dinmiş olmalıydı ama benim için, silinmeyecek bir izi vardı. Karnına üç tekme yediğini söylemişti. Bu benim hayatımda en çaresiz hissettiğim anlardan biriydi. Hiçbir şey yapamamıştım, yanına da yaklaşamamıştım çünkü beni yaklaştırmayacağını düşünüyordum.

Ama az önce dudaklarımız birbirine değecek kadar yakındık.

Ben ciddi anlamda aklımı kaybetmiştim.

Parmaklarım yara izinin üzerinde gezerken başka bir şeyi düşünebildim nihayet. "Yemek yemedin." Bunu yeni fark ediyor gibiydi. "Bir şeyler hazırlamamı ister misin? Gitme dersen bizimkiler de hazırlayabilirler ama git dersen nereye istersen giderim."

"Gitme." Karşı çıkamayacağım bir cümleydi ama tek cümle değildi. O ne söylerse söylesin ben sus pus oluyordum. Her şeye cevabım vardı, ona yoktu. "Aç değilim." Bakışlarını yeniden yüzüme çıkarttı. "Görkem," dedi. Adımı söylerken dudaklarının aldığı şekli seviyordum. "Beni mayıştırdın saçlarımla oynaya oynaya."

"Çok güzeller." Kaşlarımı çattım. Bunu dışımdan söylememeliydim. "Ama böyle üşümeyecek misin?" Yüzüme aynı ifadeyle bakmaya devam etti. "İstersen benim yorganımı da alalım üzerimize. Ben gitmem, Can getirir. Pencereler kapalı mı?"

Uzun süre sessiz kalınca yüz ifadesini yokladım. Aynı şekilde bana bakıyordu hâlâ. Kızarmış, nemli gözlerinin rengi açılmıştı bu kadar ağlayınca. Göz bebeklerinin etrafındaki bal rengi halka parlıyordu.

"Eğer beni uyutursan," dedi ve durdu. Derin bir nefes çekti içine. "Eğer seninle uyursam içimdeki bazı şeyleri geri döndüremem." Ne demek istediğini anlamadığım için kaşlarım hafifçe çatıldı. Çenemi saçlarına sürterek onu dinlemeye devam ettim sessizce. "Daha önce bir yatakta birlikte yattık ama bu öyle değil. Eğer benimle bu geceyi bölüşürsen ben bir şeyi kabul etmek zorunda kalırım."

Onca derdinin arasına yeni bir dert eklemek üzereymiş gibi bir tonda söyledi bunları. "Eğer beni uyutacaksan bunları göze aldığını bilmem gerekiyor. Bir karşılık beklediğimden değil, geri dönüşüm olmayacağını bildiğimden."

"Uyu, Yağmur." Çenemi iyice eğip bir kez daha alnına bastırdım dudaklarımı. "Seni bırakmayacağımı bilerek uyu. Bu gece zifiri karanlığın ortasında birlikte duralım ama sen aydınlığa çıkmayı başardığımızda da yine yan yana olacağımızı hiç unutma. Daha fazla yalnızlık yok."

Saçlarının arasında duran elime uzanıp onu kendine çektiğinde tişörtümü kavrayan parmakları birkaç saniyeliğine oradan ayrılıp elimdeki sargıyı aşağı kaydırdı. Parmak boğumlarımdaki izleri önemsemeden dudaklarını elime yaklaştırdı. Ayna parçaları yüzünden oluşan kesiklere baktı ve üzerlerine küçük küçük öpücükler bıraktı.

Sanki bana teşekkür ediyordu.

Sanki bu da onun kabullenişiydi. Geri dönemeyeceğini söylediği yola attığı ilk adımdı.

Dudakları bana her temas ettiğinde içim gidiyordu. Bu hissi nasıl açıklayabileceğimi bilmiyordum.

Gece ilerledi, o kollarımın arasındayken kötü şeyleri düşünmedim. Bu nasıl mümkündü bilmiyordum ama sakinleştirici görevi görüyordu üzerimde. Saçlarıyla oynamak onu mayıştırmıştı, benim için de bir çeşit terapi gibiydi. Baş ağrımı bile unutmuştum.

Uykusunda çok fazla hareket etmiyordu normalde. Görev için otelde kaldığımız gecelerin birinde yattığı gibi kalktığı bile vardı, hiç kımıldamamıştı ama bu gece, arada yanında olup olmadığımı yoklar gibi elini üzerime atıyor, bana sarılıyordu.

Ne kadar zaman geçtiği hakkında herhangi bir fikrim yoktu. Dakikaları kovalamayı bırakmıştım ve artık ben de saatlerden nefret ediyordum. Gecenin ortasında, kapı ses çıkarmamak için büyük bir özen gösterilerek aralandı. İçeri koridorun ışığı sızdığında gözlerimi kırpıştırıp kafamı yastıktan ayırdım kimin geldiğini görmek için. Yağmur hissetmiş gibi kıpırdandı, uyanacak sandım ama küçük bir ses çıkarıp yüzünü duvar tarafına döndü ve uyumaya devam etti.

"Biraz hava alalım mı?" diye fısıldadı Kaya. Omzunu pervaza verip gözlerini kısarak beni seçti karanlığın içinde.

"Yalnız bırakamam," dedim sesimi en alçak tonda tutarak.

"Bir on dakika Arda'yı dikeriz başına, zaten görmezse içi rahat etmeyecek."

"Çık sen," dedim. Beni çatıya çağırdığını biliyordum. Hava almak için ya parka bakan balkona ya çatıya çıkardık, çatı eserdi ve bunun beni kendime getireceğini düşünüyor olmalıydı. "İki dakikaya gelirim, yolla Arda'yı."

Başını sallayıp kapıyı hafif aralık kalacak şekilde çekerek dışarı çıktığında dirseğimi yatağa bastırıp Yağmur'a doğru eğildim. "13," dedim fısıltıyla. "Beş dakika kadar gideceğim, Arda gelecekmiş. Kaya'ya bağırmıştım ya masada, gönlünü alıp döneceğim hemen."

"Hım..." diye homurdanması sırıtmama sebep oldu.

"Gidiyorum bak."

"Hıı..."

Hâlâ uyuyordu ama bana cevap verdiğini sanıyor gibi bir hali vardı. Arda kapıyı aralayana dek Yağmur'u izledim, gece nöbetimi o devraldığında ise onun diğerlerinden daha çok mahvolduğunu gördüm gözlerinde. Arda hislerini pek saklayamıyordu, bir çocuk kadar hassastı ve bizim herhangi bir acımız, en çok onun acısıydı aramızda. Yatağa doğru birkaç adım atıp yere çöktüğünde sırtını yatağa yasladı.

"Git sen," dedi sadece. "Uyanırsa çağırırım, aklın kalmasın."

Sigara kokuyordu. Bu gece bir taneden fazla içmiş olmalıydı. Hafifçe eğilip saçlarını karıştırdım. "Eylül gitti mi?"

"Yatağımda ağlarken uyuyakalmış." Kafasını bana doğru kaldırdı. "Aynayı kırmışsın, eline sürmen için bir şeyler vereyim mi?"

"Yok," dedim. "Dönerim birkaç dakikaya."

Başını salladığında hızlı adımlarla odadan çıktım. Zaman kaybetmek istemiyordum. Odaların önünden geçerken Can'ı yatağında otururken gördüm. O da Eylül'ün nöbetini devralmış olmalıydı.

Merdivenleri aşıp çatıya çıktım. Esen rüzgâr şiddetliydi, ilk saniyeden bile titremişti içim. Kaya, başını kaldırmış gökyüzüne bakıyordu ben yanına çökerken. Varlığımı fark ettiğinde bana döndü yüzünü. Gözlerimi kaçırıp başka bir noktaya odakladım.

Onun yanından uzaklaşmak, senelerce kullandığım bir ilacı bir anda kesmek gibiydi. Tüm yaşananların ağırlığı üzerime çökerken nefes alamadığımı hissettim. Başına gelenleri, 7 Şubat gecesini, ben bugün yukarıda ortalığı birbirine katarken onun itin teki tarafından ellerinin bağlanmasını, o an neler hissettiğini ve nasıl korktuğunu düşündüm.

Çok öfkeliydim. Yanında öfkem dinmişti ama şimdi yeniden içim köpürüyordu.

Bir an önce o yatağın içine geri dönmek istedim yoksa bu hislerle baş edemeyecektim.

"Kusura bakma," dedim Kaya'ya. Bakmazdı, biliyordum ama bildiğim için bunu kullanma hakkım yoktu. Ne zaman Can ya da Arda öfkesini benden çıkarmak istese Kaya buna müsaade etmiyor, beni kolluyordu. Bense kendimi kaybettiğim an ona bağırmış, onu suçlamıştım. "Gereksiz yüklendim sana."

"Benden özür dileyesin diye seni buraya çağırmadım. Kaldır şu kafanı." Gözlerim çıkıntılı zemindeki tek bir noktaya odaklıydı. Düşünceler durmuyordu. Sesler susmuyordu. Hıçkırarak ağlayışı aklımdan gitmiyordu. "Görkem, bak bana."

Kaya'ya çevirdim başımı. Gözlerine bakmadım. Nefes alabileyim diye beni buraya getirmişti ama yüzüme vuran sert rüzgâr içimdeki alevi söndürmüyordu. Dinmeyecek bir öfkeyle doluydum. O öfkeden dolayı ellerim titriyordu. "Dokunmuşlar." Sesim zar zor çıktı. "Ona dokunmuşlar Kaya."

Yine ona çözüldüm.

Elini omzuma bastırıp bana doğru yaklaştı çatıda. Azalarak yok olma aşamasına gelen krizlerimin en şiddetlilerini yaşadığım dönemlerde yanımda o vardı. On sekizimden beri o el benim omzumda duruyordu. Desteği buradaydı, yanımdaydı ama bu sefer o da ne yapacağını bilemiyordu çünkü sebep ben değildim. Sebep sikik takıntılarım da değildi, çözemediğim matematik problemleri de.

Sebep öyle bir şeydi ki dile getiremiyordum. Benim dile getirmekten korktuğumu saniye saniye yaşamıştı Yağmur. Her an onun hafızasındaydı. Her sahne, her görüntü, her temas, her yara öylece duruyordu zihninin orta yerinde.

Nasıl nefes alıyordu? Ben alamıyordum. Ben gerçekten nefes almakta zorluk çekiyordum.

"On yedi saat," derken sesim, ellerimden daha çok titredi. Yumruklarımı sıktım. "On yedi saat dedi. Gördün, değil mi? O bakışı sen de gördün. Parmaklarıyla oynayışını gördün, sesinin nerede kısıldığını duydun. Çenesini nasıl sıktı, fark ettin değil mi Kaya? Fazlası var. Allah kahretsin. Bize anlattıklarından fazlası var Kaya."

"Sakin ol," dedi sürüklendiğim yeri bildiğinden. "Bana bak, nefes al hadi."

Dolu gözlerimi gözlerine çevirdiğimde her şeyi anladı. Benim söylemediklerimi de anladı. Bakışları endişeye bürünürken inanamaz gibi kaşlarını kaldırdı ve yüzünü yüzüme doğru yaklaştırıp yakından baktı gözlerimin içine. Karşılık veremeden gözlerimi kaçırdım.

"Ağrı kesici mi aldın?" diye sordu sitemle. "Yapmadım de." Hayal kırıklığının yanına her şeyin başa döneceği korkusu da eklenmişti. "Ah be oğlum."

"Hayatımda hiç böyle bir sancı çekmemiştim," dedim bozduğum yemin yüzünden suçluluk duyarak. "Beynim zonkluyordu amına koyayım. Dayanamazdım başka türlü. Kızma Kaya."

Yine verdiğim bir sözü tutamadığım için ben kendime oldukça kızgındım zaten.

Sinirlenmek yerine bakışlarının yumuşayışına şahit oldum. "Geçti mi?" diye sordu cevabın evet olması için içinden dua ederken.

"Hayır," dedim. "Azalıyor sandım ama dayanamıyorum. Bir kutu da içsem kesilecek gibi değil. Çok başka. Bu kadarı ilk."

"Sıkma kendini." Omzumdaki parmaklarını çektiğinde bileğimi tuttu. Parmaklarıma yaralar açmaya devam etmeyeyim diye yapmıştı. "Bak, daha beter olacak. Yapma gözünü seveyim."

"O aşağılık herifin elleri değmiş ona." Boğazımdaki düğümler yüzünden yutkunamadım. "Sol elinin işaret parmağındaki bene kadar hatırlıyor Kaya. Her detayı hatırlıyor. Kaç kez o on yedi saati yaşamıştır kafasının içinde? Düşündükçe deliriyorum."

"Her şeye rağmen başarmış," dedi. "Çok güçlü biri. Yalnız başına bile dimdik ayakta durmuş. Şimdi biz varız."

O an, ağlamaya başlamamı beklemiyordum. Sinirlenip gözümü sildim hızlıca, içim öyle çok yanıyordu ki yanağıma düşen gözyaşı bile ateştendi sanki. "Hiçbir şey gelmez elimizden." Avuç içimi kapattığım gözümün üzerine bastırdım. "Biz varız da ne yapabileceğiz sanki? Olan olmuş, biz yokmuşuz. O gecenin izini taşıyor lan omzunda. Biz buradayız diye silinecek mi? Kafayı yiyeceğim amına koyayım."

"Ağlama lan." Başımı tutup omzuna bastırdı. "Sıra sıra oturup hepiniz ağlayacaksınız, ben de izleyecek miyim? Siktirin gidin ya, burama kadar geldi yemin ederim."

Beni güldürme çabası bir karşılık bulmadı ama en azından başımı omzuna yaslamak iyi hissettirdi.

"Farkında mısın bilmiyorum," diye söze girdiğinde konuyu değiştireceğini anladım. "Ben sana hiç sormadım."

"Neyi?"

"Asya'ya karşı ne hissettiğini," dedi sakince. "Üstüne gelmedim, karşına geçip bir kez bile ona aşık mısın diye sormadım." Konunun nereye varacağını kestiremeden ona bakmaya devam ettim. "Çünkü hep bildim, kardeşim."

Onu susturmak istedim. Bu anın bunları konuşmamız için uygun olmadığını düşünüyordum ama Kaya eğer hiç sormadığı konuyu bugün, bu gece açıyorsa elbet bir sebebi vardı.

"Sen farkında değilken de ben biliyordum. Gerçi şu an farkında mısın, kabul ettin mi bunu kestiremiyorum ama Mete'yle onu kafede otururken gördüğümüz karlı günden beri ben her şeyi biliyorum. İlk gördüğün saniyeden bu yana bir kadını aklının köşesinde sürekli olarak yaşatıp durdun. Sebep bulamadın kendine, takıntı yaptın sandın hatta belki. Sadece burada olmasını istediğinden miydi gerçekten aklından çıkmayışı? O bu evde ilk kaldığı gün, senin ona gitmek için bu evden çıktığın an hatta, o zamandan beri bu konuşmayı yapacağımız anı bekliyordum."

"Bana bir şeyler söylememi ister gibi bakıyorsun ama istediğin şeyleri söylemeyeceğim," dedim omuzlarım düşerken. Beni ne kadar tanıdığı konusunda hiçbir şüphem yoktu, yine de bu şekilde konuşması işleri kötüleştirmekten başka bir şey yapmıyordu.

Ben henüz bugün içimde yeşerenleri sindiremiyorken o tohumun üç yıl önce içime ekildiğini duymak istemiyordum.

"Oturup inkâr etmemin kimseye bir faydası yok Kaya ama bilmediğimi biliyorsun. Benim daha önce hiç kimseye kalbimin böyle atmadığını biliyorsun."

Bunu duymayı beklemiyor olsa gerek, kaşlarını kaldırdı şaşkınca.

"Bu aşk mı demek, inan fikrim yok," diye devam ettim. Aptal değildim, dile getirmekten kaçınıyor olmam yapılan imaları anlamadığım anlamına gelmiyordu. Analizciler devamlı olarak laf çarpıtıp ortada bir şeylerin var olduğunu fark ettirmeye çalışıyorlardı bana. Ben zaten farkındaydım, sadece bir ad bulamıyordum bu şeye.

"Bu şekilde ifade edebilirmişim gibi gelmiyor. Onun bana hissettirdiklerini sanki bir tek o bana hissettirebilirmiş, benim ona baktığım şekilde dünya üzerinde kimse kimseye bakamazmış gibi geliyor. Dillere pelesenk olan aşk değil sanki yaşattığı, bu kadar basit değil, daha başka. Bunu bir ben yaşıyormuşum da kimse beni anlayamazmış gibi, öyle çaresiz kalıyorum işte karşısında."

"Ona söyle," dedi benimle dalga geçmeden, beni ilk kez böyle görüyor olmasına rağmen alaya almadan. "Ne olduğunu kendi başına çözmeyi bekleme, Görkem. Ona bir an önce söyle. Bana anlattığın şekilde anlat. Anlayacaktır."

"Ben ona hak ettiğini veremem." Acıyla gülümsedim. "Söylersem belki denemek ister. Bana inanır, istediği gibi biri olacağımı düşünür ama benden olmaz Kaya. Sen de farkındasın bunun içten içe."

"Bu yüzden istemedim," dediğinde neyi kastettiğini anladım ama içime sokacağı bıçağın dudaklarından çıkmasını bekledim. "Onun gelmesini istemedim, bize katılmasını hiç istemedim, soğuk yaptım ilk tanıştığımızda. Ben başıma geleceği biliyorum çünkü."

Canımın yandığını anlayınca dudakları iki yana kıvrıldı. "Asya kahvaltı masasında lafa dalmış, hevesli hevesli bir şeyler anlatırken senin bir elinin parmaklarının diğer elinin bileğini kavradığını görmüştüm. Gözlerin şaşkın şaşkın açılmıştı geri çektiğinde." Neredeyse sırıtır gibi gülümsedi. "Nabzını sayıyordun Görkem. Bu kadar hızlanması seni şaşırtmıştı. Anlam vermeye çalışıyordun. Geri zekâlı seni, kız dümdüz konuşsa bile mi bu kadar hızlanıyor kalbin?"

Gözlerimi kaçırışım onun için bir cevap niteliğindeydi.

"Aklını durduracak diye korkuyorsun," dedi yeniden aynı düz ifadesine döndüğünde. "Ben de bundan korkuyordum."

"Koskoca bir sayfayı sayılarla, harflerle doldurup bana bir denklem yaz. Ben bunu çözerim Kaya. Ama o benim gözlerimin içine bakıp iki kere ikiyi sorsa cevap veremeyebilirim. O an kere ne demek acaba lan diye bile düşünebilirim, anlıyor musun beni?"

"Çok fena yanmışsın ama ona bir adım bile ilerleyemiyorsun." Gözlerinde sıkıntılı bir ifade belirdi, çenesini sıktı. Bunu bir şey söylemek üzere olup vazgeçtiğinde yapıyordu bunu. Devam etmesini istediğimi belirttim. "Emin değilsen kendinden, ona boş yere yanaşma daha fazla."

Her şeyden öte, onu üzeceğimden korkar gibi baktı gözlerime. "Anla beni," dedi yanlış anlaşılmaya sebebiyet vermemek için. "Asya pek sevgi görmemiş, fazla yalnız bırakılmış. Sana kendini bırakmak için saniye sayıyor o kız, Görkem. O hazır, sana rağmen sana güveniyor. Eğer hak ettiğini veremeyeceksen yol yakınken dön." Bir anda kaşları çatıldı. "Yol da yakın değil ki artık amına koyayım," dedi derin bir nefes çekerken içine. "Üç yıl olacak neredeyse her şey başlayalı, istesen de uzak duramazsın ondan."

Birlikte geçirebilecekken ayrı yaşadığımız her dakika sanki yük yapıyordu omuzlarıma. Yaşayabilecekken yaşayamadığımız çok şey vardı ve şimdi benim yüzümden devamlı olarak bunlara yenileri ekleniyordu.

Bu kadar yarası olan birine iyi gelebilir miydim bilmiyordum. Farkında olmadan canını yakabilirdim, anlamadan ona yeni bir yara açabilirdim. Onun düşündüğü gibi düşünemiyordum ki ben. Kafam basmıyordu benim hislere.

Onu öptüğümü Kaya'ya söylemek istedim ama bunu önce Yağmur'la konuşmam gerekiyordu. Onun bu konuyu açacağı anı beklemeliydim çünkü ben açamazdım. Ne diyebileceğimi bilmiyordum.

Seni öptüğümde ne hissettin?

Bunu sorarsam sol kroşe yeme ihtimalim çok yüksekti ve gerçekten, yumruğu çok sağlamdı.

Bunun bile hoşuma gitmesi delilikten başka bir şey değildi. Kendi kendime gülümsedim.

"Evet," dedim. "Uzak duramam. Denedim, olmadı ama bu şekilde de gidemem ona. Öğrenmem gereken çok şey var."

"Elini çabuk tut." Beni uyarıyordu sanki. "O Arda gibi değil, vazgeçmeye karar verirse gerçekten vazgeçer. Bu yüzden ona gidebilmek istiyorsan acele et. Karşıma kaybettim diye gelmeni istemiyorum. Çekemem hiç seni."

Kaybedilecek ya da kazanılacak tüm savaşlar, onun dışında gerçekleşmeliydi. O, bu kaosun ortasına alabileceğim biri değildi. Benim aklımdakileri de etrafımdaki karışıklıkları da bir şekilde yoluna sokmam gerekiyordu önce.

İşte tüm bunları yapabilirsem zaferimi kazanacaktım.

"İyi," dedim avucumu çatıya bastırıp ayaklanırken. "Eteğindeki taşları döktüysen ben gidiyorum."

"Kurtlanıyorsun yanına dönebilmek için." Keyifle sırıttı. "Şuna bak, beş dakika uzak kalmaya tahammülün yok."

"Gülme." Ona arkamı döndüm ama kahkaha atmaya başladığı için gidemedim. "Uğraşma benimle," dedim omuzlarımı bir çocuk gibi silkip üzerine yürürken. İşaret parmağımı da kaldırıp sallamıştım.

"Aptal," dedi aynı keyifle. "Buraya geldiği ilk günden beri ne yaptığını bilmeden mal mal dolaşıyorsun etrafta. Geberiyorsun aşktan ama o her şeye çalışan kafan basmıyor işte buna. Çok gülüyorum ben sana yemin ederim." Kaşlarımı çattım ama o devam etti. "Sürüm sürüm sürünürsün İnşallah. Eğlence çıkıyor bana da. İyi oluyor yani. Böyle devam koçum benim."

Kaya, 13 beni öptüğünde ne hale geldiğimi görseydi eğer ömrünün sonuna kadar buna gülerdi. Benimle dalga geçmesine kızmam gerekirdi, kaşlarım da çatıktı fakat gülmemek için zor duruyordum.

Haklıydı, o buraya geldiğinden beri gerçekten ben ne yaptığımı bilmiyordum. Bir insanın başka bir insanın üzerinde bu kadar etkisi olması hiç mantıklı değildi.

"İniyorum aşağı ben."

"Koş koş." Bir kahkaha daha attı. "Git 13'üne."

"Gidiyorum 13'üme," dedim ben de onun gibi alayla. Sonra bu sahiplik eki adımlarımın bir anda durmasına neden oldu. Kaya bunu da fark edip iyiden iyiye gülme krizine girdi.

"Sen bu aşamada bu haldeysen bir ilişkiye başlarsanız diye ben ambulans bulundurayım kapıda." Gerçekten sinir bozucu birisiydi. "Hayır mesela kız seni tutup öpse ne hale geleceksin kim bilir. Önlem almak lazım."

Olduğum yere mıhlanırken yeterince düşünmemişim gibi durup bir kez daha o anı düşündüm. "Lan!" dedi Kaya. "Öptü mü yoksa?"

Ona bir cevap vermek için bile arkamı dönmeyişimle birlikte şaşırarak ayaklanmaya çalışırken bir kez daha aynı soruyu sorarak darladı beni.

"Eşekler öpsün seni," diye mırıldanarak merdivenin olduğu kısma adımladım.

"Oha öpüştünüz yani!"

"Siktir git Kaya!"

"Ulan Görkem, ulan Görkem..."

Devamında ne dediğini duymadım çünkü kaçarcasına hızlanmış, çatıdan inmiş ve diğer merdivenlere ilerlemiştim. Yeterince hızlı olursam Kaya beni yakalayamazmış gibi koşturarak, sonra ne yaptığımın farkına varınca gülme krizine girerek hole vardım.

Can telaşla odasından fırlayıp güldüğümü görünce bana uzaylı görmüş gibi baktı.

"Bu aşağılık yerde ne olduğunu artık ben bile çözemiyorum," dedi gözlerini devirerek.

"Seni de eşekler öpsün." Bunu söylemeye çalışırken gülmekten nefes alamamıştım. Kesik kesik çıkmıştı kelimeler ağzımdan.

"Beni korkutuyorsun... Kaya sana ne yaptı böyle?"

Asıl komik olan, gerçekten Can'ın korkmuş görünmesiydi. Muhtemelen dışarıdan sinir krizi geçiriyor gibi duruyordum. "Çok konuşma," dedim bir yandan da elimle onu geçiştirerek. "13'ümün yanına gidiyorum. Siz de yatın uyuyun. Halledeceğim ben her şeyi."

"Yine neyi halledeceksin akıllı?" dedi, artık korkmuş değil şaşkın görünüyordu. Kullandığım eke o takılmamıştı, 13'ün zaten çoktan benim olduğunu kabul eder gibi bir hali vardı.

"Can," dedim sakince. "İyiyim, iyi olacağız. Takılma bana. Eylül Arda'nın yatağında yatmış, Arda salonda yatacaktır. Sen Arda'yı yalnız bırakma. Kaya da senin yatağında Eylül'ün başında durur. Tamam mıdır? Yatın hadi hepiniz. Uykuya ihtiyacımız var."

"Sen uyuyabilecek misin peki?"

Muhtemelen bütün gece Yağmur'a bakıp onu öptüğümü düşünmeye devam edecektim ama bunu ona söylemedim. "Deneyeceğim." Uzanıp omzunu sıktım. İçimizde her daim birimizin aklının başında olacağını bilmek bana güven veriyordu. Can benim için güvenli bölgeyi temsil ediyordu.

Kaya da mayınlı bölgeyi. Diken üstündeydim. Her an bu ikisi öpüşmüş diye merdivenlerden inebilirdi beni ve Yağmur'u kastederek.

Yalan değildi, öpüşmüştük.

Ben gerçekten kafayı sıyırıyordum.

"İyi geceler Can," dedim çünkü daha fazla uzak kalamazdım, o odaya dönmem gerekiyordu.

"Teşekkürler ve iyi günler Görkem," dedi. "Bir şey olursa beni uyandırabilirsin."

"Bir şey olmayacak." Ona güven vermezsem bütün gece gözüne uyku girmeyeceğini biliyordum. "Yarını güzel bir gün yapalım tamam mı? Kasvetli bir hava istemiyorum."

"Bizde o iş."

Yanından ayrılıp hızlı adımlarla nefes alabileceğim o odaya döndüm. Arda'dan görevimi teslim aldım. Elini tutup Arda'yı ayağa kaldırdım ve kısa bir sarılış gerçekleştirdik. O da odadan ayrıldığı an yeniden yatağın içine girdim yavaşça.

"Geri geldim," diye fısıldadım Yağmur'un üzerine eğilip. Kapalı göz kapakları balon gibi şişmişti. Bir elini başının altına almış, dudakları hafif aralık bir şekilde duruyordu ama huzurlu göründüğünü söyleyemeyecektim. Alnına yapışan saç tellerini tek tek düzelttikten sonra elimi geri çekmem gerekirdi ancak ben, işaret parmağımın sırtını yanağında dolaştırdım. "Yanından gitmek istemedim ama diğerlerini de bir kontrol etmem gerekiyordu. Liderlerin sorumlulukları vardır."

Yanağındaki en büyük çil, elmacık kemiğinin üzerindeydi. O kısmı okşadım. "Ama hemen geri geldim. Koşarak geldim hatta." Kendi kendime güldüm. "Bir daha gitmeyeceğim."

"Görkem..." diye mırıldandı uykulu sesiyle. Elini yüzünde dolaşan elime götürüp parmaklarımı tuttu.

Yüzüne doğru eğildim. "Buradayım. Söyle."

"Ne konuşup duruyorsun başımda?" Ettiği sitem beni güldürürken gözlerini hâlâ aralamamıştı. Kelimeler homurdanışlar şeklinde çıkıyordu dudaklarından.

"Bana sırtını döndün," dedim gülümseyerek onu izlerken. "Çok uzak kaldık. Rahatsızım bu durumdan."

"Hıı..." dediğinde bir aydınlanma yaşamış gibi kafasını da salladı. "Öyle desene." İç çekti derin derin. Başının altındaki elini kurtardı ve sırt üstü yatar pozisyona geçti. Elini karnımın üzerine atıp nerede olduğumu tespit etti gözleri kapalıyken. Sonra parmaklarını sürterek yukarı çıkardı, göğsüme dokundu. Ardından başını kaldırıp göğsüme yasladı.

İlk defa bu haline tanık oluyordum. Her haline tanık olma isteği uyandırıyordu içimde. Yeniden kolumla destekledim başının altını. Kolunu üzerime atarak karşılık verdi ve kaldığı yerden uyuklamaya devam etti.

Sanki az önce Kaya'nın yanında ağlayan ben değilmişim, öfkeden delirmemişim gibi burada, onun yanında iyi hissediyordum. Hiç sahip olmadığım bir huzura sahiptim bu yorganın altında. "Ben takıntılı bir adamım," dedim fısıltı gibi bir sesle. "Ya benimle uyumanı da bir takıntı haline getirirsem?"

Bunu daha önce yaşamıştım. Onunla otelde kaldığımız birkaç gün, bu şekilde olmasa da yan yana yatmıştık ve o günlerden sonra kendi yatağıma yatak diyesim bile gelmemişti.

Başını yukarı doğru kaldırdığında bana bir şey söyleyecek sandım. Durup bekledim ama o, başını boynuma gömmeyi tercih etti. "Üşüdüm."

"Üşüdün mü?" Bu kadar telaş yapmamı ben de beklemiyordum. "Getireyim mi bir şey üzerine?"

Elini kaldırıp boynuma dokundu, sonra kolumu sıktı. "Gitme yine," dedi. "Soba gibisin." Elleri buz kesmişti, bana dokunduğunda anladım. Avucunu ısıtmak için ellerimin arasına almayı düşünürken o kendine başka bir yol seçti. Tişörtümden içeri soktuğu elini karnıma yasladı bana tutunur gibi.

Beklemediğim bu temas bana fazla geldi bir anda. Aklım kaydı. Hareket edemedim bir süre. Uyanıktı da beni mi sınıyordu? Daha önce fazlaca sınamışlığı vardı çünkü. Birkaç saat geçmişti sadece üzerinden.

Gülümsediğini hissettim.

"13, uyanıksın şu an değil mi?"

Mırıldanır gibi bir ses çıkarttı. Sesi bile gülümsüyordu. "Eğlen sen." Somurtmayı denesem de karnımın üzerindeki parmakları hareket edince nefesim kesildi. "Herkesin maskarası oldum zaten," dedikten sonra ağzımın içi kuruduğu için yutkunmam gerekti. "Bir de senin olayım. Sorun yok."

"Ol," dedi sadece. Parmaklarını sürterek soluma, geçmişte Ros'un açtığı bıçak yarasına getirdi. Benim ona yaptığım gibi o da yara izime dokunmak istemişti sanki.

"Teşekkür ederim," diye fısıldadığını duydum. Nefesi boynuma çarparken söylediklerini idrak edebilmem büyük bir başarıydı. "Bu gece burada kalışını ölsem unutmam."

İsterse her gece burada kalabilirdim.

"Ama bana bu şekilde dokunmaya devam edersen sabahı görebileceğimi pek sanmıyorum," diye itiraf ettim. Hareket etmemek için kendimi sıkıyordum. Karın kaslarım elinin altında gerilmişti. Ben onunkileri hâlâ görememiştim ne yazık ki.

Dünya üzerinde daha fazla merak ettiğim bir şey yoktu son zamanlarda.

"Hoşuma gidiyor." Yine gülümsüyordu ama gözleri kapalıydı. Onu gülümsetebildiğim için çok mutluydum. Ben de sırıtıyordum.

Asya Yağmur Tunçbilek benim sınavım, zaferim ve daha birçok şeyimdi. Boğazımdaki yumrunun da yüzümdeki gülümsemenin de sahibi oydu.

"Sen de benim hoşuma gidiyorsun," dedim bir kez olsun susmak istemeyerek. "Dengemi mi bozacaksın? Boz. Ayarlarımla mı oynayacaksın? Oyna. Yak yık, geç seyret. Benim limana varmamı bekleme, gel denizi alt üst et. Sana çapa derken saplanıp kalanın ben olacağımı hesap edememiştim Yağmur. Kaç düğüm attın sen benim kalbime? Ne sayabiliyorum ne çözebiliyorum."

"Seni sen yapan ne varsa buna engel mi oluyorum?" diye sordu son cümlemin üzerine. Uyku sersemi oluşunun da etkisiyle ses tonu içimi eritecek kadar masum çıkmıştı.

Onu yine zarar ziyan saydığımı, sitem ettiğimi düşündü. Çok yanılıyordu, hiç alakası yoktu.

"Beni ben yapan şey uzun zamandır sensin zaten."

•⚓•

On üç düğüm, sıfır çözüm.

Görkem Duman tamam, öptün Asya'yı. En çok sen öptün, şahidiz hepimiz. En çok da senin 13'ün, ikna olduk biz.

Asya'nın Görkem'i böyle bir gecede yanına kabul etmesinden mi yoksa Görkem'in içinde ad bulamadığı hisleri kabul etmesinden mi başlasam bilemiyorum.

Görkem, Kaya'nın da dediği gibi fena yanık gördüğünüz üzere. Yağmur'a tutulmuş, saplanmış, kalmış.

Bunları söyleyebiliyor ama aşk diyemiyor, öğrenecek büyüyünce. Bekliyoruz sabırla.

Bu arada Görkem Asya'yı öptü teşekkürler ve iyi günler.

Bir kere gülümseyip öyle gidelim :)

🔵🤝🔵

Yorumlar

Yorum Gönder

Popüler Yayınlar

36. "Çatlaklar ve Kırıklar"

55. "Geri Sayım"

35. "Görülme İhtiyacı"