27. "Akıl Oyunları"
Başlamadan önce, doğum günün kutlu olsun rubamsalepe Sen olmasan belki de yazdıklarım hiçbir zaman başkalarına ulaşmayacaktı 🤍
XIII
Bölüm şarkıları:
Britney Spears, Toxic
Britney Spears, Circus
Little Mix & Nicki Minaj, Woman Like Me
♟️🎭
İkiz çığlıklar, ikiz yıldızlar, ikiz ipler
Dikişsiz yaralar ve ruhu kayıp sahipler.
•⭐•
V.V. :
(Hayır, yanlış anlamadınız)
(Evet, V anlatacak)
Kapat gözlerini. Aç gözlerini. Hızlıca al nefesini ve yavaşça ver nefesini. Önce bir şey yap, sonra onun zıddını yap. Hayat abartıldığı kadar değil, tam da bu. Zıtlıklarla dolu.
Hayatta kalmak için tüm bu zıtlıklara mecbursun fakat gün gelir, sen de eşini bulursun. Her siyaha bir beyaz, her kötüye bir iyi gerekir ve savaşmayı bilirsen, gerisi bir şekilde gelecektir.
Sol elimin işaret ve orta parmağı arasına kadehin sapını sıkıştırmıştım. Sağ elimin aynı parmaklarıysa sigara tutma işlevini görüyordu. Sigaramı bırakmadan aynalı komodinin üzerinde dizili duran şarap şişesini kavradım avucum ve diğer parmaklarımla. Şişeyi eğdiğimde kadehin içi kırmızı şarapla dolarken sigaramın ucundaki kül uzuyordu. Yere dökülmesine izin vermeden şişeyi yerine koydum. Son bir nefesi daha içime çekip gümüş renkli küllüğe bastırarak söndürdüm sigaramı.
Elimdeki şarap kadehiyle yatağımın üzerinde açık duran bilgisayara doğru ilerledim. Siyah saten çarşafın üzerine bir bacağım kalçamın altına gelecek şekilde oturduğumda pürüzsüz bir soğukluk işledi üzerimdeki şortun açık bıraktığı tenime.
Kadehi dudaklarıma yaklaştırmadan önce başımı geriye atarak yatak başlığına yasladım ve etrafımdaki gürültünün yok olmasının tadını çıkardım bir süre. Gözlerimi yeniden açtığımda bir kısmı yerde duran, bir kısmı yatağa tutunan morun en koyu tonuna sahip yorgana baktım. En sevdiğim rujumla aynı rengi taşıyordu, tonları tutsun diye saatlerce aramıştım onu internette.
Bilgisayarı kucağıma alacağım sırada kapı sertçe açıldı. Bu kapıyı bana seslenmeden böyle açabilecek tek bir kişi vardı. Bu yüzden gözlerimi o tarafa çevirme zahmetinde bulunmadan şarabımdan bir yudum aldım.
Kapalı olan lambayı açtı. Dokunarak değil, avuç içini sertçe duvara geçirerek yaptı bunu. Sonra aynı sertlikle vurarak kapadı ışıkları. Birkaç kez bunu yapmaya devam etti. Beni sinir edip dikkatimi üzerine çekmeye çalışıyordu Hermes.
Ona bakmama inadımı sürdürdüm. Hiç burada yokmuş ve benim de çok işim varmış gibi klavyeye yerleştirdim parmaklarımı. Tuşlara bastım ama anlamlı bir şeyler yazmıyordum.
"Söndür şunu," dedi Hermes arkasından kapıyı kapatırken. Gözleri hâlâ benim üzerimdeydi.
"Söndürdüm zaten." Sigaramı kastettiğini biliyordum. Sigara içmemden hoşlanmıyordu, halbuki aynı anda başlamıştık bunu yapmaya. Kırmızı şarabın tadına ilk baktığımda da yan yanaydık çünkü o şişeyi birlikte çalmıştık. "Sen de ışıkları söndür."
Beni duymazdan gelip sinirden delirmemi bekleyerek devam etti ışıklarla oynamaya. Gerçekten sinirim bozuluyordu, yine de sakinliğimin onu daha çok delirteceğini bildiğimden tepkisizce bilgisayarımla uğraşıyordum.
Adımlarını odanın içine doğru attı. Dolabımın kapaklarını açtı, raflara baktı. Tüm bunları canı sıkıldığı için yapıyordu. Dolabın kapaklarını sertçe kapattığında ona kızacağımı bildiği için yüzüme çevirdi başını. İlgisizliğimi sürdürerek önümdeki ekranda beliren random harflere bakmaya devam ettim.
Sonra bir anda parkenin üzerine çöktü ve şınav çekmeye başladı. Dudaklarımın arasından çıkan küçük ses, güldüğümü anlamasına neden oldu. Daha fazla dayanamayarak gözlerimi ona çevirdim. "Çürük yumurta, ne yapıyorsun şu an?"
"Benimle ilgilen." Bir çocuk gibi çıkan sesi, hızlı hızlı şınav çekiyor olduğu için belirginleşen kaslarına oldukça tezattı. Ona sürekli dar giysilerin yakışmadığını söylerdim. Beni asla dinlemez, sırf o kasları belli olsun diye nefes almakta zorlanacağı kadar üzerine yapışan tişörtler giyerdi. Aslında bu nadiren olurdu çünkü gömlek giymek zorunda kalırdı genelde. Seçim şansı pek yoktu.
"Sıkılıyorum," dedi. Şınav çekmeye devam ederken yüzünü yüzüme doğru kaldırmıştı. Hızına rağmen hiç zorlanmıyordu hatta şov olsun diye kendini fazlaca yukarı itip avuç içlerini birbirine çarptı. Daha fazla güldüğümde gülümseyip kendini yana doğru atarak sırt üstü döndü.
Şarap kadehimi baş ucumdaki komodine bırakırken bilgisayar ekranını da kapattım. Sürünerek yatağıma yaklaşıp tırmandı. Bir bana böyleydi, bir ona böyle olabiliyordum. "Odan ne dağınık," diye takıldı. Düzeni sevmezdik. Düzenden bıkmıştık. Sıkı bir otoritenin içinde yetişene dağınıklık sığınak olurdu.
Bedenine tam uyan bir takım elbisenin içinde, ütülü gömleğiyle bile olsa onun saçları hep dağınık olurdu mesela. Bu onun isyanıydı, bilirdim. Sadece ben bilirdim. Kaşındaki çizik bile bir isyandı. Düzgün görünmek istemiyordu. Ona uydurulan kılıfı sevmiyordu. Hiç sevmemişti.
"İyi misin?" O soru dudaklarımdan döküldüğünde sesimin saçtığı zehir üzerimize yağdı. Bu hayattaki her şeyde çok iyi olmuştuk ama hiçbir zaman iyi hissedebilmeyi başaramamıştık ikimiz. Başlangıcın ve sonun, yani benim ve onun iyi olmaya iznimiz yoktu.
"Kullanmak istiyorum." Kimi zaman attığını hissedebilmek için elimi üzerine bastırdığım kalbimin aleve verildiğini hissettim. İçim çekildi, içim gitti, dönüşmeye zorlandığı bu bağımlı adam yüzünden içim ona ağlamaya başladı. "Uyuşma isteği var içimde. Sakın izin verme, durdur beni."
"Hermes." Bunu söylemek bile dilimden tiksinmeme neden oluyordu. Adı bu değildi, adım bu değildi. İsimlerimizi bile çalmıştı birisi. Başımı iki yana salladığımda "Mahşer," diye fısıldadım. Gözlerini sımsıkı kapattı. Sadece benden duyabiliyordu adını artık. Yasaklıydı. Kimse duymamalıydı ama bazen, yaşadığımızı hatırlayabilmek için birbirimize isimlerimizle seslenirdik gizlice. Bizim sırrımızdı. "İzin vermem. Şarap ister misin?"
"Asıl çürük sensin," dedi dudakları alayla yukarı kıvrılırken. Oynadığı roller yüzünden oyunculuğunun geliştiğini sanıyordu fakat ben, acının izini nerede görsem tanırdım. "Elli tane şişe sende var, yüz elli tane bende. Oturup uyduruk bir şarap içiyorsun. Damak zevkin yok senin."
Ona dilimi çıkarttığımda geniş yatağımın üzerine yüzü bana dönecek şekilde yanlamasına uzandı. Dirseğini yatağa, çenesini avucuna yasladı. Ben de belinin üzerine uzattım ayaklarımı. Bu hareketim tüm eksilerimize rağmen tepeden bir artı şeklinde görünmemize neden olmuştu. "Ne yapıyordun?" diye sordu sanki merak ediyormuş gibi.
"Sen içeri girene kadar oldukça huzurlu dakikalar geçiriyordum." Gülümsemesi genişledi sitemime. Yüzünü gözünü dağılmış görmeye alışıktım ama uzun süredir bu yaşanmıyordu. Geçen geceyse bir kavgaya karışmış, Azul Oscuro'dan yumruk yemişti. O lacivertli adamı hiç sevmiyordum ve o, benden daha çok sevmiyordu.
"Aç mısın?" Elini, belinin üzerinde duran ayak bileğime sardı. Soğuk soğuk terlerdim hep, bunu bildiğinden kontrol etmek istemişti. Tenimdeki soğukluğu hissedince kolunu geriye doğru uzattı ve yere düşmek üzere olan yorganı alıp bacaklarımı örttü. Güven, benim için oydu. Bu kadardı tanımı.
"Bana abilik mi yapıyorsun?" diye sordum kaşlarımı çatarak. Aramızda sadece dört dakika vardı. Sonun ve başlangıcın arası dört dakikaydı. Doğum anında bile onu önden yollamış, dışarısının güvende olduğunu hissedince peşinden gelmiştim. "Gözlerimi yaşarttın gerçekten."
"Koskoca dört dakika." Ettiği tebessüm, yüzündeki kirli izlerin hepsini alıp götürdü. Sevgi de benim için oydu. Ondan ibaretti. "Ne zaman kabulleneceksin abin olduğumu?"
"Enayi." Ayağımla belini dürterken gülüyordum. "Başıma bir şey gelir mi diye garantiye alıp önden seni yolladım. Kendini bir şey sanma. O zaman bile daha zeki olduğum belliymiş."
"Celladına saplantılı biri için fazla iddialı sözler bunlar." İması, gözlerindeki hep başkalarına yanan ateşi benim için de yaktı. Öfkelendiğini hissettim. Bu mevzu onu çok fazla öfkelendiriyordu. "Uzak duruyor musun o adamdan? Söz vermiştin."
"Söz vermedim," dedim kesin bir dille. "Ayrıca sen beni bırak da Selma'yla ne kırıştırdığından bahset istersen."
Nereden haberim olup olmadığını sormadı. "O bir yılan." Bundan nefret eder gibiydi. Genel tavrı buydu aslında. Selma'ya özel değildi. "O, yükselebilmek için her şeyi göze almış. Gözünü hırs bürümüş manyağın teki."
"Yatmasaydın o zaman." Selma arkadaşım sayılabilecek tek kişiydi ya da öyle olduğunu sanıyordu. Mevzu bahis bensem Hermes hariç hiç kimse hiçbir şeyden emin olamazdı hakkımda.
"Yılanın başını erkenden ezmen gerekir."
Cevabıyla birlikte yüzüme tiksinen bir ifade yerleştirdim. "Bu muhabbet fazla açık bir hale geldi. Kimin neyini ezdiğini bilmeme gerek yok bence."
Onunla dalga geçtiğimi anlayınca belinin üzerinden ileriye uzattığım ayaklarımı sertçe ittirdi. Dengem sarsıldı, neredeyse düşecektim. Aynı anda sesli bir şekilde gülmeye başladık. "Fesat, nasıl oraya çekebildin söylediğim şeyi?"
Omuzlarımı kaldırıp indirirken yeniden ciddileştim. "Nasıl oldu bu?" diye sordum. Detaylarını değil, bu aşamaya nasıl gelindiğini öğrenmek istemiştim.
"Bana sürekli iş atıyordu." Birkaç defa buna kendi gözlerimle şahit olmuştum. Selma hırslıydı ama benim karşımda hiç şansı yoktu, onu bir tehdit olarak görmemiştim. İkizimi yatağa atması ise tahminimden ilerisini göze aldığının kanıtıydı. "Resmen flört ediyordu benimle, sen de gördün."
"O herkesle flört eder." Abisini Piramit için kendi elleriyle parmaklıkların ardına gönderen biriydi o kadın. Yapacağı bir şeyin beni şaşırtma olasılığı giderek düşüyordu. Her riski alabilirdi. Her şeyden vazgeçebilirdi güç için. Yine de ellerini en değerlime sürmemeliydi.
Bu sabah kapısının önünde bulduğu Heracleum mantegazzianum, ona mesajımı iletmiş olmalıydı. Ağlayarak beni ne yapacağını sormak için aramadığına göre dev tavşancıl otlarını benim gönderdiğimi anlamış ve dokunmamıştı tahminlerime göre. Bir daha kardeşime elini sürmeye kalkarsa onu o otlarla boğardım, gereken uyarıyı aldığına emindim.
"Onunla yatmam seni rahatsız etmiş," dedi gözlerini kısarak. "O kadını sevdiğini sanıyordum. Güvenmesen şu adamdan da haberi olmazdı, değil mi?"
"Arkadaşım olması onu öldürmeyeceğim anlamına gelmez." Şarap kadehime uzanıp büyük bir yudum aldım ve geri bıraktım. "Duracağı yeri bilmeli. Sen de duracağın yeri bilmeliydin. Resmen kullanmış seni."
"Beni kimse kullanamaz." Tek bir istisna olduğunu ikimiz de biliyorduk ama tek kelime etmedik bu konu hakkında. "Önünde sonunda bir gece geçireceğimiz belliydi. Ben de tarihi erkene çektim kıvranıp durmasın diye. Peşimi bırakmayacaktı başka türlü. Her ne planladıysa alamadı istediğini. Uzaktan uzaktan dik dik bakıyor şimdi gördüğü her yerde. Yani diyeceğim o ki, al arkadaşını başımdan."
"Bana ne?" dedim bir tarafım onu toprağın altına gömmeye oldukça sıcak bakarken. "Yüz vermişsin, uğraş dur şimdi."
"Neyse," dedi geçiştirerek. "Beni bir kenara bırak da şimdi esas meseleye dönelim."
"Neymiş esas mesele?"
"Can." Bu ismi onun ağzından duymak damarlarımdaki kanı dondurdu. Ondan nefret ediyordu, sürekli herif diye bahsedip uzak durmamı söylüyordu ama bu defa ismini telaffuz ederken sanki nabzını parmaklarının arasında tutuyor gibiydi. "Bir kez daha konuyu değiştirmeye çalışma, beni ciddiye al."
"Sen kendi meselelerinle ilgilen." Sesim soğuk çıkarken elimi gözüme doğru götürmüş, dün gece yediği yumruğu işaret etmiştim. "Benim işime karışma."
"Bunu duyarsa hiç hoşlanmaz." Adını kullanmasına gerek yoktu, kimden bahsettiğini anlamıştım. Soğuk, iliklerime kadar işledi. Devam etmesini istemedim. "Şimdilik haberi olmayabilir ama eğer işler istemediğim şekilde giderse bu durumu ona söylemekten çekinmem."
"Beni tehdit mi ediyorsun?" Gözlerimi nefret bürüdü. Bunu yapmaması gerektiğini bilirdi. Damarıma bu şekilde basmaması gerektiğini öğrenmiş olmalıydı. "Beni o adamla mı tehdit ediyorsun?"
"O herif için," dedi Can'ı kastederek. "Babamı karşına almana değer mi?"
"Birincisi..." Dişlerimi sıkarken sesimi sabit tonda tutmaya, onun benim ikizim olduğu gerçeğini unutmamaya çalıştım. İleriye uzattığım bacaklarımı kendime doğru çekerek aramıza mesafe koydum. "Benimle bu ses tonuyla konuşmaya devam etme, ben senin itlerinden biri değilim." Derin bir nefes aldım. "Ve ikincisi... Değer. O, belki de her şeye değer. Var mı başka sorun?"
"Sakın." Başına gelmesinden korktuğu bir şey vardı, o şeyin kıyısında dolaştığımı hissediyordu. "Sakın ona aşık olayım deme. Aşk öldürür. Duydun mu beni? Onu parçalarım, yok ederim ve oldukça ciddiyim her kelimemde. Seni kaybedemem. Anlıyor musun?"
Korktuğunu biliyordum. Babamdan bile korkmamayı öğrenen o adamın beni kaybetmekten ölesiye korktuğunu ben biliyordum. Üzerine atlamıyorsam sebebi buydu.
"Senin kimsen benim." Gözlerinin içine baktım. Bunu kabullenişini gözlerinde gördüm. "Ama eğer," dediğimde sesimin silahları vardı ve tüm namluların ucu kardeşime çevriliydi. "Can'a dokunacak olursan seni kimsesiz bırakırım."
Ciddi olduğumu gördüğü an olayın düşündüğünden çok daha derin olduğunu anladı. Etraftaki işlerle uğraşırken bir kere dönüp bana bakmadığı için anlamaması normaldi. Beni görmüyordu. Beni kimse görmemişken Can görmüştü. Herkesin aksine, onun odağında sadece ben vardım.
"Eğer," diye devam ettim içimde yükselen ateşi bastıramadan. O ateş, genetiğime işlenmişti. O ateş bize babamın mirasıydı. "Ona zarar verirsen veya zarar görmesine sebep olursan, elinden aldığım enjektörleri boynuna saplarım. Beni buna itme, Hermes. Çünkü yapabileceğimi biliyorsun."
"Sen kafayı yemişsin." Yattığı yerden kalkarken bir hayal kırıklığı ya da bir üzüntü yoktu bakışlarında. Düz, ifadesiz, ruhsuzdu. "Ben hislerin bir kadını günden güne nasıl öldürdüğünü oturup izledim. Ben gördüm, ben tanık oldum saniye saniye. O kadın, benim gözlerimin önünde devirdi çıktığı tabureyi. Bir tabureye çıkmanı izlemeyeceğim. O ipi boynuna geçirmene müsaade etmeyeceğim."
Aynı kadını ben de izlemiş, görmüş, intiharına tanık olmuştum. Ellerinin titreme aşamasına geldiğini fark edince kendimi dizginledim ve yine onu benden daha çok düşündüm. "O ipi boynuma geçirmiyorsam bu sen varsın diye." Bakışları bir anlığına yumuşadığında benim için dünyayı karşısına alabilecek o adam geldi yine karşıma.
"Ben senin gibi değilim," dedim. "Ben bana biçilen rolü oynarken etrafıma alevler saçmam, ben yakıp yıkmam, ben elimdeki gücün varlığından senin kadar keyif almam." Güçten nefret ettiğini söylerdi, etmediğini yüzüne vuruyordum ve sessiz kalmaktan başka şansı yoktu. İnkâr edemezdi çünkü. "Benim öfkemi görmek istemezsin."
Bir şeyler diyecekti ki sustu.
"Yıllar sonra bir şeyden keyif alıyorum." Duymaktan nefret etse de sessiz kaldı ve lafımı bölmedi. "Yıllar sonra içimde bir his var. Bu hissi elimden alma."
"Plan aynı mı?" diye sordu buz gibi bir sesle. Dışarıdan bunu duyan onu katil ve beni kurban sanabilirdi. "Kuzey," dedi. "Anlaşmamız geçerliyse ve onu bana bırakacaksan sırrını tutmaya devam edeceğim."
"Sana bir sır verirsem bunu koşulsuz şartsız tutacaksın zaten son nefesine kadar," diye mırıldandım. "Ve beni bir daha babamla tehdit etmeye kalkarsan kozların tek taraflı olmadığını hatırla, abiciğim."
Son kelimeyi her zamanki gibi alayla söylemiştim. "İleri gittim," diye kabul ederken omuzlarını düşürdü. Yola gelmemişti, onu yola getirmiştim. Bu benim karakterimin en keskin bıçağıydı. "Tek derdim zarar görmemen. Beni anlıyorsun ve hep anlayacaksın değil mi?"
Bu bizim küçücük bir çocukken itilen o taburenin önünde verdiğimiz sözdü.
"Seni anlıyorum ve hep anlayacağım," dedim ezberden. "Ve hiçbir şey bizim suçumuz değildi," diye devam ettim. Taşa çevrilmeye çalışılan kalplerimiz bu cümlemden sonra bir kez attı ve tekrar durdu aynı anda. O görüntü gözlerimizin önüne geldi. Aynı anda gözlerimizi kırptık ve birbirimize, aynı kaderin iki mahkumu olarak baktık.
"Ben uyuyacağım." Yalandı. Yataktan kalktığında bir şeyler daha söyleyecekmiş gibiydi ama susmayı tercih etti.
"Ne yaparsan yap ama kendini uyuşturma." Ben de ileri gitmiştim az önce. Bir bağımlıya dönüştürülmesi yeterince acı çekmesine sebep olmamış gibi onu bu konuyla vurarak acısını on katına çıkarmıştım. "Gerekirse yanımda uyu ama damarında bir yol daha açılmasın."
"Söz." Öylece çekip gitmeye içi el vermediğinde geri döndü. Yatakta oturuyordum ve yanımda ayakta dikiliyordu. Başımı göğsüne doğru çekip saçlarımın üzerine yasladı çenesini. Sarılmıyordu, avucunu sertçe yanağıma bastırarak diğer yanağımın ona yapışmasına sebep oluyordu sadece. "Sen de ağlama," dediğinde sesi gülümsüyordu. "Oyuncağını elinden almayacağım."
Bütün kuklaların iplerini parmaklarımıza bağlayıp kırmızı bir perdenin arkasında oynatarak büyüdüğümüzden Can'ı bir oyuncak olarak görmediğimi anlayamıyordu. Onun da zayıf tarafı buydu. Herkesi küçük, kendini üstün sanıyordu. Kabul etmekten nefret etsem de bu babama en benzeyen huyuydu.
Benim farkımsa diğerlerinden farklı birini gördüğüm an bunu anlayabilecek kapasitede oluşumdu. Hak edene hak ettiği saygıyı verirdim, ki bu çok nadiren olurdu ve Can'ın bir kukla olmadığını ilk bakışta anlamıştım.
"İyi geceler." Elinin üzerine elimi koyup parmaklarını sıktım. Saçlarımı karıştırarak dağıttıktan sonra odamda beni yalnız başıma bıraktı.
Başımı geriye doğru yatırdığımda tavana bakmaya başladım. Kaybettiklerimiz geçti gözümün önünden. Yanında kazandıklarımızın hiçbirinin önemi yoktu. Günün birinde elimdekilerle yetinip köşeye çekilmeyecektim. Benim için asıl güç sahip olduklarım değildi. Asıl güç olağan sisteme baş kaldırmak, özgürlük için savaş açmaktı ve ben bunu başarabilirsem, onu tahtından indirmek için ucunda canım olan bir kumar masasına oturmaktan çekinmeyecektim.
Elimin kolumun bağlı olduğu hissi bir çığ gibi büyüdü içimde. Hisler çığırından çıktı, öfke alevlendi ve aynanın önündeki şişeleri tek tek duvarla buluşturma isteğiyle doldum. Nefes alamadığımı hissettiğim anda bilgisayar ekranıma bakakalmama neden olan bir bildirim düştü.
Bilgisayarımı kucağıma alıp saçlarımı gözümün önünden çektim ve yanlış görüp görmediğini anlamak için bir kez daha baktım.
Gönderilen formdaki harfler değişmedi. Bu oyunu bana zihnim oynamıyordu. Gerçekti.
Sanki nefes alamadığımı hissetmiş gibi beklenmedik anda bana uzatılan bu elin sahibi Can Günay'dan başkası değildi.
Şaşkınlığım katlanarak artarken isminden ayıramadım gözlerimi. Yaşının 27 olduğu yazıyordu ve adres kısmında bana tanıdık olan bir adres vardı. Dikkatimi çekmek için orayı yazdığından emindim. Buna gerek bile yoktu. Onun adı her zaman benim dikkatimi üzerine çekmeye yetecekti.
Onunla gerçek anlamda tanışacağım anın geleceğini zaten biliyordum ama bu, beklediğimden çok daha erkendi. Lir'i bulabileceğini hiç düşünmemiştim. Ben daha çok ona bıraktığım mesajlarla ayağıma geleceğini umuyordum. Beklemediğim bu hamle, içimde bir heyecanın belirmesine neden oldu.
Can Günay düşündüğümden de zeki bir adamdı.
Formun tamamının yüklenmesini beklerken gözlerim karanlık ekrandaki yansımama çarptı ve gülümsediğimi o an fark ettim. Dudaklarımı birbirine bastırdığımda gülümsemem durmak yerine daha da genişledi. Ekran önüme geldiğinde heyecandan parmaklarım titriyordu.
Kişisel bilgilerini önüme serecek kadar karartmıştı gözünü. Bu karmaşanın içinden çıkabilmek için kendini bana sunmaktan asla çekinmemişti. O kadar hazırlıksız yakalanmıştım ki bir türlü kendime gelemiyordum.
Yüz yirmi beşten fazla soruyu tek tek, uzun uzun cevaplamıştı. Yaptığı meslek kısmında adli psikoloji uzmanı yazıyordu. Kendini polis olarak tanımlamamıştı, ben de ona polis demezdim. Gözümde modern zaman Sherlock Holmes'i gibi bir konumu vardı. Bense Irene Adler'den fazlasıydım.
Yirmi yedi yaşında oluşu, yeni öğrendiğim bir bilgiydi. Eklediği fotoğrafına bakarken kaşlarım havaya kalktı. Kahverengi saçları bu fotoğrafta onu son gördüğüm halinden daha düz ve daha kısaydı. Uzadıkça saçlarındaki dalgaların arttığını düşündüm. Açık kahve gözlerini aynı renk kirpikler çevreliyordu. Kemikli bir çenesi, ince bir boynu vardı. Dudakları bu fotoğrafta soluk bir pembeydi. Üst dudağıyla burnunun arasındaki çukur kendini her zaman belli edecek kadar derindi.
Piramit'te bile ondan daha yakışıklı, kaslı ve yapılı erkeklere rastlayabilirdim ama hiçbiri onun bende uyandırdığı etkiyi uyandıramazdı üzerimde.
Kırk gece de düşünsem Can'ın Lir'e kayıt yapmak için başvuru formu dolduracağı aklıma gelmezdi.
Kesin Hermes'in yaptığı bir hata sonucu lacivertli adam bir açık yakalamış, Lir'den bu şekilde haberdar olmuştu. Bir şey kontrolüm dışında gerçekleşiyorsa genelde altından ikizimin yaptığı bir hata çıkardı ve ben de bunu düzeltmeye çalışırdım.
Hiçbir şey umurumda değildi, Can içeri girmek istiyordu.
Soruların hepsini okumayı ve onun hakkında bilgi sahibi olmayı arzuladım. Normalde tüm formları dikkatle, saatlerce değerlendirir ve içeri alınacakları özenle seçerdim fakat Can'ın adını görmüş olmam, ona mail göndermeme yeterdi de artardı.
Damarımda akan kanın sesini duyabildiğimi hissettim. Bir rüzgâr yüzüme vuruyor gibiydi pencereler kapalı olmasına rağmen. Kadehimi başıma dikerek bitirdim ve sonra aynı gülümsemeyle hiçbir cevabını incelemeden ona mail göndermek için 21.21'in gelmesini bekledim.
Dakikalar saatleri aratmayacak hızda akıyordu. Kafayı yiyeceğimi düşündüm. Gözlerimi saate dikmiş, bizi buluşturacak her saniyeyi tek tek takip etmiştim.
Maili ona gönderdim.
Geri dönüşünü beklerken elimi göğsümün üzerine bastırdım. Kalbimin hızlandığını hissetmek, kaşlarımı çatmama sebep oldu. Bilgisayarı yatağımın üzerine bırakıp çıplak ayaklarımla yere bastım. Ağzımın içi kupkuru olmuştu. Boşalan kadehimi hızlıca yeniden doldurup odanın içinde istemsizce birkaç tur attım. Kaydı oluşturduğuna dair bildirimin sesini duyduğumda ise hızlı adımlarla yatağıma geri dönüp bilgisayarı yeniden kucağıma aldım.
Nefesim kesilecek gibi hissediyordum.
Ekran ikiye bölünmüş durumdaydı. Bir sekmede Can'ın doldurduğu ve heyecandan incelemeyi ertelemek zorunda kaldığım form, diğer sekmedeyse Lir açıktı. Can'ın profiline girdiğim an onun buraya asla yakışmadığını düşündüm. Hayattan hiçbir beklentisi olmayan, cesareti eksik bu insanların arasında o bir yıldız gibi parlıyordu.
Buraya geleceğini asla kestiremiyordum. Bu, hayal ettiğimin oldukça ötesinde bir konuşma olacaktı. Can'ın burayı bulacak kadar ilerlemesi, kesinlikle bizim için bir dezavantajdı fakat hiçbir şeyi umursamadım ve onun önünde küçük düşmemi sağlamayacak bir mesaj yazarak başlattım konuşmamızı.
V.V. : Merhaba Can! Ben de seni bekliyordum.
Mesajı attığım an görmüştü. Sohbet ekranındaydı, çevrimiçiydi ama bana üç asır gibi gelen birkaç saniye boyunca mesajım yanıtsız kalmıştı. Sonra bir dakika geçti ve sonra iki dakika. Şaşırmış mıydı? Ekrana aynı az önce benim kaldığım gibi bakakalmış mıydı? Yüzünü görmek istedim. Yüzünü görmek için tarifsiz bir istek belirdi içimde.
Onunla birkaç saat yüz yüze konuşabilmemiz için her zaman her şeyi göze alabilirdim ve alacaktım da. Sadece her şeyin bir zamanı vardı.
Can.günay : Çünkü bi' akıllı benim, öyle değil mi?
Güldüm, hatta küçük bir kahkaha attım. Keyfim o kadar yerindeydi ki bir anda odaya babam girse bile bozulmayacağını düşündüm. Mesajım gerekli yerlere ulaşmıştı ve Can da alaylı bir tavırla girmişti sohbete. Sen kimsin ya da beni nereden tanıyorsun tarzı sorular sormamış olması bile neden onu bu kadar kafaya taktığım hakkında bir şeyler anlatıyordu aslında. O, en az benim kadar sıra dışı bir insandı ve böyle insanlar günün birinde karşı karşıya gelmek için doğarlardı.
V.V. : Öyle olduğunu buraya gelerek kanıtlamış oldun bana
Can.günay : Öncelikle bana sorduğun soruları cevapladım ve şimdi, ben sana bir soru soracağım. Senden de aynı dürüstlüğü bekliyorum.
V.V. : Verdiğin cevaplarda dürüst olduğunu mu söylüyorsun?
Henüz incelememiş olmam, Can'ın bana doğru cevaplarla geldiği anlamına gelmiyordu. Cevaplarının en az yüzde seksenlik bir kısmının kurgudan ibaret olduğuna şimdiden emindim.
Can.günay : Yeterince soru cevapladım. Bir tanesini daha cevaplamayacağım. Sıra sende.
Kontrolün benim ellerimde olduğunu biliyordu ama beni manipüle ederek konuşmamızı onun yönlendireceğini sanıyordu. Bu asla gerçekleşmeyecekti.
Can.günay : Buraya gelmemi beklemiyordun, değil mi? Bu siteye girişim senin için beklenmedik bir hamleydi.
V.V. : Hayır bu da planlıydı diğer tüm şeyler gibi.
Ve bu koca bir yalandı.
Can.günay : Karşı tarafın yalan söylediğini bildiğim bir konuşmayı sürdürerek zamanımı harcamayacağım. Teşekkürler ve iyi günler V.
Gözlerimi kırpmadan ekrana bakarken neye uğradığımı şaşırdım. Yeniden yazacağını biliyordum. Yeniden yazmalıydı. Beni merak ediyordu ve bu kadar yakınıma girebilmişken şimdi arkasını dönüp öylece gidemezdi. Blöf yapıyordu. Bir dakika geçti, iki dakika ve üç. Can'ın çevrimdışı olduğunu gördüğümde başımdan aşağı bir kova kaynar suyun döküldüğünü hissettim.
V.V. : Can?
Cevap gelmedi.
V.V. : Can?
V.V. : CAN!
V.V. : Buraya gel
Yeni aldığı elbisesi ilk günden yırtılmış bir kız çocuğu gibi hissediyordum. Hevesim kırılmıştı. Yeniden aktif olduğunu gördüğümde yırtılan kısma terzi dikiş atmıştı ve elbisemi yeniden giyebilecektim sanki.
Can.günay : Tekrar soruyorum ve üçüncüsü olmayacak. Beni burada gerçekten de bekliyor muydun?
V.V. : Bu bir plandı. Doğruyu söylüyorum. Gelmeni bekliyordum.
Tek bir kelime daha yazmadan çevrimdışı olduğunda kaşlarım yeniden çatıldı. Çok sevdiğim elbisem bu defa tam kapıdan içeri gireceğim sırada bir çiviye takılıp yırtılmış gibiydi. Bu histen nefret ettim.
V.V. : Beklemiyordum
Can'ın bana istediği her şeyi yaptırabileceğini işte tam olarak bu an fark ediyordum. Hermes'in benim için neden bu kadar korktuğunu şimdi anlıyordum. O, başına gelecekleri tahmin etmişti ve bu saniye o gerçeklerle ben yüzleşiyordum.
V.V. : Seni henüz beklemiyordum, şaşırdım.
V.V. : Allah'ın cezası herif aldın işte cevabını. Gelsene şuraya.
Can.günay : Geldim :)
Sinirden gülmeye başladığımda bu bir kahkahaya döndü. Ekrandaki gülücüğe bakarken Can'ın da sırıttığını hayal ettim ve bütün öfkem, üzerine su dökülmüş gibi anında söndü. Onunla uğraşmaktan keyif aldığım gibi o da benimle uğraşmaktan keyif alıyordu.
Can.günay : O halde soru iki : Kendini öldürme cesaretin olmadığı için mi senin gibilerin kendisini öldürmesini sağlıyorsun?
Az önce yüzüme estiğini düşündüğüm ferah rüzgârların tümü tenimi yakmaya başladı bir anda. Nefes bile almadım cümlesine bakarken. Bilgisayarı yatağın üzerine bırakıp kendimden uzaklaştırdım fakat bunu yapmayı düşünmemiştim, bir refleks gibiydi uzaklaşma isteğim.
Can.günay : V?
Can.günay : V!
Can.günay : Gelsene şuraya :)
Bana rest çekiyordu. Benim kurduğum bu düzende bana baş kaldırıyor, sahibi olduğum toprakları işgale hazırlanıyordu ve bunu açıkça belli etmekten de keyif alıyordu. Peşinde benim gibi birinin olmasını bilmesine, onu ve onları çektiğimiz tuzakları fark etmesine rağmen kontrolü eline almaya çalışıyordu.
Bunun beni büyülememesi imkansızdı.
Ona olan hayranlığımın bir kibrit çöpüyle başlayıp ahşap kulübeyi aleve vermesini izliyordum. Alevler her an ormana sıçrayabilir, tüm topraklarım yanabilirdi.
Kısa süreli bir nefeslenme molasının ardından Can'ın doldurduğu formu açtım ve intihar etse bunun sebebinin ne olacağını cevapladığı soruya tıkladım doğrudan. Kimi zaman bu dünyaya ait hissetmediğini ve herkesten farklı olduğunu düşündüğünü yazmıştı. Bana vereceği cevapların hiçbirinin doğruluğundan emin olamayacağımı biliyordum ama içimden bir ses, bunda doğruluk payı olduğunu söylüyordu.
V.V. : Tüm o anket sorularından ve diğer her şeyden bağımsız, sana özel olarak bir soru sorabilir miyim?
Çok konuşmayı genelde sevmezdim aslında ama Can, içimde bir saniye bile susmama isteği uyandırıyordu. Beni susturacak tek şey onun sesi olabilirdi. O konuşmaya başladığı her an dünya daha yaşanılabilir hale gelecekti sanki, böyle hissettiriyordu bir klavyenin ardında olsa bile.
Can.günay : Bekliyorum
V.V. : Beni gerçekten merak ediyor musun Can? Tüm bu dedektifimsi olaylarının dışında, sadece sen olarak.
Can.günay : Çok
Can.günay : Hiç kimseyi etmediğim kadar çok merak ediyorum seni
Kalbimin hızı üç katına çıktığında bana istediğim cevapları veriyor olmasıyla ilgilenemeyecek durumdaydım. Beni etkilemek için bu şekilde konuşuyorsa başarılı olmuştu ama dile getirdikleri gerçeklerse durum daha da vahimdi.
Arka fonda sürekli olarak siren seslerini duyduğumu sandığım bir hayatım vardı ve Can'ı fark ettiğim, daha doğrusu onun beni fark ettiği, ilk andan beri o siren seslerinin yerini benim için yazılmış bir şarkı almıştı sanki. Sözleri de bestesi de onun parmakları tarafından şekillendirilmişti.
Tehlikeli şeyler hep en heyecan verici olanlardı ve tehlikenin göbeğinde bu yaşa kadar gelmiş biri olarak, ilk defa bu kadar heyecanlandığımı hissediyordum.
Sonları bilirdim, sonları getirmişliğim de sonların kıyısından dönmüşlüğüm de çoktu ve eğer bana bir son seçmemi teklif etselerdi kendim için, bu sonun Can'ın ellerinden gelmesini isteyeceğimi artık biliyordum.
Belki de bu yüzden o beni korkutmuyordu. Ona olan ihtiyacım, sona olan ihtiyacım kadardı.
Parmaklarımı çeneme vururken yazdığı son mesajı tekrar tekrar okuyordum içimden ve yüzümdeki gülümseme, yeni zaafımın eseriydi.
Can.günay : Karşıma çıkacak mısın?
Can.günay : Bu öylesine bir soruydu. Çıkacağını biliyorum.
Can.günay : Fakat V, eğer o güne dek bir intihar olayıyla daha karşı karşıya kalırsam değil karşına çıkmak, yazdığın mesajlardan herhangi birine bile cevap vermeyeceğimi bilmeni isterim.
Can.günay : Birini merak etmek, ondan vazgeçemeyeceğin anlamına gelmez ve ben vazgeçersem oynadığın satranç oyununda tahtanın karşı tarafına bir ayna koymak zorunda kalırsın. Seni senden başka kimse görmez, tıpkı benden öncesine kadar böyle olduğu gibi.
Kelimeler, o kullansın diye var olmuş gibilerdi.
Yazdığı her bir cümleyi sindirebilmek için birden fazla kez okuyordum ve her okuduğumda göğsümde beliren ateş giderek harlanıyordu.
Onunla birlikte yapabileceklerimizi düşündüm.
Biliyordum, biz çok da farklı değildik. Sadece iki farklı uçta yaşıyorduk. Onun gizlediği tarafı, benim açık olan tarafımla tanışsaydı birlikte kıyametler koparırlardı.
Ve yine biliyordum ki kumral kıyamet, benim canıma okuyacaktı.
V.V. : Benden vazgeçebileceğini sanmıyorum Can
V.V. : Çünkü sen yanlış bir hamle yapsan bile oyundan çekilecek biri değil, ne olursa olsun son taşına kadar oynamaya devam edecek birisin.
V.V. : Böyle olmasaydın rakip diye karşımda oturuyor olmazdın zaten
Can.günay : Belki oyundan çekilmem ama yeri gelirse taşları devirebilir, tahtayı ateşe verebilirim V :)
Can.günay : Eğer benimle bir oyun oynamak istiyorsan buyur, meydan okuyorum sana. Kurallara uyacağımın garantisini veremem çünkü ben de senin gibi kendi kurallarını yazmayı tercih edenlerdenim.
V.V. : İşte ilk defa dişime göre bir rakip!
V.V. : Sen ve ben birlikte çok eğleneceğiz
Can.günay : O halde yarın akşam aynı saatte burada mıyız?
Benim sitemde benimle randevu ayarlayabilecek tek kişiydi Can. Görüşmeleri ben ayarlardım, istediklerime ben yazardım, kuralları ben koyar ve kontrollerin tümünü ben yapardım.
Onunsa bütün ezberimi bozmasına izin veriyordum.
V.V. : 21.21?
Can.günay : 21.21 :)
•⚓•
Asya Yağmur Tunçbilek:
Sessizlik.
Saniyeler, dakikalar ve saatler. Gün geceye varmış, yapılan sohbetin üzerinden biraz zaman geçmiş ama ortama hakim olan sessizlik geçmemişti.
Artık Kaya'nın odasında değil, salondaydık ama Can burada değildi. V.V. kısaltmalı kişi her kimse o sohbetten çıktığı anda geriye kalan tüm mesajlar silinmişti. Kaya biraz kurcalasa da onları geri getirebilmeyi başaramamıştı ve Can beyaz bir A4 kağıdını getirip önüme koymuş, elime bir kalem vermişti.
Duyduğum şeyleri kelimesi kelimesine tekrar edemezdim belki ama gördüklerim, kelimesi kelimesine aklımda kalırdı. Özellikle saniyeler öncesinde yaşanan taze bir olay olduğundan her şey daha da kolaydı benim için.
Sohbetin görüntüsü gözlerimin önündeydi ve Can zaten bunu biliyordu.
Önümdeki boş kağıdı doldurmaya başladığımda Can, her kelime seçiminin çok önemli olduğunu söylemiş ve bir iki eksik yazdığım yerde diyalogları tamamlamama yardımcı olmuştu Analizciler. Beş zihin, silinen o konuşmanın bir kopyasını elde etmiştik böylelikle.
Önümdeki beyaz sayfa arkalı önlü dolduğu anda Can, kağıdı elimden almış ve bir saat yalnız kalmak istediğini söylemişti hepimize. Kesinlikle onun yanına gitmemizi istemediğini belirtmiş, çatı katında inzivaya çekilmişti.
Arda telaşlı görünüyor, Kaya bu konu hakkında konuşmamayı tercih ediyordu. Siteyi tam anlamıyla inceleme fırsatı hâlâ olmamıştı çünkü şu an odaklanamayacağını düşünüyordu.
Görkem aramızda en sakin görünenimizdi. Bize Can'ı merak etmememiz için birkaç şey söylemişti ama bunu başarabilmemiz mümkün değildi çünkü o sohbet sırasında Can'ın ne kadar keyif aldığını ben gözlerinde görmüştüm.
Attığı gülücük mesajları sadece karşı tarafı alaya almak için değildi. Gerçekten çok eğlenmişti. Bir kısmında benim de eğlenmiş olduğum doğruydu ama şimdi konuşmanın bir kopyasını alıp kendini odaya kapatması sonucu işler eğlence boyutundan oldukça uzaklaşmıştı.
Sessizliğe gömülü şekilde oturup Can'ı beklemeye devam ederken Görkem'in telefonunun çalışı hepimizin dikkatini ona çekti. Görkem elini ekranın üzerine kapatarak salondan hızlıca çıktığında içimde anlamsız bir şüphe belirdi.
"Ceylan'dı," dedi Kaya bakışlarımdan her ne anladıysa. "Benim yapacağım dırdırı çekmemek için dışarı çıktı."
"Onda bir gariplik var." Arda neyi kastettiğimi kestiremeyince kaşlarını kaldırarak bana baktı. Gözleri onun zaten son zamanlarda çok garip olduğunu söylemek istermiş gibi bakıyor ve muhtemelen sebebini bana bağlıyordu ama benim kastettiğim bu değildi. "Normalde sürekli parmakları şakaklarında olur gerilince. Bu kadar sakin oluşu normal mi? Başının ağrıdığından bile şikayet etmiyor. Bilmiyorum, ekstra bir sakin geliyor gözüme. Sebebini çözemedim."
"Az önce bir katille mesajlaşan oda arkadaşım kendini çatı katına zincirlemişken Görkem'in parmaklarının neresinde olduğu beni hiç ilgilendirmiyor Asya," dedi Arda. Sesindeki bu soğukluk kendimi kötü hissetmeme sebep olurken sanki Can'ı düşünmüyormuşum gibi davranması sinirime dokundu aynı zamanda.
Bir insan yalnız kalmak istiyorsa yalnız kalmalıydı ve bizim burada beklemekten başka yapacak hiçbir şeyimiz yoktu. Bunu ona söylemek istedim ama içimden bir ses, muhtemelen Mete'ye aitti, onu alttan almam gerektiğini fısıldadı bana.
"O sesinin tonuna sahip çık," dedi Kaya, benim aksime sessiz kalmayarak. "Senin öfkenin muhatabı Asya değil."
"Öfkemin muhatabı hepinizsiniz." Onu tanımakta zorluk çektiğim bir anın içindeydik. Kalbi bir kadın tarafından tamiri mümkün olmayacak şekilde kırılan Arda, her geçen gün gözümüzün önünde başka birine dönüşüyordu sanki. "Ona izin verdiniz Kaya. Can'ın bu olayları saplantı haline getirdiğini benim kadar biliyordunuz. Adamın peşinde katil var, az önce oturup konuştular bunlar ve siz öylece seyrediyorsunuz. Onun neyin içine düştüğünün farkında mısınız?"
"Ona güven," dedi Kaya, rahatsız bir şekilde. "Ona güvenmiyormuş, onu bilmiyormuş gibi konuşuyorsun. Durmasını söyledin de ne oldu? Durdu mu? Can kafasına bir şey koyduktan sonra bizim iznimizi mi bekler sanıyorsun?"
"Hoşuma gitmiyor," dedi Arda sesli bir nefes bırakarak. "Bir sözümüz var, ne olursa olsun birbirimizin yanında olacağımızı söyledik. Bu Necip abimin ilk öğretisi, bizim ilk kuralımız ve ben ilk defa yanınızda olmak istemediğimi hissediyorum Kaya. Engel olamıyorum, içim rahat değil."
"O hissin sebebi biz değiliz." Kaya gergin değildi duyduklarına rağmen. Aksine şefkat tonlarını barındırıyordu. "Eylül'le arandaki problemi halletmediğin sürece kendini hiçbir yere ait hissetmeyeceksin oğlum sen."
"Konuyu değiştiriyorsun." Arda'nın sesinin sertliğinden hiçbir zaman hoşlanmayacaktım sanırım. "Son iki günde ağır şeyler yaşadık." Benim geçmişimin yükünü atlatamadan tuzağa düşürüldüğümüzü öğrenmiştik. Her şeyin üzerimize üzerimize geldiği kısmı doğruydu. "Bunların yanında Eylül'ün hiçbir önemi yok."
"Anlat sen anlat. Kokusu sinmiş diye odana giremiyorsun daha." Arda bunu kahvaltı masasını toplarken dile getirdiğinde Kaya orada değildi ama bir şekilde çözmüştü. Birbirlerini ne kadar iyi tanıdıklarını bir kez daha görmüş oldum.
Ben ağzımı açacak gücü kendimde bulamıyordum çünkü ne söylenir bilmiyordum. Sadece Arda'nın bu hali beni gereğinden fazla etkiliyordu ve herkesi ayrı ayrı dert etmekten içimde bana kadar bile yer kalmamıştı. Hava almaya ihtiyacım olduğunu hissediyordum ama tek kalmayı göze alamıyordum hâlâ.
Görkem salona döndüğünde konuşma kesildi ve tüm gözler onun üzerine çevrildi. Yanımdaki koltuğa otururken telefonunu orta sehpanın üzerine bırakmış, ardından sırtını geriye yaslamıştı. "Ros'la konuştum," diye açıkladı bunu ondan duymayı beklediğimi anlamış gibi bana bakarak. "Otelden ayrılmış, yarın buraya gelecek. Hermes hiçbir şeyi çakmamış, aksine iş teklifini tekrarlamış. Sanırım piramitte bir adamımız var artık."
"Geleceği saat belli mi?" diye sordu Kaya. "Ona göre bir işim çıkacak çünkü."
Arda, Kaya'nın Ros nefretinden haberdar olmalıydı. Her şeyi bir kenara bırakıp bu duruma gülmeye başladı. Gülmek ona o kadar yakışıyordu ki o suratın somurtması kendine yaptığı en büyük haksızlıktı. Hep gülmeliydi.
"Bir sizinle uğraşmadığım kalmıştı." Görkem'in yorgunluğunu ilk defa o zaman fark ettim. Sesi, bezgin çıkmıştı. Daha fazla şeyi kafası kaldıramayacak gibiydi. İyi bir uykuya ya da biraz soru çözmeye ihtiyacı vardı bilmiyordum ama kesinlikle dinlenmesi gerekiyordu. Gözlerini duvardaki saate dikti. "Can gelecek dört dakikaya," dedi. "Ros'u Hermes'i sabaha bırakalım. Bu gece Can'ın dışında bir konumuz olmamalı."
"Bir saat dediyse tam bir saat sonra mı gelecek?" diye sordum ona doğru dönerek. Koltuğun kolçak kısmında ikimizin de kolları duruyordu. Kolumu biraz hareket ettirip onunkine değmesini sağladım. "Sen mi bu adam?"
Küçük bir gülümseme belirdi dudaklarında. "Eğer inmezse onu darlamaya gideceğimi bilir bu yüzden gelecektir."
Dediği gibi olmasına şaşırmadım. Tam dört dakika sonra Can, salonun kapısından içeri girdiğinde elinde benim yazdığım sayfa ve ona ait olduğunu bildiğim kahverengi deri kapaklı defteri vardı. Kurşun bir kalemi kulağına sıkıştırmıştı ama bunu çalışırken yapmış gibi duruyordu. Varlığını unutmuştu sanki. Arda'nın yanına oturduğunda Arda gülerek kalemi kulağının üzerinden çekip Can'a doğru salladı. Can da aynı gülümsemeyle karşılık verip geri aldı parmaklarının arasına.
"Birincisi," dedi başka hiçbir şey söylemeden. "Sitenin kurucusu değil. Taslak ona ait olabilir ama yazılım işlerinden anladığını sanmıyorum. Kaya gibi bir profili yok yani. Muhtemelen kuran kişi Hermes ve yöneten kişi V."
Görkem Hermes'i sabaha bırakmamız gerektiğini söylemişti ama her taşın altından o çıkıyordu. "Hermes mühendis olduğunu söylemişti," diyerek araya girdim bu sebeple. "Bu bilginin doğru olup olmadığını kanıtlayamam ama fikrimi soracak olursanız doğruluğuna inanıyorum. Detay vermedi, ne mühendisi olduğundan bahsetmedi. Yazılım veya bilgisayar mühendisi olması beni şaşırtmazdı."
"Olabilir," dedi Can. "İkincisi, Hermes'in kurduğunu düşündüğüm bir siteyi yönetme yetkisine sahipse bu piramit denilen sistemde ya onunla aynı kademede ya da en tepedeki isim V."
"Sanmıyorum." Görkem alnını kaşıdı. "İkinci basamak olabilir ama tüm bu işlerin başındaki kişi olduğuna düşünmüyorum."
"İkinci basamak olduğu fikri daha uygun," diye katıldı Can. "Ve üçüncüsü, onun bir kadın olduğuna artık eminim."
"Dur." Arda'nın kafası karışmıştı. "Bu nereden çıktı şimdi?" Can, mesajların kopyasını masaya bıraktığında diğerleriyle aynı anda öne doğru eğildik ve onun notlarını inceleme fırsatım oldu. Bazı kelimelerin altı kurşun kalemle defalarca çizilmiş, bazıları yuvarlak içine alınmıştı ve bazısının da üzeri karalanmıştı. Can karşı tarafın kelime kullanımının analizini yapmıştı.
"Beni beklemediğini kabul ettiği kısmı tekrar okuyun," diyerek yönlendirdi bizi. "Ve sonra ondan vazgeçemeyeceğimi söylediği kısmı."
"Okuduğum her kelimede içinde bulunduğumuz durumdan daha çok nefret ediyorum," dedi Arda. "Karşı taraf seni takıntı haline getirmiş bir kadın mı yani? Bu işleri daha da tehlikeli hale getiriyor."
"Benimle flört eder gibi bir üslup kullandı."
"Çünkü sen de bu şekilde konuştun," dedim daha fazla açıklama yapmasını isteyerek. "En başta bu üslubu başlatan sendin, yanlış mıyım?"
"Onu deniyordum Asya." Bunu akıl edemediğime şaşırmış gibiydi. Akıl edememezlik değildi benimkisi, ondan duymak istiyordum bazı şeyleri. O sandalyede oturup o konuşmayı yaparken bir rolü oynadığına inanmaya ihtiyacım vardı çünkü gözlerimin önündeki keyif alan Can, fazla gerçekçiydi. "Canım sıkıldığı için oturup sohbet etmediğim gibi canım sıkıldığı için de yarına ertelemedim konuşmamızı. Devam edebilirdik ama müdahale edip kestim. Yarına kadar sürekli saatin 21.21 olmasını bekleyecek ve eğer bir şeyi çok fazla beklersen genelde bu hata yapmana sebep olur. Üniversite sınavına yıllarca hazırlanıp bir heyecan yüzünden hata yapmak gibi düşün. Onu beklentiye sokup hata yapmasını sağlayacağım."
"Konuşmaya devam etmedin çünkü onunla konuşmaya fazla hevesli görünmek istemiyorsun," dedi Kaya mırıldanır gibi. "Ama diğer yandan, onu merak ettiğini de söyledin. Hangi yoldan ilerleyeceksin anlayamadım. Onu onun seni umursadığı kadar umursamıyormuş gibi mi yapacaksın yoksa tam tersi mi?"
"Asıl amacım kafa karıştırmak." Omuzlarını kaldırıp indirdi. "Beni ya da bizi avucunun içine almadığını ona hissettirmem gerekiyor. Beni küçük göreceğini sanmıştım aslında. Tavrının bu şekilde olmamasına şaşırdım. Yapabileceklerimin farkında. Aslında, sizden daha çok farkındaymış gibi görünüyor."
"O ne demek şimdi?" diye sordu Arda, yine sesinde öfkeyi hissettim.
"Bana güvenmiyorsun," dedi Can. Kendisine ilk defa bu kadar güveniyorken gördüm onu. "Sen gidip gazeteci rolüyle içeri sızabiliyorsun, Kaya gidip Birkan oluyor, Asya ve Görkem bir hafta boyunca otelde kalıp başka kimliklere bürünüyor ama iş bana geldiğinde rol yapabileceğime hiçbiriniz inanmıyorsunuz. Üstelik ben bunu yüz yüze kendimi riske atarak değil, bir klavyenin başında yapıyorum ama hepinizin rengi atıyor."
"Bana bak," dedi Görkem, en az onlarınki kadar sert bir sesle. "Bana dedin ki ipleri elime ver, karşımda durma. Bir saniye düşündüm mü Can? Bir saniye sorguladım mı kararını? Sorgu odalarına o kadar hapsedilmiştin ki sahaya çıkmayı unutmuştun. Seni de 13'ün yanına verip ikinizi bir eve yollamıştım rol yapmanız için. Orada ne işin olduğunu düşünüyordun ama seni iten bendim. Her zaman, senin yapabileceklerinin gösterdiklerinden fazlası olduğuna inandım ve şimdi iki günlük bir katilin seni bizden daha iyi tanıdığını mı düşünüyorsun?"
"Böyle bir şey düşünmüyorum," dedi Can kesin bir şekilde.
"Bizimle detaylarını uzunca bir süre paylaşmaya yeltenmediğin o vakaları alıp esas meselemiz haline getirmediğim için hep bana öfkeli mi olacaksın?" Görkem'in her bir kelimesinde daha da dibe batıyormuş gibi hissediyordum. Analizcilerin birbirleriyle bu tonda konuşmaları beni geriyordu. "Seni engelleyen bizmişiz gibi davranıyorsun bazen. Bunu yapma."
"Bizi çerçeveden uzaklaştırıyorsun." Can elindeki kalemi masaya bıraktı. "Bu konunun altından kalkamayacağımı mı düşünüyorsun? Senin görüşlerin benim için hep önemli oldu ve sen bunu hep biliyordun. Dürüst ol bir kere. Gerçekten ne düşünüyorsun?
"Kendini en başından beri bizden daha az yetenekli gördün hep," dedi Görkem, dilindeki dikenlere dikkat etmeden. "Sana defalarca kez açıklamaya çalıştım ama ikna olmadın. Şimdi dışarıdan bir göz tarafından fark edilmek her ne kadar itiraf etmek istemesen de hoşuna gitti Can. Böyle düşünüyorum."
"İntiharların cinayet olduğunu savunurken arkasından bu kadar kapsamlı bir şeyin çıkacağını hayal edemezdim." Görkem'in söylediklerine karşı çıkmayışı dikkatimden kaçmamıştı. "O ekranın başındayken de söyledim. Her gün böyle bir sitesi olan katillerle karşılaşmıyorum. Beni etkileyen onun psikolojisi, merak ettiğim şey de zihin yapısı. Senin çözülememiş problemlere duyduğun ilgi gibi, fazlası değil. Anlatabiliyor muyum? Bana bu şekilde bakmayın."
"Hepimiz daha sakin bir kafadayken buna devam ederiz," dedim Can'a bakarak. "Şu konuşmadan çıkardıklarını anlatmaya devam etmelisin yoksa birbirinizi yemekten ilerisine geçemeyeceksiniz.
Can da bunun farkında olduğundan üstelemeden devam etti kaldığı yerden. "Ona intihar etmeye cesareti olmadığını ima ettiğimde bir süre cevap veremedi. Bu da demek oluyor ki haklıyım. Henüz tam olarak netleştiremesem de o insanları öldürerek onları kurtardığına inanan biri olabilir. Ölümü bir kurtuluş olarak gördüğünü düşünüyorum ve bir sonraki konuşmamızda bunu irdeleyeceğimi not ettim."
"Fazla kişisel," dedi Kaya. "Kişisel meselelerini seninle konuşmak isteyeceğini biliyorum ama bunun sebebini anlayamıyorum. Tek olay gerçekten onun peşindeki bir polis olman mı sence?"
"Bilmiyorum, bunu göreceğiz. Her ne kadar karşı çıkacağınızı bilsem de, onun bana zarar vermeyeceğine de eminim. İstediği şey oyun oynamak ve gerekirse bunun için beni koruyacaktır. Rakibini kaybetmek istemiyor, beni de tek rakibi olarak görüyor ve bu yüzden bana zarar verecek birisi olduğunu sanmıyorum."
"Önlem önlemdir," dedi Görkem. "Ne olursa olsun tek başına dolaşmıyorsun. Hatta bir süre ortalıkta dolaşmaman gerektiğini düşünüyorum."
"Peşinde biri varken bize söylemeden kafede işe girip onu kandırmaya çalışmışsın," dedi Can. Elinde ne kadar silah varsa durup durup ona doğrultuyordu. Her seferinde hazırlıksız yakalanıyordum. "Takip edildiğini bile bile hiçbir işinden geri kalmadın."
Devam edecekti ki Görkem araya girdi. "Ve hepimizi riske attım. Önce seninle bir fotoğrafımızı bıraktılar sonra abimin peşine adam taktılar. Örnek aldığın kişi ben miyim amına koyayım? Bizi buna bulaştıran benim zaten. Başımıza ne geliyorsa benim hatalarımdan geliyor."
"Asya'ya katılıyorum. Bu iş iyice boka sardı," dedi Arda, saçlarını karıştırarak. "Birbirimize saldırıp duruyoruz. Hepimiz neye uğradığımızı şaşırdık. Bir nefes alalım, sonrasına bakarız. Bu şekilde olmuyor." Bacağıyla Can'ın bacağına vurdu. "Kalk da odamıza gidelim. Ben uyurum, sen de gece lambasını açıp kitap mitap okursun. Yeter bu gecelik bu kadar."
"İyi," dedi Görkem ayaklanarak. Onda bir şeyler vardı. Bir şeyi gizlemeye çalıştığını hissediyordum nedense. "Ben odama gidiyorum, sabah görüşürüz o zaman."
"Ben de şu siteye biraz bakarım belki," dedi Kaya.
Gitmelerini istemiyordum. Odama dönmek, tek başıma kalmak istemiyordum. Onların yanındayken aklımı meşgul edecek bir şeylerim oluyordu ama tek kaldığım an kaset yeniden başa saracaktı.
Herkes sıra sıra ayaklanırken benim de ayaklanmam gerektiğini anladım. Önce banyoya gitti adımlarım. Aynanın olması gereken yer boşluktu. Dün gece Görkem aynayı kırdıktan sonra Analizciler kalan parçaları da sökmüş olmalılardı. Ellerimi ve yüzümü yıkadım. Ardından avucumdaki suyu boynuma çarptım ve izin olduğu kısmı ovaladım. Bir an önce silinmesi gerekiyordu. Varlığını hissedebiliyordum. Birisi devamlı olarak o noktaya çaktığı çakmağın alevini tutuyor gibiydi. Yanıyordu sanki morluğun etrafı.
Koridoru aşıp odama girdiğimde kapıyı arkamdan kapattığım an, nefesim kesilecek gibi oldu. Fısıltıların ve çığlıkların olduğu bir dünyaya adım atmıştım. Odamı seviyordum, seslerin sebebi odam değil yalnızlığımdı. Dolabımın başına geçip üzerimi değiştirdikten sonra yorganın altına girip Arda'nın hediyesi olan Pinko'yu kucağıma çektim ve derin nefesler alarak her şeyin geçeceği anı bekledim. Yastığıma Görkem'in kokusu sinmişti ve sanki yanımda onun izi vardı. Bunun beni sakinleştirmesini umarak gözlerimi yumdum
Huzursuzluk hissi biraz bile bedenimi terk etmedi. Gözlerimi yeniden açtığımda odanın her köşesinde kameralar varmış gibi hissediyordum. Aynalar yoktu ama aynaların tam karşısındaydım. Bir el boğazımı sarıyor, nefesimi kesmeye yemin etmiş gibi geri çekilmiyordu. Odama geleli ne kadar zamanın geçtiğini bilmiyordum ama bana kalırsa saatler olmuştu.
Sanki on yedi saattir buradaydım.
Gözlerimi sımsıkı yumarken parmaklarım, boynumdaki izin üzerine gitti. Dokunduğumu sandım, boğazımı sıktığımı öksürene kadar anlayamadım. Farkına vardığım an ayağa kalktım, bu kısa süreli hipnoz halinden kurtulabilmem için park tarafına bakan penceremi sonuna kadar açıp yüzüme rüzgarın vurmasını sağladım.
Hiçbir şey geçmemişti sadece geçmiş gibi yapmak konusunda her geçen gün daha da ustalaşıyordum. O adamın dudakları hâlâ boynumdaydı ve o herifin elleri hâlâ bacaklarıma değiyor gibiydi. Kusmak istedim. Her şey çok fazla üst üste geliyordu. Bu kadarını tek başıma kaldırabileceğimden emin değildim.
Başımı pencereden uzatıp odalarımızın önündeki balkona bakmaya başladım. Bu sırada masa lambasının artık bana tanıdık olan turuncu ışığının armut koltuklara vurduğunu fark ettiğimde beni tetikleyen neydi bilmiyordum ama odamın koridor tarafındaki kapısından dışarı çıktım hızlıca.
Onun kapısına uzanırken tereddüt içindeydim. Birilerine muhtaçmış gibi hissetmek istemiyordum ama o odanın içinde beni kaydeden bir kamera varmış gibiyken orada daha fazla duramayacağımı biliyordum. Travmalarımın getirdiği paranoyaların boy gösterdiği bir gecenin içindeydim. Sığınmak istediğim tek bir liman vardı.
Daha fazla düşünme, bırak yanında olsun yine.
Mete her zaman yalnız kalmama karşı çıkan biriydi ve sesi, varlığının izlerini sürdürmeye devam ediyordu. Onu dinledim. Kapısını ittirerek açtığımda Görkem'i çalışma masasında buldum. Sırtı bana dönüktü, kulağında kulaklıkları olduğundan geldiğimin farkına varmamıştı henüz. Elindeki kalemi yine şıkları işaretlemek için kullanıyordu ama bu defa sayfanın başında bir karalama fark ettim.
Bakmak için adım adım içeri yaklaştım. Canı sıkılmıştı veya gözü dalmıştı bilmiyordum ama oraya bir çapa figürü çizmişti. Ben ona gelmeye çekinirken o zaten benimleydi. Bu küçük figürü görmek bana böyle hissettirmişti.
Seslensem duymayacağını bildiğim için parmaklarımı omzuna koydum fakat bunu yapmamla Görkem'in sımsıkı bir şekilde bileğimi kavrayıp beni masaya doğru çekmesi bir oldu.
Her saniye bu kadar tetikte olması olağanüstü geliyordu bana.
Kalçam masaya çarparken gözlerim şaşkınlıkla açılmış, hızlı çarpışmadan dolayı masa sallanmış ve kenardaki kulplu bardaktan biraz çay dökülmüştü masaya. Demek ki Görkem'in çay demleyip sayfalarca soru çözeceği kadar zaman geçmişti odalara dağılmamızın üzerinden. Yatağımda zaman algımı yitirmiş halde kaç dakika oturduğumu merak ettim.
Bileğimdeki parmaklarını gevşetti fakat temasını kesmedi. Diğer eliyle kulağındaki kulaklıkları çıkarıp masaya bıraktı. Önündeki kitaba gözlerimi diktiğimde sayfadaki sekizinci soruda olduğunu gördüm. Test on iki soruluktu ama Görkem kafasını kaldırmış, bana bakmaya devam ediyordu.
"Bir şey mi oldu?" diye sordu kesiklerle dolu eliyle bileğimi okşayarak. Bir bacağım bacağına değiyordu. Masaya iyice yaslanıp başımı eğerek bakışlarına karşılık verdim. Yine, yeniden, bu aralar en sık kullandığı kelimeyi kullanıp içimi ısıttı. "Buradayım. Söyle."
"Uyuyamıyorum" Sesim normalden daha kısık çıktı. "Bu yeni değil, uyuyamamaya alışkınım ama sanki yalnızken..." Nefes almaya çalıştım. "Yalnızken izleniyor gibi hissediyorum."
Gözlerinde anlık bir çöküş gördüm. Bu cümle onu paramparça etmiş gibiydi ama bu saniyeler sürdü, hemen toparladı kendini. Onun bir şey demesine izin vermeden ben "Görkem," dedim adına tutunmak isteyerek.
"Hım..." diye karşılık verdi. Bu ses tonu su istersem barajı ayağıma getireceğini söylediği ses tonuyla aynıydı.
"Bir gece daha katlanabilir misin bana?" Bunu sormak bile benim için çok zordu. "Düzelecek," diye açıklamaya çalıştım hızlıca. "Tek kalınca iyi hissetmiyorum ama geçecek bu. Sadece bu geceyi de atlatmam gerekiyor. Yerde uyuyabilirim. Sen hastasın, hastanın başında beklenir bu evde. Öyle yapsak? Hastasın değil mi?"
Yüzüne minik bir gülümseme yerleşti. Çok yorgundu, bunu iliklerime kadar hissediyordum. Sadece bir saniyeliğine ona yeni bir dert eklediğimi düşünsem de dudaklarını çekiştiren o gülümseme, dinlenebilmek için bana ihtiyacı olan bir adama ait gibiydi. "Birlikte uyuyalım mı yine?" diye sordu saçmalamalarıma cevap vermek yerine.
"Bunu senden isteyemem."
"Ben istiyorum. Benimle birlikte uyur musun?"
"Seni buna mecbur ediyor gibi hissettim." Temasından sıyrılıp kalçamı masadan ayırdım. Birilerinin koşulsuz yanımda olacağına inanmak benim için zordu. Bu yüzden sürekli olarak aynı şeyleri sayıklıyor, yük olduğumu düşünmekten ötesine geçmeyi başaramıyordum. Kolunu belime sarınca sandalyesinin tekerlekleri masaya doğru hareket etti ve bana yaklaşıp alttan alttan yüzüme baktığında tüm kelimelerim boğazıma dizildi.
"Yağmur," dedi sesi iliklerime kadar işlerken. "Burada kalır mısın? Ben takıntılıyım, şartları eşitlememiz gerek. Sen istediğinde ben yanında durdum. Şimdi de ben istiyorum. Durmayacak mısın yanımda?"
Bu şekilde sorması beni ikna etmek için kullandığı bir manipüle yöntemiydi ve ben Görkem'e ikna olmaya çok hazırdım. Kendimi bir gece yarısı onun yanında buluşuma artık şaşırmıyordum. Benim gittiğim kapı, kaçmak istediğim yer hep burası olacaktı. Göğsüne evim dediğim an bunu kabullenmiştim zaten
"Dururum," dedim gülümseyerek. Belimdeki elinin parmakları bulunduğu noktayı okşuyordu yavaş yavaş. Ona doğru hafifçe eğildiğimde başını biraz daha kaldırdı. Sanırım öpeceğimi sanmıştı ya da bunu beklemişti. İyi alışmıştı beni öpmeye. Yüzlerimiz yakınken durup parmaklarımı saçlarının arasından geçirdim. "Sen de çok iyi gelmiyorsun gözüme. Sorun ne?"
Aslında doğru soru, en çok hangi meseleyi kafasına taktığı olmalıydı. O kadar fazla şey vardı ki bu ekipten sorumlu kişi olarak tüm bu kaosla nasıl baş ettiğine imreniyordum. Yıllardır bu işi yapıyordu. Yıllardır onları bir arada tutuyor, sürekli olarak bir şeylerin sorumlusu ilan ediliyordu. Ona yöneltilen öfkelerin oklarını sırtından çıkarıp yeniden o sırtı ailesini koruyabilmek için siper ediyordu. Bunun ne kadar zor olabileceğini düşündüm gözlerinin içine bakarken.
Buraya beni uyutsun diye gelmiştim ama belki de benim onu uyutmam gerekliydi bu defa. O gerçekten diğer günlerden çok daha fazla yıpranmış görünüyordu. Söyleyemediği bir dert, içine sıkıntı yapıyor gibiydi.
"Seni düşünürken bir anda yanımda buldum. Bütün sorunlarım çözüldü."
Cümleleri beni gülümsettiğinde dudaklarımın kıvrılmasını izledi ve aynı gülümseme onun da yüzüne yerleşti. "İnanmış gibi yapacağım." Engel olamadığım bir dürtüyle parmaklarım saçlarının arasında geziyordu hâlâ. Çenesini bir kedi gibi karnıma doğru yaklaştırıp yüzüme bakmaya devam etti.
"İnan."
"İnandım.
"Ne zaman istersen yanıma gelebilirsin, bunu biliyorsun değil mi?" Turuncu ışığın vurduğu mavi gözleri, aleve verilen bir denizi andırıyordu. "Aynı şekilde diğerlerinin yanına da gidebilirsin. Daha fazla yalnızlık yok derken oldukça ciddiydim. Kötü hissettiğinde bana gelebilmen beni gerçekten mutlu etti. Birkaç gün öncesine kadar bunu yapmıyordun."
Yapamıyordum. Onların önünde ağladığım ilk an Analizcilere olan hislerim için ve Görkem'e aşık olduğumu kabul ettiğim an da onunla aramızdaki ilişkinin boyutu için devrim niteliğindeydi
"Senin de kötü hissettiğinde bana gelebilmeni isterim," dedim yüksek sesle konuşursam büyü bozulacakmışçasına. "En son seni soruların kenarlarına karalamalar yaparken gördüğümde ağrı kesici almamak için koluna yaralar açarak canını acıttığını öğrenmiştim. Yine karalamalar yapman beni biraz endişelendirdi."
Üzerindeki tişört, kollarını açıkta bırakıyor olmasına rağmen kollarını yan yana birleştirip öne doğru uzattı. Bana yeniden böyle bir şey yapmadığını kanıtlamaya çalışıyor gibiydi. Gülümsediğimde gülümsedi ama gergin olduğunu düşünmüştüm nedense. "Can'a takıldım biraz," dedi kendini açıklamak isteyerek. "Bir şey yok. Ben stres topu olarak kullanılmaya alışkınım, sadece bazen yeterince anlaşılmadığımı hissediyorum. Baksana, ona güvenmediğimi düşünebilmiş.
"Böyle düşünmüyor. Can sana senin düşündüğünden farklı boyutta değer veriyor bence. Daha o formu doldurmadan önce ne yapacağına emindi, hiçbirinizden izin almayacaktı ama yine de dönüp senden onay bekledi. Aynı şekilde siteyi daha ilk bulduğumuz anda bunun kendi cinayetleriyle bağının olmadığına onu ikna etmeni istemişti. Ortada kaç soru olursa olsun cevapları senden bekleyecek kadar güveniyor sana."
"Neyse," dediğinde bunu konuşmak istemediğini anladım. "Sen takılma. Bunlar benim halledebileceğim konular.
"Beni tek başıma bırakmayacağını söylüyorsan artık bir şeyleri tek başına halletmeyeceğini de kabul etmen gerekiyor." Meydan okuyan tavrım kaşlarının havaya kalkmasına neden oldu. "Halledeceğiz," diye düzelttim onu kesin bir şekilde. Daha önce bir kez bunu elimden almıştı ve bir kez daha alırsa ne hissedebileceğimi bilmiyordum ama yine de söylemiştim işte.
Dirseğimi kavrayıp beni aşağı doğru çekmesi, saliselik bir zaman diliminde yaşandı. Onun bacağına oturmak zorunda kalacağım şekilde dengemi bozdu. "Halledebilir miyiz?" diye sordu tüm hayatı iki dudağımın arasından çıkacak tek kelimeye bağlıymış gibi
Bir anda kendimi onun kucağında bulduğum için şaşkınlıkla yüzüne bakmakla meşguldüm hâlâ. Elimi ne ara omzuna koyduğumu bilmiyordum ama geri çekmek yerine omzunu kavrayan parmaklarımı sıkılaştırdım. "Halledebiliriz," diye fısıladım dudaklarına doğru
"Bak," dediğinde nefeslerimiz birbirine karışmak üzereydi. "Ben zaten her an, her saniye seni öpmek istiyorum ve böyle konuşursan, böyle bakarsan karşında hiçbir zaman hiçbir şansım olmaz."
"Beni öpmek için izin almaya mı çalışıyorsun ben mi yanlış anladım?" Neredeyse sırıtıyordum. Odamda duyduğum fısıltı ve çığlıklar onun odasında ninnilerle yer değiştiriyordu sanki. Bu kadar çabuk sakinleşmeyi ben de beklemiyordum ama Görkem'in varlığı, gözlerini kapatıp bir deniz kenarında dalgaların sesini dinlemekle eş değerdi.
"Bunun için her seferinde izin almalı mıyım?" diye sordu daha birçok sefer bunu yapacağının sinyalini de bana vermekten çekinmeden. "Seni öptükten sonra bana acıdın edebiyatı yapmayacaksın yine değil mi?"
Omzuna vurup sesli bir şekilde güldüm. "Kırıcı birisin."
Beni dudaklarımdan öpmesini bekliyordum ama çenemi kaldırmış, boynumdaki izin üzerini öpmeyi seçmişti. Hızlı hamlesinin ardından öylece kalakaldım durduğum yerde. Bedenimde taşımak zorunda olduğum bir izi daha sahiplenmeye çalışıyordu.
Görkem, farklı erkeklerin üzerimde bıraktığı izleri tek tek silmek için uğraşıyordu.
Nefesi boynumdayken gözlerimi kapattım. Başını kaldırdığını, rahatsız olup olmadığımı ölçtüğünü biliyordum ve yüz ifadem ona aradığı cevabı vermiş olmalıydı. Dokunuşlarına hiçbir zaman karşı koyabileceğimi sanmıyordum. Bunu anladığında başını bir kez daha boynuma doğru yaklaştırdı ve aynı noktaya yeniden bastırdı dudaklarının içini. Bir elimin parmaklarının saçlarına karışmış olduğunu o an fark edebildim. Görkem, bir yılanın üzerimde bıraktığı zehri emer gibi saniyeler boyunca aynı noktanın üzerinde tuttu dudaklarını.
Gözlerimin kapanmasını beklemiştim çünkü içim gittiğinde refleks olarak böyle yapardım ama o an, beni öpen kişinin o olduğunu görmek zorundaydım.
Geri çekildiğinde kapalı gözlerini aralayıp çenesini hafifçe kaldırarak ondan birkaç santim yukarıda olan yüzüme baktı. Alnı, burnumun hizasındaydı. Beni kucağına bastıran o muydu yoksa ben mi az önce kendimi bastırmıştım bilmiyordum ama bu pozisyondan ikimiz de şikayetçi değildik.
Nefesi normalden daha hızlıyken neden boynumu öptüğünü açıklamaya çalışmadı. 'Senin taşıyamadığın izi ben sahiplendim,' demeye kalkmadı bu sefer. Bakışlarıyla ve hareketleriyle anlatmıştı bana. Öyle güzel anlattı ki hiç durmasın, hep anlatsın istedim.
"Yatağa geç," dedi belimi sıkarak. Sadece sesi bile beni heyecanlandırmaya yetiyordu. "Soruları bitireyim geliyorum."
Söylediğini yapıp ayağa kalkmaya çalışacaktım ama beni sımsıkı tutuyordu. Bunu farkında olmadan yapıyor gibiydi. Elimi belimi saran elinin üzerine götürerek parmaklarına dokundum. Anlattığımı anlamış olacak ki temasını kesti ve bacağını hafifçe sallayarak bir kez daha üzerinden kalkmam gerektiğini anlattı bana.
Bu tavırları beni hep çok eğlendirecekti. Benden etkilendiğini görmeye bayılıyordum
Yorganını kaldırıp yatağının içine girdiğimde çok eskiden yaşanan bir anı belirdi zihnimde. Babam gelip bana yaşadığı olaylardan birini anlatacaktı sanki. Masallardan çok onun anılarını dinlemeyi severdim çocukken. O kadar çok şey yaşamıştı ki bu beni büyülerdi. Günün birinde benim de onun gibi ülke ülke gezeceğime emindi. Karar verebilecek yaşa geldiğimde bana söylemese de aldığım kararların onu hayal kırıklığına uğrattığını biliyordum.
Ben yatağa girip oturalı henüz birkaç saniye geçmişken Görkem, kalemini masaya doğru fırlattı. "Neyse, sikerler," diye mırıldandı muhtemelen duymayacağımı düşünerek. "Zaten odaklanamıyorum."
Testi yarıda bırakıp ayağa kalkması, asla ama asla beklemediğim bir durumdu. Bana dönüp birleştirdiği iki parmağıyla duvara doğru kaymamı işaret etti. Bunu yaptığımda gözlerinin içine bakıyordum. Kalbim hızlanmıştı ve Görkem'in gözlerine birkaç saniyeliğine uğrayan ışık, onun aklından geçenler hakkında bir fikir sahibi olmamı sağladı.
Yatağında onu bekliyordum. Sanki o da bu anı daha önce hayal etmiş gibi görünüyordu.
Hiçbir şey söylemeden yanımdaki boşluğu doldurduğunda doğrudan uyumak isteyeceğini düşünerek yastığı yatık konuma getirdim. Yorganı üzerimize çektiği sırada yatak başlığına yaslı olan sırtımı aşağı doğru kaydırdım. Tamamen yatmadan önce eli başımın arkasına gitti. Saç köklerimde bir rahatlama hissettiğimde tokamı çıkardığını anladım. Ona bakarken sorguladığımın farkındaydı ve bu açıklama bana yetecekmiş gibi "Böyle kalsın," diye mırıldandı sadece.
Hissettirdiklerini keşke ona söyleyebilseydim. Okşadığı saçlarımı, yerlerini ezbere bildiğine artık emin olduğum çillerimi sırf o seviyor diye daha fazla sevmeye başladığımı keşke ona söyleyebilseydim ama şu sıralar içimdeki cesaret yerini korkak bir aşka bırakmıştı. Dilim tutuluyor, iki kelimeyi bir araya getiremediğimi hissediyordum.
Başımı aşağı yukarı salladığımda tokadan kurtulan saçlarım sırtıma doğru dağıldı.
"Sana bir şey sorabilir miyim?" Bir tutam saçımı diğerlerinden ayırmış, ucunu işaret parmağının etrafına doluyordu.
"Sor."
"Biz şimdi neyiz?" Neredeyse kahkaha atacaktım. Sesli bir şekilde gülmeye başlamama biraz bozulduğunu hissettim. "Gülme," dedi. "Hayatında ne kadar yerim olduğunu ölçmeye çalışıyorum ki ona göre bir şeyi sana söyleyip söyleyemeyeceğimi hesaplayacağım."
"Ne diyorsun?" Gülmeye devam ediyordum. "Aklındaki neyse doğrudan sorsana."
"O adamı arayacak mısın?" Benim aksime o hiç gülmüyordu. Neyden bahsettiğini anlayamadım ve bunu fark etti. "Kaan'ı," dedi adını kullanmaktan hoşlanmayarak. "Gerçekten aramayı düşünüyor musun?"
Çevremizde bunca olay dönerken takıldığı şey bu muydu?
Daha önce de söylemiş olmama rağmen sanırım tekrar etmem gerekiyordu. "Barış'ı olaya dahil etmesi canımı sıktı."
"Onu ararsan yüz bulacak." Kıskandığını hissediyordum ama onu aramamı istemediğini söyleyecek haddi bulamıyordu kendinde. Bu yüzden de böyle dolaylayarak anlatmaya çalışıyordu. "Sonra seninle yine yüz yüze buluşmak isteyecek."
"Ben o defteri kapattım," dedim daha fazla devam etmemesini umarak. "Ben vazgeçtim Görkem. Eğer bunu söylüyorsam gerçekten benim için bitmiştir."
"Benim için çabalamaktan vazgeçtiğini de söylemiştin," diyerek beni beklemediğim bir yerden vurdu. "Bunu gerçekten istedin ama yapamadın."
"Aynı şey değil." Konunun hâlâ kapanmamış olması beni rahatsız ediyordu. "Çünkü Kaan'la ilgili hep bir şüphe kalacak aklımda. İlişkimiz sırasında beni sevip sevmediğinden asla emin olamayacağım biri o. Eski sevgilisi döndüğü an bir tercihle karşı karşıya kaldı ve tercih edilen değil, yedekte olduğu düşünülen seçenektim."
"Bana bunları anlatmak zorunda değilsin." Parmakları saçlarımla oynamaya devam ediyordu. "Ben sadece... Belli ki o sana aşık. Yani, böyle olduğunu iddia ediyor. Eğer bir soru işaretin varsa bunu bilmek istedim."
"Seninle birlikte uyuyorken onunla bir randevuya çıkar mıyım diye mi soruyorsun?" Kaşlarımı çattığımda söylediğim şey Görkem'e de oldukça mantıksız gelmiş olmalı ki kendi kendine güldü.
"Böyle söyleyince kulağa saçma geldi."
"Saçmaladın çünkü.
"Özür dilerim." Ben yastıkta yatıyordum ve o dirseğini yatağa yaslamış, alnımın hizasındaki bebek saçlarımla oynuyordu. İşaret parmağının sırtını kaşlarımın ortasından geçirip burnumun ucuna kadar sürterek ilerletirken gözlerimi kapattım refleksle. Gülümsediğini hissettim.
"Ne kadar güzel olduğunu biliyor musun?" diye sordu hiç beklemediğim bir anda. Burnumun ucuna küçük bir fiske vurduğunda bunu içinden geldiği için yaptığını anlamıştım. "Bana her şeyi unutturabiliyorsun. Bana adımı bile unutturabilirsin."
"Sana bir şeyler oluyor." Dudaklarım iki yana kıvrıldı. "Ve ben bu halini çok sevdim."
"Bazen bir duvar üzerime yıkılıyor gibi hissediyorum." Gözlerimi gözlerinden ayırıp dudaklarına doğru indirdim. O konuşurken sözcüklerini takip edebiliyordum böylelikle. "Aslında bazen değil, çok sık böyle hissederim. O enkazdan çıkmak bana yeterli gelmez, tekrar duvarı baştan inşa ederim. Sonra o duvar yine yıkılır, ben yine altından kalkıp baştan dizerim tuğlaları tek tek."
Analizcileri kastettiğini anlamam biraz uzun sürdü. Yaslandığı o duvar kimi zaman onun en büyük desteği ve kimi zaman da altında kalacağı bir enkaz oluyordu. Bunun ne kadar zor olduğunu tahmin bile edemiyordum.
"Sen geldiğinden beri o yıkımla baş etmek daha kolay," dediğinde bu, bir aşk itirafının bırakacağı etkiden daha fazla etki bıraktı üzerimde.
"O duvarı daha bir gece önce paramparça eden bendim." Nasıl benim bir şeyleri kolaylaştırdığımı düşündüğünü anlayamamıştım.
"O duvardan bir kale yapmaya çalışan da sensin," dedi. "Arda'yı toparlıyor, Kaya'yı güldürebiliyor, Can'ı anlamaya çalışıyorsun. Başında bin tane dert varken bir şekilde bizi bir araya getirmeyi yine de başarıyorsun."
"Bunları sen de yapabiliyorsun."
"Evet," dediğinde çillerime dokunuyordu. "Ama ben, kendime iyi gelemiyorum. Bu noktada geminin başına sen geçiyorsun."
Bağımlı bir adamı uyuşturabildiğimi söylediği an geldi aklıma. Bana bir tehlike gözüyle bakmaktan vazgeçtiğini sanmıyordum ama en azından artık bu tehlikeyi kabulleniyor gibi görünüyordu.
"Senin benim için yaptıklarının yanında, benim senin için yapmaya çalıştıklarım hiçbir şey Görkem."
"Az önce bir testi yarım bırakıp yanına geldim ve şu an ellerim titremiyor." Parmakları, elmacık kemiğimden çeneme doğru bir yol çizdi. "Bunun benim için anlamını tahmin edebildiğini sanmıyorum."
"Takıntılarını yok ettiğimi söyleyemezsin Nane Şekeri," dedim alayla. "Sırf senin çift sayı takıntın yüzünden birlikte uyuduğumuz gece sayısını iki yapmak için yanında yatıyorken hem de."
Tavrım onu güldürürken başını aşağı yukarı salladı. "Kesinlikle bu yüzden buradasın, Turuncu."
"Evet. Sen ne sanmıştın?"
Baş parmağını gülümsememin kenarına yerleştirdi ve sonra alt dudağıma doğru kaydırdı. Hafif baskısı yüzünden dudaklarım aralandığında gözlerimi gözlerine çevirdim ama onun gözleri dokunduğu yerdeydi. "Beni öpmeyecek misin?" diye sorarken parmağı dudağımın pürüzlerinde geziniyordu ve bu benim nefesimi kesiyordu.
Aramızda daha önce geçen bir muhabbeti hatırlayıp o ana gönderme yapmak istedim. "Ne? Niye?"
Gülümsedi, gülümsedim. Dudağımın üzerine tüy gibi dokunuşlar bırakmayı kesmemişti. "Madem takıntılarımdan bahsediyoruz, ödeşmekle ilgili bir takıntım olduğunu da biliyorsun." Gözlerini gözlerime çıkarttı. "Beni neden öpmüyorsun?"
"Çünkü..." Gözlerimi kaçırmadım. "Bu son gerçekleştiğinde ne hale geldiğini ikimiz de biliyoruz. Eğer seni bir kez daha öpersem bununla sınırlı kalmayacağımıza dair bir his var içimde."
Onu utandırmak için söylemiştim. Utandığında çok tatlı oluyordu. Beklemediği cevap onu kısa bir süreliğine şaşırttıktan sonra farklı bir tebessüm yerleşti dudaklarına. Bu yüz ifadesini beklemiyordum. Gözlerini kısıp yüzüme doğru eğildiğinde aramızdaki mesafeyi kapatacak sandım ama burnu burnuma değecek kadar yakınken durdu. "Bunu duymak hoşuma gitti."
"Hoşuna gidecek başka şeyler de söyleyebilirim," dedim geri adım atmadan. "Ama şimdilik bu kadarı yeterli."
"Bayılıyorsun değil mi benimle uğraşmaya?"
"Hım hım..."
"Bak ya." Başını yastığa bırakıp bedenini bana doğru çevirdiğinde ben de yüzümü ona döndüm ve yine aramızda bir nefeslik mesafe kalacak şekilde birbirimize baktık. "Vazgeçtim bakma," dedi kendi kendine. "O nasıl bakmak öyle? Canıma kastın mı var?"
Dudaklarımı birbirine bastırıp gülüşümü durdurmaya çalışırken kirpiklerine odaklandım. "Yine zarar ziyan sayılıyorum."
"En güzeli," dedi. "Ben hiç böyle güzel zarar görmemiştim."
Gülümsemeyi bırakamamışken onun eli, sanki bana değmezse ölecekmiş gibi yeniden yüzümü buldu. Görkem muhtemelen ne kadar temas bağımlısı biri olduğunun henüz farkında değildi. Bana dokunmasını çok seviyordum. "İyisin değil mi?" Bir an neden kötü olayım ki diye düşündüm ve sonra buraya asıl geliş sebebim geldi aklıma.
"Evet," dedim. "Artık iyiyim."
"Uyuyalım mı?"
"Uyuyalım."
Gözlerimi kapatıp ona daha fazla yaklaşmayı hedefliyorken buna gerek kalmadan kolunu belime sarıp beni kendine yapıştırdı. "İyi geceler Yağmur."
"İyi geceler Duman."
Gözlerimizi aynı anda kapattık ama bir şeyler eksik gibiydi. Sanki ikimiz de bu şekilde yatarken yeterince rahat değildik. "Şey," dedim yeniden ona bakarak. "Acaba dün geceki gibi göğsünde mi yatsam?"
"Bence de böyle yapmalısın." Kolunu başımın altından geçirdiğinde kafamı göğsüne doğru çekmeyi de ihmal etmedi. Saçlarım yastığa ve onun koluna dağılırken kalbinin atış seslerini duymaya başladım ve her şey o an yoluna girdi sanki.
"Ne olursa olsun," dedim bir itiraf da ben yapmak isteyerek. "Her ne olursa olsun, bu kalbin atmasına ihtiyacım var."
Bir cevap vermesini bekleyerek söylememiştim. O da vermedi zaten. Parmakları dün geceki gibi saçlarımın arasına karıştı. Beni uyutmak için yine çabaladı.
Elim bir kez daha tişörtünün etek kısmına gitti ve parmaklarım içeri sızdı. Soğuk avuç içimi sıcak karnının üzerine yaslayınca Görkem nefesini tuttu. Karnını içeri doğru çektiğinde göğsü de gerildi ve başım, göğsüyle birlikte biraz yükseldiğinde kendi kendime gülümsedim. Parmaklarımı hareket ettirip onun için işleri zorlaştırmadım. Sadece uyumak istiyordum ve onun sıcaklığı beni güvende hissettiriyordu.
Saçlarımın arasında olmayan elinin avuç içini belimden başlayarak aşağı doğru kaydırdı. Yan bir şekilde yatıyor olduğumdan bedenim avucu için kıvrımlı bir yol gibiydi. Kalçamı geçip üst bacağıma geldiğinde bacağımı sıktı ve sonra hafifçe kendine doğru çekerek sol bacağımı onun üzerine atmamı sağladı.
"Zaten gece böyle uyuyorsun." Sesindeki ince alay tınısının yanında ona daha fazla temas etmem için duyduğu istek de vardı. "Geceyi beklemene gerek yok."
Az önceki halimden daha rahat olduğum için hiçbir ses çıkarmadan aynı şekilde yatmaya devam ettim. Neredeyse yarı üzerinde uzanıyordum. Dünyanın en rahat yerini sorsalar düşünmeden burayı gösterecek aşamadaydım
Uyku ve uyanıklık arasındaki o ince çizgideyken çenesini alnıma sürttü yavaşça. Sakalları tenimi karıncalandırdı ve Görkem dudaklarını araladı.
"Entrégate a mí, no te fallaré." Gülümsediğini hissettim. "Böyle bir şeylerdi işte, yanlış telaffuz ettim kesin ama sen anladın. Sen hep anlarsın."
•⚓•
"Kendini bana teslim et, seni yüzüstü bırakmayacağım." Asya'nın görevde başlattığı Disfruto şarkısının devamı.
Bu bölüm için hep çok heyecanlıydım. Lir'den sonra V ve Hermes'in ikiz olduğunu da öğrendiniz. Tek tek çözülüyor düğümler.
Bu arada CAN GÜNAY.
Bu arada GÖRKEM DUMAN.
Tamam, sakiniz.
Can ve Görkem'in küçük çaplı tartışmaları -ki bu ilk değil- hakkında ne düşünüyorsunuz? Aralarındaki ilişkiyi nasıl bulduğunuzu merak ediyorum.
Bir kere gülümseyip öyle gidelim :)
Teşekkürler ve iyi günler.
🔵🤝🔵
AY BU V TUVALETTE SELMANIN YANINDAKİ KADIN MI ACABA
YanıtlaSilUff çok heyecanlı yaa geriliyorum da biraz
YanıtlaSilV'nin can'ın saatlerce yanında oturduğu ve gittiği için aklının onda kaldığı kadın olduğuna artık emin gibiyim. Kafama takılan kısım Can'ın bile anlayamadığı kadar iyi rol yapması. V bir psikopat ama Can'ın yanında çok çaresizdi. Bu hem psikopat hem çaresiz olabileceğini mi gösteriyor yani? Neyse Hermes'le aynı dövmelere sahipler her ikisininde üçgen dövmesi var ve ikizler? Bu kadar fazla tesadüf olabileceğini sanmıyorum. V o kadın ve can'a gercekten aşık galiba.
YanıtlaSil