31. "Kor Adamın Kör Adımı

Bölüm şarkıları:

Katy Perry & Juicy J, Dark Horse
Taylor Swift, I Did Something Bad
Sia & Diplo & Labrinth, Genius

🔺

Ne siyah şah ne beyaz şah,
Ya oyunu kaybet ya da yaşa.

•⚓•

Dün Arda V'nin planlarının Can'ı çıkmaza sokacağını söyleyerek gitti ve bugün 17.00'da V, Can'a akşam 21.21'de görüşeceklerine dair bir mesaj bıraktı.

Konum yok, mekân adı yok.

Sadece 20.00'da yeniden yazacağını ve o zamana kadar hazır olmasını söyleyen tek bir mesaj.

Can'ın karşılık olarak attığı mesaja ise dönmek için bile aktif olmadı. Kabul edip etmediğiyle ilgilenmedi çünkü emindi. Her şeyin bu kadar aceleye gelmesi ve diğer tüm detaylar bunun bir tuzak olduğunu anlatırken V, Can'ın onun teklifini reddetmeyeceğini biliyordu.

Ve tüm bunlar, apaçık delilik demekti.

Arda'yı haklı bulmaya başladığım dakikalardaydık. Mantığım onu savunurken kalbim batan gemiyi terk etmeyeceğini söyleyen Görkem'in izinden yürüdü ve sonuç olarak giyindim, hazırlandım. Kalan son işlerimi halletmek için banyonun yolunu tuttum.

Mila Tokel'i zaten tanıyor olduklarından kimlik değiştirmeme gerek olmadığına karar vermiştik. Hermes'in de mekanda veya en azından çevresinde olduğunu varsayarsak, yine kendimi onların önüne açık bir hedef halinde sunmuş olacaktım. Üstelik son görüşmemizde Görkem onun kafasını masaya çarpmış, sonrasında ortalığı yangın yerine çevirerek beni alıp çıkmıştı düzenledikleri organizasyondan ve bize ateş açılmıştı. Bu sefer neler yaşayacağımızı hiçbirimiz bilmiyorduk.

Saçlarıma şekil vermek için onları koridorda yürürken tarıyordum, diğer elimde tel tokalarım vardı. Banyoya girdim. Kırılan aynanın yerini bir yenisi almıştı.

Yapmamam gereken bir şeyi yaptım.

Görkem aynaya yumruğunu geçirdiğinde kırık parçaların nasıl saçıldığını ve üzerlerine kan damladığını hayal etti zihnim. Aynı saniye geçmişim önüme geçmeye çalıştı, yansımama bakamadan gözlerimi kapadım. Yumruğumu sıktığımda tel tokalar, son görevimden kalan avucumdaki kesik izlerine battı ve canımı acıttı. Her şey o an üst üste geldi ve bir çığın altında kalmışım gibi vücudumu kaplayan soğuk tarafından boğulmuş hissettim kendimi.

Azalabileceğini, geçeceğini sanıyordum. Buna inandırmıştı Görkem beni fakat değişen bir şey yoktu. Anılardan ne kadar kaçamıyorsam aynalardan o kadar kaçıyordum.

Banyo kapısını çarparak çıktım oradan. Koridorda öylece dikilemeyeceğimden salona gidip oturmak, kendime gelene kadar beklemek istedim. Diğerleri hâlâ hazırlanıyordu. Bu yüzden birkaç dakikam olacağını tahmin ediyordum.

İçeri girdiğimde kanepede oturan adamla doğrudan göz göze geldik. Siyah gömlek ve siyah pantolon giymiş olduğundan yeşil gözleri daha da ortaya çıkmıştı. Baştan ayağa siyaha bulanmak Kaya'ya garip bir hava katıyordu. Bu karanlığı ona yakıştırıyordum.

Botlarını bağlıyor olduğunu gördüm. Elleri bağcıklardayken öylece uğraşmayı bırakıp kafasını kaldırarak bana bakmıştı ama hâlâ ayaklarına eğilmiş vaziyetteydi. Sanırım topuklularımın çıkardığı hızlı sesler bir şeylerin yolunda gitmediğini anlamasına yetmişti.

Kanepenin üzerinde duran gümüş bıçağa kaydı gözlerim. Keskinliği buradan bile belli oluyordu. Masanın üzerinde ona ait bir kılıf duruyordu. Kaya ben bir şey söylemediğimde tekrar eğilip bağcığını bağladı. Ardından oldukça pratik bir hareketle bıçağı kılıfına geçirdi ve işaret parmağını botunun arkasına takarak ayakkabısıyla ayak bileği arasında açılan boşluğa bıçağı itip görünmez hale getirdi.

İşini bitirip bana döndüğünde hâlâ eşikte dikildiğimin farkına vardım. "Ne var?" diye sordu huysuzca.

Nedense bir an o ve ben burada yalnızken kendimi çok fazla savunmasız hissettim. Ayaklarımı vura vura içeri girip tekliye oturduğumda "Saçımı yapamadım," dedim. Sesim okula yetişmeye çalışan bir kız çocuğunun çıkışan saçlarına bir türlü şekil veremediğindeki tavrı gibi çıkmıştı. "Aynalardan nefret ediyorum. Yansımamdan nefret ediyorum. Tel tokalardan da nefret ediyorum, elimi acıttılar. Bugün sen oldum, her şeyden nefret ediyorum. Beni anlarsın."

"Anlarım." Bedenini üçlü koltuktan tekli koltuğa en yakın olan tarafa doğru kaydırarak bana yaklaştı. "Bakayım eline."

"Bakma." Başımı yere çevirdim. "Biraz gerginim diye saçmalıyorum sanırım. O kadar da acımadı. Saçlarım da önemli değil zaten."

"Aç elini Asya. İkiletme beni." Alaycı değil, gerçekten ilgili olduğunu görmenin şaşkınlığı kafamı dağıtırken elini yumruğumun üzerine götürüp açmamı sağladı ve avucumda izler bırakan tel toka yığınını gördü. Sıkı sıkı kavramıştım hepsini. Biraz kızarıklık dışında bir şeyim yoktu. Ellerimde kan yoktu.

Gözlerimin içine baktığında bu bakışmanın derinleşmesinden korkup hemen yere indirdim başımı. Elimi de temasından çektim. "Saçlarını taramışsın," dedi diğer elimdeki tarağa bakarak. "Ne yapacaktın?"

Üzerine hiç düşünmeden ona cevap vermeye kodlanmış bir robot gibi araladım dudaklarımı ve hızlı hızlı konuştum. "Sadece iki tutamı arkada toparlayıp sabitleyecektim. Bunun için ön kısmını düzgünce ayırmam gerekiyor ama bakamadım ki kendime. Belki telefon kamerasıyla yapabilirim. Bilmiyorum, istemiyorum şu an. Hevesim kaçtı. Umurumda değil nasıl göründüğüm."

Tarağı da uzanıp elimden aldığında basit bir şekilde "Güzelsin," dedi. Dümdüz bir şeydi bu, geçiştirmece gibi bir cümleydi. Söylenmek için söylenmişti. "Ama rol çalma. Bende yeterince nefret var, sen heveslerine tutun." Tarağın arkasındaki ince uzun kısmı saçlarımın tepesine daldırdığında beklemediğim için kendimi refleks olarak geri çektim.

Gülümsedi. Bana bakıp gülümsedi ve kaçtığım yerden beni tutup çekmek yerine daha fazla yaklaştı koltuğuma. Yeniden tarak saçlarımın arasına girdi. "Biraz kafanı çevir," diye emretti bana.

"Ne yapıyorsun?"

"Börek," dedi düz düz. Saçlarımı ortadan ikiye ayırdı ben ona dikmişken gözlerimi. "Ne bakıyorsun avel avel?"

"Sen benim saçlarımı mı yapıyorsun şu an?"

"Sus, Börek." Sağ tarafımdan bir saç tutamını parmaklarıyla kavrayıp ayırdı. Bir kez taradı ve başımın arkasına doğru çekti. "Önüne bak. Beceriksiz olduğum için yapamadım demiyorsun da aynadan korkuyorum cart curt diye zırvalıyorsun bana. Bırak, ben hallederim. Bu eller sadece kod yazıp kilit açmıyor."

"Kaya..." Kelimelerimin devamı gelmedi. Öylece durdum.

"Nefret ediyorum," dedi ve durdu o da. Sol tarafımdaki bir tutam saçı özenle diğerlerinden ayırdı ben hareket dahi edemezken. "Ellerinin titremesinden," diye devam etti. "Nefret ediyorum, korkulardan. Nefret ediyorum, korkuların sebeplerinden. Düzelecek sanırken her şeyin bozuk bir kaset gibi başa sarmasından nefret ediyorum. Ben seni anlarım Asya."

"Dün sarı laleler, şimdi de bu." Göğsümün içine yayılan bir sıcaklık vardı. "Sen ne yapmaya çalışıyorsun tam olarak?"

"Saçlarını." Verdiği cevap beni güldürdüğünde başımı istediği şekilde çevirdim. Parmakları ondan beklemediğim bir kibarlıkla saçlarımın bir kısmını geriye toplamıştı. Tel tokalardan birini başımın arkasına sabitlediğinde ilk önce beceremedi ve uç kısmı derimi acıttı ama yine de hiç ses çıkarmadım.

"Ben senin nelerin savaşını verdiğini görüyorum." Kısık bir sesle kurduğu cümle, kendimi çırılçıplak hissettirdi. Rahatsızlık hissi uyandırmadı, sırtımı ona yaslama isteğiyle dolup taştım. "Ve kim seni suçlarsa suçlasın, kim giderse gitsin, benim gölgem senin üzerine düşecek. Çünkü sen-"

Sık yaşamadığımız bu duygusallığı onun taktiğiyle bölmek isteyip "Sana börek mi yaptım?" diye sordum.

"Hayır. Bana sarıldın."

Beklediğim cevap bu değildi. Gözlerim dolduğunda kafamı çevirmek istedim ama küçük bir baskıyla hareket etmemi engelledi ve işini bitirdi saçlarımla. Telefonunu çıkarıp üstten bir fotoğraf çektikten sonra gözüme doğru yaklaştırdı ekranı. "Tamam mıdır?"

Ben bir cevap veremeden o elinde kalan fazla tel tokaları arka cebine attı. "Tamam de, daha da uğraşamam."

"Teşekkür ederim." Ağzımdan çıkan bu iki kelimeye bile şükredebilecek haldeydim. Kaya beni çok hazırlıksız yakalamıştı. Bana olan sevgisini hissetmek, yüzü sirke satsa bile kalbinin güzelliğini görebilmeye başlamış olmak aramızdaki ilişkinin gidişatını büyük ölçüde değiştiriyordu. O gerçekten bana bir abi gibi davranıyordu. Böyle hissettiriyordu.

"Ben de." Duraksadığında bir anlığına gıcıklığını kenara bıraktı. "Yetimhaneden kaçtığım zamanlarda," diyerek başladı ve bütün dikkatimi ona verdiğimde gözlerini duvara çevirdi. "Bir çocuk parkının arka tarafından geçmek zorunda kalıyordum gideceğim yerlere ulaşabilmek için. Klişe, biliyorum ama parklardan nefret ederdim Asya. Sürekli birbirine sarılan kardeşler, canı yandı diye çocuğunu kucaklayan anne babalarla dolu olurdu orası. Benim canım yanarken kimse sarılmadı bana. Yara mı denir, geçmedi işte. Ne zaman çocuk parkı görsem buruldu içim."

"Ama," dedim güçsüz bir sesle. "Odanın bahçesi çocuk parkına bakıyor senin."

"On sekiz oldum, canım yanarken sarıldı biri, geçti gitti. Kalmadı nefret."

Kocaman gülümsediğimde bana döndü gözleri. "Görkem mi?"

"Görkem tabii." Gözü anılara dalmıştı. "Bir gün, kocaman adamlarız, deli gibi içip sarhoş olduk. Oturuyoruz böyle. Dedi ki kalk, gidiyoruz. Neyse ben düştüm bunun peşine sorgulamadan. Parka götürdü beni. Tahterevalliye bindik, salıncakta sallandık gecenin bir yarısı. Barıştım o gün parklarla. Bazı şeyler sarılınca, gülünce, yanında biri olunca geçiyormuş. Öyle işte."

Onların birlikte geçirdikleri anların her saniyesini dinlemek için büyük bir istek vardı içimde. Daha geniş gülümsedim gözlerinin parladığını görünce. "Peki ben," dedim soru sorar gibi. "Ben neyin geçmesini sağladım?"

"Orasını boş ver," dedi. "Fazla döküldüm saçıldım, bir sonraki sefere de bunun sebebini anlatırım belki."

Zorlamayacaktım ama bana kendisini açmaya başlaması hoşuma gidiyordu. "Bir gün biz de çıkabiliriz parka." Yanında olacağıma söz vermek demekti bu aslında. "Salıncağını kullanmana izin verir Arda. Eğer bunu yapman için içmemiz gerekiyorsa önce deli gibi sarhoş olur, sonra çocuk gibi eğleniriz."

"Söz mü?" dediğinde hevesle başımı salladım. "Bugün..." Sesinin yeniden ciddileştiğini hissettim. "İşlerin yolunda gitmediği herhangi bir durum olursa ilk müdahaleyi benim yapmama izin ver." Bu bir rica değil, bir emirdi. "Kendini öne atma Asya, sakın. Canını hiçe saymandan nefret ediyorum ve sarılıp geçirebileceğin bir şey değil bu."

"Bir börek yaptım diye konu nerelere geldi." Her şeyi bir kenara bırakıp gülmeye başladık. "Seninle bir fotoğraf çekinmek istiyorum duvarımda olması için. Sarı lalelerim solmadan parkta çekinir miyiz?"

"Solarsa da alırız yenisini."

Kalbimin damarlarıma pompaladığı kan değildi de sevgiydi sanki. Bir aileye sahip olmanın huzurunu her saniye daha fazla yaşıyordum. "Bana bir fazlalıkmışım gibi hissettirmediğin için teşekkür ederim."

"Fazlalık mı?" Kendi kendine güldü. "Sen gitsen şu evin şaftı kayar Asya. Ne fazlalığı? Domino taşları gibi devriliriz üst üste sen olmasan."

Güçlü bir kahkaha attım. "Bunu sevdim."

"Ben şimdi benim kullanacağım arabayı çıkarayım garajdan." O Birkan olarak tanınıyordu ve benim gibi, ekstra bir kimlik değişimine gitmesine gerek kalmamıştı. Hermes onu görmemişti ama Selma'nın görmüş olması Hermes'in bilmesi için yeterliydi diye düşünüyorduk. O, Can ve Görkem'le ben üç farklı arabada gidecektik bize verilecek adrese. Adres bilgilerine ise hâlâ sahip değildik.

Kaya evden çıktığında tek kaldım. Görkem odasında üzerini değiştiriyor, Can ise gelecek mesajı bekliyordu. Salonun içindeki sessizliği bozan bildirim sesi, Görkem'in masanın üstünde ters duran telefonuna aitti. Bir an Arda'dan mesaj gelmiş olabileceğine dair bir his kapladı içimi ve telefonu tutup mesaja bakmaya itti o his beni. Karşılaştığım, karşılaşmayı beklemediğim biriydi.

Mat arkadaşım Ceren: Ne zaman bana geleceksin peki?

Ekrana bakakalırken zihnim devamlı olarak sakin olmamı fısıldadı ama kulaklarım uğuldamaya başlamıştı çoktan. Aklıma ilk gelen şey, bir ihtimal bile olamazdı bu yüzden kendime düşünmeyi yasaklamaya çalıştım.

Görkem kapının eşiğinde beni çağırmak için belirdiğinde ne yaptığımı saklamak gibi bir çabaya girmemiştim. Bir elimdeki telefonuna bir gözlerime baktı. Sorgulamadı bile. İçeri gülümseyerek gelip beni baştan ayağa süzdü. "Çok güzelsin yine," dedi ama bu beni güldürmedi. "Saçların da çok güzel olmuş. Bu modeli ilk kez yaparken görüyorum seni." Yine gülmedim. "Saçlarını salık bırakmanı seviyorum."

Arka arkaya ettiği iltifatları beni eritmedi. İçimde yükselen bir öfke vardı. Kendi kendime sanki sakladığı bir şeyler olduğu için böyle davrandığını düşünüp daha çok kuruldum.

"Yağmur," dedi ciddiyetimin farkına vardığında. "N'oluyoruz?"

Telefonu tutup gözlerinin önüne götürdüm. "Senden cevap bekleyen biri var," dedim o gözlerini mesajın üzerinde dolaştırırken. "Hayır, bir değil. İki kişi."

Gözlerini kırpıştırarak yüzüme baktığında başta ne olduğunu anlamadı bile. Kaşlarımı çattım. Jetonu düştüğünde yeniden yukarı doğru kıvrıldı dudakları. "Ne," dedi. "Bunu mu kıskandın?" Aklı almıyor gibi söylemişti, kıskanmam mümkün değilmiş gibi.

Bir açıklama yapmalıydı. Farkında değildi, gerçekten anlamıyordu beni daha fazla sinirlendirecek şekilde davrandığını. "Dalga mı geçiyorsun?"

Sesimi yükselttiğimde o gülümseme bıçak gibi kesildi. Bana doğru bir adım atıp telefonunu elimden aldı ve kapatıp masaya bıraktı. "Soru çözmek için çağırıyordur," diye abuk subuk bir şeyler zırvalayacağı sırada sözünü kestim.

"Bu üslup sence normal mi?" Onun hiç garipsememesi beni daha da delirtti. "Seninle flörtleşiyor!" Yüzünü buruşturdu bu söylediğim midesini bulandırmış gibi. "Bana gelsene ne demek mesela? Şey için çağırır gibi. Bak, daha çok sinirlendim şu an."

"Kurmasana kafanda." Omuzlarımdan tutmaya yeltendiğinde geriye doğru çekildim. Şok geçiriyor gibi görünüyordu. Beklemediği bir durumun içinde kalmıştı. "Gerçekten anormal bir şey görmüyorum ben. Diyorum ya, birlikte soru çözmemiz için yazmıştır."

"Tek mi yaşıyor?"

"Evet ama-"

"Ne konuştunuz bundan önce?"

"Müsait olup olmadığımı sordu, bir işim olduğunu söyledim."

"Necip Amir'in bile göreve gideceğimizden haberi yok ama Ceren'in var öyle mi?"

"Böyle bir şey çıktı mı benim ağzımdan?" diye sordu şaşkına dönmüş halde. "Ceren benim arkadaşım Asya."

"Sana defalarca kez senden hoşlandığını söylemiş bir arkadaş!" Elimle alnımı ovaladım sakinleşmek için ama içimde köpürüp duran bir şey vardı. "Hiçbir zaman, o gün bile söylemedim ondan uzak durmanı. Buna hakkım yoktu, kiminle görüşeceğini kısıtlayacak halim de yok ama bu mesajdaki rahatlığın farkında değil misin? Ona fazla geniş bir alan vermişsin, sana hâlâ yürüyebiliyor."

"Sakinleşir misin?" Sert cümlelerime mümkün olabilecek en yumuşak sesi kullanarak karşılık veriyordu. "Gerçekten böyle bir şey yok ortada."

"İlgisi hoşuna mı gidiyor?" Bu kez ona yaklaşıp gözlerini kısan bendim. Bana dehşete düşmüş gibi baktı. "Ne?" dedim karşılığında. "İnkâr etmiyorsun işte. Sana aşık olduğu besbelliyken ne anlatıyorsun bana? Kadınlar hissetmez mi sanıyorsun? Hoşuna gidiyor ilgisi, değil mi?"

"Seni rahatsız eden şey onunla olan samimiyetim mi?"

Böyle devam edemeyeceğimizi fark ettiğimde bu sinirli halimle yanlış bir şeyler söyleyip uzatmak istemedim. Ters bir bakış atıp yanından geçmek için hareketlendim ama koluma sarılan eli buna engel oldu. "Bir dursana kızım, çözmedik ki mevzuyu. Ne kaçıyorsun?"

"Beni rahatsız eden şey onun seninle olan samimiyeti," dedim geri adım atmadan. Beni biraz daha kendine çekip başını eğerek gözlerimin içine baktı ve sadece bir an aklımdan geçenlerin tümü dondu kaldı. Ne diyeceğimi bilemedim. Gözlerimi kaçırıp derin bir nefes aldığımda onun aşırı sakinliğinin beni daha da sinirlendirdiğini fark ettim.

"Hiçbir zaman ona farklı bir gözle bakmadım," dedi tane tane. Kelimelerini içime gömmek ister gibiydi sesi. "Bendeki yerinin farkındasın sanıyordum, bu yüzden şaşırdım sadece."

"Ceren'in sendeki yeri umu-"

"Ne Ceren'i?" Eli bileğimden omzuma doğru çıktı. "Senin yerin." Bir saat kadar önce çizdiği çapanın üzerini okşadı parmaklarının sırtı. "Senin bendeki yerin."

İrademi koruyup "Ne zaman gideceksin ona?" dedim imayla. Bir kez daha kandırılmak istemiyordum. İçimdeki güven böylesine fazlayken bir hayal kırıklığını kaldıramazdım. "Boş ver beni, biricik arkadaşının sorularını cevapla sen."

"Şu ses tonunu kullanma," dediğinde artık sakin değildi. Gerginlik vardı sesinde, o da sinirlenmeye başlamıştı.

"Niye?" Ona doğru kaldırdım çenemi. "İlgisinin hoşuna gittiğini hâlâ reddetmiyorsun, sorun sesimin yüksekliği mi şu an?"

"Hayır, imaların." Belimi kavrayıp beni kendine doğru çekti. Hızlı bir hareketti bu, göğsüm göğsüne çarptı. "Başka biri hiç olmadı, hiçbir zaman. Ben sadece senin için varım Yağmur. Bu yüzden aklımdan başkasını geçirdiğimi sakın ima etme bir daha, duydun mu? Aklım kalmadı ki birisi geçsin oradan. Sana teslim ettim, senin avucunun içinde duruyor. Hoşuma gittiği falan yok kimsenin. Beni kendinden ibaret hale getirip sonra sorduğun sorulara bak."

Parmak uçlarımda biraz yükselip ona doğru yaklaştığımda gömleğinin yakasını kavrayıp yüzünü yüzümün hizasına çektim. Aramızdaki santimler giderek azaldığında dudakları öpülmek ister gibi aralandı. Nefesimi hissetti, tüketmek istedi ama sınırlarına dayanmak üzereyken durdum. "O zaman," diye fısıldadım. "Ona birlikte olduğumuzu söyle."

Bedenlerimiz arasındaki boşluğu sıfıra indirecek kadar yapıştırdı beni kendine. "Ne söyleyeyim?" diye sordu kısık bir sesle. "Tekrar et."

Onunla bu oyunu oynamayı kabul ettim. Uzak durmamı söyleyen herkese meydan okur gibi biraz daha yaklaşarak üzerine yaslandım. "Birlikte olduğumuzu söyle."

"Siktir." Yutkundu. "Sikeyim, hiç sırası değil." Burnundan verdiği sert nefes yüzüme çarptı. "Delirme, göreve gideceksiniz."

Kendi kendine konuşmaya başlayacak kadar raydan çıkmış olmasının bana verdiği keyifle gülümsediğimde gözleri gülüşüme takıldı. Onu zorlamaya bayılıyordum. "Hay," dedi, durdu. Duramadı. "Amına koyayım, neler geçiyor benim aklımdan böyle?"

"Bilmeyi çok isterim."

"Hiç istemezsin."

"Çok isterim."

Yakasını kavrayan elimi gevşettim çenesine götürmek için ama buna engel oldu. "Dokunma," dedi sadece. "Şu günü bir atlatalım, dönmeyiz eve. O zaman anlatırım ne duymak istiyorsan. Bir saniye bile susmam, söz. Delireceğim, gitmemiz lazım. Keşke lazım olmasa. Keşke şimdi, burada..."

Kaşlarını çatıp frene bastığında kendisine inanamıyor gibi daha da çatıldı yüz ifadesi. "Ee?" dedim muzipçe gülümseyerek.

"Gidelim mi?" diye bir soru yöneltti bana. İzin ister gibi çıktı sesi. "Gecenin sonunda, sadece ikimizin olacağı herhangi bir yere."

"Sinirli olduğumu görmüyor musun?" Sırıtarak sormasaydım daha inandırıcı olabilirdim. "Sana bu teklifi kabul edeceğimi düşündüren nedir?"

"Çıkarırsın sinirini benden." Burnunun ucunu burnuma değdirdi. "Ne istiyorsan yaparsın."

"Düşüneceğim." Bir mırıltı gibi çıktı sesim, bu bile onayladığımın kanıtıydı. "Arana mesafe koyacak mısın onunla?"

"Şu bakış bana roket yaptırır, başka gezegene fırlatırım ikimizi. Herkesi bizden uzak tutarım." Kıkırtılarım gözlerindeki ifadeyi daha da derinleştirdi. Zorlukla ayırdı ellerini üzerimden. "Can canımıza okumadan hazır olalım," dedi. "Sabır sabır nereye kadar bilmiyorum, kaç sefer daha sana karşı koyabilirim bilmiyorum ama bana yaklaştığın her saniye irademe olan güvenimi azaltıyorsun, işte bunu biliyorum."

"Az laf, çok iş Görkem Duman." Gömleğinin yakalarını yavaşça düzelttikten sonra geri çekildim. Tekli koltuğa bıraktım kendimi çünkü üç dakika içinde herkes burada olacaktı ve geri sayımı başlatacaktık. Gözüm hâlâ bir ümit Arda'yı bekliyordu ama gelmeyecekti. Bazen insan bile bile gelmeyeni beklerdi, benimki de öyle bir şeydi.

Saat tam olarak 20.00'ı gösterdiğinde Can elinde laptopla koşarak kapıdan girdi ve Kaya da yalnızca on saniye kadar sonra içeride, karşımızdaydı. Bilgisayarı masanın üzerine bırakan Can, tekli koltuklarda yerimizi almış hazır bekleyen Görkem ve ben, eline telefonunu çıkarmış Kaya ile birlikte geri sayım başlamış oldu.

Plan yapıp uygulamaya geçirmemiz için yalnızca 1 saat 21 dakikamız vardı.

"Bir restoran," dedi Can hızlıca V'nin gönderdiği mesajı okuyarak. "Adı Nova."

"Sivillerin olduğu bir yerde buluşacak seninle," dedi Görkem, çok hızlı konuşuyordu. "Bizim de geleceğimizi tahmin ediyor olmalı. Onu yakalamayacağından emin ama yine de silah kullanamayacağımız bir pozisyona getirmek istiyor bizi."

Kaya parmakları klavyede gezinmeyi bıraktığı an çevirip bize konumu gösterdi. Görkem sadece beş saniye kadar ekrana baktı, ardından "Kırk iki dakika," dedi. "Hayır, kırk üç. Buradan en geç 20.38'de çıkmamız gerekiyor 21.21'de orada olmak için."

Restoranın adını yeniden okuduğumda gözümün önünde bir resim canlandı. Önce gri bir şemsiye, sonra yağmurlu bir gün, sonra Kaan'ın arabasının iç dizaynı ve sonra trafik ışığının kırmızısı. O restoranın içine girmemiştim ama bir Mart günü önünden geçmiştim. "Büyük camları var, yere kadar. Yanında bir bar var, orasının da adı Nova. Restoran barın solunda kalıyor. Rostoları meşhur, içeride kahverengi deri koltuklar var. Geniş masalar ve geniş koltuklar. Müşterilerin sadece kafalarını gördüğümü hatırlıyorum, demek ki çoğunun arkası kapı tarafına dönük. Garsonlar siyah önlük, beyaz gömlek giyiyorlardı. Girişi döner kapılı."

"Nova, hiç yokken aniden görülen yıldız demekmiş," dedi Kaya. Sonra bir anda durdu ve "Demek," diye düzeltti kendi kendini. "Parlaklığı ansızın artarmış. Yani artar."

Görkem kaşlarını çatıp onun garip tavırlarına anlam vermeye çalışsa da bu fazla uzun sürmedi çünkü çok kısıtlı bir vakte sahiptik. "Hâlâ bizimle işbirliği yapmak istediği için seninle buluştuğunu mu düşünüyorsun?"

"Bunu mutlaka teklif edecek." Can kendinden emin görünüyordu ama bunların yanı sıra, gördüğüm en yakışıklı halinde olduğunu da söylemeliydim.

Ekru bir keten gömlek giymişti, gömleği üçüncü düğmeye kadar açıktı. Bol kesim kahverengi pantolonun altına botlarını geçirmişti. Parmak eklemleri yüzüklerle doluydu. Kahve saçları uzadıkça hafif hafif dalgalanıyordu, bugün o dalgalar daha da belirgindi ama dağınıklardı. Bile isteye yapmış gibi. Özenle hazırlandığı her halinden belliydi.

"Benimle bu yüzden görüşüyor. Bizi bir ortak gibi gördüğüne çok eminim ama Hermes orada olursa bir şey diyemem Görkem. O seni görmekten hoşlanmayacaktır."

"Sorun yok, ben bu ihtimali göze alıyorum."

"Hâlâ senin gelmen taraftarı değilim," dedi Can, son bir umutla.

Görkem'in attığı bakış onu susturmaya yetti. "Bensiz hiçbir yere gitmiyorsunuz."

"Senin ve Can'ın fotoğraflarına sahip olduklarını biliyoruz. Yine de oraya Kuzey olarak mı gideceksin yoksa ilgiyi üzerine çekmek için peruk falan takmadan, böyle mi orada olacaksın?"

Soru Kaya'ya aitti. Görkem bunu da çoktan düşünüp kendi kafasının içinde bir karara varmıştı, sadece bize yeni söylüyordu. "Mila ile oturacağım için Kuzey olarak devam edeceğim. Muhtemelen Asya hakkında hiçbir şey bilmiyorlar. Onu gerçekten Mila diye yutturabildiysek ben de ters bir durumda onu kandırmış gibi davranabilirim." Yüzünü bana çevirdiğinde gözlerimin içine baktı. "Ne olursa olsun," dedi vurgulayarak. "Hangi durumda kalırsak kalalım Mila rolünden çıkmıyorsun."

"Bu şekilde onlara yaklaşabilir miyim?" diye sordum. "Hermes'e saldırdığını da bilmiyorum. Ben sadece o gün tacize uğramış, sonra da senin tarafından kurtarıldığı düşünülen biri miyim onların gözünde? Bilgisayarını hacklediğimi biliyor mudur yoksa beni gerçekten masum sanacak kadar salak mıdır? Hem bu hack bir şekilde işimize yarayabilir mi sence?"

Son soruyu Kaya'ya yöneltmiştim. Gözlerini üzerime çevirdiğinde vereceği cevabı düşündü. Dudakları aralık kaldı, kapandı. Bir şey söyleyecekken son anda gizlemeye karar vermiş gibiydi. "Yaramayabilir bugün," dedi. "Hermes'in bilgisayarı son baktığımda kapalıydı, konumunu tespit edemedim bu yüzden. Nova'da onun da olup olmayacağını bilmiyorum."

"Birbirimizi tanımıyor gibi mi gireceğiz?" diye sordu Can, hâlâ aklına yatmayan şeyler vardı. Bizi yanında istemiyordu, böyle hissediyordum. "Kaya ve Asya daha önce bir görevde yan yanaydı. Aynı ortamda hem Birkan'ın hem de Kuzey'in olması sorun olmayacak mı?"

"Bir şapka takar, onlardan uzak tarafa otururum," dedi Kaya.

"Ve eğer bir şeyler ters giderse ilgiyi üstümüze çekecek bir tiyatro oynarız," diye devam etti Görkem. "Mila ve Birkan'ın arasında olanları bilmeyen Kuzey, Birkan Mila'ya baktıkça delirip etrafı dağıtabilir. Daha önce yapmadığım şey değil. Garsonlara bile sarabilirim gerek kalırsa. Tek bir işaret vermene bakar Can, yangın yeri yaparım orayı."

"Tehlikede olan ben olmayacağım," dedi Can. "Kötü kötü bakmayın, gerçekten bunu bir kez daha sormam gerekiyor. Emin misiniz? Bana bir şey olmayacağını biliyorum ama size olmayacağının garantisini veremiyorum. Hermes manyağı beni korkutuyor bu konuda."

"Çok konuşma," diyen bendim. Kaya ve Görkem'den bile önce benim atlamış olmamla birlikte Can gülümsedi bu iflah olmaz der gibi. "Hepimiz geliyoruz işte. Zaten tıkanmış durumdayız, yolumuz açılacaksa hepimiz her şeyi yapmaya hazırız bence."

"Aynen öyle," diyen Görkem saatini kontrol etti. "Asya mekânı biliyor, bizim önden gitmemiz daha mantıklı olacaktır. Sizi gerektiği şekilde bilgilendiririz. Can, sen 21.22 olmadan içeri girmiyorsun. Önce V'nin gelmesini bekleyeceğiz, anlaştık mı?"

Can onu onaylamak için hiçbir şey söylemedi, başını bile sallamadı ama Görkem buna takılmadı. Kaya bize birbirimizle iletişime geçebileceğimiz küçük kulaklıkları verirken Can'ın yakasının iç tarafına küçük bir mikrofon daha yerleştirdi. Ardından ona da bir kulaklık verdi ama kendisi almadığında bu kaşlarımı çatmama sebep oldu. Sol kulağını gösterip "Zaten takmıştım," dedi sadece.

"Bir kaçış planı yapmalısınız her ihtimale karşı," dedi Can. Konuşurken kendini katmıyor oluşu sinirimi bozuyordu. İçimdeki paniğin büyüdüğünü hissettim.

"Nova'nın önündeki yolda park yerleri var ama orada bar da olduğu için yer bulup bulamayacağımızdan emin değilim, kalabalık olacaktır," dedim hızlı hızlı konuşarak. "Siyah bir vale kulübesi görmüştüm, muhtemelen araçlarımızı otoparka çekeceklerdir."

"Bahsettiğin park yerleri Nova'nın tam önünde mi?"

Kaya'ya "Aynen," diye cevap verdim. "Hemen girişteydi. Lüks araçlarla dolu bir yer."

"Tamamdır," dediğini duydum Görkem'in güven dolu bir sesle. "Eğer Birkan'la Kuzey kavga ederse, Birkan seni kolundan tutup götürmeye kalkıyor zorla. Ben gelen güvenliklere dalıyorum, siz restorandan ilk çıkan kişiler oluyorsunuz."

"Niye?" dedim. "Ne yapacağız ki çıkıp? Peşimize takılacaklardır."

"Kaçmamız için bir araba gerekiyor ve o arabanın bizim olmasına gerek yok," dedi Kaya. "Ve sen sormadan söyleyeyim, arabayı çaldıktan sonra gerekirse o camlara son sürat dalıp içeri girer, Görkem'le Can'ı oradan almadan asla ayrılmayız. Bu konuyu sorgulamaman ve bana güvenmen gerekiyor, tamam mı? İşler karışırsa benimle geleceksin."

"Mantıklı değil," dedim. "Asıl tehlikede olan sen ya da ben değiliz, Görkem. Hermes ona kafayı takmıştır. Onu içeride bir başına bırakmak saçmalık."

"Kaya'yı dinle," diyen Can'dı. "Böylesi en doğru olan. Hepimize vakit kazandırır."

"Zaten sadece bir ihtimal," dedi Görkem de beni rahatlatmak için. "Belki de o kadar gürültü çıkmasına gerek kalmadan Can çözer V'nin derdini."

"Çabam bu yönde olacak."

Bu, o an konuşulan son cümleydi. Diğer dakika biz Görkem'le koşturarak binmiştik arabamıza. Peruğunu ve lenslerini orada takıp sabitlemiş, dikiz aynasından kendini kontrol etmiş ve sonra gazı köklemişti.

Nova'nın girişine geldiğimizde refleks olarak sağa sola bakınmaya, ne gördüysem ezberime kazımaya başladım. Çıkılabilecek yolları, başımıza gelebilecek belaları ve bir sürü şeyi hesaplamaya çalışıyordum. Tahmin ettiğimiz gibi vale arabamızı alıp otoparka çekeceğini söyledi. Kaldırımın kenarındaki araçların arasından geçerek döner kapıya ilerlediğimizde Görkem elime uzandı ve parmakları parmaklarımı sıkıca kavradı. İkimizin de içinde aynı kötü hislerin olduğunu düşünüyordum. Diğerlerine söylediklerinden öte, arabadan inmeden önce bana attığı bakışta sezmiştim gerçeklerini. Kötü bir sona hazırlanmaya çalışıyor gibi görünüyordu. Kötü son bizden birine ait olmasın diye buradaydı bugün.

İçeri adım attığımız sırada güvenliklerin orada bulunmayışı, zihnimi meşgul eden ilk tilkiydi. Fazla rahat olmuştu girişimiz. Ben olsam böyle bir davet için isim listelerinin kullanıldığı mekânlardan birini ayarlardım. Yüzümüze hiçbir mimik yerleştirmeden devam ettik yürümeye. Sağda duvara yaslı masalardan birine oturduk. Görkem eline menüyü alırken benimle konuşuyordu, ben de bu sırada çevremizi inceliyordum.

İçerideki floresanların bir tanesi çalışmıyordu, ilk önce bu çekmişti dikkatimi. Koltukların çoğu doluydu ama ortam sakindi. Arka masamızda kırklı yaşlarında bir çift oturuyordu, Görkem'in diğer tarafındaysa tanışma yıldönümlerini konuşan iki sevgili vardı. Tam orta kısımda rezervasyonla ayrılan, üzerinde bir satranç tahtası ve dizili taşlar duran bir masa vardı. Bu da doğru yerde olduğumuzun kanıtıydı. Camın caddeye bakan tarafından ise bilerek uzağa oturmuştuk. O taraftaki masaların neredeyse tümü dolu olmasaydı da tercih edeceğimiz şey bu olurdu. Orayı ana tehlike gibi görüyorduk, dış saldırılara açık bir konumdaydı.

Kaya'yı diğer cam kenarının en köşesindeki masaya yerleştirmeliydik. Hem bize en uzak köşeydi hem de mekânı tam olarak kontrol altına almamızı sağlayacaktı.

Yine aklımdan geçen şekilde ilerledi. Kaya tek başına mekâna girdiğinde oturması gereken numarayı Görkem'le ettiğim sohbetin içinde geçirdim. Kulaklık aracılığıyla bunu duydu ve kol saatine göz attıktan sonra oraya doğru ilerleyip kendine bir şişe şarap söyledi. Biz de Görkem'le önümüzdeki eti didikliyorduk bu sırada.

Kameralar sol ve sağ köşedeydi. Bazı yerler kör nokta kalıyor olmalıydı. Yerleştiriliş biçiminde bir sıkıntı vardı sanki, çekim açısı dardı. Kaya bilgisayar çantasını masanın üzerine açtığında bu onun kendi bilgisayarı değildi, ilk bakışta anladım. Şimdi atıştırmalıkları yiyip şarabını içerken yapabileceklerini gözden geçirecekti.

Saat dokuzu çeyrek geçerken Can belirdi kapıda. Görkem başını eğip iki yana salladı, ona normal buluşma saatinden daha geç gelmesi gerektiğini özellikle söylemişti. Can'ın dinlemeyeceğini zaten anlamıştım ama elinde taşıdığı kutu şeklindeki çantanın içinde ne olduğunu anlamamıştım. Bu bizim haberimizin olmadığı bir detaydı. Mekânın tam ortasındaki rezerve yazan masayı gördüğü an bir saniye bile düşünmeden oraya ilerledi ve yüzü kapı tarafına dönük olacak şekilde oturduğunda çantayı da masanın altına bıraktı.

"O ne?" diye soran bendim ve bir cevap beklerken gözlerimi Can'a dikmiştim her şeyi boş verip. Gizli saklı yapılan işlerden, birbirlerinden sakladıkları sırlardan nefret ediyordum.

Can elini ağzına kapayıp esner gibi yaptı. "Canlı bomba değil, sakin ol."

"Buradan çıktığımızda seni döveceğim," diye fısıldayan Kaya'ydı. Parmakları klavyenin üzerindeki hareketini bir saniyeliğine kesti, sonra elini kulağına götürdü.

Sağ kulağına.

Bize kulaklıklarımızı dağıtırken kendisininkini sol tarafını işaret ederek göstermişti. Şimdiyse sağ kulağında bir şeyi düzeltmişti.

Kaşlarımı çatarken bunu şu an Görkem'e söyleyip söylememek arasındaydım. Kaya'ya sormayı aklımdan geçirdiğim sırada tam dudaklarımı aralamıştım ki Kaya "Saat 21.19," dedi. "Ve Nova bardan bir erkek çıktı, tek başına. Hermes bu."

Hermes, saniyeler içinde mekâna girdiğinde ben Görkem'e doğru eğilmiş, yüzümü o taraftan gizleme çabasına girmiştim ama Görkem gözlerini dikmiş, oraya bakıyordu. Öyle sertti ki bakışları bir an için kafamı çevirdim ve Hermes'i gördüğümde yüzündeki rahatsız edici geniş gülümsemesi karşıladı beni. Bana bakmadı. Gözleri sadece ve sadece Görkem'in gözlerindeydi. İkisi arasında yaşanan bu meydan okumanın sonunu getiren Can'ın hemen arkasında kalan masaya doğru ilerlemesi olmuştu Hermes'in. O da kapı tarafını görüş açısına alacak şekilde oturdu. Can'ın omuzları ve başı, kahverengi deri koltuğun sınırını aşıyordu. Bu da demek oluyordu ki Hermes, aksi bir durumda silahını çıkarıp Can'ın kafasını rahatlıkla kendine hedef seçebilirdi.

"Silahı var," diye fısıldadım. Diğerleri bunu tahmin ediyor olmalılardı ama ben bizzat gördüğümden dile getirmek istemiştim.

"21.21," dedi Kaya, şapkasını yüzüne doğru eğerek. Hermes onun varlığını fark etmemişti, öyle odaklıydı Görkem'e bakışları. "Nova Bar'dan bir kadın çıktı. Yüzünü göremiyorum."

Başımı yeniden kapıya çevirdiğimde onu gördüm, tüm bu olayların arkasındaki gizemli kadını.

Siyah küt kesim saçları omzuna değecek uzunluktaydı. Yemyeşil gözleri dikkati çeken ilk şeydi. Dudaklarını morun koyu bir tonuna boyamıştı. Gözlerinin etrafındaki koyu makyaj göz rengini ön plana çıkarmıştı. Şarap kırmızısı saten bir elbise giymişti, ip askılı. Üzerine siyah bir kaban atmış, kabanının kuşağını önünden bağlamıştı. Yakalarını düzeltip çantasının zincirini kavradı ve uzun tırnaklarının da elbisesinin rengine boyandığını gördüm.

Topuklularının çıkarttığı tıkırtılarla birlikte neredeyse herkesin gözleri ona döndü. Saçının bir tutamını kulağının arkasına ittiğinde bunu heyecanından dolayı yaptığı belli oluyordu fakat bu hareketi kulağının arkasındaki üçgen dövmesini görmemi sağladı.

Aynısı Hermes'te de vardı.

Kaya'nın "Siktir," sesini işittiğimde Görkem aynı saniye "Onu tanıyor musun?" diye sordu gözleri bendeyken.

Can'a baktım. Yüzüklü parmakları masadan sarkan örtüyü kavramıştı ve yüzüne yerleşen o gülümseme ışıltılı, göz kamaştırıcıydı.

V yavaşça yürüyerek ona doğru ilerlerken tırnaklarının köşesiyle oynuyordu heyecandan ama adımları sağlam, omuzları dikti. Şunu itiraf etmem gerekiyordu ki gördüğüm en etkileyici kadınların başında geliyordu ve Can'la göz göze geldiği an yüzüne yerleşen gülümseme onu tam anlamıyla büyüleyici kılmıştı.

"Bu," dedi Kaya. "O kadın." Görkem de ben de hiçbir şey anlamadık. Kaya zorlukla devam etti. "Akıl hastanesindeki, hani intihar eden. Arda'yla o gün oraya gittiğimizde görmüştüm. Bu o. Can'ın bize anlattığı kadın."

Can'ın yüzündeki ifadeyi tekrar kontrol ettim. Şaşırmaya dair tek bir iz bile taşımıyordu. Ne zaman anladığını bilmiyordum ama o kesinlikle neyin içine düştüğünü biliyordu. Bu onu keyiflendirmişti.

"İşte bu gülümseme," dedi V o masaya vardığında. "Tüm bu oyunların sebebi, şu gülümsemeyi görebilmekti sevgili Can. Tekrar karşılaşacağımızı sana söylemiştim."

"Hoş geldin Vega," dedi Can, ellerini masanın üzerinde birleştirerek. "Ben de seni bekliyordum."

Vega mı buna daha çok şaşırmıştı yoksa biz mi bilmiyordum. Neler yaşandığına anlam veremeyecek kadar şok içindeydim. V, ona söylenen isimle birlikte daha geniş gülümserken Hermes'in yüzüne korku dolu bir ifade yerleştiğini yakaladım. Kendini hemen düzeltti. Can'dan korkmuştu. Yaptıklarından, yapabileceklerinden, V'nin üzerindeki etkisinden ve belki de bilmediğimiz başka şeyler yüzünden. Ben de korkuyordum. Bize bir kez bile bize ne isminden ne de onun akıl hastanesinde tanıştığı kadın olabileceğinden bahsetmemişti.

Masada kendisi için ayrılan yere geçip yüzünü de Can'a çevirdi kadın. Neredeyse titreyecekmiş gibi duruyordu. İkisinin arasında gerçekten benzerini daha önce hiç görmediğim bir bakışma yaşandı. Can, adeta V'yi süzdü ve V bu esnada hareket etmemek için kendisiyle mücadele etti. Bacak bacak üzerine attığında aralarında geçen ilk savaşın sahibi Can olmuş gibi görünüyordu.

"Adımı sana söylememiştim." Elini ona doğru uzattı. "Vega Venom, dünya üzerindeki en büyük memnuniyeti yaşıyorum şu an. Seninle gerçek anlamda tanışmayı çok bekledim."

Can, onun elini kavradığında ikisinin arasındaki elektrik camları patlatabilirdi sanki. Parmaklarının bileğine doğru ilerlediğini gördüm. Belli belirsiz işaret ve orta parmağını Vega'nın bileğine sürttü tokalaşma bittikten sonra elini geri çekerken. Orada kesikler olmalıydı. Can daha önce o izlere bir kez, hiçbir şeyi bilmeden dokunmuştu ve şimdi her şeyin farkında olarak okşamıştı o izi.

Vega, sırf Can'ın ilgisini çekebilmek için onun düzenli olarak gittiği yere önce bir hasta gibi sızmış, sonra ise bileklerini keserek dikkatinin tamamen üzerine toplanmasını sağlamıştı.

"Bize söylemedi çünkü söylese asla izin vermeyeceğimi biliyordu," dedi Görkem. Sinirli görünüyordu, belki biraz da panik olmuş. Bunu bastırmaya çalışıyordu. "Allah kahretsin Can, canına okuyacağım senin."

Ama o hiçbir şekilde ilgilenmedi bizimle. Gözleri akıl hastanesinden edindiği arkadaşının üzerindeydi. "Can Günay," dedi kendini formaliteden tanıtmak için. Vega bunu zaten biliyordu. "Söylemeliyim ki deli otelinin verdiği siyah kıyafetler güzelliğine edilen büyük bir hakaretmiş Vega."

Bir kadın bir adamdan ne kadar etkilenebilirse o durumu tam şu an Vega yaşıyordu. Güzelliğine ilk defa iltifat alıyor olamazdı ama iltifatın sahibinin Can olması onun bacaklarını titretmişti, bunu dışarıdan bir gözlemci olarak hissedebiliyordum.

Şu sahnede başroller onlardı. Bir satranç tahtasının iki yanında birbirlerine bakarak oturuyorlardı ve biz o masanın piyonları bile değildik. Maçı izlemeye gelmiş izleyicilerden ibarettik sadece.

"Teşekkür ederim," dedi Vega kibarca gülümseyerek. Bu sırada bir garson masalarına yanaştığında Can centilmenlikle ona döndü ve ilk siparişi onun vermesini bekledi.

Vega önce hiçbir şey istemediğini söyleyerek yanından yolladı garsonu, sonra hiçbirimizin beklemediği bir anda ayağa kalktı ve içinde bulunduğu durumdan hiç hoşnut olmayan Hermes'in masasına ilerledi. Masada duran şarap şişesini kavradıktan sonra Hermes daha da kaşlarını çattı ama Vega ona ters bir bakış atıp şişeyle birlikte kendi masasına geri döndü.

"İkram edilen hiçbir şeye elini sürmeni istemiyorum Can," dedi Vega ve şarap şişesini bırakıp masanın üzerindeki ters bir şekilde duran kadehleri çevirdi, ardından kadehin sap kısmıyla şişenin mantarına vurup şişeyi açtı. Bu hareketi daha önce Selma'nın da yaptığını hatırladım. İkisinin sandığımdan daha yakın olduğunu söylüyordu hislerim. "Çünkü Hermes senden hoşlanmıyor ve bu yüzden saçma sapan bir şeye kalkışmış olabileceğinden şüpheleniyorum."

Hermes muhtemelen aralarında geçen konuşmayı duymuyordu ama gerçekten Can'ın V ile olan ilişkisinden en az bizim kadar rahatsız görünüyordu.

Kaya'nın bu sırada dudaklarını şaşkınlıkla araladığını gördüm. "Vega," dedi ve durdu. "Lir takımyıldızında yer alan en parlak yıldızdır."

Tanrı olan Hermes'in çaldığı çalgı olarak geçen Lir, Vega yıldızının da ait olduğu takımyıldızının ismiydi. Siteye verilen ad, ikisini birleştiren bir ortak noktadan geliyordu.

Kaya konuşmaya devam ettiğinde gözleri de elleri de bilgisayar klavyesinde değildi. Sanki ezberden söylüyordu bize anlattıklarını. Halbuki bunları bildiğini asla düşünmüyordum. "Vega, Deneb ve Altair... Bu üç yıldız birlikte yaz üçgeninin köşelerini oluştururlar."

Deneb, Hermes'in soyadı olarak bildiğimiz şeydi ve üçgenler her şeyin temeliydi. Dövmelerin, Lir'de gördüğüm arka planların ve hatta piramitin. Her detay, tek tek anlam kazanıyordu.

Can kulağındaki iletişim sağlamamızı sağlayan kulaklığı tutup çıkardı. Bunları zaten biliyordu. Akıl edip araştırmıştı. Kaç saat uykusuz kaldığını ve bizim ruhumuzun bile duymadığını merak ettim. Kulaklığı karşısındaki kadının onu zehirlenmekten korumasının bir karşılığı olarak masanın üzerine bıraktı ve şarap şişesinin arka kısmıyla onun üzerine vurdu. "Bana neyle gelirsen," dedi sakince. "Benden onu alırsın Vega."

Üzerindeki gizli mikrofon hâlâ duruyordu. O bizi duyamazdı ama biz onu duyabilirdik. Can aslında onu manipüle etmiş, gerçekten temiz olduğuna inanmasını sağlamıştı bu küçük güveni ona vererek.

"Sana intiharlarla ve ölümlerle gelmiştim Can. Bu cümle tehlikeli oldu."

Can ukala bir şekilde gülümsedi, zaten tehlikeyi hissetsin diye söylemişti. Hafife alınmak istemiyordu, asla hafife alınmıyordu Vega tarafından ama onun gözünü boyamaya kararlı duruyordu. Can'ı hiç bu kadar etkileyici bakarken görmemiştim.

"Akıl hastanesine nasıl girdiğini dinlemek istiyorum." Vega'dan kalbini istese bile Vega o an elini göğüs kafesine sokabilecek gibiydi. "Karşılığında sana adını nasıl bulduğumu ve o kadın olduğunu nasıl çözdüğümü anlatırım."

"Her suçlu olay yerine döner." Vega şarabından bir yudum alıp ellerini dizlerinin üzerinde birleştirdi. "Ve sen olay yerlerine öyle çok döndün ki, neyin ne olduğunu bilmesem tüm bu intiharların arkasında senin olduğunu sanırdım."

"Ah, bir saniye," dedi Can. Masanın altında duran çantaya doğru uzattı elini. Buradaki kimsenin hiçbir fikri yoktu, en az V kadar meraklı bakışlarla bekliyorduk biz de olacakları. "Sana bir hediye getirmiştim, sonrasında devam edelim sohbetimize."

Hermes'in, Kaya'nın, Görkem'in ve benim kaşlarım aynı anda çatıldığında Vega Can'ın çantayı dikkatlice masaya bırakmasını nefes dahi almadan seyretti. Nasıl tepki vereceğini şaşırması bir yana, hayatında ilk kez böyle bir jest ile karşılaşıyor gibiydi. Daha ne olduğunu öğrenmese de bu onun için en özel hediye olmuştu.

Can Günay, göründüğünden çok daha fazlasıydı.

Tüm bunları tek başına nasıl düşündüğünü, ne ara bu kadar planı kurduğunu asla anlayamıyordum.

Çantanın fermuarını uzun tırnaklarının yardımıyla yavaşça çekerken Vega'nın gözleri sonuna dek açıldı. Kendimi oturduğum yerde sola doğru kaydırarak masayı daha güzel bir açıyla görecek konuma geldim ve çantanın içindeki tüylü şeye değdi gözlerim.

Simsiyah küçük bir kedi, huzurla uyukluyordu.

Can'ın akıl hastanesindeki kadınla bir kediyi sevdiğini bana anlattığı an geldi aklıma. Bunun o kedi olduğunu anlamak zor değildi.

"Seninle dün konuşana dek aklıma gelmemişti ama bir anda tüm taşlar yerine oturdu Vega," diyerek anlatmaya başladığında Vega'nın yeşil gözleri parlak ışıklarla dolmuştu.

Hermes şaşkınlıktan dilini yutacak gibiydi. Vega'yı böyle görmekti onu bu kadar bozguna uğratan. İkisi arasındaki bağın hâlâ ne olduğunu tam olarak bilmiyordum, kardeş olduklarını tahmin ediyorduk sadece. Aralarındaki her neyse çok derindi, Hermes'in gözlerinde ilk kez duyguları bu denli yoğun görüyordum ve en net gördüğüm şey ise Vega'ya verdiği değerdi. Vega, onun kırmızı çizgisiydi.

"Hastanedeyken kulağının altında gördüğüm üçgen dövmesi, bana yıldızlardan bahsetmen, bir daha gelmeyeceğimi söylediğimde bir anda ortalıktan kaybolman ama bana tekrar görüşeceğimizi söylemen... Benim hatam, etrafımdaki kaosların aslında uç uca bağlı olduğunu çok geç fark etmemdi."

Vega dili tutulmuş bir şekilde avucunun içini uyuyan kedinin üzerine yasladı ve parmakları tüylerin arasına gömülürken bir saniye bile Can'dan ayırmadı gözlerini.

"Benimle tanışmak istediğini değil, karşılaşmak istediğini söylediğinde zaten çoktan tanışmış olma ihtimalimiz düştü aklıma. Hiçbir korkun yoktu bu görüşmeye dair. Beni yakından gözlemlemiş, sana zarar vermeyeceğimden emin olmuş olmalıydın. Kurguladığın şekilde ilerleseydi seni gördüğüm an şok olacaktım. Aramızdaki hasta danışan ilişkisini üzerimden atıp sana düşman gibi bakabilmem için süre gerekecekti. Beni hassasken yakalayıp gafil avlayacaktın yani. Dahiyane bir planın olduğunu kabul ediyorum. Bir kurbanın avucunun içinden ismimin çıkması beni korkutmalı, bir şekilde bağlandığım ama intihar girişiminde bulunduktan sonra bir daha görüşmediğim o kadın aklımı dağıtmalı, sana Lir aracılığıyla mesaj gönderdikten sonra benimle görüşmeye duyduğun istek yüzünden iyice köşeye sıkışmış hissetmeliydim."

Kaya elini ağzına kapatıp kendini gizlerken sessiz bir şekilde fısıldadı ama o alçak ses bile bize içinde dolaşan heyecanı anlatmaya yetti. "Can keşke o kulaklığı çıkarmasaydı da ona ne kadar hayran olduğumu duyabilseydi şu an."

"Ona çok kızgındım ama az önce geçti galiba," diye mırıldandı Görkem de karşılık olarak.

Bizi duymayan Can'ın dudaklarını bir gülümseme çekiştirirken Vega onun gözlerinin içine bakmaya devam etti anlatmaya devam etmesi için.

"İntihar süsü verdin, hepsi cinayetti. Bunları fark eden ilk kişi bendim ve sen kafayı takmak için beni seçtin. Evet, seninle rekabet edebilmek için uygun olan tek adayım ama Vega, sence de çok yanlış kişiye bulaşmamış mısın?"

"Hayır," dedi Vega aksine. "Hayır, her zaman sendin. Senden başkası olmazdı. Her şey zıttıyla varolur Can. Sen ve ben, birbirimizi tam da bu noktada tamamlıyoruz işte."

"Benimle bir kedi sevdin," dedi Can. Ses tonu sabitti ama öyle etkiliydi ki konuşması, bir ilüzyon gösterisinin içindeymişim gibi hissediyordum. "Benimle bir kedi sevdin ve kedilerin zaafım olduğunu gördün. Sonra ben sen olduğunu bile bilmeden yüz yirmiden fazla kişisel soru cevapladım sitene girebilmek için. Hakkımda kullanabileceğin çok fazla şey olduğunu sanıyorsun, bu yüzden böyle rahatsın. Halbuki Vega, benim varlığım sana karşı en büyük kozumken bize bir savaş açamayacaksın çünkü buna izin vermeyeceğim."

"Can, senin kibar birisi olduğunu sanıyordum." Dudaklarını büzüp üzülmüş gibi yaptı. "Bir kadına böyle ince bir armağan verdikten sonra senin gibi bir centilmene savaşlardan bahsetmek yakıştı mı hiç?"

"Armağan," diye tekrarladı Can ve masaya doğru hafifçe eğildiğinde Vega'nın yüzüne yaklaştı. "Tuzaklar kurdun, tek taraflı oyunlar oynadın, benim gibi birini bile geçmişini unuttuğuna inandırıp yardıma muhtaç taklidi yaparak kandırdın. Seninle tanışmamız bundan daha ilgi çekici olamazdı ve benim gibi bir centilmen de bu uğraşın hakkını vermeliydi, öyle değil mi?"

"Seni etkilediğimi itiraf mı ediyorsun?" diye sordu Vega üstünlüğü yeniden eline almak isteyerek. "Ben bunu gözlerime baktığın ilk saniye biliyordum zaten. Birlikte sevdiğimiz kediyi bana hediye etmen ne büyük incelik, tam da bir aşığın yapabileceği bir şey gibi duruyor bu."

"Yanılıyorsun." Yüzü hâlâ Vega'nınkine fazlasıyla yakındı. "Sana bir hediye getirmemin nedeni, yaşamak için üçüncü bir sebebin olsun diyeydi."

Alt alta yazdığı kelimeler geldi gözlerimin önüne. Birinci sebep Hermes'ti, ikincisi Can'dı ve üçüncüsü, siyah bir kedi olacaktı.

Can Günay, kendisi zaten bir kozken şimdi çok büyük bir kozu daha elinde tutuyordu.

Bu benim Görkem'e onun için nefes almaya çalışacağımı söylemem gibi bir şeydi. Beni etkisi altına almıştı ve şimdi kalbim onunkiyle birlikte atıyordu.

Can, Vega'yı adım adım avucunun içine alıyordu.

"Bileklerini kestin," dedi. "Kendini gerçekten öldürmek isteyen birinin neşteri nereye vuracağını biliyorum ve bunu sen de çok iyi biliyorsun çünkü gördün, öyle değil mi? Sen intihar eden birini gördün ve bu bir dönüm noktasıydı."

Vega'nın dudaklarına yerleşen tebessüm acı doluydu ama gözlerindeki ifade değişmedi. Can kendini geriye doğru çektiğinde bu defa öne eğilen Vega'ydı. Ona yaklaştı, yaklaştı, aynı nefesi soluyacak mesafeye geldiğinde ise durdu. "Beni öyle kolay çözemezsin," dediğinde özgüvenini iliklerime kadar hissettim sesinden. "Böyle cümleler kurarak ağlatabileceğin bir kız çocuğu olduğumu mu sanıyorsun?"

"Benim için şu an dünya üzerindeki en etkileyici kadınsın Vega."

"Bu bana Sherlock ve Irene sahnelerini hatırlatıyor," dedim. Bu cümleyi duymak benim bile kalbimi hızlandırmıştı ama tıpkı o hikayedeki Sherlock gibi, Can hislerden uzak görünen taraftı. Vega'nın nabzını ölçüp ölçmediğini merak ettim.

"Elbette öyleyim çünkü asıl zaafın tehlike, öyle değil mi?" Vega alt edilmiş gibi görünmüyordu, Can'a hayranlığı artmıştı fakat onun piyonu olmadığını belli ediyordu gözleri. "Çünkü sen normal bir şeyler aramıyorsun Can. İnsanların yalanlarını gözlerinden yakalarsın, ben gözlerine baka baka sustum ve geçmişimle ilgili hiçbir şey hatırlamadığıma inandırdım seni. Bu bile seni etkilememe yeterdi."

"İyi bir oyuncu olduğunu kabul ediyorum."

"Sanırım her şey rolden ibaret değildi," dedi Vega. "Gerçekten sadece seni tanıyarak ölmek isterdim Can. Senin tanıştığın, belki de benim olmak istediğim kadındı. Geçmişini silmiş, bağlandığı hiçbir şeyi olmayan biri."

"O kadın bile bağlıydı bana."

"Kader," dedi Vega, ardından parmaklarının altındaki kedi kıpırdandı ve gözlerini araladı. Nasıl bunca kaosun ortasında uyuyabildiğini anlamamıştım. Bir an Vega'nın da Can'ın da gözlerindeki meydan okuma kayboldu ve aynı anda kediye dönüp bir bebeğe bakar gibi baktılar. Kedi hareket ettiğinde yeşil gözlerinin tıpkı Vega'ya benzediğini gördüm. Satranç tahtasının ortasına dek yürüdü, dilini uzatıp bir piyonu yaladı ve sonra kuyruğuyla taşların bir kısmını devirdi. İkisinin rekabeti için hazırlanan oyunu bozan şey, siyah bir kediden ibaretti. "Kaderinde olan, seni bulur," diye devam etti Vega.

Kedi satranç tahtasının tam ortasına kıvrılıp yattı.

Görkem gözlerimin içine baktı.

O an gözlerini benden ayırmayan diğer kişi Hermes'ti.

Ben ise sadece durdum, içimde yükselen kötü hisler etrafımı bir kasırga gibi sardığında Mete'nin sesine ihtiyaç duydum ama ona ulaşamadım. Kasvetim daha da arttı.

Ellerini kabanının kuşağına götüren Vega, tek bir hamlede onu çözdü ve omuzlarından yavaşça çıkarıp kıvırarak koltuğun yanına bıraktı. Kedi sanki bir yatak bulmuş gibi masadan atlayıp Vega'nın yanına, kabanın üzerine kıvrılıp yattı.

Ben tüm bunları izlerken Can'ın dikkatini çeken nokta çok başkaydı. "Sırtın," dedi ve sesindeki değişikliği anında fark ettik hepimiz. Vega'nın gözlerinden aynı anda binlerce duygu geçtiğinde yavaşça ayağa kalktı. Koltuğun üzerinden yükselen bedeniyle birlikte sırtı gözler önüne serildi.

İzlerle doluydu ve neredeyse beline dek inen bir dekoltenin içinde bunları gizleme çabasında olmadan duruyordu.

Ne olduğunu tam olarak bilmiyordum. Kemer olabilirdi, yanık olabilirdi, dikiş bile olabilirdi. Ayırt edemedim çünkü gözlerim buğulandı. Ben bir dikiş izini ölüm gibi taşırken onun yaralarla dolu bir sırtı böyle göğsünü gere gere herkesin içinde açabilmesi beni hiç beklemediğim bir noktadan vurdu.

Görkem hissetmiş gibi elime uzandı, gözlerim daha fazla doldu, bunu Hermes de gördü ama gizleyemeyecek kadar ağırdı her şey o an.

Bu izlerin arkasındaki hikayeyi kafamda kurmaya başlamıştım. Hiç bilmeden, onu hiç tanımadan, sadece bir kadın olduğu için ve bu izlerle yaşamak zorunda kaldığı için hüngür hüngür ağlayabilecek durumdaydım.

Vega iki küçük adım atarak Can'ın yanına gittiğinde onun koltuğundaki küçük boşluğa, sırtı ona doğru bakacak şekilde oturup tüm izlerini bir adamın önüne sundu.

Sanki dokunsun istemişti. Sanki bileğindeki kesikler gibi, sırtındaki yaralar da Can parmaklarını değdirdiği an silinip gidecekti.

Can'ın maskelerinin tümü düştü, muhtemelen biraz da benim başıma gelenleri yakın zamanda dinlediği içindi bu. Vega'nın sırtına o mesafeden bakarken kaşları çatıldı, yutkunduğunu gördüm. Sonra o çatık kaşlarla dönüp Hermes'in gözlerinin tam içine baktı. Onun payı var mı diye anlamaya çalışırken kahve gözlerini öfke bürümüştü. Hermes'in yapmadığını anlayınca tekrar Vega'ya çevirdi yönünü. Bunlar yaşanırken Hermes yerinde gerçekten zor duruyor gibiydi. Her an Vega'yı kolundan tutup buradan çıkarmaya hazırdı sanki.

Vega, omuz hizasındaki saçlarının içinden geçirdi ellerini ve yukarıya doğru kaldırarak Can için daha geniş bir alan sundu. Can o yaralara baktı, gözlerini yumdu, bir kez daha baktı ve ardından Vega'ya istediğini verdi. Parmaklarını kaldırıp onun kürek kemiğinin altına sürttüğünde "Bunu sana kim yaptı?" diye fısıldadı. O alçak ses bir ölüm tehdidi gibi çıkmıştı dudaklarının arasından.

Camdaki yansımadan gördüm Vega'nın kapanan gözlerini.

"Ne oluyor?" diyen Kaya'ya "Sus," diye karşılık veren bendim. Tek bir kelime bile edersek büyü bozulacak gibi hissetmiştim.

"Geç kaldığım için benimle konuşmadığın gün," diyerek onu öyle bir yerden vurdu ki Vega, üstünlük işte o saniye eline geçti Can'ın içindeki merhamet yüzünden. "Sana bir sebebim olduğunu söylemiştim. Beni dinlemedin, anlatmazdım zaten ama yine de sor istemiştim. Canım cayır cayır yanarken ben ilk fırsatta sana koşmuştum seninle konuşabilmek için."

"Bilmiyordum." Karşılaştığı manzara öyle kötüydü ki neredeyse kekeleyecekti. Belki de bilerek yapıyordu, ikisinin arasında geçenleri aklım tam olarak almıyordu. Başka bir boyuttalardı onlar. Erişemiyordum oraya.

"Ne garip, her şeyi bildiğini düşünmeye başlamak üzereydim oysa."

Can parmaklarını başka bir yara izine doğru sürterek götürdüğünde bu kez bilerek yaptığını anlayabilmiştim. Vega anladıysa bile şikayetçi değildi, orada oturmaya devam etmesi bu yüzdendi.

Gözlerim Hermes'i buldu. Can'ı öldürmek ister gibiydi.

İşte o an emin oldum, Hermes ve Vega kesinlikle kardeşlerdi.

"Bir hikâyem var," dedi Vega, kısık bir sesle. Can'ın yanından yavaşça kalktığında parmakları da öylece kayıp ayrılmıştı sırtından. Yeniden eski yerine döndü. Kediye dokundu, güç almak ister gibi ve gözlerini Can'a dikti. "Tek dinleyicisi sen ol istiyorum çünkü beni anlayacağına inandığım bir insan bulmak yıllarımı aldı."

"Uzun süslü cümlelerimizi sonra kurarız," diyerek onu katı bir sesle böldü Can. "İki sorum var, çok basit. Birincisi, bunu sana kim yaptı ve ikincisi, neden?"

"Anlatacağım, başka şeyleri konuştuktan sonra."

"Cevapları sen vermezsen ben vermeye başlarım ve canın yanar Vega."

"Beni öyle kolay çözemeyeceğini sana söylemiştim."

"Vega," dedi Can. "Başını gökyüzüne çevirip bir yıldıza baktığın zaman, onun geçmişteki halini görürsün çünkü o ışığın dünyaya varması yıllar sürer. Kendine bir yıldız adı seçmişsin, sana baktığımda geçmişini görebileceğime mi inanmıyorsun?"

V'nin dudakları aralandı, bir şey söylemek ister gibi durdu ve sonra geri kapandı. Karşısındaki adamın her bir kelimesi içine işliyordu, bu ortadaydı.

Bu sırada bizi şaşırtan başka bir şey yaşandı. Kaya yine klavyeye bile dokunmadan bilgiler sıralamaya başladı kulağımıza. "Vega, Antik Yunan mitolojisinde Hermes tarafından icat edilen ve Apollon'a verilen ilham perisinin arpının kulpunu temsil eder. Ayrıca yaklaşık 12.000 yıl sonra yeniden kutup yıldızı olacaktır. Acaba Can bunları da biliyor mu?"

"Arda'ya söyle, bizimle olduğu için çok mutluyum."

Görkem'in konuşmasıyla birlikte kaşlarım şaşkınlıkla çatılırken ilk kez kendimi geri zekâlı gibi hissediyordum. Arda neredeydi? Neyden bahsediyorlardı? Benim neden haberim yoktu?

Herkes buraya planlar içinde başka planlar kurarak gelmişti. İlk defa Analizcilerin zekâlarıyla bu şekilde yüzleşiyordum.

Olan şuydu: Kaya'nın bana iki farklı kulağını göstermesi aslında iki farklı kulaklık taktığı içindi. Şimdiye kadar gökyüzü hakkında bize aktardığı ne varsa hepsi Arda'nın ona fısıldadığı bilgilerdi. Arda bizimle hiçbir iletişim kurmuyordu ama muhtemelen Kaya'nın onun peşinden gitmek için evden çıktığı gece Kaya böyle bir plan yapmıştı. Arda'sız yapamayacağımızı biliyordu ve onu da planımızın içine bir şekilde katmayı başarmıştı.

Görkem Kaya'nın yıldızlar hakkında bu kadar bilgi sahibi olmadığını bildiği için Arda'nın da bir şekilde bizi duyduğunu anlamıştı. Muhtemelen görüyordu da. Kaya o bilgisayarı boşuna getirmemiş, sistemlere boş yere sızmamıştı. Arda uzaktaydı ama bizi hem görebiliyor hem duyabiliyordu ve en büyük avantajımız, Hermes ve Vega dördümüzü de tanıyor olsalar bile onun varlığından haberdar değillerdi. Bir kişinin daha aslında burada bizimle olduğunu bilmiyorlardı.

Bir saniye öncesine dek bunu ben de bilmiyordum.

"Arda," diye fısıldadı Kaya. "İyi ki varmışsın."

Keşke Can o kulaklığı çıkarmasaydı da bunları duyabilseydi. Arda'nın da yanımızda olmak istemediği halde içinin el vermediğini, destek olmanın yolunu bir şekilde bulduğunu bilmesi gerekiyordu. Bu onu bir nebze olsun rahatlatırdı.

Halbuki Vega'yla bakışmaları uzayıp giderken diken üzerinde gibi görünüyordu. Vega da aynı hisleri paylaşmaya başlamıştı. "Beni hafife alma Can," dedi, siniri bozulmuş gibi bir sesle. Geçmişinin konuşulma ihtimali onu germişti. "Oyunlar, tuzaklar, yalanlar. Seni kandırdım, ayağıma getirdim. Hakkımda merak ettiklerini bunlarla sınırlandır şimdilik, bana soru soracaksan planlarım hakkında sor. Diğer detayları daha sonra konuşacağız."

"Sen bana her şeyi anlatacaksın," dedi Can. "Neden biliyor musun? Vega, milyonlarca yıl sonra gökyüzünün en parlak yıldızı olacak. İşte senin de bana bu yüzden ihtiyacın var. İkimizi perdenin arkasına çekmekten ve başkalarına sonlar yazmaktan bahsettiğinde bunu kastediyordun. Piramiti alaşağı edelim istiyorsun, tek başına yapamıyorsun ve bu yüzden benimle bir anlaşma yapmak zorundasın. Seni karşıma getiren tam da bu, bana olan mecburiyetin."

"Piramit hakkında ne biliyorsun?"

Can önündeki devrilmiş taşları yavaş yavaş yeniden dizmeye başladığında gözlerini tahtadan ayırmadan "Seçtiğin insanları nasıl öldürdün?" diye sordu. "Lir'in bir puan sistemi var ve işinize yaramayacakları böyle ayıklıyorsunuz. Sonra sen ve Hermes onları teker teker öldürüyor musunuz?"

"Ben kimseyi öldürmedim," dedi Vega. Can kaşlarını çattı ama ona bakmamayı sürdürerek bu defa onun önündeki taşları düzeltti. Gözümden kaçmayan bir diğer detay Can'ın hâlâ Vega'nın doldurduğu şaraba dokunmamış olmasıydı. "Beni hiçbir şeyle suçlayamayacağını biliyorum, sen bir kanıt arıyorsun ve bu yüzden istesen de bugün beni yakalayamazdın. Sadece yüz yüze konuşup işine yarayacak kanıtları sana vereyim istedin."

"Neden burası?" Taşlarla işi bittiğinde odağını yeniden karşısındaki kadına çevirmişti. "Neden ikimizin tek kalacağı bir mekân değil de burası?"

Şimdiye dek hiçbir soruda susmayan V, bu soruya cevap vermedi.

Görkem'in kaşları çatıldığında bir saldırı altındaymışız gibi dikleşti omuzları. Kaya, bilgisayar ekranını kontrol etti. "Hem sokağı hem içerisini hem de barın girişini izliyorum, bir hareketlilik yok." Hermes'in gözleri benimkilere döndü, Mila olduğuma inanıyorsa bu büyük aptallık olurdu ama yine de Görkem bana öyle davranmamı söylediği için rolümü sürdürüyor, sadece Kuzey'le ilgileniyormuş gibi davranmaya çalışıyordum.

"Bir maç yaparsak ve seni yenersem tüm sorularımı doğru cevaplayacağının sözünü verebilir misin bana?"

Vega, soruyla birlikte dudaklarını birbirine bastırdı. Gözleri Hermes'inkilerle kesişti ve Hermes iki yana salladı başını. Can, tüm bu bakışmanın farkındaydı ama ifadesiz bir şekilde oturmaya devam ediyordu.

"Hayır," dedi Vega tek nefeste.

"Uzlaşma yoksa can yakma vardır Vega," dedi Can. "Çünkü istediğim cevapları almadan buradan gitmeyeceğim."

"Seni kandırabiliyorum." Üstünlüğünü hatırlatmak ister gibi gülümsedi ama Can'ın yüzünde hiçbir mimik kıpırdamadı. "Hiçbir şey konuşmadan beş gün geçirdik birlikte, öğrenmeni istemeyeceğim hiçbir şeyi sana anlatmayacağımı kavramadın mı?"

"Konuşmalara ihtiyacım yok." Can elini saçlarının arasından geçirip gözlerini kıstı. "Geçmişini unutmuş rolü yapabilecek kadar düz bakmayı başaran birinin o bakışlara sahip olana dek neler yaşadığı hakkında fikir yürütebilirim. Sırtına o izleri bırakan adam hakkında bir sürü şey söyleyebilirim, kim olduğunu sana sormuş olmam bilmediğim anlamına gelmez."

"Güvenin etkileyici ama yersiz."

"Baban yapıyor, değil mi?"

"Sokaktan geçen üç kişiden ikisinin de ilk söyleyeceği bu olurdu."

"Babanız. Hermes ve senin babanız."

"Bu da ilk akla gelebilecek şeylerden biri."

"Babanın piramitteki adı Altair mi?" diye sordu Can, bozulmadan. "Ve onun da kulağının arkasında aynı sizinki gibi bir üçgen dövmesi mi var? Solak mı baban? Boyu kaç, 1.80 mi daha mı fazla? Erkek kardeşini uyuşturucu bağımlısı yaptı, sadece bu yüzden bile nefret edebilirsiniz ama bu en hafif sebep bile değildir eminim ki. Ne o Vega, anneni mi öldürdü? Sanmıyorum çünkü annenin intihar ettiğine ve bunun sizin gözleriniz önünde gerçekleştiğine yemin edebilirim."

Hermes elini masaya vurup şiddetle ayağa kalktığında mekandaki tüm gözler şaşkınlıkla ona döndü. O an masadaki tüm konuşmaları aynı bizim gibi dinlediğini anladım. Vega'nın devamlı Can'ı geçmişinden uzaklaştırmaya çalışması aslında kendisi için değildi, Hermes delirmesin diyeydi ama o korktuğu şey şimdi başına geliyordu.

"Otur yerine!" diye bağırdı Vega, sesi öyle dominanttı ki duvarlarda yankılanmıştı. Şimdi de tüm bakışlar ona dönmüştü. Can sanki bunun da olacağını önceden tahmin etmiş gibi dönüp Hermes'e sırıtarak baktı, ardından koltuğunda rahatça geriye doğru yaslandı.

"Geçmişinizden bahsettiğimde bir kız çocuğu gibi ağlamaya başlayacak olan Hermes'ti, bunu bana söylediğin için teşekkür ederim." Can öyle ukala, öyle sinir bozucu gülüyordu ki gerçekten Hermes onun üzerine atlayacak gibi görünüyordu ve Kaya da her an müdahale edebilecek şekilde hazır bekliyordu arka taraftaki masada.

"Şimdi söyle ona," diye devam etti Can. "Gerçekten yerine otursun çünkü arkadaşım Kuzey, masa ve Hermes'i yan yana görünce dayanamıyor. Siz daha iyi bilirsiniz tabii, muhtemelen yüzündeki morlukların pansumanını kendi elinle yaptın. Babanızın açtığı yaraları sara sara bunu alışkanlık haline getirmiş olmalısınız."

"Hermes, otur yerine," diye tekrar etti Vega fakat Görkem, Can cümlesinin içine kendi ismini sıkıştırınca Hermes'e dönüp bir öpücük attı ve Hermes'in yüzü kıpkırmızı olmaya başladı. Vega'ya bu denli değer vermeseydi kesinlikle her şeyi alt üst eder, burayı başımıza yıkardı.

Sakinleşmeye çalışarak oturdu, gözleri ise yeniden bana döndü. Görkem'e, bana ve tekrar Görkem'e baktığında hiçbir şey söylemedi ama dudaklarını yavaşça yaladı. Görkem nefes almayı bıraktı, ona öfkeyle baktı ve bu kez sırıtıp öpücük yollayan kişi Hermes oldu ama hedefinde ben vardım.

Müthiş bir oyunculukla "Neler oluyor?" diye sordum. Dudaklarımı okuyacağını biliyordum ve inatla safa yatıyordum.

Görkem başını bana doğru yaklaştırdığında bir an yakınlığı yüzünden kulaklıktaki sesleri bile duymadım. Daha fazla yaklaştı ve daha fazla. "Çık buradan," dedi bana kesin bir şekilde. "İlgi öyle üstümüzdeki Birkan'ın varlığı hâlâ fark edilmedi. Bir kavga çıkarıp onu da ifşalamak istemiyorum, plan değişti. İkimiz kavga etmişiz gibi yap, ayağa kalk ve çık buradan."

"Saçmalıyorsun."

"Beni dinle," dedi sertçe. Karşı çıkacağımı biliyordu. Gözlerini etrafta gezdirdi ve yeniden bana döndü. "Bana karşı seni kullanmaya kalkarsa karşı koyamam, bir an önce uzaklaşman gerekiyor."

"Ne düşündüğünü biliyorum," dedim. "Bu kadar bağırış çağırış olurken kimse rahatsız olmadı. Müşterilerin hepsi Piramit'ten ve hepsi berbat oyuncular. Bir şeyler olacağını ben de hissediyorum ama gemiyi terk etmeyeceğim, böyle söylemiştin."

"Parça parça," dedi Görkem. "Önce sen, sonra Birkan. Bir yolunu bulacaksınız, sonra da biz çıkacağız. Tamam mı? İtiraz istemiyorum, liderin kim olduğunu unutma ve uy planıma."

"O asla sizi burada bırakmaz." Öyle sinirli davrandım ki gerçekten de bir kavganın içindeymişiz gibi göründük. "Beni kandırıp göndermeye çalışıyorsun."

"Haklı," dedi Kaya. "Kuzey'e karşı kozu sensin, gitmen gerekiyor."

Bunu bile bile gelmemiş miydik zaten? Ne saçmalıyorlardı?

"Arda'ya ilet, ortalığı ayağa kaldırsın," dedi Görkem Kaya'ya. "Hiç iyi şeyler olmayacak."

"Kapana mı kısıldık?" diye sordum.

"Kaç, bebeğim," diye fısıldadı bana yaklaşıp. "Lütfen. Beni dinle, bana güven, bana karşı seni kullanmasına izin vermeyelim. Bizi buradan kurtarmanın bir yolunu bulabileceğini biliyorum, sana çok güveniyorum. Hiçbir şey söyleme, arkana bile bakma, bana bir tokat at ve sonra koşarak çık, çantanı burada bırak ki iki silahım olsun. Torpido gözünde bir tane daha var, gerekirse sen onu kullan."

Kalbim hızını üç katına çıkardı. Ona baktım, onu öpmek istedim, yüzüne sert bir tokat geçirdim ve ayağa kalktım. Arkama bile bakmadan hızlı hızlı yürümeye başladım. Döner kapıyı ittim, hareket etmedi.

Yeniden denedim, yine olmadı.

Başka çıkış yoktu.

"Ne yazık ki tek anlaşmayı seninle yapmadım Can," dedi Vega, kulaklıktan duydum bunu. Ne yapacağımı bilemeyerek kapının girişinde dikilirken yan masaya siparişlerini götürmek için yaklaşan garson, tabağın üzerindeki kapağı çekti ve oradan bir tabanca çıktı. Garson tabancayı eline aldığında başımın tam arkasına dayayıp hareket etmememi söyledi. "Burada buluşma sebebimiz de buydu işte. Sahne şimdi Hermes'in."

Hermes ellerini birbirine ovuşturarak ayağa kalktığında arkamda duran adam kolumu sıkıca kavramış, yüzümü onlara doğru dönmemi sağlamıştı. Bulunduğum pozisyondan kolayca sıyrılabilirdim ama hâlâ Mila olarak kalmaya zorluyordum kendimi. Korkmuş gibi yapmam gerekiyordu.

"Kuzey!" diye bağırdığımda gözlerim dolmuştu.

Hermes bulunduğu masadan ayrılıp Canların olduğu masaya doğru ilerledi ve dizili olan satranç taşlarının arasından Can'ın şahını işaret parmağıyla itip düşürdü. "Bu tiyatroya devam edecek misiniz?"

Can, Vega'ya ihanete uğramış gibi bakarken Vega omuzlarını silkip "Üzgünüm," dedi. "Hermes hayatıma girecek erkeğin ailesini tanımak istiyor."

Hiçbir şeyi umursamadan "Burada ne oluyor?" diye sorarken korkudan titriyor gibi görünüyordum.

"Onun hiçbir şeyden haberi yok," dedi Görkem, Hermes'e dönerek. Kuzey, Mila'ya aşıktı. Onun bir oyun çevirdiğini biliyor olsalar da benim hakkımda hâlâ bir fikirleri olmayabilirdi. "Hermes, buradayım. Gör hesabını benimle. Kızı bırak."

"Onu uyarmıştım." Gözlerimin içine baktı Hermes. "Si continúas así puede que te pase algo."

Böyle devam edersen, başına bir şeyler gelebilir.

Beni dansa kaldırdığında kulağıma böyle söylediğini hatırlıyordum.

İspanyolca söylemesiyse ona karşı kullandığım kozu yüzüme vurmaktan başka bir şey değildi. Sabırla bu anın gelmesini beklemişti.

"Kimseyi öldürmeyeceğin konusunda anlaştığımızı sanıyordum," dedi Can, hâlâ fazlasıyla sakindi. Muhatap aldığı kişi Hermes değil, Vega'ydı.

"İkizimle anlaşınca benimle de anlaşmış olmuyorsun," dedi Hermes.

Onlar ikizler miydi?

Bu ihtimal aklımın ucundan bile geçmemişti.

Can'ın akıl hastanesindeki intihar eden arkadaşı ve bana uyuşturucu veren adam dünyaya aynı anda gelmişlerdi. Biz çok uzun zamandır büyük bir oyunun içindeydik.

"Huysuz çocuk," dedi Can dilini damağına vurarak. Başıma yaslı bir silah vardı ve o Hermes'le dalga geçiyordu. "Belki de annen bu yüzden Vega'yı senden daha çok sevmiştir hep."

Hermes iki eliyle Can'ın gömleğinin yakalarını kavrayıp onu yüzünün hizasına çekti fakat bu bir saniye bile sürmedi. Vega onu göğsünden itmiş, geriye doğru sendelemesine yol açmıştı. "Tek bir kuralım vardı," dedi ikizini öldürebilecek gibi çıkan sesiyle. "Eğer onu çiğnersen oynadığın oyunu kendi ellerimle bozarım."

Can da tam olarak bunu hedefliyordu.

"Neyse," dedi Hermes yakalarını silkerek. "Bire karşı üç, kârlıyım."

Ben, Kaya ve Görkem.

Başarısız bir tiyatroyduk.

"Hassiktir," diye mırıldandığını duydum Kaya'nın. Canı yanıyor gibi çıkmıştı sesi. Elini karnına götürdü. Oturduğu yerde iki büklüm bir hale geldiğinde tekrar bir küfür savurup elini daha çok karnına bastırdı, çok geçmeden burnu da kanamaya başladı. "Mide krampı, burun kanaması, nefes darlığı..." Fısıldayarak konuşuyordu, Arda içindi bu cümleler. Ona ne olduğunu tespit edebilecek tek kişi Arda'ydı. "Sadece bir kadeh şarap içtim." Burnunu sertçe sildiğinde alnı terden sırılsıklam olmuştu. Ayağa kalkmaya çalışırken bir adım bile atamadan yere yığıldı. Gözleri hâlâ açıktı, burnu kanamaya devam ediyordu ve hareket güçlüğü yaşamaya başlamıştı.

Arkamdaki adam dizlerime vurarak yere çökmemi sağladığında elini sol omzuma bastırdı. Kafenin ortasında, herkes bana bakarken dizlerimin üzerine çökmüştüm ve adamın parmakları tam olarak yara izinin olduğu yerdeydi. Saçlarımı avucunun içine toplayıp başımı geriye çektiğinde bile gözlerim sadece Kaya'daydı.

Görkem ayağa kalktığında iki elinde de silah vardı ve iki namlu da Hermes'e dönüktü.

Mekândaki herkes oturduğu yerden doğruldu ve yirmi bir namlunun ucu üçümüze çevrildi.

Sadece bir tanesi Can'a döndü, o da onların masasına sipariş soran garsondu.

Vega dirseğini onun suratına bir saniye bile düşünmeden geçirdiğinde "Tek bir kural!" dedi bağırarak. Ardından onun elindeki silahı aldı ve saniyeler içinde bir patlama sesi duyuldu.

Can'a silah çeviren adam, omzundan vurulmuştu Vega tarafından.

Burada bulunan herkese gözdağı vermek ister gibiydi bakışları. En çok da Hermes'e. "Son şansını kullandın," dedi ardından. "Sahne şimdi benim."

"Oyunu bitir," diyen Görkem, yerinde zar zor duruyordu. Ellerinde hâlâ silahlar olsa da kullanamayacak haldeydi çünkü Kaya yerde can çekişiyordu, benim ise ters bir harekette delik deşik edilmem üç saniyeden az sürerdi.

"İndir silahını."

"Topunuzu sikerim sizin!"

"Bizimle geleceksiniz," dedi Vega. "Zorluk çıkartmayın daha fazla. Paşa paşa, kendi ayaklarınızla yapın bunu. Beni uğraştırmayın."

Kaya, Can'ın ayaklarına yakın bir yerde son nefeslerini verir gibi çırpınırken bir şeyler söylemek istiyordu ama kelimeler ağzından çıkmıyordu.

Görkem sert adımlarla, korkusuzca onların olduğu masaya ilerledi ve bir elindeki silahı birinin, diğerini ise diğerinin kafasına dayadı. Bu sırada etrafımızdaki kimse hareket edemiyordu. Bir emir almadan harekete geçmemek üzere komut verilmişti onlara. Görkem bunu çözmüştü. Akıllı davranmıyordu, aynı anda bedenine yirmi bir kurşun saplanabilirdi, umurunda değildi. Düpedüz delilikti bu.

"Kahramanlık çaban hiçbir işe yaramayacak," dedi Hermes, hareket bile etmeden. "Önümde diz çökeceksin."

"Seni de egonu da sikerim," dedi ateş çıkaran gözleriyle. "Düzelteceksin bunu. Zehir varsa panzehir de vardır, yoksa bu bir tehdit olmazdı. Ne yapıyorsan yap, bunu düzelt."

Bu sırada ben aptal rolüm gereği çığlıklar atıyordum ve Kaya çok gerçek bir şekilde acı çekiyordu. Öyle fazlaydı ki kulaklıktan duyduğum iniltilerin her biri göğsüme giren bir bıçaktı sanki.

"Önümde," dedi Hermes. "Diz çök. Bana boyun eğeceksin."

Arkamdaki adam, elini omzumun askısından içeri iterek bana dokunurken silahını da çenemin altına yaslayarak beni kafesledi. Bağırıyor, hareket etmiyordum ama her şeyden nefret ediyordum. Belki de tenime dokunan parmaklarını tek tek kıramayacak kadar korku doluydum şu an.

Birini daha kaybedersem yaşayamazdım.

Kaya ölüyor muydu? Adını haykırmamak için dudaklarımı ısırarak kanatmıştım. Ağzımda kan tadı vardı.

Ellerime birinin daha kanı bulaşamazdı.

Daha biz Kaya'yla parka gidecektik. Ben bana sarı laleler alan herkesi hep mi böyle kaybedecektim? Kimi bir abi gibi görmeye başlasam hayat ilk önce onu mu alacaktı benden?

"Can kadar zeki değilsin sanırım," dedi Vega. "Bir kez daha açıklayayım. Panzehir bende ve bize zorluk çıkartmadan peşimize takılacaksınız. Kendi ayaklarınla bizimle gelmeyi göze almıyorsan arkadaşının ölümünü göze almış olursun."

Görkem sadece bir saniye ona baktı. Ardından Kaya'ya eğdi başını. Dudakları morarmıştı. Gözleri kapanıyordu. Bedeni öyle bir titriyordu ki ne zaman ağlamaya başladığımı fark etmemiştim bile. Yanaklarım sırılsıklam olmuştu.

Hermesi belinden itip kendinden uzaklaştırdıktan sonra tek bir hamlede Can'ın boğazına sardı kolunu Görkem. Bedeni Can'ın koltuğunun arkasındaydı. Kendine küçük bir siper oluşturmuştu ve elindeki silahı Can'ın başına dayamıştı. Her şeyi yapabilirmiş gibi bakıyordu.

"Vega," dedi. "Panzehir." Ardından gözleri bana değdi. Can'ın boğazını saran elindeki silahın yönünü bize doğru çevirdi ve bir saniye bile düşünmeden tetiği çekti.

Başımdaki adam göğsünden vurulduğunda kanı her yere sıçradı.

Kalan yirmi piyon, hâlâ hiçbir şey yapmıyorlardı.

Piramit bir örgütten de öte, bir tarikattı sanki. Gözlerinde hiçbir ifade bulunmayan bir sürü insan, yalnızca ellerindeki silahlarla öylece dikiliyor ve birer robot gibi emir bekliyorlardı. Aralarından birilerinin vurulması önemli değildi. Kimsenin bakışları değişmiyordu. Kimse sıradakinin kendisi olmasından korkmuyordu ve kimse vurulanlara dönüp bakmıyordu bile.

"Kuzey," dedi Can. Boğulmak üzereydi. Görkem onu öyle bir kavramıştı ki yüzü morarmaya başlamıştı. "Ne yapıyorsun?"

"Saçmalama," dedi Vega ama elini herkesin durmasını işaret ederek kaldırmıştı. "Onu öldüremeyeceğini elbette biliyoruz."

"Riske atabilir misin?" diye sordu Görkem. Elindeki silahı Can'ın şakağını delmek ister gibi bastırırken parmağı tetiğin üzerindeydi.

"Sen bir katil değilsin," dedi Vega, sesinde ilk defa korku vardı. "Buraya korumak için geldiğin adamı satmazsın."

"Beni hiç tanımıyorsun," dedi Görkem. Burnundan soluyordu. Kendini Can'ın arkasına öyle bir gizlemişti ki hedef alınması çok zordu. Aynı açıda Vega ve Hermes de varken kimse silahını ateşlemeye cesaret edemiyordu. Ben hâlâ dizlerimin üzerindeydim. Artık bir el omzumda değildi, kimse bana zorla dokunmuyordu ama çaresizdim. Mila da öyleydi Yağmur da. Yapabileceğim hiçbir şey yoktu ona güvenmekten başka. "Hadi Hermes biliyor az çok gözüm dönünce neler yapabileceğimi, ama sen... Sen hiç bilmiyorsun. Can'ın hayatıyla kumar oynayabilecek misin amına koyayım?"

"O tetiği çekemeyeceğini biliyorum."

"Niye korkudan ellerin titriyor o zaman?"

Can öksürüp çırpınmaya başladı. Tırnaklarını Görkem'in koluna geçirmiş, debeleniyordu.

"Durdur şunu!" Artık Kaya'nın sadece burnundan değil, ağzından da kan sızıyordu. "Yemin ederim ki ona bir şey olursa Can da buradan sağ çıkmaz. Beni anlıyor musun?"

"Diz çök," diyen Hermes'e, "Kes şu sesini!" diye karşılık verdi Vega. "Can'ı bırakırsan arkadaşının panzehrini vereceğim."

"Geri zekâlı mısın?" diye bağıran Hermes'ti. "Blöf yapıyor! Bırak gebersin piç arkadaşı da. Cengiz'i içeri tıkan da bu herifti zaten."

"Sikeyim Cengiz'i. O aptal piramit umurumda mı sanıyorsun?" Görkem'e neredeyse yalvaran gözlerle döndü Vega. "Bırak Can'ı, al ilacı."

Kimse görmedi ama ben gördüm. Yirmi çift gözün tümüne baktım kimse benimle ilgilenmezken. Aptal piramit diye bağırdığında hangisinin irkildiğini, hangisinin küçümseyerek baktığını ve hangisinin aynı şekilde düşündüğünü tespit ettim. Burası sandıklarının aksine Piramit'e onlar gibi baş kaldıranlarla dolu değildi. Aralarında babalarının ajanları olduğuna yemin edebilirdim. Yüzlerini aklıma kazıdım her birinin. Ayrıca V ve Hermes arasındaki kavga sürerken etraftaki üyelerin hangi tarafı tuttuğunu anlayacak kadar inceleme fırsatım da olmuştu.

Hermes'in gözlerini tavana doğru çevirdiğini fark ettim sonra. Görkem bu sırada Vega'yı Kaya'nın başına yollamış, elindeki enjektörü onun kanına vermesini sağlamıştı.

Işıkları kontrol eden düğmeye doğru gözünü bile kırpmadan ilerlemeye başladı Hermes. Bir elini havaya kaldırıp işaret parmağıyla bir yuvarlak çizdi ve işareti alan üyelerin her biri, bulundukları masaların altlarına doğru eğilip uzandılar. Boş bir masanın yanından geçerken Hermes'de aynı şeyi yaptı ve doğrulduğunda elinde bir gaz maskesi vardı. "Bu kadar oyun yeter!" diye bağırdı. "B planına geçme zamanı. Daha fazla zaman kaybetmeyeceğim."

Görkem Can'ın boğazını bırakır bırakmaz dizlerinin üzerine çökmüştü ve bu Kaya içindi. Ona doğru yaklaştı, yüzünü avuçlarının arasına aldı ve seslendi ama hiçbir cevap alamadı karşılığında. Onun kulağına doğru yaklaştırdı başını, çok kısık bir şekilde fısıldadığından ne dediğini duyamadım ama Arda'yla iletişim kurduğunu anladım.

Herkes sıra sıra gaz maskelerini takmaya başladığında Vega da onlara katılmadan önce son bir kez Can'a baktı ve "Keşke tüm bunlara gerek kalmasaydı," dedi. "Kusura bakma, seni koruyabilmemin tek yolu buydu." Ardından ona doğru yaklaştı ve devam etti. "Bana en önemli soruyu sormayı unuttun sevgili Can, asıl mesleğimin ne olduğunu."

Can az önceki nefes kesikliği yüzünden öksürüyor, bir yandan da Kaya'dan tepki alamayan Görkem'e bakıyordu. "Asıl mesleğin ne?" diye zorlukla sorabildi. Hâlâ oyunda kalmaya çalışıyordu.

Bu sırada olanlara anlam verebilmeyi başarmıştım. Gözümün takılıp durduğu floresan bozuk değildi, bu onların yedek planıydı. "Hermes'e engel olun!" demeye çalışırken Hermes, elektrik anahtarına dokundu ve o lamba yandı, aynı anda üzerinden etrafa bir gaz yayılmaya başladı.

Geç kalmıştım.

Gaz maskesini yüzüne geçiren Vega'nın sesi boğuk çıktı ama bayılmadan önce duyduğum son şey buydu: "Kimya mühendisiyim."

•⚓•

Vega Venom, sen neredeyse her şeyin başlangıcıydın.

İnanmayacaksınız ama otuz bölümdür şu anı bekliyorum. Maskeler düştü, kozlar paylaşıldı, ortalık karıştı ve başlasın kaos.

EN SEVDİĞİM!

Ne düşünüyorsunuz olanlar hakkında? Hemen yorumlarınızı alayım.

Bölümdeki çoğu detay ileride işimize yarayacak. Araya süre girdiği ve bu sebeple unutma ihtimaliniz olduğu için araya bazen hatırlatma paragrafları katıyorum, umarım sıkılmıyorsunuzdur :')

Önce sadece Kaya zehirlendi, sonra hepsi. V.V.'nin Vega'sı yıldızdan, Venom'u zehirden geliyor. Daha önce de Selma'nın kapısına otlar göndermişti hatırlarsanız. Öyle işte. İsmi çok uzun zamandır belliydi, çok heyecanlıydım bu bölüm için. Benim favorilerimden biri çünkü. (Gayet objektif yazar yorumu)

Bir kere gülümseyip öyle gidin çünkü belki bir süre gülümseyemeyebiliriz...

Teşekkürler ve mümkünse iyi günler.

Instagram:
azraizguner
analizbyizguner

🔵🤝🔵

Yorumlar

Popüler Yayınlar

36. "Çatlaklar ve Kırıklar"

55. "Geri Sayım"

35. "Görülme İhtiyacı"