33. "Bir Vazgeçiş Kadar Derin"

Bölüm Şarkıları:

Dolu Kadehi Ters Tut, Ölüm Dansı
Perdenin Ardındakiler, Kaçıncı Kayboluşum
Şebnem Ferah, Yağmurlar
Gripin, Sen Gidiyorsun

Asya için ikinci bir isim ararken Şebnem Ferah'ın Yağmurlar şarkısına denk gelmiştim. Bir devrin başlangıcıydı benim için.

💔

Yapılan her hata, mecbur kalınan bir seçimin sonucudur.

•⚓•

Bu hayatta sadece bir kişinin ilk tercihi ben oldum ve ona kavuşmama sadece birkaç dakika kaldı.

Dinle, demek isterdim son bir kez Görkem'in yüzünü kavrayıp. Sorun değil, sevgilim. Sadece... Keşke seni durdurmasaydım da devam ettirmene izin verseydim o şarkıyı. Keşke bana aşık olduğunu duyabilseydim senden bir kez, ertelemeseydim itirafını. Unutmuşum her zaman yarınların olmadığını ama bu da sorun değil, yarını kalmamış bir adamın yanına gideceğim ben. Onu çok özlemiştim zaten. Sen bana beni ne kadar sevdiğini hiç söylemedin ve ben de hiç öpmedim seni. Başka hiçbir pişmanlığım yok, içimde bir tek sen kalacaksın.

Nefes almam için bana bir sebep sunan o adamın gözlerini açık tutmaya bile hali yoktu karşımda. Bana bakıyor, Kaya'ya bakıyor ve sonra tekrar bana bakıyordu. Bir silahın namlusu ikimiz arasında gidip gelirken o çenesini sıkarak Hermes'i kaç farklı şekilde öldürebileceğini hayal ediyordu ama çaresizdi, çünkü birimizi seçmek zorundaydı.

"Bunu yapmayacağım," dedi sertçe yutkunduktan sonra. Boşuna direniyordu.

"Yapacaksın," dedi Hermes ve haklıydı, yapmak zorundaydı. "Neyi kaybedeceğini seçme şansın varsa bazen bu da bir kazançtır. Bana bir isim söyle."

"Yapmayacağım," diye yinelerken gözlerini gözlerimin içine dikti. O bakışın neler anlattığını hissettim. Özür diliyordu. Özrü benden diliyordu. Vazgeçilecek olan bendim. Gözlerine biriken ama akmayan yaşları görebiliyordum. İçine içine ağlıyordu. Ölümüme sebep olursa bu yükle nasıl yaşayacağını bilmiyordu. Daha fazla sıktı çenesini, ben sadece gülümsedim.

Hazırdım, bunu biliyordu ve Kaya elbette ki yaşamayı benden daha çok hak ediyordu.

"Sorun değil," döküldü dudaklarımdan. Engel olamadım. İçini rahatlatmak istedim aslında. Kaya'nın başı bana çevrildi, Görkem'in her bir kası acıyla gerildi ve Hermes şaşkınlıkla dikti gözlerini üzerime. Gözlerimin doluşu korkumdan değildi, yaşayamayacaklarımızı düşündüğüm içindi. Ona baktım ve dudaklarım titrerken daha fazla gülümsedim. "Gerçekten, sorun değil."

Hermes silahını şakağıma yasladı ve tetiğin üzerine yerleştirdi parmağını.

"Seçmedim!" diye bağırdı Görkem, ileri doğru atılmaya çalışırken. Hareketleri öyle sertti ki onu bağlayan zincirler birbirine sürtünüyor, bir zindanın ortasında olduğumu hatırlatan sesler çıkarıyorlardı. "Ben bir cevap vermedim! Yapma."

Bu bir yalvarıştı. Bu tüm zaafların ortaya çıkışıydı. Tek dileğim, buradan bir şekilde sağ salim kurtulmalarıydı. Ne yazık ki bunun gerçekleşip gerçekleşmediğini hiçbir zaman öğrenemeyecektim.

"Kız arkadaşın seni iyi tanıyor," dedi Hermes. "Senin yerine seçti işte kendini, zorluk çıkartmadı sana."

Derin bir nefes aldım. Ellerimin titremesine engel olamıyordum ve bunu hepsi görebiliyordu. Yüzümdeki gülümseme ise hâlâ silinmemişti. Her şeye rağmen bir kere gülümseyecek, öyle gidecektim.

Kalbimde bir sancı vardı, Görkem'in yeşerttiği yer sızlıyordu çünkü o tarafım bir söz vermişti ne olursa olsun onun için nefes alacağına dair. Sözümü tutamayacak oluşumdan nefret ederken beynimi dağıtmak için alnıma kayan namluya daha fazla yasladım başımı. Artık sadece saniyeleri sayıyordum.

"Bana bak," dedi Görkem. Hermes'i tehdit etmek için kurulmuş bir cümle değildi, yumuşak bir tonda kurulmuş yitik bir cümleydi ve benim içindi. Gözlerimi ona doğru çevirdiğimde bu hale düşmüş olmasına ağlamak üzereydim. "Hayır." Gözlerine biriken yaşları tutmaya çalışıyordu. "Çek kafanı şuradan. İkinizden birini seçmeyeceğim 13, ölürsek birlikte kalırsak birlikte."

Bana 13 dediği an aklından bir şey geçirdiğini anladım. Gözlerime şaşkınlık yerleşirken kaşlarımı çattım ve o gözlerini bir saniyeliğine Kaya'ya çevirip yeniden Hermes'e verdi odağını. Bana Kaya'ya bakmam için bir mesaj iletmişti.

Hermes "Birlikte ölmeyeceksiniz," dedi bu sırada. "Sen geride kalacaksın Görkem, lazımsın bana. Ya ikisi ya biri. Ver artık cevabını canımı daha fazla sıkmadan."

Kaya iki kez göz kırptı bana, iki gözünü de yumdu ve sonra iki kez daha göz kırptı. Ardından gözleriyle arkamızı işaret etti.

Buraya geldiğinde kucağıma düşmüştü kafası ve bilinçsizce "Sağ ol," dediğini sanıyordum iki defa. Plandı, arkada iki adam vardı ve sağdakini benim almamı söylüyordu.

"Yapma," diye yalvardı Görkem. Bu yeni başlattığı bir tiyatroydu. Kaya az önce ona da şifresini kullanarak ne yapacağının sinyalini vermişti. İki, bir, iki; bizim hayatımızı kurtaracaktı. "Kaybedemem onları."

Hermes'in tabancası yeniden şakağıma yaslandığında artık sabrı taşmış gibiydi. O haykırış Görkem'den bir saniye bile geç gelmiş olsa dizlerimin üzerinde infaz edilen ben olacaktım. "Birkan!" diye bağırdı, ağlamaya başlamıştı aynı anda. "Allah'ın cezası herif! Birkan'ı vur, bırak Mila'yı."

Hermes gülümsedi. Kaya, başını yere eğdi. Ne oluyordu? Bir şey yapmalıydı. Seçilmişti, silah ona doğrultulmuştu. Bu teslimiyet de neyin nesiydi? Plan neredeydi? Görkem'in gözlerinin içine baktım, o da aynı hayretle Kaya'ya dönmüştü. Gözlerinde güven vardı fakat dişlerini sıkıyordu. İkimiz de durmuş, Kaya'nın ölmeden önce söyleyeceği son sözleri bekliyorduk.

Silah alnının ortasına yaslandığında Kaya "Eyvallah birader," dedi. Gözlerim sonuna dek açıldı. "Çok mutlu olun."

Hermes bu işin uzamasından sıkılıp ona doğru namlunun ucunda olduğunu hatırlatmak istercesine eğildi ve aynı saniye Kaya'nın arkadan kelepçeli olduğunu sandığım elleri, Hermes'in silahına vurup onu yere attı. Sağ bileğine kelepçe takılıydı ama sol elini sarması gereken taraf, tek bir bileğinden aşağı doğru sarkıyordu. O kısmı tutup aradaki küçük zinciri Hermes'in boğazına doladı ve karnına tekmesini geçirdi.

"Beni bağlıyorsan," dedi sert bir nefes verdikten sonra. "Çözemeyeceğimden emin ol."

Onlar ileri atılıp boğuşmaya başladıklarında dizimin dibinde durup parlayan şeyi gördüm. Bana ait bir tel tokaydı.

Kaya evden çıkmadan önce saçlarımı yaptığı tel tokalardan arda kalanları arka cebine sıkıştırmıştı ve kelepçenin kilidini o tel toka sayesinde açmıştı.

Ayağa fırladığım an şöminenin içindeki demir çubuğa doğru atıldım. Ellerimin önden kelepçeli olması avantajımdı. Demir çubuğu tuttuğum gibi arkamı döndüm ve bu sırada bana doğru hamlede bulunan adam, hayatının hatasını yaptığı gerçeğiyle yüzleşti. Çubuğun sivri ucu karnına yaslandığında önce küçük bir inleme fırladı dudaklarından. Şişi hiç düşünmeden tüm gücümle ittim, göğüslerimin arasında iz bırakan o keskin uç, onun karnını yarıp dizlerinin üzerine çökmesine neden oldu.

Odadaki diğer adam Kaya'nın üzerine atlamıştı ve mecburen Kaya Hermes'i bırakmış, onu devralmıştı. Bir bileğine bağlı kelepçe o adamın boğazına dolanmıştı bu kez. Sarışın adamın alnındaki damarlar şişmişti ve yüzü giderek mora dönüyordu. Yerde nefes almaya çalışan Hermes'in silahına doğru uzandığını gördüğümde engel olmam için çok geçti. Kaya'ya doğru çevirip ateşledi tabancayı.

Arkamı korkuyla döndüm, Kaya'nın boğazına zincir sardığı o adamı kendine siper etmiş olduğuyla yüzleştim. Hermes'in silahından çıkan kurşun, sarışın adamın göğsüne denk gelmişti.

Silah yeniden bana çevrildi. Ortalık yerdeydim ve bir siperim yoktu.

Açık kapının uzandığı koridordan birinin koşturarak geldiğini duyduğumda kendimi korumak için hiçbir yol bulamamıştım. "Hermes!" diye bağırıyordu o kişi ve tüm dikkatleri dağıtmayı başarmıştı. Tam ona doğru koşup üstüne atlayacağım sırada sesi aslında tanıdığımı fark ettim, ardından görüntüsünü seçebildim. Gelen Barbaros Ceylan'dı ve nefes nefeseydi.

Başını bana ve Kaya'ya çevirdi hızlı hızlı. Kaya ölen adamı bırakmış ve benim yapacağımı yapıp Hermes'in üzerine atlamıştı. Hermes yeniden onunla boğuşmaya başladığında ikisi de öyle güçlülerdi ki karşılıklı her hamlelerinde kemiklerin seslerini duyuyordum. Ros koşturarak yeniden "Hermes!" diye bağırdı. Kaya onun boğazını elleriyle sıkıyordu, üstünlüğü eline almıştı ve bacaklarıyla Hermes'in hareket edemeyeceği bir kafes oluşturmuştu. Ros atıldı, Kaya'yı yakalayıp yere devirdi.

O hain miydi?

Görkem'e baktım korkuyla. Bu sırada şöminede duran diğer demir çubuğa doğru yaklaştım ama gözlerim cevabı beklerken onun üzerindeydi. Görkem bayılmak üzere gibi duruyordu, gözlerini yarım şekilde aralık tutabiliyordu.

Ros Kaya'yı yumruklamaya başladığında Kaya normalde karşı koyabileceği halde tüm gücünü kullanmıyor, sadece darbeleri savuşturmaya çalışıyordu.

Hermes yeniden silahına uzanıp bana çevirdi ve aynı gün içinde bilmem kaçıncı kez ölümle burun buruna geldim. Elimde bir demir çubuk, aramızda birkaç metre kadar mesafe vardı. Ros, yerdeki Kaya'nın karnına sert bir tekme geçirdikten sonra Hermes'e "Geliyorlar!" diye bağırdı. "Geliyorlar, kardeşin nerede?"

"Kim geliyor? Nereden biliyorsun?"

"Bu soruların sırası mı amına koyayım?" Kaya yerde uzanıyordu, her yeri kan içindeydi ve gözleri kapanmıştı. Görkem'in Ceylan'ım diye sevdiği Barbaros, hızlı adımlarla odanın ortasına gelip yüzünü Hermes'e çevirdi ama aslında bunu yaparak ikimizin arasına geçmiş olmuştu. Silah artık beni hedef alamıyordu. "Geliyorlar diyorum! Gitmemiz lazım."

Elimdeki demir çubuğu yere fırlatıp sesli bir şekilde ağlayarak Kaya'nın yanına çöktüm. Kafayı yemiş şekilde davranmam, orada elimde bir cinayet silahıyla dikilmiş haldeyken Ros'a hamle yapmamamdan çok daha mantıklı görünecekti.

Ros, Hermes'e bir şeyler daha anlatıp elini uzatarak onu yerden kaldırdı. Hermes yeniden silahını kullanmak istedi ama kafası karışmış görünüyordu. Ros ona acele etmesi gerektiğini söyledikten sonra bir an kendine hakim olamamış gibi yumruğunu Görkem'in yüzüne geçirdi. "Bu pezevenk o otelden çıkarken bana vurmuştu," dedi açıklama olarak. Ardından Hermes'ten aldığı silahı pantolonunun arkasına sıkıştırdı. "Kurşunlar lazım olacak abi." Hermes başını sallayarak istemese de içine düştüğü durumu kabullendi ve onunla birlikte koridora adımladı.

Yerde yarı baygın yatan Kaya nefes nefese gözlerini açarken ona bakmadım, hedefimde botuna sakladığını bildiğim bıçak vardı. Bizi buraya getirirken dinleme cihazlarını ve silahlarımızı almışlardı çünkü bunlar tahmin edilebilirdi fakat Kaya'nın botuna gizlediği bıçağı bir tek ben görmüştüm.

Şanslıydım ki yerindeydi.

Bıçağın sapını kavrayıp aralık kapının önüne geldiğimde bir gözümü kapattım ve hiç düşünmeden nişan alıp bıçağı fırlattım.

Henüz çok fazla uzaklaşamamış olan Hermes'in belinin sol kısmını tutturmayı başarmıştım. Bu garipti çünkü iki bileğimde de hâlâ kelepçeler vardı ve bu yüzden ellerimi rahatça kullanamamıştım.

Hiçbir şey umurumda değildi, gebersin istemiştim. Buraya ne ara geldiğimi de bunu yapmaya nasıl karar verdiğimi de bilmiyordum. Bilincim sanki bulanıktı. Canımın canını yakmıştı ve düşündüğüm tek şey onu öldürmekti.

Hermes, Ros'un kollarına doğru devrildiğinde dönüp bana baktı. Gözlerine yerleşen acı ifadeyi gördüm, bakışları karardı ve beni öldürmeye yemin etmiş gibi baktı o bir saniyelik anda. Sırtına açtığım yara yüzünden dizlerinin üzerine devrilen oydu, ayakta durup gülümseyense bendim.

Başka bir odadan Selma'nın çıktığını gördüğümde kapıyı bizi görememeleri için kapattım. Hermes muhtemelen konuşamayacak hale gelecekti ve Ros da bu odadaki işimizin bittiğini söyleyebilirdi onlara.

Tüm bunlar olurken uzaktan silah sesleri de duyulmaya başladı. Havaya sıkılıyor gibiydi. Yeniden kulak verdim.

İki kurşun, bir kurşun, iki kurşun.

Arda diyordu ki, ben geldim.

Düşünmeyi bir kenara bıraktım ve hâlâ kelepçeli olan ellerimle Görkem'e yaklaşıp yüzünü kavradım.

Her şeyin bittiğini anlamıştı. Artık ayakları yere basmıyordu, zincirler tutuyordu onu. Başı az önce yediği yumruğun etkisiyle düştüğü sol omzundaydı hâlâ. Gözlerini yummuştu. Sırtı cayır cayır yanıyordu, yanaklarında kan ve kurumuş yaşların izleri vardı. Terli saçları alnına dökülmüştü. Yine, yeniden bir ölüyü andırıyordu.

"Görkem," dedim yanakları avuçlarımın arasındayken. Kaya kontrolü eline aldığı ilk an Görkem'in güçlü durma çabasından eser kalmamıştı ve liderliği ona devretmiş olmanın getirdiği iç rahatlığıyla bırakmıştı kendini. Saçlarını geriye doğru tararken gözlerini açmasını bekliyordum. "Beni duyuyor musun? Geldiler. Bak bana hadi."

Çok uzun bir kabustan uyanmış gibi yüzüme çıkardığında gözlerini, alnını alnıma yasladı yavaşça. "Yağmur," dedi zar zor çıkan sesiyle. "Özür dilerim."

Neden dilediğini biliyordum. Ben affetsem de o hiç unutmayacaktı. Gözünden akan yaşı silmeye çalışırken yanlışlıkla çenesine dokundum, bu onu acıyla inletti. Parmak uçlarım kızıl kabartının kıyısına değmişti, sanki hâlâ sıcaktı o yaranın üzeri. Dişlerini öyle bir sıktı ki gıcırtısını duydum. "Özür dilerim," dedi tekrar.

Kaya ayağa kalkmıştı, sarsak adımlarla yanımıza vardığını biliyordum çünkü bedeni bana güven vermek ister gibi tam arkamdaydı. Çatışma sesleri çevremizden yükseliyorken elini sol omzuma koyup beni Görkem'den uzaklaştırdı. Saçlarıma uzanıp kendisinin taktığı tel tokayı oradan sıyırdı ve bileklerimi uzatmamı bekledi. "Bizi koruyacaksın." Sert sesiyle kendime gelmemi istermiş gibi emir veriyordu bana. "Ben onu çözerken sen kapıda duracak ve bizi koruyacaksın."

Hızlı hızlı başımı sallarken ağladığımı fark etmemiştim. Kaya'nın eli yüzüme uzanınca sağ yanağımdan akan yaşları kuruladı hızlıca. "Bitti," dedi. "Size bir şey olmasına izin vermedim, vermeyeceğim. Can'ı da bulacağız, sonra ailecek basıp gideceğiz buradan. Tamam mı Yağmur?"

Kaya, bana ikinci adımla seslendi ve bu Görkem'in kurumuş dudaklarına derin bir tebessüm kazıdı. Beni ona emanet ediyormuş gibi gülümsedi yavaşça.

Az önce demir çubuğu bir mızrak gibi kullanmıştım, elimde daha iyi bir alternatif olmadığından kalan iki tanesini de yanıma alıp omzumu kapıya verdim. Daha önce kırık bir abajurla, bugünse demir bir şişle korumuştum kendimi düştüğüm durumlardan. Arda ilkel yöntemlerimin hız kesmeden devam ettiğini gördüğünde benimle çok dalga geçecekti.

"Kardeşim," dedi Kaya, Görkem'e. Zincirleri kavramıştı avuçlarıyla. Sistemi çözmeye çalışıyordu. Kullanabileceği tek malzeme tel tokaydı. Akıl alır gibi değildi ama bizi asıl kurtaran şey, aynada kendime bakamadığım için o tokalarla salona gitmiş olmamdı. "Dayanacaksın değil mi lan? Bütün börekleri tek başıma yiyecek olursam inan ki çok üzülürüm."

Ben gülümsedim ve bayılmamak için direnen Görkem de aynı şekilde karşılık vermeye çalıştı ama canı yanıyordu. "Kaya," dedi duyduğum en güçsüz sesle. "Sırtım..."

Kaya'nın yüz ifadesi gerildi, bir anda onun ensesini kavradı ve alnını alnına yasladı sertçe. "Gördüm," dedi. "Gördüm oğlum. Sike sike ödeteceğiz o herife. Biraz sabret tamam mı? Şuradan bir çıkalım, her şeyi halledeceğiz."

"Acıyor," diye fısıldadığında duymamamı istemişti fakat pürdikkat onları dinliyordum.

"Biliyorum." Cebinden bir maymuncuk çıkardı, buraya gelirken ona sahip değildi. Ros, diye düşündüm. O aleti Barbaros getirmiş olmalıydı Kaya için. Zincirlerden sol bileğindekine uzandı ve kilidi yoklamaya başladı. "Biliyorum," diye tekrarladı. Görkem'i uyanık tutmaya çalışıyordu. "Kaç saniye sürdü?"

"97," dedi Görkem. Doksan yedi bıçak geçti göğüs kafesimin içinden.

Gözlerimi sıkıca yumup araladığım kapıdan dışarı doğru baktım. Adım seslerini duydum. Yaklaşanlar vardı ve sayıları muhtemelen ikiden fazlaydı.

Kaya burada Görkem'i o zincirlerden kurtarmak için çabalarken kapıyı açıp koridora çıktım. İçeriye birilerinin girmesinin tek yolu cesedimi çiğnemek olacaktı. Silah sesleri çoğalırken bileğimden sarkan kelepçeyi muşta tutar gibi geçirdim parmaklarıma ve bana yaklaşan ilk adamı yumruklamaya başladım arka arkaya.

Tek bir kişiyi halletmem zor değildi. Saniyeler içinde Kaya'nın da az önce diğerlerine yaptığı gibi onu boğmaya başlamıştım ve yüzü mora döndüğü an onu bırakıp yeniden ayağa kalktım. Çok fazla gürültü vardı, sanki her an her yerden tehlike fışkıracak gibiydi. Burası ne kadar büyük bir yerdi bilmiyordum ama devamlı çarpan kapıların seslerini duyuyordum, bunu kırılan camlar takip ediyordu.

Uzun koridorun ucunda üç iri beden gördüğümde içlerinden ikisinin Nova'da da olduğuna emindim. Üzerime doğru koşuyorlardı. Hiçbiri hâlâ silah kullanmıyordu. Bu ne olursa olsun çok katı bir kural olmalıydı, Hermes'in tembihlediğini düşündüm. Bizi canlı halde elinde tutmak istiyordu. Yani, ben ve Kaya'dan vazgeçebilirdi ama bir nedenden Görkem'in yaşaması önemliydi.

Ne yapacağımı bilmiyordum. Direnebildiğim kadar direnecektim. Daha önce de üç kişinin ortasında kaldığım olmuştu, ilk değildi. Bu yüzden paniklemedim. Soğukkanlılığım en önemlisiydi. Avucumun içindeki demiri daha sıkı kavradım ve ilk atağın gelmesini bekledim.

Bir, iki, üç silah sesi.

Tüm adamlar sıra sıra yere devrildiler.

Koridorun sonunda görünen saçı başı dağılmış kıvırcık adam, ateş saçan gözleriyle orada dikiliyordu.

"Var mı lan benim aileme bulaşmak?" diye bağırdığında sesini yükseltmesinin sebebinin herkesi üzerine çekmek olduğunu anlamıştım. Kaç kişilerdi bilmiyordum ama beş yüz de olsalar Arda hepsini öldürebilecek bir makineymiş gibi dimdik duruyordu. Bu kadar iyi silah kullanabildiğine hiç şahit olmamıştım. Şovunu abartıp tabancasını parmaklarının etrafında üç tur çevirdi ve bana doğru yürümeye başladığında göz kırptı. "Hepiniz iyi misiniz?"

Bu öyle bir soruydu ki iyiyiz demeye varmadı dilim. Bir saniyemi onun boynuna atlayarak harcadım. Bedenini kendime çok hızlı çektiğim için neredeyse ayakta duramayacaktı. "Yetiştin," dediğimde belimi sımsıkı kavrayarak bana devam edebilmem için güç verdi. "Arda, Can bizimle değil. Onu bulman gerek."

"Bizimkiler dağıldılar," dedi seri bir şekilde. Duyguları içinden vakumla alınmıştı. Bizi koruma güdüsü dışında hiçbir hisse sahip değildi o an. Sesi soğuk, bakışları donuktu. "Burası çok büyük Asya ve onlar çok kalabalıklar. Aklın kalmasın, ben Can'ı bulacağım. Sen de bizimkileri dışarı çıkar bu sırada. İleriden sola döneceksin, koridoru sonuna kadar takip edip son kapıdan geçecek ve yeniden sola döneceksiniz. Odanın pencerelerini indirdik, oradan çıkıp beyaz araca ilerleyin. Anladın mı? Vardığınız an basıp gidin buradan. Kalan her şeyi halledeceğim ben."

"Ambulans." Bana uzattığı tabancayı kavradım. Durdum, derin bir nefes aldım ve titremelerimin önüne geçtim. Bitmişti her şey. Ölmemiştik. Birlikte çıkacaktık. "Ambulans gerekiyor."

"Kim için?" Arda'nın ses tonu içimi ürpertti. "Ne oldu?"

"Görkem," dedim. "Git sen, Can'ı bul. Kaya ve ben onu çıkarırız."

Onları görmek için can atıyordu, bunu biliyordum ama mantıklı olanı seçip başını salladı. "Dikkatli olun."

Odaya hızlı adımlarla geri döndüğümde yerdeki iki adamdan yükselen kan kokusu burnumu sızlattı. Şömine hâlâ çıtırtılar çıkararak yanıyordu. Sıvaları sökülmüş gri duvarlar üzerime üzerime geliyordu. Az önce dizlerimi çöktüğüm yerin kıyısında Kaya'ya ait kan izleri duruyordu. Odanın tavanından sarkan zincirlerin uçları ise Kaya'nın son hamlesiyle birlikte serbest kalıp sallanmaya başladılar.

Zincirlerden kurtulan Görkem, ayaklarını yere basamadığında Kaya koltuk altlarından kavrayarak devrilmesini engelledi. Bir kukla gibi Görkem'in saatlerdir havada asılı duran kolları Kaya'nın ellerinin yanından aşağı doğru sallandı. Başı öne düştü. Kaya kolunu beline sarıp başını omzuna yaslaması için destekledi. Elindeki maymuncuğu arka cebine sıkıştırdı ve Görkem'in kolunu kendi omzuna atıp onun beline sarıldı yeniden.

Diğer koluna da ben girmek için hareket etsem de "Ben taşırım," diyerek durdurdu beni. "Önden yürü, sen bizi koruyacaksın."

Başımı sallayıp Görkem'in bu hali karşısında sertçe yutkundum. Birkaç adımı Kaya onun ağırlığını üzerine almış olmasına rağmen zar zor atabildi. Ardından devrileceğini sandım fakat Kaya, o koca bedeni tek başına ayakta tutmayı başardı. "Canım yanıyor," diye sayıkladı Görkem, onun omzuna daha sıkı tutunmaya çalışarak. "Gömleğinin kol düğmesi yaraya sürtüyor Kaya."

Kaya yere daha sağlam basıp Görkem'i tutmayı bıraktı anında. Görkem yalnızca omzuna attığı kolu sayesinde ayaklarının üzerindeydi. Kaya kolunu geriye doğru çektiğinde kelepçeli elini kullanıp bir saniye içinde düğmeyi adeta söktü gömleğinden. Ardından gömleğinin bir kolunu dirseğine varana dek sıyırdı ve yeniden kavradı onun belini, yaralara dokunmamaya dikkat edecek şekilde. "Tamam mı?" diye sorduğunda koridor boyunca yürüyorduk. "Derisini yüzeceğim Hermes'in. Seni bu hale getirdiği için doğduğuna pişman edeceğim onu, göreceksin bak."

"Böyle olmayacak," dedi Görkem. Arda'nın vurduğu bedenlerin arasından geçtikten sonra döneceğimiz koridoru kontrol ettim başımı uzatarak. İki elimle kavradığım silahı geriye çektim ve Kaya'ya temiz olduğunu işaret ettiğimde yeniden yürümeye başladık. "Kaya, dinle beni. Yavaşlatıyorum sizi. Git Can'ı bul. Bana silahı ver, her şey bittikten sonra gel al beni buradan."

"Seninle beni bir tek ölüm ayırır kardeşim, ona da izin vermedik. O yüzden kes sesini de ver ağırlığını bana. Spor salonunda canıma okuyup duruyorsun, kaç kilo kaldırabildiğimi sen benden daha iyi biliyorsun."

"O gitsin," dedi sanki ben duymuyormuşum gibi. "Bari o gitsin."

"Çok beklersin," diyerek cevapladım onu. "Konuşup dikkatimi dağıtma, çok ciddi bir iş yapıyorum burada." Yerde gördüğüm silahları tekmeleyip uzaklaştırıyordum. Sonra yarı baygın bir bedeni başına tekme atıp tam baygın bir hale getirerek yolumuzu açtım.

Karşıdan esmer bir adam yaklaştı, onu doğrudan tanıdım. Görkem'le otelde baskın yediğimizde beni kelepçeleyip arabaya bindiren kişiydi. Karakoldayken tanıştığımızda bana adını söylemişti. Hakkında tek bildiğim Görkem'i tanıyan polislerden biri olduğuydu. Koşar adımlarla yanımıza gelirken elindeki silahı kılıfına koydu ve beni küçük bir selamın ardından aşıp Görkem'in boşta kalan kolunu kavramaya yeltendi. "Dikkat et Muhip," dedi Kaya. "Sırtından uzak dur."

"Oğlum n'oldu lan burada?" diye sordu Muhip, Görkem'i ilk kez bu kadar mahvolmuş gördüğüne adım kadar emindim. "Kimin peşindesiniz siz böyle?"

"Sonra," diyerek tek kelimesiyle susturdu onu Kaya. Artık daha hızlı ilerleyebiliyorduk. Arda'nın bana anlattığı yere vardığımızda çıkacağımızı söylediği kırık cam bel hizası kadar bir duvarın üzerindeydi. Orayı aşmamız gerekiyordu. Görkem'in oraya tırmanma ihtimali şu haliyle sıfırdı.

"Kalabalık mı?" Başta ne sorduğunu anlayamadım ama Görkem "Orası kalabalık mı?" diye yineledi. Polis araçları sıra sıra dizilmişlerdi ilerideki toprak yolun oraya. Kelepçelenen bir sürü adam o araçlara bindiriliyordu ve polislerin sayısı fazlaydı. Hepsinin bir şekilde buradakileri tanıdığına emindim. Necip Amir aksi bir operasyona izin vermezdi çünkü kimliklerimizin ifşa olmamasına her şeyden çok önem veriyordu.

"Evet," dedim. "Dokuz kişi saydım bizden."

Kolunu silkip Muhip'ten kurtardıktan sonra "Bırak Kaya," dedi Görkem, bu bir emirdi. Kaya kaşlarını çattığında atlamaları gereken duvarın hizasındaydılar. "Bırak. Beni yardıma muhtaç halde görmeyecekler, kendim çıkarım."

"Sikerim senin güç gösterini," dedi Kaya. Muhip de aynı fikirdeydi. "Yaslan bana, sırası değil bunları düşünmenin."

"Bana duydukları saygıyı azaltamam," dedi Görkem, öyle bir kurdu ki bu cümleyi içim sızladı. "Anlamıyorsun, önemli bu. Ben Analizcilerin lideriyim, bir duvarı tek başıma aşamadığımı görmelerini istemiyorum."

Çizdiği imaj zedelenirdi. Anlık olarak düşünüldüğünde çok yersiz geliyordu kulağa ama uzun vadede olabilecekleri hayal ettiğimde haklı olduğunu biliyordum. Bir Şubat gecesi esaretimin sonu çırılçıplak halde o hapsedildiğim odadan çıkarılarak bitmişti, beni o halde gören herkesten nefret etmiştim çünkü Mete'nin kucağındaydım ve dünyanın en çaresiz insanıydım. Anlıyordum. Yemin ederim, içinden geçenleri çok iyi anlıyordum.

Alçak duvara basıp kırık camları kelepçenin demir kısmıyla daha çok kırarak duvarda onun tutunabilmesi için bir boşluk oluşturdum. Ardından diğer tarafa atladım. Muhip "İnatçı herif," diyerek arkamdan geldiğinde Kaya geride duruyordu. "Sen liderimsin," dedi. Sıcak bir gülümseme yayıldı yüzüne. "Önümden yürü."

Görkem, elini açtığım boşluğa yasladı ve bir ayağını bastı duvarın üzerine. Yüzünü buruşturmamak için büyük bir çaba veriyordu. Arkasındaki Kaya ise dehşete düşmüş bir ifadeye bürünmüştü onun sırtına dikmişken gözlerini. İlk defa inceleme fırsatı bulmuştu ve karşılaştığı manzara bir felaket gibiydi.

Görkem başına gelen her şeye rağmen bu binanın içinden tek başına, ayaklarının üzerinde çıktı. Yarı çıplaktı, sırtı ve çenesi izlerle doluydu ama güçlü görünmek zorundaydı. Onun aslında nelere mecbur olduğunu yeni yeni kavrayabiliyordum. Bayılamazdı, yıkılamazdı, devrilemezdi. Bacakları titriyordu ama düşemezdi çünkü ona güvenen, onu kendine örnek alan koca bir ekip vardı arkasında.

Kim ne derse desin sonuna kadar onun gördüğüm en güçlü lider olduğunu savunacaktım. Bu görev için doğmuştu.

"Can nerede?" Önem verdiği tek şey buydu. Ambulansın sireni duyuluyordu. Onun için geliyorlardı ama biliyordum, Can'ı görmeden buradan hiçbir şekilde çıkaramayacaklardı onu. "Can'ı bulun." Bir anda gözleri tek bir noktaya saplı kaldığında başımı oraya çevirdim. Nedim, kelepçelenmiş halde polis araçlarından birine bindiriliyordu. Bana daha önce dokunduğunda oradan kurtulmuştum, Görkem bunu onun yaptığını görmüştü. Onunla bugün bir odada yeniden yalnız kaldığımı henüz bilmiyordu fakat bildiği kısım bile gözlerine yerleşen öfke için yeterliydi. "Şu herif," dedi işaret parmağını o yöne çevirerek. "Muhip, ne olursa olsun onu bana bırakacaksın."

Karşı taraf "Sen önce bir iyileş-" diyerek söze girdiğinde onu sertçe bölüp "O benim," dedi. "Etini alıyorsan al, kemiğini ben kıracağım."

Odağım ikisinin aralarında geçen bakışmadayken hiç beklemediğim bir anda Eylül indi araçların birinden ve saniyeler içinde kolları boynumun etrafındaydı. Sonra Can'ı gördüm onun omzunun üzerinden. Çok uzaktaydı ama siluetini seçebiliyordum. Yanındaki adam, Eylül'ün çalıştığı karakolda zemin katın girişindeki ilk masada daha önce gördüğüm biriydi. Yürüdükçe yüzleri netleşti. Can'ın burnu bile kanamıyordu fakat bizi fark ettiği an hızlandı adımları.

"İyi misiniz?" diye sorarken Eylül kollarını hâlâ benden ayırmamıştı. "Hepiniz iyi misiniz?"

Yarı çıplak Görkem, sırtını binadan tarafa çevirmişti gizlemek için. Kaya onun bir adım gerisinde yüzü gözü kan içindeyken dikiliyordu. Öyle sert bakıyordu ki Görkem'in sırtına değen rüzgâra bile kinleniyor gibiydi. Bir adım daha ona yaklaşarak sırtının tamamen arkasına geçti.

Bunlar yaşanırken içeriden gelen bağırış seslerini duydum. Bir şeyler oldu, bunu bütün kalbimle hissettim. Az önce çıktığımız camdan atladı üniformalı bir kadın. Sarı saçları balıksırtı örülüydü. "Uzaklaşın komiserim!" diye bağırırken Muhip'in kolunu kavramış, koşarken onu da peşinden sürüklemişti. "Uzaklaşın," diye bağırdı ve sesi açık alanda yankılanarak dağıldı. "Binanın öbür ucunda bomba tespit ettik!"

Her şey sadece birkaç saniye içinde gerçekleşti.

Kaya, Görkem'in kolunu kavradı ve ben o anki can havliyle Eylül'ün beline sarılıp uzaklaşmak için koşmaya başladım. Sarı saçlı kız Muhip'le beraber koşuyor, gördüğüm diğer memurlar da son sürat araçların bulunduğu bölgeye doğru kaçıyorlardı.

Kulakları sağır eden bir patlama sesi duyuldu.

Hemen ardından oldukça büyük olan binanın bize en uzak olan tarafından, yani az önce bizim tutulduğumuz bölgenin olduğu yerden alevler yükselmeye başladı.

Patlamanın şiddeti bizi yere devirecek kadar değildi çünkü yeterince uzaklaşabilmiştik ama eğer içeride birileri kaldıysa...

Arda.

"Arda!" diye bağırdı Eylül, çığlığı yankı buldu. Düşmesin diye onu tuttuğumda başımdan aşağı kaynar su kovası dökülmüş gibi hissediyordum.

Can patlamanın hemen ardından bize baktı, eksiği gördü, çığlığı duydu ve bir adım daha atamadan olduğu yerde dizlerinin üzerine çöktü şoka girmiş halde.

Az önce yürüyemeyeceğini düşündüğü için onu geride bırakmamızı söyleyen Görkem, çıktığımız yokuştan aşağı inip yanan binaya doğru koşmaya başladı.

Kaya ona yetişti, durdurdu fakat kendisi durmadı ve bizim çıktığımız o kırık camın iki yanını kavradı elleriyle. Büyümeye başlayan yangına dalmak için içeri atlayacaktı ve bu kararı vermesi bir saniyeden az sürmüştü.

"Buradayım!" diye bağırdı bir ses, içimdeki tüm yangını söndürerek. Daha önce hiç görmediğim esmer üniformalı bir kadını taşıyordu. Ekiptekilerden biri gidip kadını devraldı ondan. İyiydi, uyanıktı, baygın değildi. Arda'yı inceledim baştan ayağa. Ona da hiçbir şey olmamıştı. Yalnız panik halindeydi, sonra Can'ın bulunduğu tepeye baktı ve bedenindeki tüm gerginlik onu terk etti. "İçeride bizden kimse yok," diyerek bilgi geçti etrafındakilere. "Tahliye ettik binayı. Bir itfaiye çağırın, sıçramadan önleyelim."

Kollarımın arasında zorlukla duran Eylül, binanın bize en yakın köşesinde dikilen Arda'ya doğru yokuş aşağı koşarken Arda diğerlerine bir lider edasıyla laf anlattığı için onu fark etmemişti. Bir anda boynuna kollar dolandığında şaşırdı bu yüzden, onu daha göremeden kokusundan tanıdı ve otomatik olarak kapandı gözleri. Eylül'ün zayıf bedenini tek koluyla kucaklayıp kendine yapıştırırken Eylül o kadar çok ağlıyordu ki ayakta duramayacak haldeydi.

"İyiyim," dedi Arda şaşkınlıkla. Gözlerini yavaşça açtığında Eylül onun boynuna sığınmıştı. Onu kaybetme korkusuyla ilk kez yüzleştiği belli oluyordu. "İyiyim canımın içi." Ondan emir alan polislere arkasını döndü. Herkesi boş verip Eylül'ü daha sıkı sardı. "Ağlama, yaralanmadım bile."

Görkem'in içine çektiği o nefes sanki son nefesiydi. Buraya kadardı. Daha fazlasını kaldıramayacaktı. Kaya fark eder etmez Arda'ya gitmektense ona yönelmeyi tercih etti ve koluna girdi onun.

Ben hiçbir şekilde Arda'dan çekemiyordum gözlerimi. Mete'yi kaybettiğim an geçiyordu gözlerimin önünden. Bu öyle iğrenç bir gündü ki 7 Şubat'la bile yarışırdı benim için. Uğruna yaşadığım ne varsa hepsini kaybetmekle tehdit edilmiştim. Hepimizin buradan sağ çıkmış olması mucizeden başka bir şey değildi.

"Öl-" Nefesi kesildi Eylül'ün. "Ben öldün sandım." Daha fazla sarıldığında Arda gözlerini kapattı. Saçlarının arasına yasladı burnunu. Uzun zamandır küslerdi, bizi bulabilmek için birlikte çalışmış olmalılardı ama Arda'nın özlemi tam olarak şu saniye dinmeye başlamıştı.

Onun yüzünü kavradı elleriyle. "İyiyim," diye tekrarladı içini rahatlatmak için. Gözyaşlarını sildi tek tek. "Sakin ol, uzaklaşalım buradan. Bir şey olmadı kimseye. İkimiz kurtardık herkesi."

"Küs ölecektik," dedi Eylül, duyduklarının hiçbirini algılayamıyor, sadece sayıklıyordu. Arda'nın saçlarının arasına karıştı bir eli. O nefes alamadıkça Arda'nın kahve gözlerinde arka arkaya şimşekler çaktı. Artık gözyaşlarının durması için yalvaracak gibiydi, içi gidiyordu.

Eylül başını kaldırarak ıslak gözleriyle onun gözlerinin içine baktığında bu yakınlık Arda'yı zamandan da mekândan da soyutlamıştı. Eylül de aynılarını hissetmiş olmalıydı ki parmak uçlarında yükseldi ve bir anda dudaklarını onunkilere yasladı.

Gözlerim şaşkınlıkla açılırken Arda'nın ayakta durmaya devam etmesine şaşırıyordum. Benim için bile çok beklenmedikti ve onun ne hissettiğini hayal dahi edemezdim.

Şok birkaç saniye kadar sürdü. Eylül o korku halinde olduğu için aklını kaybetmişti, ne yaptığının farkına varınca geri çekilecek sandım fakat Arda, onun belini sıkıca kavradı ve yerlerini değiştirip bedenini arkalarındaki duvara yasladığında bu ihtimali ortadan kaldırmış oldu.

Tüm bu karmaşanın ortasında geniş binanın diğer ucundan alevler yükseliyordu ve o ikisi büyük bir tutkuyla birbirlerini ilk kez öpüyorlardı.

Elimi kalbimin üzerine yasladığımda kelepçe de geldi beraberinde. Kendi kendime içinde bulunduğum durumun saçmalığına gülümsedim ve gözlerimi Görkem'e çevirdim onun tepkilerini görebilmek için.

Kaya'nın kolunu sıkıca kavramıştı, bu sayede ayakta durabiliyordu. "Gol amına koyayım," dediğini okudum dudaklarından. Kaya gülümseyip başını iki yana salladı hafifçe. Koşup Arda'nın sırtına atlayabilecekmiş gibi duruyordu.

Hiçbirimiz bu sahneye şahit olmayı o kadar beklemiyorduk ki etraftaki polisler bile işlerini güçlerini bırakmış, bir yangından sağ çıkıp birbirine tutunan ikiliyi izliyorlardı. Hatta içlerinden canına susadığını düşündüğüm bir tanesi, kuvvetli bir alkış başlattı. Muhtemelen kendi ekibinin Arda'sı da oydu.

Bizi kurtarmış olmalarının getirdiği zaferin etkisiyle keyiflenen diğer memurlar da birer birer katıldılar bu alkışa. Herkesin keyfi yerine gelmişken dönüp Can'a baktım. Bizden daha yüksek bir yokuştaydı ve hâlâ dizlerinin üzerinde duruyordu. Tıpkı bizim çöktürüldüğümüz gibi ama tek başına. Yüzünde buruk bir tebessüm asılıydı. Hepimiz iyiyiz sanıyordu, çok yanılıyordu. Onu izlediğimi fark ettiğinde bana dikti gözlerini. Aramızda metreler varken gülümsedi.

Başımı başka bir tarafa çevirdim.

Gücünün son damlasına kadar kullanan Görkem, gelen ambulansa yürümeye çalışırken yığıldı.

Az önce şahit olduğum öpüşme ne kadar ısıttıysa içimi, Görkem'in Kaya'nın ayaklarının dibine bayılıp kalması o kadar dondurdu hislerimi.

Mete yine haklıydı. İyi anlar çoğunlukla daha kötü anların yolda olduğunun habercisiydi.

🚑


"Hipovolemik şok geçirmiş."


Yanımdaki tek kişi Bige ablaydı. Görkem ilk müdahaleden sonra bir odaya alınmıştı ve Kaya'nın acil polikliniğinde pansumanı yapılıyordu. Görkem'in odasının önündeki koridorda bir koltukta oturuyordum. Can ve Arda gelmemişti, Eylül ise doğrudan karakola geçmek zorunda olduğunu söylemişti. Diğerleri hakkında bilgilerim bunlardan ibaretti.


"Yani?" dedim bu açıklama bana yetmeyeceğinden.


"Tansiyonu çok düşmüş, kontrol altına aldık. Nabzını da normal seviyeye döndürdük. Opioid kullanımına bağlı olarak şokun şiddeti artmış, belirtilerin bir kısmı aldığı ağrı kesicinin yan etkilerinden kaynaklanıyor olabilir."


"O ağrı kesici almadı," dedim. "Ona zorla verdiler."


"İyi olacak." Bir güvence vermek istese de benim kadar mahvolmuş görünüyordu. "Biraz zaman alacak ama o iyi olacak. Bana neler olduğunu anlatacak mısın? Asya, sırtı..."


"Sorma," dediğimde dudaklarım titremesin diye çenemi sıktım. "Sadece söylesene, kalacak mı izleri?"


Gözlerine asılan o çaresiz ifade verdi asıl cevabı. "Tamamen silinmeyecek ama emin ol böyle kalmayacak."


"Çok zor." Gözlerimi kapatıp başımı duvara yasladım. Göğsüme çöken ağırlığın haddi hesabı yoktu. "Nefret edecek." Kalbimin hızı hâlâ normal ritmine dönmemişti. İyi değildim. Yüzüm gözüm fazla dağılmamıştı ama bileklerimdeki deri, kelepçeler yüzünden soyulmuştu. Morluklar ve kızarıklıklarla doluydu kollarım. Hiçbiri umurumda da değildi üstelik, tek dileğim Görkem'le konuşmaktı fakat bir yanım onun uyanmamasını istiyordu. Yaşananları düşünmeye hazır olmayacaktı.


"O benim kardeşim." Gözleri dolu doluydu ama kendini tutuyordu. "O buraya bir sedyeyle taşındı ve ben..."


Elimi omzuna yerleştirdim. Bana dokunsalar olduğum yere yığılıp kalır, içimdeki tüm o birikenlerden kurtulana kadar durmaksızın ağlardım fakat insanlar bunu yapmıyorlardı. "Kendin söyledin," dedim. "İyi olacak."


"Gitmem gerekiyor." Gözlerini sertçe sildi. O bir doktordu ve Görkem onun hastası bile değildi, işine dönmek zorundaydı. "Müsait olduğumda geri geleceğim. Seni yalnız bırakmak istemiyorum ama-"


"Sorun değil."


Öleceğimi düşündüğümde de aynı cümleyi kurmuş olduğum geldi aklıma.


Başımı iki yana sallayıp tavana diktim gözlerimi. Derin derin nefesler alıyor, olanları hafızamdan kazımayı deniyordum ama her saniye, her detay sonsuza kadar orada gömülü kalacaktı. İç çektim, ellerimi birbirine kenetledim, öylece durdum ve uyanacağı anı bekledim. Güçlü kalmaya devam ediyordum çünkü benim vereceğim asıl savaş burada başlıyordu. Onu korumak zorundaydım, en çok kendinden. Uyandığında omzunda taşıyacağı yük birkaç kilodan ibaret olmayacaktı ve devrilmemesi için bana ihtiyaç duyacaktı.


Koridorun ucuna yansıyan gölgeyle birlikte başımı kaldırdım. Necip Amir, iki koridorun kesişim noktasında Bige ablayla denk düşmüştü. Ondan olan bitenin özetini dinliyordu. Telaşlı ve korkmuş görünüyordu. Bizi kurtarmak için gelen ekipleri o koordine etmişti, bağlantıları o kurmuştu. Buraya gelmeden önce de olayın gizli kalması için uğraşıyordu. Bige abladan tüm hikâyeyi bildiği kadarıyla dinlediğinde yanıma gelip sadece nasıl olduğumu sordu, geçiştirmek için bir cevap verdim. O da doğrudan kapıyı açıp Görkem'in odasına daldı.


Uyandığından emin değildim, güçsüz bir fısıltının ona "Abi," dediğini duyana kadar. Bu noktada Necip Amir kapıyı arkasından kapatarak özel bir konuşma yapacaklarını bana belirtmiş oldu.


Dakikalar arka arkaya geçtikçe içeriden gelen sesler yükselmeye başladı, sonra bağırış çağırışlar normal dozun fazlasıyla üstüne çıktı. Görkem'in sesini duymuyordum, bir tek Necip Amir'inki duyuluyordu ve beni taş kesecek kadar gürdü. "Nasıl?" diyordu. "Aklını mı kaçırdın? Delirdin mi sen?"


Karşılığında ya cevap alamıyordu ya da ben duyamıyordum fakat o durmuyordu. "Ne diyorsun oğlum sen? Dalga mı geçiyorsun? Nasıl yapabildin bunu?"


Olayın ne hakkında olduğunu anladım, koruma içgüdüm devreye girdiğinde içeri girme niyetiyle ayağa kalktım. Beni durduran, koridorun ucunda beliren Kaya'yla göz göze gelişimizdi. Kaşının kenarında bantlar vardı. Bir serum direğine tutunuyordu. Koluna damar yolu açılmıştı. Asansörün önündeki hemşire grubunun arasından sıyrılıp bana doğru yaklaşırken sesleri duydu, kaşlarını sonuna dek çattı. Gözlerimin içine baktı, ona baktım ve Necip Amir'in sonu gelmeyen öfkesini dinledik aramızda metreler varken.


Kolundaki damar yolunu adeta söktü, serum direğini koridorun ortasında öylece bırakıp hızlı adımlarla yanıma vardı. Yüzündeki ifade öyle kararlıydı ki bir adım geri çekilip ona yol verirken buldum kendimi. Kapı kolunu sökercesine kavradı ve sertçe itti. O, "Ne yapıyorsun?" diye sorarken bir adım kadar gerisindeydim. Necip Amir kıpkırmızı haldeydi öfkeden. "Niye inletiyorsun hastaneyi?"


Görkem'in gözleriyle buluşmaya can atan gözlerim, istediğini alamadı. Necip Amir'e odaklanmış haldeydi fakat boş bakıyordu, ona söylenen her şeyi kabul ediyormuş gibiydi. Yan bir şekilde yatmasının sebebi sırt üstü yatmanın canını yakacak olmasıydı. Çenesindeki kızarıklığın üzerine her ne sürdülerse dikey çizgi ıslak ve yapışkan bir şeyle kaplıydı. Öylece oturmuş, sadece azar yemeyi bekliyordu.


"Karışma," dedi Necip Amir. "Siz benden habersiz neye kalkıştığınızı sanıyorsunuz?"


"Asıl sen ne yaptığını sanıyorsun?" dedi Kaya. Onu hiç karşısına almamış olsa gerek, yükselen sesiyle birlikte kaşlarını kaldırdı Necip Amir.


"İsmini vermiş!" Gözlerimi sıkıca yumdum, bunun başımıza ne kadar büyük belalar açabileceğini biliyordum ama bu konuşmayı olabildiğince ertelemeyi düşünüyordum. Görkem'inse gözünü açar açmaz ona söylediği ilk şey bu olmuştu.


"Biliyorum," dedi Kaya.


"Sen de verdin mi?"


"Hayır."


"İyi," dedi aynı öfkeyi korumaya devam ederek. "Lider sensin o zaman." Elini saçlarının arasından geçirdi. "Kaç kez uyardım lan seni ben?" diye sorduğunda yeniden Görkem'e dönmüştü yüzünü. "Nasıl böyle bir hata yapabilirsin? Nasıl sikip atabildin lan kimliğini? Ne geçiyordu aklından benden habersiz sürüklerken ekibini oraya? Planına sokayım senin, kendi ellerinle nasıl mahvetsem diye mi düşündün her şeyi?"


Kaya araya girecekken "Sus," dedi Görkem ona kafasını bile çevirmeden. "Dışarı çıkabilir misiniz? Sorun yok. Abimle konuşacağım."


"Sana yetki veren abini de sikeyim ben," dedi Necip Amir, harabeden farkı olmayan Görkem'in üzerine yürümeye devam ederken. "Sana bu kadar güvenen aklımı da sikeyim oğlum."


"İleri gidiyorsunuz," diyerek araya girdim. Kendimi ateşe atlamış gibi hissediyordum çünkü tüm oklar dönüp dolaşıp yine bana saplanacaktı, biliyordum. "Bu fevrilikle hiçbir şeyi halledemeyiz."


"Neyi halledebildiniz ki? Bir deponun köşesinde geberip gidecektiniz. Cesetlerinizi mi saymaya gelecektim ben? Görkem nasıl bana söylemez? Nasıl gelip anlatmaz bana? Yemin ederim çıldıracağım ya!"


"Alçalt sesini," diye emretti Kaya, amirine. "Hastanedeyiz."


"Liderinin sikik planı yüzünden buradayız. Ona yetmemiş olacak ki bir de adımı vereyim demiş düşmanının eline. Bir şeyi sana bin defa söylediysem başıma gelecekleri bildiğim içinmiş demek ki! Aptal. Hepsinin ölümüne sebep olacaktın. Ortaya çıkan kimliğin yüzünden risk altına girenleri henüz hesaba katmadım bile!"


Kaya'nın sabrı tükendiğinde "Yeter!" diyerek böldü bu konuşmayı. "Yeter, sen orada değildin. Dışarıdan asıp kesmek kolay. Yaşamadın, bilmiyorsun. Kes şu sesini artık."


"Sen yaşadın, biliyorsun ve kimseye söylememişsin ismini. Yanlış seçimleri bir o yapmıyormuş bak, ben de yapıyormuşum. Ona sizi emanet etmek saçmalıktan başka bir şey değilmiş!"


Görkem tek kelime etmek için bile aralamıyordu dudaklarını. Aksine gözleri doluyor, onun haklı olduğunu düşünüyor, kendisini sıkıyor ve canının daha çok yanmasına sebep oluyordu.


Kaya ileri atılıp Necip Amir'in gömleğinin yakasını kavradı. Bir an ona vuracak sandım. Derin bir nefes aldı, durdu. Necip Amir'in şaşkın bakışları arasında kavradığı o yakayı sertçe bıraktı. "Bana bir aile verdin," dedi. Göğsü hızlı hızlı şişip iniyordu. "Bana sahip olduğum her şeyi sen verdin." Bu cümleleri kendini sakinleştirmek için kuruyor gibiydi. "Sana ne kadar saygı duyduğumu biliyorsun."


Necip Amir yakasını silktikten sonra "Özür dilemesi gereken kişi şu an sen değilsin," diyerek omzuna dokundu onun. "Sizin hesabınızı sonra göreceğim."


"Özür mü?" Kaya dişlerini sıktıktan sonra gülüp başını iki yana salladı. "Sana ne kadar saygı duyduğumu biliyorsun ama Görkem'le böyle konuşmaya devam edersen sikerim o saygıyı, diye bitirecektim cümlemi."


Bunu Necip Amir de Görkem de beklemiyordu. Öyle ki ikisi dönüp birbirlerine baktılar. Görkem "Çizgiyi aşma," dedi her şeye rağmen Kaya'ya ve amirini korumaya çalıştı.


"Çizgi sensin," dedi Kaya, için için yanan gözleriyle. Ona baktı, yaşadıklarımız gözlerinin önünden geçti ve Necip Amir'e döndü yeniden. "Ağır mı konuşmak istiyorsun? Tamam o zaman." Bir adım atarak aralarındaki mesafeyi kısalttı. "Hepimizin ona duyduğu saygı, sana duyduğu saygıdan daha çok Amirim. Çünkü biz ölseydik bile birlikte ölecektik. Görkem boka da batmış olsak bizim yanımızdaydı, sen yoktun."


"Benden sakladığı için yoktum!"


"Düşün bakalım niye söyleyemedi sana!" Necip Amir, kaşlarını çattı bu suçlanma karşısında. "Her şeyi doğru yaptı demiyorum, yanlış bir yolda da olsa ben onun arkasından yürürüm çünkü o zamanında benim için aynısını yapmıştı ve sen bunu çok iyi biliyorsun. Bunu göze almıştın her şeyin ta en başında! Ona bu kadar laf ettikten sonra kendi yaptıklarına baksana. Ölümden dönmüş adama ağzına geleni söyleyerek mi olunuyor lider?"


Necip Amir, olayın boyutunu yeni idrak edebiliyor gibi gerilediğinde "Başımıza bir silah dayayıp tetiği onun çekmesini istediler," diyerek devam etti Kaya. Gözü dönmüş gibiydi, sakinleşemiyordu. "Bu herif, acıdan bayılmamaya çalışırken Asya'yla ben seçenek diye sunulduk önüne. Kafana giriyor mu söylediklerim? Hiçbir halttan haberin yok senin. Seni hiç kızgın demirle cayır cayır yaktılar mı lan?"


Çabuk parlayıp çabuk sönmelerine alışkın olduğum Necip Amir dakikalardır öfkesini öne atarak gömmeye çalıştığı korkusunu daha fazla bastıramadı. Başımıza gelenlerin sadece fragmanını duymak onu perişan etmişti. Her seferinde aynısı oluyordu. Yargısız infaz yapıyor, sonra pişmanlık duymaya başladığında çok geç oluyordu.


"Halimi acındırmana ihtiyacım yok," dedi Görkem. "Hak ettiğimden fazlasını söylemiyor Kaya, sen de bunu biliyorsun."


"Hak ettiğini düşündüğün şeyle ilgilenmiyorum. Ben seni ağlarken gördüm Görkem, başka hiçbir şeyle ilgilenmiyorum. Bağırıp durunca olanları geriye alabiliyor muyuz?" Yeniden Necip Amir'e çevirdi yüzünü. "Hata yaptığını söylüyorsun. Ne yapacaksın, kovacak mısın onu? Kovsana hadi, kaç kişi kalıyor bakalım geminde?"


"Tehdit mi ediyorsun beni?"


"Sana olacakları söylüyorum," dedi Kaya. "Bize bir aile olmayı öğrettin, biz de olduk. Şimdi de öylece gelip evimizi yıkmana izin vermeyeceğiz hiçbirimiz, işte ben tam olarak bundan bahsediyorum."


"Sizi tutanlar kaçtılar," dedi Necip Amir.


"Yakalarız," dedim.


"Görkem'le bağı olan herkes tehlikede," dedi.


"Koruruz," dedim aynı kararlı tavırla.


"Hepsi senin yüzünden oldu."


Yüzüme söylediği şey karşısında dilim kilitlendi. Bu kadarını gerçekten beklemiyordum. Bir an gözlerimin önü karardı. Hareket edebilseydim onun boğazına sarılırdım. İlk sebebi Görkem'i böyle bir durumdayken sorguya çekmesi, ikincisi ise tüm suçu bana yıkmaya çalışması olurdu.


Buz kesen ortamda bir telefonun çalmaya başlaması dikkat dağıttı. Eylül kendi telefonunu yanımızda iletişim kurabileceğimiz bir araç olmadığından bana bırakmıştı ve melodi Kaya'nın da Görkem'in de konuşmasını engelledi. Biliyordum, ağızlarını açmaya fırsat bulsalardı Necip Amir'e karşı beni savunurlardı.


Gözlerim hâlâ onun üzerindeyken Kovboyum diye kayıtlı olan isimden gelen çağrıyı cevaplandırıp kulağıma götürdüm.


"Efendim Arda?"


"Görkem uyanık mı Asya?"


"Evet," dedim soğuk çıkmasına engel olamadığım bir sesle. Bakışlarım Necip Amir'den bir saniye bile ayrılmıyordu. Kendini rahatsız hissetmeye başlamıştı kurduğu cümle yüzünden.


"Acilen beni hoparlöre alabilir misin?" Ekrandaki tuşa bastım. "Görkem, duyuyor musun?"


"Söyle." Yattığı yerden dirseklerini yatağa bastırarak doğruldu. Yaşanan kavgayı silip atarken odağını tamamen ona verdi. "Dinliyorum."

"Can'ın bir planı var," diyerek söze girdi Arda hızlıca. "Onun tutulduğu yer sizinkinden farklı, tepenin üstünde bir kulübeymiş. Biz de hâlâ olay yerindeyiz."

"Ve?"

"Can, Vega'nın bomba olayından haberdar olmadığını düşünüyor. Tuzağı kuran da uygulayan da Hermes olabilir mi?"

"Muhtemel."

"O zaman şansımızı deneyelim," dedi Can. O da bizi duyabiliyordu. "Beni tuttukları kulübeyi de yakalım aynı sizinki gibi."

"Nereye varacaksın?" diye sordu Kaya.

Yeniden Arda konuşmaya başladı. "Vega, Hermes'in Can'a zarar vermesinden korkuyor ve biz bunu biliyoruz. Delilleri lehimize çevirirsek aralarını bozabiliriz bu sayede."

"Devam et," dedi Görkem.

"Can'ın tutulduğu kulübeyi patlatıp ateşe verebilirim Görkem. Olay yerindeki bomba düzeneğini gördüm. Üstesinden gelebileceğim bir şey. Aynı kurguyla burayı yakıp Hermes yapmış gibi gösterebiliriz. Vega, ikizinin B planı olarak Can'ı öldürme girişimini hazırladığını yutarsa Hermes'e cephe alacaktır."

"Benden ne istiyorsunuz?" diye sordu Görkem. Bu plan onu heyecanlandırmıştı. Mantıklıydı, ekstraydı, beklemedikleri bir darbeydi. Oyunu lehimize çevirmek için muhtemelen tek şansımızdı.

"Onay vermeni," dedi Arda. Necip Amir'in yüz ifadesine baktım bir kez daha. Az önce azarlayıp durduğu o adamın onayını almak istiyordu Analizciler durum ne olursa olsun.

"Bana hâlâ güveniyor musun ki?" diye sordu Görkem'in kırgın tarafı kontrolü eline alarak. Aynı zamanda her şeyi batırdığını düşündüğü için mahvolmuş haldeydi ve sesi yitik çıkmıştı.

Arda'nın sesi oldukça net çıktı. "Herkesten çok." Araları bozuktu, uzun süredir konuşmamışlardı, hiçbirinin önemi yoktu. Böyle bir anda Görkem'e görebileceği en sağlam desteklerden birini sunuyordu.

Konuşmayı Necip Amir de şahit olsun diye bilerek bu noktaya getiren Görkem, "Haklıydın," dedi. "Seni dinlemedim ve başarısız olduk. Buna rağmen benden onay mı bekliyorsun?"

"Sen benim liderimsin," dedi Arda. "Mantıklı olduğunu düşündüğüm bir planı seninle paylaşıyorum, sen de katılıyorsan uygulamaya geçeceğim. Biri bana gemiyi su alsa bile terk etmemeyi öğretti Görkem, ben de etmedim. Sadece güvertede sigara yakmıştım, şimdi kaptan köşküne geri döndüm. Elimden ne geliyorsa yapacağım ve bunu yapabilirim. Emret, yapayım."

"Abartma." Görkem'in dudaklarını küçük bir gülümseme çekiştirdi. Arda'yı geri kazanmış olmak onun tek zaferiydi. "Patlat," dedi sadece.

"Emir alınmıştır."

Necip Amir, ekipte son sözü kimin söylediği gerçeğiyle yüzleşti bu konuşma sayesinde.

"Kapatma," dedim Arda'ya. İpleri elime alma sırası bendeydi. "Necip Amir yeni liderimizin Kaya olması gerektiğini söyledi az önce. Kaya kabul etmedi ama demokratik olması açısından ben size de sormamızın uygun olacağını düşünüyorum. Sen mi liderimiz olsan acaba Arda?"

"Ne?"

"Ne?" dedim Necip Amir'in gözlerinin içine bakarak gülümseyerek. "Yoksa Can mı olsun?" Yapmaya çalıştığım şeyi anlamıştı. Onu Analizcilerin önüne atıyordum. Bu haldeyken Görkem'e azar çektiğinden haberdar etmiştim herkesi. Bir öfke çemberinin ortasında kalmasını sağlamıştım ve bu çember oğullarından oluşuyordu. "Üzgünüm," diye devam ettim. "Ben aday değilim çünkü başımıza gelen her şey benim yüzümden yaşanmış."

"Ne?" diyen bu kez Can'dı. "Neler oluyor orada?"

"Asya özet geçti ya." Kaya iki adımın ardından yanıma geldiğinde omzunu omzuma yasladı. "Hadi, oylama yapıyoruz."

"Dalga mı geçiyorsunuz?" dedi Arda sinirlenerek. "Bomba patladı bugün bizim burnumuzun dibinde. Benim kulağım çınlıyor hâlâ. Siz orada ne saçmalıyorsunuz?"

"Biz değil, ben saçmalıyorum," diyerek düzeltti Necip Amir.

"Evet abi," dedi Can. "Azarlayacak mısın? Kaçmayacağız. Sadece bir tavsiyede bulunacağım sana. Neyi ne zaman yapman gerektiğini Görkem'e sor. Bizim zaten bir liderimiz var ve belli ki senin de ondan öğreneceğin çok şey var."

⛴️


O günün kalanında Görkem'le yalnız kalma fırsatım olmadı. Kaya ve ben refakatçi olarak kalma konusunda birbirimizle inatlaşıp durduk fakat Egemen Duman çıkıp geldiğinde ikimizin de gitmekten başka çaresi kalmadı.


Bige ablaya Görkem defalarca kez kimsenin duymasını istemediğini açıklasa da Egemen abiye haberin ulaşmasının önüne geçememişti. Ayrı olmaları önemli değildi, Bige abla haklı olarak kardeşinin hastanede olduğunu saklayamazdı ondan.


Arif Ahmet Duman'a şimdilik hiçbir şey söylemeyeceği konusunda yemin etti Egemen abi, aslında bunu kabul etmeyecekti ama Görkem o kadar berbat bir haldeydi ki meseleyi uzatmak istememişti. Konuyu kapattı, ne olduğunu bize de sormadı. Oradan ayrılacağımız anı bekliyordu sanki kardeşiyle konuşabilmek için. Bunun farkına vardığımızda Kaya ve benim aramda sözsüz bir konuşma geçti, Görkem'e kapıdan el sallayıp ayrıldık hastaneden.

Ertesi gün eve döndü. Elimizden gelen tek şey ona yatağına kadar eşlik etmekti. Konuşmak istemiyordu, yanında olmamızı da kabul etmiyordu ve sinirleri çok yıprandığından ona istediği alanı vermemizi rica etti Can. Kendine gelmesinin zaman alacağını açıkladı bize, üzerine gitmememizi söyledi.

Yirmi dört saat dayanabildim. Tek başına kalmasının bir saçmalık olduğunu düşündüm, yanında olmalıydım çünkü o bana böyle yapmıştı. Bir daha Güneş'in doğmayacağını düşündüğüm o gecede yanımda uyumuştu.

Her şeyi göze alıp kapısını çalmadan içeri girdiğimde onu yatağın üzerinde, ayaklarını ileriye uzatmış halde otururken buldum. Ensesi yatak başlığına yaslıydı, sırtı hiçbir yere değmiyordu. Döndüğünden beri hiçbirimizle neredeyse tek kelime bile konuşmamıştı. Her geçen saniye içine kapanıyor, dünyadan soyutlanıyor ve o anın içine geri dönüyor, tekrar tekrar yanık teninin kokusunu içine çekmek zorunda kalıyordu sanki.

İçim paramparçaydı. Kalbim ağrıyordu. Damarlarıma pompalanan kan ateştendi. Yerimde duramıyordum. Düşünmeden yapamıyordum. Kulaklarımdan silinmiyordu çığlıkları. Onu öyle görmüştüm. Onu hiçbir şey yapamazken, elleri bağlı halde görmüştüm. Çektiği acıyı saklamak için dudaklarını parçalamış, buna rağmen bağırmasına engel olamamıştı.

Tenine o demir parçasının değdirildiği ilk saniye sıktığı çenesi hâlâ gevşememişti. Varlığımı fark ettiğinde gözlerini bana çevirdi. Boğazlı bir kazak giyiyordu, boynundaki izi saklamak içindi sanki. Mahvolmuş halinin yanında utanır gibi de bir görüntüsü vardı. Durdurmak için tek bir hamle bile yapamayışı, olanları sadece izleyebilişi, kendini değil de bizi kurtaramayışı yüzünden utanıyordu her şeyden.

Bu gece rolleri değişmiştik. Ne yapacağını bilemeyip "Gelebilir miyim?" diye soran bendim şimdi. Onu yatarken bulmayı hayal etmiştim, böyle oturmuş duvara bakarken yakalamam her şeyi daha da kötüleştirmişti.

Hiçbir sorumu cevapsız bırakmayan Görkem Duman ağzını açmaya bile yeltenmedi o an. Başını sallamadı, onay vermedi ama reddetmedi de. Öyle boş baktı ki gerçek değilmişim gibi hissettim. Sanki saydamdım, bakışları bendeydi ama gördüğü arkamdaki duvardı.

"Çok mu acıyor?" Sesim titredi, sesim kayboldu, sesim bir çatışmanın ortasında can verip kaybetti hayatını. Bir ruhun bu denli acı çekebilmesi adil değildi. Dudaklarımı birbirine bastırdım ağlamamaya çalışırken. "Çok acıdığından mı yatamıyorsun?"

"Yanıyor." Tek kelimeydi. Güçlü biriydi, önüne çıkanı yere devirebilir, benim yaparken nefes nefese kalabileceğim işlerin soluklarının düzenini bozmadan üstesinden gelebilirdi fakat o derece bir ısıya kimse tepkisiz kalamazdı. Yalan söylemeye hali yoktu. Yanmıştı. Cayır cayır, gözlerimin önünde kızgın bir demirle yakılmıştı. "Canım yanıyor."

Bu bir itiraf gibi hisli değildi. Acı çekmekten bile yoksundu. Hissizlik boy gösteriyordu. Canının yandığını dile getirirken ölü birinin dudakları kıpırdamıştı. Bir cesetle konuşuyordum.

"Üzerindekini çıkartalım mı?" Alevlerin ortasındaydım. Yanan oydu, hissetmiyordu, acıyı ben çekiyordum. Görkem'in çekemediği tüm acı kaburgalarımın arasına sızmıştı. Göğsümün orta yerindeki kara bulutlar acı çiseliyordu kemiklerime. Yağmur damlaları bile yakıcıydı. "Kumaş tenine değdikçe daha çok acır."

"İstemiyorum." İstemediği boğazlı kazak giyişinden belliydi. "Yağmur, görmeni istemiyorum."

Ben her şeyi görmüştüm. Saniye saniye hatırlıyordum. Önüme beyaz bir kağıt verseler o adi işkenceye maruz kalan Görkem'in yüzünün aldığı şekilleri, gerilen her bir kasını resmedebilirdim. Alnından akan her ter damlası, gözünden süzülen her damla yaş, hepsi ezberimdeydi.

"Sorun değil," dedim hızlıca. Ne hissettiğini biliyordum. Bir yara izini gizlemek için kırk takla atıyordum. Onun onlarca yara izi vardı şimdi. Hangi birini gizleyebilecekti? "Yaralarına dokunmam gerekiyor."

Eskiden olsa bir kez bile üsteleyeceğim bir konu değildi fakat en büyük gerçek, hiçbir şeyin artık eskisi gibi olamayacağıydı. "Benimkini gördün," dediğimde sesim bir fısıltıdan farksızdı. "Benim yara izimi öptün sen. Dokunamadığıma dudaklarını değdirdin, tenimde taşıdığımı kendine ait kıldın. Çekinme benden. Yaralarına dokunmalıyım Görkem. Üzerlerine üflemeliyim, merhem sürmeliyim. Geçeceğini söylemeliyim sana. Her şeyin düzeleceğine inandırmak zorundayım seni."

"Kaybettim," dedi. "Elimde bir zar vardı, her yüzeyinde biriniz. Zarı atmamı istediklerinde oyun oynayacağız sandım, uydum kurallara. Hepinizi gördüler. Ben bir zar attım, hepiniz zararlı çıktınız. Bizi mahvettim."

"Biz bir zar attık," diyerek düzelttim onu. Gözlerimin içine baksın diye bekliyordum ama bunu yapmıyordu. Daha fazla yaklaştım yanına. "Lütfen," dedim yalvarır gibi. "Konuşalım mı biraz?"

"Neyi konuşacağız?" diye sordu soğuk bir sesle. "Kaya o an ellerini çözemeseydi ölecek olmanı mı konuşacağız Yağmur?"

Birkan, ağızdan çıkandı. Vazgeçilecek olan Mila'ydı. Bunu zaten bildiğimden hiçbir ifade belirmedi yüzümde. Bu şaşırttı Görkem'i. "Seçim yapmadın," dedim keskin bir duruşla. "Biliyorum, yapmazdın zaten."

"Yapmadım ama siz bir çıkış yolu bulamasaydınız beni buna mecbur edecekti."

"Ama bulduk."

"Seni-" Bir an nefesi kesildi Görkem'in. Gözlerini kapatıp açtığında o sahnenin içindeydi, bana oradan bakıyordu. "Seni öldürecektim. Ben... Ben yapacaktım. Ben seni öldürmelerine sebep olacaktım."

Kendinde değildi, sayıklıyor gibiydi. Araya girip omzuna koydum elimi. "Geçti," diyebildim zar zor. "Ben yaşıyorum. Biz kurtulduk."

"Bu yürümeyecek Asya."

Adımı söylemesi kaşlarımı çatmama yetti. Ne dediğine anlam veremedim ya da vermek istemedim. Onu susturmak, anlamazdan gelmek istedim ve bu istek gözlerime de yansımış olacak ki Görkem bakışlarım karşısında sertçe yutkundu.

"Yürümez," dedi ve sesinde acı çeker bir tını vardı. "Biz böyle devam edemeyiz."

"Anlamıyorum." Gözlerim yüzünün her santiminde dolaştı. Söylediklerini söylemek zorunda olduğuna dair bir işaret aradım yüzünde ama yoktu. "Şu an, şu durumdayken sen neyden bahsediyorsun?"

"Haklılardı."

"Ne diyorsun?" derken sesimi kontrol edemedim. "Ne yapmaya çalışıyorsun yine? Her yanında olmak istediğimde bana sırtını mı döneceksin?"

"Artık sana sırtımı dönemem." Sesi kırıklarla, sırtı yanıklarla doluydu. "Bu şekilde devam etmesi bizim başımıza beladan başka bir şey getirmeyecek."

"Üzeri kapalı kapalı konuşma benimle!" diye bağırdım yüzüne. "Açık ol, doğrudan. Ne geçiriyorsan aklından duyayım."

"Sen yanma diye ben kendimden vazgeçtim." Duraksadı. Pişmanlık aradım gözlerinde. Suçlama vardı ama pişmanlık kırıntısı yoktu. "Benim sana canım feda, bu öyle bir şey değil. Canımdan vazgeçebilirim ama Analizcilerin lideri olarak benim kimliğim, benim adım her şeyden önemliydi." Yeniden durdu. Bu defa daha uzun sürdü cümlelerini toparlaması. "Senden, diğerlerinden... Daha önemliydi. Ben bunu yapmamalıydım. Yapmazdım. Nasıl oldu bilmiyorum. O an sadece-"

"Seni konuşturan ben değildim," dedim hatırlatmak isteyerek. "Ben başıma gelecek her şeye razıydım. İsmini vermeni ben istemedim ki Görkem!"

"Ama verdim," dedi. "Necip abinin söylediğini hatırla. Hata yapmamı bekliyordu. Benim her hatamın sebebi bir şekilde sana bağlanıyor."

"Dur." Nefesim kesilmişti. "Dur, düzgün düşünemiyorsun." Kolay değildi, anlamaya zorluyordum kendimi. "Daha fazla konuşursan geri dönüşü olmayan yollara gireceksin. Erteleyelim bunu. Sakinleş. Aynı şekilde düşünüyorsan dediğin gibi yaparız, tamam mı? Bir kendine gel önce."

"Sana bir şey sormak zorundayım."

"Sor."

"O," dediğinde gözlerine uğrayan ifade yüzünden bahsettiği kişinin Hermes olduğunu anladım. "Sen odadan götürüldükten sonra yanına geldiğinde ne oldu?" Gözlerimi kırpıştırarak ona baktım. Başıma ne geldiğiyle değil de başka bir şeyle ilgileniyor gibiydi. "İşkencelerin sonu sen onunla konuştuktan sonra geldi Yağmur."

"Ona bilgi sızdırdığımı mı düşünüyorsun?" Bu ihtimalin aklının ucundan geçmesi bile beni dehşete düşürdü. "Neyim ben Görkem? Hain miyim? Neyle suçluyorsun sen beni?"

"Yerimde olsan..." Gözlerinin dolduğunu fark ettim. "Benim yerimde sen olsan..." Hayaline bile katlanamamış gibi gözlerini yumup yutkundu. "Dursun diye onun eline bir şey verirdim." Nefes alamadı. "Sana daha fazla dokunmasın diye ona bir koz verirdim. Belki doğru olmazdı, belki yalanlarla süslerdim gerçeklerimizin bazılarını ama ona mutlaka bizim hakkımızda bir bilgi verip durursa daha fazlasını alacağını söylerdim."

"Sen şu an çok fazla saçmalıyorsun," dedim kendimi durduramadan. "Birincisi, bu söylediklerini ölsem bile yapmazdın ve ikincisi, nasıl benim böyle bir şey yapacağımı düşünebilirsin? Necip Amir mi söyletiyor sana bunları? Hiç mi tanımıyorsun beni?"

"Birini kaybetmemek için her şeyi yapabileceğini bilecek kadar iyi tanıyorum seni."

"Kes sesini!" Sesim salona kadar ulaşmış olmalıydı. "Bana iftira atıyorsun."

"Bak, biz boka battık." Sesini yumuşatıp bana yaklaşmaya çalıştığında kendimi geri çektim. "Ve ben sana yemin ederim yapardım söylediklerimi. Eğer böyle bir şey yaptıysan bunu bilmem gerekiyor."

"Kör oldun sen." Krize girmiş gibi ellerim titredi. "Sana hissettirdiklerim ya da hissettirdiklerimi sandıklarım seni kör etti. Böyle bir şeyi bana nasıl sorabilirsin?"

"Ben sana ajansın demiyorum Asya." Sesindeki sabır giderek azalıyordu. "Ben sana ihtimal dahilindeki bir senaryoda payın olup olmadığını soruyorum."

"Buna kafanda inandın ve bu yüzden artık yürütemeyeceğimizi düşünüyorsun. Çünkü gözlerime eskisi gibi bakamazsın. Sırlarınızdan birini onunla paylaştığımı düşüneceksin hep." Elimi sinirle saçlarıma geçirdim. "Görkem, sen hiçbir şeyi hak etmiyormuşsun ya. Kör olan sen değilmişsin, benmişim."

"Yağmur," dedi bu kez. "Demek ki sen, benim sana yenildiğim kadar yenilmemişsin hiç bana. Beni anlamıyorsun, ben adımı verdim senin gözlerinin önünde. Sadece bu yüzden sormak istedim. Sormak zorundaydım. Orada olan her şeyi bilmek zorundayım ben."

"Ben yapmadım!" dedim aynı öfkeyle. "Ben sen karşımda bağırarak acı çekmene rağmen o çenemi kapalı tuttum çünkü bir polis böyle yapar. Çünkü senin aksine ben neyi nasıl yapacağımı biliyorum. Ben sana hata yaptırıyormuşum ya, böyle diyorsun bir de! Sebebini sen de onlar gibi bana bağlıyorsun her şeyin. Otur da bir kendini sorgula. Belki sorun seninle ilgilidir. Belki sen gerçekten olduğun yerin hakkını veremiyorsundur."

"İleri gitme," dedi. "Canım yanıyor. Ben yine oturup seninle konuşuyorum, bir hata varsa ortada bunu bilmek istiyorum çünkü düzeltmeye çalışacağım. Sadece bana böyle bir durum varsa söyleyebil istemiştim, sana hain damgası yapıştırma niyetinde değilim."

"Yürümeyecek diye girdin cümleye." Sinirden delirmiş haldeydim. "Olmayacak bizden dedin. Şu an konuyu çevirmeye çalışıyorsun. Diğerlerine bu soruyu sordun mu? Sormazsın! İlk geldiğin adres benim çünkü ben aranıza son katılanım, ben en güvenilmeyecek kişiyim. Sizi en çabuk ben satarım, öyle mi?"

"Böyle söyleme-"

"Seni dinlemek istemiyorum." Yaralarını sarmak için yanına geldiğim adam, kapanması zor yaralar açmıştı kalbimin ortasına. "İçin rahat olsun. O odadan beni götürdüklerinde Hermes gelmedi yanıma, Nedim geldi. Bana dokun-" Göğsüm sıkıştığı için devam edemeyip durdum, sertçe yutkundum ona hayal kırıklığıyla bakarken. "Bana dokunmakla tehdit etti beni. Hermes'i senin yanına geri gelene kadar hiç görmedim bile. Amirine ne çok benziyorsun, o da böyle anlamadan dinlemeden esip gürlüyor sonra pişman oluyor ağzından çıkanlar yüzünden. Sandığım kadar farklı değilsiniz ikiniz."

"Asya," dedi içine derin bir nefes çekmeye çalışarak. "İki sınırı birbirinden ayırman gerekiyor. Sana o soruyu aşık olduğun adam olarak değil, sizden sorumlu olduğum için sordum. Bilmek zorundaydım, beni anlamıyor musun?"

"Her hatanın sebebi bana bağlanıyor," dedim alaycı bir ses çıkarken dudaklarımdan. "Günah keçisi benim, anladım işte. Diğerleri gibi düşünüyorsun. Haklı buluyorsun onları. Sana bu yaşanırsa giderim demiştim, hatırlıyor musun? Burada yerim olmadığını düşünürüm demiştim. Söz vermedin mi bana? Verdiğin bir sözü de tut artık ya!"

Yüzüne bir tokat çarpmışım gibi irkildi. Uzanıp bileğimi kavradı. Kelepçelerin kestiği o bileklere akıl sağlığı yerinde olsaydı parmak uçlarıyla bile dokunmazdı. Kendini kaybetmiş haldeydi, farkındaydım, yardımcı olmak istemiştim ve şimdi beni de kaybetmişti. "Gitme," dedi acınası halde. "Gitme, bunu kastetmedim. Burası senin evin. Benimle tartışıyorsun diye bizi terk edemezsin."

"Öyle mi dersin?"

"Ben sensiz bırakılmakla tehdit edildim, sen de mi bana aynısını yapacaksın?"

"Tehdit mi?" Bileğimi ondan kurtarıp gözümden akan yaşı sertçe sildim. "Ben senin yanında çok bile kalmışım Görkem."

"Bu ne demek şimdi?" Ne demek olduğunu biliyordu, sadece duymak istemiyordu. Gitmemem için ayaklarıma kapanmaya hazır gibi bakıyordu.

"Aşık mısın bana?" Sorduğum soru, gözlerindeki ifadeyi bile dondurdu. "Oradan sağ salim kurtulursak söyleyeceğim bir şey var demiştin. Söyle. Duymak istiyorum. Bana aşık mısın?"

Dudakları aralandı ama tam da tahmin ettiğim gibi bir cevap veremedi.

"Gerçekten mi?" En büyük hayal kırıklığım, onun yanında harcadığım zamanlara dönüşmek üzereydi. "Gerçekten susacak mısın? Bu kadar şeyden sonra da mı hak etmiyorum bir itirafı?" Bu kez araya girmeyi deneyecekti ama elimi kaldırıp susturdum onu. "Birini kaybetme korkusunu yaşarsan elindeki her şeye çok daha sıkı sarılmaya başlarsın. Ben yaşadım, biliyorum bunu. Bu yüzden pişmanlıklarım olmasın istiyorum yanımdaki insanlara dair ve öleceğimi düşündüğümde tek pişmanlığım o şarkının devamını getirmene izin vermemiş olmamdı. İkinci bir şansım olacak sandım kurtulduğumuzda, seninle hiçbir şansım yokmuş meğer."

"Bunu konuşmak için uygun bir zaman değil," dedi. "Konumuz bu değil. Neyin ne olduğunu zaten biliyorsun. Beni gitmekle tehdit ettiğin bir anda seni kendime zorla bağlamak için bir itirafta bulunamam sana."

"Sen bana zorla hiçbir şey yaptırmadın." Konuşan ben değildim, kalbimin kırıklarıydı. "Sen bana yüz bile vermedin her şeyin başında. Uzak durmamız gerektiğini söylediğinde durmayan da bendim, uyarılarını dikkate almayan da bendim ama sanmıştım ki... Bir gün mantığını yenebilirim sanmıştım."

"Bunu yapma." Bir bataklığa çekilirken ona tekme savurduğumu sanıyordu. Halbuki onu kurtarmak için çamura dalmaktı benim tek derdim, uzattığım dalı kırarak aramızdaki köprüleri yakmıştı karşılığında. "Biliyorsun. Yağmur, biliyorsun. Sikip atma yaşadığımız onca şeyi. Benim boynum bir tek senin için eğildi, böyle bir günde karşıma geçip o soruyu soramazsın bana."

"Niye korkutuyor aşk seni bu kadar? Cümle içinde bile kullanamıyorsun."

"Neyi değiştirecek duyman?" Bakışları sertleşti. "Neyi değiştirecek Yağmur? Aşık olduğun adamın senden vazgeçecek oluşunu unutturabilecek mi? Senin içindeki ölmeyi isteyen tarafı kazımak için kırk takla attım ben, benim yüzümden canından oluyordun sen. Ben bununla nasıl yaşarım diye düşünürken senin derdin hislerimi dinlemek mi? İyi, bok gibi hissediyorum. Yapabileceğim en büyük hatayı yapıp bütün ailemi riske attım. Pişmanlık duymalıyım ama duymuyorum. Yine olsa yine yaparım amına koyayım. Senin için, sen yanma diye yine yaparım. Yapmamalıyım. Sikik aklım susmuyor. Sınırı anlamıyorsun, sınır yok çünkü. Konu sensen hiçbir zaman sınırım olmayacak benim. Bu senin için göze alacaklarımın yanında hiçbir şey değil. Olmamalı. Böyle olmamalı. Bu şekilde yürümez. Bu delilik."

"Gördüğümüz her yokuşta benden vazgeçiyorsun." Bir değildi, iki değildi, eğer burada bitirmezsek sonuncu da olmayacaktı. Anlamalıydım, yanında durmaya devam ettiğim sürece sadece tahtını sallandırdığımı düşünecekti. "Biliyor musun? Çok yanılıyorsun. Benim için göze alabileceğin hiçbir şey yok senin. Bahsettiğin gemide denize atılacak ilk şey benim, Görkem. Beni tersine inandırmaya çalışsan da gerçek bu. Bak, yine aynısı oldu. Seni iyileştirmeye diye geldim, benden ayrılmaya karar verdiğini öğrendim. Aptal mıyım ben? Enayi miyim? Niye yorayım ki kendimi daha fazla senin için?"

"Bana ne zaman baksan senden vazgeçecek oluşum gelecek aklına," dedi çaresizce. Aynı şeyleri yineleyip duruyordu. Çektiği vicdan azabını çok derinden hissediyordum ama bunu beni suçlamadan önce düşünmeliydi. "Yüzüme bakmasan hakkın, özür dilemekten başka ne yapabileceğimi inan ki bilmiyorum ama gitme, Yağmur. Düzeltmeye çalışmama izin ver. Her şeyi yoluna koymaya çalışayım ve eğer hâlâ istiyor olursan bu konuyu sonra tekrar konuşalım."

"Hem yanında olayım istiyorsun hem de ilişkimizi sonlandırmaya çalışıyorsun. Aylar oldu Görkem, hâlâ ne istediğini bilmiyorsun. Bu olay Kaya'yı seçmenle ilgili değil ki. Ben sizin için ölmeyi göze almıştım, kabulümdü. Sen benden orada vazgeçmedin, az önce yaptın bunu. Benim için verdiğini sandığım savaşları bana karşı verdiğini anladım. Ne kadar uğraşsam da senin gözünde bir hatadan başka bir şey olamayacağım ama safım ya, o hatayı düzeltmene de yardım edeceğim. Ben gidiyorum, sen kalıyorsun, biz bitiyoruz. Bu kez de ben vazgeçiyorum ikimizden."

•⚓•

Bu bölüm beni çok yordu.

Olaylar çok fazla soğumadan hemen okuyun istedim ama tansiyon oldukça yüksekti her satırda. Sinirler gerildi, bazı seçimler yapıldı ve sonuçlarıyla yüzleşildi. Yaşandı çünkü yaşanması gerekiyordu.

Görkem tamamen mahvolmuş bir durumda ve Asya devamlı aynı şeyler yaşandığı için bıktı. Yanlış ifade edilen cümleler ve ağızdan yanlışlıkla kaçırılan laflar yüzünden bu hale geldiler, biraz da söylenmeyenlerin payı var tabi. Hangi tarafı haklı buluyorsunuz?

Bu arada EYLÜL ARDA'YI ÖPTÜ teşekkürler ve iyi günler.

Bölümün tek güzel yanını kullanarak sizden bir gülümseme koparabilir miyim ki? :)

13 Şubat'ta üçüncü yaşımızı kutlayacağız. Bölümü yetiştirmeye çalışacağım ama söz veremiyorum. Sadece şunu bilin, Kaya'nın da anlatacakları var. Yeniden teşekkürler ve bir kez daha iyi günler.

🔵🤝🔵

Yorumlar

  1. Yağmura aşırı yükseldim. Ama haklı yani. Bu kız daha ne yapsın Görkem.

    YanıtlaSil
  2. erkekler ve anlama anlatma problemleri
    erkekler ve empati problemleri
    erkekler ve iletisim problemleri
    erkekler ve dusunme yapisindaki BUYUK problem
    eh gorkem de olsan Y kromozomu girince ise buseyler bozuluyo demek ki
    tesekkurler ve iyi gunler
    _rnkeem

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Popüler Yayınlar

40. "Eşik"

39. "Senden Daha Güzel"

57. "Şarampol"