38. "Kırmızı Çizgi"
Bölüm Şarkıları:
Sum 41, War
Ozbi & Selin, Nereye Kadar
Dolu Kadehi Ters Tut, Madem
Mabel Matiz, Aşk Yok Olmaktır
Mavi Gri, İlaç Ol Yaralarıma
🫁
Kan bağı gerekmeden de
Olunurmuş aile.
•⚓•
"İyi oldu geldiğin, konuşacaklarımız vardı seninle."
"Batırdıklarınızı temizliyordum," dedi Necip Amir tekli koltukta her zaman benim oturduğum yere otururken.
Yorgun ve uykusuz görünüyordu. Görkem'le sorunlarını çözmelerini herkesten çok ben istiyordum ama buraya gelerek doğru bir şey yaptığını sanmıyordum. İkisi özel bir konuşma yapmalıydı fikrimce, bizim burada olmamamız gerekiyordu ama onlar öyle düşünmüyorlardı. Gitmek istediğimizde durmamızı ikisi aynı anda söylemişti.
"Bak," dedi Görkem gergin sesiyle. "Ben bir hata yaptım ama-"
"Sana söylemiştim." Ona inanamıyordum. Buraya sorunları çözmek yerine yenilerini oluşturmaya gelmişti. "Beni dinleseydin eğer-"
"Ne derdin var lan senin Asya'yla?" Görkem kendisine yapılanı yapıp sert bir sesle onun sözünü böldüğünde Necip Amir afalladı. Alışkın değildi karşısındaki adamın onunla yüksek sesle konuşmasına. Görkem'se tüm yüzleşmelere artık hazırdı. "İnan bana, ben senden çok daha fazla suçluyorum kendimi ama sen olaya yanlış pencereden bakıyorsun. O an yakılacak olan kişi Asya değil de başka biri olsaydı ben yine aynı şeyi yapardım. Kaya, Can, Arda, Eylül, sen... Fark etmezdi, anlıyor musun? Hata olduğunu biliyorum, herkesi ipin ucuna koyduğumu da biliyorum ama ben bin kez aynı duruma düşsem bininde de aynı şeyi yapardım. Beni böyle biri olduğum için seviyordun zaten bu kadar, ailem için göze alamayacağım şey olmadığından bu kadar kıymetli geliyordum sana. Ne değişti? Yağmur'un ailemden olması mı batıyor?"
"Düzgün konuş benimle."
"Seninle konuşuyor olduğuma dua et sen bence." Görkem kendini hiç frenleme çabasına girmiyordu. "Sana gelmeye yüz bulamıyordum ben nasıl özür dileyeceğimi bilmediğim için ama haklıyken haksız konuma düşürdün kendini tavırlarınla. Hiç dönüp aynaya bakıyor musun? Beni cayır cayır yaktılar, sen bana iyi misin diye bile sormadın lan! Bu kadar yılın hiç mi hatırı yoktu? Senin gözünde sadece işini gören birinden mi ibaretim ben?"
"Görkem..."
"Benden özür dileyeceksin." Analizciler olarak donup kalırken Necip Amir de kaşlarını havaya kaldırarak ona ciddi olup olmadığını sordu adeta. "Ben sırtımı bir dağa yasladığımı sanıyordum abi. En ihtiyacım olduğu anda gölgen bile düşmedi üzerime. Bu insanlar olmasaydı benim yanımda, onlar da senin gibi düşünselerdi halimi hayal edebiliyor musun? Nasıl durmazsın benim arkamda? Nasıl söyleyebilirsin bana onları ya?"
"Haklı olduğumu biliyorsun," dedi Necip Amir. Görkem'in öfkesinin kırgınlığından kaynaklandığını gördüğünde sesini yumuşatmıştı. "Zamanlamam yanlıştı. Bir özür bana koyacak mı sanıyorsun? Özür dilerim Görkem. Ama kendine gelmen gerekiyordu. Seni birinin sarsmasına ihtiyacın vardı. Şimdi karşıma geçip diklenebiliyorsan, gücünü bu kadar hızlı topladıysan bana teşekkür etmelisin."
"Sen hiçbir şeyi daha iyi hale getirmedin. Sen benim yüzüme kapıyı çarptın, ne halin varsa gör dedin bana. Ben ayağa kalktıysam tek başıma kalktım. Sen benim elimden tutmadın."
"Beni hayal kırıklığına uğratmıştın," dedi Necip Amir. Bakışları kırgındı ama sesi hâlâ yumuşaktı. Analizcilerin lideriyle değil, oğluyla konuşuyordu. "Aklının başına gelmesi gerekiyordu. Duygularını mantığının önüne koymazdın sen. Koymamalıydın. Benden şu an nefret ettiğinizi biliyorum ama içten içe hak veriyorsunuz bunu da biliyorum. Ben senin yapamadığını yapmaya çalışıyorum. Bir daha böyle bir hata yapma lüksünün olmadığını kabul etmek zorundasın. Yeri geldiğinde bütün hislerini bir kenara bırakacağını bilmeliyim, ancak böyle güvenebilirim çünkü sana. Çünkü ailemin canını oğluma emanet ettim ben zamanında, gözümü bile kırpmadan."
"Sen devlete hizmet edecek bir polis yetiştirmek mi istedin yoksa kendine hizmet edecek bir asker miydi tek derdin, bunu bile bilmiyorsun daha." Görkem, sinirini bir türlü atamıyordu üzerinden. "Bir kez boşa çıkardım mı ben güvenini senin? Anlamıyor musun abi? Asya'nın eli kolu bağlıydı, ben hareket bile edemiyordum. Sen o an orada bizim neler yaşayacağımızı hayal edebiliyor musun? Hermes gibi bir adamın karşısında ölmek belki kurtuluş olurdu. Ona dokunmaya kalksa..."
Bu boyutu ilk kez dile getiriyordu Görkem. Benimle bile konuşmamıştı şimdiye dek. Oradayken Hermes'e karşılık vermenin bir yolunu bulmuştum ama bulamayacağım bir an da yaşanabilirdi ve gerçekten bu benim için ölümden beter olurdu.
"İlgisini üzerime çekmeliydim," dedi zorlukla içine çektiği bir nefesin ardından. En savunmasız anında, ağzından çıkan isminin arkasında bile aslında planlı bir hamle vardı. Üstelik belki o an o bile farkında değildi bu planının. "Onu uzaklaştırmanın bir yolunu bulmalıydım. Hem o ateş ona değseydi... Benim sırtımın halini gördün mü sen hiç? Bir kez olsun sordun mu canımın ne kadar acıdığını? Güçlüyüm diye her acıyı çekmek mübah mı bana? Hata yapmış olmam, yanmış olmamdan daha mı önemli?"
Kıpkırmızı olmuştu gözleri. Öfkeliydi. Kırgındı en çok. Yıllarını yanında geçirdiği, neredeyse babası gibi sevdiği bir adamın ona sırtını dönmüş olması tahmin ettiğimden çok daha ağır gelmişti ona. Analizcilere baktım, onlar da bu kadarını beklemiyorlardı. Görkem'in yaşadıklarını hepimiz yeni yeni kavrayabiliyorduk ve artık büyük bir suçluluk duyuyordum. Onu bensiz bıraktığım için, son darbeyi de ben vurduğum için.
"Özür dilerim," dedi Necip Amir. Her şeyin yeni farkına varmış gibi, gözü yeni açılmış gibi. Çok öfkeliydim ama artık alışmıştım. O da onun yetiştirdiği Görkem de bazen çok fevri adamlar oluyorlardı. Gözleri dönüyordu, inanılmaz derecede görev odaklı liderler olduklarından asıl önemli olana kör hale geliyorlardı. Birisi tutup onları sarsmadan kendilerine gelme huyları yoktu. "Özür dilerim oğlum. Size ulaşamamış olmak beni çok korkuttu. Bir Arda vardı, bir Eylül vardı. Siz yoktunuz. Hiç dönmeyebilirdiniz. Bu ev bomboştu. Aklımı kaybetmiş gibiydim. Telafisi olmayan anlar, sözler var biliyorum ama beni anlıyorsun, değil mi? Sen benim içimi herkesten iyi bilirsin."
Biz sessizliğe gömülmüş halde onları dinlerken ikisi arasında geçen bakışma, hepimize aynı şeyleri hissettirdi. İnsanların ne olursa olsun affedecekleri biri olurdu hayatlarında. Çizgi ne kadar aşılırsa aşılsın, Görkem'in Necip Amir'e beslediği büyük bir minnet vardı. Sahip olduğu her şeyin altında onun imzası duruyordu.
"Siktirip gitmiyorsam bu yüzden," dedi sesini yumuşatmadan. Ama artık bağırmıyordu. "Hâlâ senin için çalışmaya devam ediyorsam içini bildiğimden ama beni zorlama abi. Beni bir daha sınama. Özellikle Yağmur'u kullanarak yapma bunu. Çünkü bir kez daha onu günah keçisi ilan edersen hiçbir şeyin aynı kalmayacağına emin olabilirsin."
"Aranızdaki olayı benden uzak tutsanız keşke," diyerek bu hararetli konuşmanın tam ortasına atladım. "İsmimin gerekli gereksiz her konuda geçmesinden hoşlanmıyorum. Benim yüzümden birbirinize bilenmenizi oturup izlemeyeceğim. Görevim sizi ayrıştırmak değil, bir araya getirmek ve yine söylüyorum, ben aranıza zorla katılmadım. Siz benim peşimden koştunuz. Bu yüzden gerçekten bıktım artık her olayın ana karakteri olmaktan."
"Birbirimizin her şeyini biliriz," dedi Görkem gözlerimin içine bakıp sakince. "Ve benim değiştiğimi söyleyip duranlar bendeki değişimin ne olduğunu da bilsinler, Yağmur. Her zaman sınırlar içinde hareket eden bu adamın bir tek konu sensen sınırı yok. Engel olabildiğim bir şey değil. Zayıflıksa görsünler zayıf yanımı. Nasıl ki bugüne dek yapılan her hatanın üzerini kapattıysam onlar da benim için aynısını yapabilirler böylece."
"Şey," dedi Kaya. Böyle kritik yüzleşmelerin yapıldığı bir ortama şey diyerek daldı. "Ben çok uzun konuştuğunuz için pek dinlemedim ama Görkem'in arkasındayım."
Arda, "1.35'te sen haklıydın," diyerek Can'a döndüğünde Can, ben ve Arda bir anda kahkaha atarak gülmeye başladık ve Necip Amir, Görkem, Kaya üçlüsü bize kaşlarını çatarak baktılar. Bu bizi çok daha fazla güldürdü.
"1.35'te ne oldu bilmiyorum ama şimdi sen böyle konuştuğuna göre Yağmur'la ciddi ciddi sevgili misin onu bir anlayayım önce."
"Adı Asya," dedi Görkem. Bu dudaklarımdan kulaklarıma kadar ulaşan bir tebessüm yerleştirdi yüzüme. Necip Amir'in bakışları yumuşadı. Belki Mete'yi hatırladı, belki onun emanetine Görkem'in nasıl da sahip çıktığını düşündü. "Ve evet, başka bir sorun kaldı mı abi?"
"Beni babana mı şikayet ettin?"
Görkem'in gözlerinde anlamsız bir panik belirdi. "Babamla konuşmaya gittim ama adını bile geçirmedim ki senin."
Necip Amir her şeyi bir kenara bırakıp gülmeye başladı. "Aman canım, alt tarafı birkaç ölüm tehdidi aldım Arif Ahmet Duman tarafından."
İkisi arasında bilmediğim türden bir samimiyet vardı sanırım çünkü Necip Amir fazla keyifli duruyordu. Görkem'se babasının ne denli deli olabileceğini bildiği için "Ne söyledi sana?" dedi korkuyla.
"Döner bıçağını üzerimde kullanmakla ilgili fantezileri var." Bu herkesten bile önce Kaya'yı güldürdü. "Bana oğluma bir daha kendini bok gibi hissettirirsen seni dükkânıma zincirlerim dedi. Önüme de arada bir iki parça et atarmış. Babanın hayal gücü fazla geniş oğlum, bir de yürek mi yemiş ne. Benim amir olduğumu unutuyor sanırım."
Görkem başını utanır gibi iki yana salladı ama bir yandan da "Yapar ki," diye mırıldandı çaresizlik içinde. "Ona senden bahsetmedim. Bir şekilde anlamış. Gerçekten şikayet etmedim gidip."
"Onu bunu bilmem," dedi Necip Amir Görkem utandıkça daha çok keyif alarak. "Bana bir daha oğlumun arkasında durmazsan seni şişe oturturum dedi. Bunca yıldır beni tanıyor diye ağzına ne geldiyse bir çırpıda sayıverdi sağ olsun."
"Baba..."
"Babamız," diye düzeltti Can saygıyla ve sonra bir asker selamı verdi oturuşunu düzelterek.
"He babanız," dedi Necip Amir de. "Bir telefon konuşmasıyla delinmedik organımı bırakmadı herif, abinin etini az daha ekmek arası yiyecektiniz Can! Gözümün akıyla yayık ayranı yapacaktı adam."
Kaya hunharca gülmeye başladı. "Korkmuşsun."
"Çok gerçekçi anlattı. Aşama aşama marine etti etimi. Dumanla tütsülendim lan oğlum, psikolojimi alt üst etti diyorum sana."
"Çok komik," derken buldum kendimi. "Gözleriniz anlatırken kocaman oldu."
"Arif Ahmet Duman effect," dedi Arda da. "Ben abimi daha önce mermiye kafa atarken gördüm, yemin ederim bu kadar korkmamıştı."
"Sus Kıvırcık Salata, pamuk gibi adamın içinden öyle biri çıktı ki on beş senedir bizim gördüğüm fragman bile değilmiş. Keşke zamanında Görkem'le Kaya'yla uğraşacağıma bizim dönerciyi polis yapsaydım. Vallahi tek eliyle şişe dizerdi milleti."
"Kusura bakma. Gerçekten haberim yoktu. Olsa durdururdum babamı."
"Yok, olsaydı da durduramazdın. O gece kapımı kitledim de uyudum oğlum. Arkasına konsolu çeksem mi diye düşündüğüm oldu hatta."
Artık Görkem dahil herkes gülüyordu. "Onunla konuşacağım, evini basmasın diye."
"Sen bence onunla bir süre konuşma. Bel altı bölgelerime daha fazla saldırı planı duymak istemiyorum."
Herkesin gayet net anlayabileceği şekilde "Oh olsun," dedim öksürür gibi yaparak.
Necip Amir gülmeye devam etti ama durulduğunda yüzünü bana çevirdi ve tüm sıcaklığı gözlerine yuva yapmışken, "Asıl özrü senden dilemeliyim," dedi. "Bugün ne çok özür diledim. İstek parça yapmak isteyen var mı, bir tur da ondan dileyeyim?"
Alaya vurarak bu meselenin üzerini kapatacağını sanıyorsa yanılıyordu. Biz alttan alınabilecek yerin fazla uzağındaydık. "Özrünüzü kabul ediyorum," dedim oldukça ciddi bir şekilde. Ses tonum halının desenlerini inceleyen Can'ın bile kafasını eğdiği yerden kaldırmasına sebep oldu. "Ama amirim, isteseniz bile diğerleriyle kurduğunuz türden bir ilişki olmayacak aramızda bu saatten sonra. Bunun pek umurunuzda olduğunu sanmasam da bazı sözlerin bir özürle üzerini kapatamayacağınızı bilmenizi istiyorum."
Salonun havası yeniden ilk andaki haline dönerken gerginlik etrafımızda kol gezdi ve Necip Amir'in pişmanlığını gördüm. Samimiydi, bu konuda şüphem yoktu ama çok geçti. Birkaç saat öncesinde sevdiği adamı kaybetme korkusu yaşamış, az daha kendi canından da olacak bir kadının karşısına geçip onu her şeyin sorumlusu olmakla suçlarsanız o kadın dönüp gözünüzün yaşına bakmazdı.
Ben insanların öfkeli anlarda ağızlarından çıkanları sindirmek zorunda değildim. Herkes diline sahip çıkmak zorundaydı.
"Öyle deme." Utancı sesindeydi. Beklemediği tepki onu şaşırtmıştı ama sonra benim Asya olduğumu hatırlamıştı. "İnan bana diğerleriyle daha ağır tartışmalarımız olmuştur ama üstesinden gelmenin bir yolunu bulmuşuzdur hep. Bakarsın bir gün seninle olan ilişkimiz, onları bile sollayacak aşamaya gelir."
"Sanmıyorum." Sözümü esirgemiyor, kalp kırıyor, biraz bile pişman olmuyordum. "Kindar biri değilim yanlış anlamayın, size karşı bir düşmanlığım da yok ama bana ne zaman bir adım atsanız mesafeyle karşılaşacaksınız."
"Asya, içimi deşmek mi niyetin?"
"Tam burada, ilk karşılaşmamızda Mete'yi tanıdığınızı söylemiştiniz bana. Üstelik beni gördünüz. Onun cenazesinde, hüngür hüngür ağlarken, ayakta bile duramazken. Beni en çok sizin kollamanız gerekiyordu bu yüzden. Eğer Mete, bana bugüne kadar yönelttiğiniz suçlamaların birini bile duysaydı bir daha yüzünüze bakmazdı Amirim. Bir sonraki sefere dilinizin bıçaklarını suratıma çevirmek isterseniz aklınıza önce bu gelsin. Belki bir fren niyetine kullanırsınız."
Dudakları acıyla kıvrılırken haklı olduğumu biliyordu. Zamanında Mete onlardan gelen teklifi bana söylemeyecek kadar derinden bağlıydı bana. Beni üzen kişi babası olsaydı onun da karşısında dururdu benim için. Ne kadar sevilirsem sevileyim, hiçbir zaman onun bıraktığı boşluk dolmayacaktı. Beni birinin onun gibi sevebilme ihtimali yoktu.
Benimle eskisi kadar sık konuşmuyordu.
Sesi kayboluyordu.
Kafam öyle çok yoğundu ki onu özleyecek vaktim bile olmamıştı. Belki küsmüştü, belki alınmıştı, belki de yalnızlığımla orantılıydı. Kalbimdeki insanlar kalabalıklaştıkça kendine yer bulamayacağını sanıyordu. Böyle bir şey mümkün bile olamazdı. Ne zaman ölümle burun buruna gelsem onun adını anıyordum ben. Aldığım her nefes ona kavuşacağım gün için bir geri sayımdı.
"Bu bana şimdiye dek kurduğun en ağır cümleydi." Necip Amir'in sesiyle başımı yine ona çevirdim. Diğerlerinin tepkilerini merak etmiyordum. Açıkçası bana kalsa bu konuşma ikimizin arasında kalsa da olurdu ama madem o buraya gelip hepimizin ortasında yüzleşmeyi seçmişti, o zaman bana da ayak uydurmak düşerdi. "Haklısın," dedi. "Görkem'deki bu değişimin sebebi sendin, kendisi de söylüyor ama bu elbette ki seni her şeyin sorumlusu yapmazdı. Özür dilerim."
"Hâlâ aynı şeyleri düşündüğünüzü biliyorum. Hak etmiyorum bunu ama sorun değil, nefret bile edebilirsiniz benden. Buradaki varlığımı kabullendiğiniz sürece sıkıntı yok. Ben buradayım Amirim. Kendi isteğim dışında hiçbir güç, siz bile, beni buradan söküp alamaz. Biliyorum ki beni ekibinizden kovmaya kalkarsanız beş kişiyi daha arkamdan gelirken bulacaksınız çünkü ben bir Analizciyim, bileğimdeki ip sandığınızdan daha fazla düğüme sahip."
Bu kez diğerlerine baktım çünkü görmeliydim o desteği arkamda. Bu kadar net bir konuşma yapacak güvene sahiptim fakat içimden bir ses Mete haricinde kimsenin vazgeçilmezi olamayacağımı söylüyordu. Belki en çok da bu yüzden o destekleyici bakışlara ihtiyaç duyuyordum.
Gözümün ilk değdiği kişi Kaya'ydı. Kollarını göğsünde kavuşturmuş, arkasına yaslanmış haldeyken dudaklarında bir tebessüm asılıydı. Öyle bir tebessümdü ki o, başımı başka kimseye çevirmeme gerek kalmadı.
Ona her şeyini veren bir adamı karşıma almıştım, Necip Amir'in onun için bir baba figürü olduğunu biliyordum ve buna rağmen o tebessümle öyle izliyorsa beni, diğerlerine laf söylemek düşmezdi. O benimleydi, benimle olmayanı bile ensesinden yakalar ve peşimden sürüklerdi. Ben kalksam gitsem, Kaya'nın tek başına arkamdan gelen varlığı bile yüz kişininkine bedel olurdu.
"Biz biriz," dedi Görkem. "Bana zamanında verdiği söz, birin lideri olmamdı. Bir bölünmez Yağmur. Bir, dağılmaz. Kovmak ne demek? Çekip gitmen ne demek? Öldüm mü ben, nereye gittiğini sanıyorsun?"
"Adamın travması var," dedi Can. "Adamda travma bıraktın. Gece o da kapıları kilitleyip anahtarı yutarak uyuyacak böyle cümleler kurarsan."
"Şu gülüşe bak," dedi Arda, Kaya'yı işaret ederek. "Sence Asya için açamayacağı kilit var mıdır şunun?"
"Lan salak," dedi Kaya birden. "Asya evden gidebilsin diye niye Görkem'in kilitleyip anahtarını yuttuğu kapıyı kendi elimle açayım? Düzenek kurarım amına koyayım, harekete duyarlı lazer sistem döşerim eve. Asya yokken Görkem'le uğraşılır mı oğlum mal mısınız?"
"Sırf bu yüzden yani," dedim Necip Amir bu ortamda hiç yokmuş gibi davranarak. Bana verilen değeri görmesini istiyordum. Bu değeri görene kadar ben çok uğraşmıştım. "Sırf Görkem'le uğraşamazsın diye beni durduracaksın öyle mi?"
"Hayır tabii ki," dedi hemen. Tam duygulanıp bir yaa sesi çıkararak şımaracaktım ki, "Bana börek yapman daha etkili bir faktör," diye bitirdi cümlesini.
Necip Amir'i yüzünde buruk bir gülümsemeyle bizi izlerken yakaladım. Benim de bu evde diğerleri kadar yeri hak ettiğimi görmüştü. Benim bu evin bir parçası haline geldiğimi biliyordu.
Benim onlarsız, onların da bensiz yapamayacağının artık hepimiz farkındaydık.
⚓
Necip Amir gittikten sonraki birkaç saati herkes kendi işleriyle uğraşarak geçirdi. Ben de bu sırada odama kapanmış, biraz nefes alma fırsatı bulmuştum.
En son salonda gördüğüm ve sonra bir işi halletme bahanesiyle evden çıktığını bildiğim Görkem, "Yağmur," dedi başını odamın kapısından uzatarak. Telefon ekranımı kapatıp başımı ona doğru çevirdim. "Müsait miydin?"
"Söyle aşkım."
Öylece ağzımdan çıkıveren sözcükle birlikte Görkem'e sanki zamanı onun için durdurmuşum gibi kal geldi bir süreliğine, ardından kocaman gülümsedi. "Biraz yanında uyuyabilir miyim?" diye sordu. "Bu kez sen beni göğsünde uyutur musun?"
Yorganı elimle açarken gözlerimi gözlerinden ayırmıyordum. Elimi göğsümün üst kısmına vurdum yavaşça. "Gel, çok yorgun görünüyorsun."
Kapıyı arkasından kapatıp birkaç adımda yanıma vardığında hırkasını çıkarıp bir kenara attı. Tişörtüyle yatağa girecekti ama hâlâ kumaşların değdiği yeri kaşındırdığını biliyordum. "Onu da çıkar." Teklifim onu memnun etti, bir çırpıda sıyırıp attı üzerindekini. Yatağa girip yanıma uzandığında sessizdi. Yaşadığı yüzleşmeden veya başka bir şeyden konuşası yoktu. Gerçekten dinlenmek istiyordu.
Başını göğsüme yaslamasını sağladım. Bir çocuk gibi bana sokulup kolunu karnıma doğru attı. Parmaklarım ensesindeki saçları okşamaya başladı yavaş yavaş. "Bilmem gereken bir şey var mı?"
"Hayır, bir şey olmadı. Sadece biraz uyumaya ihtiyacım var. Son bir haftadır toplam kaç saat uyuduğumu bile bilmiyorum. O kadar az ki hesaplamaya değmez."
"Başka bir sorun olmadığına eminsin, değil mi?"
Anlatıp anlatmamak konusunda arada kalmış gibi uzadı sessizliği. Gözleri hâlâ kapalıydı. Derin bir nefes aldı ve bana daha fazla sarıldı. "Müge," dedi içi sökülür gibi. "Korktu benden."
Sesindeki hüzünden daha fazla canımı yakabilecek hiçbir şey yoktu şu hayatta. Ne diyeceğimi bilemedim. Sessizce anlatmasını bekledim. "Bir şey için Bige ablanın evine uğramıştım. Müge yüzümdeki yarayı gördü. Kocaman açtı gözlerini."
"Korkmamıştır," dedim hemen. Başının üzerini öptüm. "Küçücük o Görkem, tuhaf gelmişsindir ona sadece."
"Kucağıma koşmak yerine annesinin elini tuttu." Bu onu o kadar çok yaralamıştı ki sırtındakilerden daha derindi sanki. "Ne olduğunu sordu. Düştün mü dedi. Çok mu çirkin dedim, birazcık dedi. Çok değil, azıcıkmış." Saçlarının tutamları arasında usulca dolaşmaya devam etti parmaklarım. "Biraz iyileşiyor gibi değil mi ama?" dedi hevesle gözlerini benimkilere dikerken. "İlk hali daha kötüydü. Bana mı öyle geliyor? Çok mu korkutucu hâlâ?"
"Bilmem ki," dedim ona sıcak bir gülümseme yollayarak. Bir elimi çıplak göğsüne yasladım. "Konu sen olduğunda hiç objektif bir insan değilim ben. Gözüme her halin çok çekici geliyor."
"Kafamı dağıtmaya çalışıyorsun şu an."
Parmaklarımı onun ritmiyle göğsüne vurdum yavaşça. "İşe yarıyor mu bari?"
Elimi tutup üzerine bir öpücük bıraktığında "Evet," diyerek gözlerini kapattı. "Biliyor musun, onları yan yana görünce... Yani Bige ablayla Müge'yi. İlk defa abimi bu kadar iyi anladım. Ben soyadımı tehlikeye attım, Yağmur. Zamanında abim de yapmıştı aynısını. Düşünüyorum da eğer böyle bir durumun içinde benim soyadımı taşıyan bir karım ve kızım varken kalmış olsaydım... Bilmiyorum. Eskisi kadar delice gelmiyor. Ben ona çok benziyorum, bizim hatalarımız bile birbirine benziyor."
"Bu yüzden gittin ablamın yanına."
Gözlerini şaşkınlıkla açarak bana baktı. "Sana söyledi mi?"
"Mesaj attı." Görkem ona abisinin ilişkileri sırasında yaptığı hataları sormuştu. Nelerin yanlış olduğunu, Bige ablanın abisinden neler beklediğini dinlemişti. İkisi arasında geçenleri analiz etmek istemişti aslında, aynı hataları bana karşı yapmamak için. Aklına gelen her yoldan, bir ilişki yürütebilmemiz için gerekenleri öğrenmeye çalışıyordu.
Bige abla bana o mesajı attıktan sonraki yirmi dakika boyunca kendi kendime sırıttım. Çok kendine has bir adamdı, çok beklenmedikti.
"Gerçekten uğraşıyorum," dedi gözlerini yeniden karşı tarafa çevirerek. "Hem bizim için hem onlar için. Abimi aradım arabadayken. Böyleyken böyle dedim, ablam bunlara bunlara çok kırılmış dedim. Telafi etmesi gereken hatalarını bilsin istedim çünkü biz sizi bilerek üzmüyoruz, sevgilim. Bizim sadece arada kafamız az basıyor, o kadar."
Beni güldürdüğü için göğsüm hareket etti ve Görkem'in bana yasladığı başı da yükselip alçaldı. Parmak uçlarımla alnına vurdum hafifçe. "Ablamın sana sır diye anlattıklarını abine mi yetiştirdin?"
"Sır değildi, ayrıca ortada kötü niyet de yok. Bir taşla iki kuş vurmak istedim sadece."
"Her yaptığının arkasında on tane plan olmasa ölürsün değil mi?"
"Muhtemelen," dedi gülümseyerek. "Ama Yağmur..." Kafasını yeniden bana doğru kaldırdı. Alnı, çenemin tam altına yaslıyken göz göze geldik. "Belki de devam etmelerine değmez mi?"
Aklıma o şarkı ve sonrasında yaşananlar geldiğinde, "Değer," dedim duraksamadan. Ne kadar hızlı cevap verdiğimi o sırıtarak bana bakmaya başlayana kadar fark etmedim. Sonrasında avuç içimi gözlerine bastırıp, "Uykun yok muydu senin?" diye kızdım ona.
Başını salladığında saçları göğsümün üst kısmına sürtündü. "Kokun beni iyice mayıştırdı zaten."
"Uyu hadi." Sözde kızgın tavrıma rağmen eğilip saçlarının arasına bir öpücük bırakmayı ihmal etmedim. Gülümseyerek gözlerini kapattı ve o bunu söylememiş olmasına rağmen ağrıdığını bildiğim başına masaj yapmak için hareketlendi parmaklarım. Daha derinden gülümsedi. Günlerdir uykuya dalamadığını söyleyen bir adama göre çok çabuk düzene girdi nefesleri.
Birkaç dakika geçti, taş çatlasın on beş. Görkem'in alnında biriken terlere anlamsız mırıltılar eklendi başta. Ardından "Dur," dedi çok net bir şekilde. Kaşları çatıktı, yüzü buruşmuştu ama gözleri hâlâ kapalıydı. "Yapma," gibi bir şey söyledi ve sayıklamalar arka arkaya devam ederken onu omuzlarından sarsarak uyandırmayı denedim. Açmadı gözlerini. Kâbusuna direniyordu.
"Görkem," dedim doğrularak. Bir elim saçlarının arasındayken diğeri onu uyandırmayı deniyordu. "Uyan."
Birkaç saniye daha kâbusların arasında çırpındı ve nihayet sesimi ona duyurabildiğimde boğuluyormuş gibi bir ses çıkararak hızla doğruldu üzerimden. Gözlerini açtı, iki elini yatağa yasladı, öne doğru eğildi. Nefes nefeseydi. Elimi omzuna koyarak onunla birlikte doğruldum. Başını aklındakileri silkelemek ister gibi iki yana salladı sertçe. Elleriyle saçlarını geriye doğru itti ama nefesi düzelmiyordu.
Gördüklerinin etkisinde olduğundan varlığımın bile farkında değildi. "Geçti," dedim yüzünü iki elimle kavrayarak. Gözlerindeki ifade saf bir korkuydu. Onu yeniden göğsüme çekip panik halinde atan kalbimin üzerine yaslamasını sağladım. "Geçti sevgilim. Rüyaydı sadece."
Beklemediğim bir anda kolunu etrafıma öyle sıkı sardı ki şoka uğradım. Solukları düzelmiyordu, kalbi hızını düşürmüyordu ama kolları sımsıkıydı. Sonmuş gibi, ilkmiş gibi. Beni bir daha hiç göremeyecekmiş ya da seneler sonra ilk kez görmüş gibi. Bilinçli miydi, değil miydi bilmiyordum ama "Özür dilerim," dedi boynumun kıyısında. "Yine."
Zorlukla konuşuyordu. Ben de uyanırdım kâbuslardan ter içinde. Çok geçmemişti üstünden. Rolleri değişmiştik. "Nefes al," dedim sakince. Sarılışına karşılık vermedim çünkü o zaten boğuluyor gibiydi hâlâ. Başını tutup yüzümün hizasına getirdim. "Nefes al hadi. Geçti her şey. Ben buradayım."
Parmakları boynuna doğru gittiğinde üzerinde hiçbir şey olmamasına rağmen yakasını aradı sanki. Avucuyla boğazını sıkıp ovaladı. Bileğine yapışarak onu durdurdum. Çenesini kavradım ve nefesi olmak için dudaklarına küçücük bir öpücük bıraktım. Onu çekip çıkarmak için başka yol gelmedi aklıma. Aklı dağıldı, afalladı. Kafasını kaldırdı ve bana baktı nihayet. "Geçti," dedim yine.
Avuç içim kalp atışlarını kontrol edebilmek için göğsüne gitti çünkü böyle devam ederse bir sonraki hamlem Arda'yı çağırmak olacaktı. Korkutmuştu beni onun bu hali.
Soluk alış sıklığı azalmaya başladı. Daha derin ve daha azdı az öncekine göre. "Geçti?" Gözlerini kocaman açıp elini kalbinin üzerindeki elime yasladı. Atışları hissettiğinde bakışlarına şaşkınlık oturdu. "Yemin ederim geçti." Kaşlarımı kaldırdım tepkilerine. "Geçirdin."
"Ne ol-"
Dudakları dudaklarımın üzerine kapandı. Az önceki kesik nefeslerin sahibi ben olayım istiyorsa bunu birkaç saniyede başardı çünkü geri bile çekilmedi. Sevinmiş gibi, her şey yoluna girmiş gibi, tek yol benmişim gibi büyük bir açlıkla yapıştı dudaklarıma. Hızına ayak uyduramadım, ilk defa bu kadar beklenmedikti. "Gör-" demeye çalıştım ama yine öptü. "Kem," dedim ve yine öptü.
"Geçirdin lan!"
"Anla-" Ve yine. En sonunda onu ittirdim. "Bir dur da nefes alayım be adam!"
"Nefesim sensin benim," dedi parlayan gözlerle. Yüz yıllardır tedavisi olmayan bir hastalığın ilacıymışım gibi bakıyordu bana. Mutluydu. Korkmuş halinden eser yoktu. "Bu kadarmış. Geçirdin."
"Kâbustu," dedim. "Sadece seni uyandırdım, hayatını kurtarmadım ya."
"Kurtardın kurtardın." Yanaklarımı sıkıştırdı bir eliyle. "Sen her şeysin yemin ederim, yemin ederim benim içinsin."
Coşkulu hali bana öyle anlamsız geliyordu ki o sevgi seliyle beni karşılarken ben çatık kaşlarımla ve şişirdiği dudaklarımla onu izliyordum. "Daha önce de yaptın, yine yaptın. Şu surata bak, aşık olmayıp ne yapacaktım ki?" Elini enseme sarıp başımı ona çektiğinde dudaklarını alnıma bastırdı. "Canımsın benim."
"Niye bu kadar mutlusun sen şimdi?"
"Sen varsın diye bebeğim," dedi anında. "Sen yanımdasın diye. Beni uyuttun diye, uyandırdın diye. İlacım sensin diye."
Ona bir şey sormak üzereyken telefonum çalmaya başladı. Elimi geriye doğru atıp telefonumu kavradım ama ekranda o ismi görmeyi beklemiyordum.
Benim şaşkın halim, Görkem'in de bakışlarını ekrana çevirdi ve ifadesi anında değişti. "İki dakika amına koyayım," dedi sertçe. "Aman ben iki dakika mutlu olmayayım. Huzur haram mı lan bana?"
Arayan Kaan'dı.
"Bu herif niye seni arıyor bu saatte?"
"Daha hava bile kararmadı."
"Sence sikimde mi?" Kaşlarını çatarak ekrana dikti gözlerini. "Nereden çıktı şimdi bu ya?"
"İnan bilmiyorum. Bir süredir aramıyordu."
"Ha bir süre önce arıyordu yani?" Bunu reddetmemiş oluşum onu daha fazla sinirlendirdi. Telefon ısrarla çalmaya devam ettiğinde Görkem'in kaşları mümkünmüş gibi daha çok çatıldı. "Açayım mı ben?"
Telefonu sessize aldım. "Önceden de aradığında açmıyordum, şimdi de açmayacağım."
"Sonuna kadar çaldırıyor bir de pezevenk."
"Boş versene," diyerek telefonu bir kenara bıraktım ama bu kez yeniden çalmaya başladı. Sadece ekrandaki isim değişmişti.
Ceyhun.
Üç kafadar kiracılarımdan polis olanı.
"Bu kim şimdi lan?" Haklı olarak birazcık sinirlenmişti. Ona onu daha önce bir kez gördüğünü açıkladım hızlıca. Ev sahibi olarak anahtarı onlara teslim ettiğim gün Görkem beni kapıdan almaya geldiğinde tanışmış sayılırlardı.
"Bunu açacağım," dedim ve bir cevap beklemeden yaptım söylediğimi.
"Selam Asya," dedi Ceyhun. "Selam abla," dedi radyo televizyon mezunu olduğunu hatırladığım ama hamburgercide çalışan Berk. "Hoparlördesin," diye ekleyen de tıp okuyan Kerem'di.
"Selam," dedim sesimdeki garipser tonla. Beni aradıkları olmamıştı şimdiye dek. Bir iki kez ben bir ihtiyaçları var mı diye yoklamıştım ama onlardan hiç ses çıkmamıştı. "Sorun mu var gençler?"
"Az önce herifin teki kapıya geldi." Ceyhun'un sesi öfkeliydi. "Elinde çiçekler vardı. Seni sordu."
"Ne?" dedi Görkem dehşetle gözleri irileşirken. "Ney ney?"
Keşke bu telefonu da açmasaydım. "Adı Kaan'mış," dedi Kerem. "İçeri girmek konusunda çok ısrarcı oldu. Daha önce de bir kez kapımıza gelip seni sormuştu, taşındığını söylemiştik ama yine gelmiş manyak. Senin ondan saklandığına inanıyordu. Değişik bir tip, entel dantel giyinmişti bir de."
"Sanırım sarhoştu," diye ekledi Berk. "Hayır, bildiğin yakmıştı kafayı. O seni sayıkladıkça Ceyho dellendi, herifin yakasını kavrayıp kim olduğunu sordu da öyle öğrendik adını."
"Ne?" dedi Görkem, bu kez bağırarak. "Bir de sarhoş muymuş?"
"Müsait değil miydin abla?" diye sordu Kerem.
"Seni hemen aramak istedim," dedi Ceyhun. "Nerede yaşadığını sordu. Nihayet siktirip gittiğinde peşine takılıp ağzını burnunu kırma niyetindeydim ama çocuklar tuttular beni. Nerede yaşadığını bilmiyorsa bir şey de yapamaz dediler, ikna oldum. Ama yine de sana haber verelim dedik."
"Teşekkür ederim. İyi yaptınız."
"Sorun var mı?" Ceyhun'un sesi yine sertti. "Bir durum varsa çekinme lütfen. Biliyorsun, ben senin meslektaşınım. Tek bir sözüne bakar, annesinden emdiği sütü burnundan getiririm onun."
"Sevdim bu çocuğu," dedi Görkem. "Zamanında bana da senin yalnız olmadığını söylemişti. Seni koruyor. Söyle, yapsın. Getirsin burnundan."
"Bir sus sen de." Telefona doğru yaklaştırdığı başını ittirdiğimde Berk ve Kerem gülüşüyorlardı. "Sorun yok, Ceyhun. O benim eski sevgilim."
"Sevgilim demezsek yalnız." Diğerlerine açıklama yapacağım diye yanlışlıkla yanımdakini tetikliyordum.
"Oldukça yanlış bir tercih," cevabını aldım Ceyhun'dan flörtöz bir sesle.
"Sikeceğim he." Öfkeli bir nefes bıraktı Görkem kulağımın dibinde. "Kapat lan, sevmedim seni. Şakaydı."
"Sen cidden müsait değilmişsin abla," dedi Kerem. "Şu kapıya gelen iri yarı abinin sesine benziyor. Biz yavaştan toz mu olsak?"
"Sen şimdi kesin sorun olmadığını mı söylüyorsun?"
Ceyhun'un umurunda değildi hiçbir şey, sadece iyi olduğumdan emin olmak istiyordu. Görkem telefonu elimden alıp "Sorun yok," dedi kendi kulağına yaslayarak. "Ben buradayım. Haber verdiğiniz için sağ olun gençler. Bu ayki kiranızı ben ödeyeceğim. Teşekkürler ve iyi akşamlar."
"Dur bir," diyerek geri aldım telefonu. "Kapatmayın, bir şey soracağım."
"Ben de," dedi Kerem hemen. "Abi kira konusunda ciddi miydi?" Bir patırtı duydum. "Ne vuruyorsun kafama? Senin tuzun kuru tabii. Ben öğrenci adamım, tıp okuyorum tıp! Maaşım yok benim senin gibi."
"Seni biz besliyoruz ya nankör."
"Her gün beleş hamburger hakkını bana getiriyorsun diye yaptığın bu zorbalığı esefle kınıyorum."
Atışmalarını Ceyhun böldü. "Ne soracaktın Asya?"
"Sana sormayacak," dedi Görkem. "Sen sus."
Onu görmezden gelip aklımdakini dilimin ucuna yolladım. "Ne çiçeği vardı elinde?"
"Ne?"
Görkem'e açıklama yapacağım bir anda değildik. Merak ettiğim başka bir şey vardı. "Ne almıştı kapıya gelirken?"
"Orkide," dedi Berk. "Onu yaka paça gönderdik ama orkideyi aldık. Ne yapacağımızı da bilemedik. Biz üç erkek salonda oturuyoruz, halının ortasında da orkide duruyor abla."
Dudaklarıma bir tebessüm yerleşti. "Anladım," dedim ama derinde bir yerde canım yandı. "Teşekkür ederim. Sonra görüşürüz, iyi akşamlar."
"Niye öyle güldün o herifin aldığı çiçeğe?" dedi Görkem, sakin olmaya zorluyordu kendini ama başarısızdı. "Bir anlamı falan mı vardı aranızda? Geçmişi mi hatırlattı sana?"
"Hayır," dedim gözlerimin dolmasına engel olmaya çalışırken. "Çünkü lale almamış."
"Alsa ne değişecekti?"
"Görkem," dedim. "Daha önce omzuma dokunamayacağını unutmuştu, şimdi de gidip bana lale yerine orkide almış ve ben böyle bir adamla birlikteydim. Zamanımı harcadım, canımı yakmasına izin verdim. Beni tanımıyor bile. Bir şey değişmeyecekti ama değer görmediğinle yüzleşmek hoş değil."
"Hatırlat, bir kere de seni böyle üzdüğü için eşeği suya yollayayım." Parmaklarıyla çenemi kavrayıp kaldırdığında "O yok," dedi. "Reçel sevdiğini bile bilmiyordu. O sikik hiç hak etmemiş seni. Biraz bile. O artık yok. Hiç say. Zaman kaybıydı de geç. Ne diye üzülüyorsun? Ben varım. Ben biliyorum kimsenin omzuna dokunmasına izin vermeyeceğini. Ailen biliyor en çok sarı laleyi sevdiğini. Biz varız Yağmur, hak ettiğin değeri sana verebilmek için. Andavalın biri yüzünden üzmesene sen kendini."
"Önemli değil," dedim başımı iki yana sallayarak. "Benim için gerçekten önemi yok onun, sadece bir anda arayınca anlamsız geldi. İçin rahat olsun yani. Ben asla-"
"İçim rahat benim senden yana," dedi hemen. "Ama onun içi rahat olmasın benden yana. İlk karşılaşmamızda şanslıydı, henüz senin hiçbir şeyindim. Şimdi seni böyle rahatsız etmeye devam ederse olacaklardan ben sorumlu değilim."
"Takılma."
"Sarhoş olup senin kapına dayanmasına mı?" Bakışlarına yine o sert ifade oturdu. "İçip içip seni aramasına mı takılmayayım? Yok ya."
"Hiç öyle biri değildir." Amacım onu savunmak değildi ama bu tarz bir harekette bulunacak son insandı o. Kimseye zararı olmayan, kendi halinde bir tipti. Kafayı bulacak kadar sarhoş olacaklardan değildi de bir sergide fularıyla dolaşıp gözlüklerini burnuna iterken maksimum bir kadeh içecek tipte biriydi. "Saçma sapan hareketlerde bulunmaz böyle normalde."
"Çok yakından tanıyormuş gibi konuşmasana." Çenemi sanki yok olup gidecekmişim gibi daha sıkı kavradı. "Tanıyor olsan bile öyleymişsin gibi konuşmasana."
Ve birileri canına susamış olsa gerek, bir kez daha telefonum çalmaya başladı.
"Gerçekten sikeceğim," diye mırıldandı Görkem yüzümü serbest bırakırken. "Ben açayım mı? Ben açayım Yağmur."
"Çok gereksiz. Aranızda bir kaos yaşansın istemiyorum. Kapat şunu gitsin."
"Onu mu koruyorsun?"
"He geri zekalı! Aptal bir şeye kalkışma diye seni koruyorum. Bir yumrukla onu bayıltabileceğini bilmiyor muyum ben? Başına iş açmaya yer arama durduk yere."
Takılınabilecek en son yere takıldı. "Bayıltırım bu arada," dedi sanki onu övmüşüm gibi.
"Dilin yok mu senin? Meselelerini konuşarak çözemiyor musun?"
"Mevzu senin gözlerini dolduran bir şeyse çözemiyorum," dedi aynı kararlılıkla. "Mevzu sarhoşken sana gelmeye cesaret edebilen yürek yemiş bir adamsa ve ben o adamın o an kafasından geçirdiklerini az çok tahmin edebiliyorsam... Yok, şimdi hepten çözemiyorum."
"O sesini alçalt, başımıza toplayacaksın milleti."
"Ne güzel olur, diğerleri de sıvarlar kollarını. Aramıza alır meydan dayağı atarız Kaan'a."
"İlk karşılaşmanızda böyle biri değildin sen. Omzuma dokunan elini geri çekmemiştin bile. Sen izin veriyorsan bana laf düşmez demiştin."
"Öyle bir şey söylemedim," diyerek savunmaya geçti. "O izin vermezse elin onun kolunda duramazdı, demiştim."
"E ne farkı var ki!"
"Ne demek ne farkı var?" Aramayı sonlandırdıktan sonra yaptığı diğer şey telefonumu tamamen kapatmak oldu. Sonra bir kenara fırlatıp yüzünü yüzüme yaklaştırdı. "Nasıl ne farkı var?" Sesini alçaltarak bir fısıltıya dönüştürdüğünde bakışlarını dudaklarıma indirdi. Kaçak dövüşüyordu. Hile yapıyordu. Kaçmadım, gözlerimi de kaçırmadım. Öylece durdum.
Çene çizgimi takip eden eli boynuma doğru gitti, orası ve ensem arasında kalan kısma yerleşti avucu ve baş parmağını çenemin hemen altına dayayarak başımı yükseltti. "O zaman birlikte miydik?"
"Değildik," dedim gözlerine bakmayı sürdürerek.
"Hım." Yavaşça dudaklarını ıslattı. "Şu an birlikte miyiz?"
Dudağımın tam altındaki kısmı okşadığında kesik bir soluk bıraktım. "Öyleyiz."
"Peki bebeğim," dediğinde boynumu istila eden avucuna doğru çevirdim gözlerimi. Hemen arkasından yeniden ona baktım. "Anladın mı şimdi farkı?"
Başımı hafifçe iki yana salladığımda kaşlarını kaldırdı. "Anlamadım, biraz daha net olmalısın."
"Hoşuna gidiyor." Emin olmak ister gibi baktığını fark ettiğimde gözlerimi yavaşça yumup açtım. "Ne kadar net olmamı istiyorsun?"
"Ne kadar net olmak istiyorsun?"
Boğazımı kavrayan eli istemsizce biraz daha sıkılaştığında nabzımın atışlarını avucunun içinde hissetmişti. "Sinirliyim şu an," dedi elini gevşeterek. Gözlerimin içine beni bir öpücükle yok edebilirmiş gibi bir tutkuyla baktığında kendini zorla geri çekerek beni boşlukta bıraktı. "Yok, tadım kaçtı. O telefonu bana niye açtırmadın ki sanki?"
"Gereksizdi çünkü."
"Ceren'e seninle birlikte olduğumu söylemem için ısrar ederken öyle demiyordun?"
"Ne ilgisi var şimdi konunun onunla?"
"Çünkü ben, onun öğrenmesini sağladım." Sesi sakin, bakışları derindi. "Çünkü sen istediğinde ben yapıyorum. Sen neden yapmıyorsun?"
"Ben benden hoşlandığını bildiğim bir adamın evine soru çözmeye mi gidiyorum? Beni sevdiğini görmezden gelip onunla buluşup duruyor muyum? Senin bana ihtiyacın varken onun yanında mı oluyorum?" Sorgular bakışlarımı yüzüne diktim. "İkisi aynı şey değil, sen de biliyorsun bunu."
"Senin evine gitmiş," dedi dişlerini sıkarak. "Sarhoşken çiçek almış ve sana gitmiş. Ne hayal ediyordu o sokağı yürürken? Ne düşünüyordu kapına dayanırken? Aklını sikerim onun. Net oldu mu yeterince?"
"Şu an uzatıp kendi kendine kuruluyorsun."
"Yapamaz," dedi aynı sertlikte. "Oturup onunla düzgünce konuştun. Oradaydım, izledim. Ona arkadaş kalmak bile istemediğini söyledin. Sana gelemez, Yağmur. İçip içip arayamaz, rahatsız edemez. O nohut kadar aklının içinde seninle ilgili hayal bile kuramaz. Eğer bana izin verseydin, böyle bir şey yapmaya kalkışırsa ne olacağını kibarca anlatacaktım ona. Gerçekten çok kibar olacaktım."
"Sakallarını uzatsana yine."
Ona dünyanın en saçma şeyini söylemişim gibi baktı. "Ne?"
"Niye kestin? Biraz uzasalardı."
"Bu mu derdin?"
İç çeker gibi derin bir nefes aldım. "Aynı şeyleri sayıklayıp duruyordun. Seni dinlemektense izlemek daha cazip geldi açıkçası."
"Delirteceksin beni."
Bakışlarımı üstsüz gövdesinde gezdirirken dudaklarım yukarı doğru kıvrıldı. "Sen de beni."
"Bakma öyle." Bakmaya devam ettim. "Yağmur," dedi uyarıcı sesi. "Bakma."
"Bakmamam için tek bir sebep söyle."
"Ev boş değil." Gülmeye başladım ama o kaşlarını çattı. "Gerçekten, ama gerçekten, bak gerçekten çok zor sana karşı koymaya çalışmak. Artık eskisinden daha da zor. Bu yüzden öyle davetkâr bakmayarak işimi biraz, çok az, minicik kolaylaştırırsan memnun olurum."
"Az önce üzerime atlayıp beni öptün," dedim bir sır veriyor gibi kısık sesimle. "Sonra yüzümün dibine girdin ve sonra öylece bıraktın. Beni kafana göre bırakabileceğini sana kim söyledi? Ben istemediğim sürece ellerini üzerimden çekemezsin."
Gözlerimin içine kitlenmiş haldeyken dudakları yarı aralık kaldı ve sessizliği uzadı. En sonunda konuşmaya karar verdiğinde yüzünde keyifli bir gülümseme vardı. "Ben bu dünyada cenneti yaşıyorum."
Parmak uçlarımı ona doğru uzattığımda tırnaklarım göğsüne sürttü. "Öyle mi dersin?"
"Öyle derim."
"Geçti mi sinirin?"
"Sen beni öptüğünde geçmeyecek şey yok. Şimdi öpeceksin beni, değil mi? Çünkü bu bakışı biliyorum. Bu bakışı yine bu odanın içindeyken gördüm daha önce ben."
"Yarım saat bile uyumamış bir adama göre fazla uyanıksın."
"Sus da öp."
Biraz ona yanaştım. "Sakallarını uzatacak mısın?"
"Beni öp, Yağmur."
Bilerek yüzüne daha çok yaklaştım. "Eskiden sorularımı cevapsız bırakmazdın sen benim, yüz mü buldun ne?"
"Yağmuuur..."
"Biraz daha yalvar."
Beni resmen yatağa devirdi dudaklarını benimkileri bulurken. Eliyle çenemi destekleyip kendine doğru kaldırarak üzerime uzandı. Diğer elini tişörtümün içinden geçirip karnıma yasladığında iki elimi başının arkasında birleştirerek davetini kabul ettim.
Ve kapı dan diye açıldı.
Ve Arda "Abbooo!" diye bağırdı.
"Sus lan!" dedi Görkem üzerimden kalkmak yerine başını çevirip arkasına doğru bakarak. "Kapısız köyden mi geldin eşek?"
"Sen yatıp uyuyacağım demedin mi?" dedi Arda yüzüne kapattığı parmaklarının arasından bizi süzerken. "Senin odana girmedim işte, Asya için gelmiştim. Püü, kazayla bastım sizi yine."
"Evet," dedi Görkem huysuz huysuz. "Çık git şimdi."
"Sen bir değiştin he."
"Çok üstüne gitme," diye atladım muhabbete. Görkem'in omzuna doğru yaklaştırdım çenemi Arda'yı görüş açıma alabilmek için. "Biraz öfkeli kendisi."
"Aa, ne oldu?"
Anında dedikodu modunun açılmasıyla birlikte ben güldüm ama Görkem gülmedi. "Niye geldin sen?"
"Salonda toplanalım dedik. Kaya bilgisayar başında, ben de atıştırmalık bir şeyler hazırlamıştım. Asya'yı çağırmaya gelmiştim ama şimdi sanırım diğerlerini evden çıkartmaya gitmem daha mantıklı bir hareket olacak sizin için."
Bir Görkem'e bir de alayla sırıtan ona baktım. Bu aralar fazla keyfi yerindeydi. "Görkem uyumaya diye gelmişti aslında," diye açıklama ihtiyacı hissettim. "Çok az uyuyabildi ama."
"Olsun." Konuyu nereye getireceğimi anlamıştı. Sıra gördüğü kâbustan bahsetmeme gelmeden önce müdahale edip bir anda ayaklandı. Kenara bıraktığı tişörtünü aldı eline. "Gidelim içeri."
"Bilmiyordum ben," dedi Arda hâlâ sırıtırken. "Bilsem bölmezdim asla. Odanıza yalıtım falan yapmamı ister misiniz?"
"Susmanı isteriz," diyerek kalktım ben de yataktan. "Canın çektiyse git Eylül'e yapış, uzak dur bizden."
Görkem dişlerini göstererek bana dönüp güldüğünde Arda'nın ifadesinde bir değişiklik olmadı ama omuzlarını sanki yer çekimine doğru eriyormuş gibi sarkıtarak aptal aptal gülümsedi. "Hı." An itibariyle başka bir aleme geçmişti. "Öyle yapayım."
"Deli," dedi Görkem onu omzundan iterek odamdan çıkartırken. Sırtını gizlemek istediği için tişörtünü hızla üzerine geçirmişti. Bu durum belli etmemeye çalışsam da canımı sıkıyordu. Kalıcı bir takıntıya dönüşmesini istemiyordum. İstediği gibi rahat davranamıyordu yaraları yüzünden.
Terliklerimi ayağıma geçirip onları takip ettim. Birlikte salona girdiğimizde pastaneden alınmış bir kutu makaron ve büyük bir sürahinin içindeki portakal suyu karşıladı bizi. Can çok ciddi bir telefon görüşmesi yapıyor ve Kaya çok ciddi bir şekilde bilgisayar ekranına bakıyordu.
"Çok sıkıcılar," diye fısıldadı Arda bana. "Bu yüzden sana ihtiyacım vardı Portakal'ım benim."
Kaya başını birkaç saniyeliğine kaldırdı eğdiği yerden. Bana baktı, Görkem'e baktı, somurttu, önüne döndü. Can telefonunu kapatıp bize odaklandı.
"Ne durumdayız?" diye sordu Görkem cümlenin yarısında esneyerek.
Üçlü koltuğun en köşesine geçip oturdum ve elimi dizimin üzerine vurdum. "Ayakta durmaya halin yok, gel yat şuraya."
Sözümü emir saydığında bir saniye bile geçmeden kafası kucağımdaydı. Diğerleri de onun ne kadar yorgun olduğunu ve uzun bir süredir uykusuzluk çektiğini bildiği için bu halini yadırgamadılar. Elim sanki yeri orasıymış gibi saçlarının arasına karıştığında Analizcilerin bastırılan tebessümlerini çok net görebiliyordum.
"Ee," dedi Görkem ve bir kez daha esnedi. "Ne durumdayız?"
"Çok uykun varmış numarası kesme ya," dedi Arda sitemle. "Az önce bastım sizi."
"Ağzında da bakla ıslanmıyor," dedim gayet rahat bir tavırla.
"Bir çare bulmak lazım ama." İnatla beni utandırmayı deniyordu Arda. "Çatı katını falan yeniden dizayn mı etsek sizin için?"
"Eylül benim odama taşınsın, ben onun evinde kalayım. Nasıl fikir?"
"Kötü," dedi Can ve Kaya aynı anda. Sonra Kaya ekledi. "Otur oturduğun yerde artık. Sabahtan beri ha bire bir yerlere gittiğin durumlar yaratıyorsun."
"Gerçekten," dedi Can da. "Dur artık."
"Şaka yapıyordum."
"Yapma," dedi bu kez dördü aynı anda.
Gözlerim bu senkronizasyon karşısında hayretle açıldı. "Tamam."
"Eee," dedi Görkem daha baskın bir sesle. "Ne durumdayız?" Gözleri kapalıydı bunu sorarken.
"Kaya Lir'den puan sıralamasında en düşük kişileri tespit etti. Birilerinin ölmesi gerektiğini söylemişti Ros, muhtemelen içlerinden biri olmasını planlıyorlardır. Çağdaş Hoca'dan üstü kapalı şekilde destek istedim. Onları bir intihar manipülasyonuna karşı uyarmamız gerekiyor."
"Ros 24 saat içinde birisini öldürme planı yaptıklarını bildirdi en son," diye hatırlattı Kaya gözlerini aynı yerden ayırmadan. "Yüksek bir binanın altında kanlar içinde uzanan birini bulmak istemiyorsak elimizi çabuk tutmalıyız."
"Ne düşündün Can?"
"Acil bir şeyler yapmam gerekiyor, hepsiyle bir şekilde konuşmalıyım. Son sıradan başlamayı düşündüm ama bu kesin bir çözüm olmayabilir, vaktinde içlerinden birine yetişemeyebilirim."
"Nezarethanede muhafaza altına alalım hepsini, 24 saat tutarız." Görkem'in gözleri hâlâ kapalıydı, neredeyse mırıldanır gibi konuşuyordu ama konudan da geri kalmıyordu.
"Hassiktir lan," dedi Arda. "Çok mantıklı."
"Hepsinin evine tek tek gitmeyi düşünüyordum," dedi Can da rahatlamış bir ifade yerleşirken yüzüne. "Hepsini çöplüğüme toplamak gelmedi aklıma."
"Savcıyla konuşmanız gerecek," dedim. "İşleri zaten uzatacaktır on saat. Şimdiden izni halletmeye çalışmalıyız."
"Ben gideyim, zaten sinirliyim bugün. Deşarj olurum."
"Gözünü açamıyorsun salak."
"Bu iş bende," dedi Can. "Gidip halledeyim, Kaya adres listesiyle uğraşıyordu az önce. Aldırırız evlerinden hepsini, Necip Amir yardımcı olur."
"Tek gitme," diyen Kaya'ydı. "Arda da seninle gelsin."
Can normalde uzatır, itiraz eder ve Kaya'nın burnundan getirirdi ama beni şaşırtarak başını salladı. Arda da makaronlardan birini ağzına tıkıp meyve suyundan da koca bir yudum alarak ayağa kalktı. "İki keyif yaptırmıyorsunuz insana."
"Sen yaptın keyfini," diye takıldı Kaya ona. Sırtı kanepeye değmesin diye yüzü diğerlerine dönük şekilde dizimde yatan Görkem de güldü.
Ortamı bölen, yine bir telefonun çalmasıydı. Masanın üzerinde ekranın ışığı yanan telefon Görkem'e aitti, o gözünü bile açmadı ama arayan ismi görür görmez Can ve Arda geri otururken Kaya doğrudan uzanıp bir saniyeden kısa bir sürede kulağına götürdü. "Efendim Arif amca?"
Görkem'in gözleri korkuyla sonuna kadar açılırken neredeyse yerinden fırladı. "Ne olmuş?" dedi hızlıca. "Bir şey mi olmuş, ne olmuş? Birileri mi bulmuş onları?"
Kaya sakin olmasını söyler gibi avuç içi bize bakacak şekilde elini kaldırıp Görkem'e baktı. "İyiyim, teşekkür ederim. Sen nasılsın?"
Sıradan bir konuşma olduğunu fark eden Görkem'in göğsü aynı az önce kâbustan uyandığında olduğu gibi sıkıştı ve bu sefer çareyi başını yeniden dizime yaslamakta buldu. Elimi tuttu, üzerini öptü ve onu sakinleştirmemi rica eder gibi saçlarının üzerine bıraktı.
"İyi miymiş?" diye sordu Can aynı merakla. "Sıkıntı yok değil mi?"
Kaya'nın oldukça sakin görünen yüzü bizim de rahatlamamızı sağladı. Dudaklarında bir gülümseme belirerek karşıdaki adamın konuşmasını dinledi. "Yok, ne ihtiyacım olacak? Teşekkür ederim Arif amca, çok sağ ol sorduğun için. Telefon bana yakındı da ondan ben açtım. Evet, sorun yok. Görkem'e vereyim mi?" Bir kaşını havaya kaldırdı. "Asya'ya mı vereyim?"
Karşıdan onay gelmiş olacak ki Kaya elindeki telefonu bana doğru uzatırken, "Sanaymış," dedi sadece.
Şok içinde bir eline bir de ona baktım. Sonra Görkem'e çevirdim başımı haberi var mı diye. Sakin bir gülümseme vardı yüzünde, gözlerini yine kapatmıştı. Bu kez korku halinden sıyrılıp kendine gelmesi daha kısa sürmüştü.
"Asya?"
"Buyurun Arif Bey," dedim başka ne diyebileceğimi bilmeden.
"Kusura bakma, rahatsız ettim ama nasıl olduğunu öğreneyim istedim güzel kızım. Bir şeyler geldi kulağıma, iyi misin şimdi?"
Kulağına giden, benim ölümden dönmüş olmamdı ve Arif Ahmet Duman'ın sesi öyle içtendi ki iyi olup olmadığıma bu dünyadaki her şeyden daha fazla önem verdiğini hissettim o anda.
"İyiyim." Kekeleyecek gibi olduğumu fark ettiğimde omuzlarımı dikleştirerek toparladım kendimi. "Teşekkür ederim, iyiyim ben. Bana bir şey olmadı."
"Acını boğma güzel kızım," dedi Arif Ahmet Duman. Onun her bir kelimesinde gözlerim doldu. Sesi beni bir girdabın içine çekince Analizcilerin de beni pürdikkat izliyor oldukları çıktı aklımdan. "Benim oğlum öyle kolay korkmaz, anlatmadı her şeyi ama adını anarken bile gördüm ben seni kaybetmekten nasıl korktuğunu. O bu hale geldiyse sen kim bilir ne haldesindir."
"Gerçekten iyiyim Arif Bey." Sesim zar zor çıkıyordu. Yüzüme beni yalnızca bir kez görmüş bir adamın ne kadar umurunda olduğumun şoku asılmıştı ve dakikalardır uykuya direnen Görkem sırf yüz ifademi görebilmek için gözlerini açmıştı kucağımda. "Benim için endişelenmeyin. Yara da almadım zaten. Sağlığım yerinde."
Saçmalıyordum. Nefes almadan cevap vermeye uğraşıyor, ne diyeceğimi asla bilemiyordum.
"Gözümle görsem ya keşke," dedi bu defa telefonun ucundaki ses. "Ben benim iki numaraya da söyledim ama seni bizzat da davet edeyim istedim. Aslında ne zaman uygun olduğunuzu bilsem biz gelir görürdük sizi. Neyse, sen düşünme burasını. Biz benimkiyle konuşur ayarlarız."
"Tabii," dedim telaşla. Lacivert iplilerin hepsinin yüzünde aynı tebessümü gördüm. Başta alay ettiklerini sanırdınız ama aslında onların hepsi çok keyifli gülümsemelerdi. "Tabii, ayarlayalım. Zahmet etmeyin buraya kadar. Ben gelirim. Şey, biz geliriz. Hepimiz geliriz. Hepimizi mi davet ediyorsunuz?"
Dilim dolaştığında yüzümü buruşturdum. Arda kenarda kıkırdadığında ise çatık kaşlarım bir ok misali yüzüne saplandı. Bu sırada başı kucağımda olan adam da sesli gülmeye başladı ve onun da alnına vurdum şap diye.
"Hepinizin yeri başımın üstü."
Görkem'in bu kadar güçlü olmasının nedenini şimdi daha iyi anlıyordum. Attığı her adımında arkasında dağ gibi duran bir adam varken onun sırtı yere gelmezdi.
"Diğerlerini de özledim çok. Ne zaman isterlerse toplanıp gelin ama ben özellikle senden bahsediyorum." Utandım, belki kızardım, belki ateşim üç katına çıktı bir anda. "Asya," dedi o sıcacık ses, ciddi bir şekilde. "Diğerleri zaten biliyor, seninle pek denk düşemedik ama benim kapım sonuna kadar açıktır size."
"Çok sağ olun."
"Kızım," dediğinde kalbimi sımsıcak bir el sardı sanki. Mavi gözlü adamların elleri, tıpkı bir ağacın yeraltına uzanan kökleri gibi kalbimin etrafına dolanarak hayat damarlarımı sağlamlaştırıyordu. "Sen de beni bir baban say."
Öyle afalladım ki gözlerim tek bir noktaya sabitken kendimi ağlamamak için dişlerimi sıkarken buldum. "Ve bunun oğlumla bir ilgisi yok," diye devam etti. "O seni üzmüş, sen ona seni evsiz bıraktığını söylemişsin. Güzelim benim, öyle şey olur mu? Bütün kapılar yüzüne çarpsa bile ben kırmızı halı sererim önüne senin."
Dudaklarım titremeye başladığında telefonu hâlâ kulağıma yaslıyor oluşuma şaşırıyordum. İçimdeki küçük kız çocuğu saklandığı yerden başını çıkarmıştı onun sesiyle birlikte. Arif Ahmet Duman güvenli bölgeydi ve o kız çocuğu bu güveni her hücresiyle hissetmişti.
"Çok teşekkür ederim Arif Bey, sözleriniz çok kıymetli benim için." Sesim titrek çıkıyordu ve bunu ne diğerlerinden ne de Görkem'in babasından gizlemeye çabalamıyordum bile. "Ne diyeceğimi bilemedim. İyi ki varsınız, sağ olun."
"Hep buradayım," dedi Görkem'in gölgesinde yetiştiği o adam. Kulağımda Görkem'in sürekli bana buradayım deyişleri çınladığında parmaklarım bu kez destek almak isteyerek onun saçlarına tutundu. "Seviyormuşsunuz birbirinizi, çok sevindim. Sana sahip çıksın diye onu bol bol tembihledim, sana da bol bol dua ettim. Olur ya kızım, yine yapar benimkisi bir eşeklik, hiç çekinme lütfen. Söyle bana çekivereyim onun kepçe kulağını ben anında. Beni yanlış anlama, seni yetiştiren babaya saygısızlık yapmayı asla istemem ama sen de istersen bir baban da ben olayım senin."
"Çok incesiniz..." İlk defa dilim biriyle konuşurken bu kadar tutuluyordu. "Gerçekten ağlatacaksınız beni."
"Ben bir kız çocuğunun kimsesiz hissetmesinin neye benzediğini bilirim, Asya." Görkem'in bana anlattığı hikâyeyi hatırladım. Annesi okumayı çok istiyordu fakat bu imkan ona sunulmamıştı. Yaşı gencecikken evlenmişti babasıyla sırf hayallerinin peşinden koşabilmek için. "Bir kız çocuğu arkasına bakıp da kimseyi göremediğinde ne hisseder bilirim. Çok geçti gönlümden ama hiç kızım olmadı benim. Beni bir kız çocuğu büyüttü, sonra biz onunla iki çocuk büyüttük. Şimdi ben Bige'mi de seni de evladım diye bağrıma basarım, öz evlatlarımdan ayırırsam da namerdim. Ben nefes aldığım müddetçe hepinizin arkasında dururum babacığım, sen de bil istedim."
Eğer bu bir telefon konuşması olmasaydı gözyaşlarımı esirgemeden Arif Ahmet Duman'ın boynuna kollarımı sarar ve başımı göğsüne yaslardım. Hayır, aslında sarılmaktan hoşlanmazdım ve hayır, başkalarının yanında ağlamaktan da nefret ederdim ama onun kalbinden yayılan sıcaklık hepsinin önüne geçerdi. Hislerimi yumuşatır, beni rahatlatır, bana derin nefes aldırırdı.
"Biz burada beş kişiyiz şu an," dedim ona. "Beşimizin de nasıl gülümsediğini görseniz... Diğer evlatlarınız sizi duymuyor ama gözlerindeki gurur ve güven öyle belirgin ki. Önce kendim adına, sonra hepimiz adına bir kez daha teşekkür edeyim. Yalnızca kendi çocuklarınızı değil, elinizin değdiği her çocuğu yeşertmişsiniz Arif Bey. Size çok saygı duyuyorum, asıl siz beni kızınız sayın. Ben söylediklerinizi duymaya ihtiyacım olduğunu bile bilmiyordum, desteğiniz çok kıymetli benim için."
"Benim oğlan nasıl seni kendine bağlamış çok merak ettim bak," dedi sesindeki alayla birlikte. "Hepsini detaylı anlatırsın görüştüğümüzde değil mi?"
"Tabii," dedim. "Ne öğrenmek isterseniz. Hatta Görkem'i evde bırakıp tek de gelebilirim dilerseniz. Onu çekiştiririz birlikte."
"Aa, mutlaka. Bige'yle Müge'mi de alalım. Ben size yemek de yaparım. Izgara sever misin?"
"Severim."
"Anlaştık o zaman. Ee, siz ne zaman çocuk-"
"Aa, Arif amcacığım tünele girdik bir anda."
"Amcan oldum yani. İyi iyi. İstediğin zaman baba diye-"
"Aa hiç gelmiyor sesiniz." Kıkır kıkır gülüyordum. "Asla anlayamıyorum ne dediğinizi."
Görkem'in babası kahkaha atıyordu. "Nikah tarihi-"
"Ay şarjı bitiyor Görkem'in. Görüşmek üzere."
"Görüşürüz," dedi o da ve telefonu kapattığında gülümsemem kulaklarıma ulaşıyordu.
"Arif Ahmet Duman ona bayıldı." Arda Can'ı dürttü. "Çok yakın zamanda evlendirir bunları. Söylemedi demeyin."
"Yağmur'a herkes bayılır," dedi Görkem. Yüzünde kocaman bir gülümseme vardı.
"Bu arada," dedi Kaya gözleri hâlâ bilgisayar ekranındayken dümdüz bir sesle. "Nikah şahitlerinden biri ben olacağım, hiç heveslenmeyin."
Arda ona dil çıkarırken Can da yüzünü buruşturarak dalga geçti. Kimse onu ciddiye almıyor gibi davranıyordu ama olası bir nikahta gerçekten Görkem'in şahidinin ondan başkası olmayacağını hepimiz biliyorduk. Niye nikah kıydığımızı bilmiyordum ama.
Buna takılmak yerine elimdeki telefonu masaya bırakmak için kilit tuşuna bastım. Saate bakmak içinse yeniden bastım ama gördüğüm duvar kağıdı beni duraksattı.
İkimizin fotoğrafıydı.
Başım Görkem'in göğsündeydi, onun çenesi benim saçlarımın arasındaydı. Açıya ikimizin de yüzleri pek girmiyordu ama benim saçlarım fotoğrafın yarısından fazlasını kaplıyordu. Böyle bir fotoğrafımızın olduğunu yeni öğreniyordum.
Telefonu masaya bıraktığımda yeniden Görkem'in saçlarıyla oynamaya geri döndüm. Bu sırada kocaman sırıtıyordum.
Yaklaşık otuz dakika kadar pozisyonumu hiç bozmadan orada öylece oturdum. Arda ve Can yanımızdan gittiler. Salonda yalnızca Kaya'nın klavyesinin sesleri ve Görkem'in derinleşen nefesleri duyuluyordu. Ben ise hâlâ yaptığım telefon konuşmasının etkisindeydim, kendimi sürekli gülümserken buluyordum.
"Bacağını göçertti koca kafasıyla," dedi Kaya dakikalardır süren sessizliğimizi bu şekilde bozarak. Kocaman gülümsedim yine. Yanak kaslarım sızlıyordu artık.
Elimin o uykuya dalmış olmasına rağmen saçlarıyla oynamaya devam etmesi beni de şaşırttı. Otomatik bir hareketti sanki bu, farkında bile değildim ama yüzündeki ifadeye bakılacak olursa uzun zaman sonra ilk huzurlu uykusuydu bu. "Göçertsin," dedim. "Bu aralar gözünü bile kırpmıyordu doğru düzgün."
"Çok yorgun," dedi benimle göz teması kurmaya başladığında.
"Çok yorgun." İçimden bir şeyler kopup gitti sanki. Bir anda yine göğsüme kadar ağlama hissiyle dolduğumu hissettim. "Canı çok acıyor."
"Biliyorum." Biliyor gibi değil, acısını hissediyor gibi çıkmıştı sesi. "Ve bunu yaşamasında uzaktan yakından payı olan herkesin içinden geçmek istiyorum."
"Yapacağız."
"Bunu da biliyorum." Gülümsedi. "Şu eşeğin üzerini örtüp paketlesek, birer kahve yapar mısın bize?"
Uyanmaz mı diye soracaktım ama Kaya böyle bir fikir ortaya attığına göre uyanmayacağını biliyor olmalıydı. Ayrıca bana bunu teklif ediyorsa altından bir şey çıkacağı da kesindi. Sorgular bakışlarımın altında ezilince, "Gözlerim ağrıdı," diye bir açıklama attı ortaya. "Ben dinlenmeyi hak etmiyor muyum?"
Yaptığı duygu sömürüsüne yüzümü buruşturarak karşılık verdim ve hak etmiyorsun der gibi huysuz huysuz kafamı iki yana salladım. O da uzanıp parmak uçlarıyla başıma vurdu. "Bir tane de yastık getir hazır kalkmışken," dedim arkasından.
"Emredersin."
"Emrederim tabii, marş marş."
Bana düz düz baktı ama yürümeye başladığında sarsılan omuzlarından güldüğünü anlamıştım. Kısa süre içinde kolunun altına sıkıştırdığı yastık ve elinde tuttuğu pikeyle yanımıza döndü.
Görkem'in sırtı koltuğa doğru dönüktü, yan yatıyordu. Uykusunda bile sırtını gizliyor ve koruyordu. Elimi ensesinin altına yerleştirip başını dizlerimden hafifçe yukarı kaldırdığımda kıpırdanmadı bile. Ayak seslerime dahi gözünü açabilecek kapasitedeki o adam, nihayet derin bir uykunun içindeydi.
Üzerini Kaya örterken ben başını yavaşça yastığa bıraktım. Ardından Kaya'ya mutfağa geçmesini söyledim. Yanından kalkmadan önce Görkem'in alnıyla saçlarını birleştiren çizgiye dudaklarımı bastırdım. "Mutfağa geçiyorum," dedim uyuduğunu bilsem de bir açıklama yapmadan yanından ayrılmak istemediğim için. "Geri geleceğim."
Doğrulup sessiz adımlarla terk ettim salonu. Kaya köşedeki sandalyeye sinmiş, masanın üzerinde birleştirdiği kollarına çenesini yaslamış beni bekliyordu uslu bir çocuk gibi. "Vanessa'dan istiyorsun değil mi?" diye sordum. "Bu yüzden benim yapmamı söyledin. Makineye dokunmamak için."
"Senin için anlamının farkındayım."
"İstediğin zaman kullanabilirsin ki," dedim hemen. "Benim olan her şey sizindir Kaya. Görkem hariç."
Bunu beklemediğinden koca bir kahkaha attı ve desibeli yükselince dudaklarını birbirine bastırarak sessiz olmaya çalıştı. "İğrenç oldunuz siz ya. Vıcık vıcık. Bir de sürekli berabersiniz, korkunç."
"Köpek gibi kıskanıyorsun."
"Hiç de bile. Kim demiş?"
"Ben."
"Tamam madem. Sen dediysen olay kapanmıştır."
Saçımı savurduktan sonra elimdeki kahve paketiyle birlikte arkamı döndüm ve filtreyi yerine yerleştirip makineyi eski bir alışkanlıktan kalma otomatik hareketlerle kullanıma hazır hale getirip tuşa bastım. "Asya," dediğinde sesinde pek sık rastlamadığım türden bir tını vardı. "İyi misin?"
"Neden bunu soruyorsun?" Sırtım hâlâ ona dönüktü, gözlerimi görmediği için memnundum. "Sabahki olaylar yüzündense-"
"Merak ettim sadece. Biraz... Dokundu bana sanırım. Arif amcayla konuşman yani."
"Anlamadım."
"Bak," dedi sesini yumuşatarak. Yüzümü ona çevirip tezgaha yaslandım. "O adam bana da kol kanat gerdi, bana da babammış gibi hissettirdi ama benim zaten kimsem yoktu. Senin bir ailen var. Uzaktalar ama varlar ve sen onunla konuşurken sanki kendini biraz şey hissettin gibi... Yani. Şey işte." Kaşlarını çattı. "Bu işleri gram beceremiyorum amına koyayım ya. Keşke Can'ı cebimde taşımam mümkün olsa."
Kendi kendine ettiği siteme bile takılamadım o an. "Kaya," derken buldum kendimi. Sesim bir çocuk gibi çıktı. "Seni çok sevdiğimi biliyorsun değil mi?"
Afalladı. Gözlerini kıstı, sonra açtı. Ne demesi gerektiğini bilemedi.
"Hiç söylememiş olabilirim." Hafızamı yokladım. Onunla didişmelerimiz bir bir önümden geçmeye başladı. Bizim sevgi dilimiz buydu. "Böyle cümlelerin ne kadar önemli olduğunu bilirim aslında. Sürekli ölümle burun burunayız biz, en çok da bu yüzden fırsat varken dile getirilmeli hisler. Bilemiyorsun ki yarın ne olacağını. Gözümü hiç bilmediğim bir yerde açtım, yanımda sen vardın. İkimizin de eli kolu bağlıydı, üstelik sen zehirlenmiştin ama beni düşündün ilk. Sen beni birden çok kez kurtardın o gün."
"O günden bahsetmesek daha güzel olur gibi," dedi ve bunu da beni düşündüğü için yaptı. "Ayrıca tabii ki seni düşüneceğim. Bana bir teşekkür borçlu değilsin."
"Öyleyim." Kahvelerimizi bardaklara döktükten sonra ona en yakın olan sandalyeye geçip oturdum. Önünde kendimi çok şeffaf hissediyordum. "En azından seni gerçekten çok sevdiğimi bir kez olsun söylemeliyim."
Yine ne tepki vereceğini bilemedi. En son "Ne alaka şimdi?" dedi bir kez daha sitem ederek. "Ben baban nasıl biriydi kısmına gelemedim konunun. Arif amcayla konuşurken öyle gözlerinin dolması sinirimi bozdu. Senin tüm imkanların vardı, benim hiç kimsem yoktu ama aynı sevginin yokluğunu çekerek büyümüşüz. Buydu konuşmak istediğim mevzu. Belki anlatırsan biraz rahatlarsın diye."
"Annemi de babamı da çok severim ben," dedim onları ne kadar özlediğimi uzun zaman sonra fark ederek. "Onlar da severler beni. Sadece hayatlarımız aynı çizgide ilerlemiyor işte. Araya mesafeler girince neler yaşandığını az çok biliyor gibisin Kaya. Üstelik hayal edilen hayatı yaşamamak ne demek bunu da biliyorsun. Tek fark, onların benim için istediği yol yerine kendi yolumu çizmem oldu bizim tarafta. Hiç de pişman olmadım. Bilmiyorum farkında mısınız ama mesleğime çok aşığım ben. Zamanında bu konumlara gelebilmek için ne kadar çabaladığımı bir görseydin... Mete beni yanına alıp görevlere götürdüğünde içim kıpır kıpır olurdu heyecandan." Beni sessizce dinleyen Kaya kahvesinden bir yudum aldığında gözlerimi kırpıştırdım. "Çok konuştum."
"Görkem gibi konuştun," dedi karşılık olarak küçük bir tebessüm eşliğinde. "Hızın, nefes bile almayışın, düşüncelerinin akışına yetişemeyişin... Bir yerlerden aşinayım buna ben."
Farkına varmadığım gerçeklik serildi önüme. Haklıydı. Ona benziyordum. "Doğru. Sorduğuna soracağına pişman oldun değil mi?"
"Aksine, benimle böyle konuşabilecek aşamaya gelmeni seviyorum." Yine cümleleri toparlayamadığı için kısa bir es verdi. "Duvarlarını kırdım sanırım."
"Kırmak mı? Parçaladın bile çoktan."
"Güzel."
"Bu bizim on dakikalarımızdan biri mi?" diye sordum. "Sanki öyle oldu yine. Bu sefer bakışarak anlaştık ama."
"Çoğu zaman bir bakışın her şeye yettiğini düşünüyorum."
Ona Necip Amir'e kafa tutarken destek bekleyerek kafamı çevirişim geldi aklıma. O da aynı saniyeyi düşünerek söylemiş olmalıydı. Sanki neyi kastettiğini anlayıp anlamadığımı ölçüyordu bu sözleriyle. Sanki diyordu ki, senin için her şeyi yapabileceğimi sana anlatmaya çalışıyordum.
"Ee," dedim. "Sen nasılsın bu aralar? Gerçekten soruyorum. Gözlerin kızardı çalışmaktan. On dakikamızı yirmi yapsak kimseye hesap vermemiz gerekmez bence."
"Bir süredir iyiyim aslında." Doğruyu söylediğini biliyordum ama kafası karışık göründü gözüme. "Bazı şeyleri yoluna koyabilirsem daha iyi olacağım."
"Bu aralar üzerinde çok fazla yük var." Kurduğum cümle onu şaşırttı. "Niye öyle bakıyorsun? Çok fazla sorumluluk alman gerekti, özellikle Görkem henüz tam olarak toparlanamadığı için her şeye sen yetişmeye çalışıyorsun. Fark etmiyor muyum sanıyordun?"
"Gözünden hiçbir şey kaçmıyor ama ben yük demem buna. Ailem için çabalamak yük olmaz bana."
"Kendimi gerçekten o ailenin bir parçası gibi hissediyorum biliyor musun?" Heyecanlı sesimle birlikte dudaklarına bir gülümseme yerleşti. "Sabah söylediklerimde ciddiydim. Artık bu eve benim evim diyebiliyorum, sizin aranızdaki yerimi sabitlediğimin farkındayım. Bu hissi bence sen de yaşadın daha önce. Bir yere ait olduğunu bilmek dünyanın en güzel şeyi."
"Bir yere," dedi dalıp gitmiş gibi. "Bir kişiye bazen..."
"Bahar?"
"Bahar." Sıkıntılı bir nefes çekti içine. "Bir zamanlar hayal kuramıyordum Asya. Çok uzun bir süre hayatımda güzel şeylerin olacağına hiç inanmadım. O beni inandırmaya çalışırken bile inanmadım hatta." Tanıdıktı. Birbirimize fazla benziyorduk. "Ama hiç hayal kurmadığını iddia eden bir insan nasıl bu kadar hayal kırıklığına uğrayabilir bilmiyorum."
"Onunla birlikte geçiremediğin yıllar için bunu söylüyorsun değil mi?"
Başını yalnızca bir kez beni onaylar gibi salladı. "Ben küçücük yaşımla birçok şeye kafa tuttum ama belki de konu o olduğunda korkak davrandım. Yeterince onun için savaşmadım belki, üstelik tek istediğim oydu. Bilmiyorum, zamanında bazı şeyleri batırdım. O yürütmeyi denemek istedi, ben kabuğuma çekilmeyi seçtim. Derler ya köprünün altından çok sular aktı diye, öyleydik ikimiz ama hiç de yıkılmadı o köprü. Bir şekilde bağlı kaldık. Bu yüzden şimdi ne yapacağımı çok bilemiyorum. Çuvallıyor gibiyim. Al işte, şimdi de ben çok konuşuyorum."
"Hiç sıkıntı değil." Güven vermek ister gibi gülümsedim. "Bir sayaç başlattık, unuttun mu? Konuşmamız bittiği an hiçbir şey yaşanmamış gibi davranırız. Kafana takılanlar, içine dert olanlar var belli ki. Birine anlatmak istiyorsun."
"Birine değil, sana anlatmak istiyorum." Gözlerimin içine baktı. "Anlayacağını biliyorum çünkü. İfade edemediklerimi bile hissedeceğini biliyorum ama bunların da ötesinde, kendimden çok sana güveniyorum ben Asya. Sana oturup içimi döksem sen içimi saklar gömer, kimsenin görmesine izin vermezsin. Bundan eminim."
Hissettiğim sıcaklığa aşinaydım. Küçük bir ofisin içinde hep ısıtırdı içimi bu his. Gözlerim dolduğunda Kaya kaşlarını çatarak elime dokundu. "Sulu göz oldun başıma iyice," diye çemkirdi yüzüme ama o an ortama çöken ağırlık öyle yoğundu ki ton değişiminden neredeyse sesinin titreyecek olduğunu anladım. "Sen ağlama diye yapabileceklerimin o kadar sınırı yok ki. O çirkin suratın daha da çirkin oluyor zırladığın zaman. Anlıyorum ben Görkem'in neden ismini verdiğini, ben olsam ben de yapardım aynısını senin için. Bir saniye düşünmezdim hem de."
"Gerçekten çok seviyorum seni." Ne sesimin titremesine ne de daha çok dolan gözlerime engel olabildim. "Sen benim abim gibisin Kaya."
"Bir kardeşim olsaydı hayatımın nasıl olacağını düşünürdüm hep." Geçmişe dalan gözlerini bir kez daha bana çevirdi. Eli ilk defa elimi sımsıkı kavradı. "Seninle büyümeyi çok isterdim," diye itiraf etti sonra. "Bir kız kardeşim olsaydı sana benzerdi demeyeceğim, bir kız kardeşim var ve o sensin Asya."
Önce bir baba tarafından sevgiye boğulmuştum bir telefon konuşması esnasında, şimdiyse bir abi tarafından nasıl sevildiğimi görüyordum.
"Senden bunları duymayı beklemiyordum."
"Fırsat varken hislerin dile getirilmesi gerektiğini söylediğin ana kadar ben de bunları söyleyeceğimi düşünmüyordum," dedi karşılığında. "Ama haklısın. Biz bir kıyametten sağ çıktık birlikte. Duymalısın, bilmelisin, aileden hissetmeye başladım da ne demek? Aile sensin Asya. Dön bak bize. Çocuklara bak. Sadece birkaç gün yoktun aramızda, tadı tuzu da yoktu evin. İçimizden tek kelime etmek bile gelmedi sen dönene kadar. En sonunda yeter diyen bendim. Doğru söylüyorsun sen. Zorla gelmedin buraya, biz getirdik seni. Yine getiririz, hep getireceğiz. Bu çatı beş kişilik ve sen olmadığında her şey eksik."
"Teşekkür ederim." Eğer hayat, salya sümük ağlamamı istiyorsa hedefine ulaşmak üzereydi. "Bugün sizden duyduklarımın yeri gerçekten bende çok ayrı."
"Sana söylemiştim," dedi. "Analizcilere bir şans verirsen hayatın düzelecek demiştim. Kendimden biliyorum demiştim. Haksız mıymışım?"
"Değilmişsin."
"Değildim tabi zilli, ne zaman gördün haksız olduğumu benim?" Koluna sertçe vurduğumda gülüp bana doğru sokuldu ve bir anda başını sol omzuma yatırdı. "Yemin ederim diğerlerinin yanında da Kaya benim abim demezsen kafanı kopartırım senin."
"Hayatta demeyeceğim," dedim omzumu silkerek. Başı hoplayıp yeniden sol omzuma yerleştiğinde o da benim sinirimi bozma çabasıyla parmağıyla belimi dürttü birkaç kez. "Konuştuktan sonra her şey aramızda kalsın istiyordun ya hani?"
"Aynı şey değil." Yüzünü göremesem de somurttuğunu hissettim. "Abin gibi olduğumu bütün dünya bilmeli."
"Nedenmiş?"
"Çok konuşma, haklıyım."
"Niye haklıymışsın?"
"Çünkü ben senin abinim."
O hâlâ sol omzuma yaslanırken ben gülmeye başladım.
Bir anda ürperdi içim. Sonra ısındı. Karanlık bulutların arasından bile Güneş ışıkları saçılmaya başladı çünkü uzun zaman sonra duydum sesini. Uzun zaman sonra hafızama kazılı olan ses tonu tarafından bir cümle işlendi zihnimin köşesine ve kalbim, bir zamanlar yaşadığım hislere benzer bir his tarafından sarmalandı.
O senin yanında olduğu sürece benim gözüm hiç arkada kalmayacak Yağmur.
•⚓•
Ben deli dehşet kaostan zevk alan biriyim ama Analizin aile sıcaklığı dolu bölümlerine kalbimi kaptırmış durumdayım.
Duydunuz mu? Kaya Asya'nın abisiymiş.
Artık dağ gibi bir Arif Ahmet Duman da var onun arkasında, Asya'nın sırtı yere gelmez :')
Yaşanan enkazın izleri evin her köşesine sinmiş durumda. Bir çöküş bir anda atlatılmaz. Aşama aşama ilerlememiz, üstümüzdeki kara bulutları aşmaya çalışmamız bu yüzden. Fırtına öncesi sessizlik gibi düşünülebilir bu, her iki taraf için de.
Yeniden görüşene dek hoşça kalın diyor ve gidiyorum. Siz de tam bu noktada geleneğimiz olduğu için bir kere gülümsüyorsunuz :)
Instagram'da azraizguner ve analizbyizguner hesaplarından Analiz hakkındaki gelişmeleri takip edebilirsiniz. Bölüm zamanlarını da Wattpad profilimden duyurmaya devam ediyor olacağım.
Teşekkürler ve iyi günler!
🔵🤝🔵
Yorumlar
Yorum Gönder