39. "Sıfır Noktası"

Bölüm Şarkıları:

13. Vagon, Hep Yarım Kaldım
Vega, Elimde Değil
Anıl Emre Daldal, Dediğim Gibi
Adamlar, Acının İlacı
Canozan & Deniz Tekin, Aşkın Bu Sarhoşluğu
Xxxtentacion, Revenge
NF, Why

💊

Hayatının bir döneminde yalnızlığı tatmış her insanın elini gökyüzü tutar.
Çünkü mabet denilen şey bazen yağmurlardır, bazen yıldızlar.

•⚓•

Rehberinde ölen birine ait telefon numarası bulunan insanlar, hâlâ hayatta olan birini arayıp da ulaşamadıklarında kalbi duracak aşamaya gelirler.

Bilirler ki ölüm uzakta değildir. Bilirler ki ölümün sıcak nefesi her daim enselerindedir. Birini bir kez kaybeden kişi herkesi her seferinde kaybedeceğini sanır.

Dakikalardır aynı pozisyonda otururken bir Can'ın bir de Mete'nin yüzünü düşünüyorum. Mete'yle en son ne konuştuğumu, son cümlemin ve onunkinin hangisi olduğunu biliyorum ama Can'la aramızda geçen son diyaloğu hatırlayamıyorum. İşte bu yüzden, ona bir şey olmuş olamaz.

Her şey gece yarısı Arda'nın susadığı için mutfağa gitmesiyle başladı. Uyku sersemi olduğundan başta fark edememişti ama odasına geri döndüğünde yanındaki yatağın boş olduğunu görüp evin altını üstüne getirmişti. Başım bir anda yatağa düştüğünde uyanmıştım çünkü göğsünde uyuduğum Görkem panikle ayağa kalmıştı. Odasının kapısına dayanan Arda'yla bir şeyler konuşuyordu.

"Bana bir şey söylemedi," dedi Arda. "Bir görev mi verdin ona? Benim neden haberim yok?"

"Hayır," dedi Görkem. "Bana da bir şey söylemedi."

Ve sonra Kaya'nın sesini duydum. "Bana bir haltlar yiyeceğim demişti."

Gözlerini kırpıştırarak uykuyu üzerinden atmaya çalışan ben, korkusundan kendine gelemeyen Arda ve şokun izleri yüzünün her köşesine dağılmış olan Görkem aynı anda ağzımızı açtık. "Ne?"

Kaya da yeni uyanmıştı. Yanağından çenesine doğru inen bir yastık izi vardı yüzünde. "Bir bok yiyeceğini hissetmiştim ama bu gece olduğunu bilmiyordum. Arda'nın sesini duyunca saate bakmak için telefonumu kontrol ettim. Son bir buçuk saattir her on beş dakikada bir mesaj atmış."

Görkem tekrar, "Ne?" dedi ama sesi bu kez öyle gürdü ki beklemediğimden dolayı irkildim.

"Sakin ol." Sanki o hiç korkmuyordu. "Yanına telefonunu aldıysa onu istediğim zaman bulacağımı biliyordur. Her ne yapıyorsa aptalca değil, kendince önlem almış. Güvenelim ona, tamam mı?"

"Bu aralar en çok Can'a güvenmiyorum." Arda'nın sesi sertti ve kafayı yemek üzere gibi duruyordu. "Geri döndüğünde ağzına sıçacağım onun."

"Sana bırakmayacağım," dedi Görkem kararlı bir sesle. Kendini sakinleştirmeyi deniyordu. Hepimizden çok daha çabuk sıyrılmıştı uyku sersemliğinden. Çenesini kaldırıp boynunu kaşıdı. Ardından bizi de peşine takarak salona doğru yürümeye başladı. Sehpanın üzerinde duran dizüstü bilgisayarı da hemen açtı. "Bul konumunu."

"Yanına mı gideceğiz?" diye sordum içimde büyük bir panik yükselirken. "Arabaya geçelim, Kaya yoldayken bunu yapabilir."

"Yanına gidersem onu öldürürüm." Görkem sinirle parmaklarını saçlarının arasından geçirdikten sonra sert bir nefes verdi. "Ne zaman yazmış en son? Dakikasıyla birlikte söyle."

"4.15," dedi Kaya. "23 geçiyor şu an."

"Ne yazıyor?"

"İlk mesajında iyi olduğunu, sürekli bildireceğini ve benim anlayacağımı yazmış. Sonraki beşi birer kelimelik."

"İyiyim mi yazmış? Nasıl emin olacağız ki Kaya? Başka birisi de yazıyor olabilir."

"Can'ı hafife alma," dedi arkasına yaslanırken. Hepimiz korkudan ölmek üzereydik ama Kaya ya hiç korkmuyordu ya da bunu çok iyi gizliyordu. "Beni anlayacaksın, demiş. Sonraki beş mesajın hiçbirinde iyiyim yazmıyor. Sadece bizden birinin bileceği türden şeyler."

Kafam öyle allak bullaktı ki algılama güçlüğü yaşıyordum. "Nasıl yani?"

"Tesla, Lacivert, Börek, Vanessa, Eşek."

Elimle alnımı ovuştururken kendimi rahatlatmaya çalışıyordum. Can'dı, zekiydi, iyiydi, iyi olmak zorundaydı. Sağ salim geri dönecekti.

"Kafasını ezeceğim bu çocuğun." Görkem oturmaya dayanamıyormuş gibi ayağa kalktığında oraya buraya yürümeye başladı. "Yok, suyunu akıtacağım. Beyin yerine ne taşıyor o kafasının içinde? Geri zekâlı. Gepgeri zekâlı."

Arda da en az onun kadar öfkeliydi. "Gizli gizli nikah basmıyordur umarım şu kadına."

Burada geçirdiğim ilk günlerde bana hepsi herkesten her şeyi beklememiz gerektiğini, hiçbirinin normal davranışlar sergilemediğini uzun uzun anlatmıştı bana ama yine de gecenin bu saatinde bir katille elini kolunu sallaya sallaya buluşmaya giden bir arkadaşınız olması fikrine sizi hiçbir şey hazırlayamazdı. Aklımdan geçen ihtimallerin sonu gelmiyordu.

Kendimi aynı böyle bir gece yarısı ölmeyi en çok istediğim yerde bulmuştum. Titrediğimi fark ettiğimde ellerimi bacaklarımın arasına sıkıştırarak herkesten gizledim.

"Nerede olduğunu buldum," dedi soğuk bir ses, bizi kendimize getirerek. "Çok uzak sayılmaz. Çağdaş hocanın kliniğinin civarında bir yerdeler."

"Her şeyin başladığı noktada," dedim. "Can bunu kim bilir ne kadar zamandan beridir düşünüyordu."

"Gidecek miyiz?" diye sordu Arda da yerinde bir türlü duramayanlar kervanına katıldığında. "Ne yapacağız Görkem?"

"Bekleyeceğiz." Yumrukları sıkılmış vaziyetteydi. Onlardan birini alnına bastırdı. "Vega'nın zaafı bir tek Can'a. Eğer ikisi gerçekten baş başa buluştuysa ona zarar gelmeyecektir. Ortalığı karıştırıp başımıza iş almayacağız. Böyle elimizi kolumuzu bağlayıp mal gibi bekleyeceğiz hiçbir şey yapmadan."

Son mesajın üzerinden geçen 15. dakikanın içerisine girene dek bekledik, bekledik, bekledik. Biz dört Analizci kafa kafaya verip bir telefon ekranına kitledik gözlerimizi. Dakika sayısı 16 olduktan sonra geçen her saniyede içimizde dolaşan telaş aynı ölçüde artıyordu ama hiçbirimiz tek kelime etmiyor, Can'a güvenmeye devam etmek için büyük çaba harcıyorduk.

Ve 17 olduğunda sanki elim ayağım boşaldı. Yediden de on yediden de nefret ediyordum. "Onu arayacağım," dedim. Kimsenin bir şey söylemesine de izin vermedim ve doğrudan tuşladım numarasını. Çaldı, çaldı, çaldı. Açan olmadığında ise göğsümün içine büyük bir acı yayıldı.

Sonraki yüz yirmi saniye bir asırdan fazla süreye denk gibi geçti ama nihayet o beklediğimiz mesaj düştü ekrana.

Lale.

Onu aradığımı görmüştü ama açamadığı için böyle bir yola başvurmuştu diye düşündüm hemen. Yüzüme kocaman bir gülümseme yerleşti. Elimi göğsümün üzerine bastırıp nefeslerimi düzene sokmayı denedim.

Başka bir mesaj aydınlattı bu kez telefonun ekranını.

Yola çıkıyorum.

Kaya, Can sitenin çevresine gelinceye dek onun konumunu takip etti ve Görkem, onun kaç saniye içinde burada olacağını hesaplamış olmalı ki kapı çalmadan yalnızca üç saniye önce kendini hole attı. Peşi sıra dışarı çıktığımızda evimizin kapısı Görkem tarafından Can için açıldı.

Hepimizi ne kadar korkuttuğunu çok iyi biliyor olmalıydı. Gözlerim hızlıca sağını solunu tararken ona hiçbir şey olmadığını anladığımda omuzlarımdaki bin tonluk yük terk etti bedenimi. O da bize bakıp gülümsedi.

Ve Görkem, yayından fırlamış bir ok gibi ileri doğru atıldığında sıktığı yumruğunu Can'ın yüzüne geçirdi.

"İyiymiş! Doğduğuna pişman edeceğim seni. Arka bahçeye diri diri gömeceğim."

Hiç acıması yoktu. Gözünü bile kırpmamıştı ona vururken. Çıkan ses benim kafamın içinde yankı yapıyordu ama Görkem pişman görünmüyordu. "Bunu hak ettim," dedi Can iki eli de burnunun üzerinde olduğu için boğuk bir sesle. Bedeni birkaç adım geriye savrulmuştu. Sırtını kapıya çarpmasaydı yere düşecekti. Ellerini yüzünden çeker çekmez ona doğru bir adım attı Can. Görkem'in sıktığı yumruk hâlâ gevşememişti ve tir tir titriyordu bedeninin yanında. "Şşh," dedi. "Sakinleş."

"Kıyamet kopacak," diye fısıldadı Kaya. Arda da ben de duyduk bunu ama durdurmak için hiçbir şey yapmadık. Olanlara seyirci kalmaktan başka şansımız yok gibi görünüyordu.

Can kendi acısını bir kenara bırakıp Görkem'in koluna dokundu. "Hiç ilaç aldın mı? Problem yok, Görkem. Sakinleş. İyiyim." O hiç kendinde gibi görünmüyordu. Duyup duymadığından bile emin değildim. "Senin için yaptım. Köşeye sıkışmıştık, çıkar yol arıyorduk. Bir şeyler yapmak istedim. Elimiz boş daha fazla duramazdık, sen de biliyorsun bunu."

"Benim için bir katille mi buluştun?" Görkem'in sesi holün ortasına bomba gibi düştü. Hem yüksek hem de korkutucuydu. "Aferin sana, bravo Can. Ben de bunu yapmanı istiyordum zaten. Senin geberip gitmen sikimde değil, yeter ki olaylar çözülsün!"

"Görkem..."

"Bana söyleyeceksin!" Görkem kaldırdığı işaret parmağını onun göğsüne bastırıp ittirdi. "Bir halt yemeye mi kalktın? Benim haberim olacak! Ölüme mi gitmek istedi canın? Birlikte gideceğiz! Sokayım işe de çıkar yola da, anladın mı beni? Kardeşimsin sen benim. Dünyanın en boktan planını da yapsan gelip bana anlatacaksın amına koyayım!"

"Tamam." Alev saçan gözlerin yangınını söndürebilirmiş gibi dingindi Can'ın bakışları. Korkmuyordu, kaçmıyordu, kendisi için değil Görkem için endişeleniyordu. "Tamam, lütfen-"

"Bundan sonra," dedi Görkem dişlerini sıkarak. "Benden habersiz tuvalete bile gitmeyeceksin, duydun mu? Değil gecenin bir yarısı o kadınla buluşmak, başını camdan bile çıkarmak istediğinde bana bilgi vereceksin!"

"Görkem," dedim titremeleri gözle görünür bir şekilde arttığında. Ben bu evde daha önce de tartışmalara tanık olmuştum ama onu bu kadar gözü dönmüş halde gördüğümü hatırlamıyordum. Can'ı boğmamak için kendini zor tutuyor gibi görünüyordu.

"Bırak, ne durduruyorsun adamı?" diyen Arda'ydı. "Onun vaazı bitsin, bir posta da ben fırçalayacağım bu herifi. Yüzsüz yüzsüz iyiyim diyor bir de. Saat beşi geçti lan beşi! Ölsen ruhumuz duymayacakmış Can. Allah aşkına ne geçiyordu o nohut kadar beyninin içinden ya? Arda kalp krizi geçirsin mi dedin oturup?"

"Ben de aynılarını söyledim say, yorma beni," dedi Kaya, Can'ın omzunu tutup onu Görkem'den uzaklaştırırken. "Şu gözüne bir buz tut, sonra gel diğerini de ben morartacağım. Sıramı bekliyorum."

"Nefes..." Elini üzerindeki tişörtün yakasına doğru götürüp çekiştirdi Görkem bu kesik fısıltıdan sonra. "Hava alacağım," dedi bana yabancı gelen bir sesle. Metrelerce koşmuş gibi soluk soluğaydı. "Beş dakika dokunmayın bana."

Endişe yerleşmiş gözleri karşısında ufak bir şaşkınlık geçirdim. Can dönmüştü, artık bu kadar korkması gereken bir durum kalmamıştı ama onun göz bebekleri küçülmüştü. Ortamdaki hava ona yeterli gelmiyordu ve bu sırada hâlâ yumruklarını sıkıyor oluşu elinin titremesinden kaynaklanıyordu. Boğazını tuttu. Bunu daha önce benim yanımdayken de yapmıştı. Nefessiz kaldığında istemsizce yaptığı bir şeydi.

Gözlerimin önünde buna benzer birkaç anı daha belirdiğinde parçalar tek tek birleşti. "Panik atak mı bu?" dedim korku bedenimdeki her bir hücreye ulaşmışken. Görkem'in kolunu kavradım, onun gözlerine bakmadan önce diğerlerine döndüm telaşla. "Atak geçiriyor olabilir!"

O yüzlerde hiçbir mimik değişimi olmadı. Kimse benim kadar korkmadı, şaşırmadı, telaşla öne atılmadı. "Ama siz zaten biliyordunuz..." Yaşadığım aydınlanma beraberinde bir şok da getirdi bana. "Bu ilk değil mi? Daha önce de mi oldu?"

Görkem başını eğdiği yerden kaldırıp kendini benden yiyeceği bir azara hazırladı. Yüz ifadesi bir çocuğunki kadar masum ve korku doluydu. Hâlâ geçmemişti, hâlâ düzelmemişti ama ona bağırıp çağırırsam sesini çıkarmadan beni dinleyecekti. "Nasıl geçecek?" dedim Can'ın gözlerinin içine bakarak. Sesim yalvarır gibi çıktı. "Niye öyle bakıyorsunuz? Bir şey yapamaz mıyız? Madem atak geçirdiğini biliyordunuz bunu durdurmanın yolunu da bilmeniz gerekiyordu!"

"Asya-"

"Korkma," dedi Görkem kolunu sımsıkı saran parmaklarıma uzanarak. "Düzelirim şimdi."

"Sen korkma asıl, buradayım ben." Afalladı. Elimi yüzüne uzatıp çenesini okşadım hafifçe. "Biliyorum geçeceğini. Yanımda uyuduğunda da aynısı olmuştu değil mi? Çabucak bitmişti ama. Yine bitecek. Sorun yok, Görkem. Can iyi."

"Henüz kesin bir tanı konulmadı," dedi Can birkaç adım arkamda. Görkem'e müdahale etmemelerinin sebebi benim etmemi beklemeleriydi, bunu yeni anlıyordum. "Ben böyle düşünüyorum. Bu ikinci atak sanıyordum, senin yanında da olduysa üç demektir."

"Dört, beş, altı." Görkem'in göğsü hâlâ seri hareketlerle şişip iniyordu ama sesi artık daha sakindi. "Bazen bastırabildim, bazen Yağmur ataklar başlamak üzereyken engel oldu. İlki kadar ağır değildi hiçbiri."

"Ne zamandı?" Cevabını tahmin ettiğim bir soruydu ama duymak istiyordum. "Ne zamandı ilki?"

"Yağmur..."

"Sen gittiğindeydi," dedi Arda. Sanki sakladığı bu sır yük olmuştu omuzlarına da şimdi bir rahatlama seziyordum onda. "Çok korkutmuştu hepimizi."

Yüzüm acıyla buruştu. "Bunu bana nasıl söylemezsiniz?"

"Çatıya çıkın," dedi Kaya, bu konuşmanın burada sonunu getirerek. "İkiniz. O biraz hava alsın, sana da hesap versin. Ne yapıyorsanız yapın, on beş dakikaya salonda toplanalım."

"Tekrarlarsa ne yapacağımı bilmiyorum," dedim. "Sizden uzaklaşmak mantıklı mı?"

"Biz de bilmiyoruz ki," dedi Arda. "Ama muhtemelen Can'dan uzaklaşması mantıklıdır. O sebep oldu çünkü bu seferkine." Can bu suçlama karşısında ona ters bir bakış atarken Arda omuz silkti. "Hiç bakma öyle. Bu aralar yediğin haltların haddi hesabı yok. İstediğim kadar ağır konuşma hakkını doğuruyorsun bana."

"Atışmayın." Çocuklarını azarlayan bir anne gibi hissediyordum. "Şu an konumuz bu değil. Gerçekten önceliklerinizi belirleme konusunda çok ciddi sıkıntılarınız var. Şu adamı tutup kolundan bir psikiyatriste götüremediniz mi bunca gündür? O buna zaman ayırmak yerine o zamanı da size ayırır, bilmiyorsunuz sanki."

"Asya..."

"Adımı söyleyip durmayın! Gözümün içine baka baka sakladınız benden. Ne diyeceğimi bilmiyorum. Bunu sonra konuşacağız. İyi misin sen?"

Görkem'in elini tuttuğumda parmakları hızlıca parmaklarımın etrafına dolandı. "Bağırma çocuklara. İyiyim ben."

"Bana söylemelilerdi."

"Benim tercihimdi," dedi bunun da sorumluluğunu alarak. "Onların bir suçu yok."

"Bundan sonra," dedim üzerine doğru bir adım atarak. "Tuvalete bile benden habersiz gitmeyeceksin, anladın mı beni?" Onun cümlelerini taklit etmeye başlamam herkesi güldürdü. "Şaka bir yana, gerçekten haberim olmalıydı. İnanamıyorum sana. Kafan dağılsın diye alaya aldığıma bakma, çok kızgınım aslında."

"Kafam dağılıyor," dedi dudakları iki yana kıvrılırken. "Sen güldüğünde."

Romantik bakışlar atmak yerine bir tane patlattım omzuna. "Çık yukarı, konuşacağız."

"Haluk, mutfak!" dedi Arda.

"Görkem, çatı!" diye eşlik etti Can ona.

"Gençler, salon," dedi Kaya sakin bir sesle. "Yalnız bırakalım çifte kumruları."

"Konuşma," dedim ona. "Sana daha çok alındım. Abim mabim değilsin benim."

Elini vurulmuş gibi kalbinin üzerine götürdü. "Sus, abinim."

"Değilsin işte."

"Yanlış biliyorsun, öyleyim."

"Niye sakladın benden?"

"Özür dilerim Asya. Görkem benden bir şey saklamamı isterse değil sen, yedi alem gelse konuşturamaz beni."

"Sen mi saklasın istedin yani?"

Görkem başını hızlıca iki yana sallayıp arkadaşını anında sattı. "Ağzımdan böyle bir şey çıkmadı."

"Asya'ya söylemeyin n'olur der gibi baktın."

"Böyle bir bakış yok," dedi Görkem. "Var mı Can?"

Can bugün yeterince göze batmıştı ve kızarık göz çevresi yavaşça renk değiştirirken daha fazlasını istemiyorsa ona ayak uydurmak zorundaydı. "Liderim ne diyorsa o."

"Liderine tüküreyim senin, şeref yoksunu. Şu hayatta bir kişi arkamda durmadı ya, yanarım yanarım ona yanarım."

Kaya'nın duygu sömürüsünün farkındaydım ama bana işlemesine engel olamadım. "Ben dururum," dedim. Sonra kaşlarımı çattım. "Ama yarın falan. Çok sinirliyim şu an."

Kaya güldü, Görkem güldü, Arda ve Can da güldü. Diğerleri salona geçerken Görkem merdivenlere yöneldiğinde durup derin bir nefes aldım. Sindirmem gerekiyordu. Çekip gitmemin Görkem'e geri dönüşümü zor olan bir hasar bıraktığıyla yüzleşebilmem için bana biraz zamandı lazım olan.

"Yaşadıklarımdı," dedi Görkem, çatıya uzanan merdivenlerin hizasına geldiğimizde aramızdaki sessizliği bozarak. Bana bakmadan yukarı tırmanmaya devam etti ve kare pencereden başını yeni aydınlanmak üzere olan gökyüzüne doğru uzattı. "Senin gidişin değildi sebep, bunu anlamalısın. Ağır bir süreç atlattık. Bu küçük bir hasar bile sayılabilir."

"Sırtında yeterince hasar var," dedim oturmam için bana yanında yer açtığında. Çatının çıkıntılı yüzeyine yerleşip dizlerimi karnıma doğru çektim. Çenemi dizime yaslayıp gözlerimi ona çevirdim. "Kendi içine giderek kapandığının farkındaydım ama sebebinin bu olacağı gelmemişti aklıma. Gerçekten soruyorum, benden neden sakladın?"

"Kendini suçlama diye," dedi ilk önce. "Güçsüz olduğumu düşünme diye," dedi sonra. "Yağmur, sana söyleyecektim. Çok istedim bunu ama başımıza yeterince şey gelmişti be güzelim, bir de bundan bahsedip tadını kaçırayım istemedim. Toparlanmaya çalışıyorduk, çok fazla yıkım yaşamıştık, en dipte görmüştün beni. O dibin sınırı olmadığını bilmesen de olurdu."

"Bahsederken utanıyor olman canımı sıkıyor Görkem."

"Bunu durdurmanın bir yolunu bulmalıydım," dedi. "Aslında bir şeylerin ters gittiğini ilk hissettiğim an, Arda'nın sigarasını tutuşturmak için çakmağını alevlendirdiği bir andı. O parktaydı, ben odamdaydım ama yine de o ateşten korktum Yağmur. Çok utanç verici değil mi? Sonra her şey birbirini takip etti. Bilmiyorum, kendimi güçsüz hissettiriyor. Eski ben değilim gibi, hiçmişim gibi. Siz bana artık sırtınızı yaslayamazmışsınız gibi, devrilirmişim gibi."

Soğuk hava ona iyi gelmişti ama beni hem ondan duyduklarım hem de tenime çarpan rüzgar üşütmüştü. Sol tarafımızda kalan ağaçlı yola doğru çevirdi başını. "Anlatsaydım kendine yüklenirdin. Bunu kaldırmak zor gelirdi sana. Seninle ilgisi yok ama. Suçlu arama lütfen. Benim zayıflığımdan kaynaklanıyor, kendime itiraf etmekte zorlanıyorum ama gerçek bu."

"Bir daha benim yerime karar verme," dedim sert bir sesle. "Bunu kaldırmak zor gelmezdi bana, nelerin üstesinden geldiğimi unutuyorsun. Yanında olsaydım şimdiki kadar kötü hissetmezdim kendimi. Seninle ilgili her şeyi bilmeliyim çünkü sen benim meselemsin Görkem."

Gülümsedi. Gözlerimiz kesişti ve içtenlikle baktı bana. "Ben söylemiştim bunu sana."

"Karşılığını aldın," dedim. "Bir daha çıkmasın aklından." Elimi köprücük kemiğimin alt kısmına vurdum. "Gel göğsüme şimdi, sana bir şey anlatacağım." Söylediğimi ikiletmeden başını boynumun girintisine yasladığında içine çektiği derin nefese az önce alamadığı tüm nefeslerin telafisiymiş gibi sarıldı. "Ben seni güçlü olduğun için sevmiyorum, sen olduğun için seviyorum. Tahmin ettiğinden çok daha fazla seviyorum hem de. Senin için yaşamaya çalışacağını söylemiş bir kadın varken nasıl kendini hiçmişsin gibi hissedebilirsin? Sen sebepsin, Görkem. Sırtımı yaslayabilmek bir kıstas olamaz, ben aldığım nefesi emanet ettim sana."

Ilık nefesi boynuma vururken yanağını göğsüme yaslayarak başını bana doğru kaldırdı. "Bana kızgınsın sanıyordum."

"Sana aşığım." Saçlarına dokundum. "Kızgınlığımın ötesinde bu."

"Gerçekten ilaçsın sen bana," dedi kısık bir sesle. "Çok seviyorum seni. Çok fazla bu kadarı, kalbim duracak."

Saçlarının arasına karışan parmaklarımı ensesine doğru hareket ettirdim. "Bazen böyle şeyler olur. Bizi güçsüz hissettirecek şeyler yaşarız ama bu öyle olduğumuz anlamına gelmez." Boşta kalan elimi tutup dudaklarına götürdüğünde avucumun içini öptü. "Bir gün," dedim kendimi rahat hissetmesem de onu rahat hissettirebilmek için bu konuyu açarak. "Beni krize sokan şey bir yemek kaşığıydı."

Gözlerini hızlıca yüzüme çevirdi çünkü sesimdeki değişimi fark etmişti. "Ne zaman?" dedi kendini bir kenara bırakıp. "Bana neden söylemedin?"

"Sen yoktun ki." Onu yatıştırabilmek için saçlarıyla oynamaya devam ediyordum anlatırken. "7 Şubat'tan sonrasıydı. Yeni yeni yemek yiyebilmeye başlamıştım ve bir kaşıktı beni korkutan, üzerinden yansımam görünüyor diye. Bir çakmak, bir kaşık, bir buket çiçek... Herkes için anlamsız şeyler seni bir krize sürükleyebilir ve bu normaldir. Travmalarımızı bir musluk gibi açıp kapatamayız ki. Her insan yaşadıklarını farklı şekilde atlatır aşkım. Söz veriyorum, bir gün acısı azalacak. Dinmeyecek ama katlanılabilir seviyeye inecek. Yemin ederim geçecek."

Güneş yeni doğuyorken, gök yeni aydınlanıyorken, hava giderek açık bir maviye dönüyorken öylece yüzüne baktım ve Görkem'in gözlerinin mavisini gökyüzüne tercih edeceğimi anladım.

"Tut şu elimi," dedi avucumun içine bir öpücük daha bıraktıktan sonra. "Bütün aynaları parçalayalım beraber. Kendini görmek istersen gözlerime bakarsın. Yansıtırım seni sana. Öyle çok izledim ki ezberimdesin artık benim, ben çok uzun zamandır senden ibaretim. Gerek yok aynalara, ben buradayım."

O bakışlarda yansımam vardı ve bundan korkmuyordum. Gözlerinin içinde gördüğüm kadını aynadakinden daha çok seviyordum.

Birden çenemi kavradı. Yüzüm avucunun içinde kaldı. "Şu çillerine bir bak," dedi hipnoz olmuş gibi bir sesle. "Sanki Güneş geçerken yüzüne uğramış."

Gözlerim yakınlığı karşısında kısıldı. Çenesine uzanan iz gülümsemesinin güzelliğini gizleyemedi. Bakışlarım dudaklarına kayarken Görkem durmadı, devam etti. "Seninle evleneceğim," dedi bana ilk kez. "Bak, şuraya yazıyorum." Parmağını çatının zeminine bastırdı. "Senden başka bir yerde nefes almak istemiyorum. Sensiz bir hayat istemiyorum. Bildiğim, inandığım ne varsa hepsinin üzerine yemin ederim ki bir gün seninle evleneceğim."

Hissettiği coşku patlamasının ona kurdurduğu cümleler yüzünden gözlerim sonuna dek açıldı ve onun bu aşk sarhoşu hali karşısında düzgün bir tepki veremedim. "Bunu konuşmak için daha-"

"Çok erken, biliyorum." Avucunu yanağıma yasladığında baş parmağı çillerimin üzerini okşamaya başladı. "Bu bir teklif değil, bir yemin. Sen benim için ilksin, sonsun. Sen benim bildiğim tek yolsun. Sakın unutma bunu. Bir tek seni seveceğim, hep seni seveceğim. Ölsem bile seni severken öleceğim. Adanmışlık bu, Yağmur. Delice bir şey ve sadece sana böyle."

"Düşünüyorum da," dedim kalbim bu sevgi karşısında göğüs kafesimin içine zorlukla sığarken. "Acaba benim içinde olduğum kaç hayalin var? Neler neler planlıyorsun o kafanın içinde kim bilir."

"Sana bir gün anlatırım." Alnını yavaşça alnıma yasladığında gözlerimiz aynı anda kapandı. "Teşekkür ederim."

"Ne için?"

"Var olduğun için," dedi. "Benimle olduğun için. Desteğin için. İçime aşıladığın güç için. Sen yanımdayken dünyaya kafa tutabilirmişim gibi hissediyorum. Yara izlerimiz geçmiyor belki ama biz birlikte iyileşiyoruz. Buna inanıyorum, bunu biliyorum. Sen varsın diye ben bunca şeyle baş edebiliyorum."

"Seni yalnız bırakmayacağım," diye fısıldadım. "Herkesten sakladığın o sırtını yasla bana. Devrilmeyeceğim, düşmeyeceğim. Sen ve ben, biz olduğumuz sürece geçmeyecek tek bir şey söyleyebilir misin? Ben söyleyemem, yok çünkü."

"Seni öpeceğim," dedi çenemi tutuşu sıkılaşırken. "Seni çok fena öpeceğim. Seni içime çeker gibi öpeceğim. Panik ataklar boş yere nefesimle uğraşıyor, benim nefesim en çok sana kesiliyor sevgilim."

Gülümsedim. "Hım."

Burnunun ucunu burnuma sürttü. "Hım tabii."

Beni öpmeye başlamadan önce söylediği son şey buydu. Ellerim ensesinde birleşti, Güneş tepemize yerleşti, yıldızlar kayboldu, o nefesime hapsoldu. Parmakları saçlarıma dolandı, içine çektiği her nefesi benden çaldı. Başımı geriye doğru yatırdı ve dudaklarıma karşı bir savaş başlattı. Elini belime yerleştirdi. Sırtım çatının çıkıntılı zeminiyle buluşuncaya dek üzerime eğildi.

Elimi kalbine götürdüm. "Dile gelse adını söyler," dedi bir nefeslik boşluk anında. "Dile gelse davacı olur senden."

"Müebbet mi yer?"

"Sana boyun eğer." Bir kez daha öptü beni, bu kez derinleştirmeden geri çekildi. "Biz," dedi bir of çeker gibi. "Karın kışın ortasındayız." Sesinde bir film şeridi gizliydi, yaşadıklarımız gözlerimin önünden geçip gitti. "Ama sen," diye devam etti. "Kışı yaz sandırırsın insana."

"Sana," dedim. "Bir tek sana. Karın kışın ortasında sen ısın diye kendimi yakarım."

Ve daha önce bana söyledikleri çalındı kulağıma, onun sesinden. Sen zifiri karanlıktasın diye kendini kör sanıyorsun. İzin ver, bütün ışıkları yakayım. Gerekirse kendimi ateşe veririm sen bir gelecek görebil diye. Yeter ki aydınlansın yolun. Yeter ki sen hayata tutun.

"Ne kadar ışık varsa gözlerine toplanmış." Yüzümün önündeki saçlarımı geriye doğru ittirdi. "Sana kadar bilmiyordum, bazı ışıklar elaymış."

"Doğru söyle," dedim birleştirdiğim parmaklarımla burnunun ucuna bir fiske vurarak. Gülerken gözlerini kapattı. "Aşağıdaki yüzleşmeden kaçmak için mi bana seranat yapıyorsun şu an? Kendini Can'ın ne yaptığını öğrenmeye hazır hissetmediğin için beni bir kaçış olarak mı görüyorsun?"

"Kalp kıran biri olmak istemiyorum," dedi. "Yanlış zamanda yanlış sorular sormak istemiyorum. Yapmaya çalıştığı şeyi anlıyorum ama çok kızgınım, Yağmur. Kendimi yok sayılmış hissediyorum. Ben o depodan kurtulduğumuz andan beri aynı çemberin içinde dönüp duruyorum. Birini kaybedeceğim diye çok korkuyorum. Herif göz göre göre ölüme yürüyüp sonra da karşıma geçmiş bir şey olmadı ki diyor. Burnu bile kanamış olsa vicdan azabından öleceğimi bilmiyor."

"Ona vurdun," dedim.

Devamını getirmeme izin vermedi. "Eşek gibi de pişman oldum. Bazen frene basamıyorum."

"Kontrolsüz Görkem."

"Ne?"

"Boş ver." Ona kafamın içinde eklediğim karakterleri anlatmaya başlarsam sonu gelmezdi ama bu yanı, en sevdiklerimin arasında yer alabilirdi. Onun gözlerine bulaşan delilikte beni çeken bir şeyler vardı. "Gidip onu dinleyelim şimdi. Can eli boş dönmüş olamaz. Yanlıştı yaptığı ama iyi tarafına tutunalım biz. Belli mi olur, belki nihayet bir yol çizeriz."

Başını gökyüzüne çevirip içine derin bir nefes çekti. "İnelim."

Merdivenlerin olduğu yere doğru attığımız birkaç adımda bile elimi tuttu. Aşağı inerken sabah olduğunda psikiyatriste ya da en azından Çağdaş hocaya gitmesi konusunda ısrar ettim. O da bu durumdan Bige ablaya bahsettiğini, en kısa zamanda hastaneden bir arkadaşıyla görüşeceğini anlattı.

Muhtemelen ilaç kullanması gerekecekti. Haplarla arasının nasıl olduğunu düşündüğümde bu ihtimal beni korkutuyordu ama ona belli etmedim.

Salonda her şey bıraktığımız gibiydi. Can, Kaya'nın yanında oturuyordu. Deri kapaklı defteriyle birlikte siyah bir dolma kalem masadaydı ve elinde yüzünün bir yarısını kaplayan buz torbası tutuyordu.

"Şu şey mi?" diyerek kalemi işaret eden Arda'yı, "Evet, kayıt cihazı," diye cevapladı Can. "Cümlelerini sonradan analiz etmem gerekebilir diye düşündüm."

Yüzünün görünen yarısını inceledim. Dalgındı Can. Aklı Vega'da kalmış derdim bir tahminde bulunsam. Biz uyurken ses çıkarmadan ve hiçbirimize çaktırmadan evden çıkıp ona gidebilmek için fazla zahmete girmiş olmalıydı.

"Hermes'in içinde bulunduğum yapıyı da sizinki gibi patlattığına inanmış durumda. Planımız işe yaramış. Ona yalnızca iyi olduğuma dair tek bir mesaj göndermiştim Lir'den ve düşündüğüm gibi beni görmesi gerektiğini söyledi. Bana zarar gelmediğinden emin olmak istiyordu."

"Yaa..." dedi Arda ellerini birbirine çarpıp çenesinin altında birleştirerek. "Ne romantik."

"Dalga geç diye anlatmıyorum." Can bana baktı. "O depodayken benden aldığı yüzüğü takıp gelmiş."

"Ya da hiç çıkarmamış." Aklından geçirip dile getiremediği şey buydu ve ben tamamlamıştım onu.

"Aşk, takıntı, delilik. Farkındayım hepsinin. Çok uçta, sağlıklı değil ama gerçek, Asya."

Görkem, ellerini kenetlemiş halde onu sessizce dinlerken bakışları değişti. "Bak," dedi işaret parmağını çenesine bastırırken. "Bu da gerçek." Sert sesi, Can'ın içini ürpertti. "Sırtımı da görmek ister misin? Onlar da gerçek. O kadına çekilmeye yer aradığının farkındayım ama başımıza gelenlerin arkasındaki tek isim Hermes değildi, Can. Bizi tuzağa Vega çekti. Bunu unutma."

"Katil," dedi Can kendi kendine konuşur gibi. "O bir katil. Kalpleri durduran bir kadın kalbimi attıramaz. Onu ağıma düşürmeye çalışıyorum ve sonuçlarını almaya başladım bile. Endişe etmeyin. Farkındayım ne yaptığımın."

Değildi. Bugün olmasa yarın, yarın olmasa ertesi gün gerçekleşecekti ama Vega, Can'ın zihninde dönen tek isim haline gelecekti. Belki bir arzu beslemeyecekti ona karşı, belki adı aşk da olmayacaktı ama Can da bir noktada oynamaya çalıştığı oyuna kendini kaptıracaktı. Bunu adım gibi biliyordum.

"Bu saatte görüşmek kimin fikriydi?" Kaya alnını kaşıdı. Konunun gidişatından rahatsız olup yönü değiştirdiğini hissetmiştim.

"Gizlice onun yanına gitmek zorunda olan bendim. Saati de mekânı da bu kez ben belirledim. Vega Mars'ta görüşeceğiz desem kendine roket satın alacak bir kadın olduğundan sorun olmadı ona. Bilerek deli oteline yakın bir yerde olalım istedim. Bazı hisler, bazı konumlarda kontrol edilemez noktalara ulaşır. Bir tetikleyiciydi yaptığım. Onu ilk gördüğüm yerin yakınına götürdüm, konuşmadan yan yana geçirdiğimiz vakitleri hatırlattım ve bana muhtaç olduğunu hissettirdim."

"İyi bok yedin," diyen Arda'ydı. Sinirim bozulduğu için gülmeye başladım.

"Elimizde ne var?" dedi Görkem ciddi bir sesle.

"Babasından etiyle kemiğiyle nefret eden bir kadın." Can geriye doğru yaslanırken Vega'nın sebeplerine hak verir gibiydi yüz ifadesi. "Gerçekten Altair'in imparatorluğunu paramparça etmekse hedefimiz, bunun için yapılacak şey Vega'nın anlatacağı adımları izlemek olacak. Kendi başına yapamıyor, yardımımıza ihtiyacı olduğunun farkında. Ayrıca haklarında bildiklerimiz okyanusta bir damla su bile değil. Karşılıklı olarak iletişimde kalmamız iki taraf için de çıkar sağlıyor. Bu yüzden bunu devam ettirmekten yanayım Görkem. Eğer bana vaat ettikleri doğruysa sinsi sinsi içlerinden geçer, Piramit'i alaşağı ederiz."

"Tek bir soru soracağım," dedi Görkem elini saçlarının arasından geçirdikten sonra. "Sana anlattıklarına inandın mı?"

"Benden neyin cevabını beklediğini anlayamadım."

"Yalan söylediğinden şüphelendiğin bir an oldu mu? Seni kandırdığını hissettiğin ya da?"

"Aslında, verdiği bilgilerin doğru olduğuna yüzde yüz eminim." Kaşlarım şaşkınlıkla havaya kalktı çünkü Can, bize bile hep şüpheyle bakardı. "Hermes'in bana yaptığını sandığı şeyi telafi etmeye çalışıyordu. Onunla bir kez daha görüşmeyi kabul etmiş olmam onu heyecanlandırmıştı Görkem, bir daha yüzüne bakmayacağımı düşünmüştü. Bu o depoda yaşanan gibi alay dolu bir konuşma değildi. Bana beni kaybetmekten korkar gibi yaklaştı. Bunu göze alamıyorsa yalan söylemiş olamaz."

"Kediyi getirmiş mi yanında?" diye sordum.

Can, bu soru yalnızca benden gelebilirmiş gibi gülümsedi. Gözlerinde gururlu bir bakış vardı. "Getirmiş."

"Ne giymişti?"

Yalnızca benim takıldığım detaylar Analizcilere hiçbir anlam ifade etmedi. "Krem kumaş pantolon, koyu kahve deri ceket. Soracaksın biliyorum, makyaj da yapmıştı. Özenip gelmiş."

"Sen de özenip gitmişsin," diye mırıldandı Kaya kendi kendine. "Sıçtık ya. Çilleri olduğunu da fark ettin mi bari?"

Görkem'e atıfta bulunuyordu ama Can çok ciddi bir şekilde, "Çilleri yok ki," diye cevap verdi.

"Nerede oturdunuz?"

"Boş bir çocuk parkında."

"Açık alanda durdun yani?" dedi Arda öfkeyle. "Keskin nişancının biri gelip seni alnının çatından vursun diye her yolu denemişsin. Helal olsun Can."

"Vega önüne atlardı," dedim. Bütün sorgular bakışlar üzerime çevrildi çünkü Can'ı savunuyor gibi görünmüştüm. "İşin içinde yalnızca ikisi varsa Can zarar görmeyeceğinden emin. Fazla emin. Aramızda kim bir insanı Can kadar okuyabilir ki?"

"Bana karşı beslediği duygular nefrete dönüşürse benim peşime düşer," dedi Can bunun üzerine uzun bir zaman boyunca düşünmüş gibi. "Şu an merak aşamasında. İlgisini çekiyorum onun. Bunu korumayı sürdürdüğüm sürece anlaşamayacağımızı sanmıyorum."

"Anlaşamamanızdan korkmuyorum," dedi Görkem. "Fazla anlaşmanızdan korkuyorum."

İçinden geçirdiklerini anlayabiliyordum ama yanlış bir strateji uyguluyordu. Zamanında Necip Amir'in ona yaptığını şimdi o Can'a yapıyordu. Elbette Vega ve ben aynı konumlarda değildik ama bir insana yapma denildikçe o insanın inadına daha fazla kontrolden çıkması koşullar ne olursa olsun gerçekleşmesi en yüksek olan ihtimaldi.

"Tekrar tekrar kendimi açıklamak istemiyorum," dedi Can. "Önemli, işimize yarayabilecek bilgileri kovaladım laf arasında. Onu tanımaya çalıştığımı sandı. Üniversiteyi İstanbul'da okuduğunu biliyorum artık. Bu seçeneklerimizi oldukça daraltacaktır, değil mi Kaya?"

Bir baş onayı aldı karşılığında. Yürüyen bir kelime tasarrufuydu Kaya.

"Babası bir süreliğine gitmiş," diyerek can alıcı kısımları anlatmaya girişti. "Nereye gittiğini ikisi de bilmiyormuş ama bir yurtdışı gezisiymiş bu. Ne kadar süreceğine dair de fikirleri yokmuş. Bu Vega'yı oldukça rahatlatmıştı ve diyor ki, bir darbe vurmak istiyorsak o burada yokken harekete geçelim."

"Bir planı var belli ki," dedim.

"Piramit'in üst basamaklarındaki adamlardan bildiklerini bir bir ifşalamayı düşünüyor bana. Bir tane şirket varmış. Ortaklarından biri, Piramit'in ciddi yatırımcılarındanmış. Şirketteki çoğu kişinin de haberli veya habersiz şekilde Piramit'e bağlı olduğunu söylüyor Vega. Birazdan kayıt cihazını çalıştırayım, kendisinden dinleyin."

"Bizden babasını kızdıracak büyük bir olay mı yaratmamızı mı istiyor?" dedi Arda.

"Benden babasını öldürmemi istiyor bence." Bu ihtimal şimdi aklına gelmiş gibiydi. "Bilmiyorum, derdi babasını da krallığını da yok etmek. Bundan eminim. Yavaş yavaş da olsa yapana kadar durmayacak."

"Çok mu acıyor?" diye sordu Görkem bir anda.

Can başta anlayamadı. Sonra buz torbasını utanmış gibi gözünden çekti. "Yok ya, unutmuşum orada."

Kızarıklığın yayıldığı alana gözlerimi dikip bakmamaya çalışsam da bu mümkün değildi. Can'ın yanağında hiç de küçük sayılamayacak bir bölge şişecek gibi duruyordu.

"Sana hâlâ çok sinirliyim."

"Farkındayım," dedi Can. "Bana bilmediğim bir şey söyle."

"2520, 1 ile 10 arasındaki bütün sayılara tam olarak bölünebilen en küçük sayıdır," dedi Görkem rahat bir tavırla.

Can kaşlarını çattı. "Teşekkür ederim, bu bilgi hayatımı kurtaracak."

"Milenyum problemlerinden birini çözebilseydim hepimizin hayatı kurtulurdu. Ödül olarak 1 milyon dolar veriyorlar."

"Aa," dedim ilgiyle. "Ne ki onlar?"

Herkesin bakışları bir Görkem'de bir benim üzerimde geziniyordu. Görkem yüzünü bana doğru çevirdi. "2000 yılında Clay Matematik Enstitüsü çözülememiş yedi problemden oluşan bir liste yayınladı, bebeğim. Milenyum problemleri deniliyor adına. Şimdiye dek içlerinden yalnızca Poincaré hipotezi çözüldü. Grigori Perelman çözdü onu da. Ödülü kabul etmedi ama."

"Bir de benim Wikipedia ezberlediğimi düşünürdünüz," diye mırıldandı Arda sessizce. Ben bu sırada hayran hayran Görkem'e bakmakla meşguldüm ve o da gözlerimdeki ışığı sevmiş olacak ki başka bir yere çevirmiyordu bakışlarını.

"Riemann hipotezi çok ilgimi çeker benim. Asal sayılarla ilgili bir varsayımdır." Çenemi avucuma yaslamış, dünyadaki en önemli konu buymuşçasına onu dinliyordum. Gülümsedi. "Severim uğraşmayı. Asal sayıların eşsizlikleri matematikçiler için her zaman dikkat çekici olmuştur."

Kaya'nın sırıtışını hissettim. "13 gibi mi?"

"13 gibi. Açık ara favorim."

"Biliyoruz," dedi Can.

"Bu delikanlıca seni seviyorum demek," dedi Arda da.

Gülümsemem genişledi. Ona olan hayranlığımın bir dur noktası olmayacaktı belli ki. Beni büyülüyordu. Özellikle uzmanlık alanı olan konulardan konuşurken yüzüne yerleşen ifadeyi seyredebilmek için sonsuza kadar bana anlamadığım şeyleri anlatmasına katlanabilirdim.

"Şşt," dedi Kaya kızar gibi. Bacağını uzatıp bacağıma vurdu. "İçi gitti kızın. Kendine gel Asya."

"Biliyor musun?" dedi Görkem bana. "Poincaré varsayımını son hatırladığımda senin evine ilk geldiğim günün içindeydim. Şimdi evim sensin benim. Hayat garip."

Büyük bir sıcaklık dalgası onun göğsünden benimkine doğru yayılıyordu sanki. "Gerçekten onu tanımakta zorlanıyorum," dedi Arda. Bu kısa süreli matematik muhabbeti hem Görkem'in kafasını dağıtmış ve panik atağın izlerini tümüyle silmişti hem de ortamdaki gerginliğe dökülen bir kova suydu sanki. Şimdi onun alenen bana yürüyor olması ise diğerleri için asla kaçırmayacakları bir dalga fırsatıydı.

"Teşekkür ederim," dedim kibarca. "Bana bir asal sayıyla hitap etmiştin, o gün bile eşsiz olduğumu mu düşünüyordun yani?"

Şımarık tavrım onu güldürdü. "Hep," dedi. "Her zaman."

"Çillerini gördüğü andan beri," dedi Kaya. "Saçının kahve mi turuncu mu olduğunu anlamaya çalışırken hani."

"O günü, yani 13.02.2019 tarihini sıfırlar ve noktalar yerine çizgiler koyarak kendi içinde ayırırsak her bölmede bir asal sayı kalır," dedi Görkem hızlı hızlı konuşarak. "13-2-19. Gerçi bu sizi hiç ilgilendirmez tabii. Yine de benim için her şeyiyle eşsiz."

Başımı sol omzuma doğru yatırıp bakışlarımı yüzüne diktim ve bana duyduğu sevginin giderek arttığına şahit olduğum bu anların tadını çıkarttım. Görkem geç açılmıştı ama o andan beri hislerinin tümüne izin veriyor, yokuş aşağı bana doğru yuvarlanıyordu. Bunu seyretmekten büyük keyif alıyordum.

"Çalan şarkıyı duyuyor musunuz?"

Arda, Kaya'ya merakla baktı. "Duymuyoruz, hangisi?"

"Aşkını bir sır gibi senelerdir sakladım."

"Diyene bak," diyerek karşılık verdi Görkem. "Bahar geldiğinde mi sen böyle olursun yoksa sen böyle olduğunda mı gelir Bahar?"

Kıkır kıkır gülmeye başladığımda bir anlığına hepsinin bakışlarının üzerime toplandığını hissettim. Kendimi durduramadım, bakışlarına aldırmadım, saat sabahın altı buçuğuna doğru sürüklenirken kimse bana eşlik etmediği halde kendi kendime gülüp durdum. Sonra o yüzlerdeki ifadeler ısıttı içimi. O yüzlerde kendimden bir iz gördüm. Bir zamanlar yine burada oturur, az konuşur, çok somurturdum. Şimdi attığım her kahkaha onların içine çektiği bir nefese denkmiş gibi hissediyordum. Ben güldükçe onlar benden daha çok mutlu oluyorlardı.

"Gerildiğinizde sizi hiç sevmiyorum," dedim gülüşlerim sona erdiğinde. "Ama bu anların bir saat bile sürmemesine bayılıyorum. Hiçbiriniz birbirinize kıyamıyorsunuz."

Can elini hâlâ rengi düzelmemiş yanağının üzerine koyup "Ya," dedi gülerek. "Ne demezsin."

"O benim kıyamamış halimdi," dedi Görkem de. Ondaki pişmanlık dile gelmeyecekti ama sanki her an bir meyve tabağı hazırlayıp Can'ın önüne bırakabilirmiş gibiydi. "Ayrıca, sana hiçbir şey öğretememiş miyim? Niye kendini savunmadın? Yeniden refleks testlerine başlama vaktimiz gelmiş belli ki."

"Hayır!"

"Gelmiş gelmiş."

"Hayır Görkem."

"Ne yani? Sarp'ın spor salonunda mı çalışmak istiyorsun ille de? E uyar bana."

"Al sevgilini başımdan," dedi Can gözlerini yardım dilenir gibi bana çevirerek.

"Rahat bırak Can'ı," diye atıldım öne. "Anlattıklarından sonra spor salonuna gidecek vaktiniz olmayacak. Bir plan çizmemiz lazım. Şu şirketi yoklamamız şart."

"Hallederiz," dedi Görkem bana gülümseyerek. "Anlat Can. Madem bir halt yedin her detayı bilelim. Şu kaydı dinletecek misin?"

"Bakın," dedi dolma kalemi eline alıp. Arkasına bastırarak ileri doğru sardırdı. Arabada gelene kadar ikinci kez dinleyip nerede ne konuşulduğunu ezberlemiş olduğunu düşündüm.

"Yılanın başını bir anda ezemezsin," diyordu Vega. "Yavaş yavaş yol alacaksın. Babamın seyahati muhtemelen uzun süreli. O burada değilken iş yükünün çoğunluğu Hermes'e ve babamın eski bir dostuna kalır. İşte bu babamın eski dostu dediğim adam ve sana bahsettiğim şirketin ortağı arasında derin bir husumet var. O ortak, babamın gelir kapılarından birisi. Piramit'te önemli bir konuma sahip ve bu eski dost, inanılmaz derece taktı ortağa. Kıskançlık meselesi gibi düşün. Onu yerinden indirmek istiyor. İkisi arasındaki kavgayı alevlendirebilirim."

Can sadece "Nasıl?" diye sormak için araya girdi.

"Ortağın adı Alfonso Mayer. Babası Alman, kendisi Türk vatandaşı. Babamın eski dostu dediğim adama da X diyeyim şimdilik."

"Neden onun adını söylemiyorsun?"

"Her şey sırayla," dedi Vega sert bir sesle. "Onu şu an dahil etmiyoruz. Eğer onun başına bir şey gelirse işler çok karışır. Ben sana küçük balığı verip büyük balıkları vaat ediyorum sevgilim, sabırsız olma lütfen."

"Bana bu şekilde hitap etme."

"Sevgilim mi? Canım dememi mi tercih ederdin? Nelerden hoşlandığını bilemiyorum ki, yeterince vakit geçirmiyoruz beraber."

"Sana Vega dememin hoşuna gitmediğini biliyorum," dedi Can. "Bunun için fazla vakit geçirmemize gerek yok. Gerçek ismin her neyse benden onu duymak istediğini anlayabiliyorum."

"Beni anlayabildiğinin farkındayım, bu yüzden gün sabaha varmadan burada buluşmak istedin. Bir çocuk parkındayız Can, katledilen çocukluklarımızın şerefine. Kendini bana daha yakın hissettiğin bir zaman olmamıştır muhtemelen. Çok zıt olduğumuzu düşünüyorsun, ben de böyle düşünüyorum ama anlamsal olarak herkesin kavrayabileceği türden bir zıtlık değil bu. Sen beyazsın, ben siyahım ama aynı gökkuşağına aidiz. Farklı yoğrulmuşuz ama aynı hamurdanız biz."

Can kaydı durdurup başını Görkem'e çevirdiğinde "Sence böyle mi?" diye sordu hepimizi şaşkına çevirerek. "O ve ben özünde aynı mıyız?"

"Alakanız yok," dedi Görkem kendinden emin bir şekilde fakat yalan söyledi. Can da bunu fark etti ama bir yalandan ibaret olsa da bunu Görkem'den duymaya ihtiyacı vardı. "Ailevi problemler yüzünden mi böyle düşünüyorsun?" diye devam etti kaşlarını çatarak. "Can, benim dışımda hanginizin ailesinde problem yok ki? Hepiniz mi Vega'sınız bu durumda?"

"Sormadım say."

"Sormadın sayamam," dedi Görkem. "Seni manipüle ediyor. İkinizi aynı kılıfa koyarak bir yakınlık kurmaya çalışıyor."

Can güldü. "Biliyorum." Ve kaydı yeniden oynattığında hepimiz gülmeye başladık.

"Zamanımı harcıyorsun Vega. Hamurun umurumda değil, renkleri de sikeyim. Alfonso Mayer'den bahsedeceksen bahset, yoksa gideceğim."

"Alfonso Mayer, Demirbay holdingin hissedarlarından biri. Kendisinin başı şu aralar dertte. Rakip şirketle aralarında bir çıkar çatışması var. Telifle ilgili bir problem. Alfonso, hırsız olmakla suçlanıyor ve bu X kişisi de durur mu? Karşı tarafa gizliden yardım ediyor. Babamın ona emanet ettiği gücü, Alfonso'yu alaşağı etmek için kullanıyor."

"Bize ne bunlardan?"

"Alfonso Piramit hakkında çok şey biliyor," dedi Vega iç çeker gibi bir nefesin ardından. "Ama X'in kendisine kazık atışından bihaber. Dava sürecinde karşı taraftaki avukat ordusunun örgütten olduğunu gördüğünde bunu hoş karşılamayacaktır. Alfonso babama değer verir ama en değer verdiği şey kendisidir. Yenileceğini anlarsa izini kaybettirir, böyle bir durumda elbette ki babam onu birilerine geberttirir. İşte biz, tam olarak bu durumu lehimize kullanarak işe başlayabiliriz."

"Daha açık olmalısın."

"Onun suçunu ispatlayıp bu dava olaylarına bile karışmadan önce içeri alabilecek kapasitede bir ekiple çalıştığını düşünüyorum," dedi Vega. "Onda bizim için önemli bir listenin kopyası olduğunu biliyorum. Nasıl korunduğuna, nerede korunduğuna, şifreli olup olmadığına dair bir bilgim yok ama elinize geçerse Piramit'e dair benim size veremeyeceğim bilgilere bile sahip olabilirsiniz. Belirli basamaktaki ve belirli bölümlerdeki üyelerin isimleri, adresleri, ve IBANları gibi birçok şey. Alfonso'nun irtibatta olup yatırımcılığını yaptığı belki birkaç yüz kişi."

"Onu içeri alırsam konuşacağına mı inanıyorsun?"

"Konuşturamayacağın kimsenin olmadığına inanıyorum."

"Peki buradan benim kârım ne?"

"Ne demek senin kârın ne? Safa yatma Can, gözlerindeki ifadeden heyecanlandığın gayet belli oluyor. Bu, bu aşamada yapabileceğin en büyük hamle. Babamı Alfonso'nun ifşa olması oldukça kızdıracaktır. İş seyahatini erken sonlandırıp buraya gelecek kadar belki de. Yalnız o geri dönerse, işler çirkinleşir. Ortalıkta kan gövdeyi götürür. Piramit'teki bazı başlar kesilir, bazılarından vazgeçer, size çok fazla kaynak sağlar. Ondan intikam almak isteyen kişiler ortaya çıktıkça işiniz oldukça kolaylaşır."

"Demirbay Holding'i nereden biliyorum?" dedi Kaya. Sanırım kendi kendine konuşuyordu.

"Bilmiyorum ama söylediklerinin işimize yarayacağı kesin. Bu konuyu bir düşünelim derim. Yalnız Görkem, ipleri bu kez benim elime verme. En sonuncusunda ne olduğunu gördük."

"İpini dizini sikeyim ki senin götünde kurt olduğu için bir yerinde duramıyorsun," dedi Görkem. "Ama düşüneceğim."

"Aferin mi bana?"

"Yok," dedi Arda. "Değil. Ağlayabilirsin."

"Nereden başlayacağız?" dedim uykusuzluktan gözlerimdeki yanma hissi giderek artarken. "Ona ne kadar güvenebiliriz ki? Sana sormuyorum Can."

"Ama ben cevaplayacağım. Gidip Demirbay Holding'e sızalım, gerekirse diğer ortaklardan birini ağımıza takıp Alfonso'ya onun sayesinde ulaşalım derim. Bir kadın var, adı İrem. Sanırım patronun kızı. Tam olarak anlayamadım, Vega sadece öylesine bir detay olarak bahsetti ama zamanında Kaya'nın böyle görevlerdeki başarısını biliyoruz. Belki içeri girip onunla konuşabilir."

Kaya odağın kendisine dönmesi üzerine kaşlarını çattı. "Çok uzun zamandır böyle şeyler yapmadım."

"İhtiyacımız olmadı," dedi Arda. "Asya geldiğinden beri görevlerin çoğunun başrolü oydu. Alınma ama bence senden daha iyi bir ajan."

Saçımı geriye doğru savurup Arda'nın yanağını sıkmak için öne doğru uzandığımda keyifle başını bana çevirip yüzünü elime doğru getirdi. Saçlarını karıştırıp geri çekilirken Kaya'ya da dil çıkarmayı ihmal etmemiştim.

"İrem Demirbay..." Kafasındaki bir soru işareti giderilmiş gibi bakışları tek bir noktada kilitli kaldığında Görkem başını iki yana doğru salladı. "Hamle için doğru isim değil."

Can'ın kafası karışık görünüyordu. "Bence üzerine gidebiliriz."

"Gidemeyiz," dedi Görkem. "Çünkü avukatı abim."

"Ne?

"Ne?

"Ne?

"Pardon?"

Sıkıntılı bir nefes verip iki elini ensesinde birleştirerek geriye yaslandı Görkem. "Bir hamle yapalım istiyorsun, sana bir şirketin adını veriyor ve şirketle abimin ilişkisi var. Bunun bir tesadüf olduğuna siksen inandıramazsın beni. Allah kahretsin."

Can neden büyülenmiş görünüyordu? Heyecan ve panik karışımı gibi kulağa gelen bir sesle, "Vega biliyor abini," dedi. "Hermes'e söylememiş. Bana zarar vermek istediğini düşündüğü için onunla paylaşmıyor. Biz şu an başından beri istediğimiz konumdayız. Muhatabımız yalnızca Vega."

"Başından beri böyle bir konumda olmak istediğimizi bilmiyordum." Arda da benim gördüğüm şeyi görmüş olsa gerek, sesinde yine imalı bir tonlama vardı.

"Görkem," dedi Can sabırsız bir sesle. "Ne yapacağız? Daha fazlasını öğrenebilirim. Tesadüf değil, haklısın ama eğer dediğin gibi abini çözdüyse niye gelip bana bu bilgiyi versin ki? O kadar akılsız değil. Hiç belli etmeden bir koz olarak da kullanabilirdi. Ne yapmamı istiyorsun benim şu an?"

"Susmanı istiyorum Can." Baş ve işaret parmağının arasındaki mesafeyi açarak alnına yasladığında şakaklarını ovaladı Görkem. "Abimi bir koz olarak kullanmadı çünkü bunu benim yapmamı istiyor. Abimi kullanarak şirkete sızmak, ilk aklımıza gelen yol olacaktı ama aslında bizi buna yönlendiren kişi Vega. Oyuna onu dahil etmeyi amaçlıyor. Önümüze koyduğu oyunu bile onun kuralına göre oynamamızı sağlamaya çalışıyor."

"Korkunç," dedi Kaya. "Bir insanın bir insanı böyle manipüle edebilmesi. Üstelik bunu Can bile anlamadı."

"Ben nereden bileyim Egemen abinin şirketle bağlantısı olduğunu?"

"Onunla konuşman gerek," dedim dönen muhabbeti göz ardı ederek. "Görkem, abinle seni daha önce de görmüşlerdi birlikte. Fotoğrafınızı çekmişlerdi. Abinin gözünü korkutmaya adam gönderdi bu insanlar! Planı programı bir kenara bırakın, ikinizin bağını çözdülerse gerisi çorap söküğü gibi gelecektir. Bu üzeri kapalı bir tehdit, hemen abini haberdar etmelisin."

"Saat kaç?" diye sordu Görkem gözlerini bana çevirmeden. Dirseklerini dizlerine yaslayıp öne eğilmişti. Saçlarını sertçe karıştırdı. Baş ağrılarını sanki görebiliyordum, bir anda başına üşüşen sıkıntıların tümü sanki gözlerimin önündeydi ve henüz izleri yeni silinen o panik atağın göğsünü zorlamaya başladığını hissedebiliyordum.

"7.12," dedi Kaya hızlıca.

"13, tam bir saat sonra Bige ablamı arayacaksın." Başımı bir süredir duymadığım lakabımla birlikte hızla ona çevirdim. "Kavga ettiğimizi, benim çekip gittiğimi söyleyeceksin. Onun yanında mıyım diye soracaksın."

"Neden?"

"Abimin evine gideceğim. Son yaşadığımız olaydan sonra asla inanmaz seninle kavga edeceğime. Sabahın köründe kafam atmasa kapısına dayanmayacağımı da bilir. Bige abla sırf senin içini rahatlatmak için abimi arayıp soracaktır, ancak böyle inanır abim."

"Meseleyi bilmeyecek ama yanında kalıp onu mu koruyacaksın?" dedi Arda.

"Hem böyle olacak hem de düşünmek için fırsat bulacağım."

"İkinizin abi kardeş olduğunuzu biliyorlarsa bu sıralar görüşmek yerine ayrı kalmanız daha mantıklı değil mi?" Kaya endişeliyse bile bunu olağanüstü bir mekanizmayla bastırmayı başarıyordu yine. "Eğer bu paniğinin hakkını verecek bir durumun içindeysek ikinizi aynı eve koymak, burayı bombalayın demekle aynı şey olmaz mı?"

"Panik yapmıyorum." Sesi inkâr doluydu. İkna etmek istediğiyse kendisiydi. "Zaten birileri koruyor abimi, ben yalnızca akıl sağlığımı koruyabilmek için o evde olacağım. Düzgün düşünebilmem gerek. Abimin namlunun ucunda olması ihtimalini aklımdan geçirirken bunu bu evde yapamam."

"Biz ne yapacağız?" diye sordu Arda. "Burada kal, Görkem. Ben Eylül diye ağlar ikna ederim abini, yanında dururum onun. Yine anlamaz hiçbir şeyi. Sana benden daha çok ihtiyacımız var şu durumda çünkü gerçekten beynim durmuş gibi hissediyorum. Ne yapmamız gerektiğini bilmiyorum."

"Nezarethanede göz altında tuttuğumuz şu Lir üyelerinden sorumlusun sen."

"Onların hepsi intihara meyilli insanlar," dedi Can, bir hatırlatma yapmak ister gibi.

"Elimize bir fırsat geçirdin ama bizi olağanüstü hal ilan etmemiz gereken bir durumda bıraktın," dedi Görkem acımasızca. "Güvenliğimizin söz konusu olduğu bir durumda oturup kimsenin hassasiyetini sorgulamayacağım."

Gözümün önündeki bu adam, kırk farklı cephede hayatta kalma savaşı veriyordu ama dışa yansıttığı kişi ordusuna kazacağına dair inanç aşılamaya çalışan gözünü karartmış bir başkomutandı.

"Senin için zor bir durum olduğunun farkındayım Arda ama Can evde kalmak zorunda. Çağdaş Hoca için izin ayarlayabilirsen sorgularda sana eşlik edebilir. Ne zamandır Lir'e üyeler, kimin kimle irtibatı var, kaç kişiyi tanıyorlar, onlarla hiç yüz yüze görüşen olmuş mu hepsinin listesini istiyorum."

"Ben ev hapsinde miyim amına koyayım? Bunların hepsini yapabilirim, sen de zaman kazanmış olursun!"

"Sen bir boku da bilme Can! Bir şey hakkında da olmasın fikrin! Kendisini bıçakladı diye Asya'nın başına ödül koyan Hermes, bu hayattaki en değer verdiği insanla arasının bozulma sebebi olduğun için sana neler yapabilir aklın alıyor mu senin? Gece herifin ikiziyle gizli gizli buluşuyorsun, sence ne kadar süre gizli kalacak bu buluşmanız? Göz önünde olmayacaksın, şimdi değil. Şu an değil. Senin şu sıralar tek görevin Vega'dan bilgi akışını sağlamaya devam etmek olacak ama bunu Lir üzerinden yapmayacaksın. Ben aksini söyleyene kadar kesinlikle yüz yüze de gelmeyeceksiniz."

"Dumanla mı haberleşelim?"

Can, ateşe körükle gittiğinin farkında mıydı bilmiyordum ama ikinci yumruğu yemek üzere olduğunu hissediyordum.

"Ne halt ediyorsan et. Bul bir yolunu. Bak, bu gece nasıl güzel plan kurmuşsun. Çalıştır o kafanı biraz daha."

"O kadın bunu bile biliyor," dedim zihnimin sınırları büyük sancılarla sızlarken. "Birbirinize düşeceğinizi bile biliyor. Varsayımsal konuşuyoruz ama Görkem, gerçekten söylediğin gibi abinin dahil olduğu bir senaryo kurup verdiyse elimize, sahnenin devamında senin Can'a böyle davranacağını da biliyordur. Can'ı yalnızlaştırmaya çalışıyor, kendisine daha fazla bağlayabilmek için."

Ve ben, böyle bir zekânın karşısında saygı duruşuna geçebilirdim.

Vega tehlikeli olduğu kadar saygıyı hak eden türden de bir düşmandı.

"Siktir," dedi Arda. "Siktir, siktir. Kadın aklını görüyor musunuz işte? Asla düşünmezdim bunu amaçlayabileceğini."

"Birbirinize cephe almayın," dedim hızlıca. "Yeterince şeyle uğraşıyoruz. Bağırıp çağırın, kızın vurun ama bizim birbirimizden başka kimsemiz olmadığını unutmayın."

"Benim var!" diye bağırdı Görkem.

Bu iki kelime, beni hiç beklemediğim anda paramparça etti. Herkesi kendim gibi sanmamalıydım, doğru söylüyordu. Ona alınmadım, kırıldığım da o değildi ama gerçekler suratıma böyle bir anda çarpılmasın isterdim.

"Benim korumam gereken çok kişi var," diye devam etti. "Sakin olmam lazım." Elini bir kez daha alnına vurduğunda delirmek üzere gibi duruyordu. Avucunu boynuna doğru götürdü. Gözleri dakikalardır odaklandığı yerden ayrıldığında en çok kızdığı insana, Can'a, büyük bir ihtiyaçla tutundu. "İlacı var mı bunun sende?" dedi kalkanlarını hâlâ korumaya çalışırken. "Tanısı koyulmadı, farkındayım, zart zurt zırvalayıp etikten bahsetme bana. Bunu durdur. Yemin ederim gerekmedikçe kullanmayacağım. Bana bir kutu ilaç ver, lütfen."

"Görkem..."

"Lütfen," dedi tekrar. "Boğulacak gibiyim. Bu kadar şeyin içinde bununla baş edemem. Sadece olayları toparlayana kadar kullanacağım."

"Panik atak tedavisi senin bildiklerine benzemez," dedi Can. Gözlerindeki merhamet Görkem'i resmen kucakladı. Birbirlerine tekme tokat dalsalar bile oturup bir yara bandını paylaşacak türden arkadaşlardı onlar. "Özellikle en başında, çok fazla yan etkisi vardır. Çok uyku yapar mesela. Kafanı toparlayacağım derken gözünü zor açarsın."

"Uyumam," dedi Görkem. "Bir taneden bir şey olmaz. Alışık bünyem haplara. Söylediğimi yap. Beni en azından bugünlük idare etse yeter."

"Gitme," dedim ve o an bunun için yalvarabileceğimi bile hissettim. Gözümün önünde olmadığı her saniye aklım onunla olacaktı. Kendisini zihnindeki seslerden kurtarmaya çalışıp abisinin yanına kaçarken beni tüm gürültülerimle baş başa bırakıyordu. "Abin gelsin, olmaz mı? Buluruz bir yolunu. Burada kal."

"Özür dilerim, gideceğim. Açıklayamıyorum ama gerekli bu. Abimin yanında bir şey olmaz bana. Aklın kalmasın. Bir şeyler bulabileceğime inanıyorum."

"Arda'yı karakola yolladın, Can'ı Vega'ya salladın, ya biz?" dedi Kaya avucunu başımın üzerine yerleştirip beni bir çocuk gibi kıstırarak Görkem'e çevirirken yönümüzü. "Biz ne yapalım istersiniz majesteleri?"

"Geri döndüğümde Vega'nın adı elimde olacak Kaya." Rica değil, emirdi. Kullandığı dil karşısında Kaya içerlemek yerine keyifle sırıttı. "İçlerinden bir sürü kişi gördük, depodan topladığımız insanların sorguları ve yüzleri var, bağlantıları yalnızca Vega'nın bize gösterdiği yola bel bağlayarak bulmayacağız. Kimlere ulaşacağını, kimleri kullanabileceğini biliyorsun."

"Ben?" dedim sorar gibi.

"Lir'deki her konuşmayı analiz edeceksin. Sitede elimizin değmediği yer kalmayacak. Kategorilere ayrılmış oyunların olduğunu söylemişti Kaya. Oyunlarda sohbet ekranları da vardır. Bir ekip toplamak istiyorsan kendi içlerinde iletişimlerini sağlarsın çünkü. Hermes'in yapmaya çalıştığı bu. Atıyorum bir hırsız grubuna ihtiyacı mı var, buna uygun oyunun içinde kendi kendine konuşmalarına müsaade et birkaç gencin, bak elde ettin bile. İşte bize bu gruplar lazım. Elimizdeki isimleri kategorilere ayrıştıracaksın."

Başımı aşağı yukarı sallamakla yetindim. Ayağa kalkmak üzereydi ki durdu. Yeniden bana çevirdi yönünü. "Güvenebileceğin kaç kişi var?" diye sordu.

"Ne için?" dedim çatık kaşlarımla birlikte.

"Daha fazla kişiye ihtiyacımız olacak," dedi gözlerini tek tek diğerlerinde de gezdirerek. "İşleri bir tık öteye taşıdığımızda sayıca yeterli olmayacağız. Her koldan destek gerekecek bize. Şu şirket olayını hallettiğimizde bunu organize edeceğim. O zamana kadar güvendiğiniz polisleri şöyle bir düşünün. Bizimle çalışmalarını ya da bizim için çalışmalarını istememiz gerekebilir. Bu konuyu Amirimle de bir konuşayım."

"Şimdi çıkıyor musun?" diye sordu Kaya. "Bizi haberdar et."

"Üzerimi değiştirip gideceğim. Arda, sen de hazırlan. Geçerken karakola bırakırım seni de."

Arda ona bir asker selamı verdi. "Emir alınmıştır."

"Kaya," dedi Görkem ayağa kalkmadan önce. "Can'a sahip çık."

"Beni resmen zorbalıyorsun," dedi Can küçük bir çocuk gibi huysuz huysuz. "Kitaplarımı da elimden alacak mısın zamanında annemlerin yaptığı gibi?"

"Duygu sömürüsü yapma bana."

"İşlemiyor ki. Acımıyorsun hiç. Küstük mü biz şimdi?"

"Küsmedik," dedi Görkem. "Ama şansını daha fazla zorlama ve git bana ilaç bul."

Arkasını dönüp gittiğinde Arda da onu takip etti, sonra Can ve yalnızca kırk saniye sonra peşlerine takılan da bendim. Görkem beni öpmeden gidebileceğini sanıyorsa çok yanılıyordu.

Kapısını dan diye açmayı alışkanlık haline getirdiğimden olsa gerek şaşırmadı. Bir tişört yatağının üzerine seriliydi. Altına giyeceği pantolonu dolaptan çekip çıkardı ve onu da yatağına atarken gözlerini benimkilerden ayırmadan gülümsedi. "Geleceğini biliyordum."

"Gergin gergin gitmeni istemiyorum."

"Beni gevşetmeye mi geldin? Hızlıca çıkmam gerekiyor ama." Çapkın bir edayla göz kırptığında tişörtünün eteklerini tutup hiç çekinmeden bir çırpıda üzerinden sıyırdı.

Giyeceği tişörtü almak için yatağa uzanırken ise gülmeyi bırakıp bir kez boğazını temizledi. "Sana bağırdığım için özür dilerim."

Bir özrü beklemediğimden şaşırdım. Önünde durduğum kapıdan ayırdım sırtımı ve ona doğru yaklaştım. Gözlerimin içine bir şeyler söylememi bekleyerek baktı. Hareket bile etmeden ona iyice yaklaşmamı bekledi. "Sorun değil," dediğimde kaşları büyük bir acıyla çatıldı.

"Lütfen böyle söyleme," dedi yitik bir sesle. "Affettim seni de ya da affetmedim, eşeksin sen de. Allah senin belanı versin de. Lütfen bana bir daha sorun değil deme. Seni kaybedecek olduğum anla yüzleştirip durma beni."

Canı bir anda öyle çok yanmıştı ki kendimi çok kötü hissetmiştim. "Bilerek yapmıyorum," diyerek kendimi açıklamaya çalıştım.

"Biliyorum," dedi. "Ben de bilerek yükseltmedim sesimi sana."

"Biliyorum," diyerek karşılık verdim. "Ne zaman geri geleceksin?"

"Harekete geçmeye karar verdiğimde."

"Birkaç saat mi, birkaç gün mü? Ne zaman?"

Elindeki tişörtü tonlarca yükmüş gibi sandalyesinin üzerine bırakıp iç çekti. "Kestiremiyorum sevgilim, en kısa zamanda desem?"

Elimi karnına yasladım. "Bu bir cevap değil gibi."

Gözlerini aşağı doğru indirip teninin sıcaklığını hisseden avucuma baktı. "Beni göndermek istemiyor gibisin."

"Fikrim belli de seni durdurmayacağım. Öpücüğümü almaya geldim sadece."

"Hım," dedi beni taklit ederek.

"Hım tabii," diye karşılık verdim.

Belime sardığı koluyla beni tek bir hamlede kendine yapıştırdığında beklentiye girip yüzümü ona doğru kaldırmıştım bile. Gülümsediğinde gözleri hafifçe kısıldı. Başını biraz eğdi, ellerimden biri göğsündeyken diğerini saçlarının arasına yasladım. "Her şeyi halledebileceğine inanıyorum," diye fısıldadım. Bunu duymaya ihtiyacı olduğunu biliyordum ve ona duyduğum güveni kalbinin ortasında hissedebilmesi için her şeyi yapıyordum.

Dudaklarımızı birleştiren hamleyi o yaptı. Belimi tutuşu sıkılaştı, baskısı daha ısrarcı bir hal aldığında dudaklarımı araladım ve beni istediği gibi öpmesine izin verdim. Sıcacıktı. Çıplak göğsüne tırnaklarımı geçirdiğimde kulağıma dolan sesi beni beni güldürdü ve Görkem bu kez gülüşümü öptü uzun uzun. Tamamen geri çekilmeden önce çeneme yasladı dudaklarını. En son yanağıma, çillerin üzerine bir öpücük bıraktı. "Teşekkür ederim," dedi nefes nefese. "Şimdi seni yatağa mıhlamamı istemiyorsan uzaklaş benden."

Ondan bir adım bile uzaklaşmadım.

Gözlerine tutkunun en koyu tonu yayıldığında bakışları içimi aleve verdi. Dudaklarıma yerleşen tehlikeli tebessüm, onun alnının kırışmasına sebep oldu. "Yağmur," dedi adımı bir ikazla uzatarak. "Bulandırma aklımı."

"Döndüğünde," dedim bir adım ondan uzaklaşarak. İnsaf göstereyim istemiştim, acımıştım haline. "Belki bir günlüğüne başka bir yerde kalabiliriz."

"Ya da çocukları kapının önüne koyarız." Tişörtünü alıp üzerine geçirdi. "Anlaştık. Sabırsızlıkla bekliyor olacağım."

"Görüşürüz o zaman."

"Görüşürüz bebeğim."

Arkamı dönüp odasından çıktığımda yüzümdeki sırıtışı silmenin bir yolunu arıyordum. Can'ın elinde gördüğüm ilaç kutusu bunun sebebi oldu. Bakışlarım donuklaştı. Panik atak ilaçları reçeteli satılırdı ve tanı konulmamış bir adama bu ilaçları vermek ne kadar doğruydu bilemiyordum.

Beş dakika kadar sonra Arda'yla Görkem gitmiş, biz de salonda oturmaya başlamıştık. Dalgınlığımı fark ettiğinden olsa gerek Can, "Ağrı kesiciydi," dedi ve Kaya'nın da benim de odağımızı üzerine topladı. "Görkem'e verdiğim kutu. Panik atak ilacı falan değildi."

"Bunu anlamaz mı?"

"Sen anlamış mıydın?" diye sordu bana. Kutuyu görmüştüm ama aklıma bu ihtimal gelmemişti.

"İşe yarar mı peki?" dedi Kaya.

"Plasebo etkisi," diye yanıtladı Can. "İşe yarayacağına inanırsa yarar ve bence inandırdım onu."

"Aferin." Kaya gözlerini ondan çevirip yeniden ekrana kilitledi. Bu adamın kör olmaması büyük mucizeydi. Diğer bilgisayarı da az önce benim için açmış, Lir'deki hesabımıza girmiş ve akan sohbet ekranını önüme koymuştu.

Bu işi Can'ın yapması gerektiğini düşünüyordum. Bence o da öyle düşünüyordu ama bir tepki vermiyordu. Sessizce cezasını çekiyordu kendi kendine. "Can," dediğimde kafasını kaldırdı. "Sence Nedim'in bana yaptıklarını Vega'yı zayıflatmak için kullanabilir misin?"

Kaya'nın nefes sesleri bir anda kesildiğinde pürdikkat bana bakıyordu. Bunu dile getirmiş olmam onu şaşırtmıştı. Onları ailem kabul ettiğim gün, Nedim'in otel odasında bana dokunmaya çalışmasından sonraydı ve hepsi hâlâ nasıl tir tir titreyerek ağladığımı dün gibi hatırlıyor olmalılardı.

"Sence Vega," dedi şüpheyle. "Senin yaşadığına benzer bir şey mi yaşamış?"

"Böyle bir örgütün içinde tacize uğramamış olma ihtimali olduğunu mu düşünüyorsun?" Kaşlarımı kaldırdım. "Sadece sırtına, babasının bıraktığı izlere baktın. Her yara görünmez ki Can." Kendimi yutkunmaya zorladım. "Ama eğer... Yani, bana yapılanı kullanacaksan bu riske girmek de olacaktır. Onu zayıf tarafından yakalayıp bize karşı sempatisini arttırmaya çalışırken eline bana karşı kullanabileceği büyük bir koz verecek de olabilirsin. Sadece şey düşündüm... Bence Vega, beni sorgulamak için başıma Nedim'i gönderecek bir kadın değil. Otel odasında onu lime lime doğradım, olanları tahmin etmemesinin imkânı yok."

"Düşüneceğim bunu."

"Düşünmene gerek yok." Kaya'nın sesi sertti. "Düşmanı yakına çekelim derdindesiniz ama kuzuyu kurdun önüne atmak delilik. Saçmalamayın."

"Ama-"

"Asya," dedi uyarır gibi. "Seni risk altında bırakacak tek bir şey bile yapmayacağız. Can sen de dur durduğun yerde bir süre. Görkem'le aranı geri dönüşsüz şekilde bozma derdinde misin anlamıyorum. Böyle bir hamlede bulunursan bu sefer kolunla bacağının yerini değiştirir, haberin olsun yani."

Can başını ağır ağır sallayarak bunu onayladığında bana yönelik konuşmaya başladı. "Sandığın kadar merhametli bir kadın olmayabilir Vega. Bana sen ve Kaya'yla yeterince konuşursa sizi intihara sürükleyebileceğini düşündüğünü söylemişti."

Soğuk bir rüzgar, odanın içine içine esmeye başladığında Kaya'nın ve benim buz tutmuş gözlerimiz birbirini buldu. Ona bunu yalanlaması için yalvarır gibi bakmış olabilirdim. O an, bir yardıma ihtiyacım vardı. Zamanında Analizciler de benim buna teşebbüs edeceğimi düşünmüştü ve aklımda bu fikirlerin daha önce hiç dolanmadığını söyleyebilecek bir konumda değildim.

"Yanlış düşünmüş." Gözleri hâlâ benimkilerdeydi ve içimi rahatlatmak ister gibi bir kez yumup açtı onları. Ardından gülümsedi. "İkimizi o odada yan yana uyandığımızda görmedin Can. İş sizin için savaşmaya geldiğinde Asya ve ben, belki de hepinizden daha dirençliyiz. Bahsettiği gibi bir olay yaşasak, sizi geride bırakmamak için bile olsa söylediğin ihtimali gerçekleştirmeyiz."

"Doğru." Bilgisayarı kaçma isteğiyle kucağıma çektim. Saati kontrol ettim, Görkem'in söylediği dakika geldiğinde Bige ablayı arayıp rolümü yaptım. Ona yalan söylüyor olmaktan hoşlanmasam da konu aşık olduğu adamın güvenliği olduğu için bundan gocunmadım.

"Asya," dedi Kaya birkaç dakika sonra. "Görkem'in sana verdiği işe bırak Can devam etsin, sen yanıma gel."

"Neden?" diye sordum ama çoktan bilgisayarı Can'a doğru uzatmıştım bile. Bu hamlem Can'ı samimi bir şekilde güldürdü ve hiç ses etmeden benden bilgisayarı aldı. Bir yandan da Vega'yla yeniden iletişime geçmenin bir yolunu düşünüyor olmalıydı.

"Lir'in sohbet ekranını durdurmayı amaçlıyorum bir süredir." Kendisi kod yazmakla meşgul olduğu için yanına oturup bilgisayarına doğru eğilmeme rağmen neyle uğraştığını anlayamadım. "Fransız bir hacker tanıyorum, onunla iletişime geçmemde bana yardımcı olabilir misin?"

"Neden Fransız bir hacker tanıyorsun?"

"Ara ara biz hackerlar toplanıp altın günü yapıyoruz sanal ortamda."

Omzuna vurdum. "Dalga geçme benimle."

Gülerek omzunu ovaladı. "Zevkine yarışmalara giriyordum bir dönem. Orada bir tanışıklığımız olmuştu. İşinde çok iyidir ve sebep sorgulamaz, soru sormaz. Lir'e kayıt olması için link gönderen maili ona yolladım. Sohbeti dondurmanın ve birkaç küçük mesaj bırakmanın yolunu bulmuş olabilir ama şu an başka bir şeyle uğraştığımdan odağımı ona veremiyorum."

"İyi," dedim. "Sen söyle ben çevirisini yapayım. Ne yapacağımı bilmiyorum çünkü. Sen neyle uğraşıyorsun?"

"İstanbul'dan mezun olmuş kimya mühendisleriyle. Kadınlarla erkekleri, tahmini yaş gruplarını ayrıştırdım. Hâlâ incelenmesi gereken fazla kişi var. Bu yüzden Vega'nın Nova'daki kamera kayıtlarından bulduğum bir görüntüsünü alıp biraz gençleştirdim. Veri tabanlarında yüz taraması yapmayı deneyeceğim ama sonuç verir mi bilmiyorum."

"Gerçekten onun kimliğini elinle koymuş gibi bulabilir misin?"

"İzle ve gör." Bana meydan okumasını oldukça havalı buldum. Eğer lisede olsaydım, Kaya'nın okul çıkışlarında beni almaya gelmesini isterdim çünkü o okuldaki diğer öğrencilere gösterip böbürlenmek isteyeceğim türden havalı bir abiydi ve bunun için özel bir çabası da yoktu. Sanki böyle olmak için doğmuştu.

"Fransız arkadaşın sohbet ekranını durduracağı gibi silinen mesajlara da ulaşabilir mi?"

Can'ın sorusuyla birlikte Kaya dudaklarını birbirine bastırıp ümitsiz bir bakış attı. "Hermes'in de bu işlerden anladığını unutma. Var olanı bozmak, yok olanı geri getirmeye çalışmaktan daha kolaydır her zaman."

"Anladım," dedi Can. "Oyundaki konuşmalara müdahale etmemesini sağla. Buradan bir şeyler çıkacağını düşünüyor Görkem. Yalnızca ana sayfadaki toplu online sohbet ortamına zarar gelecek, değil mi?"

"Niyetim bu yönde ama siteyi kökten çökertirse de en fazla tüh derim açıkçası."

"Olmaz Kaya. Üyelerin adları burada gömülü! Başka nasıl ulaşacağız bu kadar insana? Hepsini tek tek yok etmeye kalkabilirler farkında mısın? Manipüle edilenler gencecikler. Biz Piramit'le savaşıyoruz, Lir'in üyeleriyle değil."

"Biz bir bokla savaşamadık Can," dedi Kaya gergin bir sesle. "O Hermes itinin yüzü biraz olsun morarsın diye çok güvendiği Lir'ine darbe indirmem gerekiyorsa bunu yaparım. Empati istemiyorum, intikam istiyorum."

"Çocuklardan bahsediyoruz Kaya!"

"Buluruz ulan bir yolunu!" dedi Kaya da. "Ben herkes ölsün demiyorum, Hermes ölsün diyorum. Gerekirse kahrından ölsün, kafayı yesin, çıldırsın, ortadan ikiye çatlasın ama gebersin gitsin. Bu yolda da her şeyi mübah buluyorum, beni anlıyor musun?"

"Öfken zihnini bulandırıyor," dedi Can gözlerini onunkilerden ayırmadan. "Bu planını Görkem'le konuştun mu?"

"Hayır."

"Konuşacak mısın?"

"Döndüğü zaman söylerim eğer halledebilirsek."

Can'ın gözlerine çöken karanlığa hayretle baktım. "Sen de kendin yazdın kendin oynuyorsun ama gör bak, ağzını açıp laf bile söylemeyecek sana. Kabak dönüp dolaşıp bir şekilde yine bana patlayacak hatta."

"Benim bir katilin sitesini çökertmem ve senin bir katille parkta oturup seni kandırmasına izin vermen aynı şey öyle mi?"

"Ben bu gece bu evden çıkıp gitmeseydim daha ne kadar oturacaktık?" Can'ın gözlerine yerleşen ifade öyle kendinden emindi ki şimdi, Görkem'e karşı yaşadığı o mahcubiyetten eser yoktu. Sessizlik içinde geçirdiği süre belli ki kendini bir şeylere ikna etmesini sağlamıştı. "Yıkımı dibine kadar yaşadık Kaya. Yan yana oturup durduk. Birbirimizi güldürelim diye kırk takla attık ama her geçen saniye Piramit işlemeye devam etti."

Anladım ki o an, bu kendinden eminlik değildi. Bu bir patlama anıydı. Can'ın olanları daha fazla içine atmaya yeri kalmamıştı.

"Daha fazla duramazdık!" diye yükseltti sesini anlaşılmak isteyen bir insanın çaresizliğiyle. "Daha fazla durmuş olsaydık, Görkem'in yerle bir olan özgüvenini bir daha mumla arardık. Liderimizi kaybediyorduk, Kaya. Kafasının içinde kayboluyordu adam. Kendi yolunu bulamayan insan, bize nasıl yol çizecekti? Her zaman kalemi onun almasını bekleyemeyiz, adamın ayağa kalkmaya gücü yoktu kaç zamandır! Bir şeyler yapmak istedim tamam mı? Yanlış da değildi üstelik. Siz yapsanız kahraman ilan edilirdiniz ama ben yapınca suçlu oluyorum. Sırf ben orada yara almadım diye hepiniz içten içe nefret ediyorsunuz benden. Hepiniz ya! Gelmeyin dedim, söyledim, direttim ama dinletemedim. Allah beni kahretsin oldu mu?"

Bizim donakalışımız onu durdurmadı. Gözlerindeki acıyı öyle net görüyordum ki bu yaşadığımız patlamadan sonra Arda'yı her yerde arayan gözlerine yerleşenle aynıydı. O zaman Arda'yı kaybettiğini sanıyordu, şimdi bizi kaybetmiş gibi bakıyordu.

"Görkem benim hep imrendiğim biriydi," diye devam etti. "Bunu çok iyi biliyorsun. Ona çok özeniyordum, onun gibi güçlü olmak istiyordum ama beceremiyordum bir türlü. Ne kas gücüm sizinkiyle yarışabiliyordu ne sizin kadar işe yarıyordum ilk başlarda. Hep eksiktim, Kaya. Bakma öyle. Sen de böyle düşünüyordun, biliyorum. Görkem öyle değildi ama. O hep inanıyordu bana. İnanmıyorsa bile daha iyi olabileceğim konusunda kandırmayı başarmıştı beni. Rol modelimdi, bir abiydi benim için, size komik gelecek ama bazen babaydı da. O baba bugün vurdu bana. Ciddiydi de üstelik. Uzmanı olduğum tek konuda bir işe kalkıştığım için. Yapabildiğim tek şeyi yaptığım için. Kendinde değildi, kontrolü kaybetti de demeyin. Bu daha önce bir kez olmuştu bu evde, onda da sana vurmuştu ağrı kesicilerini ondan aldığın için. O zaman evet, yitirmişti kontrolünü ama bugün gayet biliyordu ne yaptığını."

Kaya, şok olmuş bir haldeydi. Gözünü bile kırpmadan dinliyordu karşısındaki adamın isyanını. "Bu kadar içerlediğini fark etmemiştim."

"Etmezsin tabi," dedi. "O da etmedi ki. Ben kendi halimde bir insandım, hayatım boyunca çırpındım. Belki de zamanında kendimi bir türlü ifade edemediğim için başkalarını anlamaya bu kadar kafayı takmışımdır. Ama bazen ben de anlaşılmak istiyorum. Görkem yaraları yüzünden arkasına yaslanamadığında benim canım yanmıyor mu sanıyorsunuz? Bana kendimi suçlamamamı söyleyen bir tek oydu, benim yüzümden başına gelenlere rağmen. Bugün sanki tutunduğum tek dal da kırıldı gitti benim. Yalnız hissetmiyorum, yalnız bırakılıyor gibi hissediyorum. Birbirinize karşı kullandığınız muazzam empati yeteneklerinizi konu ben olduğumda niye rafa kaldırıyorsunuz?"

"Can..."

"Kaya'yı abin gibi seviyorsun, Arda'ya yeri geliyor ablalık yapıyorsun. Herkesin derdine koşarken bana gelince niye duruyorsun Asya? Sen beni niye ailenden saymıyorsun?"

"Yemin ederim ki böyle bir şey yok."

"Kaya en başta seni istemedi, onu affettin. Arda ilişkinizi desteklemedi, onu affettin. Ben beni affedemeyeceğin ne yaptım sana da sen herkesle konuşup en çok bana susuyorsun?"

"Böyle hissettirdiğim için özür dilerim," dedim kalbim onun kalbinin kırıklığı karşısında göğüs kafesime gözyaşlarını dökmeye başlarken. Can'ın açıklama yapmak için uzun uzun paragraflara ihtiyacı olmazdı hiç ama bizim tarafımızdan öyle anlaşılmamıştı ki şimdi neyi var neyi yoksa anlaşılmak için sarf ediyordu. "Ama çok yanılıyorsun, gerçekten."

Kırgın bakışları beni bulduğunda yanağındaki kızarıklık sanki suratıma bir tokat olarak çarptı. Kimseye belli etmese bile bir utanç olarak bunu hiç unutmayacaktı.

"Hiçbir zaman diğerlerinden eksiğin olduğunu düşünmedim. Aksine, beni en çok sen büyülüyorsun. Gerçekten bak." İnanmayan tavrı beni çok üzdü. Onun kendini bu kadar aşağıda gördüğünü tahmin bile edemezdim. "Hatırlasana," dedim hızlıca. "Seni bir elinle klavye kullanıp diğer elinle kağıda yazı yazarken gördüğümde resmen cin çarpmışa dönmüştüm. Her zaman harika biri olduğunu düşündüm. Benimle yaptığın her konuşma benim için çok kıymetliydi. Ben ölmek üzereyken önüme bir can simidi attın sen. Terapi alıyorum ben, sen bana bu yaşımda nasıl yürüyeceğimi öğrettin. Bir abi değildin, bir kardeş değildin, gözümde fazla insanüstü bir varlıktın. Konduramadım seni yere göğe."

Can, gülmeye başladığında gözlerinde hâlâ çektiği acının izleri vardı ama dudakları sıcak bir tebessümle kıvrılmıştı.

"Ben kendimi size kabul ettirebilmek için çok uğraştım," dedim. "Size zorla katılmadım ama kendimi ailenize zorla kattım. Bu yüzden, bence o kurduğun cümleyi duymayı hak etmiyorum. Sizin benim her şeyim olacağınız en başından beri belliydi ama ben sizin gözünüzde bir şeyler ifade etmek için kendimi çok paraladım. En çok da söylediklerinde buraya takıldım çünkü değersiz hissetmenin ne demek olduğunu çok iyi bilirim. Daha düne kadar gemi batmasın diye denize atılabilecek ilk şeydim sizin için. Eğer ben bunu sana bir kez bile hissettirdiysem gerçekten çok özür dilerim."

"Çok karıştım," dedi Can kendisi için çok zor bir itirafı yaparak. "Çok karıştım Asya. Bir kütüphanenin düzeni gibidir aklımdakiler ama içimin rafları üzerime üzerime devrildi. Suçluluk duygumu bastıracağım diye yapmadığım şey kalmadı ama gözümü ne zaman kapatsam, dizlerimin üzerinde izlediğim o sahne geliyor benim aklıma. Sen perişansın, Kaya perişan, Görkem'in gözleri kıpkırmızı olmuş, belli ki ağlamış, Arda bir patlamanın ortasında kalmış. Siz ölüm kalım mücadelesi verirken benim ruhum duymamış. İşe yaramak istedim. Kendimi affettirmek istedim. Göze gireyim, bize bir yol bulayım istedim."

"O kaydın tamamını bize dinletmedin," dedi Kaya. Gözlerimi öfkeyle ona çevirdim konunun alakasızlığı yüzünden. Derin bir iç çekti ve başını hafifçe iki yana salladı. "Vega," dediğinde sesi bir urgan olsaydı o kadını idam ederdi. "O kadın usul usul sızıyor aklına, değil mi?"

"Ne?" dedi Can haklı bulduğum siniriyle. "Bu kadar şey anlattım, bunu mu anladın?"

"Alt üst etmiş seni." Kaya'nın sesi sakin ve anlayışlıydı fakat bu Can'ı sanki daha da kışkırtıyordu. "Bu öfkeyi de çaresizliği de tanırım Can, çocukluğundan vurulmuşsun sen. Zehri doğru yere salmış."

Can reddetmek için hızlıca açtığı ağzını beyninden vurulmuş gibi bir anda geri kapattı ve gözlerini kırpıştırarak duyduklarının doğru olduğunu sindirmeye çalıştı.

"Yetersiz hissettirmiş," dedi Kaya. "Kimsen yokmuş gibi. O kimsesiz diye sen de öyle ol istemiş. O isyan ediyor diye sen de isyankâr ol istemiş. Herkes sana düşman da bir tek o yanındaymış, seni anlayan tek kişi oymuş gibi düşündürmüş sana. Belki bir bakışla yapmış bunu, belki konuşmuş ama işe yaradığından emin olmuş, öyle göndermiş seni."

"Bunlar kafama yerleştirilenler değil kalbimden geçenlerdi," dedi Can keskin bir sesle. "Düşündüklerim ama sustuklarımdı. Benim fikirlerimdi."

"Kafayı yemiş halde seni karşılamamız, senin için çok korktuğumuzdandı," dedi Kaya en az Can'ınki kadar net bir sesle. "Görkem'in sana vurmuş olması da kendine sinirlendiği içindi. Ne olursa olsun yanında olmak isterdi. O seni yalnızlaştırmıyor, ölürsen de yalnız ölme diye uğraşıyor. Sana bir şey olsaydı bu evden beş ceset torbası çıkardı Can. Ne nefretinden bahsediyorsun? Bu ipi süs olsun diye mi bağladık? Boşuna mi ettik o yeminleri biz? Aileyiz dediysek aileyiz, bana laga luga yapma."

Oldukça etkili başlayan konuşmasını büyük bir ciddiyetle dinleyen Can, son cümlede güldüğünde Kaya gülümsedi ve ona bir babanın evladına bakacağı türden bir bakış attı. "Can," dedi yumuşacık bir sesle. "Bana mesaj atarak kendini sağlama alman mantıklıydı ama beni uyandırmanı tercih ederdim. Diğerlerine söylemememi isteseydin her şey yolunda gittiği müddetçe ağzımı açmazdım, sadece güvende olduğundan emin olurdum."

"Görkem'e kesin söylerdin. O zaman yumruğu daha kapıdan çıkamadan yerdim."

"Bana sır diye verdiğin hiçbir şeyi Görkem'e söylemedim." İkisi arasında kurulan sözsüz iletişim kelimelerden daha çok anlam ifade ederken kenarda bir izleyici olarak oturdum. "Ve nasıl ki Görkem'in sorgusuz sualsiz arkasında duruyorsam senin de dururum. Gel ölmeye gidiyoruz desen kalkar ayakkabılarımı giyerim. Yaz kenara, aklında bulunsun."

"Ben de arabayı sürerim," diyerek araya girdim. "Ehliyetim yok zaten. Eğlenceli bir ölüm olur hepimiz için."

"Belki de duymak istedim," dedi Can buruk bir tebessümle. Kendi kendini bile çözemediği bir zaman dilimindeydik. Bir dayanak bulmak içindi çırpınışları, anladığım kadarıyla Kaya ve ben bunu sağlamayı başarmıştık. "Kan kaybederken ambulansı aramazsan hayatta kalamazsın," diye mırıldandı. Onun içine içine söylediği bu söz, zihnimin en derinlerine kazınırken öylece ona baktım. "Bu yüzden anlatmanın bir şeyleri çözeceğine inanırım," diye devam etti. "Kendi kendime kafamın içinde konuşup durmak yerine size karşı bu kadar susmasaydım bu kadar karışmazdım."

"Sen ki bizi bile konuşturabilen bir insansın," dedim Kaya'yla ben çok yüce varlıklarmışız da dile gelmemiz büyük bir mucizeymiş ve Can bunu sağlayabilen bir büyücüymüş gibi abartılı bir sesle. "Kendine de arada faydan dokunsa hiç fena olmaz." Ona göz kırptığımda daha derinden gülümsedi. Sevgimi hissediyordu, bunu gözlerinde gördüm. Ona karşı beslediğim minnet anlaşılmayacak gibi değildi. Sırf ben kan kaybederken elimi tuttuğu için bile ömrümün sonuna kadar çok sevecektim onu.

"Peki," dedi karşılığında. "Özür dilerim. Genel."

Bu, Kaya'ya koca bir kahkaha attırdı. "Özür dilerim," dedi elini karnına bastırıp gülmeye devam ederken. "Genel." Kahkahası şiddetlendiğinde gözlerimi kocaman açıp onun gülüşünü izledim. Yanında oturduğum için koluma dokundu ve gülmeye devam etti. "Ben bunu kullanırım amına koyayım," dedi keyifle. "Çok güzelmiş. Nasıl ilk ben söylemem? Özür dilerim, genel."

Gülüşü bana da bulaştığında Can'ın anlamsız bakışları üstümüzdeyken Kaya'yla hiç durmadan gülmeye başladık. Ben onun koluna girmiştim, o elini koluma koymuştu ve resmen yerimizde sallanarak gülüyorduk. Can kaşlarını çattığında bir saniye gibi bir süre dönüp birbirimize baktık ve kafamızı aynı anda Can'a çevirdik. "Özür dileriz, genel."

Can, anlamsız bir ses çıkardıktan sonra bize katıldı ve yaklaşık üç dakika boyunca kafayı yemiş gibi güldük.

Kendimize zar zor geldiğimizde Can ellerini birbirine sürterek ayağa kalktı. "Ben bize bir kahve yapayım." Keyfi yerine gelmiş olsa gerek sırıttı. "Sabahın körü, hazır uykumuz da açılmışken sızıp kalmayalım. Düzgünce çalışalım bugün."

"Görkem dönene kadar şu işleri halledelim de gelip terör estirmesin."

"Ay," dedim kendime engel olamadan. "Ne diye korkuyorsunuz bu adamdan? Kedi gibi biri. Biraz kafa ütüleyip susar en fazla. Ben sizi korurum hem."

"Yaa..." dedi Can. "Sen çok iyi bir insansın."

"Biliyorum."

Kaya da güldü. "Aynen," dedi. "Kedi. Evet."

"Ne var? Köpek mi? Sevgilime köpek dedirtmem."

"Eşek," dedi Can. Yine aynı anda gülmeye başladık.

"Tamam, buna bir şey diyemeyeceğim. Eşek olsun."

"Eşek zaten."

Görkem'in kulakları acaba çınlıyor muydu? Ben çok keyif alıyordum, çınlıyorsa da umurumda değildi.

Can kahveleri yapıp döndüğünde ve biz kendimizi yeniden işimize verdiğimizde ben Fransız olduğu bilgisi dışında elimde hiçbir bilgi olmayan bir hesapla yapmasını istediklerimizi konuşuyordum, Can Lir'in oyunlarındaki insanların isimlerini kategorilere ayırıyordu, Kaya ise Vega'nın kimliğini bulabilmek için bakabileceği her yere bakıyordu.

Acaba Arda ve Eylül ne yapıyordu?

"Hâlâ elimde çok öğrenci var," dedi Kaya. "Aklınıza filtrelemek için bir parametre geliyor mu?"

"Eğer İngilizce okuduysa hazırlığı direkt atlamıştır," dedi Can birkaç saniye düşündükten sonra. "Okulu yüksek ihtimalle uzatmadan, en fazla dört senede bitirmiştir. Üstten ders alma imkanı varsa daha kısa sürmüş olabilir. Kulüplerde aktif görev alan biri olduğunu sanmıyorum. Devam zorunluluğu olmayan derslere gitmemiş bile olabilir ama laboratuvarları kaçırmamıştır."

"Keşke TC kimlik numarasını da söylesen de beni uğraştırmasan."

Can, Kaya'nın alayına aldırış etmeden başını duvara doğru çevirdi. "Ben arayacak olsam, en yüksek sıralamayla alan üniversitelerden başlardım. Vega her konuda mükemmel olmak zorunda hissetmiş kendini hayatı boyunca. Babasının kompleksi gibi bir şey bu. Derece öğrencisi çıksa buna şaşırmazdım."

Kendimi her konuda mükemmel olma baskısı altında hissetmemiştim çocukluğumda. Babamın böyle kompleksleri yoktu. Bana bakınca zaten benim mükemmel olduğumu düşünürdü. Onu bu sıralar daha çok özlediğimi fark ettim.

Üniversiteyi yurt dışında okumak isteseydim her türlü masrafı karşılayacaktı. Bunu yapmamı çok istiyordu ama benim hedeflerim onunkilerden oldukça farklıydı. Madrid'le ilgili büyük hayalleri vardı. Polis olmak yerine o hayatı seçseydim nasıl bir yaşantım olurdu, düşünmeden edemedim.

Sonra bir anda durdum.

Madrid. İspanya.

"Erasmus," dedim. Gözlerimin önündeki gölgeler titreşip netlik kazandı. "İspanya'ya Erasmus yapmak için gitmiş olabilir. İkinci sınıftan itibaren İspanya'ya bu programla giden kimya mühendisliği öğrencilerini filtreleyebilirsin. Önceliği Madrid şehrine ver."

Kaya parmaklarını hızlı hızlı klavyede dolaştırırken her bir parçayı tek tek birleştiriyor olduğundan ciddi bir yüz ifadesi takınmıştı. Eğer doğru noktaya parmak basıyorsam elimizdeki seçenekler ciddi derecede azalırdı. Üstelik Erasmus için hazırlanması gereken tonla belge olduğundan eğer bir kez olsun şans yüzümüze gülerse belki de gerçekten onun kimliğine ulaşabilirdik.

Saniyeler geçerken Can da ben de yaptığımız işi bırakıp nefesimizi tutmuş, Kaya'dan bir tepki bekliyorduk.

"1'den 20'ye kadar bir sayı söyleyin," dedi Kaya.

"13," dedik Can'la aynı anda.

Kaya güldü. "13 olsun." Yeniden parmakları klavyede dolaşırken ne yaptığını anlayabilmek için ona yaklaştım. "Söylediğin anlaşmalara sahip üniversiteleri listeledim. Hepsine tek tek bakacağım gerekirse. Biraz uzun sürecektir ama görürsünüz, doğru düşünüyorsanız varacağız bir yere buradan."

Birazdan biraz daha uzun sürdü. O arada Bige abla bana Görkem'in abisinin evinde olduğuna dair bir mesaj bile atmıştı. Kaya geçen süre boyunca bulduğu öğrencilerin tümünün fotoğraflarına ulaşabilmek için büyük çabalar sarf etti, sanırım biraz yardım da aldı. Önceki yıllardaki sayılar, şimdiki senelere göre çok daha azdı bu yüzden işimiz bir tık kolaylaştı. Dakikalar birbirini kovalarken ve biz hiçbir şeye odaklanamadan heyecanla beklerken Kaya, bir anda bilgisayar ekranını bana doğru çevirip "O mu?" diye sordu heyecanla. Can yerinden fırlayarak üçlü koltuğun kolçak kısmına sinip başını omzuma doğru yaklaştırdı ve ikimiz birlikte önümüzde duran belgenin köşesindeki resme bakakaldık.

Upuzun saçları omuzlarından aşağı dökülen, siyah çerçeveli gözlükleri yeşil gözlerinin güzelliğini gizleyemeyen genç bir kızın vesikalığıydı karşımızdaki. Küçük ve düzgün burnu vardı. Şimdiki kadar derin fakat daha masum bakışları ve her şeye inat gibi tuttuğu dik omuzları ile birlikte kameraya hafifçe gülümsüyordu.

"2015, Boğaziçi," dedi Kaya yalnızca ve Can'ın verebildiği tek tepki, "O," oldu.

Gözlerim sol köşedeki isme kaydı.

Başlangıç, doğuş, sıfır noktası.

Vega Venom'un gerçek adı Milat Kaman'dı.

•⚓•

13. bölümün adı Milat, 14. bölümün adı Mahşer'di ve siz Vega'yla 13'te, Hermes'le ise 14'te tanışmıştınız.

Başlangıç ve son. Vega'nın ağzından okuduğunuz bölümde ikizinden ve kendisinden bahsederken devamlı olarak vurguladığı kelimelerdi. Kastettiği şey isimleriydi.

On üçüncü bölüm ilk milattı, yirmi altı ikinciydi ve otuz dokuzun üçüncü olacağını söylemiştim. Beni artık anlıyorsunuz değil mi? Bayılıyorum sizinle oyun oynamaya.

Önceden de tahmin edebileceğiniz üzere bu bölüm Analizin kilometre taşlarındandı yine. Bu seferki dönüm noktamız, gidişatın içine hukukun girmesine sebep olacak türden. Küçük spoilerler vereyim ki teorilerinizi keyifle okuyabileyim.

Can Günay ve Görkem Duman, en başından beri çatışıp duran iki karakter olmakla birlikte bu sefer daha ciddi bir şekilde karşı karşıya geldiler. Kimi haklı bulduğunuzu ve bölüm hakkında ne düşündüğünüzü öğrenebilir miyim?

Bu arada sizi çok seviyorum, çok çok. Tam bir hafta sonra yirmi yaşına gireceğim. Bir nevi gençliğimin günlüğüdür Wattpad'deki hikayelerim ve siz de benim çocukluk arkadaşlarımsınız. Yürüdüğüm yola eşlik ettiğiniz için minnettarım, var olun. 💙

Bir de bundan sonra sizi üzdüğümde özür dilerim, genel diyeceğim. Haberiniz olsun.

Teşekkürler ve iyi günler!

🔵🤝🔵

Yorumlar

  1. Kitabı tekrar okuyorum.
    Denk gelişlere bak. Sabah paragraf sorusu çözdüm plasebo etkisiyle ilgili...

    YanıtlaSil
  2. Ve güncelde okuduğum kitap Matt Haig'in İnsanlar kitabı. Riemann hipotezini çözdüğü için gelecekten biri gelip çözülmesini engellemeye çalışıyor.
    Görkem doğru söyle sen mi çözdün hipotezi dndnndjdj

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Popüler Yayınlar

36. "Çatlaklar ve Kırıklar"

55. "Geri Sayım"

35. "Görülme İhtiyacı"