42. "Çapraz Ateş"

Bölüm şarkıları:

Billie Eilish, Therefore I Am
Demi Lovato, Confident
Imagine Dragons, I'm So Sorry
The Score, Born For This

⚖️

İskeleye varmaya çalışan tekne
Fırtınaya kapılıp yönünü değiştirdi.
Ve yıldızlar yağmaya başlamadan önce
Bir kadın, gökyüzüne kurban edildi.

•⚓•

Görkem'in gayriresmi panik atak tanısı, bir uzman tarafından tescillenmiş fakat araya Bige ablanın da girmesiyle birlikte resmiyete dökülmeden reçete yazılmasının bir yolu bulunmuştu.

Görkem, bir psikolojik rahatsızlığa sahip olduğunun başkaları tarafından duyulmasını kesinlikle istemiyordu. Bu onu birçok açıdan geri planda bırakırdı ve iş rütbe atlamaya geldiğinde ona büyük bir sorun olarak geri dönebilirdi. Bu yüzden Necip Amir'in ve benim tanımadığım birkaç kişinin daha bilgisi dahilinde Görkem için bir ayrıcalık sağlanmıştı.

Nedense psikiyatristin kapısında onu beklerken içime onun ileride sürekli terfiler alacağı doğmuştu.

Sarhoş olduğu gecenin ertesi günü başı ağrıdan çatlıyordu. İlaç kutularını avucumun içine bırakmış, onları ondan uzak tutmamı istemişti ve sonra bana yardıma ihtiyacı olduğunu söylemişti. Böyle anlarda yardım istemenin ne kadar zor olduğunu bilirdim, bu yüzden açık bir şekilde ifade edebilmesi beni gülümsetmişti. Psikiyatriste tek başına gitmek konusunda çekinceleri vardı, ben de tüm bu süreç boyunca onun yanından bir saniye olsun ayrılmamıştım.

Beni ilk seansımdan sonra Çağdaş Hoca'nın kapısından almaya gelişini ölsem unutmazdım.

"Adam Çağdaş Hoca'yı tanıyormuş," demişti çıktığında. "Ben de seanslarıma senin gibi onunla devam edeceğim."

"Bunu sen mi istedin yoksa psikiyatrist mi önerdi?"

"Ben istedim," diye cevaplamıştı beni. "Beni biraz paranoyak bulacak olabilirsin ama özellikle şu sıralar hayatıma yeni birilerini almak istemiyorum. Hele ki hiç tanımadığım birine içimi dökmek... Mümkün değil. Güvenli alanımızda kalmalıyız sevgilim."

Onu başımla onayladığımda endişelerini görebiliyordum. O endişeler, içini kemirip durdu birkaç gün daha. Bana hiç söylemedi ama Bahar ve benim holdinge gitmemiz konusunda hâlâ rahat değildi. Planına güveniyordu, bana olan hisleri aklının önüne geçmesin diye savaş veriyordu ve o savaştan neredeyse yenik ayrılıyordu.

Dün geceyi bilmem kaç tane soruyu motor takmış gibi hızlı hızlı çözerek masasında geçirmişti. Ben bu sırada onun yatağında oturuyor, odama asacağım yeni fotoğrafların çıktısını bana hazırlaması için tek tek galerimden seçip Kaya'ya gönderiyordum. Kaya gözlerini deviren emojiden yollamıştı bana ama ne zaman bir fotoğraf göndersem anında ne olduğuna bakmak için aktif oluyordu.

Onu o kadar çok darlamıştım ki en sonunda birkaç gün içinde istediğim fotoğrafları bastırıp odama bırakacağına dair bir mesaj yazmak zorunda kalmıştı.

Bugünse Bahar ve benim görev günümüzdü. Saat dokuza gelirken Bahar koca bir kol çantasıyla bize gelmiş, birlikte hazırlanmamız gerektiğini söylemiş ve beni henüz kahvaltı bile yapmamışken esir almıştı. Birkaç soru sorup birlikte çalıştıklarımızı yokladım, o da aynısını bana yaptı ve sonra üzerimizi değiştirdik.

Ben lacivert bir takım giyecektim, Bahar koyu yeşil bir takım seçmişti kendine. İkimiz de ceketlerimizi odamda bırakıp gömleklerimizle banyoya geçmiştik. Önce benim peruğumla uğraşacak, sonra makyajımızı halledecektik. "Aaa," demişti aynanın üzerindeki perdeyi gördüğünde. "Bu ne böyle?"

Perdeyi merakla bir anda kenara çektiğinde yansımamı görmeye henüz hazır olmadığım için öylece bakakaldım. Çığlıklar kafamın içine doluştu ve farkında bile olmadan bir adım geriye gittiğimde bu gözünden kaçmadı ama bir anlam da veremedi bu halime.

Kendimi sakinleştirdim, nerede olduğumu defalarca kez içimden tekrar ettim. Güvendeydim. Güvenli bir alandı burası. Aynadaki kadın, o günkü gibi yalnız değildi. Derin bir nefes aldım. Duruşumu düzelttim ve zihnimde yankı bulan çığlıkları bastırmak ister gibi tok bir sesle, "Ben sevmiyorum aynaları," dedim.

Bahar'ın bakışları yumuşarken "Ama niye ki?" diye sordu. "Sen harika bir kadınsın, güzelliğinle ayna çatlamasın diye üstünü örttüğünüzü sanmıştım."

Bir aynanın önünde olmama rağmen Bahar beni gülümsetti. Birkaç adım ötemizdeki duşa kabine baktığımda orada Eylül'ün yıkanmama yardımcı olduğu anı hatırladım. İçime çektiğim soluk, bir kilo demirden daha ağırdı. "Bana hayatımın en kötü gününü hatırlatıyor," dedim dürüstçe. Bunu rahatlıkla söyleyebilmiş olmamın altında hem Analizcilerin benimle geçirdiği zaman hem de gittiğim terapi seanslarım sonucu hislerimi yazmaya başladığım defter yatıyordu.

"Eğer anlatmak istersen-"

"İstemiyorum." Bana alınmasın diye gülümsemeye çalıştım. "Benim makyajımı sen yapsan olur mu? Şu an aynaya bakmayı da pek istemiyorum."

"Tabii ki bebeğim." Yüzüne kocaman bir tebessüm astığında onu çok sevdiğimi fark ettim. Ben bir anda kurulan dostlukların gerçekliğine pek inanmazdım. Bahar bana yeni bir şey öğretiyordu. "Hatta senin özel makyözün bile olabilirim. Ne zaman istersen geçer oturursun karşıma. Elim alışıktır, beş dakikada hallederiz."

"Teşekkür ederim."

"Peruğun saçlarını örtecek diye onu hiç sevmiyorum biliyor musun?"

"Saçlarım çok dikkat çekiyor," dedim. "Siyah peruk en makul seçenekti."

"Bambaşka biri olacaksın."

Ve oldum.

Nasıl göründüğüme bakmak istediğimi söylediğimde Bahar yönümü aynaya çevirmeden önce elimi sımsıkı tutmuştu daha az rahatsız hissedeyim diye.

Çilsiz, turuncu saçları olmayan Asya hiç de Asya'ya benzemiyordu. Öyle farklı görünüyordum ki ben bile garipsedim yansımamı. Siyah beni olduğumdan daha depresif göstermişti sanki. Yakışmamış diyemezdim, fena değildi aslında ama hiç benim rengimmiş gibi hissettirmemişti.

"Yalnız çok seksi oldun," dedi Bahar. "Her hali mi olay olur bir insanın?"

"Teşekkür ederim," dedim kendime aynı şaşkın ifadeyle bakmaya devam ederken. Başka biri gibi görünmenin derinlerde bir yerlerde iyi hissettiren bir tarafı da vardı. Koyu göz makyajım ve yeşil gözlerim, omzumun gerisine ittiğim siyah saçlarım, bu resmi takım elbise... An itibariyle başka bir evrene ait bambaşka bir karakterdim.

Hâlâ evden çıkmamıza birkaç saat vardı. Bu da Görkem'i görebileceğim anlamına geliyordu. Bahar'la banyodan çıkıp odaların bulunduğu koridora yürüdük. O Kaya'nın kapısında dururken ben koridorun sonundaki kapıya kadar ilerledim ve yine tıklamadan içeri daldım.

Görkem hâlâ soru çözüyordu.

"Sevgilim," dedim içeri girdiğimi fark etmesi için. "Ben hazırım."

Sandalyesinin yönünü yarım bir daire şeklinde döndürerek bana baktığında yüzüne şaşkın bir ifade oturdu. Kaşlarını çattı. Yüzüme, gözlerime, saçlarıma ve üzerimdekilere bakmak için kendine zaman tanıdı. En son yeniden yüzüme odakladı bakışlarını. Bir yabancıyla göz göze gelmişti sanki. Tuhaf bir andı. Şu halime normalde bana baktığı şekilde bakmıyordu ve bunu kasıtlı olarak da yapmıyordu.

"Bir şey demeyecek misin?" diye sordum ne demesini beklediğimi bilmesem de.

"Garipsedim," dedi afallamış halde bir kez daha tararken bedenimi. "Başka birisine bakıyor gibiyim."

"Ben de alışamadım zaten. Eğreti mi duruyor üzerimde bunlar? Kötü mü?"

"Yok." Çok hızlı bir cevaptı bu, gerçeği yansıtmıyordu. Kaşlarımı içinden ne geçiriyorsa söylemesi için yukarı kaldırdım. "Şey," dedi. "Ne bileyim, tuhaf geldin."

"Beni böyle tanısan aşık olmaz mıydın?" Kendimi eğlendirmek için ona böyle sorular soruyordum. Görkem ciddiyim sanıyordu ama ben içten içe kahkahalar atıyordum aslında. "Ne yani?" diye devam ettim. "Senin için bir tutam turuncu saçtan mı ibaretim ben? Niye bu halime aşık aşık bakmıyorsun?"

Gözlerini kırpıştırarak beni anlamaya çalıştı. Bunu başarması mümkün değildi. Gülmemek için direndim. "Böyleyken Yağmur gibi değilsin hiç," dedi nihayet dudaklarını aralayabildiğinde.

"Yani saçımı siyah yapsam beni artık sevmeyecek misin?"

"Saç rengini değiştirmen için delirmiş olman gerektiğini söylemiştin."

"Yani delirsem beni artık sevmeyecek misin?"

"Yağmur," dedi ayağa kalkarak. "Antin kuntin sorular soruyorsun, iyi misin sen?"

Bana doğru yaklaşırken kapıyı arkamdan sertçe kapatıp yüzümü astım. "Cevap vermedin işte."

Elini yüzüme uzattığında yanağımı kavradı. Gözlerimi onunkilere çevirdim ama ona yaklaşmak gibi bir hamlede bulunmadım. Üzerime doğru bir adım attı göz temasımızı kesmeden. "Saçlarını çok seviyorum," dedi kırılmamdan korkar gibi yumuşak bir sesle. "Benim aşık olduğum kadının saçları turuncuydu, ilk gördüğüm anda çeldi aklımı." Diğer elini belimi kavramak için kullandı. "Ama değil siyaha boyatmak, kökten de kazıtsa saçlarını benim kalbim yine hızlanır onu gördüğümde. Her santimini ezbere bildiğim için garip geldin gözüme sadece, yoksa benim sana karşı hissettiklerimin saç renginle bir alakası var mı sence?"

"Bilemiyorum," dedim böyle konuşmaya devam etsin diye. Hâlâ gülümsemiyordum.

Baş parmağını yanağımın üzerinde bir noktaya götürüp "Burada," dedi alçak bir sesle. "Yüzündeki en büyük çil var." Sabitlemek için oldukça çaba harcadığımız makyajım, bütün çillerimi gizliyordu ama bu onun için sorun değildi. Üç kez dokundu parmağının ucuyla yüzümün başka başka köşelerine. "Şurada üç tane alt alta ve şuradaki de en silik görüneni. Burnuna yaklaştıkça soluk renkli oluyor çillerin. Bazen keşke daha belirgin olsalar diyorum. Sıcak suyla duş aldıktan sonraki ilk yirmi dakikadaki gibi kalsalar hep."

"Hım..."

"Hiçbir maske, seni görmeme engel olamaz," dedi bana biraz daha yaklaştığında. Belimdeki eliyle beni kendine yapıştırdı, gözlerini gözlerimin içine dikti ama gözlerim yeşildi. Bu onu rahatsız ediyor gibiydi. "Elli kat da sürsen o yüzüne o şeyi, ben senin çillerinin yerlerini bulurum yine. Öyle kazıdım seni aklımın içine, öyle çok seviyorum. Anlıyor musun? Kendinde bir değişiklik yapsan da bu hiçbir şeyi değiştirmez. Sırtım parçalandığında, yüzümü yaktıklarında değişmedi çünkü o kadının bana olan bakışları. İkna oldun mu şimdi?"

"Sen," dedim etkilenmiş bir şekilde üzerinden ayıramazken gözlerimi. "Bayağı aşıksın değil mi bana?"

"Hem de nasıl." Ona sarılmak için kollarımı kaldırdığımda beklemediğim kadar sıkı şekilde kucakladı beni. "Ben şimdi çıkacağım," dediğinde bu bilgiyi bana yeni veriyordu fakat öyle sıkmıştı ki bedenimi, ağzımı açıp tek kelime edemiyordum. İçine derin bir nefes çekti. "Kendine çok dikkat et, yalvarırım. Bahar'ı koruyacağım diye kendini umursamamazlık yapma. Sana çok güveniyorum. Beni sana olan güvenim ayakta tutuyor bu görev için. İletişimde kalacağız zaten. Lütfen habersiz bırakma bizi."

"Peki," dedim geri çekildiğinde. Rujumu bulaştırmak pahasına onu öptüm. Sonra kendi ellerimle de sildim bıraktığım izleri. "Sakin ol, ben halledeceğim her şeyi. Hiçbir aksilik olmayacak."

Tam bir adım uzaklaşırken dirseğimi tutup bana bir kez daha yaklaştı ve dudakları şakağımı buldu. "Künyemi al," diye fısıldadı. "Yanında olsun."

Bir şey söylemeye fırsatım olmadan telefonunun melodisi araya girdi. Doğrudan onu kulağına yaslandığında "Efendim Eylül," dedi çatık kaşlarla. "Evet, şimdi çıkıyorum. Kırk beş dakika. Tamamdır." Telefonu kapatırken yüzünde oldukça rahatlamış bir ifade vardı. "Halletmiş," dedi gülümseyerek ama neyi hallettiğini sorduğum halde söylemedi. Sadece acelem var dedi ve öylece gitti.

Ben de üzerinde bir M harfi kazılı olan künyeyi alıp boynuma geçirdim ve gömleğimin içine sakladım.

Henüz buradaki ilk günlerimden birinde Can'la uyuşturucu operasyonu sırasında bir eve gizli kimliklerle dalmıştık ve o gün karşımdaki adama kendimi Melek olarak tanıtmıştım. Mila Tokel, bir diğer kimliğimdi. Bugünkü görevde ise Melis Yakut olacaktım. Tüm bu M'ler yalnızca bir tesadüf müydü yoksa hayatın bana oynadığı bir oyun muydu bunu bilmiyordum ama boynumda taşıdığım harf, bir şekilde kaderimle ilişkiliymiş gibi hissediyordum.

Görkem'in odasından çıktığımda durağım salondu. Arda ve Can'a kendimi gösterirken ve tuhaf bakışlarını gülerek karşılarken Kaya'yla Bahar da aramıza katıldı. Bir süre hepsi siyah saçlı, yeşil gözlü halime alışmaya çalıştılar. "Kaya'ya mı benzemiş ben mi kafayı yiyorum?" diye sordu Arda. "Kardeş gibiler, şunlara bak."

"E öyleyiz ya zaten," dedi Kaya rahat bir tavırla kapının pervazına yaslanırken. Kocaman açtığım gözlerimle ona döndüğümde bir kolunu havaya doğru kaldırdı ve bunun beni davet etme şekli olduğunu anladım. Aramızda birkaç adımlık mesafe kaldığında "Gel bakalım," demesine rağmen o mesafeyi kendisi kapattı. Kolu etrafıma sıkıca dolandı. "Dikkatli ol," dedi çenesini saçlarımın üzerine bastırarak. Topuklu ayakkabılarını giymekle meşgul olan Bahar'ın derinden gelen gülüşünü işitirken biraz daha sokuldum bir abinin kollarının sıcaklığına.

"İkiniz," dedi Kaya. "Canımsınız benim."

Bu, duymayı hayal bile edemeyeceğim bir şeydi. Öyle kısık sesle söylemişti ki diğerlerinin anladığını sanmıyordum. Çenesini saçlarıma sürttü. "Başımıza türlü türlü şey gelebilir, işler planladığımız gibi gitmeyebilir, ikinizin birbirinizden ayrılması gereken durumlar olabilir ama ne olursa olsun belli bir aşamaya kadar benimle iletişimini kopartma Asya. Sisteme sızdıktan sonrası kolay, tamam mı? Sana öğrettiklerimi hatırlıyor musun?"

Başımı salladım. Çatı katında uzun uzun konuşmalar yapılmış ve saatlerce her detayın üzerine düşünülmüştü yine.

Arda ve Can da bana ve Bahar'a sıkıca sarıldılar. Kapıdan topuklularımızın üzerinde çıkarken Bahar elimi tuttu. Onun bu görev için kiralanan aracına kadar böyle ilerledik. Diğerleri bizi bizim araçlardan biriyle uzaktan takip edeceklerdi ani bir durumda müdahaleye hazır olmak için. Araçlarının içi ihtiyacımız olabilecek her türlü şeyle donatılmıştı. Kulaklıklar takılmış, her şey hazır hale getirilmişti.

"Sakin görünüyorsun," dedi Bahar yolda ilerlemeye devam ederken. İki eliyle direksiyonu sıkıca kavramıştı. "Bana tembihlemek istediğin bir şey var mı? Kaya'dan elli bin maddelik bir liste dinledim, senden de dinleyebilirim."

Gülüp geçmek yerine ciddi bir şekilde sıralamaya başladım maddelerimi. "Ayrılmamız için tek yol, benim gitmiş olmam. Sen asla benden uzaklaşmayacaksın. İçeri girdiğimizde kapıya yakın olan koltuğa oturacaksın. Şirketteki her çalışanın yüzüne bak, sana tuhaf görünen veya rahatsız hissettiren biri olursa küpenle oyna. Ve Bahar, adımın Melis olduğunu sakın unutma."

"Emredersiniz komutanım," dedi elini şakağına yaslayıp bir asker selamı verdikten sonra. "Bu söylediklerini Görkem duyuyor mu? Çok etkilenirdi senden."

Sadece güldüm. Nerede olduğunu, bana neyi anlatmadığını düşünmemeye çalıştım. Tek odağım bu görevin üzerinde olmalıydı ve Görkem'in bile bunu dağıtmasına izin vermemeliydim. Şimdiye dek bundan çok daha riskli ortamlarda bulunmuştum, bile bile ölüme yürüdüğümüz de olmuştu fakat bu kez yanımdaki kişi bir sivildi. Hiçbir şeyin konsantrasyonumu bozmamalıydı bu yüzden.

Navigasyon cihazından şirketle aramızdaki mesafenin kısaldığını takip ederken diğer yandan da caddelere, sokaklara bakıyor, bana öğretilen şekilde plan içinde plan yapıyordum. Bir ortaokulun yanından geçtik, ardından otoparka girdik beraber. Burası ve şirket arasında altı yedi dakikalık bir yürüme mesafesi vardı. Araçtan indiğimizde Bahar elime bir dosya tutuşturdu, bir tane de not defteri verdi.

"Başlıyoruz," dedim gözlerinin içine bakarak ona güven verme çabamla. Bahar gözü kara bir kadındı ve benim vereceğim güvene ihtiyacı bile yoktu fakat buna rağmen o gülümsemesi güven doluydu.

"Bu bağlantıda sadece biz varız değil mi?" diye sordu Bahar eliyle kulağını işaret ederek.

"Evet, biz bizeyiz. Her zamanki gibi."

"Pişt, Kaya," dedi bir anda.

"Söyle," diye cevapladı onu gergin bir ses.

"Seviyorum seni."

Bahar bu cümleyi kurduktan sonra bir süre sessizlik oldu. Ona baktım, Kaya'ya zaman verir gibi bir tebessüm asılıydı dudaklarında. Onu utandırdığının farkında gibiydi. En sonunda "Ben de," dedi Kaya her zamanki o düz sesiyle.

"Yaa," dedi Arda. "Ben de sizi, hepinizi. Hadi aşk kuşları, şimdi bitirelim şu işi." Can da kenardan gülüyordu.

Emin adımlarla şirketin büyük kapısına doğru ilerledik. Avukat Bahar Aral ve stajyeri Melis Yakut, Alfonso Mayer'in başındaki davanın üstesinden gelmek üzere buradaydı. Giriş kapısındaki güvenlikleri inceledim doğrudan. İki kişi binanın dışında, camdan görebildiğim kadarıyla iki kişi de içeride dikiliyordu. Dikkatimi çeken ilk şey ağız maskesi takıyor olmalarıydı. Üzerlerinde çelik yelekler ve tabancaları vardı. Bahar ikisine de baş selamı verip aralarından geçti ve büyük kapıyı yan yana aştık.

Diğer iki görevli aralarında konuşmayı bırakıp bize odaklandılar fakat gözlerim, soldakinin gözlerine saplanıp kaldı.

O gözleri bir milyon kişinin içinden bile ayırt edebilirdim ben.

Lacivert ağız maskesini burnunun üzerine kadar çekmişti. Artık varlığına alıştığım çenesindeki yara izi kapanmış olmuştu böylece. Saçları alnına düşüyordu ve gözlerinden başka bakacak yer bırakmıyordu insana. Uzun kirpikleriyle çevrelenen o gözler bana tutunduğunda göz bebeklerinin büyüyüşüne şahit oldum. Elimdeki dosyaları sıkıca kavrayıp göğsüme bastırırken gülümsüyor olduğunu da yine gözlerinden anladım.

Eylül'ün hallettiği şey buydu. Nasıl olmuştu bilmiyordum fakat Görkem bugün burada güvenlik görevlisi olarak çalışıyordu.

"Böyle buyurun," dedi diğer görevli Bahar'a yaklaşarak. "Üzerinizi aramam gerekiyor."

"Avukatlık Kanunu Madde 58," dedi Bahar tok bir sesle. "Ağır Ceza Mahkemesinin görev alanına giren bir suçtan dolayı suçüstü hali dışında bir avukatın üzeri aranamaz. Hayırdır memur bey, ne suçumu gördünüz?"

Ben hâlâ Görkem'in gözlerinin içine hapsolmuş haldeydim. "Affedersiniz," dedi görevli. "Bugün şirkete avukatların geleceğine dair bilgilendirilmedim."

"Benim bilgim dahilinde," dedi Görkem. Maskesi yüzünden sesi zaten boğuk çıkıyordu fakat o da normalde olduğundan daha kalın bir tonda konuşuyordu. "Danışma sizi yönlendirecek. İçeri geçebilirsiniz hanımefendi."

"Elbette geçeceğim," dedi Bahar gözlerini kısarak omuzlarını dikleştirirken. "Beni takip et Melis."

Görkem'in omzuna çarpacağım şekilde yanından geçtiğim sırada kulağıma "Etkilendim," diye fısıldadı. Arabada Bahar'ın sorduğu sorunun cevabıydı bu. Konuşmalarımızı duyuyordu. Onunla da iletişim halindeydik.

Bu beni bir nebze olsun rahatlatırken adımlarımı Bahar'ınkilere uydurdum.

"Birazdan kameralara sızmış olacağım," dedi Kaya. "Görkem bunu sağlamaya çalışacak. O zamana kadar tek başınasınız." Onun neden burada olduğuna ve bana neden söylemediğine dair bir açıklama bekleyen tarafımı kendi içimden cevap vererek sustum.

Muhtemelen şirkette ayarlamaya çalıştığı görev son ana kadar kesinleşmemişti. Bu yüzden de beni tamamen yalnız olmam üzerine odaklamıştı. Eğer Eylül bunu ayarlayamasaydı ve ben sonradan Görkem'in burada olmayacağını öğrenseydim kendimi çok daha gergin hissederdim. Ama tam tersi olunca, yalnız olduğumu sanırken arkamda bir destek olduğuyla yüzleşince daha rahat nefes alabilmemi sağlamıştı bu.

Nedense Can'ın başının altından çıkan bir fikirmiş gibi hissediyordum. Çünkü psikolojimin üzerine kafa yorularak yapılmış bir hamleydi.

Tuhaf olanı, kızgın değildim. Analizcilerin bir plan hazırlarken onun kıyısına köşesine ayrı ayrı planlar eklemeleri sayesinde günü kurtardığımız çok olmuştu. Bu yüzden sırtımı yasladığım adamlara güvenmeyi seçtim.

Danışmadaki kız bizi asansörlerin olduğu yere yönlendirdi. Bahar'la içeri adımımızı attıktan sonra dokuzuncu katı tuşladık. Ara katlarda inenler ve binenler oldu fakat kimsenin gözleri üç saniyeden fazla üzerimde dolaşmadı. Kimse bana beni gözü bir yerlerden ısırıyormuş gibi bakmadı. Piramit'te başına ödül konulmuş bir kadın olsam da namım henüz buralara yayılmamıştı anlaşılan. Bu şirket yalnızca bir kasaydı. Onlar için çok da bir anlamı yoktu anladığım kadarıyla.

Bahar bir adım önümden yürürken ben de dosyaları göğsüme bastırıp arkasından neredeyse koşarcasına adımlarla yürüyordum. Bu işlerde pek tecrübesi olmayan, acemi bir avukattım ve Bahar'ın benim üstüm olduğu imajını çiziyordum. Koridorun sonunda bir sekreter odası vardı. Alfonso nasıl bir konumdaysa sekreterinin bile özel ve geniş bir odası vardı, koridorda öylesine bir masada oturmuyordu.

"Merhaba," dedi sarışın kadın açık kapıdan bizi görür görmez. "Bahar Hanım'dı değil mi? Alfonso Bey sizi bekliyor, içeri geçebilirsiniz."

"Teşekkürler."

Önünden geçtiğim o iki saniyelik anda kapısında Birce A. yazan o odanın içine göz gezdirdim. Laptop ceviz renkli masasının üzerinde beni oraya davet eder gibi duruyordu. Alfonso'nun her işiyle ilgilenen sekreteri odağımı üzerine vermemi hak edecek gibi görünüyordu. Bakışlarından dahi onun dişli bir kadın olduğu fikrine kapılıyordu insan. Bu da asansörde gözlerimin içine bakmayan insanların aksine onun Piramit içinde önemli bir konumda olduğunu düşünmeme sebep oluyordu. Alfonso'nun bulaştığı pis işlerin tümünden haberdar olduğuna emindim.

"Yerimden ayrıldım," dedi Görkem'in alçak sesi. "Kayıt odasına gidiyorum. Ardından Kaya'ya ağa sızması için yardım edeceğim ama bunun için bölmeli masalarla ayrılan geniş ofise gitmem gerekiyor. Orada dikkat çekmeden ne kadar işe yarayabilirim bilmiyorum."

"Birce A," dedim ben de Alfonso'nun kapısının önünde dikilirken. "Sekreteri."

Bu Kaya'dan yükselen klavye seslerini duymam için yeterliydi. Birazdan o kadın hakkında bulduğu ne varsa bize anlatmaya başlayacaktı.

Bahar gözlerimin içine bakıp içeri gireyim mi der gibi izin vermemi bekledi. Başımı bir kez salladığımda ise kapıyı tıklattı ve içeriden yükselen "Gelin," sesiyle birlikte operasyonumuz resmi olarak başlamış oldu.

Alfonso kırklarının ortasında gibi görünen, kır saçlı bir adamdı. Oldukça keskin yüz hatlarına sahipti. Dış görünüşüne bakarak onun bir Alman olduğu çıkarımını yapmak zordu fakat aksanlı sesi onu ele veriyordu. "Hoş geldiniz," demişti gülümseyerek. Mide bulandırıcı bir gülümsemesi vardı. İkimizi de baştan aşağı süzdükten sonra masasının önünde duran sandalyeleri işaret etmişti. Bahar sağa, kapının hizasında olana otururken ben de soldaki yerimi aldım ve elimde ne var ne yoksa heyecanlı hareketlerle önümdeki sehpanın üzerine bıraktım. Kasıtlı olarak yere düşürdüğüm not defterini alırken "Kusura bakmayın," dedim gülümseyerek. Eğilerek geçirdiğim üç saniye odanın detaylarını aklıma kazıyabilmek için yeterli bir süreydi.

İçeride kamera yoktu. Büyük masanın arkasında kalan bel hizası yüksekliğinde bir dosya dolabı bulunuyordu. Sağ taraftaki kapak kilitliydi. Anahtarının odanın içinde olduğunu tahmin ediyordum fakat o dolabın içinde işimize yaracayacak şeyler olduğu konusunda şüpheliydim. Bence şirketle ilgili bazı bilgiler bulunuyordu ve bizim derdimizin şirketle uzaktan yakından alakası yoktu. Biz Alfonso'nun piramidin birinci basamağı için önemli bir adam oluşu yüzünden buradaydık.

Ele geçirilmesi gereken bir liste vardı.

"İrem Hanım'ın avukatı aracılığıyla hakkınızda açılan davadan haberim oldu," diyerek konuşmaya başladı Bahar.

Alfonso kibarca gülümseyip "Ah," dedi. "Az anlarım. Çevirmenimi çağırayım." Masanın üzerinde duran ahizeyi kaldırdığında ondan önce davranıp Bahar'ın kurduğu cümleyi Almancaya çevirdiğimde az önce benimle pek de ilgilenmemiş o gözler, üzerime hızla döndü.

Ona benim stajyer olduğumu, Bahar'la birlikte dava hakkında bir araştırma yaptığımızı ve ona yardımcı olmak için burada olduğumuzu hızlıca anlattıktan sonra Bahar'a dönüp utangaç bir şekilde gülümsedim.

"Harika birisi," dedi Arda kulağımda. "Onun ne kadar büyüleyici olduğunu unutmuşum. İyi oldu hatırladığım."

"Ana dili gibi konuşuyor," dedi Can. "Böyle kaba bir dil bile nasıl onda sırıtmıyor gerçekten anlamıyorum."

Beni övmelerinden hep çok hoşlanacaktım. Bacak bacak üzerine atarken Alfonso'nun bakışlarındaki övgüyü de gördüm. Eğer Almanca bilmeseydim acemi biri olduğumu düşündüğü için benimle muhatap dahi olmayacaktı fakat şimdi benimle konuşmak zorundaydı.

"Türkçe devam edin lütfen," dedi Alfonso, Bahar'a bakarak. "Ben anlayamazsam, arkadaşınız yardım olur."

"Avukat Melis Yakut," dedim bu noktada. Benden arkadaşınız şeklinde bahsetmesini kabul edemezmişim gibi vurguluydu sesim.

Artık bana da saygı duyuyordu.

Bahar karşı tarafın avukatları hakkında birkaç soru yöneltti. Alfonso bir iki yerde bana dönerek yardım istedi ve yaklaşık on dakika kadar davanın detaylarına indik. Direksiyon Bahar'daydı. Ben bu muhabbetle hiç ilgilenmediğim için Kaya'nın bana Birce hakkında geçtiği özeti dinlemekle meşguldüm. Senelerdir Alfonso için çalışıyordu. Şirkette pozisyonu çok çabuk yükselmişti. Hakkında bulabildikleri ise çok azdı. Sanki biri kasıtlı olarak onu gizlemek istemiş gibi, demişti Kaya. Birilerinin onu koruduğunu düşünüyordu.

Görkem bu süre içinde güvenlik kameralarının görüntülerinin izlendiği odaya varmış, Kaya'nın direktifleriyle beraber istediğimiz sonuca bizi ulaştırmıştı. Artık Kaya içerisini izleyebiliyordu ve kayıt odasının kapısı başka birisi oraya girmesin diye Görkem tarafından kilitlenmişti.

Bahar'ın sürdürdüğü konuşmaya da ayrı bir parantez açmak gerekiyordu. Ben kulağımda bir kulaklık varken ve birileri benimle konuşurken iş yapmaya alışkındım. Bahar ise bunu ilk kez yapıyordu fakat öyle profesyoneldi ki sanki her gün bir polis ekibiyle operasyona çıkıyormuş gibiydi tavrı. Alfonso'yu mahkemede savunmak için kullanabileceğimiz detayları ona aktarırken gerçekten sadece işiyle ilgileniyordu. Avukat Bahar Aral, işinde ne kadar iyi olduğunu bana on dakika içinde göstermişti.

"Bölmelerle ayrılan çalışanların olduğu ofiste bağlantının merkezi olarak tarif edebileceğim bir nokta vardır," dedi Kaya. Görkem'e yönelik konuşuyordu. Onun buradaki varlığı normalde benim yapmam gereken işleri önemli derecede azaltmıştı. "Sana verdiğim cihazı o merkeze takman gerekiyor. Ardından sana söylediğim kodları gireceksin. Yüksek ihtimalle camın sol köşesinde kalan masanın altında olduğunu düşünüyorum. Diğerlerinden daha fazla kablo yığını ve kırmızı bir ışık yanan siyah modeme benzeyen bir kutu görürsen sana verdiğim cihazı oraya takman gerektiğini anlayacaksın."

"İlerliyorum," dedi Görkem.

"Birce odasından çıktı," dedi Can bu sırada. "Bilgisayarına erişmek için uygun bir vakit olabilir."

"Ne zaman döneceğinin garantisi yok," diye bir tez savundu Arda. Beni belirsizliğin içine göndermek istemiyordu.

"Kameralar elimizde. Döneceği zamanı önceden biliyor olacağız. Asya'yı uyarırız."

"Benim sitemi kullanarak bilgisayarına sızmak istiyorsak bunu tek seferde yapmalıyız. Yeterli zamana sahip olduğumuzdan emin olmak gerekiyor," dedi Kaya sakin bir sesle konuşarak.

Bahar, Alfonso'ya anlattıklarını bir anda yarıda bırakıp "Kahve içmem lazım," dediğinde Alfonso gülümseyip "Hemen," dedi ve telefonunun ahizesini yeniden kaldırdı. "Hayır hayır," dedi Bahar. "Öyle kafeterya kahveleri midemi fena halde bozuyor."

"Mide bozmak?"

Kalıbın hangi bağlamda kullanıldığını Alfonso'ya Almanca olarak açıkladım. Alfonso yeniden gülümseyip "Sizin için ne yapabilirim?" dedi. Öyle kibar birisi gibi duruyordu ki onun Piramit'in yöneticisi olan adamın yakın bir dostu olduğuna inanmak zordu. Rol yapabilme konusunda oldukça başarılı olduğunu itiraf etmek zorundaydım. Kim bilir elinde kaç kişinin kanını taşıyordu.

"Gelirken bir kahve dükkanı görmüştüm. Sekreterinizi oraya yollayabilmeniz mümkün mü?"

Alfonso gözlerini kırpıştırdı. "O böyle işler yapmaz."

"Sizi hapisten kurtarmak için gecesini gündüzüne katmış bir kadına rica ettiği kahveyi almayı çok gören bir sekreteriniz mi var yani?" dedi Bahar elini göğsüne götürüp alınmış gibi yaparak. "O halde onu kovmanız gerekiyor."

"Hayır. Ben..." Alfonso, ona açılan davadan cezasız sıyrılabilmek için Bahar'a ihtiyacı olduğunu anlayabilecek kadar zeki bir adamdı. Bu yüzden de onun küstahlıklarını görmezden gelmek konusunda bir sıkıntısı yoktu. Hatta ona ne kadar değer verdiğini bize kanıtlamak ister gibi Birce'yi bizzat buraya çağırdı ve Bahar ona bu şekilde sipariş verdi.

Sekreterini ezdi, Bahar'ın egosunu yüceltti, ne kadar aşağılık olduğunu kendi kendine bana kanıtladı. Birce şaşkın bakışlar ve hayal kırıklığına uğramış bir ifadeyle birlikte Alfonso'ya yalnızca bir kez döndü, ardından topuklarını yere vura vura çıktı odadan.

"Gidiyor," dedi Can. "O vakte şimdi sahipsin."

"İrem Hanım da burada mı?" diye sordum. "Şirket hakkında bazı verileri toplamam gerekiyor. Onunla konuşmamın uygun olacağını düşündüm."

"Çağırayım." Kafasında parçalamak için dayanılmaz bir arzu duyduğum ahizeyi bir kez daha kaldırdı.

Bahar ise "Siz işte şimdi çevirmeninizi haberdar edin," dedi ona. "Çünkü Melis'in İrem Hanım'la baş başa görüşmesini istiyorum."

"Ama neden?"

"Çünkü sürekli bana ayak bağı oluyor," dedi bana gözlerini bile çevirmeden. "Ona kendini kanıtlaması için son bir şans tanıdığımı düşünebilirsiniz. Size açılan dava için o kadar çok çabaladı ki bu hakkı elde etmiş oldu."

"Teşekkür ederim Bahar Hanım." Ellerimi birbirine kenetleyip parmaklarıma indirdim bakışlarımı. "Sizden öğreneceğim çok şey var."

"Peki o halde." Bir an önce buradan çıkmam gerekiyordu. Kaybedecek tek bir saniyeye bile sahip değildim. Bu yüzden içi avukatların dokunulmazlığı sayesinde cephaneden hallice olan çantamı sıkıca tutup ayağa kalkarken not defterimi de elime aldım. "Bana güvenin. Güveninizi boşa çıkarmayacağım."

"Üçüncü bir şansın olmayacak zaten," dedi Bahar ve eliyle beni başından kovalar gibi bir hareket yaptığında mahcup bir ifadeyle ikisini yalnız bıraktım.

"Koridor boş," dedi Kaya. "Acele et. Kapıyı arkandan kapat."

Yaklaşık on saniye sonra Birce'nin odasındaydım. Kahve almak gibi bir planı yoktu, anlık olarak ona yüklenmiş bir işti ve bu yüzden de bilgisayarını kapatmak gibi bir eylemde bulunmamıştı. Şifre kırmakla uğraşmayacak oluşuma sevindim.

"Gözleriniz Görkem'de olsun," dedi Kaya, Arda ve Can'a hitaben. "Ben önce Asya'nın işini halledeceğim."

"Öğle yemeği ne zaman bunların?" diye sordu Görkem. "İçerisi çok kalabalık, doğrudan göze çarparım bu şekilde."

"On dakika var," dedim Alfonso'nun ajandasına göz gezdirirken. Bugünkü öğle yemeği saatini Bahar'la toplantı yapmaları için ayırmıştı Birce. Telefonumu çıkarıp Alfonso'nun haftalık planının bir resmini çektim. Aslında buna ihtiyacım yoktu, hafızam bu görevi üstleniyordu fakat bana bir şey olması halinde ekip arkadaşlarım için kaynak toplamış oluyordum böyle yaparak.

"Sakin ol," diyerek başladı Kaya, sesi bugün ilk defa böyle yatıştırıcıydı. "Nasıl yaptığımızı hatırlıyor musun? Arama motorunu açıp-"

"Www.harikaya.com yazacağım," dedim. Bahar, kulaklığın bir diğer ucundan gülmeye başladı. "İlahi Alfonso Bey," diyerek durumu hızlıca toparladı ama attığı kahkaha sitenin isminden dolayıydı, bunu hepimiz biliyorduk.

Tuşların üzerinde ışık hızıyla hareket ediyordu parmaklarım. Stresimin sebebi yakalanma korkusu değildi. Birce'yi üç saniyeden az bir sürede etkisiz hale getirebilirdim ama Bahar'ın Alfonso'nun odasında yalnız olması fikri beni geriyordu. Bunu belli etmemeye çalıştım.

"Çerezleri kabul ediyorum," dedim. Kaya onaylayan bir ses çıkarttı. Mavi butona tıkladıktan sonra ise erişimlerin tümüne tek tek izin verdim.

Şimdi ekrana teşekkürler ve iyi günler :) yazısı gelecekti fakat değişiklik doğrudan gözüme çarptı. Eskiden bu yazının rengi turuncu değildi.

"Kaya," dedim gülümseyerek.

Devam etmeme gerek kalmadan ne olduğunu anlamıştı çoktan. "Bazı güncellemeler yaptım." Sesi gülümsemesini bastırmaya çalışır gibi çıkıyordu, yüz ifadesini hayalimde canlandırabiliyordum. "Eski halini de seviyordum ama yeni halini daha çok seviyorum."

Konunun internet sitesiyle bir alakası yoktu.

Sayfayı gülümseyerek kaydırıp köşedeki mavi linklerin tümüne sırayla tıklamaya başladım. Sekmeler olması gereken hızda açılmadı. "İnternet bağlantısı yavaş." Kendimi sakinleştirmeye çalışırken sanki bu bir şeyleri değiştirebilecekmiş gibi arka arkaya touchpade tıklıyordum. "Daha dosyaları indirmek var. Bu hızla hallolmaz bu iş."

"Gerilme," dedi. Bu sırada kulağıma Bahar'ın Alfonso'yla ve çevirmeni olan adamla dava hakkında konuşması ve Arda'yla Can'ın Görkem'i hangi koridorların boş olduğu konusunda bilgilendirmeleri doluyordu. Büyük bir curcunanın içindeydim. Linkler aracılığıyla önüme açılan siteleri kapatırken ben ne kadar hızlıysam internetin o kadar yavaşlayası tutmuştu.

"Siyah ekran çıktı mı?"

"Evet." Otelde Kaya'nın bana yazdırdığı kodların tümü gözümün önüne geldi. Parmaklarımı tuşlarda gezdirmeye başladım.

"Asya, ezbere iş yapma." Aldığım ikazla birlikte ellerim hareket etmeyi bıraktı. "Derin bir nefes alır mısın benim için? Sana söylediklerimi eksiksiz bir şekilde yazmanı istiyorum, tamam mı? Yanlış yapma şansımızın olmadığı bir yerdeyiz."

"Harfi harfine hatırlıyorum ama," dedim bunu kendime bir hakaret olarak algılayarak.

"Ama stres altındasın," dedi Can. "İşimizi garantiye alalım olur mu? Sakin kal."

"Hassiktir," dedi Arda. "Birce geliyor. Kahve dükkânında hiç mi sıra yoktu amına koyayım? Ben almak istesem pide kuyruğu gibi olur içerisi."

"Söylediğin bağlantı merkezini buldum," dedi Görkem. "Tahmin ettiğin yerde, köşedeki masadaymış. Cihazı nasıl bağlayacağımı bana anlatabilecek durumda mısın? Kaç dakika sürecek bu?"

"İrem!" diye bağırdı Can bir anda. "Şu kadın, İrem değil mi? Egemen abinin avukatı olduğu. Hani Asya'nın şu anda yanında olması gereken."

Her şey öyle çok birbirine girmişti ki Can bile ani tepkiler vermeye başlamıştı.

"Asansörde," dedi Arda.

Kendime güvendim. Kaybedecek bir saniyem yoktu. Ezberimde olan kodlarla doldurduğum satırları o otelin içinde çekip hafızama attığım fotoğrafla yan yana getirmeye çalıştım ve besmele eşliğinde onay tuşuna bastım.

Beklediğim yazı geldi karşıma.

Hafife alma, hack vurur insana.

Başarmıştım. Gri olan indirme butonu aktif hale gelmişti. Hemen üzerine tıkladım. Yüklemeyi başlattım, bittiğinde yanında bir orta parmak belirecekti fakat internet ne yazık ki hâlâ çok yavaştı. "Birce nerede?" dedim. "Yükleniyor. Zamana ihtiyacım var."

"İrem, Alfonso'nun yanına gidiyor olabilir mi?" diye sordu Arda aynı anda.

"Bunu riske atamayız," dedi Can da.

"Hangi kabloyu nereye takmam gerekiyor?" diye fısıldadı Görkem. "Sikeyim, her şey karman çorman bu masanın altında."

İçinde bulunduğumuz durumun da o masanın altından pek farkı yoktu.

Kaya ciğerlerine oldukça gürültülü bir nefes çekti. "Ne yapacağımı şaşırdım," dedi anlık tedirginliğini gizleyemeden. "Bu yüzden oradaki ben olmalıydım amına koyayım. Bu yüzden içerideki kişi ben olmalıydım. Beni bu arabanın içine tıkıp elimi kolumu bağladın!"

"Şşh," dedi Arda sert bir şekilde. "Sakin ol şampiyon, ilgimizi sana veremeyiz şu an."

"Çık," dedim Görkem'e. "Çık o masanın altından. Cihazı oraya bırak. Ben hallederim. Git İrem'i oyalamanın bir yolunu bul. Onun yanında olmadığım anlaşılırsa mahvoluruz."

"13," dedi rahat bir ses, içimde yükselen paniği sular altında bırakarak. "Asansörlerin oraya vardım bile çoktan."

"Tamam," dedi Can. "Tamam, Birce sonuçta kahvesini Bahar'a götürecek. Bahar onu oyalayabilir. Değil mi Bahar? Boğazını temizlersen bunu bir onay kabul edeceğim."

Yükleme çubuğu bir gram bile ilerlemiyordu. Bahar ise önce boğazını temizlemiş, sonra "Bana güvenebilirsiniz Alfonso Bey," demişti. "Benim halledemeyeceğim iş yoktur."

Derin bir nefes aldım ve gözlerimle bunu sağlamam mümkünmüş gibi yükleme çubuğuna odaklandım. YAHİK isimli dosya bilgisayara inmeden yaptığım işlemler hiçbir işe yaramazdı.

"İrem dokuzuncu kata ulaştı," dedi Arda. Ve sanırım, gerçekten Alfonso'nun odasına yürüyor."

Her ne olduysa "Solda değil, sağda," dedi Kaya sakin kalmaya çalışarak. "Yangın merdivenleri sağda. Yedinci katta attın kendini asansörden dışarı Görkem. İki kat çıkman gerekiyor. On beş saniyen falan var."

"Ne yapayım, her katta duruyordu!"

Büyük adımların merdivende çıkarttığı ve merdiven boşluğunda yankı bulan seslere derin nefes sesleri karıştı. Ardından "Hanımefendi!" diye bir ses duydum. Hem kulaklıktan hem de koridordan geldiği için çift ses işitmiştim. "Galiba bu sizden düştü."

"İrem'i durdurduk," dedi Arda. "Sıra Birce'de. Birce ise şu an diğer asansörde."

"Bahar," dedi Kaya yine sakin bir sesle. "Birce sağlam birine benzemiyor. Asya'yı odasını karıştırırken yakalamasın ama seni de gözüne kestirmesin tamam mı? Kahve olayına bilendiği yüzünden bile belli oluyordu."

"Ilımlı bir şekilde yaklaşmalısın," dedi Can. "Abartılı bir teşekkür edebilirsin. Onu yorduğun için çok üzgün olduğunu falan söyle. Kahvesiz yapamadığını anlat. O hangi kahveyi severmiş, keşke kendisine de alsaymış falan. Uydur bir şeyler, ben müdahale etmeye hazır olacağım."

Bu sırada yine o cephede her ne konuşuluyorsa Bahar, "İşimi bana öğretmeyin Alfonso Bey," dedi tok bir sesle. "Ben bugüne kadar hangi davaların altından kalktım, belli ki fikriniz yok. Meziyetim güzel bir kadın olmakla sınırlı değil benim." Sesinde şimdi flörtöz bir tını da vardı. Bu Kaya'ya sessiz bir küfür ettirmişti.

Dosyanın inmesini beklerken başka bir şey yapamayacağım için kulağımı Görkem'le İrem'in konuşmasına verdim. "Ah," dedi İrem. "Aslında benim giriş kartımın cüzdanımda olduğuna eminim. Benden düştüğüne emin misiniz?"

"Dilerseniz bir kontrol edin İrem Hanım."

"Tabii. İşte burada. Siz neden yangın merdivenlerinden geldiniz? Bir kartı teslim etmek için dokuz kat çıkmış olamazsınız ya?"

"Şey." Sesinde mahcubiyet vardı Görkem'in. "Asansör kullanamıyorum da."

"Nasıl yani?"

İrem öyle abartılı şaşırdı ki birkaç saniye Görkem de ses çıkaramadı.

"Seni küçükken dolaba kilitliyormuş baban," dedi Can hızlıca. "Cezalandırmak için. Gaddar birisiymiş."

"Beni küçükken dolaba kilitlerdi babam," dedi Görkem. Ne söylediğine inanamıyormuş gibi bir role bürünüp "Çok affedersiniz," dedi. "Klostrofobim olduğunu söylemem yeterliydi. Bir anda neden çocukluğuma indim bilmiyorum."

"Kadın Görkem'e onu yiyecekmiş gibi bakıyor," dedi Arda. Sert bir ses duyuldu. Tahminlerime göre biri onun kafasına vurmuştu.

Tırnaklarımın köşeleriyle oynamaya başladım.

"Ve Birce geldi," diye anlık durum bildirdi Can. "Görkem'le İrem köşede kalıyor, onları görmedi. Doğrudan Alfonso'nun odasına giriyor."

Umurumda değildi. Bahar'a güveniyordum. İçimden dosyaların yüklemesinin tamamlanması için dua ediyor, bir yandan da İrem'in konuşmasını dinliyordum.

"Ne? Ama bu çok-"

"Gaddarca mı? Evet. Babam beni cezalandırmaktan haz duyardı."

"Affet bizi Arif amca," diye mırıldandı Arda ağzının içinde.

"İnanamıyorum," dedi İrem de. "Boş yere dokuz kat çıktığınız için çok üzüldüm şimdi."

"Önemi yok."

"Burada yeni mi başladınız?" Ses artık acır gibi değil, cilve yapar gibiydi. "Gözlerinizi daha önce görseydim unutacağımı sanmıyorum."

"Siktiğimin interneti," dedim önümdeki çubuğa bakarken kendimi tutamayarak.

Görkem güldü. "Evet, çok yeni. Alışmaya çalışıyorum hâlâ."

"O maskeyi ağzınızda tutuşunuzdan belli." Ve bu, sanki bir sorguydu. "Onunla dokuz kat merdiven tırmanıp hâlâ nefes alabiliyor olmanız muhteşem."

"Ona gizemli görünmenin hoşuna gittiğini söyle," dedi Can. "Kadınlar bundan etkileniyormuş de."

"Senin vereceğin akla da tüküreyim gerçekten," dedim. Hiç de gergin değildim. Önümdeki bir türlü dolmak bilmeyen yeşil çubuğun tam üzerine bir yumruk sallayasım da yoktu hiç. 

"Kadınlar gizemli erkeklerden hoşlanırmış." Görkem'in bu sesi bana karşı kullanmasına alışkındım fakat karşısında başka bir kadın olduğunu düşününce kafamın içinde bir yangın çıktı. Bu sırada Bahar, Birce'ye hangi kahveyi sevdiğini soruyordu. Cümlelerinde Anaerobik Etiyopya falan geçiriyordu. Birce muhtemelen karşısındaki kadının akıl sağlığı hakkında bazı şüphelere sahipti.

Görkem "Bu taktik işe yaramışa benziyor," dediğinde ben de benim akıl sağlığım hakkında şüphelere sahiptim. İrem dünyanın en komik şeyini duymuş gibi kahkaha attı.

Sadece gözleriyle bir kadını böylesine etkileyebilmesi çok sinir bozucuydu.

"Dosya indi mi?" diye yokladı Kaya beni.

"Dosyayı bilmem de Asya'ya inme indi gibi."

"Görkem bugün kanepede yatacak." Derin bir nefes aldım. "Bu gidişle sen de karşı koltukta ona eşlik edecek gibisin Arda."

"Sustum."

"Bence de. Dosya da şimdi indi. Önce üzerine tıklıyorum sonra da masaüstünden siliyorum. Başka bir şey kaldı mı?"

"Girdiğin sayfaları gelmişten sil."

"İrem'i diğer tarafa götürmen ve bir süre daha oyalaman gerekiyor Görkem," dedi Can. "Asya odadan çıkabilsin."

Kaşlarımı çattım. Artık aşağı da inmem gerekiyordu. Görkem'in yarım bıraktığı işi bitirecektim ve bunun için İrem'in bir süre daha etkisiz halde kalması şarttı. Bunu yaptığıma inanamıyordum ama "Ona kahve içmeyi teklif et," dedim. "Öğle arasını seninle geçirmeyi kabul edecektir."

"Yüzünü görür," dedi Kaya.

"Egemen abi İrem'e güveniyordu," diye yanıtladı Arda. "Bilmiyorum, şu senaryoda Görkem'in yüzünden daha önemli dertlerimiz var gibi. Şirket sınırlarının dışına çıktığında maskesini çıkarmasının sorun olacağını düşünmüyorum."

Bu fikir aklına yatmış olsa gerek "Bir kahve içmeye ne dersiniz?" dedi Görkem.

İrem dünden razıydı buna. "Çantamı alıp geleyim o halde."

"Lavaboya uğramam gerekiyor benim de. Beş dakika içinde sizi odanızın önünden alırım."

"Tamamdır."

Bu sırada Birce, Bahar'a laktozu sindiremediğini ve kahve içtikten sonra karnında şişkinlik yaşadığını anlatıyordu uzun uzun.

"Koridor boş," dedi Görkem. "Lavaboların orada bekliyorum seni. Çık o odadan hızlıca."

Zaman kaybetmeden odayı bulduğum şekilde bırakıp not defterimi masanın üzerinden alarak kapıyı açtım ve sonra dışarı çıktım. Hızlı adımlarla lavabonun bulunduğu kısma ilerledim. Bir el belime sarılıp beni duvarın arkasına çekti.

"Üçüncü katta, dip sol köşedeki bölmenin altına bıraktım cihazı," dedi gözlerimin içine bakarak. Burada beni beklediğini bilmeme rağmen yaptığı ani hareket yüzünden göğsüm hızlı hızlı şişip iniyordu. "Kaya kurulumunu sana anlatır."

"Tamam." Gözlerim onunkilerden bir türlü kopamıyordu. Maskeli yüzü yüzümün bir karış ötesindeydi. Öfkem içimde bir yerlerde hâlâ alevleniyordu. Birazdan bir kadınla randevuya çıkacaktı. Benimle bile bir randevuya çıkmamıştı daha. Görev bilincim tüm bunların üstündeydi fakat içimdeki kıskançlığı bastırmak için çaba harcamam gerekiyordu. O da bunun oldukça farkında olduğundan beni daha da kızdıracak hiçbir şey söylemiyordu.

"Silahımı al, Yağmur." Elini bacağının üst kısmına doğru götürdü. Beni buraya çağırma amacı buydu. Kendisi içeride değilken silahsız kalmamızı istememişti.

"Silahım yanımda," dedim. Bahar dokunulmazlığımızın olduğunu söylediği an silahlı olacağımın planını yapmıştık ikimiz. Çantamın içinde duruyordu. "Sadece siz mi birbirinizin arkasından iş çeviriyorsunuz sandınız?" Güldüm. "Ben de Analizciyim, hatırlatırım."

Elini kulağına götürdüğünde ne yaptığını anlayamadım. Sonra parmakları benim kulağımı buldu. Küçük bir bip sesi duydum ve kulaklıklarımızı kapattığını anladım.

Zamanımız çok kısıtlı olduğundan duraksamadım bile. Yüzüne uzanıp hızlıca maskesini aşağı indirdim. Kumaşı avucumun içinde toplayıp kendime doğru çektiğimde bana doğru eğilmek zorunda kaldı ve dudaklarımı dudaklarına ona kimin olduğunu hatırlatmak ister gibi sertçe bastırdım.

Belimi kavrayarak üzerime doğru bir adım attığında sırtım duvarla bütünleşmişti. İkimiz de her an bir gelişme yaşanabileceğini bildiğimizden bir irade savaşı veriyorduk. Bu yüzden kulağa inanılır gibi gelmese de yalnızca dört saniye sürdü. Onu dört saniye öpebildim. Elini saçlarımın arkasına atmaya fırsatı bile olmamıştı. Ben de ensesine sarılamamıştım.

Kısacık olmasına rağmen dizlerimi titreten bir öpücüktü bu. Görkem, o dört saniyenin hakkını verecek kadar etkili bir şekilde karşılamıştı ataklarımı. Geri çekilirken dişlerinin arasından sert bir nefes verdi, verdiği nefes doğrudan yüzüme çarptı ve onu yeniden öpme isteğiyle dolup taşarken bunu yapmayayım diye maskesiyle dudaklarının üzerini örttüm.

"Beni öptüğün yerlere dikkat et," diye fısıldadığında bir zamanlar kurduğum cümleyi hatırladım, sonra da bunu nasıl uygulamaya koyduğumuzu. İlk kez onu ilk öpen benken bununla sınırlı kalmak zorundaydık ve bu Görkem'i tam anlamıyla çıldırtmıştı.

"Pardon," dedim sırıtarak. "Ben çok vaktimiz yok diye şey yaptım."

Gülümsediğini kısılan gözlerinden anladım. "Dikkatli ol," diye fısıldadı yanağımı okşayarak. Ardından kendi kulaklığının düğmesine bastı yeniden. Beni az önce öperken kendinden geçmemiş gibi normal bir sesle "İrem'i almaya gidiyorum," dedi. Bakışlarına sert bir ifade oturdu.

Ben de kulaklığımı aktif hale getirdim. "Asya sizden önce aşağı insin," dedi Kaya. "Üç dört dakikalık bir işimiz var. Uygun fırsatı bulduğu an o masaya ilerlemesi gerekiyor."

"Birce'nin bilgisayarı artık elimizin altında ama değil mi?" diye sorduğumda beni onayladı. Bunu halletmeyi başarmıştık. "Bahar fazla yalnız kaldı," dedim. "Sorun var mı Bahar? Sen böyle bir şeyi istediğin an her şeyi siktir edip senin yanına gelebilirim. Rahat ol, tamam mı? Sorunsuz ilerliyoruz ama dilersen en büyük sorunu ben çıkarırım. Adımı Melis Yakut olarak bir cümlenin içinde geçirirsen, bunu bir mesaj sayacağım. Anlaştık mı?"

"Elbette," dedi Bahar o odada dönen muhabbetin içinde sırıtmayacak bir şekilde. Durumu çok iyi idare ediyordu.

"Öğle arası sebebiyle ofis boşalıyor. Bir kişi kaldı içeride. Ya şimdi ya hiç Asya. Hemen oraya gitmen gerekiyor."

"İrem hâlâ odasında. Ortalık temiz."

Duvarın arkasından çıkıp asansörlerin olduğu bölüme ilerledim. Kapılar aralandığında aynadaki yansımayla karşılaştım. Nasıl göründüğüme hâlâ alışamamıştım fakat tamamen farklı biri de olsam aynaya bakmakla ilgili problemlerim vardı. Belli ki hiç geçmeyecekti bu. Sırtımı aynaya çevirdim ve üçüncü katı tuşladım. Her ara katta durdu asansör, zemin dışında diğer tuşlara basan olmadı. Bense aralarından sıyrılıp üçte indim.

"Sağa," dedi Kaya. Büyük camlarla çevrelenen geniş ofiste otuzdan fazla masa bulunuyordu. Hepsi küçük ahşap bölmelerle ayrılıyordu ve her birinin üzerinde masaüstü bilgisayarlar vardı. İçerideki kişi, benim işim olmayan tarafta kalıyordu. Bölmeler yüzünden yalnızca kafasını görebiliyordum. Bu da demek oluyordu ki eğer yere yakın olursam o da beni göremezdi.

Eğilerek ilerleyip kendimi dip köşedeki masanın altına attım. Görkem'in bahsettiği karman çormanlığı artık daha iyi anlıyordum. Kablolar arap saçına dönmüş durumdaydı. Ortada Kaya'nın tarif ettiği siyah modem benzeri bir şey vardı. Görkem küçük cihazı onun yanına bırakmıştı. "Ulaştım," dedim. "Ne yapacağımı anlat."

Bu esnada Birce'nin Almanca olarak Alfonso'ya kaçta işten çıkacağını sorduğunu duydum.

Sonra Görkem, İrem'le flörtleşmeye başladı.

"Mikrofonunu kapat," dedi Kaya ona. "Sen bizi duy ama biz seni duymayalım."

Buna karşı çıkmayacaktım. Odağımı toparlamam gerekiyordu. Bu yüzden tüm dikkatimi Kaya'nın bana anlatmaya başladıklarına verdim. Cihazı anlattığı şekilde bağlayıp kablolarla üzerini gizledim. Burası o kadar karışıktı ki özellikle kurcalanmadığı sürece asla göze batmazdı. Fakat iş bununla bitmiyordu. Aktifleştirdiğimde masanın üzerindeki bilgisayarda bir ekran belirmişti. Kaya'nın vereceği kodları oraya eksiksiz şekilde yazmam gerekiyordu.

"Bu gidişle yazılımcı olacağım," diye mırıldandım kendi kendime. Bir yandan da gözüm çerçeveletilmiş bir şekilde masada duran düğün davetiyesine çarpıyordu. Bir insan neden düğün davetiyesini çalıştığı masanın üzerine koyardı anlam vermeye çalışıyordum.

Söylediklerini yazmaya başladım. İçimdeki adrenalin yüzünden kalp atışlarım zirvelere oynuyordu fakat nefeslerim hâlâ düzenliydi. Hâlâ kontrolümü kaybetmediğim için çıkışta kendime bir kilo ekler alacaktım.

"Bu kadar," dedi. "Kaçırdığın bir yer yok değil mi?"

Kodları yazdığım siyah ekran hiç var olmamışçasına kapandığına göre doğru yapmıştım.

Ellerimi klavyeden çektiğimde arkama yaslandım. "Ayağa kalktı," dedi Arda. Ben de topuk sesleri duymaya başladım ve yalnızca iki saniye içinde tepemde dikilen bir kadın vardı. Elinde bir saklama kabı tutuyor, içindeki salatayı çatalla ağzına atıyordu. Yutkunurken göz göze geldik. Bana sorgulayıcı şekilde bakıyordu haklı olarak. "Birini mi arıyorsunuz?" diye sordu. Keşke ayakta olsaydım fakat ben o sandalyedeydim. Oturuyordum. Karşımdaki kadın ise buradaki çalışanı tanıyor olmalıydı ki oldukça şüpheciydi bakışları.

"Siktir," dedi Kaya.

Kadının gözlerinin içine bakarken gülümsemeye çalıştım. "Beni korkuttunuz."

"Kusura bakmayın," dedi kibarca gülümseyerek. "Sizi çıkaramadım da."

"Adım Melis." Battı balık yan giderdi. "Stajyer avukatım. Alfonso Mayer'e açılan davadan haberdar mısınız?"

"Evet," dedi kadın. Yakasında adının Fikret olduğu yazıyordu.

"Ahmet Bey'le dava hakkında görüşecektim." O saçma düğün davetiyesi çerçevesine içimden şükretmeyi de ihmal etmedim. Burası bir kadına ait olamayacak kadar düz ve ölü bir masaydı. Diğer masalarda renkli resimler, küçük dekorasyonlar ve çeşit çeşit saksılar görmüştüm. Bu yüzden yüzde elli olan tahmin hakkımı davetiyedeki erkeğin adını söyleyerek harcamıştım ve belli ki doğru düşünüyordum. Burası Ahmet'in masasıydı.

"Öğle arasındayız," dedi kadın kaşlarını kaldırarak.

Güldüm. "Onu anladım." Gözlerimi kırpıştırdım ve elimi başıma götürdüm. O geldiğinden beri yayvan bir şekilde oturmamın bir sebebi vardı. "Şey," dedim diğer elimle karnıma dokunarak. "Biraz başım döndü de benim. Bulduğum yere oturdum öyle birden."

Çatalını salata kabının içine düşürüp telaşla bana yaklaştı. "Yoksa hamile misiniz?"

Utangaç bir gülümsemeyle yüzüne baktım. "İki aylık. Doktorum baş dönmelerinin normal olduğunu söyledi fakat her seferinde çok korkuyorum."

"Vay amına koyayım," dedi Arda. "Bu işi yapmak için doğmuş. Al kalbimi senin olsun."

"Benim bile söyleyecek sözüm yok şu an," dedi Can. "Üçüz şakaları yaparken bir gün Cancan'ın işe yarayacağı aklıma gelmezdi."

Kadın salata kasesini masanın üzerine bıraktı ve bana yaklaştı. "İyi misiniz?" dedi elimi tutarak. "Ambulans çağırabilirim."

"Yok, geçer şimdi." Karnıma daha sıkı bastırdım. "Rica etsem bir bardak su alabilir miyim?"

"Tabii. Tabii, hemen getiriyorum. Bir saniye bekleyin."

O benden uzaklaştığı an "Halloldu mu?" diye sordum kendi sesime dönerek.

"Şirket avucumuzun içinde," dedi Kaya.

"Zamanında banka soymaya devam etseydin ne olacağını düşünüyor musun hiç?" dedi Arda bu sırada Kaya'ya. "Bak biz beş kişiyiz, bir şirketi ele geçirmemiz bir saatten az sürdü. Basalım mı istifayı? Hawaii'ye falan kaçarız helikopterle, ne diyorsunuz? Siz tamamsanız, Eylül'ü de alıyorsak ben tamamım bu arada."

Seslerden anladığım kadarıyla biri yine onun kafasına vurmuştu. Çıktığımız her görevde Arda beyin hücreleriyle vedalaşmak zorunda kalıyordu.

"Buyurun lütfen," dedi Fikret. Suyu yaşadığım adrenalin yüzünden yudum yudum içmek yerine bir dikişte bitirdim fakat hamile rolüm sebebiyle karşımdaki kadın bunu garip karşılamadı.

"İki çocuğum var," dedi bana güven veren gözlerle bakarak. "İki hamileliğimde de buna benzer şeyler yaşadım. Mide bulantıları, göz kararmaları, baygınlıklar... Çok şükür ikisini de sağ salim aldım kucağıma. Yani hiç korkmayın, süreç içinde bunlar çok normal şeyler."

"Doktorum da böyle söyledi." İyi niyeti gözlerinden okunan birine tek ayak üstünde kırk yalan söylemek beni rahatsız etti fakat görev her şeyden önce gelirdi. "Ama benim ilk gebeliğim olduğu için çok tecrübesizim. Her an ona bir şey olabilecekmiş gibi geliyor."

Elini karnımın üzerindeki elimin üzerine koyup bana destek oldu. "Allah sağlıklı bir şekilde kucağınıza almayı nasip etsin İnşallah." Gülümsediğinde yüzündeki kırışıklıklarda gördüğüm şey anne sıcaklığıydı. Bir anne, anne adayı sandığı birine şefkatle yaklaşıyordu. "İlki en zorudur fakat inanın ki kokusunu içinize çektiğiniz an her şey sıfırlanıyor. Bambaşka birine dönüşüyorsunuz, hayatınız kökten değişiyor ve bu iyi yönde bir değişim. Dünya güzelleşiyor sanki. Aldığı nefes bile insana daha güzel geliyor."

"Yaa..." dedim ve bu Melis Yakut'un değil, Asya Yağmur Tunçbilek'in tepkisiydi.

"Eşiniz destek oluyor mu?" Gözlerimi kocaman açtığımda ise anlayışlı bir sesle devam etti. "Haddime değil belki ama parmağınızda yüzük göremediğim için sormak istedim. Bu süreci yalnız başına da atlatan bir sürü kadın var. Kendimi bir tuhaf hissettim, burnumu sokmamam gereken meselelere karışıyorum. Ben bazen çok konuşurum da."

"Önemli değil." Patavatsızlığı ve samimiyeti birbirinden ayırabilirdim. Karşımdaki kadın her cümlesini içinden geldiği için, bana yardımcı olma çabasıyla kuruyordu. "Eşim baba olacağı için çok heyecanlı," diyerek devam ettim. "Bu konuda çok şanslıyım."

"Yaa," dedi kadın. "Çok sevindim. Ben harika bir anne olacağınıza eminim."

Ben hiç emin değildim. "İnşallah," dedim gülümseyerek. "Teşekkür ederim su için. Ben işime döneyim. Aksi halde yanında çalıştığım avukat beni lime lime doğrayacak."

"Stresten uzak durmaya çalışın lütfen," dedi kadın ayağa kalkmama yardımcı olurken. "Baş dönmeniz geçti mi?"

"Evet, çok sağ olun tekrar. Öğle aranızı sabote etmek istemezdim."

"Ne demek, lafı olmaz. Kendinize çok dikkat edin. Size dua edeceğim."

"Tanıştığıma memnun oldum," dedim elimi uzatarak.

Tokalaştık. "Ben de. İyi günler dilerim."

"Görkem hâlâ yaşıyor mu acaba?" diye sordu Kaya, ben ofisten çıkarken. "İrem'in karşısında donup kalma, beni duydun mu? Kıza alık alık bakma, rolüne devam et. Bunun hayaline kilitlenmenin sırası değil."

O bir cevap veremezdi çünkü kendi mikrofonu hâlâ kapalıydı.

Neden bilmiyordum ama mideme yumruk yemiş gibi hissediyordum. Az önce zırvaladığım yalanların acısı asansöre bindiğimde yansımamı gördüğüm an gözlerimin kararmasıyla çıktı benden. Elimi duvara yaslayıp derin bir nefes aldım. Topukluların üzerinde dikilmekten ayaklarım ağrımaya başlamıştı. Asansörün boş olmasını fırsat bilerek "Buradaki işimiz bitti," dedim. "Bahar, odaya dönüyorum. Sonra da en kısa zamanda binadan çıkıyoruz."

Alfonso'nun koridorun sonundaki odasına ilerlerken Birce'nin sekreter odasında telefonla konuştuğunu fark ettim. Kapının önünden geçtiğim iki saniyede "Dörtte çıkacakmış," dediğini duydum. Ardından Bahar'ın, Alfonso'nun ve çevirmeninin bulunduğu odaya girdim.

Bahar bıraktığım gibiydi. Bir bacağını diğer bacağının üzerine atmış, zümrüt yeşili takımının içinde mükemmel görünüyordu ve mesleğini yaparkenki özgüveniyle çevirmeni bile hazır ola sokmuştu karşısında. Benim oturmam için adam ayağa kalktığında Bahar, dosyaları toparladı. "Sizinle iletişime geçeceğim," dedi Alfonso'ya. "Şimdi büroya geçip öğrencimi değerlendirmem gerekiyor."

"Her şeyi istediğiniz gibi yaptım," dedim ellerimi emir almış gibi önümde birleştirerek. Alfonso'ya dönüp gülümsedim. "O değerlendirmeden başarılı çıkacağım ve göreceksiniz, bu davada size ben de eşlik edeceğim."

Benimle Almanca konuşmaya başladı. Yüzünde Bahar anlamasın diye bir gülümseme vardı fakat cümleleri o etkide değildi. "Fazla toy görünüyorsun. Bahar Hanım dişli bir avukat ve bana onun eşlik etmesini tercih ederim. Fakat sana kariyerin için referans vermemi istiyorsan, anlaşabileceğimiz başka yöntemler var Melis. Zevkli yöntemler. Numaramı biliyorsundur."

Yüzümü ekşitmemek çok zordu. Analizciler Almanca bilmediği için şanslıydım çünkü eğer onun kastettiği şeyi anlasalardı bir ton küfür işitirdim. Bahar, sorun olup olmadığını anlamak için bana dönerken tercüman yalnızca dudaklarını birbirine bastırdı. "Teşekkür ederim," dedim Almanca. "Tanıştığıma memnun oldum. Önerinizi aklımda bulunduracağım."

Önce Bahar'ın sonra benim elimi sıktı. Öyle kuvvetli bir sıkıştı ki bu, öyle bir baktı ki gözlerimin içine odanın içine kusmamak için çaba harcamam gerekti.

"Ne oldu?" diye sordu Can, koridora çıktığımızda. "Rahat görünmüyorsun."

Bahar bunu duyduğu an koluma girip gözlerimin içine baktı. "Sana ne dedi o kadar?" diye sorarken yanımızdan takım elbiseli bir erkek geçip gitti.

"Sorun yok."

Bir kez daha asansörlerin oradaydık. Kapılar açılırken Bahar'ın bir adım önümde olduğunu fark ettim. Bu sayede ilk gördüğüm şey kendi yansımam olmamıştı. İçeri adımımı attığımda elini belime koyup beni diğer tarafa doğru çevirdi. Yüzümü kapıdan tarafa dönmemi sağladı ve arkamdaki aynayla arama geçti. "Teşekkür ederim," dedim minnet dolu bir şekilde.

"Ne demek hayatım." Belimdeki eliyle bana destek olmaya devam ediyordu. "İyi olduğuna emin misin?"

Kapılar açıldı, birileri bindi ve ben sadece başımı salladım. Beş dakika gibi bir süre sonra zemin kattaydık. Girerken de orada olan, üzerimizi aramaya çalışan güvenlik görevlisinin yanından geçerken "İyi günler memur bey," dedi Bahar imalı bir sesle. O an için gördüğüm en havalı kadın oydu.

"Çıkış yaptık," diyerek bilgi geçtim. "Otoparka dönüyoruz. Her şey yolunda. Görkem, İrem'i artık bırakabilirsin."

"Önce uzaklaşın," dedi Can.

"Uzaklaşıyoruz," dedim şirketin köşesinden döndüğümüzde. Otoparka kadar yürüme mesafemiz vardı. "Bir şey söyleyecekmiş gibi duruyorsun Bahar."

"Aklıma yatmayan şeyler var. Alfonso'nun ceza almadan o duruşmadan çıkma ihtimali çok düşük fakat karşı taraf sanki onu oyalamak istiyor gibi. Halbuki hızlı davransalar onu ağır bir hapis cezasına bile çarptırabilirler."

"Alfonso'nun oyalanması işimize gelir," dedim. "Hâlâ elimize geçirmemiz gereken bir liste var ve ben o listenin evinde olduğunu düşünüyorum. Eğer Kaya bugün eriştiklerimizin içinde listeye dair bir şey bulamazsa muhtemelen yöntem değiştirmemiz gerekecek."

Söylediklerimi pek dinlemiyor gibiydi. Aklını kurcalayan her ne ise kaşlarını çattı ve en sonunda "Bir de," dedi alnını kırıştırarak. "Yani, bu sizin için önemli bir şey mi bilmiyorum ama Alfonso'nun odasındayken bir şey hissettim. Birce içeri girdiğinde oldukça rahatsız görünüyordu. Alfonso'nunsa o an hal ve hareketleri değişti gibi geldi bana."

"Nasıl yani?" diye soran Can'dı.

"Birce, Alfonso'ya ondan tiksinir gibi bakıyordu galiba. Nefret bile diyebilirim adına." Bahar'ın kafası karışmış görünüyordu. "Bu sizi niye ilgilendirsin bilmiyorum. Ben bu ajanlık oyununuza fazla kaptırdım kendimi galiba. Son bir saat içinde o kadar çok illegal iş yaptınız ki kendimi köprüden atmaya gitmekle battaniyemin altına girip etik ilkelerime sarılarak ağlamak arasındayım şu an. Kötü hissediyorum biraz."

"Beni kurtardın," dedim ona. Koluna girdiğimde kocaman gülümsüyordum. "Harikaydın Bahar. Sen olmasaydın bocalardık. Müthiş bir iş çıkarttın. Ne olursa olsun yaptığın işin ucu sana dokunmayacak, tüm sorumluluk bize ait. Sen kendi halinde bir avukatsın, sorun yok. Rahat ol."

Yan yana otoparka doğru ara sokaklardan yürümeye devam ederken önümdeki evin camından arkamdaki aracın yansımasını gördüm. O araç, şirketin önünden çıktığımızda köşede park halinde olan araçla aynıydı. Paranoya yapmamaya çalıştım. Bahar'ı da gereksiz yere korkutmak istemedim. İkimizi geldiğimiz yoldan farklı bir köşeden döndürdüm. Açıklama olarak da "Burası daha kestirme," dedim sadece ve dönüp arkamı kontrol ettim. Araç görünürde yoktu. Sanırım bu kadar kuruntu yapmayı bırakmalıydım.

Bahar koluma dokunarak "Seni çok sevdim," dedi bu sırada. Dikkatimi yeniden ona verdiğimde bir operasyonun üstesinden gelmiş iki kadın, kol kola girmiş halde gururla birbirlerine bakıyorlardı. "Bana çok güven verdin. Kendimi diken üzerinde bile hissetmedim. Teşekkür ederim her şey için. Sen harika bir polissin."

"Sen de harika bir avukatsın. Stajımı değerlendirirken yalakalığım sayesinde yüksek puan alabilir miyim peki?"

"İltifatlarını göz önünde bulunduracağıma emin olabilirsin."

Bana gülümsedi. Aynı saniyenin içinde koşar adımlara ait sesler duydum. Sanki zaman yavaşladı o an. Bahar, ne olduğuna anlam vermeye çalışarak geriye döndüğünde bulunduğumuz sokakta saçı sakalı birbirine karışmış, pis giyimli bir adam vardı ve son sürat ona doğru koşuyorken elinde de bir bıçak tutuyordu.

Bahar'ın elini tutup onu arkama çektim. Zincirli çantam ani hareketimle birlikte koluma düştü. Hızlı refleksimle ise yeri boylamıştı çünkü sağ elimle adamın bize doğru savurduğu kolunu kavramıştım, bıçak ise aramızda duruyordu.

"Ne oluyor?" diye bağırdı Kaya.

"Uzak dur!" diye bağırdım Bahar'a.

Karşımdaki adam güçlü biriydi. Bileğini sımsıkı kavramış olmama rağmen elindeki bıçağın ucunu karnıma doğru çevirmeyi başarmıştı. Bana direnirken kolum titriyordu. "Bırak," dedi kaba ve boğuk bir sesle. "Seninle işimiz yok. Çekil önümden yoksa araya kaynayacaksın."

Bunlar yaşanırken köşeden tanımadığım başka biri daha döndü ve bu yöne doğru koşmaya başladı.

"Fuat Bey?" dedi Bahar şaşkınlıkla çığlık atarak.

Onu nereden tanıyor olduğunu sonra sorgulayacaktım. Bıçağı bana doğru savurmaya kalktığında dizine sert bir tekme geçirdim ve elinden bırakmasını sağladım. Karşımdaki adam yere düşerken diğer esmer de bulunduğumuz hizaya gelmişti. Sağa sola bakınmak yerine doğrudan üstüme atıldı.

"Çantamı al," diye bağırdım Bahar'a. Analizcilerin sesini artık duymuyordum çünkü kulaklığımı düşürmüştüm. İki herifin ortasında elimde bıçakla kaldığımda düşündüğüm tek şey Bahar'ı korumam gerektiğiydi. Birinin yüzüne sağlamlığından şüphe etmediğim kroşemi geçirirken diğeri Bahar'a doğru koşmaya başladı. Bahar elinde çantamla birlikte olduğu yere sinip kalmıştı. Elindeki dosyalar yere düşmüştü, kenarda da bütün gün boş boş taşıdığım not defteri vardı.

Yere düşen herifi bırakıp Bahar'a doğru ilerleyeni yakaladım ve elimdeki bıçağı boğazına dayadım. "Kimsin sen?"

"Arkanda!" dedi Bahar titreyerek.

Dikkatimin dağılması bana pahalıya mal oldu. Tuttuğum adam karın boşluğuma dirseğini geçirdiğinde bıçak elimden düştü. Biri arkamda, biri önümdeydi. İkisi beni sıkıştırdığını sanıyordu.

Zamanında bir başka adama direnemediği için aylarını spor salonunda geçirip başına gelebilecek her duruma kendini hazırlamış bir kadın olduğumu henüz bilmiyorlardı ama öğrenmeleri uzun sürmeyecekti.

Önce birine yumruk attım. Sonra yüzüme bir yumruk yedim fakat bu beni devirmenin yakınından bile geçemedi. Ayakkabımın topuğuyla ayağının üzerine basıp önce karnına vurdum esmerin, ardından ellerimi ensesine sarıp onu iki büklüm olacağı şekilde eğdim ve dizimi karnına geçirdim.

Bu sırada Bahar, titreyen elleriyle çantamdan çıkardığı tabancamı benden yediği yumruk yüzünden sırtını duvara yaslamak zorunda kalan adama çevirmişti.

"Yaklaşma," diyordu ona. "Hareket edersen çekerim tetiği."

Yere düşürdüğüm adamın ellerini arkasında birleştirdim ve dizimi sırtına yasladım. Ayaklarının üzerinde zor duran Bahar'a "Silahı bana ver," dedim fakat beni duymamış gibiydi. Şoka girdiğinin farkında olduğumdan "Bahar!" dedim onu kendine getirecek sertlikteki sesimle. "Silahı bana ver."

"Sen beni vurabilir misin ki Avukat Hanım?" diyen adının Fuat olduğunu öğrendiğim herif, duvardan uzaklaşıp Bahar'a doğru bir adım attığında dizimin altındaki diğer herif de kurtulmak için debeleniyordu kıyıya vurmuş balık gibi.

Bahar, elini tetiğe koyduğunda "Bir adım daha atmayacaksın," dedi ve bu kez kendinden emindi. "Beni öldürmek için mi geldin buraya?"

"Mahkemeye çıkamayacak hale gelmen yeterliydi," diyen Fuat, onun gözlerinin içine baka baka gülümsedi.

"Senin sokağa salınmaması gereken bir adam olduğunu biliyordum ben zaten." Bahar, iki adım atıp silahımı bana uzattığında hızlıca çantamı buldu ve içinden her ihtimale karşı yanımda olsun diye attığım kelepçeyi bulup çıkardı.

Polis olmaya bayılıyordum.

Şu durumda bunu düşünmem ne kadar doğruydu bilmesem de kendimi iki sene önceki halim gibi hissetmiştim. Sokaklardaydım, iki kişiyi tutuklamak üzereydim, bu heyecan sayesinde hayata tutunmayı başaran bir kadındım. Mesleğine aşık o kadındım.

Analizcilerleyken özel dedektif gibi hissediyordum. Polis gibi hissetmeyi özlemiştim.

"Siz de bir durun," dedi Bahar. Analizcilerle konuşuyordu. "Halletti o. Harekete falan geçmeyin. Sanki yetişebilecektiniz. Evet, iyiyiz."

Avucumu ensesine yaslayıp Fuat olmayan adamın yanağını asfalta yapıştırdım. Bahar'ın uzattığı kelepçeyi dizimin altından kaçamayacağını anlayıp savaşmayı bırakan adamın arkasında birleştirdiğim ellerine geçirirken diğer elimde silahımı Fuat denen herife doğru tutuyordum. "Diz çök," dedim. "Ellerini başının arkasında birleştir. Kafanı uçurmamı istemiyorsan üç saniyen var. Benim elim titremez."

Gözleri benimkilere kilitlenmişken bir anda atıldı ve atıldığı yerde bıçak olduğunu çok iyi biliyordum. Tetiği çekip şirketle aramda fazla mesafe yokken dikkatleri üzerime toplayamazdım. Bu yüzden olduğum yerden fırladım ve onu bıçağa ulaşamadan yere devirdim. Takım elbisem, asfaltın tozuna bulanmış haldeyken bir elimle yerden destek alarak doğruldum ve yüzüne silahımın kabzasıyla vurdum. Burnunu tutarak cenin pozisyonuna geldi. Onu sırt üstü yatırır yatırmaz karnının üzerine oturup yüzüne bir yumruk daha geçirdim.

"Bahar, polisi ara."

"Onu yaptılar çoktan."

Yaşadığı paniğe rağmen isimlerimizi hiç kullanmıyordu. Bu ona duyduğum saygıyı beşe katladı.

Analizciler buraya gelemezlerdi. Bazı anlarda birbirimize güvenmek zorundaydık ve bu an da onlardan biriydi. Şirkete çok yakındık. Piramit'ten olduğunu düşündüğümüz çalışanlara sahipti o şirket ve belki de bizim karşımıza çıkanlar da oradan olabilirlerdi. Bu yüzden de temkinli olmak zorundaydık. Kulaklığım kulağımdan fırlamadan önce aralarında bir tartışma çıkmak üzereydi. Can, ortalığı sakinleştirmeye çalışan taraftı.

Fuat attığım son yumruktan sonra direnmeyi bırakmıştı. Elimi dudağıma bastırdım. Parmaklarıma bulaşan kan benim miydi Fuat'ın mıydı bilmiyordum ama yine kan kokuyordum. Üzerinden inip dizlerimin üzerinde doğruldum. Kulaklığımın üzerine basmışlardı. Bu yüzden elimi kulağıma götürüp kulaklığı kastederek "Onu bana ver," dedim Bahar'a.

"Zaten seni istiyor." Parmakları hâlâ titriyordu. Bu sırada kelepçelediğim diğer adam ise benden korkmuş gibi köşesine sinmiş, uslu uslu bizi izliyordu.

Kulağıma kulaklığı taktığım an "Yağmur!" diye bağırdığını duydum Görkem'in. Analizciler de aynı anda konuşuyorlardı. Anlayabildiğim cümlelerin yarısı küfür, diğer yarısı ise iyi olup olmadığımıza dairdi. "Siz gelmeyin," dedim ilk önce. Sonra aracın ani bir fren yaparak durduğunu anladım çıkan sesten. "Delirme," dedim Kaya'ya hitaben. "Her şey kontrolüm altında. Buraya bir ekip çağırdınız mı?"

"Haber verdik," dedi Can. "Oraya varmalarına üç dakika varmış. Bizden daha yakındılar ama Kaya yine de sürmeye başladı arabayı."

"Burası kontrolüm altında. İki kişiler, biri kelepçeli. Biz iyiyiz, sorun yok."

Daha fazla açıklama yapmak yerine gözlerini yerdeki bıçağa dikmiş haldeki Bahar'a doğru ilerledim. Ben yanında olmasaydım, Bahar sokak ortasında bıçaklanacaktı herifin biri tarafından. Saldırıyı sezdiğim an bunun bana yapılacağını sanmıştım. Benim olduğum bir yerde Bahar bıçaklanmaya çalışılmıştı. Çevremde burnu tehlikeden kurtulabilen biri bile yoktu. Biz resmen mıknatıs gibi tüm tehlikeleri kendimize çekiyorduk.

"O şartlı tahliyede," dediğinde yaşadığı olayın ağırlığı yüzünden gözünden bir damla yaş aktı Bahar'ın ve ben kan bulaşmayan elimle o yaşı yakalayıp hemen sildim. "Bu hafta duruşması vardı. Ben... Ben o içeri girsin diye uğraşıyordum."

Kekeleyerek konuşuyordu. Bu sırada kelepçeli Fuat, "Belli ki gireceğim de," dedi pişkince. "Seni bir uğraştan kurtardım. Bana teşekkür etmeyecek misin avukat?"

"Sikerim ben bu herifi," dedi Kaya kulağımda.

Her şeyi boş verip Bahar'ın çenesini kavradım ve bana bakmasını sağladım. "Seninle gelmeyeceğim," dedim tane tane konuşarak. Sesimi Fuat'ın bizi duyamayacağı kadar alçalttım. "Gelen polislere sana yardım edenin gizli görevdeki biri olduğunu söyleyeceksin. Biz gerekli yerlere konuşup bildireceğiz. Korkma tamam mı? Araç buraya geldiği an ben ortadan kaybolacağım.

"Kılık değiştirdin ama," dedi Bahar çaresizce. "Seni tanımazlar zaten. Benimle kalamaz mısın?"

"Kalma," dedi Görkem. Nefes nefeseydi. Rahat konuşabildiğine göre İrem yanında değildi. Yaşadığı korku tek bir kelimesine rağmen belli ediyordu kendini. Bana açıklama yapmasına gerek yoktu, ben zaten ne yapmam gerektiğini biliyordum.

"Kim olduğumu kanıtlamak için rozetimi göstermem gerekir," dedim. "Yanımda değil. Kılık değiştirme sebebimi durup açıklayamam. Başımıza bir sürü iş açılır, ifşa olma tehlikesi yaşarım. Üstelik, geldiğimiz aracı burada bırakamayız. Sen sakin ol tamam mı? Bir şey olmayacak."

"Eylül'e haber verdim," dedi Kaya. Dişlerini sıktığını düşündüm. Her şeyi bırakıp Bahar'a gidemezdi. Çünkü biz elimizdekilerle evimizin kapısından tam kadro olarak girmediğimiz takdirde operasyon bitmiş olmayacaktı. Çünkü biz, bazen zor tercihler yapmak zorunda bırakılan bir ekiptik ve o andaki kararlarımız sayesinde bu yolda ilerlemeye devam edebiliyorduk. "Biz Görkem'in ve senin güvenliğinden emin olmadan hareket etmiyoruz. Bahar'la Eylül ilgilenecek."

"O benimle geliyor mu peki?" diye sordu Bahar başka bir gözyaşı daha düşerken yanağına. Kulaklık bende olduğu için Kaya'yı duymuyordu ama ona ihtiyacı olduğu gözlerinden okunuyordu. "Ölecektim," dedi sonra. "Sen olmasan ben bugün ölecektim. Burada, böylece ölecektim."

"Eylül," diye fısıldadım. "O seninle olacak."

"Abim," dedi burnunu çekerek. Kendini toparlamayı deniyor olsa da ne hissettiğini çok iyi anlıyordum. "Egemen abiye de haber verebilir misiniz?"

"Tabii ki," dedi Kaya, sanki Bahar duyabilirmiş gibi. "Ayarladığımı söyle ona."

Mesajı aynı şekilde ilettikten sonra bir aracın tekerlek sesini duyduğumda Bahar'ın ellerini tutmayı bırakıp silahımı pantolonumun arkasına yerleştirdim. Polis aracını sirenlerini kapatması konusunda uyarmış olmalılardı. Bahar'ı böyle yalnız bırakma fikrinden nefret etsem de benim gidip otoparktan almam gereken bir araç vardı. O aracı oradan çıkarmam için de Görkem'in direksiyona geçmesi gerekiyordu.

Ayrıca Görkem şirketten sağ salim çıkmalıydı, aksi halde bu başarısızlığımız olurdu ve ben her şeyimi ortaya koyduğum bir görevde başarısızlığı bir seçenek olarak kabul edemezdim. Şartlı tahliyedeki herifin biri yüzünden her şeyi boş veremezdim.

Koşarak uzaklaşmaya başladığım sırada "İnanamıyorum," dedi Kaya dehşete düşmüş bir sesle. "Görkem'le burun buruna geldim Bahar'ı işimize karıştırmayalım diye. Ama bugün Asya onun yanında olmasaydı... Hay sikeyim. Kafayı yiyeceğim. Ağlıyordu, değil mi? Aklı çıkmıştır korkudan. Çok mu titriyordu elleri? O herifi bir elime geçireyim bak ben, görün ne yapıyorum ona o zaman. Kodumun döl israfı."

"Burada olacağımızı nasıl bildiler?" diye sordum. "Bu işin peşine düşmek gerek. Bahar'ın operasyon için geleceği şirketi bu herifler nasıl bildiler? Buraya gelirken sık sık kontrol ettim çevremi. Takip edilmediğimize eminim ama Demirbay Holding'den çıktığımızda o araç kapının önündeydi."

"İçeriden birisi Bahar'ın holdingte olduğunu haber verdi mi diyorsun yani? Bu durumda Fuat da mı Piramit'ten amına koyayım?" dedi Arda. "Ben de mi Piramit üyesiyim lan acaba?"

"Eylül'e haber verelim de ilgilensin bu konuyla," dedi Can.

"Sikeyim onu bunu," diye araya girdi Görkem. "Aklım çıktı lan aklım! Geberdim amına koyayım. Niye cevap vermiyorsun bana güzelim benim? Canımın içi, bitanem, sen niye böyle şeyler yapıyorsun balım? Niye ses çıkarmıyorsun, öleyim diye mi? Ölüyordum çünkü."

"Kulaklığım düştü," dedim takım elbisemin üzerindeki tozları silkeleyerek. "Allah ne verdiyse adamlara girişirken size iyiyim diyemedim, kusuruma bakma. Korumam gereken bir emanetim vardı da."

"Abisi kurban," dedi Kaya. Bu her şeyin ortasında bana bir kahkaha attırdı ama o hiç gülmüyordu. "İyisin değil mi sen? Ağrın sızın var mı?"

Elimi yüzüme götürdüm ve burnumdan akan kanı sildim. Eski dostum olan burun kanamasını yine yaşıyordum şimdi. Uzun süredir yoklamıyordu beni, garip hissettirmişti. Çantamdan bir peçete çıkarıp burnuma bastırdım. "İyiyim. Otoparka doğru yürüyorum yavaş yavaş," derken önümden hızla bir araç geçti ve ben, direksiyondaki kişinin yüzünü daha önce bir yerlerde görmüştüm.

Gözlerimi kapattım, gözlerimi açtım. Lir ekranı uzanıp dokunabileceğim kadar yakındı sanki bana. Profili ise oradaydı. Görkem'in beni Lir'deki online oyunlarda dönen konuşmaları analiz etmem için görevlendirdiği gün, ben bu adamın profiline tıklamıştım.

Önce Bahar'ın Birce'nin Alfonso'dan nefret ettiğini söylediği an geldi aklıma.

Sonra Birce'nin Almanca olarak Alfonso'ya çıkış saatini soruş sesi doldu kulağıma. Ardından, onun odasının önünden geçerken telefonda konuştuğu birine dörtte çıkacakmış dediğini hatırladım.

Duruşma erteleniyor gibi, demişti Bahar. Alfonso'yu oyaladıklarını düşünmüştü. Haklıydı. Onu oyalıyorlardı.

Parçalar tek tek birleşti.

Onu öldüreceklerdi.

Piramit tarafından bugün Alfonso'nun infaz emri verilmişti.

Bu da çok şey bildiği ve ne olursa olsun onu yaşatmamız gerektiği anlamına geliyordu.

"Görkem," dedim alelacele. "Görev değişti. Binanın girişinden ayrılma. Alfonso'nun çıkışına izin vermeyeceksin."

"Ne oluyor?" dedi dört erkek aynı anda.

"Otoparka giriyorum. Bir araba oraya doğru gidiyor. İçinde bir Lir üyesi var. Alfonso'ya tuzak kurmak için burada olduğunu düşünüyorum, takipte kalacağım."

"Beni bekle."

"Görkem..."

"Lir üyesi olduğunu nereden biliyorsun?"

"Onu oyunda gördüm."

"İçerik?"

"Bomba yapımı."

"Bensiz tek bir adım daha atmıyorsun."

Onu dinlemedim ve sırtımı duvara vererek içerisini kontrol ettim. Belime uzanıp silahımı önüme aldım. İki elimle birden silahımı kavrayıp dirseklerimi kırmadan otoparkın içine doğru ilerlemeye başladım. Kolonlar saklanmam için geniş alanlar sunuyorlardı.

"Sanırım arabasını tuzaklıyorlar." Üç kişilerdi, üçü de az önce önümden geçen araçtan inmişti ve siyah bir jipin bagaj tarafında bir şeyler yapıyorlardı.

"Uzaklaş oradan."

"Görkem, okul otoparka çok yakın. Kaç kilo patlayıcı olduğunu, çevreye ne kadar zarar verebileceğini öğrenmem gerekiyor."

"Uzaklaş bebeğim," dedi. "Çünkü içerideyim."

Başımı kaldırdığımda C girişinin oradan içeri sızan bir gölge gördüm. "Ben kontrol edeceğim. Uzak dur lütfen."

Böyle bir şey ihtimal dahilinde bile değildi. "Alfonso şirketten çıkmaya kalkarsa-"

"Kameralar kayıtta. Bizimkiler haber verirler."

"Gözlemdeyiz," dedi Can soğukkanlı bir şekilde.

"Bomba imha ekiplerine haber vereyim mi?" diye sordu Arda.

"Piramite ait bir otoparktayken mi?" dedi Görkem. "Kesinlikle hayır. Kim olduğumuzu duyurmayacağız. Bu işi olabildiğince sessiz halletmemiz gerekiyor."

Sessiz halletmeye çalışırken patlamasanız bari Yağmur.

Sesini duyduğumda kocaman gülümsedim. Elim, kalbimi buldu. İçime çektiğim derin nefesin oksijeni ciğerlerime sarı laleler ekti. Onu çok özlemiştim.

Hızlıca ana odaklandım yeniden. Bir sırt çantasının içinden çıkardıkları bombaları aracın bagajının altına yerleştiriyorlardı. "Aktifler," diye fısıldadım. "Galiba belli bir saate ayarlılar. Tam göremiyorum."

"Çıkın oradan."

"Okul var."

"Aracı uzaklaştırmanın bir yolunu bulsak?"

"Caddeye dalmış oluruz. Her yer kalabalık. Şu an için aracın burada kalması daha güvenli olabilir. Bir şekilde yaklaşıp imhanın yolunu bulmamız gerek. Belki biraz döversem kendileri bunu yapmayı kabul ederler."

"O kadar zamanımız olduğunu nereden biliyorsun?" Sorduğum soruyla birlikte gözleri yüzüme çevrildi. Hâlâ uzaklaşmam için yalvarır gibi bakıyordu ama beni tanıyordu. Onsuz buradan bir adım öteye bile gitmeyeceğimi biliyordu. Gözlerini güven vermek ister gibi sıkıca kapatıp açtı. Ardından işaret parmağını dudaklarına götürdü ve harekete geçmek üzere olduğunun sinyalini verdi bana.

Ağız maskesini yüzüne çekti. Sessiz adımlarla bir kolondan diğer kolonun arkasına ilerledi ve silahını çıkarıp ucuna susturucusunu taktı.

"Harekete geçiyoruz," dedi Can. "Piramitin yolladığı heriflerden medet umacak halimiz yok."

"Ne? Ne yapıyorsunuz?"

"İmha için yola çıktık," dedi Kaya rahat bir tavırla. "Arda ve ben, şu bomba neyin nesiymiş şöyle bir bakalım diyoruz."

•⚓•

Huh.

Bir saniye durmadık. Bir saniye dinlenmedik. Sürekli hareket halindeydik. Bu tempoya bayıldım.

Alt tarafı üçgenli müçgenli bir tane çetenin peşine düştük diye başımıza gelmeyen kalmadı, hayret bir şey.

Her kılığa girdik, her suçla uğraştık. Bitti mi? Bitmedi. Bitemez.

Bu bölümde en çok kimi okumayı sevdiniz?

Asya Yağmur Tunçbilek hakkında biraz konuşmaz mıyız? Hak etmiyor mu?

Bir kere gülümseyelim, öyle gidelim. Gitmeden önce de yıldızımızı Asya'nın saçlarının rengine boyamayı da unutmayalım (siyah değil, turuncu) :)

Instagram'da azraizguner ve analizbyizguner hesaplarından Analiz hakkındaki güncellemeleri takip edebilirsiniz. Bir de Twitter'da #analizwattpad etiketini şöyle bir canlandırsak ne güzel olur.

Yeniden görüşene dek hoşça kalın diyor ve kaçıyorum o halde.

Teşekkürler ve iyi günler!

🧡🤝🖤

Yorumlar

  1. Hersek iyi güzeldi ama kayanın sitesindeki yazı zaten turuncuydu

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Popüler Yayınlar

36. "Çatlaklar ve Kırıklar"

55. "Geri Sayım"

35. "Görülme İhtiyacı"