43. "Kıyametten Önceki Gün"

Bölüm şarkıları:
The Score, Legend
Call Me Karizma, Rebels
Kalben, Sadece
Hande Mehan & Cem Adrian, Sen Benim Şarkılarımsın
İkiye On Kala, Al Beni Bas Yaralarına

İkinci kısım:
The Weeknd, Power is Power
Blackway & Black Caviar What's Up Danger
Coldplay, Fix You

💣

Akıp geçen her bir saniyenin kıymetini bil.
Çünkü bugün yanında olan, yarın olmayabilir.

•⚓•

"Harekete geçiyoruz," dedi Can. "Piramitin yolladığı heriflerden medet umacak halimiz yok."

"Ne? Ne yapıyorsunuz?"

"İmha için yola çıktık," dedi Kaya rahat bir tavırla. "Arda ve ben, şu bomba neyin nesiymiş şöyle bir bakalım diyoruz."

Oturduk bekliyoruz.

Görkem, otoparkın kolonlarını kullanarak aracı tuzaklayan üç adamın dibine dek girerken ben de diğer taraftan dolaşmış ve kaçma ihtimallerine karşı pusu kurmuştum. Tahmin edilebilir düzeydeydi her şey. Üç avelin tek görevi araca o bombaları yerleştirmekti. Onun dışında hiçbir meziyetleri yoktu.

Üçü de gencecik çocuklardı. Görkem bu yüzden susturucu taktığı silahını yerine geri koymuştu. Çocukların arasına yürüyerek gitmiş, dik omuzları ve yere sağlam bastığı ayaklarıyla ortalarında durmuştu. İçlerinden biri arabanın bagajının altından kafasını kaldırır kaldırmaz hayatta kalma refleksiyle ona saldırmaya çalışmıştı ve bayılması için tek bir yumruk yeterli olmuştu.

Görkem tek yumrukla birini bayıltabileceğini söylerken abartmıyordu.

"Lan," demişti kendi bile şaşırarak. "O kadar da sert vurmamıştım aslında."

Diğer iki çocuk da eğildikleri yerden kalktıklarında biri baygın arkadaşına bakakalırken diğeri ise tabanları yağlamıştı anında. Arkasında saklandığım kolondan kolumu uzattığımda bedeni sertçe koluma çarptığı için afalladı. Ona doğru bir adım attım. Gözlerini kocaman açarak diğer tarafa doğru koşmaya başladı fakat ben daha hızlıydım. Onu durdurduğumu sandığım sırada bacağıma bir tekme geçirerek elimden kurtulmayı denedi. Sonra ben de yakasını kavrayıp duvara yapışmasını sağladım.

Bu sırada Görkem, diğerinin ensesini kavramış ve yönünü arabaya çevirmişti. "Bunu imha et," dedi ölüm tehdidi gibi çıkan sesiyle birlikte. Korkak oldukları her hallerinden belli olan iki genç birbirlerine çaresizlik içinde baktılar. Duvara sıkıştırdığımı sürükleyerek diğerinin yanına götürdüm ve elimdeki silahı ikisine doğrultarak Görkem'in hemen yanında dikildim.

Görkem bugün üniformalı ve maskeli oluşunun ekmeğini fazlasıyla yemişti. Çocuklar üzerinde doğrudan psikolojik bir üstünlük kurmasına yol açmıştı bu. Aslında bana karşı da psikolojik bir üstünlüğü vardı fakat bunu başka bir zaman konuşmayı planlıyordum.

Benim getirdiğim yirmi yaşlarında görünen çocuk elimde silah olmasına rağmen bana karşı ayaklandığında Görkem, onun kolunu kavrayıp sırtına doğru bükmüştü. "Lan," demişti bir kez daha. "Sen olayın ciddiyetini kavrayamadın mı aslanım? Kaçış yok. Ya bunu imha edeceksiniz ya birlikte patlayacağız. Ayrıca bir kez daha o kadına doğru hamle yapmaya çalışırsan seni bizden önce havaya uçururum, anladın mı beni?"

Kontrolün onda olduğunu fark edince arabanın altına eğildim ve bombaların üzerinde yazan süreye baktım. "Elli bir dakika."

"Uzaklaşmamız için yeterli bir süre," dedi arkadaşı bayıldığından beri bizim için hiç zorluk çıkarmayan diğer çocuk. "Biz yemin ederim ki bozmayı bilmiyoruz. Sadece araca yerleştirin dediler. Lütfen hemen gidelim buradan."

"Ne kadar hasar verir bu?" diye sordum ona doğru eğildiğimde. Korkudan titriyor oluşunun beni kandırmasına izin vermemeye çalışıyordum fakat onun hayatta hiçbir amacı kalmadığından Lir'deki o upuzun formu doldurup kendine bir yer bulmaya çalıştığı fikri de aklımın bir köşesindeydi. Bu çocukları Piramit zehirliyor, kendilerine köle haline getiriyordu.

"Miktarı çok değil ama içeriğinden emin değilim abla. İki üç sokak kadar belki, bilemiyorum gerçekten."

"O kadar yok burada," dedim Görkem'e. "Taş çatlasın bu kata yayılır yangın."

"Bombaların fotoğrafını çekebilir misin?"

Ben bana söylediği şeyi yaparken "Kimden emir alıyorsunuz?" dedi Görkem, bana az önce vurmayı deneyen çocuğun bileğine kelepçeyi geçirerek. Diğer ucunu ise park alanının sınırlarını belirlemek için konulan demire bağlamıştı. "Madem tir tir titreyeceksiniz niye bu yaşta böyle işlere kalkışıyorsunuz oğlum siz?"

"Çok para abi," dedi diğeri. "Mecburiyetten. Valla bak."

"Mecburiyetten cinayet mi işliyorsun?" İşte bunu duyduğum an beslediğimi sandığım merhamet silinip yok oldu benden. Bu çocuklar, kendi seçimlerini yapmışlardı. Tüm suçu Piramit'e atmak doğru değildi. Böyle bir işe bulaşmak için insanın delirmiş olması gerekiyordu. "Bu arabanın kime ait olduğunu biliyor musun?"

Biz biliyorduk, Alfonso'nundu.

"Bilmiyorum."

"Çok konuşuyorsun," dedi kelepçeli olan. "Öttüğünü duyarlarsa bize ne yaparlar asıl onu biliyor musun?"

"Sence sen sokaklara geri dönebilecek misin?" diye sordu Görkem. Bir bombanın hemen dibinde değilmişiz gibi rahattı tavrı. "Buradan tek parça çıksan bile hapiste çürüteceksin gençliğini. Kafayı mı yediniz, hiç mi aklınız yok sizin?"

"İşbirliği yapmanız sizin faydanıza olur," dedim. "Bu emri kimden aldınız? Amaçlanan şey neydi? Size tam olarak ne söylendi? Bu soruların cevabını vererek başlayabilirsiniz."

"Bize sadece adres verilir," dedi konuşkan olan. "Kimdir nedir bilmeyiz. Gelir yerleştirir gideriz."

"Aferin amına koyayım," dedi Görkem. "Bugün de geberip gidersiniz madem."

"Bizi burada tutamazsınız," diye araya girdi kelepçeli. "Uzaklaşmak zorundayız. Bu mesafede kalırsak gerçekten ölürüz hepimiz. Hadi biz neyse de, siz pek intihara meyilli gibi durmuyorsunuz."

"Var mısın iddiasına?" dedim sırf korksun diye. Korkan Görkem oldu. Omzunun üzerinden dönüp hayretle bana baktı. Bunun bir yalan olduğunu anlasın diye bekledim. Çocuk ise bakışlarımda herhangi bir yalan yakalayamadı.

"Hiçbir yere gitmiyoruz," dedi Görkem. "Baygın arkadaşından ders alıp o çeneni kapatmayı seçmeni umuyorum."

Kaya az bir yolları kaldıklarını bize bildirirken yorgunluktan bitap düşmek üzereydim. Yüzümün bir yanı Bahar'ı korumaya çalışırken aldığım darbenin etkisiyle sızlıyordu ve ayağımdaki topuklular tüm bu olaylara iyi dayanmıştı. Peruğumun da hakkını vermek gerekiyordu. Direnmeyi bırakmamıştı aynı benim gibi.

"Şuraya otursam ne olur ya?" diye sordum yüzümü sevgilime çevirerek. Ben silahımı belimin arkasına sıkıştırırken Görkem söylediklerime anlam vermeye çalıştı. Onun sakinliği bana da bulaşmıştı. Yanı başımızdaki bomba düzeneğini nedense pek umursamıyorduk ikimiz de. "Ne var?" dedim bakışları uzayınca. "Yoruldum."

"Yenge çıtır bu arada," dedi kelepçeli olan. Hem Görkem'in hem de konuşkan çocuğun çatık kaşları kelepçeliye döndü. "Ne?" dedi çocuk. "Yalan mı? Maşallahı var."

"Teşekkür ederim." Yere eğilip oturdum. "Ama ölmeden önce söylediğin son sözler bunlar mı olsun ablacığım? Sus da son özgürlüklerinin tadını çıkar. Nezarethanede böyle nefes almaya fırsatın olmayacak."

"Yani bizi burada ölüme terk etmeyecek misiniz?" dedi konuşkan, büyük bir ümitle. Bizim için hiçbir tehdit oluşturmadığından ve başka kelepçemiz de olmadığından onu bağlamamıştık bile ama uslu uslu oturuyordu.

Görkem, bana daha fazla garip bakışlar atmak yerine yanıma çöküp oturdu. Bir dizini kırdı. Diğer bacağını ileri doğru uzattı ve bir elini yere yasladı. "Bizi kurtaracaklar," dedi. "Ama siz elimizden ne derece kurtulursunuz orası meçhul." Diğer çocuk tam ağzını açacaktı ki "Konuşma," dedi sertçe. "Başını diğer tarafa çevir, az nefes al ve gözüme batmamaya çalış."

Çocuk önce itiraz edecekti ama sonra Görkem'le baş edemeyeceğini anladı ve söylediklerini harfiyen uyguladı. Diğeri de onun yanına yanaşıp oturdu. Dördümüz, tuzaklanan bir aracın çevresine çökmüş bekliyorduk.

Başımı omzuna yasladım. Dünyadaki bütün renkler o an canlandı. "Niye bu kadar rahatsın?" diye fısıldadım belki de ondan daha rahat bir şekilde. Korkmuyordum. Tuhaftı bu ama bombayı görmeden önce daha gergindim. Nedenini bilmiyordum. Belki de beklediğim kadar büyük çaplı bir şey olmadığı içindi. Çevreye zarar vermekten ziyade içindekini öldürmek üzere kurgulanmıştı.

"Çünkü halledebileceklerini biliyorum." Başını başımın üzerine yaslayıp derin bir nefes aldı. "Bazen bizim hakkımızda hâlâ bilmediğin şeyler olduğunu unutuyorum bebeğim."

Çenesini saçlarıma sürtüyor olsa da öpücüklerini bırakmıyordu çünkü her ihtimale karşı maskesini hâlâ indirmemiş durumdaydı. "Halleden kişi A mı olacak Ka mı?"

Meraklı tavrım kulaklığımın diğer ucundaki Analizcileri de Görkem'i de güldürdü. "Aslında ikisi de," diyen Can'dı. "Ama Arda yapıp patlatmayı daha çok seviyor. Benim tutulduğum kulübeyi yakarken aldığı zevki görmeniz lazımdı."

"Ne kadar yolunuz kaldı?"

"Giriyoruz şimdi."

Görkem ayağa kalkmak için bir hamlede bulunmadan önce başımı omzundan nazikçe kaldırmamı sağladı, ardından elimi tutarak benim de kalkmama yardımcı oldu. Analizciler bize yakın bir boşluğa araçlarını park etmişti ve arabadan hızlı hareketlerle inen Arda, koşarak bagajı açmıştı.

Arabamızın bagajını ilk defa görüyordum. İçinde bir ben yoktum.

Gereken malzemeleri aldıktan sonra yanımıza doğru koşmaya başladı üçü aynı anda. Can doğrudan çocuklara yönelmişti. Kelepçeli olanı direkten kurtarıp ellerini arkasında birleştirerek onu yürümeye hazır hale getirdi ve arabaya doğru götürmeye başladı. Bu sırada konuşkan çocuk da hiç sesini çıkarmadan onu takibe başlamıştı.

Görkem, baygın olanı kollarının altından kavradığında diğer yandan da Kaya'ya bakıyordu. "Ne kadar sürer?" diye sordu. Sanki Kaya bomba dolu bir aracın altına girmeyecekti de duşa girecekti.

"Üç beş dakika," diye cevap veren Arda'ydı. "Birkaç kablo keseceğiz oldu bitti."

Kahkaha atmaya başladım.

Kaya endişeyle, Arda merakla, Görkem'se baygın çocuğu araca sürüklerken şaşırarak dönüp baktı bana. "Sinirimi bozuyorsunuz," dedim gülmeye devam ederek. "Başa çıkamayacağınız olay yok mu sizin? Harbiden Avengers gibi takılıyoruz ortalıkta, çok keyifli bu."

Kaya hiçbir şey söylemeden başını iki yana sallarken gülüşlerime eşlik eden tek kişi Arda'ydı. "Canın yanıyor mu?" diye sormuştu sonra bana. "Birimiz seni eve bırakalım, yeterince yoruldun."

"Bahar'ı görmem gerekiyor, işimiz bittiğinde doğrudan karakola geçerim."

"Ben gideceğim yanına." Arabanın altında olduğu için bir garip çıkıyordu Kaya'nın sesi. "Arda, bana biraz ışık tutabilir misin?"

"Biz gideceğiz yanına," diye düzeltti Can, çocukları araca bıraktıktan sonra. Görkem onların yanlarında duruyor ve bir şeyler söylüyordu. Can, yanıma kadar yürüdüğünde hiç beklemediğim bir anda beni kolunun altına çekti. "Arda doğru söylüyor. Görkem ve sen eve dönün. Biz gerisini hallederiz."

"Ama-"

"Ama yok Asya," dedi. "Sizin yapabileceğiniz başka bir şey kalmadı. Gerisi bizde."

"Can, çocukların başında bekle. Ben bir telefon edeceğim."

Görkem'in sözünü emir saydı Can. Görkem de bizden biraz uzaklaşıp küçük adımlarla ileri geri yürürken ciddi bir telefon görüşmesi yaptı. Başını sallıyor, kaşlarını çatıyor ve yürürken parmaklarını bacağına kendi ritmiyle vuruyordu.

Bir bip sesi geldiğinde telaşla arabaya doğru döndüm. Arda yine güldü. Kaya'ysa başını aracın altından çekti. "Bitti, bu kadardı."

"Oh, bugün de ölmedik çok şükür," dedi Arda.

Tavırları inanılmaz derece sinirime dokunuyordu ama çok da komikti. Biz ne yaşıyorduk? Analizciler bu duruma nasıl günlük bir rutinleriymiş gibi davranıyorlardı ve daha da önemlisi, ben nasıl başımıza hiçbir şeyin gelmeyeceğinden bu kadar emindim?

"Tamam mı yani?" diye sormadan edemedim.

"He," dedi Kaya. "Bantlarını sökeceğim şimdi."

"Sahibinden, temiz, az kullanılmış araç," diye başladı Arda. "Altına bomba yerleştirilmiş ama sorun değil, kilometresi az sonuçta."

"Ben mi kafayı yemek üzereyim siz mi çoktan yediniz anlamıyorum. Neyse." Yönümü Kaya'ya çevirdim. "Bahar'ı görür görmez bana haber ver olur mu? Eve gidip bir duş alayım bari. Yaşadıklarımı sindirmem gerekiyor."

"Arabaya geç," dedi Görkem. Bu tonda kasıtlı olarak böyle söylediğine emindim. Yanaklarımın kızaracağını hissettim. "Bekle beni," diye devam etti göz kırparak. "Hemen geleceğim."

Çantamı sıkıca tutup diğerlerine "Görüşürüz o zaman?" dedim. Hâlâ içinde bulunduğumuz durum bana çok garip geliyordu. Can çocukların yanından, Kaya arabanın altından, Arda'ysa oturduğu alet çantasının üzerinden aynı anda bana el salladı.

Arkamı dönüp arabaya doğru ilerlerken hepsinin ruh hastası olduğunu düşünüyordum ve bu ruh hastalarıyla bir arada çalışmaktan büyük keyif alıyordum. Kulaklığımı kapatıp torpidoya attım.

Dakikalar sonra Görkem de yanıma gelip aynısını yaptı. Arabayı çalıştırdığı an ona telefonda kiminle konuştuğunu sorduğumda "Muhip'i aradım," dedi. "Alfonso'nun can güvenliğini sağlamamız gerek. Gizlice takipte kalacak bir ekip ayarlayacak, başlarında da kendisi olacak. Amirime de kısa bir özet geçtim. Şimdilik sorun yok, her şey kontrol altında. Sen biraz kafanı boşalt, olur mu? Uzun bir gündü."

Bir sıkıntı var gibi görünüyordu. Bunu fark etmemem olanaksızdı. Bakışlarım üzerinden ayrılmadığında benimle konuşmak zorunda olduğunun farkına vardı. "Bütün ilgimi sana veremiyor olmak canımı sıkıyor," dedi direksiyonu daha sıkı kavrayarak. Yüzünü bana çevirmeden konuşuyordu. "Bombaydı oydu buydu derken nasıl olduğunu soramadım bile." Sert bir nefes verdiğinde gözleri gözlerimi buldu. "İyi misin? Gerçekten iyi misin? Yanağın moraracak galiba, dudağındaki yaraya da evde bakarız. Kendini nasıl hissediyorsun?"

Yüzüne uzanıp maskesini çenesine doğru çektim. "Kafan o kadar dolu ki bunu bile unutmuşsun." Gülümseyerek ona biraz daha yanaştım ve uzanıp yanağını öptüğümde "İyiyim," dedim. "Ama sen iyi görünmüyorsun sevgilim."

"Aşmaya çalışıyorum." Yüzündeki keder baş edebileceğinden fazlaydı. "Aklım çıktı Yağmur." İşte şimdi omuzlarındaki yükü bırakmaya başlamıştı. "Uzaktaydım. Yeterince hızlı bir şekilde yanına gelemeyecek mesafedeydim. Yine tek başınaydın. Sana bir şey olmasından o kadar korkuyorum ki. Ellerim tutmadı lan o an. Sesini duyamamak delirtti beni."

"Hepsini haşat ettim ki." Bir elim ileri uzatıp tırnaklarıma doğru baktım. Tavrım onu güldürmeyi başardı. "İzleseydin bana bayılırdın. Bir onu dövdüm bir bunu dövdüm. İkisi de korktu benden, uslu uslu beklediler polisler gelene kadar."

"Aferin benim balıma."

Kıkırdayarak başımı boynuna yaklaştırdığımda onu yine öptüm. İç çekerek direksiyonu daha sıkı kavradı. Ona biraz daha sırnaşacaktım fakat bir anda durup hızlıca geri çekildim. "İrem'le ne konuştunuz?" diye sordum. Sesim beklemediğim kadar tavırlı çıktı. "Sana dokundu mu?"

"Ne?"

"Kahve içtiniz ya... Eline falan temas etti mi? Konuşurken koluna dokundu mu ara sıra? Gözlerinin içine çok baktın mı? Bunlar önemli detaylar."

"Ne?" dedi tekrar şoka girmiş halde.

"Hoşlandı senden." Sesimin sertliği onu hayrete düşürmüştü. "Telefon numaranı istedi mi? Kesin istemiştir ki! Sence o güzel bir kadın mı? Ben olmasam mesela beğenir miydin onu?"

"Hay," diye mırıldandığını duydum ağzının içinde. "Araba sürüyorsun," dedi sonra kendi kendine. "Araba sürüyorsun, yola odaklanman lazım."

"Ne konuşuyorsun deli gibi? Bana cevap ver cevap."

"Gerçekleri mi söyleyeyim yoksa senin duymak istediklerini mi?"

"Delirmemem için hikâyeyi biraz yumuşatabilirsin."

"Çoktan delirmiş duruyorsun."

"Olabilir."

Başımı camdan dışarı çevirdiğimde cevaplardan kaçmasına bozulmuştum. "Yağmur," deyişi bile ona bakmamı sağlamaya yetmedi. Görkem de bir eli direksiyondayken diğer eliyle çenemi tutup başımı ona çevirmemi sağladı. "Yemin ederim ne konuştuğumuzu bile hatırlamıyorum ki. Aklım sizdeydi hep. Bahar'la seni dinlemeye odaklanmıştım."

"Bir yemeğe bile çıkmaya fırsatımız olmadı bizim seninle." Yüz ifadesi anında değişti. Dudaklarım benden bağımsız bir şekilde büzülürken Görkem, gözlerimin tam içine büyük bir anlayışla bakıyordu. "Benim yemeğe bile çıkmadığım sevgilimle elalemin kadını kahve içmeye gidiyor. Bu çok sinir bozucu."

"Haklısın hayatım," dediğinde o an onun bütün hayatıydım. Böyle hissettirdi bana. Öylesine bir sözcük olarak kullanmamıştı, gerçekleri buydu. "Listeyi ele geçirene kadar kafam meşgul olacak. Alır almaz ilk yapacağımız şey seninle yemeğe çıkmak olsun, tamam mı? Mekân bakalım, güzel bir yere gideriz. Bir ara kafası dağılsın diye Eylül'e tarif edip aldırdığın lacivert bir elbise vardı ya hani, ben bunu nerede giyeceğim diye söyleniyordun. Onu giyersin, olur mu? Seni bir randevuya çıkarırım, gerçek bir randevuya."

"Söz mü?"

Gülümsemesi gözlerine kadar ulaşan türdendi. Gözlerini zar zor benden çekip yola çevirdiğinde "Söz tabii," dedi. "Normal sevgililer ne yapar bilmiyorum. Biz aynı evde yaşadığımız için, senin benim yanımda olman bana yettiği için böyle şeylere kafam basmıyor hiç ama çok haklısın. Birlikte dışarıda da vakit geçirmeliyiz. Göreve gidip gelmek dışında aktivitelerimiz olmalı, doğru söylüyorsun."

"O kadar da büyük bir sorun değil bu," dedim içtenlikle ama o çoktan kafasına takmış görünüyordu. "Ama listeyi aldığımızda, ki bence bu çok kısa zaman içinde gerçekleşecek, o zaman bir randevuya çıkmayı çok isterim."

"Kaya'nın yapması gereken çok iş var," dedi derin bir nefes alarak. Her yere sızmıştık, incelenmesi gereken bir ton şey vardı. Koca bir bataklığa sahiptik aslında. Hangi çamurun altından hangi elmasın çıkacağını kestiremediğimiz bir bataklık kazanmıştık bugünkü görev sayesinde. "Ona yardım almasını söyledim. Mutlaka liste hakkında bir şeyler çıkacağına inanıyorum elde ettiklerimizin içinden."

"Sana bir şey söylemem gerek." Sesimdeki huzursuzluğu fark ettiğinde evimize yaklaşmıştık. Odağını dağıtmamak için bu konuyu buraya bırakmıştım zaten. Kiralık arabayı garajın önüne park ettiğinde gözlerini benimkilere çevirdi. Bakışlarında endişeye rastladım. "Alfonso," dedim. "Benimle odasından çıkmadan önce Almanca konuşmuştu ya hani."

"Evet," dedi elime uzanıp rahatlamamı ister gibi bileğimi okşayarak.

"Eğer onun bana referans olmasını istiyorsam ikimizin yapabileceği bazı şeyler olduğunu söyledi." Görkem'in kaşları anında çatılırken parmağı da bileğimde hareket etmeyi bıraktı. "Bunu kullanabiliriz belki. Yeniden Melis Yakut olmam işe yarayabilir. Bilmen gerektiğini düşündüm."

"İyi yaptın." Başka hiçbir tepki vermedi. İçinden sövdüğünü anladım. Elimi öylece bırakıp arabadan indi ve gelip kapımı açtı. Ben de araçtan indiğimde hâlâ başka bir şey söylememişti.

"Görkem?" dedim sinirini kontrol altında tutmaya çalıştığını bilsem de. Sövmek istiyorsa ağız dolusu sövebilirdi. İçinde biriktirmesinden daha iyi olurdu bu onun için.

Evimizin kapısını açıp içeri geçmemi bekledi. Kapıyı arkamızdan kapattıktan sonra önümde diz çöktüğünde ona baktım. Topuklularımı nazikçe ayağımdan çıkarırken elim saçlarının arasına gitti. Önümde eğilişine gülümsedim. Bana bebek gibi davranması hoşuma gidiyordu. Kendimi paralamama da peşinden koşmama da değmişti.

Devam etmemize değmişti.

Ona çok aşıktım.

Topuklu ayakkabıların eziyetinden kurtulan ayaklarım büyük bir rahatlamayla zeminle buluştuğunda Görkem yeniden ayağa kalktı. Başımı yukarı kaldırarak gözlerine baktım. Bana bir adım yaklaştı, dudaklarını şakağıma bastırdı ve "Melis Yakut'tan kurtul hadi," diye fısıldadı. "Saçlarını özledim."

"Duşa gireceğim." Başını salladı. Eli renginin değiştiğini düşündüm yanağımı okşadı. Sağlam darbeler almıştım, yüzümün çok dağılmamış olmasını umdum. Baş parmağını dudağımın kenarındaki küçük yaraya değdirdiğinde gözlerinin içine bakmaya devam ettim.

"Acıyor mu?" diye sordu kırılacak bir nesneymişim gibi hassas bir şekilde. "Analizcilerin beni eve gönderme nedenlerinden biri karakolda sizi sıkıştıran o herifleri görmeyeyim diyeydi ama Kaya'yı nasıl durduracaklar bilmiyorum."

"Acımıyor." Gülümsedim rahatlasın diye. "Ama Bahar çok korktu. İyi olduğunu duymadan içim rahat etmeyecek."

"Duştan çıktığın zaman ararız onu olur mu? Önce biraz nefes al lütfen."

Bu sefer inatlaşmadım çünkü buna ihtiyacım vardı. Banyoya girip kıyafetlerimi çıkarana, peruğumdan ve lensimden kurtulana dek ne kadar yorulduğumun farkında değildim. Bugün bizzat yaşadığım olaylar su damlaları üzerimden kayıp giderken üçüncü bir gözmüşüm gibi geçiyordu gözlerimin önünden. İnsan o anki adrenalinle kavrayamıyordu fakat ortalık durulduğunda farkına varabiliyordu bazı şeylerin.

Bugün kendimle gurur duyuyordum.

Bu his beni gülümsetti. Duş başlığından akan sıcak su omuzlarımı gevşetirken sırtımı soğuk mermere yasladım ve öylece durup gülümsemeye devam ettim.

İşe yarıyordum. Seneler önce tek hedefi sahaya inmek olan bir kadındım. Bugün gizli görevlere katılıyor, günlük bir rutin olarak kimlik değiştiriyor ve Analiz ekibinin bünyesinde önemli bir üye olarak barınıyordum.

Üstelik gün içinde Mete'nin sesini de duymuştum. Aksiyon doluydu fakat güzel bir gündü. Şaşırtıcı derecede güzeldi hatta, her şeye rağmen. Zoraki olarak değil de gerçekten keyif alarak hayatımı yaşadığımı hissediyordum.

Görkem'in şampuanına uzanıp saçlarımı köpükledim. Ardından lifimi vücudumda gezdirdim ve yeniden sıcak suyun altına girdim. Ayak tabanlarım sızlıyordu, ölüm tehlikesi atlatmıştık, yetmemişti bir de bombayla karşılaşmıştık ama sorun değildi, bugün güzel bir gündü.

Banyodan çıkarken bedenim yorgundu ama kendimi canlanmış gibi hissediyordum. Bornozu üzerime geçirip terliklerimi giydim ve odamın yolunu tuttum. Görkem ortalıklarda görünmüyordu.

Odama girdiğimde kıyafetlerimi benim için hazırladığını gördüm. Yatağımın üzerinde rahat bir pijama takımı duruyordu. Seçtiği renk tabii ki lacivertti. Yeniden gülümsedim. Hızlıca giyinip saçlarımı bir havluyla üstünkörü kuruladım. Ardından yeniden terliklerimi giyip evin içinde Görkem'i aramaya başladım.

Sesi mutfaktan geliyordu. Küçük adımlarla kapıya vardığımda onu masanın köşesine oturmuş haldeyken yakaladım. Kulağına yasladığı telefondan gelen sesi dinlerken bir bardak suyu bir dikişte bitirdi. Üzerini değiştirmişti. Eşek baskılı tişörtünü giymiş olması beni daha çok güldürdü. O da gülümsedi, ardından ciddileşip her kimle konuşuyorsa ona cevap verdi ve konuşma bittiğinde telefonu kapatıp masaya bıraktı.

Bakışları yeniden bana döndü. Dudakları bir kez daha kavis kazanırken yüzüme aşktan ölmek üzereymiş gibi bakıyordu. "Saçlarını kurutalım," dedi ve birden ayaklandı. "Tipe bak, o turuncu kafanı yiyeceğim şimdi. Şu halini ne kadar özlediğimi bilemezsin."

"Buna gerek yok," desem de elini belime koyarak beni banyoya yönlendirdi.

"Bir tabure getireyim." Cevap beklemeden beni banyoda bırakıp elinde bir tabureyle geri döndüğünde oraya oturmamı sağladı.

"Gördüğüm bu özel muamele sizin için yaptıklarımdan dolayı mı?" Oturduğum yerden başımı geriye doğru atarak ona bakmaya çalıştım. Başım, üzerindeki eşofmanın bel hizasına çarptığında Görkem dudaklarının arasından sert bir nefes verdi. Ben ona tersten bakarken o öne eğilip önce açıkta kalan boynuma, sonra çeneme ve en son dudaklarıma bir öpücük bıraktı.

"Özel muamele falan görmüyorsun, hak ettiğin şey bu," dedi gülümseyerek. "Sen yoluna paspas olunması gereken bir kadınsın ve ben de seve seve önüne seriliyorum. Durum bundan ibaret aşkım."

"Yaa." Cilveli halim dudaklarına daha derin bir tebessüm kazıdı. "Şımarırsam ne olacak peki?"

"O da hakkındır," dedi. "Bugün çok iyiydin. Sana neden bu kadar güvendiğimi bana hatırlattın. Benim bile arkamı topladın. Çok yoruldun, güzelce dinlenmeni sağlamak niyetindeyim."

"Keşke bana orada olacağını söyleseydin," dedim. Bunu da konuşmamız gerekiyordu. "Neden söylemediğini anlayabiliyorum ama yine de arkamdan iş çevirmiş olman hoşuma gitmedi."

"Özür dilerim." Saç kurutma makinesini çıkarıp fişe taktı. "Bazen lider kimliğim seninle olan ilişkimle çelişiyor. Can'a danıştım, şirkete girip giremeyeceğim kesin değildi bu yüzden de Can sana söylemememin daha uygun olacağını anlattı bana. Benim orada olacağımı sansaydın ama ben son anda gelemeseydim omuzlarına bir yük binecekti. İstemsizce strese girecektin."

"Doğru olanı yaptığını düşünüyorum aslında," dedim saçlarımı omuzlarımın gerisine doğru atarak. "Ama ne bileyim, senden dinlemek istedim sebebini."

"Sorun yok değil mi aramızda?"

"Tabii ki yok." Kurutucunun tuşuna basmak üzereyken bir anda onu durdurdum. "Aynanın önündeki perdeyi çekebilir misin?"

"Neden?"

"Seni izlemek istiyorum."

Büyülenmiş gibi birkaç saniye gözlerimin içine bakakaldıktan sonra uzanıp aynayı açtı. Kendisi bakmadı, kurutma makinesini çalıştırdı ve saçlarımı özenle kurutmaya başladı. Bir eli masaj yapar gibi saç köklerimde gezerken gözlerimi kapatmamak için direniyordum. Huzur içindeki yüz ifadesini bir saniye bile kaçırmak istemiyordum çünkü.

Saçlarımı çok seviyordu. Saçlarımı seviyor olmasını çok seviyordum.

Kurutma makinesini kapattığında bir kenara bıraktı. Bana doğru biraz eğildi ve çenesini başımın üzerine yasladı. Aynadaki aksimizi izlemeye başladık hiç ses çıkarmadan. O aynadan bana baktı, ben ona baktım. Gülümsedi, gülümsedim. Belki iki dakika öyle kaldık, ben saymadım ve bence o da sayamadı.

"Çok güzeliz," diye fısıldadım bu büyüyü bozmaktan korkarak. Paramparça değildi o ayna, kanlı değildi, karşısında ölmek isteyen bir kadın da durmuyordu artık çünkü o kadının arkasında hiçleriyle çoklarının yerini değiştiren bir adam dikiliyordu. Tıpkı bir koruyucu gibi.

Sırtımı geriye doğru yasladım. İçine derin bir nefes çekince kendi şampuanının kokusunu almış oldu. Sesli bir şekilde güldüğünde saçlarıma bir öpücük bıraktı. "Güzel olan sensin," dedi. "Yağmur, sen her şeyimsin benim."

"Sen de benim."

"Diğerleri dönene kadar biraz uzanalım mı?"

"Çok ısrar ettiğin için geliyorum," dedim. "Ağlama tamam, sana eşlik edeceğim. İlle de göğsüme yat diyorsan yatarım tabi, sadece mecburiyetten."

Bu tavırlarıma bayıldığını söylemesine gerek yoktu. Gözlerinden anlaşılıyordu. El ele odasına girip yatağına yattık ve göğsünü benim için hazır hale getirdi. Kolunu etrafıma doladığında içimden bugünün daha da güzelleşiyor olduğu geçiyordu.

"Sana ne söylemeyi unuttum."

Aniden konuya giriş yapmasıyla birlikte kaşlarımı kaldırarak yüzüne baktım. "Kötü bir şeyse duymak istemiyorum şu an."

"Yok." Saçlarımı yavaşça okşamaya başladı. "Bize iki bilet aldım."

"Ne bileti?"

"Beşiktaş maçı."

Yattığım yerden elimi karnına bastırarak doğrulmamı beklemiyordu. Yüzünün dibine girdim, gözlerim kocaman açılmıştı. "Ciddi misin sen?"

Gülümsemesi göz kamaştırıcıydı. "Sen duştayken önüme düştü. Güzel bir fikir olduğunu düşündüm. O gün uygun olursak belki yemeğe öğlen çıkarız, akşam da maça-"

Cümlesini tamamlayamadı çünkü yüzünü iki elimle kavrayıp dudaklarına yapıştım. Şaşkınlığı kısa sürdü, elini pijamamın içine geçirip belime yerleştirdi ve beni üzerine çekti. Bizi durduran, alnını alnıma yaslaması oldu. "Kızım," dedi nefes nefese. "Benden seni öpmemi iste, seni ben öpeyim. Sen öpünce feleğim şaşıyor benim."

Sanki o beni öpünce şaşmıyordu feleği. Ne dediği umurumda da değildi şu an. "Beşiktaş maçına bilet mi aldın?" diye sordum bunun bir hayal olmadığından emin olmak için. Evet, bir süredir hayal kurmuyordum ama yıllar önce Mete ve Barış'ın ortasında o tribünde oturan Asya bir gün oraya sevdiği adamla birlikte de gitmeyi çok istemişti içinden.

O anı hâlâ anımsıyordum. Önümde bir çift, Beşiktaş'ın golünden sonra birbirlerini öpmüşlerdi. Kadın o kadar mutluydu ki ona imrendiğimi hatırlıyordum. Benim aynı saniye sağ kolumu Barış sarsıyor, solumu Mete tutmuş "Lay lay lay lay," diye bağırıyordu.

"Uygun olur muyuz bilmiyorum," dedi gözlerimde yanan ışıkları gördüğünde. "Ama ayarlamak için her şeyi yapacağım. Şu heyecanına bak, gerçekten ısırmak üzereyim seni."

"Teşekkür ederim." Kollarımı hızla boynuna sardığımda beni sıkıca tuttu. "Gidebilirsek o kadar güzel olur ki. Ben maç izlemeye bayılırım. Çok uzun zamandır izlemedim. Formamı da giyerim, değil mi? Siyah beyaz bir örgüm de var. Onu da saçlarıma takarım. Gidersek tabi. Çok heyecanlanmadım da, uygun olursak gideriz. Ama uygun oluruz değil mi? Hangi tribünden aldın bileti?"

"Kuzey üst." Elini saçlarımın arkasına atmıştı. Saçlarımla oynuyor, devamlı gülümsüyordu.

"Mete de severdi orayı, herkes kafayı yemiş aynı bana benziyorlar diye diye kaç kez oradan izletti bize maçları."

"Tahmin edebiliyorum bebeğim." Dayanamamış gibi bir öpücük de o bıraktı dudaklarıma. "Gerçek Beşiktaşlılar fakir olur, fakirler de tepelere doluşur." Bir kahkaha attığımda o benden daha çok gülüyordu. "Kuzey üstte elit bulamazsın, orada herkes fanatik."

"Sana söylediğim en ufak şeye bile önem verdiğin için teşekkür ederim." Sesim ona duyduğum sevgi yüzünden titrediğinde gözlerini üzerime dikip küçük bir gülümsemeyle bana baktı. Son zamanlarda beni çok fazla mutlu ediyordu. "Ağzımdan çıkan her kelimeye dünyanın en önemli meselesiymiş gibi yaklaşıyorsun." Ona doğru eğilerek konuşuyordum. Yüzüme düşen bir tutam saçı kulağımın arkasına ittirirken bana bakmaya devam etti sessizce. "Üzerime titrediğinin farkındayım. Bugün o göreve gelmen büyük bir riskti aslında, seni ismen tanımalarına rağmen yine de bir yolunu bulup sızdın içeriye. Beni yalnız bırakmamak için yaptığını biliyorum. Verdiğin sözleri tutmak için ne kadar çabaladığını görüyorum."

"Nereye bağlanacak peki bu konuşma?" diye sordu kaşlarını kaldırarak. Biraz paniklediğini fark ettim. Sebebini anlayamadım ama sadece gülümsedim.

"Teşekkür edeceğim aşkım." İşaret parmağımı tişörtünün baskısında, dolayısıyla kaslarının üzerinde gezdirdim. "Bunca derdinin arasında bana zaman ayırmaya çalıştığın için teşekkür ederim."

"Kuru kuru bir teşekkür etmeyeceksin sanki." Ses tonu değişmişti, daha derinden geliyordu şimdi. İşaret parmağıyla çenemi kaldırdı. "Şu bakışı biliyorum. Şu bakış beni istediğini söyleme şeklin bana. Doğru anlamış mıyım? Beni mi istiyorsun bebeğim?"

"Bugün başka bir kadınla randevuya çıktın." Yine mi o mevzu der gibi kaşlarını kaldırdığında olduğum yerde hafifçe doğrulup bir bacağımı üzerinden diğer tarafa doğru atarak kucağına yerleştim. "Sana kimin olduğunu hatırlatmam gerekiyor mu dersin?" diye sordum ona. Nefes almayı bıraktığı için göğsü hiç hareket etmiyordu. Göz bebekleriyse kocaman olmuştu.

Telefonu çalmaya başlamasaydı, güzel saydığım bugünü en zirve şekliyle bitirmekti hedefim fakat bu aramızda geçen büyülü bakışmanın sonunu getirdi. Elini öylece geriye attığında yatağının kenarında duran konsolun üzerindeki zekâ küplerinden birisini yere düşürdü. Ardından telefonuna uzandı. Yüzü çok çabuk ciddileştiğinde üzerinden doğrulmak mecburiyetinde kaldım. "Buna bakmam lazım," diye açıkladı kendini hüsrana uğramış bir ifadeyle.

Önümüzdeki beş dakika boyunca odasının parka bakan verandasında Muhip'le konuştu. Geri döndüğünde özür diler gibi bir sıfat takınmıştı. "Alfonso'nun evinin önündelermiş," dedi. "Bugün yeniden bir cinayet teşebbüsüne karşı nöbette olacaklar."

"İçeri girmeyecekler değil mi?"

"Şimdilik Alfonso'nun hiçbir şeyden haberi olmayacak."

"Birce?" diye sorduğumda "Onunla da başka bir ekip ilgilenecek. Belki bizi birilerine götürebilir," diye cevapladı.

"Ben de az önce Bahar'ı yokladım. İyiymiş, abin yanından ayrılmıyormuş." Başını salladığında yeniden yatağa doğru gelip yanıma uzandı. "Görkem," dedim. "Alfonso'yu konuşturmak için bir şansım olabilir, bunu düşünmemiz gerekiyor."

"Şimdi bu konuyu konuşmayalım." Gerginliği sesine yansıyordu. "Ama aklımda olacak," dedi bu fikirden rahatsız olduğu her halinden belliyken. Yeniden telefonunun bildirim sesini duyduk. "Bige abla," dedi şaşkınca. "Sesli mesaj atmış."

Anlık telaşım, mesajın ilk saniyesinde buhar olup uçtu.

Konuşan Müge'ydi.

"Gökçüğüm, merhaba. Ben bugün birkaç tane matematik sorusunu anlamadım ve anneme sorduğumda bu konuda eksiğim olduğunu söyledi sonra da ben hemen seni aramak istedim çünkü ben Görkem Duman'ın yeğeniyim ve matematik yapamıyor olmam kabul edilemez diye düşündüm ama annemin yüzü değişti sonra ben de neden öyle baktın diye sordum annem de amcan belki sana biraz kırılmış olabilir dedi sonra da açıklama yapmaya başladı."

Görkem, yüzünde kocaman bir gülümsemeyle Müge'nin bıcır bıcır konuşmasını dinliyorken sonlara doğru gülümsemesi daha küçük bir hal aldı. Bu sırada ben de onun göğsüne sokulmuş durumdaydım. İkimiz de arka arkaya ekrana düşen ses kayıtlarına bakıyorduk. Bu sırada Görkem'in WhatsApp arka planının bana ait bir resim olduğunu da fark ettim. Bir sabah kahvaltıdayken ismimi seslenmesiyle ona dönmüştüm ve aniden yakaladığı bir fotoğrafımdı. Elimde kahve fincanım vardı, yüzüm makyajsızdı ama adımı söyleme şeklini sevdiğim için kocaman gülümsüyordum.

Kendimi WhatsApp arka planında görmek beni o günkünden bile daha çok gülümsetirken odağımı yeniden kayıtlara verdim.

"Amcacığım, evimize geldiğin gün seni gördüğümde yüzündeki yara beni şaşırtmıştı. Sana birazcık kötü göründüğünü söylediğim için özür dilerim. O gün yaptığım şeyin seni üzdüğünün farkında değildim. Keşke annem bana daha önceden söylemiş olsaydı ama o senin bana alınmayacağını, benim daha küçük olduğumu söyledi."

Neden bilmiyordum fakat bunu dinlemek benim gözlerimi doldurmuştu. Parmaklarımı Görkem'in çenesine uzattığımda beni uzaklaştırmadı. Ekrana kilitlenmiş bir halde öylece bakmaya devam ediyordu. Diğer kayıt oynamaya başladı.

"Üstüne hiç düşünmemiştim ama düşündüğümde anladım. Okuldaki Efekan örgülü saçlarımı çok çirkin bulduğunu söylediğinde ben de kendimi çok kötü hissetmiştim ve farkında olmadan sana aynısını yaptım. Bence Efekan beni kıskanıyor. Ben de seni kıskanıyor olabilir miyim? Sen kocamansın. Polissin. Çok güçlüsün. Çok güzel gözlerin var. Bana hep çikolata alıyorsun. Çok bilgilisin. Her soruyu çözebiliyorsun. Hahaha, evet kıskanıyormuşum seni. Çok kıskanç bir çocuğum ben."

Şimdi Görkem, dolan gözleriyle kocaman gülümsüyordu.

"Polisler yara alırlar. Bir kere sen hastanede kaldığında seni görmeye gelmiştik ben küçüktüm ama hatırlıyorum. Babam böyle demişti. İnsanları korumak içinmiş. Yine birini korumaya mı çalışıyordun? Neyse, yaran hiç de kötü durmuyor. Çirkin de değil. Böyle söylediğim için tekrar çok özür dilerim. Lütfen bana küsme olur mu? Bana küsersen çok üzülürüm. Barışmamız için sana bir tane değişikli zekâ küpü almama ne dersin? Değişikli abaküs de alabilirim. Param yok ama babam bana verir. Bu arada babam nerede biliyor musun? Önce onu arayıp sana ne alabilirim diye ona soracaktım ama telefonumu açmadı. Ne kadar parası olduğunu bilmiyorum. Keşke sana bütün dünyaları alabilsek."

Çenem titremeye başladığında aynı cümleyi içimden tekrarlarken buldum kendimi. Keşke Görkem'e dünyaları verebilseydim. Yüzündeki iz ne kadar yaktıysa canını her aynaya baktığında, Müge'nin bu özrü şimdi o kadar iyileştirmişti yaranın üzerini. Her an ağlayabileceğimi hissediyordum.

"Amca, ben seni çok seviyorum tamam mı? O kadar çok seviyorum ki hem de. Böyle hissetmeni hiç istemezdim. Bir daha bize geldiğinde seni çok çok öpeceğim. Annem o yara izinin de seni çok üzdüğünü söyledi. Lütfen üzülme. Bisikletten düştüğümde dizime üflemiştin hemen geçmişti. Ben de senin için aynısını yaparım ve acıyorsa hemen geçer. Barıştık mı? Çünkü bu soruları çözmezsem gece uyuyamam da. Sana atabilir miyim?"

"Sana bir tane de video atacağım. Bunu annemle birlikte bulduk. Seni ne kadar sevdiğimi unutma diye de onu göndereceğim şimdi ama yapamıyorum. Anne! Anneee! Gökçüğümle videolarımız neredeydi? Bunu yapamıyorum. Ay, yanlış bi' şeye bastım galiba. Huhuu, anne! Acil yardımın lazım."

Kayıtlar burada bitiyordu ve henüz gelen bir video da yoktu fakat bu kez Görkem, kendi sesini kaydetmeye başladı.

"Mügeciğim, bitanem... Ben sana hiç küser miyim amcam? Çok teşekkür ederim bana söylediklerin için ama sana hiç kırılmadım. Biraz bile. Sen çok güzel bir çocuksun, keşke ben sana dünyaları alabilsem. Evet, polisler yara alırlar. Benim için üzülme olur mu? Canım acımıyor. Unutma ki Müge Duman'ın amcası Görkem Duman'ın canını kimse yakamaz. Sakın paranı bana bir hediye almak için harcama. Efekan'ı da kafana takma, besbelli ki kıskanmış seni. Seni çok seviyorum, hiç aklından çıkarma bunu. Sen benim gözümün bebeğisin. Beni düşünüp konuşmak istediğin için teşekkür ederim. Sesini duymak bana çok iyi geldi. Şimdi önce bahsettiğin videoyu sonra da aklına takılan bütün soruları at olur mu? Çözüp sana geri yollarım. Eğer yine zorlanırsan size geldiğim zaman konuyu sana anlatırım, öyle hallederiz. Kocaman öpüyorum seni."

Uzanıp yanağını öpme ihtiyacımı bastıramadım. Onu öyle çok seviyordum ki bu sevgi artık bana ağır geliyordu. Buradaydı, yanımdaydı, bir süredir hep oradaydı fakat buna rağmen daha fazlasının ihtiyacındaydım. İlk defa o an, geçen gün çatıda konuştuğumuz şeyi düşündüm.

Bana benimle evleneceğine dair bir yemin etmişti. Bu beni biraz korkutmuştu. Oldukça iyi giden bir ilişkimiz vardı çünkü, hayatım iyi durumdayken mutlaka kötü bir şeylerin çıkacağına dair hissimi bir türlü atamıyordum içimden. Bu aşamadayken de sadece anı yaşamak istemiştim. Erken olduğunu söylemiştim fakat o kendinden emindi.

Geçen gün sarhoşken bana karım deyişi geldi aklıma. Beni sahipleniş şeklini sevmiştim. Düşünüyordum da, şartlar uygun olduğunda olmayacak şey değildi aslında bu evlilik işi. Çünkü kendime onsuz bir yol hayal edemiyordum. Onun karısı olma fikri sanırım bana artık o kadar da uzak gelmiyordu.

Bir video düştüğünde ekrana henüz daha başlamadığı halde yalnızca kapak fotoğrafına bakarak onun ne olduğunu anladı. Dudaklarının arasından çıkan küçük kahkaha doğrudan kalbime ulaştı. Sıcacık hissediyordum. Telefonu bana doğru yaklaştırdığında benim de izlememi istediğini anladım. Tuşa bastı ve kayıt oynamaya başladı.

"Ay düşecek," diyordu Bige ablanın sesi. Ekranda yoktu, kayıt alan oydu. Kamera ayaklarının üzerinde doğrulan bir bebeğe doğru döndüğünde sapsarı saçlarından onun Müge olduğunu anladım.

"Düşmez benim kızım," dedi Egemen abi. Şimdiki halinden çok daha genç ve çok daha mutlu görünüyordu. Yerde bağdaş kurmuş, sırtını arkasındaki koltuğa yaslamıştı. En az beş altı sene öncesine ait olmalıydı video. Görkem şu an Egemen abinin o dönemki haline çok benziyordu.

"Hadi benim güzelim," dedi bir ses ve kamera sesin sahibine döndü. Görkem, abisinin hemen yanında yere oturmuştu. Diziyle abisini ittiriyor, ellerini iki yana açmış Müge'yi çağırıyordu.

Egemen abi onun koluna vurup kendi kollarını daha geniş açtı Müge için. "Babacığım, hadi gel bana doğru. Amcan pis. Amcana gitme."

"Hayı," dedi Müge incecik bir sesle. "Göke cici."

"Evet amcam." Yirmili yaşlarının başında olan Görkem'in gözleri parıl parıldı. Değişen bir şey yoktu, o gülümsediğinde yaşı kaç olursa olsun etrafa ışık saçıyordu. Seneler önce de durum buydu. Çenesini kaşıdığında orada hiçbir yara izi olmayışı kalbime ağır bir taşın oturmasına sebep oldu. Eskiden bayılarak giydiğim omzu açık kıyafetlerime bakmak gibi hissettirmişti bu bana. Fakat sonra, videodaki Görkem abisinin sırtına doğru vurmaya başlayınca yeniden dağıldı odağım. "Vurup durma koluma be abi, morartacaksın."

"Benden yeterince kıyafet çalıyorsun, çocuğumu da çalmana müsaade edemem." Kollarını yeniden açtı Egemen abi. "Hadi babacığım, bana gel."

Görkem gülümseyerek, Egemen abi ise bu rekabetin hırsıyla bakıyordu. Müge dengesini zar zor sağlayarak ayakta dururken şaşkın şaşkın bir ona bir diğerine baktı. Ardından yalpalaya yalpalaya ama yolundan hiç şüphe etmeden Görkem'e doğru koşmaya başladı. Küçük kollarını "Gökee!" diye şakıyıp onun boynuna sarmaya çalıştığında Görkem yeğenini kucaklayıp başını boynuna gömdü ve onu öyle içini çeke çeke öptü ki Egemen abi Müge'nin
ona gidişine sinirlenemedi bile. Sadece gülümseyip kızını ve kardeşini izledi.

Görkem Müge'nin boynunu öptükçe Müge huylanıp o eşi benzeri olmayan bebek kahkahalarından atıyordu. Bu kayıt alan Bige ablayı bile güldürüyordu.

Yetişkinliğe yeni adım attığı, bir ekibe liderlik yapmak zorunda kalmadığı, bu kadar büyük problemlerle uğraşmadığı yıllarda Görkem, Müge'yi öpücüklere boğarken dünyanın en huzurlu insanı gibi görünüyordu.

"Benim olduğum yerde başka kimseye gitmiyordu küçükken," dediğinde Görkem'in sesi gülücükler saçıyordu. "Babasına bile."

"Bu video o kadar güzelmiş ki." Benim de ses tellerimde kelebekler vardı sanki.

"Biz de çekeriz aynısından belki." Kalbim o an farklı bir şekilde çarpmaya başladı. "Kaya'yı Arda'yı Can'ı sıra sıra oturturuz, abimle ben de iki uçta dururuz." Midemde anlamsız bir düğüm, içimde anlamsız bir heyecan belirdi. "Bizimki kesin Kaya'ya gider."

Telefonu tutan eli, karnının üzerine doğru düştüğünde başını bana doğru çevirdi. Ne söylediğinin farkında bile değildi. Aynı gerçeklikte değildik, onun önünde yeni bir hayal vardı. Bense gözlerinin içine baktım. Çünkü benim bütün hayallerim oradaydı.

Hiçbir şey söylemedim, hiçbir şey söylemedi. Uzayan bakışmamızı bölen, Müge'nin attığı mesajların sesiydi. Görkem gözlerini benden zar zor ayırıp alık bir ifadeyle telefonuna döndü. Sonra yeniden gülümsemeye başladı. "Kesirli sayılar," dedi. "Amcasının kızı. Ben de pek hoşlanmam tam olmayan şeylerden."

Yanımdan kalkacağını anlayınca bir anda elim pazusuna sarıldı. "Nereye?" diye sordum o bana şaşırarak bakarken.

"Soruları cevaplayacağım bebeğim."

"Bakarak çözemez misin?"

"Çözdüm zaten." Yine güldü. "Ama adım adım bir kağıda işlemleri yazayım ki çözüm Müge'nin aklına yatsın güzelce."

"Görkem."

"Efendim?"

"O videoyu bana atar mısın?"

Ve gülümsemesi, o günkü gibiydi. Yıllar önce Müge'ye nasıl en değerli hazinesiymiş gibi bakıyorsa şimdi bana öyle bakıyordu. "Tabii," dedi. "Atıyorum şimdi."

O Müge'nin sorularını detaylıca bir kağıda yazıp yetmezmiş gibi bir de sesli olarak yaptığı çözümleri açıklarken ben Görkem'in seneler önceki videosunu onun yatağında uzanmaya devam ederken kaç kere başa sarıp izledim bilmiyordum. Müge'yi kucaklayıp kaldırdığı an, her seferinde mideme bir şeyler yapıyordu. Dakikalar sonra bir elimi karnıma yasladığımın farkına vardım. Şirketteyken söylediğim yalan geldi aklıma. Bakışlarımı karnımın üzerindeki elime indirdim ve onun bana az önce kurduğu hayali gözlerimin önüne getirdim.

Olur muydu olmaz mıydı bilmiyordum. Bunu gerçekten istediğimi de sanmıyordum fakat yine de video için galerimde ayrı bir klasör açıp mavi bir kalp koydum açıklama yerine. Bir gün, eğer söylediği şey gerçek olursa bu videoyu rahatça bulabileyim diye.

💙

Alfonso'nun evinin önündeydim. Melis Yakut olarak.

Farklı noktalarda iki araç koruyordu bölgeyi. Biri Görkem'in görevlendirdiği Muhip ve benim tanımadığım iki kişiden oluşan bir ekipti. Diğerinde de bizimkiler hazırda bekliyorlardı.

Birce'nin bilgisayarını ele geçirmemiz sonucunda Kaya maillerde işimize yarayacak konuşmalar bulmuştu. Bir kısmı İspanyolca olan mailleri ben çevirmiştim ve sonucunda Vega'nın bize bahsettiği listenin Alfonso'nun evinde olduğu bilgisine ulaşmıştık.

Görkem tarafından ana hatları belirlenen plan, en işe yarayabilir yoldu fakat en çok da onu rahatsız ediyordu.

Alfonso'nun evine sızacaktım. Benden istediği gibi faydalanması karşılığında bana torpil sağlamasını umduğumu söyleyecek, listenin saklandığı yeri bulmaya çalışacaktım.

Elbette ki hiçbir şey hayal ettiğimiz gibi ilerlemedi.

Kulaklığımı siyah peruğumun gizlediğinden emin olduktan sonra uzanıp zile bastım. Alfonso karşısında beni görmeyi beklemiyordu. Kalçamı zor kapatan mini elbisem bir tepki veremeden dilinin tutulmasına sebep olurken gülümsedim. "Sana ulaşmamı istiyordun," dedim kapıda dikilmeye devam ederken. "Ben de sana ulaştım."

Hiçbir şey söylemeden beni içeriye buyur etti. Önce hoş geldin dedi, ardından evini nereden bulduğumu sordu. Ona Almanca olarak cevap verdim. "İsteyince bulamayacağım şey yoktur benim."

Gülümsese de bakışlarından anladım, benden şüphelenmişti.

"Sorun var mı Yağmur?" diye sordu Görkem. Fırsatım olduğu sürece beni anlayabilmeleri için konuşmayı Türkçe devam ettirmemi rica etmişti benden fakat onu kıracaktım. Önemli olan Analizcilerin beni anlaması değildi, Alfonso'nun niyetimi anlamamasıydı. Bunun için de onu etkilemem gerekiyordu. Eğer başarısız olursam elimizin altında başvurabileceğim bir B planı da mevcuttu.

Beni içeri davet ettiğinde zarif adımlarla peşine takıldım. Evi kocaman bir arazideydi. Villa tipi denilebilirdi kolayca. İç dizaynı için birkaç mimarın çalıştığına emindim. Lüks kelimesi yetersiz kalırdı. Saray yavrusu derlerdi ya, öyle güzeldi işte her köşesi. Kirli işlere adı karışan herkesin böyle şaşalı hayatlar sürmesi zoruma gidiyordu.

Beni salona yönlendirdiğinde konuya neyden başlamak istediğimi sordu. Bunu yaparken gözlerini çıplak bacaklarımda gezdiriyor, kendisinin asıl fikrinin ne olduğunu apaçık bana belli ediyordu. Onun için piyangodan çıkan bir ikramiyeydim. Gecesini renklendirmemde bir sakınca görmediği için beni evine almıştı.

Onu tanıdıkça neden Piramit'in ikinci basamağında yalnızca Vega ve Hermes'in bulunduğunu daha iyi anlıyordum. O Hasan ve Cengiz benzeri bir piyon olabilecek zekâ seviyesine sahipti. Vega ve Hermes, peşinde olduğumuz her türlü insandan keskin sınırlarla ayrılıyordu. Onlar böyle hatalar yapmazlardı. Onlar bu kadar kolay pusuya düşürülemezlerdi. Alfonso, Piramit'e milyonlar da kazandırsa aklı iki bacağının arasındakine galip gelemeyecek birisiydi. Bu yüzden de sağlam bir dayanaktı ama Altair'in favorisi olamamıştı.

Vega'nın x diye bahsettiği Alfonso'nun peşine düşen karşı taraf da onun gibi miydi acaba? Nereye varacaktık bilmiyordum ama ileriye doğru attığımız her adımda işler biraz daha karışık hale geliyordu.

İki kadeh şarap koydu önümüze ben istemediğim halde. Kadehime dokunmadım bile. Gözlerim yalnızca çevreyi tarıyordu. Kapının girişinde soldaki merdivenleri görmüştüm. Muhtemelen yatak odası yukarıdaydı ve tahminlerime göre ofis benzeri bir oda da bulmalıydım o katta belgelerini sakladığı. Beni kendisi yukarı çıkarırsa işlerim kolaylaşabilirdi. Bunun için de ona yaklaşmam, kendimi ona sunmam gerekiyordu.

Bana dokunması fikri en başından beri midemi bulandırıyordu. Hatta Can, bunu kaldıramayacağımı düşündüğü için bizi başka seçenekler düşünmeye zorlamıştı fakat günün sonunda en mantıklı planın benim içeriye girmem olduğu konusunda karar kılmıştık. Görkem'in bahsettiği gibiydi. İlişkimizle liderliği çelişmişti ve sonucunda galip gelen lider yanı olmuştu. Kurduğumuz senaryoların içinde akla en yatanı, her şeyi benim halletmem üzerine kurulu olandı.

"Dışarıda bir hareketlilik var," dedi Görkem, ben oturduğum koltuktan kalkıp Alfonso'nun yanına yerleşmiş haldeyken. Elimi bacağına henüz yeni yerleştirmiştim ve yüzümü buruşturmamayı da başarmıştım fakat onun sesiyle birlikte kafam dağıldı. "Yağmur, bir şeyler oluyor."

Salonun geniş camı patlayıp tuzla buz olduğunda Alfonso ve ben aynı anda kendimizi yere attık.
 
"Belli ki biz Alfonso'yu izlerken birileri de bizi izliyormuş," dedi Muhip. Bağırarak konuşuyordu çünkü bir anda ortaya çıkan kurşun seslerinden kendi sesini duymuyordu. "Bu tarafta iki araç görüyorum, dokuz kişi saydım."

"Beş kişi de ben saydım," dedi Kaya. Sesi nefes nefese geliyordu. Başka bir cam daha patladığında "Belli ki yarım bıraktıkları işi tamamlamaya birilerini göndermişler," dedi Görkem. "Muhip, sizinkileri topla. Araçların olduğu taraf sizde. Dört kişilik bir ekip bahçeye girdi. Kaya, benimle geliyorsun. Arda, sen Can'lasın. Burnunuz bile kanamayacak, anlaşıldı mı? Yağmur, B planına geçiyoruz. Alfonso'yu koruman gerek. Sana destek ulaştırmaya çalışacağım ama yoğun ateş altındayız. Şimdilik tek başınasın."
Her cümlesinin arasında bir silah sesi duyuluyordu. Koca bir çatışmanın merkezinde kalmıştık. Kendi üyelerini infaz etmek için görevlendirilmiş adamlarla çatışıyordu bizimkiler. Ben, tüm bunların ortasında Alfonso'yla baş başaydım.
 
"Anlaşıldı," dedim elimi kulağıma götürüp. Emekleyerek bir yere ulaşmaya çalışan Alfonso yüzünü bana doğru çevirip şaşkınlıkla baktı. Koltukların ortasında duran masayı devirmiş, camların olduğu tarafa doğru çevirmiştim yüzünü. Böylece doğrudan bizi hedefleyebilecek silahlara karşı bir siperim vardı. "Beni dinle," dedim Almanca olarak. Alfonso silahının olduğunu tahmin ettiğim komodine ulaşmaya çalışmayı bırakıp hayret içinde bana döndü. "Seni öldürmeye geldiler. Görevim seni korumak. Benimle işbirliği yapmak zorundasın."

Bana inanmadığı barizken onunla daha fazla konuşacak zamanım yoktu. Telefonumdaki resimleri ona gösterdim. Aracının altına yerleşmiş bombaları Piramit'in yerleştirdiğini ve onları bizim imha ettiğimizi, evinde bulunan listeyi bana vermesi gerektiğini anlattım.  Hizmet ettiği insanlar tarafından ihanete uğramış olduğu gerçeği yüzüne bir tokat gibi çarparken çatışma sesleri giderek arttı.

"Bana listenin yerini söylemek zorundasın," dedim. "Aksi halde seni korumak için hiçbir sebebim olmaz. Benimle işbirliği yap Alfonso, yoksa ikimiz de ölüp gideceğiz."

"Başından beri amacın bu muydu? Sen kimin ajanısın?"

"CIA." Gözlerini kocaman açtığında söylediğime birkaç saniyeliğine inandı. Ardından daha da kaldırdı kaşlarını. "Saçmalama," dedim. "Soru sormanın sırası değil. Bana yardım edecek misin?"

"Kaç kişiler bunlar amına koyayım?" dedi Muhip kulaklığın diğer ucundan. "Görkem, üç araç daha görüyorum ana yoldan buraya gelen. Destek ekip çağırıyorum. Bu işi tek başımıza halledemeyiz birader."

"Çağır," dedi Görkem ona sadece. "Arda, arkanı kolla. Patlayan camın olduğu taraftan içeri girmeyi deneyecekler. Yağmur, ön kapının arkasına bir şeyler itme şansın var mı? Alfonso'yu alıp üst kata gidin. Şu şartlarda onu dışarı çıkartamayız."

"Hallediyorum."

"Gerçekten beni öldürecekler miydi?" diye sordu Alfonso. "Davamı bu yüzden mi ertelemişlerdi? Benim gibi birinden nasıl vazgeçebilirler? Onlar için neler yaptım ben."

"Ne diyor bu değişik herif?" dedi Arda Almanca bilmediği için. "Can, şu ağacın arkasına geç. Eve yaklaşmayı deneyeceğim."

"Hayır!" diye bağırdı Kaya, sesinde bariz bir korku hissettiğimde etrafımızdaki cehennemin tahmin ettiğimden çok daha büyük olduğunu anladım. "Kimse eve doğru ilerlemiyor. Sanırım bir keskin nişancı var. Aksi halde biz görmeden o camlara ateş edilmesi mümkün değildi. Konumunu tespit etmeye çalışıyorum."

"Alfonso!" diye bağırdım. "Sonra şoka girersin. Şimdi birlikte hareket etmemiz gerek. Kalk da bana yardım et."

"Sen beni öldürecek misin? Sana nasıl güveneceğim?"

"Seni öldürmek istesem evine girdiğim an bunu yapmaz mıydım? Senin gibi bir adamın nasıl korumaları olmaz? Niye bu ev başıboş böyle?"

"Bana atanan korumaları geri çekmişler," dedi nihayet bana yardımcı olmaya karar verdiğinde. "Benim gibileri Piramit korur. Gizlice yirmi dört saat evim izlenir normalde. Belli ki şu an beni koruması gereken adamlar tarafından öldürülmeye çalışılıyorum."

Kapının arkasına ayakkabı dolabını ittiğimde Alfonso'nun kendi silahına davrandığını gördüm. "Sana yardımcı olmak için," dedi ellerini kaldırdığında. "Ben de çatışabilirim."

Nerden geldiğini bile anlamadığım kurşun, Alfonso'nun sağ omzunun arkasına saplandı o bana bunları söylerken. "Kesinlikle bir keskin nişancı var!" diye bağırdım. "Alfonso yaralandı. Tekrar ediyorum, Alfonso yaralandı. Cam tarafından ateş edildi. Alfonso, benimle gel!"

Onun eğitimli biri olduğunu, yaralandığı an arkasına dönüp elindeki silahı kurşunun geldiği yöne çevirdiği ve arka arkaya ateş etmeye başladığı an olmasaydı anlayamazdım. Bunu sağ eliyle yapmıştı üstelik, acısına aldırış etmeden. Yaşadığı şokun izleri tamamen silinmişti. Sadece savaş modu aktif hale gelmişti.

"Sikeyim, ilerleyemiyorum. İçeri giren iki kişi gördüm!"

Kulaklığımdan bu ses geldiği sırada biz Alfonso'yla yukarı çıkan merdivenleri tırmanıyorduk. "Beni öldüreceklerse onlar da önce listeyi almayı denerler," dedi. "Geride bırakılabilecek bir delil değil o. Bu yüzden ona erişmek isteyeceklerdir."

"Nerede?"

"Yatak odamda."

Koşar adımlarla bahsettiği yere ilerlediğimizde kapıyı arkamdan kapatıp kilitledim. Burada kapana kısılmış haldeydik fakat önceliklerimiz göz önünde bulundurulduğunda yapılacak en mantıklı şey buydu. Silahımı yatağın üzerine bırakıp Alfonso'nun gardrobunu açtım ve ince bir gömleği hızlıca omzunun çevresine sararak yarasından akan kanı durdurmaya çalıştım. Dişlerini sıkarken onun yönü kapıya dönüktü. Elindeki silahı da oraya doğru tutuyordu. "Kurşun içeride," dedim. "Ama öldürmez seni. Başın dönüyor mu?"

"İdare ederim," dedi. "Şu durumdayken kasayı açmanı tavsiye etmiyorum Melis. Çünkü bu adamlar içeri girecekler. Sen onları bilmezsin. İstedikleri neyse alırlar. En azından biraz zaman kazanırız buraya vardıklarında. Beni sorgulamak zorundalar, şifreyi ben biliyorum çünkü."

"Kasa açmak sandığı kadar zor değil," dedi Kaya. "Alfonso böyle bir şeylerden bahsediyor, değil mi? Onun sikik planlarını dinlemekle zaman kaybetme Asya. Şifreyi öğren, listeyi al."

Odanın kapısı tekmelenmeye başladı.

"Siktir," dedim. "Buradalar."

"Eve yaklaşamıyoruz," dedi Can. "Nefes aldırmıyor herifler."

"Görkem nerede?" dediğini duydum Arda'nın. "Görüş açımda değil."

"Biriyle boğuşuyor," dedi Kaya. "Kafasını siktiğimin herifi, sen kimsin ulan!" Arbede sesleri yine silah seslerine karıştı. Neler olduğuna anlam vermekle uğraşamadım. Benim daha ciddi problemlerim vardı.

Kapıyı kırıp içeri giren iki adamı etkisiz hale getirmeye çalışmak gibi.

Silahlarını tekmelemeyi başarmıştım fakat birisi fazla güçlüydü. Beni duvara yapıştırmış, boğazımı sıkıyordu. "Fahişeni geberteceğim," diyordu bir yandan. "Sen de kasanı açacaksın."

Alfonso eli ayağına dolaşmış biri rolüne bürünmüştü. Dolabının altına doğru eğilmiş, omuzları titrerken diğerlerine şifreyi giriyor olduğuna dair bir izlenim vermişti ama ben yatağın üzerine bıraktığım silahın orada olmadığını görmüştüm. Gözümün önünde karartılar vardı. Boğazım sıkıldığı için nefes alamıyor, kulaklığımdan sorulan sorulara da cevap veremiyordum.

Alfonso, çıkardığı silahla önce kendi başına silah doğrultan adamı sonra beni boğanı vurdu gözünü dahi kırpmadan. Burnumun dibinde vurulan adamın bütün kanı yüzüme sıçradı. Ellerimi dizlerime koyup nefeslenmeye çalıştım. Ciğerlerim birbirine yapışmıştı. Arka arkaya gelen kuvvetli öksürüklerim karnımın iki yanının kasılmasına neden oldu.

Avucumun tersiyle yüzüme sıçrayan kanı sildim. "İyi misin?" diye sordu Alfonso. Merdivenlerden gelen sesleri duyduğumda "Aç şu kasayı!" diye bağırdım ve kendi silahımı ondan alıp kapının hemen dibindeki duvara yaslanarak merdivenlere doğru ateş açtım.

"Buradan çıkamayacağız," diyordu. Ben de "Çıkacağız," diyordum kendimden emin bir sesle. Şarjörüm bittiğinde az önce beni boğan ve sonra Alfonso tarafından gebertilen adamın belinde duran silaha uzanmak mecburiyetinde kaldım. "İki kişiler," dedim. "İçeriye hâlâ destek sağlayamıyorsunuz, değil mi?"

"Destek ekipler geldiler," dedi Muhip. "İki yaralımız var, evin etrafına resmen barikat kurdu herifler. Bizi yaklaştırmıyorlar."

"Yaralılar kim?" diye sordum. Başımı çıkardım, merdivenin başındaki siyah karaltıyı nişan almaya çalıştım ve tetiği çekip yeniden sırtımı duvara yasladım. "Yaralılar kim Muhip?"

"Bizim ekipten. Sizinkileri göremiyorum."

"Bahçede bir merdiven buldum," dedi Kaya. Yatak odası ne yöne bakıyor Asya? Camına yaklaşmayı ve sizi oradan tahliye etmeyi deneyebilirim."

"Görkem, dikkat et!"

Can'ın bağırış sesinden hemen sonra Arda, "Hallettim!" dedi. "Götünü kolluyorum liderim, maaşıma zam isterim."

Bir kez daha başımı çıkardım ve bu kez iki adamı da vurabilecek kadar zaman buldum kendime. Tehlike geçici olarak giderilmişti.

Odanın içinde yürüyüp camdan kafamı uzattığımda Alfonso kasanın içinden ihtiyacım olanları çıkarmaya çalışıyordu. Camın kenarına sinip yukarıdan aşağıdakilere destek olmaya başladım. Gerçekten de söyledikleri gibiydi. Piramit'in adamları evin çevresinde bir çember olmuşlardı ve kimseyi yaklaştırmıyorlardı.

Bu açıdan bir arabanın arkasına sinmiş çatışan Arda'yla Can'ı görebiliyordum. Can'ın diğerleri kadar iyi silah kullanamadığını söylediği bir anı belirdi zihnimde, ardından Arda'nın bizi Hermes tarafından kaçırıldığımızda kurtarmaya gelirken önümdeki adamları tek tek vurduğu anı hatırladım. O ana kadar Arda'nın bu kadar iyi silah kullanabildiğini bilmiyordum, şimdiyse başka bir şekilde şahit olmuştum buna.

Görkem, onu Can'la eleştirmişti. Birinin zayıflığını diğeriyle kapatmıştı. Arda tek kişiydi ama iki kişilik ateş ediyordu. Belki de bunun için özellikle eğitim almıştı. Analizciler hakkında hâlâ bilmediğim çok şey vardı.

"Hallettin mi?" diye sordum Alfonso'ya ve şarjörüm bittiğinde aşağıdakilerle uğraşmayı bırakıp odanın içine doğru çevirdim yönümü.

Az önce yarasını kendi elimle sardığım adam silahını bana doğrultmuştu. "Kulaklığını çıkar," dedi Almanca. Sesi sakindi. Dinlendiğimizi biliyordu ve kimsenin dikkatini çekmemek niyetindeydi. Elinde bir evrak çantası tutuyordu, diğer elindeyse tabancası vardı. "Sen kime çalışıyorsun bilmiyorum," dedi. "Bilinmeze gitmeyeceğim. Seninle işbirliği yapmak demek, ölmekten beter hale gelmek demek. Kendime bunu yapmayacağım."

"Yapma Alfonso," dedim onun dilinde. "Pişman olacaksın. Buradan ben olmadan çıkmanın imkanı yok."

"Ben önemli biriyim, elbet bir destek bulurum," dedi. "Şimdi beni ikiletme. Hayatımı kurtardığın için canını bağışlamayı düşünüyorum fakat ters bir harekette bulunursan seni öldürürüm. Çıkar kulaklığını."

Ellerimi havaya kaldırırken hâlâ az önceki ellerin baskısı boğazımda gibiydi. Zor nefes alıyordum. Bir elimi kulağıma doğru götürdüm. Çıkarmak için uğraşıyor gibi yaptığım sırada kulaklığın üzerine iki kez vurdum, bir kez vurdum ve iki kez daha vurdum. Mesajımı aldıklarından emin olduğumda ise kulağımdan çıkarıp sakince yere doğru bıraktım.

Üzerine basmak için bana yaklaştığında ise yaralı omzuna yumruğumu geçirdim, bileğini tutup elini tavana doğru çevirmesini sağladım. Silah patladı, tavana isabet eden kurşun üzerimize tavandaki sıvanın bir kısmının toz olup yağmasına sebep oldu. Onu yatağa devirdim ve ikimiz boğuşmaya başladık.

Yaralı olmasının avantajını fazlasıyla kullanıyordum. Canını yakmak için yarasına bastırmaktan avucumun içi kanla dolmuştu. Bu yalnızca tek bir saniye için gözümün önüne Mete'nin kanamasını durdurmak için yarasına bastırdığım anı getirdi ve Alfonso, yerlerimizi değiştirip üzerime çıktı. Bacaklarımı hareket ettiremiyor olsam da yüzüne sağlam bir yumruk geçirmeyi başardım. İki avucunu boğazıma sardığında onu üzerimden silkelemek için bütün gücümle hareket etmeye çalışıyordum.

Yeniden üste çıkan ben olduğum zaman baldırlarıma kadar sıyrılmış olan elbisemin altına geçirdi iki elini. Kalçalarımı beni üzerinden fırlatmak için sıkıca sardığında kusmaya başlayacağımı sandım. Bir kez daha sırtım yatağa yapıştı ve beni yeniden kıstırdı.

Kapıdan siyahlar içinde, korumaları andıran bir adam girdiğinde sonun bana yaklaştığını hissettim. Yüzünü Alfonso'nun bedeninden dolayı göremiyordum ama üzerinde diğerlerinin giydiği gibi siyah bir kapüşonlu vardı. "Çek ellerini," dedi bir ses, ben boğazımı saran eller yüzünden nefes alamazken. Yeniden az önce gördüğüm karartılar gözlerimin önündeydi fakat bu kez daha çoklardı. "Ellerini çekmeni söyledim." Ses kulağıma boğuk geliyordu. Çatışmanın getirdiği curcuna, bağırış çağırışlar, acı içindeki inlemeler. Hepsi birbirine girmiş haldeydi arka fonda. O an ölüyor olduğumu düşündüm ve bir saniye sonra, üzerimdeki bütün baskı azalmıştı.

Diğer boğuk seslerin aksine Alfonso'yu kolundan vuran silahın sesini net bir şekilde duyabilmiştim. Acıyla haykırıp kendini yanıma bırakırken bunu yapan kişiyle göz göze geldim.

Can'dı.

Tetiği çekerken gözünü bile kırpmamıştı.

Bir anlığına gözlerinin boşluğa dalıp gittiğini fark ettim. Başını hafifçe iki yana salladı ve ardından bana doğru koştu. "Şokta mısın?" diye sordu başını eğip gözlerimin içine bakarak.

"İçeri nasıl girebildin?" diye sordum tek sorun buymuş gibi.

"Bahçede ölmek üzere olan bir herifi soyup kazağını ödünç almam gerekti," dedi terli saçlarını geriye doğru ittirirken. Bir kelepçe çıkarıp Alfonso'nun acı içinde çığlık atmasına aldırış etmeden kollarını arkasında birleştirmesini sağladı ve kelepçeyi bileklerine geçirdi.

"Listeyi al," dedim. Sesim hâlâ dalgalı ve tuhaf çıkıyordu. Yaşadıklarımı algılayamıyordum henüz.

"Onunlayım," dediğinde başımı ona çevirdim ve benimle değil kulaklıktakilerle konuştuğunu anladım. "İyi. İçeride mi bekleyelim?"

Alfonso'yu benden uzaklaştırıp yere indirdi ve çantayı da kolayca görebileceği bir hizaya çekti. Sonra Alfonso'ya açtığı kurşun yarasını sararken bir yandan da etrafı kolaçan etmeye başladı.

Her şey arka arkaya gerçekleştiğinden başımdaki uğultular bir türlü susmuyordu. Can'ın Alfonso'ya bağladığı turnikeyi saniye saniye izledim. Bu sırada hâlâ bir yatağın üzerinde yarı uzanır pozisyondaydım. Üstüm başım dağılmıştı, hiç hareket etmemiştim, elbisemi aşağı çekiştirmeye bile fırsatım olmamıştı öksürüp nefes almaya çalışırken. Ellerim kan içindeydi.

Boğazıma sarılan eller bu ana ait değildi şimdi. İlk görüntü, otel odasında yaşanan andandı. Üzerimdeki herif Nedim'di. Bana dokunmaya çalışmıştı. Sonraki görüntüde 17 saat boyunca bir odanın ortasındaydım. Karşımda Ilgaz vardı. Bana dokunmuştu. Ellerimdeki kan o gün ayna kırıklarına bugün ise üzerinde olduğum yorgana damlıyordu.

Nefes nefese bir sesleniş duyana kadar gerçekliğe dönemedim. Kafamın içinde kaybolmuş gibiydim. Yolu bulmamı sağlayan bana endişeyle bakan bir çift mavi göz oldu. Silahını belinin arkasına sıkıştırırken Can'a emirler yağdırıyor, Alfonso için bir şeyler söylüyordu. Yeniden bana baktı, elleri beni doğrultmak için bana doğru uzandığında kendimi panikle geriye çektim. "Dokunma bana."

Görkem'in endişesi yerini şaşkınlığa bırakırken tüm o emirler yağdıran adam bir anda kayboldu. Tereddüt içinde geriye doğru bir adım attı. Elleri havada öylece asılı kaldı. "Tabii," dedi. "Tamam."

Kalçalarımda hâlâ yabancı dokunuşları hissedebiliyordum. Boynumda elleri ve dudakları. Üç farklı zamana dair her bir detayı hatırlayan zihnim bana korkunç bir gösteri hazırladı. Her bir sahne tek tek gözlerimin önünden geçerken her nefes alev olup içimi yakıyordu. Utanıp elbisemi aşağı doğru çekiştirdim ama ayağa kalkabilecek gücü bacaklarımda bulamadım. Yalnızca kendimi gizlemek için çabalıyordum titreyen ellerimle.

"Dışarı çıkar Alfonso'yu," dedi Görkem, Can'a. "Sana eşlik edecekler."

"Melis," dedi Can Alfonso'nun yanında adımı kullanamayacağı için. Başımı emir almış gibi ona döndürdüm. Gözlerimde her ne gördüyse bu onun hiç hoşuna gitmedi. Galiba, yine ölmek ister gibi bakıyordum. "İyi misin sen?"

"İyiyim," dedim hemen.

"Alfonso'yu sen al," dedi zar zor ayakta duran adamı Görkem'e doğru itekleyerek. Yanımda kalmak istemişti. Ben daha buraya gelmeden, benim bu hale geleceğimi tahmin etmişti ama kimseyi bunu yapmamamız için ikna edememişti Can.

"Sikerim Alfonso'sunu. Çek şu herifi gözümün önünden." Görkem, neler olduğunu tahmin edebiliyordu. Tetiklenmeme sebep olan şeyin farkındaydı ve eğer Alfonso'yu devralırsa kontrolü kaybetmekten korkuyordu.

Kapıda üzerindeki gömleğin omzu yırtıldığı için kumaşı koluna doğru sarkan Arda belirdi. "Temiz," dedi. "Çıkıyoruz, hadi." Gözleri bana değdiğinde hâlâ yataktaydım. Bu şekilde ortalarında kalmak bana kendimi çok çaresiz hissettirdi. Titreyen ellerimi durdurmaya çalışarak bacaklarımı yataktan sarkıttığımda "Yaralı mısın?" diye sordu Arda ellerimdeki kana bakarak. Bir refleks olarak bana yönelmişti hızlıca. Görkem, elini onun göğsüne bastırarak durdurdu.

Bu, Nedim'le yaşadıklarımdan sonra bütün hikayemi Analizcilere anlattığım gece o evin holünde de yaşanan bir sahneydi.

Bedenimden bir ürperti geçtiğinde yine ellerimle üzerimdeki eteği çekiştirdiğimi fark ettim. Bu şekilde giyinmiş olmak beni şu an rahatsız ediyordu. Gözlerimi yere çevirdim onların gözlerinin içine bakamayacağımı bildiğim için. "Şarjör," dedim. "Şarjörüm bitti. Var mı yedeğiniz?"

Can ve Görkem'in arasında geçen bakışmayı görmesem de hissettim. Elleri arkasından kelepçeli de olsa benim için bir tehdit unsuru konumunda olan Alfonso'nun odadan çıkarılma anıydı bu. Arda da Can'la beraber gitmişti ve anladığım kadarıyla Kaya da merdivenlerde onları bekliyordu. Geride Görkem ve ben kalmıştık, bir de yerdeki cesetler.

"Al." Bana bir şarjör uzattı. Sesi gergindi, boynunda iki damarı şişip kabarmıştı. Alnındaki çizgiler derin, yüzündeki ifade acıdan ibaretti. Avucumu açıp şarjörü bana vermesi için bekledim fakat parmaklarım öyle çok titriyordu ki bana verse bile onu tutabileceğimden emin değildim.

Kulaklığını sökercesine kulağından çekip kapattı ve hızlıca cebine soktuğunda şarjörü de aynı yere koydu. Bana doğru bir adım atarak "Sana dokundu mu?" diye sordu.

"Görkem..." Sesim titredi. Bütün bunlarla baş edemediğimi fark ettiğim an o andı. Üst üste yaptıklarımızın, çıktığımız görevlerin arasında içime bastırdığım bütün o duyguların beliriş anıydı bu. Bir krizin ortasında kalmıştım hiç kalmamam gereken bir zamanda. Evet, yine bir savaştan sağ çıkmıştık fakat ben kendi içimde verdiğim savaşın ağır yaralısıydım bugün.

Tehlike tamamen geçmiş olmalıydı. Artık havada kurşunlar uçuşmuyor, silah sesleri arazide yankılanmıyordu.

Beni kollarının arasına çekemeyişinin omuzlarına yaptığı yükü gördüm. Ne yapacağını bilemeden aramızda birkaç adım varken öylece dikiliyordu. Temas etmekten özellikle kaçınıyordu.

"Özür dilerim." Boğazına bin tane düğüm takılmış gibiydi sesi. "Buradayım," dedi sonra. "Gidelim mi?"

Her bir kelimesinin arasına saniyeler giriyordu. Ne söyleyeceğini bile bilmiyordu. Çenesini sıktığını fark ettim.

"Görkem," dedim tekrar. Derin bir nefes almaya çalıştım. Ona ihtiyacım vardı. Ona ihtiyacım olduğunu biliyordum ama etrafımdaki bu duvarı yıkamıyordum. Beni anlıyor oluşuna minnettardım. "Midem bulanıyor." Elimi karnımın üzerine bastırdım. Kendimden nefret ediyordum. Başarmıştık. Bir zaferi kutlamamız gerekiyordu. Yeniden o ruh haline bürünemezdim. Yine eskisi gibi olamazdım. O kasetin başa sarmasına izin veremezdim.

"Aldık listeyi." Gülümsemeye zorladı kendini. "Başardın bebeğim. Her şey yolunda."

"Evet," dedim donuk bir sesle. "İyiyim."

"İyisin."

Bir adım attım, sonra başka bir adım. Tam önünden geçip kapıya doğru gideceğim sırada "Yağmur..." dedi kısık bir sesle ve bu üzerinde durduğum çatlak zemine indirilen son darbeydi. Başımı göğsüne bastırıp gözümden akan bir damla yaşa izin verdim. Bana sarılmadı, bana dokunmadı, saçlarımı yüzümden çekmedi. Yalnızca orada durdu. Göğsünü, evimi, en güvenli yerimi bana sundu.

"Özür dilerim," dedim. "Bir anda şey oldu. Ben... Hemen toparlayacağım. Çok özür dilerim. Bundan nefret ediyorum."

"Sorun yok." Sesi yatıştırıcıydı ama içinde devrilen dağları ben hissettim. "Bir açıklama yapmana da ihtiyacım yok. İyi olman benim için yeterli. Yalvarırım iyi ol. Titriyorsun."

"Bana birinin dokunmasını kaldıramıyorum." Bu bir zayıflıktı, buraya normalde geliş amacım ilerisini yapmaya hazırmış gibi davranmaktı ama belli ki B planına geçmiş olmasak bu görevi tamamlayamayacaktım. "Buna katlanamıyorum. Geçecek sanıyorum ama benim hatıralarım hiç silinmiyor ki. Her şeyi bu kadar net hatırlıyor olmaktan nefret ediyorum."

"Hallettik," dedi. "Hallettik, bitti. Sikeyim, sen ağladığında kafayı yiyecek gibi oluyorum. Elimi kolumu bağlayıp içimi daha da deşme n'olur. İzin ver, sana destek olayım." Ellerinin sırtıma doğru hareket ettiğini gördüm. O hizada, bir karış mesafede ve havada tutuyordu onları. Devrilirsem beni tutmaya hazır halde bekliyordu. Bir yandan da sürekli olarak etrafı kolaçan ediyordu.

Yanağım kalbinin üzerindeydi. Ne zaman bunu yapmaya karar verdiğimi bilmesem de iki elimi de üzerindeki gömleği kavramak için kullanıyor, ondan destek alarak ayakta duruyordum. Kalp atışlarının beni sakinleştirmesi için kendime üç saniye daha tanıdım. O bana sarılamadan ben başımı kaldırıp gözlerinin içine baktım ve kendimi ağlamamak için sıkıyor olduğumu anladığında kaşları sertçe çatıldı.

"Beni dinle." Sesi sevgilim değil, liderim olduğunu hissettirdi bana. Sanırım şu an ihtiyacım olan kimliği de buydu. "Gelen destek ekiplerin içinde bir amir var." Kafam karıştığı için aklımın içindeki bulanık düşünceleri geri plana itmeye çalıştım ve söylediklerine odaklanmayı denedim. "Bizi tanıyanlardan biri, üstümüz," dediğinde konunun nereye varacağı anlam kazandı. "İkimizi bilmesini istemeyeceğimiz biri," diye devam etti ve bana yaklaştığında bu sefer elini yüzüme uzatırken tereddüt etmedi. Gözümden akan yaşı baş parmağıyla kuruladı. "Kendini toparla," dedi emreder gibi. "Çünkü bunu yapmazsan her şeyi siktir edip seni buradan kucaklayarak çıkaracağım. Sonra ayıkla pirincin taşını."

"Burada bir işimiz kaldı mı?" diye sordum diğer gözümün altını da ben kuruladıktan sonra. Parmaklarımın dış kısmıyla hızlıca yanaklarımı sildim. "Ne yapmam gerekiyor şimdi benim?"

Bana benim için her şeyi yakabilecekmiş gibi bakarken ses tonunu alçalttı. "Sevgilim..."

"Komiserim," diye karşılık verdim.

Göz temasımız kesilmezken Görkem bana benimle gurur duyuyormuş gibi gülümsedi.

"İki yaralımız var," diyerek çıktığımız operasyonun benim dahil olamadığım kısmı hakkında beni bilgilendirmeye başladı. "Muhip'le birlikte nöbet tutanlar. İkisinin de durumu iyi, hayati tehlikeleri yok. Hastaneye götürülecekler. Can'la Arda Alfonso'yu, Kaya ise evrak çantasını devraldı. Şimdi kontrol edeceğim. Kulaklığımı aktif hale getiriyorum."

Bana onay bekler gözlerle baktığında başımı salladım. Görkem kulaklığın tuşuna bastığında bakışları değişmişti. "Liste elimizde mi?" Karşıdan gelen cevabı dinledi ve sonra bana aktardı. "Evrak çantasının içi birden fazla dosya ve hard diskle doluymuş. Dosyanın içeriğinde şifreli dil kullanılmış. Kaya üzerine çalışılması gerektiğini söylüyor, üçü karakola geçeceklermiş. Ben de gidip bahsettiğim amire rapor vereceğim şimdi. Beni Muhip'in yanına gidip bekleyebilir misin?"

"Neden arabaya geçmiyorum?" diye sorduğumda alnını kırıştırdı.

"Bizim araba pert," dedi. "Eylül'e biraz masraf çıkardık bugün."

Hiç de utanmıyordu açık açık arabayı ona tamir ettireceklerini söylerken. Yüzsüzlüğüne güldüm. Gülmem onu mutlu etti. "Yağmur," dedi çıkmadan önce. "Bize desteğe gelenlerin sana ateş etmemelerini sağlamak için hangi kılıkta olduğunu onlara bildirdik. Dışarı çıktığında direkt dikkat çekeceksin." Gözleri baştan sona kısaca beni süzdü.
"Hem kıyafetlerinle hem ortalıkta dolaşan dedikodular yüzünden üzerindeki ilgi artacaktır. Hazırlıklı ol."

"Baş üstüne."

Gülümsedi. "İyisin."

Kendini inandırmaya çalışıyordu.

"İyiyim."

Kendimi inandırmaya çalışıyordum.

Gerçekten de öngördüğü gibi oldu. Bazılarını daha önce görmüş olsam da pek tanımadığım bir grup polis bahçenin farklı köşelerine dağılmış kendi işleriyle uğraşıyorlardı. Saldırganlar araçlara bindiriliyor, herkes birilerine durum bildiriyordu. Ben bahçeye adımımı attığımda gözlerin üzerime döndüğünü fark ettim. Hızlıca Muhip'i ararken Analizcileri etrafta göremiyordum. Muhip'i bir aracın kaputuna yaslanmışken buldum ve nedenini sorgulamadan Görkem'in söylediğini yapıp ona doğru yürüdüm.

Beni gördüğü an dalgın bakışlarla gülümseyip kenara doğru kaydı ve arabaya yaslanmam için bana yer açtı. "Selam," diyen bendim. "Sizinkilerin durumu iyi mi?"

"Kurşun sıyrıkları sadece. Önemli bir şey değil. İyi olacaklar."

"Sen?"

"Ben iyiyim." Başını kaldırıp bana baktığında "Ceketimi vereyim mi sana?" diye sordu rahatsızlığımın sebebini buna yorarak.

"Herkes bana bakıyor," dedim huzursuzluk içinde.

"Görkem'i tavlamadan önce düşünecektin onu." Sesli bir şekilde gülmeye başladı. "Sen Analizcilerin lideri Görkem Duman'ın yarisin, tabii ki herkes sana bakacak."

"Ben Asya Yağmur Tunçbilek'im," dedim omuz silkerek. "Görkem'in sevgilisi olduğum için değil de bu operasyonun kahramanı olduğum için bakılmayı hak ediyorum."

"Kız," dedi birden. "Sağlam kasasın sen he."

Küçük bir kahkaha attım. "Görkem'in beni neden senin yanına gönderdiğini anlıyorum galiba."

"Sizinkilerin hızlıca olay yerinden uzaklaşmasını istedi," dedi Muhip. "Ve onlar yoksa da ben varım, durum bu."

"Ne zamandır tanıyorsun bizimkileri?" diye sordum muhabbet açılsın diye. Bu sırada gözlerim, ellilerine dayanmış gibi görünen sert yüz hatlarına sahip esmer bir adama doğru ilerleyen Görkem'deydi.

"Görkem ve Kaya'yla aynı dönemdeniz biz," dediğinde bu bilgi karşısında kaşlarımı kaldırdım. "Akademi yıllarında öyle çok yakın sayılmazdık ama Görkem bana güvenebileceğini bilir. Bir Analizci olduktan sonra da kimliğini ilk bilenlerdendim. Tehlike anında camı kırınız kişisiyim ben. Öyle yani."

"Şu amiri tanıyor musun peki?"

Gözlerini benim baktığım yöne çevirdi. Görkem karşısındaki kişiye laf anlatıyordu, esmer adam ise onu dinlerken bir anda izlediğimi fark etmiş gibi bana baktı. Ben de hemen başımı yere eğdim ve ayağımın altındaki çakıl taşıyla ilgileniyor gibi yaptım.

"Harun Karasoy," dedi. "Necip Ulaç'ın bile saygı duyduğu bir adamdır. İsmini duymamış olmana şaşırdım."

"Aslında duymuştum," dedim. "Ama ilk kez görüyorum."

"Dilerim çok sık görmezsin." Tedirginliğini fark ettiğimde devam etmesi için bir işaret verdim. "Katı biri," dedi. "Keskin sınırları var, aşırı otoriter, kuralcı. Onu tanıyan herkes böyle tanımlar. Ekip içi ilişkilere pek müsamaha göstermez, Görkem sana ondan uzak durmanı söylediyse sebebi budur."

"Dedikoduları duymuş mudur?"

"Kulağına gitmemesinin imkanı yok," dedi Muhip. "Bekle, şöyle önüme geç. Kapat görüş açısını. Bakayım, aynen tahmin ettiğim gibi. Görkem'le konuşuyor ama bir gözü senin üzerinde. Kesin duymuş." Hiçbir şey söylemediğimde "Arabada bekleyelim mi?" diye sordu. "Sizi evinize ben bırakacağım."

Arka kapıyı açtı benim için. İtiraz edemeyecek kadar kendimi gizleme isteğindeydim. Bakışların hâlâ üzerimde olduğunu bilerek bindim Muhip'in aracına. Ön camın sağ köşesinde koca bir çatlak vardı. Mermi kovanlarından biri oraya isabet etmiş olmalıydı. "Seninki gergin görünüyor," dedi Muhip şoför koltuğuna geçtiğinde. "Silah zoruyla tutuluyor gibi Harun Amir'in yanında."

Farkındaydım. Bir an önce yanıma gelmek istediği için öyle durduğunu da biliyordum. Sonunda başını salladı, diğer arkadaşlara bir selam verdi ve hızlı adımlarla içinde bulunduğumuz araca doğru ilerlemeye başladı. Etrafımızda bu kadar kişi olmasaydı koşarak gelir gibi hissetmiştim.

"Tamam mıyız?" diye sordu Muhip. Ellerini direksiyona yasladı ve başını Görkem'e çevirdi. Görkem'in sol kaşının kenarına küçük bir yara açılmıştı çatışma sırasında. Acaba hangi eceline susamış adam ona yumruk atmaya kalkmıştı merak etmiştim bunu.

"Tamamız birader," dedi Görkem. Emniyet kemerine uzandı ve onu bağlamak için döndüğünde beni kontrol etti bir sorun var mı diye. Başımı iki yana salladığımda tekrar önüne döndü. "Bizim siteye sür."

Araç hareket ettiğinde "Muhip," dedi gözlerini yoldan ayırmadan. "Eyvallah kardeşim."

"Ne demek lan," diye karşılık verdi Muhip. Görkem, Alfonso'nun ölüm emrinin verildiğini öğrendiğinde onu koruma görevini vermek için ulaştığı kişi Muhip'ti ve o da işini gücünü bırakıp buraya gelmişti. Nöbet tutmuş, bizimle birlikte çatışmıştı. Biz Analizciler sürekli tek başımıza olduğumuzdan bunun anlamını yeni fark ediyordum. Bu sefer arkamızda birileri vardı. "Ne zaman ihtiyacınız olursa emrinizdeyim paşam."

Birkaç saniyelik sessizlik olduğunda başımı geriye yaslamış, yüzümü cama çevirmiştim. Bitkin hissediyordum. Bundan sonra ne olacağını düşünmek istemiyordum. Kısacık bir mola, birazcık uyku istiyordum. Birazdan biraz fazla uyku istiyor olabilirdim. Kaslarım ağrıyordu. Yine de "Neden diğerleriyle karakola gitmiyoruz?" diye sordum.

"Sende adrenalin bağımlılığı başlayacak bu gidişle," dedi Görkem. "İki gündür kılıktan kılığa girip önce şirketi sonra Piramit'in sağ kolunu çökerttin. Bırak Alfonso'yu da çocuklar halletsinler."

"Yaralıydı ama ölmez herhalde," dedim öylesine bir şeyden bahseder gibi.

"Kötüye bir şey olmaz," dedi Muhip. Sonra "Pişt," diye seslendi yanındaki adama. "Harun Amir ne diyor?"

"Ne desin?"

"Duymuş mu sizi?"

"Duymasa kaç yazar," dedi Görkem dikiz aynasından bana bakıp göz kırpmadan önce. "Adının yanına soyadım geldiğinde öğrenecek herkes nasıl olsa."

"Çüş, evleniyor musunuz?"

"Evleneceğiz," dedi kendinden emin bir şekilde. Aynadaki bakışlarına saplanıp kalmış durumdaydım. "Ama hangi ayın on üçü olur bilmiyorum orasını daha."

Muhip kahkaha atmamak için kendini sıkıyor gibi duruyordu. "Asya'nın da haberi var mı peki?"

"Var," dedim göz devirerek fakat içten içe bu imalarının hoşuma gitmeye başladığını kabul etmem gerekiyordu. "Ben Görkem'i realist bilirdim ama hayalperest olduğunu öğrendim tanıdıkça."

"Görkem lan bu," dedi Muhip kendi kendine. "Görkem'sin lan sen. Sana ne oldu oğlum böyle?"

"Aşk," dedi Görkem. "Başka sorun olursa sor yine."

Utanıp dudaklarımı birbirine bastırdım ve camdan bakmaya devam ettim. Eve yaklaşana kadar pek bir şey konuşulmadı. Siteye girmek üzereyken ise Görkem'in telefonu çalmaya başladı. "Efendim amirim," diye cevapladı onu. Camdaki yansımasından yüzünün aldığı şekli izledim. Yine o ciddi ifadeye bürünmüştü. "Tabii," dedi. "Evet." Yüzü şimdi sıkıntılı görünüyordu. "Kaya orada değil mi? Anladım. O işi Can'a bırakın. Hayır, kimse girmesin yanına. Tabii ki Can'a güveniyorum. Bu nasıl bir soru?"

Muhip omzunun üzerinden dönüp bana bir bakış attığında Görkem'in gerildiğinin ikimiz de farkındaydık. "Ben halledeceğim. Ekibimle bir derdi olan varsa muhatap olacakları kişi benim. Yanlış bir şey yapmadık biz. Mevcut durumu zaten biliyorsunuz." Karşı taraftan gelen ses sanırım Necip Amir'e aitti çünkü Görkem bir saniye sonra "Abi," demişti sert bir sesle. "Alfonso bizim mevzumuz, sorgusuna da Can girecek. Elinizin altında Can Günay varken davayla hiçbir ilgisi bulunmayan memurları bu işe bulaştırmayacaksınız."

Ve Görkem, giderek daha çok sinirleniyordu. "Kim lan o?" dedi çatık kaşlarla. "Her şeyin en iyisini de onlar biliyorlar amına koyayım ya. Ölümden dönen biziz, her işi yapan biziz, sonra durup başkasına bırakacağız öyle mi? Hadi lan oradan. Geliyorum ben şimdi. Tamam, konuşuruz. Ben gelene kadar saçma sapan bir şey olmasına müsaade etme." Anladığım kadarıyla karşı taraf telefonu kapatacaktı ama o yeniden "Abi," dedi. "Can edebini bozup bir şey söylemez de sen Arda'yı tut Arda'yı. Kaşla göz arası yakmasın ortalığı. Tamamdır, Muhip beni bırakır."

"Ne olmuş?" dedik Muhip ve ben aynı anda.

"Karakola geçmem gerekiyor. Biraz acil." Bana doğru döndü. "Seni eve bırakacağız." İtiraz istemediğini çok net bir şekilde aktarmıştı ve bu noktada peşine bir civciv gibi takılıp ona ayak bağı olma niyetinde değildim çünkü hâlâ kendimi iyi hissetmiyordum. Ancak durum ciddiyse beni hiçbir güç burada tutamazdı, bu yüzden de açıklama yapması gerektiğini biliyordu. "Savcı ve bir iki polis," dedi. "Çok büyük bir olay değil, ben halledeceğim gidip."

"Ne olduğunu anlatmıyorsun ki!"

"Can'ın kim olduğunu unutmuşlar herhalde bebeğim." Sesindeki öfkeyi hissettim. Bir abinin kardeşini koruma iç güdüsüne benzettim bunu.

"Şu yüzündeki yarayla bir ilgisi var mı bunun?" diye sordu Muhip elini yanağına götürerek. Dokunduğu yerde Can'ın küçük bir şişliği vardı. Görkem yumruk attıktan sonra kızaran kısmı gösteriyordu. "Çok popülersiniz, ortalıkta göründüğünüz an yine dedikodularınız dolaşmaya başlamış herhalde."

"Bir paparazilerle uğraşmadığımız kalmıştı zaten!" dedi Görkem, siniri yüzünden alnındaki damar şişmişti. "Oğlum bak, ben bana toplanıp küfür de etseler kaldırırım da şöyle ekibimden birine dilini uzatmıyorlar mı yemin ederim çok fena delleniyorum o zaman. Ne bu çekememezlik amına koyayım ya? Neredeyse dostumuzdan çok düşmanımız var resmen teşkilatın içinde, böyle bir şey olabilir mi?"

"Meyve veren ağaç taşlanır Görkem'im. Alışamadın mı üç senedir?"

"Herkesin en az bir kez götünü toplamış Can hakkında da ileri geri konuşmayıversinler birader," dedi Görkem. "Her boku da tolere etmemizi beklemesinler. Bu göt kafalı sayın savcı zaten en başından beri kıl bu çocuğa. Ben biliyorum ilk fırsatta yoluna taş koymayı deneyeceğini. Biliyorum da bir şey geliyor mu elden? Gelmiyor işte. Bak bu herifin altından bir şey çıkacak, demedi demeyin. Bu herifte bir şeyler var."

"Sen yine de çok gaza gelme yengenin yanında," dedi Muhip boğazını temizleyerek. "Ağzını biraz topla, dimi oğlum? Gavura söver gibi sövüp durma da."

"Özür dilerim," dedi Görkem.

"Benim yapabileceğim bir şey var mı?" diye sordum hemen.

"Bir süre yakınımda dolaşmasan harika olur," dedi. "Yüksek gerilim hattı gibiyim çünkü şu an. Yeterince derdim yokmuş gibi uğraştığım şeylere bakar mısın Yağmur ya? İlkokul çocukları mı bu adamlar, neyin kıskançlığı bu böyle?"

"Halledilir," dedi Muhip, araba evimizin önünde durduğunda. "Hoşça kal Asya, ben kocanı karakola bırakayım."

İnip inmemek konusundaki kararsızlığımı Görkem'in bakışları giderdi. "Gelmen gereken bir durum olursa söz sana yazacağım," dedi. Başımı aşağı yukarı salladım.

Onu arabada bırakıp anahtarımla kapıyı açtığımda evin kokusu bana hoş geldin demiş oldu. Bu eve ait her şeyi çok sevdiğimi sanıyordum, içinde diğerleri yokken hiçbir şeyin pek de bir anlamı olmadığını fark ettim. Boş ve sessizdi. Salondan gürültüler gelmiyor, birileri mutfakta tıkırtı yapmıyordu. Aylar hatta seneler öncesindeki hayatım gibiydi. O tanıdık yalnızlık hissi evin her köşesinde kol gezmeye başlamıştı.

İçeri doğru attığım her bir adımda nedense burada yaşadığım güzel anlar geldi aklıma. Bu holde deve güreşi yapmıştık, şu köşede Arda ve Can kaşık oynamışlardı ve başka bir gün aynı yerde ben Arda'yla dans etmiştim. Mutfak demek börek demekti, gece yarısı da olsa koridora sızan ışık Can'dan gelirdi ve Görkem'in odası, evin en sevdiğim yeriydi.

Bana bir oda hediye ettikleri gün kapılara astıkları figürlere tek tek baktım. Deniz feneri, filika, pusula, çapa ve dümen bu koridoru denizcilere ait kılıyordu. Odamdaki duvarımda da resimlerimiz asılıydı. Üzerimi değiştirirken onları seyrettim. Peruğumdan ve lenslerden kurtuldum fakat Alfonso'nun ellerinin bana değdiği an başlayan mide bulantısından kurtulamadım.

Açtım ama hiçbir şey yemedim. Duş almak istedim ama banyoya girecek gücü kendimde bulamadım. Yatağa kıvrıldığımda dizlerimi karnıma doğru çektim ve gözlerimi kapattım.

Daha dün kendimle gurur duyarken bugün içimde yeniden bir savaş başlamıştı. Evde olmam saçmaydı, farkındaydım. Yerim diğerlerinin yanıydı, bunu biliyordum. Geride bırakılmamıştım, geride bırakılmak zorunda kalmıştım çünkü Görkem ben gizlemeye çalışsam da bunun beni ne kadar etkilediğini görmüştü. Bütün kötü anıların arka arkaya gözümün önünden geçtiğini ve benim içlerinden sıyrılamayınca kendimi hiçbir şeye veremediğimi biliyordu.

Dizlerimi daha fazla karnıma çektim. Alfonso'nun kalçama dokunan eli, bir sorun bile teşkil etmemeliydi Ilgaz'ın bana yaşattıklarının yanında. Fakat bu mantığa dayanan bir konu değildi. Travmaların tetiklenmesi için öyle büyük şeyler gerekmezdi. Market sırasındayken birinin elindeki ürün bana değse bile o an o temasa hazır olmadığım için tenime dikenler batmış gibi olurdum. Aştım sanıp aşamadığım onca şeyden sonra kendimi yine yalnız başıma bir yatağın içinde ağlama isteğiyle doluyken bulmaktan zerre hoşlanmamıştım.

Saniyeler sonra parka bakan taraftaki kapının yavaşça tıklatıldığını duydum. İki, bir, iki. Başımı omzumun üzerinden geriye doğru çevirdiğimde kapının hafifçe aralandığını gördüm. Odam karanlıktı. İçeri giren Eylül, ona baktığımı göremiyordu. Belki de uyuduğumu sanıyordu. Üzerindeki ceketi sessizce çıkarışını izledim.

Görkem, tek başıma kalmayayım diye ona haber vermiş olmalıydı.

"Uyanık mısın?" diye sordu fısıldayarak. Onaylayan bir ses çıkarttığımda kelimeleri kullanmamamın sebebi ağlamak üzere olduğumu hissetmemdi.

Eylül hiçbir şey söylemeden yorganımı kaldırdı ve yanıma uzandı. Yüzüm hâlâ duvara dönüktü, dişlerimi sıkıyordum. Kolunu üzerime attığında elimi buldu, sımsıkı tuttu ve ben buna çok ihtiyacım olduğundan sırtımı onun göğsüne yaslayıp yanında küçücük kaldım.

"Asya," dedi sessizce.

Devam edecekti ki "Onlar karakoldayken ben yatağımda olduğum için çok bencil hissediyorum," dedim sitemle. "O kadar zayıfım ki."

"Ne?" dedi şok içinde. Etrafıma sardığı kolu sıkılaştı. "Bebeğim benim, kendine bu kadar yüklenmeyi ne zaman bırakacaksın?"

Nefeslerimde bir dalgalanma olduğunda Eylül saçlarıma dokundu. "Sen burada değilken de iş yapıyordu bu herifler," dedi dalga geçer bir sesle. "Birkaç saatçik yanlarında olmasan ölmezler, kendine zaman ayırmayı çok hak ediyorsun."

"Kendime ayırdığım zamana bak," dedim. "Odamda ağlıyorum."

"Bunun için suçlu hissetme." Sesi aklıma kazımak ister gibiydi söylediklerini. "Sen yine sana verilen görevi yerine getirdin mi? Getirdin. Bak, hiçbir sorun yok ortada."

"Böyle olmamam-"

"Tabii ki böyle hissedeceksin Asya," dedi. "Tabii ki miden bulanacak. Tabii ki kusmak isteyeceksin. Sen başına neler geldiğinin, nelerin üstesinden geldiğinin farkında mısın?"

Konuşmak istemiyordum. Bedenimden bir titreme geçtiğinde gözlerimin önünde bir ayna, aynanın üstünde Ilgaz'ın yüzü vardı. "Bu çok normal." Sesi kız kardeşiyle konuşuyor gibiydi. "Bu," dedi tekrar. "Çok normal. Böyle olman çok normal. Zayıflık değil, bencillik de değil. Sen her şeye rağmen yaşamayı başarmış bir insansın. Burada ağlamak istemen, kalbinin sıkışması, paniklemen, korkman hatta... Asya, bunlar çok normal."

"Keşke böyle olmasaydı," dediğimde dudaklarım titremeye başladı. "Keşke böyle olmasaydım."

"Biraz uyumaya ne dersin?" dedi parmakları saçlarımın arasında yavaş yavaş gezerken. "Bizimkiler döndüğü zaman seni uyandırırım, tamam mı? Birazcık uyu sadece. Eğer uyandığında daha iyi hissetmezsen uzun uzun konuşuruz olur mu?"

"Bana dokundu," dedim. "Bana dokundu. İzin vermedim. Benim iznim olmadan-"

"Güzelim." Sesinin titrediğini hissettim. Duş almama yardımcı olduğu gün paylaştıklarımız, ayaklarımızın altında büyük depremler yaratıyordu ikimizin de. Bir kadın bir kadına sarılıyor, bir kadın bir kadına sığınıyordu. O benim en derin yaramı gördüğünde başını çevirmek yerine onu ikiye bölüp yarısını kendisine almak istemişti. Bir yangını bölüştük, demişti. Şimdi o yangının savrulan külleriydik ikimiz.

Gözümden bir yaş kayıp yatağa düştüğünde ona belli etmemeye çalıştım ama o yaşın yakıcı sıcaklığını hissetti sanki. Arkamdaki bedeni gerilse de bana sarılmayı bırakmadı. "Özür dilerim," dedim sebepsizce. "Ben böyle olmak istemiyorum Eylül. Artık geçsin istiyorum. Yemin ederim unutmak istiyorum."

"Yoruldun," dediğinde onun da boğazının düğümlerle dolu olduğunu fark ettim. "Yoruldun. Sanırım biraz ateşin de çıkmış. Bugün sana göz kulak olacağım, tamam mı? Bana seni soran herkese de senin iyi olduğunu söyleyeceğim, anlaştık mı? Ağlamak mı istiyorsun? Ağlayalım. Evin altını üstüne getirmek mi istiyorsun? Ben kimse gelmeden toparlarım. Ne olursa olsun aramızda kalır. Gizlice Kaya'nın yatağında bile zıplayabiliriz hatta. Bana bir şey söyle, onu mümkün kılayım. Bana sana nasıl iyi hissettirebileceğimi söyle ben de hemen onu yapayım. Güzel kızım benim, bi'tanem, o kadar çok seviyorum ki seni. Geçmesi mümkünse, bunun için her yolu denerim. Diğerleri de dener ama ben anlıyorum seni, neden onlardan kaçmak istediğini anlıyorum ve buradayım. Burada olacağım hep, senin için. Hadi söyle bana, ne yapalım istersin?"

"Uyuyabilir miyim bilmiyorum." Burnumu çektiğimde omuzlarım titredi. "Görkem beni mayıştırmak için saçlarımla oynuyor. Sen de bunu yaptın ya az önce, gözlerim biraz kapanacak gibi oldu sanki."

O kadar çaresiz çıkıyordu ki sesim Eylül zar zor nefes alabiliyordu.

"Saçların o kadar güzel ki Görkem'in oynayıp durmasına şaşmamalı." Parmakları saç diplerimde masaj yapar gibi dolaşmaya başladı. Bu his içimi karıncalandırıyordu. "Hepsi geçecek," dedi kısık bir sesle kulağıma. "Asya, bir gün geçecek. Tüm anılarına inat sen çok mutlu olacaksın. Hadi biraz uyumaya çalış şimdi."

Elini alnıma yasladıktan sonra yorganı üzerimden çekip bacaklarıma doğru ittirdi. Ateşim çıkmaya başladığı için bunu yaptığını biliyordum ama üşüdüğüm için Eylül'e daha fazla yaklaştırdım bedenimi.

Beni uyutmayı başardı. Tüm bu süreç boyunca gözünü kırpmadan yanımda uzandığını da uyanınca anladım. Sanırım ben uyurken biraz ağlamıştı çünkü gözümü açtığımda şişen göz altlarını gördüm. Bana anlatmadığı bir derdi benim yanımdayken içine yük yapmıştı belki de. Belki de annesiyle ilgiliydi ama konuşmadı, sadece gülümsedi. "Saat kaç?" diye sordum çatallaşan bir sesle.

"İki saat kadar uyudun." Elinin hâlâ saçlarıma dokunuyor olması beni gülümsetti. "Yarım saatte bir bizimkilerden biri aradı, hepsine çok iyi olduğunu söyledim. Birazdan gelirlermiş. Haberin olsun."

"İyiyim, değil mi?"

Gülümsemesi genişlerken gözlerimin içine sonuna kadar yanımda olacağını bana hissettirerek baktı. Eylül öyle anlarda yanımda bitiyordu ki o benim son nefesime kadar en değer verdiğim insanlardan biri olmayı çoktan garantilemişti. Aramıza aylar da girse, şehirler de girse, senelerce yüz yüze gelmesek bile yeniden karşılaştığımızda bana aynı bağı hissettirirdi. Sürekli konuşmamıza, dertleşmemize gerek yoktu onunla. O benim kendimi yakın hissettiğim birisiydi. Güvende olma duygusunun insan bedenine bürünmüş haliydi.

"İyisin," dedi yataktan kalkmama yardımcı olurken. "Üzerini değiştir, ben de ayılmamız için bize kahve yapayım." Bu sırada bir araba sesi duyduk ikimiz. "Geldiler," dedi gülümseyerek. "Mutfakta toplanırız, yüzünü yıkayıp gel."

Odamdan çıkmadan önce "Eylül," diye seslendim. "Teşekkür ederim."

"Ben de," dediğinde gözlerimi minnetle yumup açtım ve üzerimi değiştirmek için kapıyı kapatmasını bekledim. Biraz üşüdüğüm için kalın bir eşofman takımı seçtim. Elimi alnıma yaslamamla birlikte hâlâ ateşimin olduğunu anladım. Odamdan çıkıp koridora vardığımda ise henüz uykumdan tam sıyrılamamış olsam gerek başım dönüyordu. Avucumu duvara sertçe bastırmasaydım yere yığılacaktım.

Odamın önünde öylece dikilirken baş dönmesinin geçmesini bekledim. Bu sırada kendi odasından üzerini değiştirmiş bir şekilde dışarı çıkan Can, başını bana çevirdiğinde hızlıca yanıma varıp belimi kavradı. "Ne oldu?" diye sordu. Yer çekimine yenik düşen başımı yukarı doğru kaldırabilmem için çenemi tutup ona doğru çevirdi. "Asya!" dediğinde bilincimin kayıyor olduğunu hissettim.

Can'ın kolunu yığılmaktan korkarak sıkıca kavramıştım. Neler olduğunu anlayamıyordum ama kendimi ayakta duramayacak kadar halsiz hissediyordum. Uyuduğum o kısa süre boyunca dudaklarım kurumuştu ve boğazımda bir yanma hissi vardı.

Bu kez sesini yükselterek ve panik içinde "Asya!" dedi Can. Koridor üzerinde bulunan üç kapı aynı anda sertçe açıldı. Aynı anda üç adamın hızlı ayak seslerini duydum fakat gözümün önünde titreşen lekelere odaklanmaktan başka bir şey yapamadım. Işıklar giderek sönüyor gibiydi. Can'ın desteği olmasaydı ayakta durabileceğimi sanmıyordum.

"Yağmur," dedi Görkem, ben Can'ın kollarına yarı yığılmış haldeyken. Vücudumdan bir titreme geçti. Çok yorgundum. Yüzümü kavrayan elleri hissettim. Sonra gözleri girdi görüş açıma fakat altımdaki zemin kayıp duruyordu. "Beni duyuyor musun?" diye sordu. Başımı sallamayı denediğimde o gözlerini Arda'dan tarafa çevirmişti ve bir çareye sığınır gibi "Sorun ne?" diye sordu ona. "Ne oldu?"

"Ateşi vardı," dediğini duydum Eylül'ün.

"O zaman bize onun neden iyi olduğunu söyledin?" diye kızdı Kaya ona. Sanki ateşim olduğunu bilseler karakoldaki işlerini bırakıp yanıma gelebileceklerdi.

Gelirler miydi?

"Yağmur," dedi Görkem tekrar. Bu sırada Arda elinin tersini alnıma koymuş, ardından da boynuma yaslamıştı.

"Yanıyorsun." Arda soğukkanlı duruyordu. "Onu yatırın. Tansiyonu düşük gibi görünüyor. Bir ölçüp neler yapabileceğimize bakalım, düzeltemezsek doğrudan hastaneye."

"İstemiyorum," diye mırıldandım fakat bu bir sayıklama gibiydi. Yataktayken böyle değildi, ayağa kalktığımda olmuştu. Sanırım bedenim, yaşadığım son iki üç güne tepki gösteriyordu. Böyle şeyler bana eskiden de olurdu.

Dizlerimin arkasında bir el hissettim. Can bir adım geri çekildi ve Görkem, diğer elini sırtıma yaslayarak beni tek hamlede kucakladığında dik tutamadığım başım göğsüne çarptı. Kalbinin hızlı atışları eşliğinde beni salona kadar taşıdı. Diğerleri de peşimizden gelirken geç kalan kişi Arda'ydı. Alnıma koymak için bir bez hazırlamıştı. Görkem beni kanepeye yatırdığında hemen önüme diz çöktü. "İyiyim," dedim gücümün son kırıntılarını kullanarak.

Bacaklarımı yükseltmemi sağladılar. Başımdaki bez, iki dakikada bir ıslatılıp yeniden oraya konuldu. Bu sırada tansiyonumu ölçtü Arda. Sebebi tahmin ettiği gibiydi. Ben toparlanana kadar Analizciler o kadar panikledi ki bir süre sonra durumdan zevk almaya başladım. Bir çatışmanın ortasında kaldığımızda bile kimse bu kadar korkmamıştı. Şimdi ben biraz hastalandım diye etrafımda dört dönüyorlardı.

"Sen şimdi hastaneye gitmeyeceğim mi diyorsun?"

"Gerçekten iyiyim Arda. Birden oldu. Eskiden de olurdu bana. Tansiyonum düşmüş işte sadece, bu kadar korkmanıza gerek yok."

"Bir serum yersen yarına bir şeyin kalmaz."

"Hastaneye gitmek istemiyorum," dedim. "Hastaneleri sevmiyorum."

"Sen serum takamaz mısın?" dedi Kaya, Arda'ya bakarak. "Takarsın. Daha önce de yapmıştın."

"Nöbetçi eczane bulalım," dedi Arda da kafasını sallayarak.

Buna gerek olmadığını söyleyeceğim sırada Görkem elimi tutup sıktı ve bir çocukla konuşur gibi "Yarın randevumuz var, unuttun mu?" diye sordu. "Ayağa kalkamazsan maça nasıl gideceğiz?"

"Aaa," dedim hemen. "Ne yapıyorsanız yapın, yarına toparlanmış olayım. Lütfen. Toparlarım değil mi? Toparlarım ki. O maça gitmeyi çok istiyorum."

Arda bir kahkaha attığında kısa süre içinde diğerleri de rahatlayıp gülmeye başladılar. İhtiyaç duydukları Asya tiplemesi buydu. Beni özlemiş gibi baktılar bana.

Yirmi beş dakika gibi bir süre sonra Arda, bana damar yolu açmıştı. Komik olan bu değildi. Komik olan, serum direğimin Kaya olmasıydı.

Baş ucumda dikiliyor, elinde serum torbasını tutuyordu ve bunu iki dakika boyunca yaptı. Hepimiz birbirimizle bakışıp gülmeye başladığımızda kaşlarını çatıp neye güldüğümüzü anlamaya çalıştı. "Öyle dikilecek misin bir saat?" diye sordum keyifle.

"Ya ne yapacağım?" dedi Kaya kafası karışmış görünerek.

Can, montlarımızı astığımız ayaklı portmantoyu salona getirip serumu Kaya'dan almadan önce "Salak," dedi ona. Bu hepimize birer kahkaha daha attırdı. Kaya hiçbir şey söylemedi. Bir saat de dikilecek olsa onun için sorun değil gibiydi.

İlerleyen saatlerde gerçekten toparladığımı hissettim. Güç yeniden içime dönmüştü. Hiçbiri uyumayıp başımda dikilmeye devam ettikleri için bir muhabbet açarken buldum kendimi. Karakolda neler yaşandığının özetini bana geçtiler. Can'ın yüzüne bir sebepten takılıp durdu gözlerim. Ara ara dalıyor olduğunu fark etmiştim.

"Can," dedim saat ikiyi yirmi bir geçiyorken. "Bir sorun mu var?"

Can sorumla birlikte dünyaya dönmüş gibiydi. Başını kaldırıp bana baktığında "Tüm bu yaşananların arkasında bir şey olmalı," dedi. Hiçbirimiz anlam veremedik. Bunu anladı ve açıklamaya devam etti. "Bir çıkarı olmalıydı," dediğinde cümlenin gizli öznesinin Vega olduğunu anladım.

"Ne gibi?" diye soran Eylül oldu.

"Alfonso'dan Piramit'e ait o listeyi almak için bu göreve çıkmadık," dediğinde kaşlarım çatıldı. "Bu bir parmak balın ağzımıza çalınması gibiydi yaptığımızın karşılığı olarak."

"Ne yaptık ki?" dedi Arda.

"Alfonso'yu ölmekten kurtardık," dedi Can. Gözleri yere sabitlendi. "Vega, onun ölüm emrinin verildiğini biliyor olmalıydı. Sanırım ruhumuz bile duymadan bizi Alfonso'nun koruması olarak tuttu."

"Win-win ilişkisi," dedim. "Biz şifreli bir liste elde ettik, Vega ise bizi kullanarak Alfonso'nun hayatını kurtardı."

Can'ın gözlerine garip bir ışık yerleşti. Kandırılmıştık ve bu Can hariç hiçbirimizin aklına bile gelmezdi. Can söylemeseydi, Vega'nın çıkarı için iş yaptığımızı anlamazdım. Bizimle hiç konuşmadan bizi birer kukla gibi yönetmişti Vega. Alfonso, Vega için ne gibi bir anlam ifade ediyordu ki? Sıradaki cevaplanması gereken soru buydu.

Can'ın gözlerine garip bir ışık yerleşti. "Alfonso'yla Vega hakkında konuşmam gerekiyor," dedi. "Bir sebepten Vega onu önemsiyor olmalı. O sebebi bulursam eğer, onun beni kullandığı gibi ben de onu kullanabilirim."

"Kullanamazsın," dedi Görkem, gergin bir sesle. "Kullanamayacaksın." Can, başını kaldırıp onun gözlerine baktığında konunun nereye varacağını anlamaya çalışıyordu.

Görkem derin bir nefes alıp elini saçlarının arasında gezdirdi. "Oyunlarını görmüyor musun?" diye sordu sertçe. "Bizi haberimiz bile yokken ona hizmet etmemiz için çalıştırdı. Anlamamamız için de peşinde olduğumuz bir şeyi verdi elimize. Kuralları onun yazdığı bir oyuna çekiyor bizi oğlum lan. Ne istiyorsa onu yapıyoruz. Canımız pahasına hem de. Farkında bile olmadan."

"Ama kaybetmedik," dedi Can. "Bu oyunu kaybetmedik. Şifreli dili çözdüğümüzde Piramit üyelerinin bir listesi olacak elimizde."

"Vega istediği için olacak," dedi Kaya da eşit derecede gerilmişken.

Can, dudaklarını birbirine bastırdı ve ilk defa söyleyecek bir şey bulamadı belki de.

"Hoşuna gitti, değil mi? Seni böyle kullanabiliyor olmasından etkilendin." Görkem, Can'ı sorguluyordu ve bu konuda bir uzmanlığı bulunan Can ağzını açıp tek kelime edemiyordu.

"Allah kahretsin Can," dedi en sonunda. "Sen gerçekten aşık oluyorsun bu kadına."

•⚓•

Selam selam selam. Çok özledim sizi. Nihayet kavuştuk.

Olaylar olaylar... Son zamanlar yeterince kaotik değilmiş gibi biraz daha kaos. Bolca kaos. İçinde on üç bin tane olay olan bölümleri ayrı seviyorum.

Peki siz en çok hangi kısmı sevdiniz?

Bu bölüm favori karakteriniz kimdi?

Listeyi ele geçirdik ama aslında Alfonso'nun hayatını kurtarmışız. Vega yine hangi oyunu oynuyor acaba?

Daha da önemlisi, hatta en önemlisi Hermes ne planlıyor?

Analiz bazen bir kitap değil de aksiyon filmiymiş gibi hissettiriyor bana. Bu hisse bayıldığımı da söylemek isterim. Şu an konuşmamı uzatıyorum çünkü bölümün on üç bin kelimeye tamamlanmasına çok az kaldı. Görkem Duman, kalk ayağa büyüğün geldi.

Bir kere gülümseyip öyle gitmenizi rica edeceğim her zamanki gibi. :)

Dilerseniz bu bölüm iki kez gülümseyin çünkü diğer bölüm bu cümleyi kurmayacağım.

Yeniden görüşene dek hoşça kalın.
Teşekkürler ve iyi günler!

🔵🤝🔵

Yorumlar

  1. Bütün bölüm kalbim küt küt attı

    YanıtlaSil
  2. Görkem ve Müge'yi ıssırmak istiyorum çok tatlılar

    YanıtlaSil
  3. Asya... Kısa sürede bir sürü şey yaşadı. Çok üzülüyorum ama iyi ki Eylül yanında <3

    YanıtlaSil
  4. Diğer bölüm hakkındaki gülme mevzusu beni şu an nasıl gerdi nasıl gerdi

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Benidee yazarım mutluluk bize neden haram

      Sil
  5. Evlensinler de güzel günler görelim az (diğer bölüm bana götüyle gülüyor dimi yazarım)

    YanıtlaSil
  6. Can'ım yapma nolur o bir katil

    YanıtlaSil
  7. Görkem'le Asya'nın sesizce bakışmaları falan çok hoşuma gitti o sahneler

    YanıtlaSil
  8. bölüm o kadarr güzeldi kii. BAYILDIM.
    Neden can çok üzülecekmiş gibi geliyor. sebebi belli gibi ama ya aşık olduğu için zor bir anda vegaya karşı gelemezse ,yine de üzülür OF
    ve şimdi asya dedi ki yarın maça gidicem ve azra SEN DE DİYORSUN Kİ BİR SONRAKİ BÖLÜMDE GÜLÜMSEYİN DİYEMİYCEM. NEDEN YA?!
    BEN ŞİMDİ BİR AY NASIL BEKLİYCEM YENİ BÖLÜMÜ. HERMES NE YAPICAK OFF
    ve kaya ne kadar tatlı ya bölümü çok çok sevdim ben de gülerek okudum ama bunlar fırtına öncesi sessizlik dimi daha :(
    yine de analizciler iyi ki var.

    YanıtlaSil
  9. Bayıldım. İki anlamda da. Teşekkürler ve iyi günler.

    YanıtlaSil
  10. AŞIKSIN DIRIRI A ŞIKSINN

    YanıtlaSil
  11. Ya gerçekten çok güzel bir bölümdü nolur devamı gelsin çok merak ediyorum nolurrrr

    YanıtlaSil
  12. KORKUYORUM DIGER BOLUMDEN

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Popüler Yayınlar

36. "Çatlaklar ve Kırıklar"

55. "Geri Sayım"

35. "Görülme İhtiyacı"