44. "Kanla Karışık Yağmur"

 

Bölüm şarkıları:

Zaz, Je veux
Can Ozan, Toprak Yağmura
James Arthur, Train Wreck
Pera, Ben Yağmuru Bilirim
Vega, İz Bırakanlar Unutulmaz
Teoman, Çoban Yıldızı
Ayna, Ölünce Sevemezsem Seni
Britton, If This Is Goodbye

🩸

Bir adam bir kadını çok sevdi.
Kadın gülümsedi,
kadın gitti.

•⚓•

"Sen bu kadına aşık oluyorsun."

Görkem'in Can'a söylediği cümleden sonra oluşan kısa süreli sessizliği Can'ın inkâr edişleri böldü. Biz yangına körükle gitmemek adına tek kelime etmeden olanları izlerken Can en son çok net bir şekilde "Yok öyle bir şey," dedi ve yüzünü döndüğü kişi nedense bendim. Kimsenin ona inanmadığı bir anda inancı bende arıyor gibiydi yüz ifadesi. "Yok," dedi tekrar.

"Öyle diyorsan öyledir," dedim sakin bir sesle. Çünkü gerilen ortamı yatıştırmak benim elimdeydi. "Yapacağımız bir iş yoksa ben biraz uzanmaya gitsem olur mu?" Hastaydım, hastanın başında beklenirdi bu evde. Bu yüzden ben gittiğim an hepsi tası tarağı toplayıp peşimden gelecekti.

Tam da böyle olacaktı fakat Görkem, "Benimle kalır mısın?" diye sordu. Çekindiğini anladım sesinden. Alfonso'nun yatak odasındayken ona bana dokunmamasını söylediğim için şimdi onunla uyumak istemeyeceğimi düşünüyor olmalıydı. Başımı aşağı yukarı salladım kötü hissetmesini istemediğim için.

Arda gelip önce serumu, sonra damar yolumu çıkardığında Eylül de kanamam olmasın diye pamuğu koluma bastırıyordu. Bunu ben de yapabilirdim ama ilgilerinin hoşuma gitmediğini söyleyemezdim. "Eve geçeceğim," dedi Eylül, dudaklarını alnıma bastırdıktan sonra. "Bir şeye ihtiyacın olursa lütfen beni ara, olur mu?"

"Her şey için teşekkür ederim."

O gittikten sonra Kaya da odasına gitmek üzere ayaklandı. Yanımdan geçerken elini başımın üzerine bastırıp "İyi ol," dedi daha önce de defalarca yaptığı gibi. Ona gülümsediğimde gözlerini Görkem'e çevirdi ve sanki beni ona emanet etti, içi ancak böyle rahat ederdi.

"Yürüyebilecek misin?" diye sordu Arda.

"Ay abartmayın," karşılığını aldı benden. "Tabii ki yürümeyeceğim, Görkem beni götürür."

Yalnızca iki saniye sonra bir eli sırtımda ve diğeri bacaklarımın arkasındaydı. "Şaka yapıyordum," dedim hayretle.

Beni kucağına aldığında başını eğerek gözlerimin içine baktı ve tek söylediği "Umurumda değil," oldu. Ciddi olduğunu anladığımda gülerek bacaklarımı sallamaya başladım ve bir elimi kaldırıp Can'la Arda'ya el salladım. Kıkırtılarım Görkem'in de dudaklarına bir gülümseme yerleştirmişti.

Beni gerçekten odasına kadar kucağında taşıdı. Üstelik, açıklayamayacağım şekilde bunu bile mesafeli yapmaya dikkat ediyor gibiydi. Koridorda ona yaklaşan, başımı göğsüne yaslayan bendim. O rahatsız edici olabileceğinden korktuğu için temaslarına dikkat eden taraftı.

Kapısının önüne vardığımızda gözlerimi gözlerine çıkarttım. "Buna gerek yoktu."

"Gerek olup olmadığını sormadım." Hafifçe dizlerini kırıp eğildi ve sırtımın arkasındaki elini kapısının kolunu açmak için kullandı. "Ayrıca çok güzel güldün az önce. Böyle gülmeye devam edeceksen birkaç tur daha atabiliriz evin içinde."

"Odana girelim," dediğim an bunu da bir emir saydı. Kapıyı arkamızdan ayağıyla ittirerek kapattı ve beni o kadar yavaş bir şekilde yatağına bıraktı ki o arada gerçekten kucağında benimle evin içini turlama ihtimalini düşünmüş olabilirdi. Geri çekilmeden önce elini alnıma bastırarak ateşimi kontrol etti. Kafasını benimle dağıtmaya ihtiyacı olduğunu anladım.

Alfonso meselesini de Can'la Vega'yı düşünmeyi de bu kapının eşiğinde bırakmıştı. Şimdi bütün odağını bana vermeye hazırdı. "İyi misin?" diye sordu dolabının önüne dikilirken. Başımı salladım. "Bana ben yokken neler olduğunu anlatabilirsin o zaman?"

Bir an Alfonso'yla yalnız kaldığım andan bahsettiğini sandım fakat sonra evi kastettiğini anladım. "Eylül uyumama yardımcı oldu," dedim. "Ona sen mi söyledin yanıma gelmesini?"

Başıyla onayladı. Ardından elini sırtına götürdü ve tişörtünü tek bir hamlede çıkartıp sandalyesinin üzerine bıraktı. Eve döndüğü zaman gömleğini çıkartıp alelade bir tişört geçirmişti üstüne ama pantolonunu değiştirmeye fırsatı olmadan koridora çıkmak zorunda kalmıştı. Bu yüzden şimdi elleri pantolonun kemerindeydi. Benimse bakışlarım sırtına saplandı.

Yaraları iyileşiyordu. İz bırakacaklardı ama bir noktada acımayı bırakacaklardı. Benim canımı acıtmayı da bırakırlar mıydı peki? Beklemediğim bir anda sırtını görmek nefesimi acıyla tutmama sebep olmuştu. Görkem artık hiç sızlanmıyordu bile. Halbuki hâlâ canı yanıyor olmalıydı ama bunu gizlemeyi başarabiliyordu.

Bunu o an için akıl edemediğini fark ettim çünkü yalnızca birkaç saniye sonra sırtını hızla dolaba dönmüş, elleri hâlâ kemerinin üzerindeyken gözlerime bakmıştı utanmış bir şekilde. "Özür dilerim," dedi bir de üzerine, sanki yaraları benden saklaması gereken birer kusurmuş gibi.

"İyileşiyorlar," dedim başımı yastığına yaslarken. Saçlarımı salıkken daha çok sevdiği için tokamı da çıkartıp kenara bırakmıştım.

"Gerçekten mi? Şu ilaçları kremleri yağları her şeyi sürüyorum. Her bulduğum yöntemi arayıp Bige ablaya soruyorum, onaylarsa kullanıyorum. Gerçekten işe yarıyor mu?"

"Yarıyor aşkım." Gözlerimi gözlerinin içine diktim. "Ama yaramasa da problem değil. Sen ne kadar nefret ediyorsan ben o kadar seveceğim izlerini, bana böyle öğrettin."

Kemerini çözen ellerinin sıradaki görevi pantolonunu aşağı indirmekti. Görkem söylediklerimle birlikte tebessüm etti fakat hâlâ pürdikkat ona bakıyor olduğumu görünce kaşlarını havaya kaldırdı meydan okur gibi. Gözlerim karın kasları ve çıplak göğsü arasında gidip geldiğinde son durağım ellerinin hizası oldu. Pantolonunu bacaklarından sıyırışını da aynı şekilde sessizce izledim. Altında boxeri vardı. Dolaptan aldığı bir eşofmanı üzerine geçirmeden önce "İyi mi manzaran?" diye sordu alaycı bir sesle.

"Fena," diye cevapladım onu gülerek. Arsız yanım bacaklarına bakmayı bırakmadı. "Sıcak mısın?" Yattığım yerden elimi ona doğru uzattım. Sorumu anlamadı ama ona değebilmem için bedenini bana yaklaştırdı. Parmaklarımı karnına sürttüm. "Sıcaksın." Eşofmanının belindeki ipi bağlıyorken hâlâ gözleri üzerimdeydi. "Üstüne bir şey giyme," dedim. "Üşüyorum, beni ısıtacaksın."

"Peki madem." Işığı kapattı ama masa lambasını açık bıraktı. Yanımdaki yerini alırken hâlâ bana dokunmamaya çalıştığını fark ettim. Çizdiğimi sandığı sınırı bir şekilde aşmamız gerekiyordu. Elini hafifçe saçlarımın arasına koydu. "Serumu yiyince biraz toparladın gibi."

"İyiyim," dedim. "Sen yorgun gibisin ama."

"Karakol uğraştırdı biraz. Bir an önce uyumak istiyorum."

"Tamam." Ona sırtımı döndüğümde afalladığını biliyordum. Yüzüm duvara bakıyorken çıplak göğsüne sırtımı yaslayıp bacaklarımı kendime doğru çektim. "Uyu."

"Ne oldu şimdi?"

"Bir şey olmadı, uyu." Konuşmak için ağzını açacağını fark ettiğimde kolunu kendime çekip belime sarmasını sağladım ve ona daha çok sokuldum. "Konuşma, uyu."

Nefeslerini ensemde hissediyordum. Sert göğsü nefes alıp verişleriyle şişiyor, sırtımı ona resmen yapıştırdığımdan beni de etkiliyordu. Otuz saniye sessizlik içinde geçti. Ben daha yeni iki saat kadar uyumuştum, uykum gelmiyordu. Bir dakika geçtiğinde "Görkem," dedim.

"Hım..." diye mırıldanırken belimdeki kolunu kullanarak bana daha sıkı sarıldı. Dinlediğini belirtmek ister gibi burnunu ensemle boynum arasında bir yere sürttüğünde huylandım.

"Yarın maça gidebilecek miyiz?" Sesim heyecanımı yansıttı. "Belli etmemeye çalıştım ama çok istiyorum gerçekten."

"Sen iyi olursan gideceğiz," dedi net bir şekilde. "Öncesinde söz verdiğim yemeği de yeriz. Yarını komple sana ayırdım, ne istersen yaparız."

"İşimiz yok mu hiç?"

"İşimiz senin keyfini yerine getirmek."

"Ama-"

"Sikerler Piramit'i," dedi. "Sevgilimle randevumuz var."

İyi hissetmiyordum.

Görkem'in benimkini ısıtan sıcak teni, uykulu sesi, bana söyledikleri pek iyi gelmemişti yükselen ateşime.

Sanki rahat edememiş gibi yaparak kalçamı hareket ettirdiğimde aslında yaptığım kasıklarına yaslanmaktı. Belime sarılı olan kolunda gezdirdim parmaklarımı. "Yani yarın bütün gününü bana mı ayıracaksın?"

"Hım hım..."

Bir kez daha hareket ettim ve bu kez kasıtlı olarak kasıklarına sürttüm kalçamı. "Yağmur," dedi gergin bir sesle. Nefesinin düzeninin değiştiğini hissettim.

Anlamazdan gelerek "Efendim?" diye sordum fakat öyle çok sızlıyordum ki neredeyse kendime dokunacaktım.

"Yapma."

"Uyumaya çalışıyorum burada." Bir gram doğruluk barındırmıyordu kurduğum cümle. "Rahat edemedim, ne yapayım?"

"Öyle kıpırdayıp durma." Sesindeki sertleşmeyi fark ettim. Kızmaya başlıyor gibiydi. Ağzımın içinde homurdandığımı duyunca "Uykun yok mu senin hiç?" diye sordu.

Tırnaklarımı dirseğinin iç kısmından başlayıp bileğine kadar sürterek indirdim. "Pek yok. Senin?"

"Vardı." Kendini bana yasladı. "Artık yok."

(Sahnenin devamında yetişkin içerik var. Okumak istemiyorsanız işaretli kısma kadar kaydırabilirsiniz.)

Sertleştiğini hissetmek boğazımın kurumasına sebep olurken onu kızdırmış olmak hoşuma gitti. Elini tişörtümün içinden geçirip tenime yasladığında yapmasını istediğim şey bu değildi. Beni sıkıca tutup kendine bir kez daha bastırdığında inleme benzeri küçük bir ses çıkarttım ve bunu bir kez daha yapmayayım diye dudağımı ısırdım sertçe. "Siktir," diye fısıldadı Görkem enseme doğru. Avucunu tamamen açıp karnıma yerleştirerek beni kavradı. "İki dakika aklımı almadan dursan olmaz değil mi?"

Fısıltı gibi bir sesle adını söylediğimde başımın arkasına alnını yaslamış, parmakları tenimde iz bırakacak kadar karnımı kaplamıştı. Serçe parmağı altımdaki eşofmanın lastiğine değiyordu. Ondan çok fazla şey istiyordum fakat şu an yüzüne dönebilecek gücü kendimde bulamıyordum. Midemdeki kelebekler Görkem'in avucuna doğru uçmaya çalışıyordu. Bu his, bacaklarımı kasmama sebep oldu.

Elimi istemsiz bir dürtüyle bacağıma götürüp kumaşı düzelttim. Görkem'in eli bir anda benimkinin üzerine kapandı fakat o kasıtlı olarak bacak arama temas etti. Dudaklarını kulağıma yaklaştırdığında "Bu senin rahatça uyumanı sağlar mı?" diye sordu.

Bacaklarımı birbirine bastırarak elini bulunduğu konumda sıkıştırdım. "Lütfen..."

"Sana dokunmamı mı istiyorsun?"

"Bana dokunabilmek için delirmiyormuşsun gibi davranma." Dudaklarını enseme, sertliğini kalçama yasladığında gözlerim duyduğum arzu yüzünden kapandı. "Görkem..."

Parmak uçlarını bacaklarımın arasına değdirip geri çekildi. Kendimi eline sürtmeye çalıştım. Yaptığım şeyler yüzünden sonra utanırdım, şu an sadece beni rahatlatmasına ihtiyacım vardı. Bileğini tutup elini eşofmanımın içine geçirmesini sağladığımda verdiği her bir sert soluk boynumun kıyısına vurup beni ürpertiyordu. "Dokun," dedim. "Saat on ikiyi geçmiştir. Ne istersen onu yapacağım demiştin."

"Bahanelere ihtiyacın yok." Parmakları iç çamaşırımın üzerinde yavaşça ilerledi. "Seni tehlikeli yapan da bu," dedi fısıldayarak. "Ne istediğini çok iyi biliyorsun, alana kadar da durmuyorsun."

İnce kumaş parçasının üzerinden bana dokunduğunda bir iç çekiş döküldü dudaklarımdan. "Beni çok etkiliyorsun," diye itiraf ettim. "Sana öyle bir çekiliyorum ki ben bile anlam veremiyorum bu kadarına."

"Bebeğim," dedi kulağımın dibinde o boğuk ses tonunu kullanarak. "Bunlar benim cümlelerim. Kendine yenilerini bulmalısın."

Birleştirdiği iki parmağıyla beni çamaşırımın üzerinden okşuyor oluşu tüm kaslarımı gerdiğinde "Sikeyim," dedim sesimi alçak tutmak için çaba göstererek.

"Bu da benim cümlem." Beni delirtiyor olmanın getirdiği özgüvenle birlikte hakimiyeti eline almıştı. "Devam etmemi istiyorsan sessiz olman gerekiyor."

Bilerek yapıyordu. Benimle ilgili ihtiyacı olan detayları öğrenmişti ve şimdi hepsini yeri geldikçe itinayla kullanıyordu. İlki bir keşif olur dediğinde beni bu denli keşfedebileceğini düşünmemiştim. "Uslu uslu yatamadın yanımda beş dakika bile," dedi. "Beni her saniye bu kadar istiyor oluşuna deliriyorum."

"Odana kimse gelir mi?" Kelimeler zar zor bir araya gelse de anlamlı bir cümle kurabilmiştim.

"Gelmez." Sesi netti. "Benimle olduğunu biliyorlar."

Aramızdaki tek engel olan kumaşı kenara çekip beni okşadığında dudaklarıma dişlerimi geçirip başımı geriye doğru attım. Dudaklarını boynuma sertçe bastırıp içini çekerek beni öptü. Nefes alamıyordum. Daha fazlası için kıvranıyorken Görkem ıslaklığımı girişime yayıyordu. Dudakları bir kez daha boynumda gezindi. "Çok güzelsin," dedi hırsla. "Çok güzelsin ama ikimiz yalnız değilken içine girmeyeceğim. Yine de bu seni rahatlatmayacağım anlamına gelmiyor tabii."

"Görkem..."

"Adımı söyleme şeklin bile delirtiyor beni amına koyayım." Bir parmağını içime ittiğinde belim yay gibi gerildi ve bu Görkem'in kasıklarına kendimi çarpmama neden oldu. "Şimdi burada ikimiz yalnız olsaydık geceyi sabaha katardık beraber."

"Başka?" diye sordum gözlerim yavaşça kapanırken. "Yalnız olsak, başka ne yapardık?"

"Tadına bakmayı çok istiyorum," dedi kısık bir sesle. "Sen adımı inlerken ben bacaklarının arasında olurdum." Nefesimin kesildiğinin farkında olmalıydı. İkinci parmağını da içime ittiğinde elimi geriye doğru atıp ensesini buldum tutunma ihtiyacıyla. Parmaklarım saçlarının arasına karıştı. "Bunu sevdin mi?" diye sordu keyifli bir sesle. "Sana ne yapmak istediğimi anlatmam hoşuna mı gitti? Sikeyim, öyle çok kasılıyorsun ki."

"Kafayı yiyeceğim."

Parmaklarına doğru kendimi ittirdiğimde içimde daha sert hareket etmeye başladı. "Yemin ederim çok büyük sınavsın bebeğim."

"Benimle oynama."

"Oynamıyorum," dedi. "Sadece biraz daha sürsün diye ağırdan alıyorum."

"Alma," dedim büyük bir ihtiyaçla.

"Onu beni zor durumda bırakmadan önce düşünseydin."

"Senden bunun intikamını sonra alacağım."

"Merakla bekliyor olacağım." Nihayet parmaklarını hızlandırdığında sınıra yaklaştığımı biliyordum. "Hım," diye mırıldandı. "Galiba altı saniyen kaldı."

Gerilen her bir kasımın gevşediği an, kulağıma "Bırak kendini," diye fısıldadığı ana denkti. Titremelerimi parmak uçlarında hissetti ve elini ben tamamen rahatlayana dek geri çekmedi. Beni deli gibi yaktığı için ter içinde kalmıştım. Onun da benden aşağı kalır yanı yoktu. Nefeslerim normale dönene kadar hiçbir şey söylemeden bekledi.

(Buradan devam edebilirsiniz.)

Omzuma bir öpücük bıraktığında gözlerimin önündeki karartıların kaybolması için kendime süre tanıyordum. Utanacağımı sandım fakat aklıma bir şey gelince doğrudan yüzümü yüzüne çevirebilecek cesareti buldum içimde. Yalnız göz temasımız, konuşmamı engelledi. Bana bakışlarının tadını çıkarttım.

Nihayet dudaklarımı aralayabildiğimde "Seni seviyorum," diye başladım cümleye. Gülümsemesi göz kamaştırıcı bir hal aldı. "Yanında güvende hissediyorum," diyerek devam ettiğimde kaşlarını hafifçe çatarak anlam vermeye çalıştı. "Bana dokunman, benim için bir ihtiyaç," dedim kendimi açıklamak isteyerek. "Ve sen bunu her seferinde sınırları benim çizmeme izin vererek yapıyorsun. Bana saygı duyuyorsun."

Bunu dile getirmeme gerek bile yokmuş gibi başını hızlı hızlı salladığında "Görkem," dedim gözlerinin içine bakmayı sürdürürken. "Alfonso'nun odasında bana dokunmamanı söylediğimde bu kişisel bir şey değildi." Bakışlarına bir rahatlamanın çöktüğünü gördüm. Onu o kadar iyi tanıyordum ki bunu duymaya ihtiyacı olduğunu biliyordum. "Bunun önüne geçemiyorum," dedim. "Tetiklendiğim zamanlarda fazla hassas oluyorum. Yine böyle bir durumun içinde kalırsam yine aynısı yaşanabilir. Ben sadece sana kendimi açıklamak istedim çünkü bu şekilde içim rahat etmezdi. Seninle ilgili değildi o anki sorun, bunu anlıyorsun değil mi?"

"Şu kızarmış yüzünle kendini açıklamaya uğraşırken benim gözümden nasıl göründüğünü keşke bir kez sana gösterebilsem," dedi dudaklarını gözümün kenarına bastırarak. Alnını alnıma yasladığında çıplak göğsü hızlı hızlı şişip iniyordu. "Bana bunları anlatmak zorunda değilsin." Biliyordum, beni ben anlatmadan da anlıyor olduğunu biliyordum ama yine de içini rahatlatmak istemiştim. "Ama ben şu an soğuk bir duş almak zorundayım," dediğinde attığım küçük kahkaha göğsüne yayıldı. Avucunu saçlarıma götürüp başımı beni saklamak ister gibi kalbine yaslamamı sağladı. "Senin için atıyor," dedi. "Senin için atacak. Yarını güzel bir gün yapıp bugünü sana unutturacağım."

"Son yarım saat kalsın ama," dediğimde karanlık gülümsemesi karnımın yeniden kasılmasına sebep oldu.

"Benden alacağın bir intikam olduğunu da unutmayalım o zaman." Burnunu burnuma sürterek bana sataştı. "Kontrolün sende olmasını mı kastediyordun?" Onu onaylayan bir ses çıkarttığımda "Sanki iplerim senin elinde değilmiş gibi," dedi. "Sanki bana hükmetmiyormuşsun gibi. Kontrol zaten sende, bunun farkında değil misin?"

Elimi aşağıya götürüp gözlerinin içine baka baka kumaşların üzerinden sertliğine dokundum. "Seni senden daha fazlasını almam için yalvarttığımda neyi kastettiğimi anlarsın. Çıldırıp elini saçlarıma doladığın zaman bunu tekrar konuşuruz, konuşacak halimiz kalırsa."

Bir dürtüyle kendini elime doğru iterken bir küfür daha etti sessizce. "Benim duş uzun sürecek belli ki," dedi en son.

"Aslında sana yardımcı olabilecek yollar biliyorum." Gülmeye başladım. "Ama evde uzmanlık alanı analiz olan üç tane adam varken duşta gizlice yanına gelemem tabii."

"Gelemez misin?"

"Gelemem."

"Peki şu evlilik işini tekrar düşünmeye ne dersin?"

Beklemediğim soru karşısında donup kaldığımda dokunuşlarımdan sıyrılıp ayağa kalktı ve gülerek havlusunu çıkarmak için dolabına gitti. "Muhtemelen uyumuşlardır ama yine de üstünü değiştirmek için odana giderken arka kapıları kullan."

"Anlaştık."

Bu, ben uyumadan önce konuştuğumuz son şeydi. Ne zaman duştan çıkıp yanıma döndüğünü bilmiyordum çünkü üstümü değiştirdikten sonra onu beklerken çat diye uyuyakalmıştım.

Rüyamda karanlık gökyüzünün altındaydım. Elimde kan kırmızısı bir balon vardı, lacivert ipi bileğime bağlıydı ve balon sağa sola savrulurken ben onu zaptetmeye uğraşıyordum.

Bu rüyanın benzerini daha önce de görmüştüm fakat o zaman balona bağlı olan ve gökyüzünde savrulan bendim. Şimdi ayaklarım yere basıyordu. O zaman yukarıdan baktığım, düşersem tutmak için beni bekleyen fakat ellerini bana uzatmayan dört adam şimdi benden birkaç metre uzaktaydı ve hepsi bana uzanmaya çalışıyordu.

Başımı kaldırıp balonuma baktım. Üzerine gölge düştüğü için siyah görünen bir güvercin, balonun çevresinde hızlı hızlı daireler çiziyordu. Hava çok rüzgârlıydı. Bir fırtınanın ortasında ayakta kalmaya çalışıyordum. Bana uzanan elleri görüyor, onlardan yardım istemeye çalışıyordum fakat sesim çıkmıyordu. Onlar da bağırıyorlardı fakat sesleri bana ulaşmıyordu.

Sonra siyah güvercin, balona daha fazla yaklaştı. Balonumu ondan uzaklaştırmaya çalışırken bütün gücümü kullanmaya başladım.

Bileğime bağlı olan lacivert ip koptu.

Kırmızı balonum gökyüzüne doğru uçtu. Fazla uzaklaşmadı çünkü güvercin, balonu yakalamak isterken ayaklarını onun üzerine koydu ve balon yüksek bir gürültü çıkararak patladı.

Başımı diğerlerinin olduğu yöne çevirdim fakat bileğimdeki ip koptuğu an önümdeki görüntü silinmeye başladı.

Ve sonra onların aslında orada sabit durduğunu, bu resmin içinden silinenin ben olduğumu fark ettim.

Sanki ip, benim nabzımdı ve rüyamda nabzım durmuştu. "Görkem," dedim beni görsün diye. Ellerimi uzattım. Daha fazla bağırdım, ona ulaşmaya çalıştım ve sonra birden gözlerimi açtım.

"Buradayım," dedi Görkem'in uykulu sesi. İki elimle onun kolunu sımsıkı kavramıştım, bir kâbusun içindeyken bile tutunduğum oydu. Başımın üzerini öptü, saçlarımı okşadı. Ben nefes almaya çalışırken o "Geçti," diye fısıldadı. "Şşh, buradayım. İyi misin?"

O kadar çok uykum vardı ki ne olduğunu idrak etmeye yetecek süreyi bulamadım. Göz kapaklarım ağırlaştı ve yattığım yerden ona sarıldım. "Beni bırakma," dedim uyku sersemliğiyle.

"Seni bırakmam." Beni kâbuslarımdan bile korumak isteyerek kendine çektiğinde göğsüne sığındım yine. "Asla," dedi güven veren sesiyle. "Asla bırakmam."

🥀

"Asya sen harbiden çok güzel bir kadınsın ya."

Bunu bana söyleyen Arda'ydı. Üzerimde Eylül'e aldırdığım göğüs kısmı büzgülü lacivert elbise vardı. Çok sevdiğim halka küpelerimi sıra sıra kulaklarıma dizmiştim. Saçlarımı önce dalgalandırmış sonra sıkı bir at kuyruğuyla toplamıştım. Bir tek makyajım kalmıştı. Onu yapmak için Arda'nın duştan çıkmasını beklemiştim ve şimdi ikimiz kapının önünde dikiliyorduk.

"Kendime daha bakmadım," dedim. "Saçlarım çıkışmış mı? Biliyor musun, az önce formamı ve altına giyeceğim pantolonu yatağıma serdim. Bayramlık almış çocuklar gibiyim sanki. Çok heyecanlıyım bugün için."

"Dün geceden sonra toparlamış görünüyorsun." Elini bornozunun ceplerine sokup sırtını kapıya yasladı. "Bugün hiçbir şeyi düşünme, biraz kafanı dağıt. Kaç gibi döneceksiniz?"

"Altı gibi sanırım," dedim. "Formalarımızı giyip direkt Beşiktaş'a geçeceğiz."

"Gece dönecek misiniz peki?"

"Sokakta mı kalalım?"

Beni baştan aşağı süzdüğünde dudakları imayla yukarı kıvrıldı. "Bence gece dönmeyeceksiniz."

Elimi kaldırıp omzuna vurduğumda gülüyordum. "İçin fesat senin ya."

"Görkem'e sabır diliyorum şimdiden," diye devam etti benimle uğraşmaya. Haklıydı. Görkem'in benim gibi bir kadınla birlikteyken bolca sabra ihtiyacı vardı. Dün gece bunun örneklerinden biriydi. Yeniden ciddileştiğinde "Makyaj yaparken yanında durabilirim," dedi. Başımı buna gerek olmadığını söylemek ister gibi iki yana salladıktan sonra benim için açtığı kapıya gülümseyerek içeriye adımladım. O da bir reverans eşliğinde beni selamladı ve üzerini değiştirmek için odasına gitti.

Keşke ona beklemesini söyleseydim çünkü bir sebepten elim, aynayı örten perdenin üzerinde öylece havada kaldı. Bugünü hiçbir şey mahvedemezdi. Dün gece gördüğüm rüyanın üzerine bile düşünmemiştim sabahtan beri sırf moralim bozulmasın diye. Bu yüzden kapıyı geri açtım ve birilerine seslenebilmek için koridora çıktım. Çıkar çıkmaz, gözlerim odasından çıkan Görkem'le kesişti.

Lacivert gömleğiyle bana uyum sağlamıştı. Saçlarının arasından geçirdiği eliyle onları düzeltmeye çalışırken beni gördüğünde nefesi hızlandı. Bunu aramızdaki mesafeye rağmen hissedebildim. Muhtemelen o da kalbimi nasıl attırdığının farkındaydı. Gözlerini acele etmeden, yavaşça üzerimde gezdirdiğinde dejavu hissiyle sarmalandım. Aklıma dolan anılar beni gülümsetti.

"Yanımda durabilir misin?" diye sordum banyoyu işaret ederek. "Makyaj yapacağım da."

Hiçbir şey söylemeden bana doğru yürüdü, her adımında kalbimin daha da hızlandığını hissettim. Bana yaklaştıkça heyecanım her bir hücreme yayılıyordu. Sıktığı parfümün kokusu burnuma doldu. Önce benim içeri geçmemi bekledi, ardından o yanıma geldi. Beğeni doku bakışlarını üzerimden bir an olsun çekmiyordu.

"Bir şey söyle."

"Nutkum tutuldu," dedi. "Beni büyülüyorsun."

"Teşekkür ederim. Sen bir de beni üzerimde forma varken gör. Holigan yanımla daha tanışmadın, nutkun edeceğim küfürlere daha çok tutulacak."

"Her haline tamamım," diye fısıldadı açıkta kalan dikiş izimin üzerine bir öpücük bırakmadan önce. "Benimle elit bir restoranda yemek yiyecek bu güzel hanımefendinin aynı günün akşamı bağıra çağıra stadda beste söyleyecek bir taraftar olmasına da bayılıyorum. Sürprizlerle dolu birisin."

"Ve seninim."

Gülümsedi. "Ve benimsin."

Küçük bir adım atıp benim az önce açamadığım perdeyi çekti aynanın kenarına fakat kendi yansımasına bakmadığını fark ettim. Çenesinden boynuna doğru inen o iz yüzünden aynalardan nefret ettiğini söylediği anı hatırladım. Bu içime bir bıçak gibi battı makyajımı yaparken. Yanımda durdu ve tüm bu süre boyunca sadece beni izledi. İşimi bitirdiğimde geriye doğru bir adım attım, o da bana doğru bir adım attı ve sırtım göğsüne yaslandı.

"Bize bak," dedim gözlerim aynanın üzerindeki yansımamızdayken. "Nasıl da sana göreyim."

Gözlerini yavaşça aynaya çevirdi. Ona daha fazla yaslandığımda bir eli belime sarıldı. Beni asla bırakmayacağını bana söylemek ister gibi belime sardığı kolunun üzerine ellerimi koyup kolunu boynumun hizasına çıkarmasını sağladım. Kolu bu şekilde kıvrıkken pazuları daha da belirgin hale geldi. Başımı geniş kolunun üzerine yatırdım ve aynaya bakmaya devam ettim. Gülümsemesi büyürken "Evet," dedi ve açılan boynuma bir öpücük bıraktı. Dudaklarının benden uzak kalamayışını seviyordum. "Tam bana göresin. Bir tek bana göresin."

Elimi uzatıp çenesine dokunduğumda gözlerini kapattı. "Görkem," dedim. "Telefonun yanında mı? Fotoğrafımızı çekmek istiyorum."

"Aynadan mı?" dedi şaşkınlıkla.

"Aynadan," dedim hevesle.

Bir şeylerin düzelebileceğine inandım. Bir şeyleri düzeltmek istedim. Onunlayken her şey mümkün geliyordu. Olmaz sandıklarım belki de olurdu. O yanımdayken aşardım. Onunlayken her şeyle savaşmaya gücüm yeterdi. İmkansız diye bir şey yoktu, ona karşı duyduğum sonsuz aşk vardı ve belki de zamanla gerçekten her şey geride kalırdı.

"Emin misin?" diye sordu telefonunu cebinden çıkartmak için beni bıraktığında.

"Bunu duvar kağıdım yapacağım."

Bir çocuk gibi heveslendiğimi gördüğünde telefonunu avucuma emir almış gibi bıraktı. "Bir aynayı duvar kağıdın mı yapacaksın?" dedi hâlâ hayreti taşıyan sesiyle.

"Bizi yapacağım." Kamerasını açtım. "Aynadaki aksimizi."

İkimiz de sevmiyorduk aynaları ama birbirimizi çok seviyorduk. İkimizin de taşımaktan hiç hoşlanmadığı kalıcı izleri vardı bedeninde fakat benim nefret ettiğimi o seviyor, onun nefret ettiklerini ben seviyordum. Biz birlikte tamamlanıyorduk ve bu dünyanın en güzel hissiydi.

Gülümsedi. "İyileşiyorsun."

Gülümsedim. "İyileşeceğim."

Sesimde büyük bir inanç vardı. Az önceki gibi sarılıp beni kendine çekti ve ben de telefonu kaldırıp önümde tuttum. Bu benim şimdiye dek çektiğim en anlamlı fotoğraflardan biriydi.

"Çok güzel oldu."

"Güzel olan sensin." Banyodan çıkarken kurduğu bir cümleydi bu. "Her şeyi güzelleştiriyorsun. Hayatım bunların başında geliyor. Hayatım güzel çünkü sen güzelsin."

"Dilerim bu annenin öğrettiği bir şiir falan değildir."

Bir kahkaha attığında holde yan yana dikiliyorduk. "Değil," dedi. "Ama içim sana hep şair."

Ben utangaç bir tebessümle ayakkabılarımı giyerken o "Çocuklar," diye seslendi. "Biz çıkıyoruz."

Kaya'yla Can salondan ve Arda da kendi odasından çıkıp hole vardığında üçünün de gözleri ikimizin üstünde gezindi ve hepsi aynı şekilde gülümsemeye başladı. O kadar huzurlu hissediyordum ki garip bir hisle doldum. Sanki her şey birden kötüye gitmeye başlayacak gibiydi. Hızlıca bu ihtimali aklımdan çıkardım ve bugünün güzel bir gün olacağını tekrarladım içimden.

"Çabuk ne kadar güzel olduğumu abartın," dedim diğerlerine bakıp.

"Dünyanın sekizinci harikası."

"Kör etti beni yaydığın ışık."

"Az önce bir ses duydum, meğer evimize bir melek düştüğü içinmiş."

"Asaletin sözlük karşılığı mısın be kadın?"

Can ve Arda'nın arka arkaya dizdiği övgülerin arasında Kaya "Güzelsin," dedi sadece.

Hepimiz gülüşmeye başladık.

"Fotoğraf çekilelim mi?" diye sordum onlara dönüp aynı hevesle. Bugünün her saniyesini kaydetme isteği duyuyordum.

"Kız ıslak sıçan gibiyim," dedi Arda. "Bu halimle yanına yakışmam ki hiç."

"Umurunda değil ki onun," dedi Kaya. "Kendi güzel çıksa yeter."

"Tabii ki," diye onayladım. "Ve bu sırrı ifşa ettiğin için fotoğrafımızı sen çekeceksin, mecbur."

"Hadi ya."

Bana ukala ukala baktığında somurtarak Görkem'in telefonunu onun avucunun içine bırakıp "Küserim sana," dedim tehdit eder gibi.

"Ben de bugün odana asman için bana attığın fotoğrafları çıkaracaktım," dedi. "Sen bilirsin."

"Tamam barıştık." Kaya gülümsediğinde gözlerinin kenarları bile kırıştı. "Bu çekindiğimizi de sana atarım. Hadi çek bizi."

"Bu kadar süslenmişsin akşam da tribün yapmaya mı gideceksin?" diye sordu Can, gülümseyerek. "Yatağının üzerine formanı bile sermişsin."

"Aa," dedi Görkem. "Ben de hazırladım giyeceklerimi vakit kaybetmeyeyim diye."

"Ruh eşleri sizi," diye takıldı Arda. "13 numarayı mı giyeceksin?"

"Tabii ki. Mete bana her yeni sezonda forma hediye ederdi. Atiba'nın forması ilk hediyesiydi." Merakla Görkem'e baktım. "Sende kimin forması var?"

"Mario Gomez."

"33 numara," dedim. "Tek sayı sevmediğini sanıyordum."

"Abim almıştı bana da, o sene ligde maç kaçırmıyordum."

"Çektim," dedi Kaya. Şaşkın şaşkın ona baktığımda neyi garipsediğimi anlayamamış gibi omuz silkti. "Sohbetinizin bitmesini mi bekleyecektim bir de? Çektim işte fotoğraf."

Kaşlarımı çattığımda mesajı almıştı. "İyi. Yaklaşın birbirinize." Can'ın üzerinde baskısı eskimiş beyaz bir tişört, altında da siyah bir eşofman vardı. Arda'nın ıslak kıvırcık tutamları alnına saçma sapan bir şekilde dağıldıklarından komik görünüyorlardı. Kaya, kolsuz siyah salaş bir tişörtün içindeydi. Onların ev hallerinin aksine Görkem üzerine cuk oturan lacivert gömleğiyle aralarında bir plaza erkeği gibi kalıyordu ve ben, üzerimdeki elbiseyle şıkır şıkırdım.

Can kadraja girmek için bana doğru yaklaştı. Arda, beni kapatmamak için önümde eğildi ve ben de engel olamadığım bir dürtüyle elimi saçlarının arasına koydum. Görkem, başını benimkine yanaştırıp bir kolunu belime sardı. Kaya birkaç adım önümüzde telefonu uzun koluyla havaya kaldırmış, bizi geniş bir açıdan kadraja almıştı. "Peynir deyin," dedi somurtarak.

Hepimiz sanki sözleşmişiz gibi bir anda "Böreeek," dediğimizde Kaya gülmeye başlamış ve tuşa basmıştı.

Omzunun üzerinden bana döndü. "Oldu mu?"

"Oldu," dedim ellerimi çırparak. "Teşekkür ederim. Görüşürüz."

"Görüşürüz."

Buna gerek olmadığı halde bizi kapıdan geçirdiler. Arabaya binmeden önce dönüp onlara baktım. Hepsi el salladıklarında daha fazla gülümsedim ve ben de aynı şekilde karşılık verdim. Yolcu koltuğuna geçip kemerimi takarken "Onları çok seviyorum," derken buldum kendimi.

Kendi kapısını kapatıp bana baktı, gözlerimdeki ışık onu gülümsetirken "Biliyor musun," dedi sır verir gibi. "Ben de öyle."

"Can'a bu aralar biraz fazla yüklendiğini düşünüyorum." Duymayı beklediği bu değildi, bunu konuşmak istiyor gibi de görünmüyordu. Ben de zaten uzatmayacaktım. "Benim için onunla bir kez oturup konuşur musun?" diye sordum sadece. "İkinizin konuşması gereken şeyler varmış gibi hissediyorum."

"Konuşurum." Ne istersem onu yapacağını söylerken ciddiydi. Kontrolün bende olduğunu söylerken de öyleydi. Öylece kabullenmişti ortaya attığım fikri. "Şimdi düşünme bunları."

"Şarkı açabilir miyim?"

"Ne istersen yapabilirsin sevgilim."

Playlistimi gezerken modumuzu yükseltecek bir şeyler bulma niyetindeydim. Sonra kıyıda köşede kalmış, uzun zamandır dinlemediğim Fransızca bir şarkıya denk geldim. Heyecanla üzerine bastığımda melodisini tanımıştı Görkem. Hiç duymamış olamazdı, Je Veux oldukça popülerdi bir zamanlar.

Zaz, şarkıyı söylemeye başladığında kendimi sözlere eşlik ederken buldum. Camı sonuna kadar açtım, rüzgârın yüzüme vurmasına izin verdim ve onun yan profiline baktım. Sesim bile gülümsüyordu.

Bir anlığına gözlerini yoldan ayırıp bana döndü. Omuzlarımı ritme göre kıpırdatıp yerimde oynadım. Sözlere eşlik ediyor, arada ona bakıyor ve kendi kendime oynamaya devam ediyordum. Omzumu bilerek onun omzuna çarptırdım, kendimi ritme kaptırdım ve ilk başta çekingen çıkan sesimi yükseltip her zaman çok sevdiğim şarkıyı onun yanında içimden geldiği gibi söyledim.

"Her konuda nasıl böyle yetenekli olabilirsin?" diye sordu beni gülümseyerek izlerken. Yola artık ara sıra, zar zor bakıyordu çünkü benden gözlerini ayırmak istemiyordu.

"Je veux de l'amour, de la joie, de la bonne humeur
Ce n'est pas votre argent qui fera mon bonheur
Moi je veux crever la main sur le cœur
Allons ensemble, découvrir ma liberté
Oubliez donc tous vos clichés
Bienvenue dans ma réalité."

Nakaratın üçüncü cümlesi, şarkının beni en etkileyen yeri olmuştu hep. Kalbimin üzerinde duran bir elle ölmek istiyorum gibi bir anlama geliyordu.

Bakışlarının üzerimde yoğunlaştığını hissettim. Neşe saçan halime pek alışkın sayılmazdı, bu yüzden iyiden iyiye kafayı yemek üzereymiş gibi görünüyordu. "Hay sikeyim ya, telefonumu uzatabilir misin bana?" İstediğini yaptığımda bir eliyle direksiyonu tutarken diğer eliyle birkaç tuşa basıp telefonunu kulağına bastırdı. Şarkının sesini kıstım, bundan memnun olmuşa benzemiyordu. "Alo," dedi. "Eylül, bu gece için sizin otellerden birinde oda ayarlayabilir misin? Aynen, tamam. Harikasın, sağ ol."

Attığım kahkaha ona pek iyi gelmişe benzemiyordu. "Sus," dedi sabrının sınırındaymış gibi. "Ben de insanım be kızım. O elbiseyi gördüğüm andan beri üzerinden çıkartmak istemiyormuşum gibi yan koltuğumda şarkı söyleyip dans ederken seni izlemekle uğraşıyorum bir de. Sağa çekmemek için zor duruyorum yemin ederim."

Onu zorlamak hoşuma gidiyordu ve bunu gizleme gibi bir çabam da yoktu. "Ne istersem yapabileceğimi söylemiştin."

"Aklımı Türkçe almayı bıraktın da Fransızcası kaldı."

Her bir cümlesinde daha çok gülüyordum. "Bunu İspanyolca da yapabilirim," dedim. "Almanca ve İngilizce de. Hatta biraz zorlarsam İtalyanca bile yapabilirim."

"Hiç konuşmadan da yapabilirsin, dün gece yapmıştın," dediğinde karnımda bir kasılma boy gösterdi. "Canıma kastın var senin."

Direksiyonu bir eliyle çevirirken diğerini bacağımın üzerine yerleştirdi. Elimi onunkinin üzerine koyup parmaklarının üst kısmıyla oynamaya başladığımda onu düşürdüğüm durumdan da bu halimizden de fazlasıyla keyif alıyordum. Bir ara sokaktan sola doğru dönerek caddeye çıktığımızda eli biraz daha yukarıya ilerlemiş, elbisemin eteğini de hafifçe sıyırmıştı beraberinde. Bacağımı tutup sıktı. Onu izlerken "Bana araba kullanmayı öğretecektin," dedim. "Unutmadın değil mi?"

"Hiçbir şeye fırsatımız olmuyor ki." Elinde olsaydı her günümü bugünkü gibi geçirmemi sağlardı, bunu biliyordum fakat şart değildi. Bu küçük anlarımız bana yeterdi. Onunla geçirdiğim bir saniyenin bile benim için bir ömre bedel olduğunun farkında değildi. "Başka bir gün de onun için uygun bir yere gideriz, olur mu?"

Başımı aşağı yukarı salladım ve onu delirtmek için bütün yol boyunca farklı dillerde şarkılar açıp onlara eşlik ettim. Kafamdan daha karışık olan listemde o arabayı park edecek bir sokak bulurken Sezen Aksu, Güvercin çalmaya başladı. Şarkıyı tanır tanımaz müziği durdurdum. Telaşlı hareketlerim dikkatinden kaçmamıştı.

Bu şarkı bana Mete'nin yokluğundan kalan ağır bir mirastı. Evde tek başıma geçirdiğim iki haftanın nasıl aklımı kaçırmamama sebep olduğunu hatırlamıyordum. Hafızam bazı detayları siliyordu fakat "Bir daha açar mı karanfil korkusuz, bir daha uçar mı güvercin şehirde?" , "Gitti, cancağızım gitti," , "Sen de çekip gitme, dayan be umudum. Dön gel, dön gel," gibi canımdan can götüren mısraları içeren bu şarkıda ağlaya ağlaya kendimi kaybettiğim anlar dün gibi aklımdaydı.

Moralimi bozmayacaktım.

Görkem, bana beklememi söyleyip arabadan indiğinde ön taraftan dolaştı ve kibarca uzanıp kapımı benim için açtığında gülmeye başladım. "Bunu hangi filmden öğrendin?" diye sorduğumda "Bahar'dan taktik aldım," dedi. Koluna girip ona yanaştım. Onun yaktığı ateşle kalbimde kaynayan aşk sanki bugün bir başka yoğundu.

Yan yana ilerledik restorana kadar. Bizim için rezerve ettirdiği masanın 13 numara olmasına şaşırmadım. Siparişlerimizi alan garson, bize ne kadar yakıştığımızı söylemeyi de ihmal etmedi. Şimdiden o kadar çok gülümsemiştim ki yanak kaslarım ağrıyordu.

Görkem bana baktı, ben ona baktım. "İçeride kaç kişi var?" dediğimde gülmeye başladı.

"Bizimle birlikte yirmi dokuz," dedi ve misilleme yapmak ister gibi, "Kapının girişinde tek başına oturan adamın gömleği ne renk?" diye sordu.

"Açık mavi." Güldüm. "Pantolonu siyah, ayakkabıları rugan ve çorapları koyu gri. Gömleğinin üçüncü düğmesi diğerlerinden bir tık daha küçük, kopan düğmenin yerine farklı bir düğme dikmiş."

"Biz," dedi. "Her zaman biziz işte."

"Bunu seviyorum." Uzanıp masanın üzerindeki elimi tuttuğunda siparişlerimizi alan garson tabaklarımızı önümüze bıraktı. Görkem bana et yemek istediğini söylemiş, menüdeki onun tabiriyle antin kuntin yemek isimlerinin arasından seçim yapan ben olmuştum. Garson uzaklaştığında "Biz olmayı," dedim. "Tanıştığımız gün benimle birlikte yoldan geçen adamın ayakkabısının altına yapışan sakızın rengini aradığında kendim gibi bir deliyi bulduğumu anlamıştım."

Başa dönmek, ilk anımızı düşünmek onun da gözlerini aydınlattı. "Senin hakkında bazı tuhaf düşüncelerim olmuştu o gün açıkçası." Kaşlarımı kaldırarak ona yiyorsa söyle bakışı attığımda mesajı almıştı. "Aramızda böyle şeyler olacağını elbette bilemezdim ama sende bir şeyler olduğunu 13 Şubat'tan beri biliyorum ben Yağmur."

"Böyle şeyler ne be?" dedim ters ters. "O aşamaları geçtin sanıyordum."

"Çok uzun sürdü, değil mi?" Ben bıçağımla önümdeki bifteğin bir kısmını keserken o ellerini birbirine kenetledi. "Seni çok beklettim."

"Beni üç seneye yakın bir süre boyunca beklediğin için affedebileceğim bir konu bu."

"Ama çok garipti," dedi. "Sen eve geldikten sonra yaşadıklarım. Konuştuğun zaman bazen ne kadar güzel olduğunu düşünmekten ne dediğini dinleyemiyordum. O kadar çok düşündüm ki seni yerli yersiz anlarda, bir süre sonra bunun da bir çeşit takıntım olduğunu sandım."

"Kaan'la kahve içtiğim gün, dışarıda bekliyordun ya hani." Çatalını ağzına götürdükten sonra hatırladığını belli etmek ister gibi başını salladı. "O gün arabada onu kıskandırmak için bana yaklaştığında beni öpmek istemiş miydin? Bayağıdır merak ediyorum bunu."

"O an yakınlığımdan rahatsız olup olmadığını düşünüyordum, dudaklarına o mesafeden bakmak beni huzursuz etmişti. Huzursuzluk diyorum adına çünkü ben çok uzun bir süre seninle ilgili hislerimin tümüne kılıflar uydurdum. Seni başından beri ne kadar çok istediğimi çok sonradan anladım."

"Ne oluyor bana diye kafayı yiyordun, değil mi?"

"Koluma zarar verdiğim gün bana sarılmıştın odamdayken. İşte o gün, seni deli gibi öpmek istemiştim. Gidip abime daha önce hiç yapmadığım bir şeyi nasıl bu kadar isteyebilirim ki diye sormuştum hatta. Küçük çocuklar her şeyi büyüklerine sorarlar ya anlamak için, aynı öyleydim. Ben birini öpmenin nasıl hissettireceğini hayatım boyunca hiç merak etmemiştim ama sonra gece gündüz seni öpmenin nasıl hissettireceğini düşünürken buldum kendimi."

Kalbim yeniden hızla çarpmaya başladı. Bugün bu arsız hiç durdurak bilmiyordu. Karşımdaki adamın içine çektiği derin bir nefes bile onu hızlandırmaya yetiyordu.

"Sen olmasaydın aşkın ne demek olduğunu bilmeyen bir adam olarak ölecektim."

"Sabahattin Ali izin verirse sevgilim Görkem'le randevuma devam etmek isterim," dediğimde attığı kahkaha, yan masadaki yaşlı çiftin bakışlarının bize dönmesine sebep oldu. Boynu incilerle süslü, ekru rengi saten fırfırlı bir gömlek giyen, saçı permalı kadın bana gülümseyerek baktı. Ben de ona gülümsedim ve yeniden Görkem'e çevirdim bakışlarımı.

"Tesadüf seni önüme çıkarmasaydı, gene aynı şekilde, fakat her şeyden habersiz, yaşayıp gidecektim." Kürk Mantolu Madonna'dan alıntı yapıyordu. "Sen bana, dünyada başka türlü bir hayatın da mevcut olduğunu, benim bir de ruhum bulunduğunu öğrettin."

Birkaç saniyeliğine gözü masanın köşesine saplı kaldı, ardından bakışları bana tutundu. "Abim bu kitabı çok severdi," dedi. "Bige ablanın peşinde deli divane olduğu dönemler... Merak ettim, izin istedim, aldım okudum. Annemin şaşırdığını hatırlıyorum beni o kitabı okurken gördüğünde. Şaşırmakta haklıydı çünkü abimin altını çizdiği yerler, o zamanlar benim için hiçbir anlam ifade etmiyordu 13. Nesini bu kadar sevdiğini anlayamamıştım. Geçen gün onun evine gittiğimde gördüm rafında. Elime aldım, altını çizdiği yerlere şöyle bir göz gezdirdim. Artık neden o kadar çok sevdiğini anlıyorum. İnsan, kalbine aşkın uğradığı gün büyüyormuş meğer."

Benim için şarkılar dinlerken bulmuştu kendini. Zamanında anlamadığı kitabın alıntılarını benimle anlamaya başlamıştı. Görkem ilk öpücüğünü bana vermiş, aşkı benimle öğrenmiş ve bunu yaparken bana da gerçek aşkın neye benzediğini öğretmişti. Ona duyduğum bu hisler, hayatıma giren diğer insanlarla hiçbir kıyas kabul etmeyecek türdendi.

"İlk zamanlarımızda bir gün senden bunları duyacağımı bana söyleseler çok gülerdim," dedim. Bu kez ben onun eline uzanıp parmaklarımı parmaklarına doladım. "Beni kurtardın." Elini daha sıkı tuttum. "Benim için çabaladın, sevgilim. Zor oldu, ikimiz de birbirimizi üzdük bazen, bir sürü de engel vardı önümüzde ama bak buradayız işte. Dört beş ay önceki Asya'ya Mete olmadan yaşayabileceğini söyleseler ona da inanmazdı ama Mete, beni sana emanet edip ikinci bir şansım olsun istemiş. Şansım sensin. Senin için yaşamamı istediğin günden beri bunu yapıyorum ben. O gün 13 numaranın kapısını sana açtığımda aslında kendim için yeni bir yolun kapısını aralamışım. Beni içine kattığın dünyanda aileni de ailem yaptın. Neyim eksikse hepsini tamamladın. Ne kadar teşekkür etsem az kalır sana."

İkimiz de bir süre sustuk. Aynı film şeridi geçip gitti gözlerimizin önünden. Zorlukları gördük, saçmalıkları, en uç noktaları, aslında ne kadar farklı olduğumuzu ama birbirimizi tamamlamanın yolunu bir şekilde bulduğumuzu. Birlikte birkaç yıl geçirmemiştik fakat büyümüştük, bu doğruydu. Herkesin bahsettiği değişim, söyledikleri gibi ikimizi de vurmuştu fakat her şeye rağmen mutluyduk. Önemli olan da buydu.

Ben onun okyanuslarında boğulmayı sürdürürken o elini elimden çekip cebine doğru götürdü. "Sana bir şey aldım," dedi. Merakla beklediğim sırada bugün bilmem kaçıncı defa kocaman gülümsüyordum. "Pek büyük bir şey değil aslında ama biliyorsun, metafor yapmayı severim."

Cebinden ne çıkarmasını beklediğimi bilmiyordum ama iki parça kırmızı ip çıkarmasını beklemediğim kesindi.

Sol eliyle sol elime uzandığında lacivert ipin üzerine dokundu.

"Daha önce bir düğüm attım bileğine. Analizcilere kattım seni, bu ailemdensin demenin başka bir yoluydu benim için. Necip Amir benim bağlamamı istedi, ben de bağladım. Tüm sorumluluğunu üzerime aldım, sen o gün benim meselem oldun. Bu, içinde bulunduğumuz işin bir getirisiydi. Lacivert ip ailem, Analizciler."

Şimdi konunun gittiği yer anlam kazanıyordu. Göğüs kafesimde depremler yaratan sesiyle devam etti konuşmaya ben ona hayran hayran bakarken.

"Kırmızı ip, sen ol istedim." Utangaç bir gülümseme çekiştirdi dudaklarını. "Biz olalım, sadece ikimiz. Bir düğüm daha atayım. Analizcilere bağlılığımın kanıtı lacivertse, sana olan bağlılığımın kanıtı kırmızı olsun."

"Görkem..."

"Sana varacağım liman belli benim dediğim zamanı hatırlıyor musun?"

Kelimesi kelimesine ezberimdeydi. "Bitti mi savaşların?"

"Bitti Yağmur. Bitti savaşlarım. Hepsini kazanamadım belki, belki yarım kalanlar oldu ama ben senin için sağ kaldım. Direneceğim kadar direndim her şeye, şimdi tek isteğim sana teslim olmak."

"Önüme mücevherler de dizsen hiçbiri şu kırmızı ip kadar etmezdi biliyor musun?" diye sordum dolan gözlerimle. "Çok hoşuma gitti bu. Lacivert senin için aile demek, benim için mavinin her tonu sen demeksin. Kırmızı da birçok açıdan kendimle bağdaştırdığım bir renktir. Nabzımın üzerinde bizi taşıma fikrini çok sevdim."

Bileğimi kendine doğru çekip nabzımın üzerine bir öpücük bıraktığında ipi tutan parmaklarında küçük bir titreme oldu. Bu bana lacivert ipi bağladığı anı anımsattı. Kırmızıyı bileğime dikkatle dolamasını izledim.

"Bu bana verebileceğin en anlamlı hediyeydi," dedim o bir düğüm atmak için ipin iki ucunu bir araya getirirken. Attığı ilk düğüm, beni onların hayatına bağlamıştı ve şimdi atacağı düğüm de bizim birbirimize verdiğimiz bir sözdü aslında.

"Bir sonraki sefere dizlerimin üzerinde olacağım." Nefesim kesildi, dizlerim titredi, o ise gözlerini gözlerimin içine dikti. "Sen kabul et ya da etme, ne kadar ciddi olduğumu gör diye. İnsanların gözündeki izlenimimin, senin duyduğun şüphelerin ve bunların sebeplerinin farkındayım ama ben eminim. Seninle bir ömür geçirmek istediğime eminim. İşte bu yüzden, bir sonraki sefere elimde bir yüzük olacak."

Bileğime düğümü attığında kalbimin üzerine de adını kazıdığını bilmiyordu. Şaşkındım, ondan böyle net cümleler duymak hâlâ tuhaf hissettiriyordu fakat yakın bir zaman sonra bunu eyleme dökeceğini öğrenmek tarif edemeyeceğim bir şeydi.

Diğer ip parçasını işaret ve baş parmağımın arasına sıkıştırıp elinden aldıktan sonra onun bileğine sardım. Benden bir şeyler söylememi bekliyordu. "Biliyor musun?" dedim. "Bir Çin efsanesine göre tanrılar birbirinin kısmeti olan kişilerin ayak bileklerini kırmızı bir iplikle bağlarmış, kişi eninde sonunda kısmetini bulur ve bu kırmızı iplikle bağlı olduğu kişiyle evlenirmiş."

"Japonların da serçe parmak olayı varmış, okumuştum."

Yani oturup araştırmıştı. Kırmızı ipi seçerken onun neyi ifade ettiğini biliyordu, tıpkı ne istediğini de bildiği gibi.

Titreyen ellerimle sağlam bir düğüm attım bileğine.

Ona bir cevap vermemiştim ama aslında ona bir cevap vermiştim.

Bu evet demekti.

"Bir süredir nabzını yokluyordum," dedi. "Evlilik işine pek sıcak bakmıyor gibiydin, fikirlerini değiştirebilir miyim diye görmek istedim. Arada şakayla karışık yollar denedim, beklemediğin anlarda mevzuyu buralara getirip tepkilerini ölçtüm."

"Bana deney faresi muamelesi mi yaptın?"

İki eliyle kendini göstererek "Malzeme bu yavrum," dediğinde gözüme fazla etkileyici geldiğini çaktırmamaya çalıştım. "Ben buyum. Böyle şeyler yaparım."

"Bir sonuca varabildin mi bari?"

"Aslında birden çok sonuca vardım," dedi. "Bunların ilki, konunun benimle ilgisi olmadığıydı." Kaşlarımı kaldırdım. "Sen benimle bir hayat geçirecek olma fikrinden korkmuyorsun, zaten şu anda da bunu yapıyoruz. Senin korktuğun şey bağlanmak, Yağmur. Bir evet diyecek olmak, birkaç imza atmaktan ibaret değil nikah senin için. Aile kavramına aynı şekilde bakmıyoruz biz ve evlendiğimizde ben resmi olarak ailen olacağım senin."

"Ne demek istiyorsun yani?"

"Şahit olduğun aile bağları anladığım kadarıyla kopuk kopukmuş. Annen ve baban belki de birlikte çok mutludurlar ama sen uzaktaydın, evliliklerine uzak kaldın. Bu yüzden mutlu bir yuva denildiğinde aklında bir şeyler canlandırmakta zorlanıyorsun. Böyle konuşarak seni kırıyor muyum? Sadece sorduğun için anlatıyorum, istersen bu konuyu kapatabilirim."

"Hayır," dedim hızlıca. Çünkü söyledikleri, üzerine oturup düşündüğüm şeyler değildi fakat kulağıma haklı gibi geliyordu. Bu açıdan bakmamıştım. O ve ben, bu konuda farklı pencerelere sahiptik fakat buna rağmen beni bir kitap gibi okumuştu. "Devam etmeni istiyorum, varacağın yeri merak ettim."

"Ben aşkın nasıl hissettirdiğini bilmiyordum ama neye benzediğini görerek büyüdüm. Babamın anneme duyduğu o eşsiz sevgiye tanık oldum küçükken, biraz büyüdüm abim Bige ablaya vuruldu. Derken onlar da evlendiler, yuvalarındaki huzura şahit oldum." Kötü hissetmemden korkar gibi elimi tutup baş parmağıyla okşadı. "Yağmur," dedi bütün içtenliğiyle. "O yuvanın hayalini bir tek seninle kurabildim ben. Babam ve abim hayatım boyunca örnek aldığım insanlardı benim ama sahip olduğumuz şeyleri kıyasladığımızda ben hep eksik kalırdım. Eksiğim sendin. Hiçbir şey için seni zorlamıyorum ama diyorum ki, olacaksa seninle olur. Yani ya sen ya hiç, kendimi ifade edebildim mi?"

"Öyle güzel ettin ki buna şaşırdım."

İkimiz binlerce şey hakkında konuşmuştuk birlikte şimdiye dek, şimdiyse benimle sahip olmak istediği gelecek hakkında konuşuyorduk. Aşkın heyecanına kapılıp yüreğimin götürdüğü yere giderken hangi konumda olduğumuzu pek önemsememiştim. Söylediği gibi, evlilik kavramının ondaki yeri ve bendeki yeri bir değildi. Ben zaten aynı evde yaşadığımız ve birbirimizi sevdiğimiz için bununla yetinebilecek biriydim. O fazlasını istediğini söylemeseydi muhtemelen konuyu buralara çekmezdim. İşlerin ciddileştiğini fark ettiğim bir andaydık ve bu beni korkutmak yerine yalnızca heyecanlandırıyordu.

"Peki..." Onu kırmaktan korktuğum için çekingen çıktı sesim. "Korkmuyor musun?" Daha açık olmamı istediğini bakışlarıyla belli etti. "Sonumuzun abinler gibi olmasından," dediğimde çabama rağmen ikimiz de derinlerde bir yerden kırıldık sanki. Çünkü biliyorduk, biz bazen onlara çok fazla benziyorduk. "Evet, güzel evliliklere şahit olmuşsun. Ki ben de oldum, annemin ve babamın ilişkisi imrenilecek türdendir ama mesela Bige ablanın ve Egemen abinin birbirini mahvedişlerini de gördün sen. Sadece olumlu yönlere odaklanacak biri de değilsin, bu ihtimali düşünmüş olmalısın."

"İhtimalleri düşünüp durduğum doğru ama hiçbirinin sonu ayrılığımıza gidemedi, çünkü her hayalim kaç çocuğumuz olacağını düşünmekle bitti sevgilim."

Gözlerimi kırpıştırıp söylediklerini sindirmeye çalışırken elini ateşe değmiş gibi elimin üzerinden çekti ve daha dik bir şekilde oturdu karşımda. Oturuşunu düzeltmesi, hissettiği rahatsızlıktan kaynaklanıyordu. "İleri gidiyorum," dedi. Onu rahatsız eden, benim rahatsız olduğumu düşünmesiydi. "Seni zorluyorum gibi hissediyorum, yemin ederim amacım bu değil. Sadece net olduğumu bilmeni istemiştim."

"Aşkım," dedim. "Sen neden kendini bana kanıtlamaya çalışıyorsun ki?"

"Öyle mi yapıyorum?"

"Seni seviyorum." Bütün kalbimi koydum bu iki kelimeye. "Saçma sapan takıntılarını, on sene sonrası için bile planlar yapıyor olmanı, her şeyi en ince detayına kadar düşünmeni, sabah uyandığında ilk yaptığın şeyin saate bakmak oluşunu, çok tatlı gelmesine rağmen takıntın yüzünden çayına iki şeker atışını, ayakkabılarını çıkardığın zaman ikisini birbirine değecek şekilde yan yana bırakmanı, televizyonun ses seviyesini çaktırmadan çift sayıya ayarlayışını, gülümsediğinde gözlerinin kenarında oluşan kırışıklıkları, saçlarımı arka arkaya öpmeye başladığında on üçe tamamlayana kadar durmayışını, oturduğumuzdan beri ara ara gözlerinin sağımızdaki duvarda asılı olan yamuk çerçeveye kayışını... Hepsini seviyorum. Seninle ilgili her şeyi seviyorum."

Gözlerine ulaşan aydınlık güneşten sıcak, aydan parlaktı. Hazırlıksız yakalanmıştı arka arkaya dizdiklerime. Dile getirmiyorum diye bilmediğimi sandığı şeylerin sayısı çok fazlaydı. Halbuki ben onun her bir hareketini tüm dikkatimi vererek izliyordum. Hayatımda ondan daha çok bakılmaya değer bir şey yoktu.

"Böyleysen böylesindir," dedim. "Geleceğinde bana ayırdığın kocaman alana tanık olmak yalnızca sana daha çok bağlanmamı sağlar. Yaptığın planlarla beni korkutmuyorsun, üzerimde baskı da oluşturmuyorsun. Biraz rahatlar mısın lütfen?"

"Beni böyle kabul ediyor musun?" Ben çok yüce bir varlıkmışım da o alt tabakadanmış gibi dile getirmişti bunu. "Ben gerçekten senin istediğin gibi biri miyim Yağmur? Dürüst olabilirsin, sana kırılmam."

"Peşinden kırk takla attım. Beni gör, beni sev diye yapmadığım şey kalmadı. Sence ben seni böyle kabul etmiyor olabilir miyim? İstediğim sendin, çabaladım, istediğimi aldım. Var mı başka sorun?"

"Çıkarımlarım doğru muydu?" Aklı almıyormuş gibi gülümsedi. "Senin gözlemlerinin hepsi doğruydu çünkü. Şu yamuk çerçeveyi kalkıp düzeltmemek için elimi dizime bastırıyorum geldiğimizden beri."

Gülmeye başladım. "Seninkiler de doğruydu. Birçoğunu fark etmemiştim aslında. Ayrıca benim gözlemlerim her zaman doğrudur. Yalnız şeyi merak ediyorum, çocuklarımızın isimlerini falan da düşündün mü?"

Onunla dalga geçmek için söylemiştim. Dudaklarını birbirine bastırarak bana bakınca şok içinde kaşlarımı havaya kaldırdım. "Eh," diye kem küm etti. "Sanırım her düşündüğümü şu aşamada sana anlatmasam da olur. Bu arada çocuklarımız demene bayıldım. Çocuğumuz demedin, sen de çoğul düşündün. Birden çoklar yani. Çocuklarımız... Bizim çocuklarımız."

"Görkem?"

Şaşkın nidam onun hevesle konuşmasının önüne geçemedi. "Çok istiyorum ulan," dedi iyice gaza gelip. "Oğlumuz olursa adını Mete koymak istersin diye düşündüm, gurur duyarım."

Bu kez hazırlıksız yakalanan bendim. Gözlerim birden nemlenip yanmaya başladı. Hiç böyle bir şeyi düşünmemiştim. Bu ihtimal, kalbimin kuruyan kısmında çiçekler açtırdı. Görkem öne attığı fikirle çorak topraklardan lale tarlası yapmayı vaat ediyordu ve biliyordum ki, o yapardı. En kuru araziyi yeşillendirmesini bilirdi. Bana yaptığı buydu. Ölmek isteyen birini hayaller kurmayı deneyen birine çevirmişti. O, her şeyi mümkün kılabilirdi.

"İsterim." Sesim dalgalandı, yutkunarak toparlamayı denedim ve başka bir şey söylemedim ama beni anladı. Şakaya vurmak istedim. "Kızımız olursa peki? İki isim mi koyarız benimki gibi?"

Kaşlarının ortasında derin bir çukur oluştuğunda "Hayır," diye reddetti kesin bir şekilde. "Kızıma iki isim veremem. Düşünsene herifin biri kızımı tavlamak için ikinci ismini falan kullanıyor. Korkunç."

Attığım kahkaha daldığı alemden çıkıp gözlerini bana çevirmesine neden oldu. O gülmedi ama ben güldükçe daha dikkatli izledi beni. Benim bir gülüşüm yüzüne yansımasa bile onun bin gülüşü demekti.

"Ya ben iki isim koymak istersem?" diye sordum. "Ayrıca daha seninle birlikte bile değilken dayısına verdiğim bir söz var, oğlumun adını Cancan koymam gerek o yüzden. Mete Cancan çok da fena değil gibi."

Ortaya attığım abuk subuk fikre takılmadı bile. Bunun yerine "Can amcası oluyor lan," diye yükseldi.

"Ne alaka be? Egemen abi amcası olabilir ama bizim çocukları bölüşmek zorundayız."

"Hepsi amcası olacak Yağmur," diye diretti.

"Ee, oğlumuzun hiç dayısı olmayacak mı?"

"Barış var ya," dedi ve ben bu saçma sapan tartışmamızın ortasında sunduğu argüman karşısında ikna olup ciddi ciddi başımı sallarken buldum kendimi.

"Doğru."

"Kızımızın adı ne olur peki?" diye bir soru yöneltti bana. "Yani olursa. Bir çocuk sahibi olmak istersen ve sonra bir kızımız olursa."

"Ona bir isim düşünmedin mi?"

"Bebeğim, bir detayı atlıyorsun." Hangi detayı atladığımı öğrenmek için ona baktım. "Ben çocuklarımıza isim düşünmedim, çocuklarımıza senin ne isim vermek isteyeceğini düşündüm. Erkek netti, kız için kestiremedim."

"Mayıs," dedim birden. "Mayıs olabilir belki. Mayısları severim. Baharın sonudur ama yazın geleceğini müjdeler."

Bir tepki vermediğini fark edince gözlerimi yüzüne çıkarttım ve gülümsemesi gözlerimi kamaştırdı. "Sevdim," dedi. "Çok güzel." Bu anın yaşandığına inanamıyor gibiydi.

O ve ben oturmuş gelecekteki olması muhtemel çocuklarımızın isimlerini düşünüyorduk fakat ironik tarafı benim bir çocuk sahibi olmak istemediğimi birkaç gün önce dile getirmiş olmamdı. Nabzımı yoklarken aklıma girmiş olmalıydı. İstediğini yaptırmanın bir yolunu buluyordu. En azından katı fikirlerimi belli derece yumuşatmaya başladığını söyleyebilirdim.

"Pasaportun var mı?" Konuyu yüz seksen derece çevirmem yüzünden bir kafa karışıklığı yaşadı. Muhtemelen şu an kollarımda bir kız çocuğu hayal etmekle meşguldü. "Yurt dışına çıkarız belki birlikte, balayı için." Evet diyeceğime o kadar inanmıyordu ki bu onu daha da şaşırttı. "Yoksa Ege tarafları da olur," dedim. "Ben seninle tatile çıkmayı çok istiyorum gerçekten. Bir kere anlatmıştım ya hani. Sen, ben, bir tekne, sonsuz mavi. Ne bileyim, çok güzel olurdu."

"Ayarlarım," dedi emir almış gibi. "Ayarlarız. Bu yaz basar gideriz. Her şeyi halleder sonra da hak ettiğimiz tatile çıkarız."

"Annen nasıl biri?" diye sordum bu defa.

Konudan konuya geçişlerim ve telaşlı hallerim ona tatlı gelmiş olmalıydı. "Çabaları sonucunda babamı kendine deli divane etmiş biri."

Kurduğu cümlenin bana benziyor olması gözümden kaçmamıştı ama romantik değil, ciddi cevaplara ihtiyacım vardı. "Beni sevmezse?" diye sordum. "Baban beni kaçırmana yardım eder mi sence?"

"Eder," dedi hiç düşünmeden. İlk söyleyeceği şey annesinin beni seveceği olmalıydı. İçimdeki telaşe daha da büyüdü. Bir gün Görkem'in annesine kendimi sevdirmek için endişe duyacağımı hiç düşünmezdim. İnsanların hakkımda ne düşündüğüyle ilgilenmemeyi öğrenmemiştim ama sonuçta bu insan, Görkem'in annesiydi. "Yağmur, bırak endişelenen taraf ben olayım. Sen en azından senden kızım diye bahseden babamla tanıştın. Ben senin annenle babanı sadece televizyonda gördüm."

"Ay," diyerek gülmeye başladım. "Annemden hiç korkma. Ben onu şimdi arayıp yarın evleniyorum desem ilk soracağı şey gelinliğimin modeli olur. Nereden çıktı bu bile demez, biraz rahat biridir. Fazla rahat biridir."

"Peki Tufan Tunçbilek?"

"Ya ben anneni sordum konuyu niye babama çevirdin?"

"Baban hakkında neden detay vermedin?"

"Annen hakkında da sen vermedin."

"Sanırım bu ikimize de gerekli ipuçlarını verdi," dediğinde çaresizce bunu kabullendim.

Babam kararlarıma karışacak türden bir adam değildi ama Görkem'le tanıştığı zaman ona kök söktürebilecek bir adamdı. Her ne kadar şimdilerde pek öyle olduğumu hissetmesem de bir zamanlar onun en kıymetlisiydim. Bu yüzden Görkem'i iyice tanımak isterdi.

"Ee," dedi birden. "Ne zaman istiyorum seni?"

Cilveli bir gülüş yolladım ona. "Her an her saniye?"

"Kız öyle değil. Babandan babandan."

"Babam kendini bildi bileli fellik fellik dünyayı geziyor. Sence Türk örf ve adetlerine bağlı bir adam mıdır?"

"Değil midir? Nereden bileyim?"

"Nikahı Amsterdam'da kıymamızı teklif edebilir."

"Ne?" Dehşete düşmüştü. "O kadar paramız yok ki bizim."

"Valla orasını sen düşüneceksin." Omuzlarımı kaldırıp indirdim ve şımarık bir tavra büründüm. "Kız evi naz evi. Gönül eğlemeyi bilmen, elini taşın altına biraz koyabilmen gerek."

"O taşı sıkıp suyunu çıkarmasını biliriz Evelallah," dediğinde poz kesmeleri beni güldürdü. "Dönerci babam ve seyyah babanın dünür tanışmasını merakla beklemeye başladım bile."

"Neyse ki bunu düşünmene gerek yok çünkü evlenmiyoruz."

"Ne? Niye?"

"Daha teklif almadım."

"Evet diyeceğini düşünmemiştim," dedi ciddi bir ifadeyle. "Daha zamanı var gibi geldiği için bu işlere girişmedim. Kafam bazen az basıyor tamam ama ilk randevudan evlilik teklifi etmenin uygun olmayacağını biliyorum, o kadar da değil."

"Aferin." Bir anda kol saatini tutup kendime doğru çektim ve "Geç kalacağız," dedim telaşla. "Eve uğrayıp üstümüzü değiştirmemiz lazım."

"Sakin," dedi. "Hallederiz."

"Ama çok geç girersek maçın başını kaçırırız. Hiç olmaz. Kapıda sıra olursa? Sıra olursa ohoo... Ya sıra olur da geç kalırsak? Ya biz gidemeden gol olursa mesela? Ya yirminci saniyeden havalanırsa fileler? Geç kalmamalıyız."

"Galiba biraz heyecanlısın."

Benimle dalga geçiyor olduğunu anlayamadan "Çok," dedim hızlıca. "Ve burası sence de çok ağır kokmaya başlamadı mı?" diye sordum sonra. "Soğanlı bir yemek verdiler az önce soldaki masaya."

Yüzünü buruşturdu. "Ben de garson yanımdan geçerken aynı şeyi düşündüm," dedi. "Neyseki benim hatun biliyor bu işleri, güzel bir şeyler sipariş etti de doydu karnımız."

Kolunun üzerine şap diye vurdum. "Şımardın iyice."

Yaklaşık on saniye boyunca sadece güldü. Sonra sandalyesini hafifçe geriye doğru itti. "Hesabı ödeyip geleyim."

"Bana anahtarı ver de arabaya geçeyim," dedim. "Gerçekten burada midem bulandı."

Sorgusuz sualsiz anahtarı avucuma bıraktığında çıkışa doğru ilerlemeye başladım. Bu sırada üçüncü düğmesi diğerlerinden farklı olan mavi gömlekli adam kenarda telefonla konuşuyor, ekru fırfırlı saten gömlekli yaşlı kadın gülen gözlerle kocasını seyrediyor, bize çok yakıştığımızı söyleyen garsonun yüzü yeşile dönüyordu. Belli ki o da yemeğin kokusunu sevmemişti ve atlatmaya çalışıyordu.

Dışarı çıkıp restoranın köşesini döndüm. Elim çantamın zincirindeydi, rüzgâr şiddetlenmişti. Sert esinti elbisemin açık bıraktığı bacaklarıma vururken bedenimden bir titreme geçti. Umarım yağmur yağmazdı. Gerçi sağanak da yağsa Görkem beni yine de o maça götürürdü, ne kadar istediğimi biliyordu. Geç kalacağımızdan da ona abartarak anlattığım kadar korkmuyordum çünkü gerekirse benim için ışınlanmayı keşfeder, bizi stada yetiştirmenin bir yolunu bulurdu. Ona güveniyordum.

Boş sokakta arabamıza doğru ilerlerken içim tuhaf bir hisle doldu. Başta gri gökyüzünün kasvetinden sansam da kuvvetli bir içgüdü, beni dönüp arkama bakmaya itti.

Ve her şey saniyeler içinde gerçekleşti.

Sokağın başında ani bir frenle siyah bir araba durdu. Cam sonuna dek açıldı. Açılan camın ardında onun yüzü belirdi. Başında siyah bir kep vardı fakat yeşil gözleri onu tanımamı sağladı. Arabanın içindeki kişi Hermes'ti.

Zaman yavaşladı, belki durdu. Hermes bir silah çıkarıp yönünü bana doğrulttu, dudaklarının kenarında bir kavis oluştu, ıslık sesinden hallice bir ses duyuldu ve sanki hiç varolmamış gibi araba da o da hızla gözden kayboldu.

Geriye doğru bir adım sendeledim. Başta idrak edemedim, ardından karnımda bir sıcaklık hissettim ve ellerimi karnımın sol tarafında istemsizce birleştirdim. Bu, parmaklarımın kırmızıya boyanmasına sebep oldu.

Başımı eğip kanı gördüğümde acı da eşlik etti beraberinde. İnce bir sızı, ağrılı bir sancıya dönüştü. Canıma bir yangın bulaştı, damarıma karıştı, şiddetle göğsümü sarstı. Geriye doğru bir adım daha yalpalarken olanları algılamaya çalıştım. Bir anda dank etti kafama ve kulağımda belki de son kez Mete'nin sesini duydum.

Bizi bir araya getiren kader, sonlarımızı da bir yazmış Yağmur'um.

Acı seviye seviye artarken dişlerim sertçe birbirine çarptı, çenemi sıktım. Şok içinde geçirdiğim birkaç saniyede yalnızlıktan korktum. Güç bela bir adım attım, kanlı avucum duvara yaslandı. Diğer elim karnımda, öne doğru bükülmüş durumdaydım. Birkaç adım atmaya zorladım kendimi. Yıkılıp kalmadım. Yalnız yaşamıştım, yalnız ölmek istemiyordum. Korkuyordum. Yanımda Görkem'i istiyordum.

Adını söyledim fakat öyle güçsüzdü ki sesim ben bile zar zor duydum. İnlemeyle karışık sert bir nefes dudaklarımın arasından kayıp gitti. Kararan gözlerimi inatla açık tutup onun yanına varmadan göçüp gitmeyeyim diye dua ederken buldum kendimi. O gözlerin içine bir kez daha bakmadan verirsem canımı, birlikte geçirdiğimiz tüm güzel günlere dönmüş olmaz mıydım sırtımı?

Az önce benimle hayatının en mutlu anlarından birini yaşayan Görkem, hesabı ödediği restorandan çıkıp benim bulunduğum sokağa yönelirken gülümsüyordu. Görmemişti, anlamamıştı, bilmiyordu. İçim sızladı. İçim acıdı. Gözlerim daha fazla karardı. Başım döndü. Elimi karnıma sıkı sıkı bastırdım. Parmaklarımın arasından kan sızmaya başladı.

Yüzümdeki acı çeken ifadeyi görebilecek mesafeye geldiğinde gözleri gözlerime çarptı. Bakışlarımdaki donukluk ona da bulaştı. Titreyen bacaklarım yüzünden daha fazla ayakta kalamadığımda gözlerinin içine baka baka dizlerimin üzerine düştüm. İki elim karnımın solunu sarıyor, gözlerimden yaşlar boşalıyordu.

"Yağmur! Siktir, hayır. Lütfen. Olmaz, hayır." Koştu, koştu, koştu. Aramızda birkaç adım vardı ama o mesafe sanki dağlar kadardı. Buna rağmen o dağları son sürat aştı. Ben tamamen yığılmadan önce beni yakaladı, kollarına aldı ve yavaşça asfalta yatırdı. Şok dilimi kilitlemişti. Korku dolu gözlerimi kırpıştırarak siyah noktaları kovmaya çalışıyordum. Bu sırada Görkem'in yardım isteyen sesi doluyordu kulaklarıma. Bir suyun dibinden geliyor gibiydi.

O garsonu gördüm, bize ne kadar tatlı bir çift olduğumuzu söyleyen. Aşık olduğum adamın yardım çığlıklarını duyar duymaz koşarak gelmişti hemen. "Ambulansı arayın," dedi Görkem'in soğukkanlı tutmaya çalıştığı ama hiç de öyle çıkmayan sesi. "Hemen, lütfen. Allah kahretsin! Yalvarırım ambulansa haber verin. Çok acil. Çok acil!"

Yana düşen başımı çenemden tutarak yukarı kaldırdı. Üzerime eğilip göz temasımızı sağladı. "Yağmur," dedi dolu gözleriyle yakarır gibi. "Ne olur kapatma gözünü. Yalvarırım benimle kal. N'olur. Yağmur, lütfen."

Aldığım her nefes ciğerime batarak ilerliyordu. Sanki hepsi birer bıçaktı ve soluk alıp verdikçe göğsüme saplanıp kalıyordu. Bacaklarım karıncalanıyordu. Ellerimi ona uzatmak istiyordum ama parmaklarım uyuşuyordu. "Ölmek istemiyorum," dedim o an. İlk söylediğim bu oldu. Çok korkuyordum. "Sevgilim, ölmek istemiyorum."

"Öyle bir şey olmayacak. Bir şey yok. Sakin ol, buradayım ben. Yarana bakacağım şimdi, tamam mı? Ambulansı da aradılar bak. Sakın gözlerini kapatma. Anlıyor musun beni? Yalvarırım konuş benimle."

Hızlı hızlı konuşurken titreyen elleriyle etten bir kukla olan bedenimi düz bir hale getirip ellerimi karnımdan çekmemi sağladı ama parmaklarını yakaladım kalan son gücümle. Karnımdan belime doğru kayıp asfalta damlayan kan nehrine değdi gözleri. Her şey saliseler içinde yaşanıyordu. İlk müdahale için geri çekilmek istediğinde bunu yapamadı benim yüzümden. Sıkıca tuttum onu kaybolmaktan korkarak. "N'olur bırakma elimi. Görkem, n'olur bırakma."

Göz pınarında bir damla yaş parladığında çizgilerle doldu yüzü. Eğilip hızlıca dudaklarını alnıma bastırırken elimi sıkıyordu. "Buradayım bebeğim. Bırakmam seni. Hiçbir şey olmayacak. Yaşayacaksın. Ben seni yaşatacağım tamam mı? Seni asla bırakmayacağım."

Yüzü kendini zorlamaktan kıpkırmızı olmuştu. Sakince konuşurken bir yandan parmakları parmaklarımdan ayrılmıştı ve sesine tezat olarak hareketleri panik halindeydi. Üstündeki gömleğin altından bir kısmını yırttı çabucak. Yaramın üzerine bastırırken yardım etmeye gelen garson çocuğa cebinden telefonunu uzattı, Arda'yı aramasını istedi.

"Görkem," dedim bu saniyelerin hayattaki en önemli saniyeler olduğunun bilincinde biri olarak. Derin bir nefes almaya çalıştım, kendimi konuşmaya zorladım. "İnsan en sevdiğinin kollarında verirmiş son nefesini. Ben korkuyorum ama sen korkma. Benim bekleyenim var, güvende olacağım."

Kesik kesikti cümlelerim. Bir veda konuşması yapmaya çalıştığımı anladığında yüzünün her santimi acıyla doldu. "Lütfen," dedi bilinçsizce. "Benimle kal." Birleştirdiği parmaklarını boynuma götürerek nabzıma yasladı. Bir yandan başımı geriye doğru itip çenemi kaldırdı ve bu yaptığı daha raha nefes alabilmemi sağladı. "Sakin ol. Yaraya bakmaya çalışma sakın. O kadar da kan yok. Korkma. Korkma, buradayım ben."

Karnımın üzerine bastırdığı kumaş parçasının çoktan renk değiştirdiğini bilmem için onu görmeme gerek yoktu. Gözlerimin önüne çökmeye başlayan siyah perdenin arasından bulutlu gökyüzünü seçmeye çalıştım.

"Sikeyim," dediğinde elini göğsüne götürüp sıkıca gözlerini kapattı. "Sikeyim! Şu an değil. Şimdi değil. Allah kahretsin, şimdi sırası değil." Göğsünün içindeki fay hattı çatlamıştı, kalbinin çevresinde depremler oluyordu. "Yalvarırım Allah'ım, şu an değil. Ne olur bana yardım et. Şimdi değil."

Panik atağıyla mücadele ediyordu. Sıkıca yumduğu gözlerini tek bir saniye kaybedemezmiş gibi hemen açıp yüzüme dikti. "Sakinim," dedi kaymaya başlayan gözlerimin içine bakıp. "Sakinim." Dokunsalar ağlayacak gibiydi. Canım çok yanıyordu, onunki benden daha çok yanıyormuş gibi görünüyordu.

Tam bu sırada kulağıma yakından tanıdığım bir ses doldu telefonun öbür ucundan. Sevindim. Burada değillerdi ama yanımdalardı. Hepsi benimleydi.

Garson çocuk yaralı olduğumu Arda'ya açıklamış, telefonu Görkem'e doğru tutmuştu ve Görkem titreyen bir sesle tek nefeste konuşmaya başladı. "Uzak mesafeden sol... Karnının soluna tek kurşun. Kaburganın hemen altı. Çıkış yarası yok, kurşun içeride. Giriş deliği sanırım 2-3 cm civarı. Nabzı 110 küsur. Arda, bir şey yap. Yalvarırım Arda. Yardım et bana. Çok kanaması var. Dur-durmuyor. Çok kan kaybediyor."

"Allah kahretsin." Panik dolu seslerin sayısı giderek çoğaldı. Küfürler ve patırtılar duydum. Can ve Kaya'nın da sesleri eklendi arka plana silik silik. Arda arka arkaya sorular soruyordu. "Organlar içeride mi? Yara yataysa dizlerini bükme, düz dursun bacakları. Baskıyı sakın bırakma. Solunumu kaç? Bilinci açık mı?"

"Açık bilinci, sadece kan görebiliyorum," dedi Görkem telaşla. "Çok hızlı nefes alıyor. Dakikada 30 belki, bilmiyorum. Arda kanaması durmuyor! Nasıl durduracağım?"

"Şoka girmiş, ikinci evre. Bacaklarını otuz santim civarı yükselt hemen. Yaraya sımsıkı bastır. Sakin olman gerekiyor. Bir şey olmayacak. Yaranın çevresine dokun. Karnı sert mi?"

"Çok değil."

"Karaciğerin sol lobu hasar görmüş olabilir. Karnının tam olarak neresinde? Göğsüne doğru mu?" Görkem, gözlerini karnıma dikip kocaman açmıştı. Soruyu duyup duymadığından emin değildim. "Duyuyor musun? İnce bağırsak da delinmiş olabilir. Ambulansı aradın değil mi? Sikeyim nasıl oldu bu?"

"Ses ver," dedi Kaya o an. Görkem'e diyor sandım ama seslenişi banaydı. "Yağmur, sesini duyayım. Bizimle konuş."

"İyi olacak," dedi Can. "Asya o. İyidir. İyisin. Asya, iyisin."

Öyle bir durumun içine düşmüştük ki kurşun yarası olan bir kadının iyi olduğuna bizi ikna etmeye çalışıyordu Can.

"İyiyim," dedim nefes nefese. Gözyaşlarım bir bir yanaklarıma süzülürken Görkem'e bakıp gülümsemeye çalıştım.

Ne yaptığımı fark ettiğinde "Hayır!" diye bağırdı. "Hiçbir yere gitmiyorsun. Hayır, bırakmıyorsun bizi." Bu sırada bacaklarımı yükseltmiş, garsondan temiz bez istemiş ve Arda'nın sorduklarına cevap vermişti. Etrafımızdaki kalabalık artıyordu ama ben artık onun gözlerinden başka hiçbir şeyi göremiyordum.

"Kaya..."

"Söyle," dedi hemen. "Söyle canımın içi."

Kalbime kurşundan ağır bir sızı yerleşti. Dudaklarım titredi bana böyle seslendiği için. "34 HF 717." Gözlerim kapanmasın diye direniyordum ama daha ne kadar bunu yapmaya devam edebileceğimi bilmiyordum. "Hermes'ti."

"Yorma kendini," dedi Görkem bir eli kalbimin üzerindeyken. Ardından sol bileğime uzanıp düğümünü yeni attığı kırmızı ipi çekerek nabzımın atışını bir de bileğimden kontrol etti. "Cehennemin dibine girse bile bulacağım ben onu. Yemin ederim kendi ellerimle öldüreceğim. Sen yeter ki benimle kal."

Ben bu anı daha önce yaşamıştım, yalnızca roller farklıydı. Korkunç bir dejavunun içindeydim. Aynı yara, bir başkasındaydı ve bir başkası son nefesinde benim kollarımdaydı. Bunu yaşamış biri kurtarılacağına elbette inanmazdı. "Sizi çok seviyorum." Artık gözyaşlarım sadece çektiğim acı yüzünden değildi. "Siz benim her şeyimsiniz."

"Konuşma böyle." Görkem yumruk yaptığı elini asfalta geçirirken çaresizliği yüzünden sesi titriyordu. "Bir sürü hayal kurduk, yalvarırım dayan. Beni düşün. Yağmur, benim için dayan. N'olursun."

"Sana çok aşığım." Bedenim daha fazla titremeye başladığında üzerime doğru eğilip ölümüme siper etti kendini. Yüzümü sımsıkı tuttu. Ölüyordum ve onun kollarındaydım. Gözlerimin içine dolu gözleriyle baktığında yanaklarımdan arka arkaya yaşlar yuvarlanıyordu.

Kabullenmiştim. Korkum dinmişti. Gülümsemeye zorluyordum ama kuruyan dudaklarıma o komutu veremiyordum. Gözlerinin içine baktım ve o da benim gibi bu anın yaşadığımız son an olduğunu kabullensin istedim. "Bana hep 13 dedin, 13 ölüm demekti sevgilim."

"Sanıyor musun ki ben yaşarım?" Gözünden bir damla yaş kayıp düştüğünde hâlâ kanamamı durdurmaya çalışıyordu. Kolunun üst kısmına gözünü sildi sertçe. "Yağmur, böyle olmaz. Bu şekilde olmaz. Bana veda etme n'olursun. Böyle bitmemeli. Ölürsen ölürüm. Yağmur, yalvarırım."

Onun için her şeyin ne kadar acı olacağını bilmek beni paramparça ediyordu ama demek ki kaderdi bu, insan son nefesinde evine bakıyordu. "Teşekkür ederim. Her şey için. Ben sizi çok sevdim. Çok sevdim."

Zar zor telaffuz edebildim kelimelerimi. Beni bölen sert bir ses oldu. "Hiçbir şey olmayacak sana. Nerede kaldı bu siktiğimin ambulansı?" Sesi yeri göğü inletiyordu. "İyi olacaksın." Gözlerimi kapattığım an kanıma bulanmış iki el yüzümü kavrayıp beni sarstı. "Bana bak, kapatma gözlerini. Dayan. Bırakma kendini. Yağmur, ölmeyeceksin sen. Ölüm yok."

"Sorun değil." Gözlerimden yaşlar akarken gülümsedim. "Mete'yi çok özlemiştim zaten."

"Lütfen." Görkem'in beni tutan elleri tir tir titriyordu. "Beni bırakma. Seni kaybedemem. Yağmur, yapamam sensiz. Lütfen yapma bunu bana."

"Amına koyarım böyle işin," diyordu Kaya. "Saçma saçma konuşmayın, kimse ölmeyecek."

Gözlerim yeniden kapandı. Can "Ne oluyor?" diye bağırırken Görkem, "Bir şey yap!" diye telefonun diğer ucundaki Arda'ya yalvarıyordu. "Açmıyor gözünü. Ne yapacağım? Bir şey söyle ne olur."

"Yapabileceğin her şeyi yaptın," dedi Arda, sesi zor çıkıyordu ama netti. "Kulağını göğsüne daya Görkem. Nabzını kontrol etmeyi sakın bırakma, CPR için her an hazırlıklı ol. Kal-kalbi durabilir ama hiçbir şey bitmedi. Böyle bitemez."

"Bitmeyecek." Göğsüme dayanan başını hissettim. Orada uyuduğu ve benim saçlarını severek sabahı ettiğim geceler doluştu aklıma. Şimdi o, yine benim başımda nöbet tutuyordu fakat uyuyayım diye değil, sonsuza kadar uyumayayım diyeydi bu.

Her göğsümün hareketini bir mucize saydı. Her nefesimde bir şükür geçirdi içinden. Kalbimin üzerindeki yanağına dokunmak, onu göğüs kafesime saklamak ve bizi sonsuz kılmak istiyordum.

Kapalı göz kapaklarıma bir görüntü çizildi, o görüntü Mete'ye aitti. Bir yerlerden, belki gökyüzünden bizi izliyordu ve yanaklarına yağmurlar yağıyordu.

Onun siluetini gördüğümde bana kollarını açmak için geldiğini sandım. Ölümden korkmamam için burada olduğunu biliyordum. Beni sarıp sarmalayacak, acımı dindirip yavaşça yanına çekecekti. Buna ihtiyacım vardı. Acı o kadar çoktu ki artık nefes alamıyordum.

Bir gün, beni ona götürecek ölümü gülerek karşılayacağımı söylemiştim ve bugün olan buydu. Üzerinde bulunduğum ince çizgide ona doğru yürümeye çalışıyordum.

"Mete," diye bağırmak istedim fakat bir sayıklayış olarak döndü bu kulağıma. Nasıl ki onun son sözü benim adımsa benimki de o olacaktı böylece.

Kirpiklerimi istesem de aralayamadım, yaş dolu o bir çift mavi gözü bir kez daha göremedim. Dilim dönmedi, başka bir şey söyleyemedim. Sonradan dahil olduğum bir tablonun içinden yavaş yavaş silindiğimi hissettim. Eş zamanlı olarak ruhum da bedenimden gram gram eksiliyordu sanki. Yirmi bir, yedinin üç katıydı ve yine bir yedi benim sonum olacaktı.

"O çok güçlüdür," dedi zayıf bir ses, belli belirsiz. Göğsümün üzerindeki ağırlığın azaldığını hissettim. Görkem, garsonla konuşuyor olmalıydı. "Öyle güçlüdür ki. Her şeyi atlatır. Uyudu şimdi ama uyanacak. Uyanmak zorunda."

"Abi," dedi o ses. "Geliyor ambulans." Siren sesleri kafamın içinde değildi demek ki. Belki de öyleydi. Belki Mete için gelen ambulanstı bu da. Halbuki o gün o araca gerek bile kalmamıştı. Kaderi kaderimse eğer, benim için de gerek kalmayacaktı.

Kan kaybederken ambulansı aramazsan hayatta kalamazsın dediğini hatırladım Can'ın. O an anlayamasam da bu cümle beni farklı şekilde etkilemişti. Şimdi anlıyordum. Etkilenmiştim, çünkü inanmamıştım. Kan kaybederken ambulansı aramak, yaşamak için yeterli bir sebep değildi.

"İyi olacak," dedi Görkem. "Sen bilmezsin onu, iki güne ayağa kalkıp tek parmağıyla hepimizi haşat eder yine. Çok güçlüdür. O..." İçini çekti. "O benim kalbim," dedi. "Beni hiç bırakmayacak hem. Söz verdi bana. Tutar sözlerini hep."

Elim, bir elin içindeydi ve diğer eli kalbimdeydi, tıpkı dilediğim gibi. Ağır ve sıcak bir sıvı lacivert ipleri kırmızıya boyuyordu. Kanın kokusu her yerdeydi. Asya Yağmur Tunçbilek ilk gününde de kan kokuyordu, son gününde de durum buydu. Onlarca yol denemiş olmasına rağmen koku hiç dinmemişti.

Parmaklarımın gevşediğini hissettim. Artık avucum gökyüzüne doğru açık, çevresine dizili parmaklarımsa içe doğru eğikti. Parmaklarım avucuma büküldükçe bilincim uzaklaştı benden. Karanlık çoğaldı. Beyaz ışığı bile göremedim. Kendimi zifiri karanlıkta sanmıyordum, ben çoktan kör olmuştum. Işıklar buradaydı fakat önümü aydınlatmaya yetmiyordu.

Burası yolun sonuydu.

Vazgeçmek istemedim. Ölmek istemedim. Mete'ye kavuşmak istedim ama Görkem'i bırakmak istemedim. Ailemi bırakmak istemedim. Ben geride bırakılandım, geride bırakan olmak istemedim.

Fakat nafileydi.

Gidemedim o maça, dönemedim evime, göremedim ailemi.

•⚓•

Özür dilerim, genel.

Bu kez bir gözyaşı bırakıp öyle gidiyorum.

Teşekkür edemiyor ve iyi günler de dileyemiyorum.

🔴🤝🏻🔴

Yorumlar

  1. SEN NE YAPTIN YURDAGÜL NE YAPTIN

    YanıtlaSil
  2. ÖLMEMİŞTİR HERHALDE. ÖLDÜYSE KİTAP BİTER. AYRICA HAFIZA KAYBI FALAN OLURSA OTURUR AĞLARIM. HARBİ AĞLARIM 10 GÜN. İNŞALLAH HAFIZA KAYBI KLASİĞİ OLMAZ YARABBİM İNŞALLAH. HAFIZA KAYBI OLURSA HAFIZA KAYBI OLAN BÖLÜMLERİ HAFIZA KAYBI BİTMEDEN OKUMAM. BÜYÜK TRAVMAM VAR HAFIZA KAYBINA. LÜTFEN OLMASIN. GİDİP DUA EDECEĞİM. ASYA YAŞASIN VE HAFIZA KAYBI OLMASIN. MUTLU OLSUN VE PSİKOLOJİSİ BOZULMASIN. GÖRKEMLE ARASIDA BOZULMASIN LÜTFEN. ALLAHIM ÇOK ŞEY Mİ İSTİYORUM LÜTFEN

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Ben hafıza kaybı değil de rahmine zarar gelir de çocuğu olmaz diye düşünmekten çıldıracağımmmmm

      Sil
    2. ay deme oyle of olabilir mi ki bi dusununce cok da mantikli geldi aslinda ALLAH'IM NOLUR BUDA OLMASİN. HİCBİRİ OLMASİN MUTLU MESUT YASASİNLAR AMİN

      Sil
  3. NE DEMEK BÖLÜM BURADA BİTTİ NE DEMEK BITTİ NASIL NİYE???? SEN BİZİ DELİRTMEK Mİ İSTİYORSUN YAZARRRRR

    YanıtlaSil
  4. Bütün bölüm diken üstündeydim anladım arabaya giderken vurulacağını ama bölümün orada bitmesinr şok oldum yedin mi devamını yazarımmmm

    YanıtlaSil
  5. Abi ölmez ya di mi ölmez ölemez ölmemeli gerçekten şuan her şey buna bağlı hayır o kadar bunalımdayım ki basiretim kitaba bile geçti iyidir iyi GÜÇLÜDÜR ASYAMIZ

    YanıtlaSil
  6. Yemin ederim catlicamm bune bunu niye burda bırakıyon yazarım sen bizi kalpten götürmek mi istiyon allahimmm ölicemmmm

    YanıtlaSil
  7. Acil yeni bölüm ölemezzz

    YanıtlaSil
  8. Keşke bize biraz acısaydın be

    YanıtlaSil
  9. Olm hermese sövsene yazardan nr istiyorsun djsjsjdjd

    YanıtlaSil
  10. sagol azra ya sagol vallahi sagol

    YanıtlaSil
  11. soru cevapta bile asya bile şaşırıyordu bu kadar mutlu olmasına demiştin,neden sadece asyamıza fazla?

    YanıtlaSil
  12. Allahın için yeni bölüm atarsın yazarım okul açılmadan yb gelmeliiii

    YanıtlaSil
  13. Bunlar hep abdestsiz yola çıktıklarını icin

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Puahahahahaha ananın ruhu çık içinden djsjsjd

      Sil
  14. sakin olun eğer gerçekten ölseydi Yağmurumum etrafı kapkaranlık değil,bembeyaz olurdu

    YanıtlaSil
  15. Okuldan önce bir gün yüzü görseydik keşke şimdi derste aklımda zibilyon senaryo kuracağım

    YanıtlaSil
  16. Asya bir şekilde iyileşmek ama artık şu pramit, hermessin sonu gelsin. Adamlar kabus gibi çöktü üzerimize. Ayrıca yazarım sen hep bölümlerde geçenlerin aslında bir şifre olduğunu söylersin bu kadar çocuk muhabbetinden sonra inşallah Asyanın çocuğu olmama gibi bir durum olmaz. Bize bu klasik senaryoyu layık görme lütfen.

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Popüler Yayınlar

36. "Çatlaklar ve Kırıklar"

55. "Geri Sayım"

35. "Görülme İhtiyacı"