7. "Aylık Abonman"

Bölüm şarkısı:

Yalın, Küçücüğüm

•🧁•

Saat 19.58.

İşlerin tümünü Naz'a yıktım ve Visal'de televizyonu en güzel açıyla gören sandalyeye geçip oturdum çünkü 2 dakika sonra Efes-Karşıyaka maçı başlayacak ve bu Doruk'un A takımla çıktığı ilk maç olabilir.

Naz'a onun fotoğrafını beğendiğimi söylediğimde yaşadığı ufak çaplı kalp krizi, takipleşmeye başladığımızı öğrenmesiyle birlikte büyüyüp evrim geçirdi ve sonra neden bana söylemek için yüz yüze gelmemizi bekledin diyerek bana bağırdı. O gece olaylar olur olmaz ona yazmadığım için çok kızdı, bunu ancak havuçlu tarçınlı kek ile telafi edebileceğimi söyledi bu yüzden dün onun için mutfakta geçirdim zamanımın büyük bir kısmını.

Bugün de bana kek için teşekkür etmek istediğini, benim hiçbir işe dokunmamam ve gidip maç izlemem gerektiğini söyledi. Yaklaşık yarım saat kadar önce beni bu ekranın karşısına dikti. Yarım saat boyunca çok fazla anlamadığım maç öncesi yorumlarını sıkıla sıkıla dinledim.

Maçı izleyeceğim uygulamanın şifresini de Ferdi'den aldım çünkü bu kanallar paralıymış, bilmiyordum. Ferdi geldiği zaman televizyonda benim için bir hesap açacak, böylece onun başını her seferinde ekşitmeme gerek kalmayacak. Ben ayarlarım dedi, ne zaman dedim, sen şimdilik benim hesabımı kullanabilirsin dedi, sonra ben telefonu yüzüne kapattım bilgileri bile almadan.

Bu yüzden bana mesaj göndermek zorunda kaldı ama neyse ki anlayışla karşıladı beni.

İlk defa bir arkadaşımın böyle bir heyecanına ortak olacağımdan televizyonda görüneceği tek bir saniyeyi bile kaçıramazdım.

O geceden sonra Doruk'la hiç konuşmamıştık, bir mesaj beklediğimden değildi de yani en azından kadroda olup olmayacağını bana yazsaydı birlikte sevinir ya da birlikte üzülürdük. Takılmıyordum, önemi yoktu. Önemli olan saniyeler içinde parkeye içlerine yeni katıldığı takımıyla adım atacak olmasıydı.

Efes'in oyuncularının adı anons edilmeye başladığında salondan büyük bir yuhalama sesi yükseldi. Deplasmana gittikleri aklımdan çıkmıştı, çatık kaşlarım bunu hatırlayınca düzeldi. Maç İzmir'deydi, Efes'in yuhlanması normaldi. Heyecanla 15 numaraya gelmesini bekledim sıranın ama sahaya çıkan oyuncuların koşuşlarını göstermek yerine bir anda salondaki atmosfere çevrildi kamera.

Yüzüm düştü.

"Ne saçma," dedim. "Seyircilerin seslerini zaten duyuyoruz, bize hep oyuncuları göstermeliler bence."

"Çocuğu göremediğin için bayılacaksın diye korkuyorum." Naz cümlesini tamamlar tamamlamaz kamera ortalık yerde küme olmuş basketbolcuları aldı kadraja. 15 numaralı formayı gördüm, diğerlerinin aksine ne kadar heyecanlı olduğunu, havaya kaldırdığı omuzlarını, adını bilmediğim bir takım arkadaşıyla el çakıştıktan sonra Shaw'ın onun omzuna vurmasını ve birbirlerine gülümsemelerini.

Shaw, babamla birlikte izlediğim basketbol maçlarının benim için tek güzel yanıydı bugüne dek.

Bugünse Doruk'un omzuna vuranın Shaw olduğunu anlamam beş saniye falan sürmüştü, öyle odaklıydım Doruk'un mimiklerine.

Kapının açılıp kapandığını duydum ama başımı çevirmedim. Sol tarafımdaki masada iki kız dedikodu yapıyordu, onun dışında Visal'de dört kişilik bir aile ve üçer kişilik iki arkadaş grubu daha vardı. Naz'ın gülümseyerek müşterimizi karşılamasından sonra muhabbetlerine kulak misafiri oldum. "Tövbe tövbe, Feyza iyi mi?" Soru Batı abidendi. Gülerek arkamı döndüğümde gözlerini kocaman açmış, birkaç adım sendelemişti geriye doğru. "Ne demek Feyza oturuyor? Ben bu fonksiyona sahip olmadığını sanıyordum. Niye tezgâhın arkasında değilsin kız sen?"

"Mola verdim abi," dediğimde "Hayırlı bir iş için," eklemesi yaptı Naz hızlıca. Onu susturmak için kaşlarımı çattığımda Batı abinin yüzüne o meraklı ifade yayılmıştı çoktan. "Ne işiymiş bu?"

"Maç izleyeceğim." Geçiştirmece bir cevapla kendimi olaydan sıyırma niyetindeydim çünkü ilk beşler sahaya çıkmak üzereydi. "Bilmiyor musun, doğduğumdan beri Efesliyim ben."

"O televizyonu sadece doksanların pop şarkılarını dinlemek için kullandığını sanıyordum." Onun gibi devamlı müşteri olmaktan ziyade abim olan birini kandırmamın kolay olmayacağının elbette farkındaydım ama üstelemek yerine Naz'a siparişlerini verdi. Ben de gülümseyerek önüme dönüp yeniden ekrana kilitlendim ve gözümü bir saniye bile ayırmadım.

İlk çeyrek sona erdi ve sonra ikinci çeyrek. Atılan basketler umurumda değildi, kenarda oturan Doruk'u görmeye çalışıyordum. Hiç oyuna girmemişti ama desteğiyle benchte var olmaya çalışıyordu. Atılan her üçlükte ayağa kalkıyor, ellerini kaldırıyor, sanki kırk yıldır onların arasındaymış gibi her bir takım arkadaşına destek oluyordu.

Bunları diğerlerine yaranmak ya da yağ çekmek için yaptığını sanmıyordum, öyle birine benzemiyordu. Gerçekten basketbola tutkusu olan, oynanan oyundan keyif alan birine benziyordu. İkinci yarı öncesindeki on beş dakikalık araya gidildiğinde onu ekranda toplasam anca kırk saniye kadar görmüştüm. Yine de oyun ne zaman onun oturduğu bench tarafında oynansa içimde bir şeyler kıpırdıyordu.

Son saniyeye kadar ümidimi kaybetmedim fakat Doruk ilk maçında hiç süre almadı. Maç biter bitmez Ferdi bana telefon açtığında moralim Doruk'un moralinin bozuk olabileceğini düşündüğümden dolayı bozuktu. Bunu tahmin eden arkadaşım da benden oldukça üstün olan basketbol bilgisini kullanarak bana açıklamalarda bulunmaya başladı.

"Eğer Efes, Karşıyaka'ya fark atarak dördüncü çeyreğe gelmiş olsaydı muhtemelen koç oyunun son dakikalarında onu oyuna alırdı ama çok başa baştı kızım. Yeni birini sahaya sürüp risk alınmaz böyle maçlarda. Eldeki kadronun rotasyonunu güzel yaptı, zamanı gelince aralarına Falay'ı da katacaktır."

"Niye çok heyecanlı konuşuyorsun?" diye sordum.

"Çok heyecanlı bir maçtı da ondan," diyerek karşılık verdi. "Yalnız Giray ne oynadı öyle. Bak o çocuk da iyi yerlere gelecek."

Giray kimdi bilmiyordum. Forma numarasını söylese belki hatırlayabilirdim belki de hatırlayamazdım. Susup kalmamak için araladım dudaklarımı. "Çok odaklanamadım ya."

"Feyza."

"Hım?"

"Sinan Erdem'de oynanacak ilk maça götüreyim mi seni?"

Bir anlığına şok geçirdim çünkü az önce sıradaki oynanacak maça gitsem bunu babama nasıl açıklayacağımı düşünüyordum. Babam fırsat bulduğu her maça giden bir taraftar olup zaman zaman ona eşlik etmem konusunda ısrarcı olsa da pek hevesli karşılamamıştım tekliflerini. Birden ona bunu söylemiş olsaydım mutlaka anlardı altında bir şeyler yattığını. Üstelik eğer onunla Efes'i izlemeye gidersem rahat tepkiler veremezdim çünkü bakışlarım hep Doruk'ta olacaktı.

Ferdi ona hiçbir şey söylememiş olmama rağmen telepati yoluyla beynime sızmış gibi bir derdimi çekip almış, yerine bir çözüm koymuştu. "Ciddi misin?" diye sordum. "Ama sen Fenerbahçelisin."

"Az buz Efes maçı da izlemedik yani." Tamamen benim için katlanacaktı, bunu anlamıştım. "Forma giyecek halim yok, abartmayalım da."

Aslında ben giyebilirdim. Tek sorun babamın formalarının ya da Efes baskılı tişörtlerinin üzerimde çuval gibi duracak oluşuydu. Bu konuyu sonra düşünürdüm.

"Visal'deki işleri ayarlayabilir miyim emin değilim," dedim kafamı kaşıyarak bir yol bulmaya çalışırken. Tüm olasılıklar gözlerimin önünden geçiyordu, mesaimi devredebileceğim birini arıyordum.

"Eren'den rica etsen olmaz mı?" Olabilirdi. Eren burada çalışmayı en az benim kadar seviyordu, burasının onun kafasının içindeki gürültüyü susturduğunu söylüyordu. Beni bir gecelik idare etmesini istesem kesinlikle kabul ederdi, onun arkasını kollamışlığım çoktu çünkü.

"Olabilir," dedim. "Ben sana haber veririm olur mu?"

"Yalnız, sıradaki maç Euroleague maçı." Bunun nasıl bir anlam ifade etmesi gerektiğini bilmiyordum. "Yani Doruk'un oynama olasılığı daha da az olur Avrupa maçlarında. Koç onu ilk önce bizim ligde deneyecektir ama yine de gidelim dersen gerçekten gideriz."

"Gidelim." Sesim fazlasıyla netti. "Bana basketbol öğretmen gerekiyor çünkü."

"Baban çok duygulanacak..." diyerek benimle dalga geçtiğinde gülümseyerek ona kendine iyi bakmasını söyledim ve teşekkürümü de ettikten sonra kapattım telefonumu.

O gün Visal'i kapatırken de durağa koşarken de evime giden o yolun üzerindeyken de devamlı olarak bildirim ekranımı kontrol ediyordum. Neden bir mesaj beklediğimi bilmesem de mesaj bekliyordum. Aslında, içimde ona nasıl olduğunu sorma isteği vardı fakat bunu yapacak cesaretim yoktu. Hem saat uygun değildi hem de aramızda ona her istediğimde yazabileceğim kadar bir samimiyet yoktu sanırım.

Hem ne diyecektim ki? Selam Doruk. Maçını izledim. Koç keşke seni de oyuna alsaydı da kıyıdan köşeden yüzünü ayırt etmeye çalışmasaydım. Galiba ekranda seni arayıp durmaktan gözlerim bozuldu. İyi geceler.

Başımı iki yana sallayıp eve girdim. Olumsuz ruh halimi kapı dışında bıraktım çünkü aileme yansıtmama gerek yoktu. Annemin benim için ısıttığı yemeği mutfakta tek başıma yerken telefonumun ekranı tavana bakacak şekilde onu masaya bırakmıştım. İçimde kaynayıp duran bir his vardı sanki, onunla konuşmak için böyle büyük bir ihtiyaç duyuyor olmam çok tuhaftı.

Uyuduğunu sandığım en küçük kardeşim Furkan, gözlerini ovuşturarak yanıma geldiğinde ben tabağımda kalan son bezelyeyi çatalımla sağa sola kaydırıyordum. "Abla," dedi gözlerimin içine bakarak. "Ferda ablama kızacak mısın?"

Bir kolumla belini kavrayıp onu kucağıma çektim ve dizimin üzerine oturttum. "Ne yaptı sana bebeğim?"

"Çikolatamı yemiş."

İşte bunu asla yapmazdı. "Bunu sana abin mi söyledi?" Başını aşağı yukarı sallarken dudaklarını ağlamak üzereymiş gibi büzdü.

"Fırat!" diye bağırdığımda gür sesim koridorlara yayılmış olmalıydı. Kucağımda Furkan'la birlikte ayağa kalktım. "Nereye sakladın Furkan'ın çikolatasını?"

"Ferda yedi!"

"Yalancı!" diye cırladı Ferda. "Yapmadım öyle bir şey."

"Abla," dedi Furkan. Yaşına göre oldukça düzgün telaffuz ediyordu kelimeleri ve cümleleri de çok güzel kurabiliyordu. Çok fazla konuşulan bir evde büyüdüğünden olsa gerek, kendini ifade etme becerisi yüksekti. "Kafam karıştı. Neyede çikolata?"

Bilmiyordum ama eğer ki çikolataları çocuklar değil de babam almışsa gelirken, mutlaka bana da almış olmalıydı. Bu kez çürük yumurtaları arkamda bırakıp salona doğru yürümeye başladım. "Baba," dedim. "Çabuk doğruyu söyle, Furkan'ın çikolatasını sen mi yedin?"

Gazetenin bulmaca sayfasındaki sudokuyu çözmeye çalışan babam, hesap soran tavrımla birlikte kaşlarını kaldırarak bize doğru döndüğünde annem onun hemen yanında kıkır kıkır gülüyordu. "Ferda yedi!" diye bağırarak kendini savundu. Ranzasından inip salona gelen Fırat kötücül kahkahalar atıyor, Ferda'ysa ergenliğinin hakkını vererek ofuldanıyordu kendi kendine.

Kolları boynuma sarılı haldeki Furkan elini çeneme uzatarak ona bakmamı sağladı. "O zaman küçüyk ablama kızmaya gidelim."

"Hayır," dedim. "Bunlar seni kandırıyorlar."

"Babam ve benden bunlar diye bahsedemezsin," dedi Fırat. Arkasına babamı aldığını sanıyordu ama ben bu evin en büyük çocuğuydum, burada benim sözüm geçerdi ve babam da beni desteklerdi. Fırat'ın ensesine çat diye vurduğumda Furkan kahkaha krizine girdi. Öyle çok güldü ki o gülmeye devam etsin diye bir kez daha Fırat'ın ensesine şaplattım ve Fırat da oyuna katılıp acıdan bayılıyor gibi yaparak kendini yere bıraktı.

"Allah'ım," dedi annem bizden utanıyormuşçasına başını iki yana sallarken. "Benim bu güzel, akıllı, harika ötesi çocuklarım ne zaman büyüyecek yüce Rabbim?"

"Akıllı mı?" dedi babam. "Hepimiz dış kapıdan içeri girerken beynimizi ayakkabılığa bırakmıyor muyduk? Öyle anlamamış mıydık?"

Birbirimizin yanında düşünmeden hareket edebilmemize bayılıyordum. Evin içindeyken sınırları olmayan çocuklardık. Babam ve annem, karakterimizi ilmek ilmek şekillendirirken onlardan çekinmememiz için çok fazla uğraşmışlardı. Bu yüzden bir aradaysak gerçekten doyasıya eğlenebiliyorduk.

Fırat'a yaptığım ısrarlar sonucunda kazanan her zamanki gibi ben oldum. Sırf Furkan, Ferda'ya sinir olsun diye kurduğu planını bozdum ve sakladığı çikolatayı küçük kardeşimize vermesini sağladıktan sonra üzerimi değiştirmek için odama çekildim. Önce pijamalarımın içine ve sonra yatağa girdim.

İçim bir türlü rahat etmedi ve her seferinde yaptığımı yaptım, Naz'a yazdım.

Feza: Doruk'a nasılsın yazayım mı?

Feza: İzmir'den döndüğü zaman bana kahve ısmarlayacaktı ne zaman dönersin diye sormalı mıyım yoksa şafak sayan asker yari gibi mi görünürüm

Feza: Acil cevap

Naz'ım: Yat uyu hadi bitanem

Oldukça netti.

Feyza: Emin misin?

Naz'ım: Koyunları say, rüyanda beni gör

Naz'ım: Bunlar tehlikeli saatler

Naz'ım: Gözlerini çabuk kapat, hemen uyu bitanem

Feza: tm

Onu böyle bırakmaya gönlüm razı gelmeyince iki dakika sonra yeniden aldım elime telefonumu.

Feza: öptm

Naz'ım: ben de aşk, uyu şimdi

Beni oldukça iyi tanıyordu ve hemen uyumazsam rahat durmayacağımın oldukça farkındaydı. Uslu bir kız olup söz dinledim. Gözlerimi kapattım.

Ertesi gün, yine üç saniyede bir telefonumu kontrol ederek geçti. Bana yazmayış sebebine ise uçakta olması gibi saçma sapan bir bahane uydurdum kendi içimde. Olayları kurgulamak keyifliydi. Takımıyla galibiyet almıştı ve şimdi sefa sürerek, yüzleri gülerek döneceklerdi.

Senelerdir hayatımdaymış gibi davranıyordum, çok itiraf etmesem de duyguları abartarak yaşamayı severdim. Ondan mesaj gelmezse yataklara düşeceğim yoktu ama böyle davranmam Naz'ı da beni de güldürüyordu. Bütün gün bir olup benimle dalga geçtik. İlerleyen her dakikada ise ümidim azaldı, belki de bana verdiği sözü unutmuştu. Kafası zaten çok meşgulken bana ayıracak zamanının olmaması çok normaldi. Birkaç günlük arkadaştan fazlası değildim onun için ama yine de er ya da geç o kahve sözünü tutacağına inanıyordum.

Hislerim, beni yanıltmadı. Saat akşam üzeri altıya gelirken kafenin mutfağında bir sandalyeye sinmiş, başımı Supernatural izlemeye gömmüştüm ve ekranıma üstten bir bildirim düştüğünde "Naz!" diye bağırmıştım mesajı okumadan önce.

"Ay yazdı!" Benden daha heyecanlı şekilde mutfağa daldığında yüzündeki gülümseme, sabahtan beri telefonumu umursamamamı söyleyen kızınkinden oldukça farklıydı. Yerine göre davranıyordu. Beni korumak için yapıyordu, anlıyordum. "Ne yazmış?"

"Hemen bakayım mı?" Her şeyi ona sormak istiyordum. Sanki bana kalsa bir şekilde elime yüzüme bulaştırırdım. Ne yapacağımın yolunu Naz çizerse kendimi daha iyi hissedeceğimi düşünüyordum. Bir mesajı açıp açmamak bile olsa, karar vermek bana kalmamalıydı.

"Tabii ki de bak," dedi. "Tek bir mesaj mı?"

Bir bildirim daha düştü ekrana. Sanırım yazmaya devam ediyordu. Başımı iki yana sallayarak Naz'ı cevapladım ve tam o an dış kapının açılıp kapandığını duyan Naz oflayarak gelen müşterimizi karşılamak için beni burada yalnız bırakmak zorunda kaldı.

Akıp giden diziyi durdurup gelen mesajın üzerine tıkladım.

Doruk: Feza, selam

Doruk: Bir kahve sözüm vardı, yarın akşam üzeri boş musun?

Doruk: Müsait misin yani?

Doruk: Uygun musun yazmayı düşündüm ama toplantı ayarlıyormuşum gibi olurdu

Doruk: Hangi kelimeyi kullanmam gerektiğini seçemedim

Doruk: Mesajlaşmak sence de çok kasıntı bir eylem değil mi?

Doruk: Çok uzattım

Doruk: Yarın dört dört buçuk gibi borcumu ödemek isterim, iyi günler

Ekrana bakakaldığımda mesajlarını onun sesiyle okuduğumu fark ettim. Sanki telaşlı telaşlı kendini açıklamaya çalışıyordu. Alışkın değildi belki de mesajlaşmaya, bu yüzden tökezliyor olabilirdi.

Umurumda değildi, yazmıştı.

Verdiği sözü tutmak istediği içindi hem de. Bundan borç diye bahsetmesine çok fazla takılmak istemedim. Zorunda olduğu için bana kahve ısmarlamasını istemezdim ama eğer zorunda gibi hissetseydi tavrı böyle olmazdı.

Feza: Selam Doruk

Feza: Yarın için boşluk ayarlayabilirim, hem galibiyetiniz için tebrik etmiş olurum seni

Feza: Bence de mesajlaşmak, konuşmak gibi değil ve kasıntı olabiliyor haklısın

Yüzümü buruşturdum. Saçmaladığımı hissediyordum ama o da bana arka arkaya mesaj atarken kendini kötü hissettiyse hissetmesin diye yapıyordum.

Feza: Nerede görüşelim?

Yalnızca üç saniye sonra cevap geldi.

Doruk: Seni alırım

Eğer bunu yazan Ferdi gibi bir arkadaşım olsaydı karşılığında babam vermez gibi bir şaka yapardım ama Doruk'a böyle bir cevap vermedim.

Feza: Bana bir konum söylersen oraya gelebilirim

Feza: Aylık abonmanı boşa yapmadık

Elimi alnıma vurduğumda çok geçti. Yersiz bir samimiyetim vardı. Bu muhabbetin söylediği gibi kasıntı devam etmesini engellemek istemiştim ama mesajı gönderdikten sonra biraz utanmıştım.

Doruk: :)

Gülücüğe bakıp gülümsemesini hayal ettim.

Doruk: Hiç abonmanını bitirebildiğin oldu mu?

Garipsemeyip ayak uydurması dudaklarımın iki yana kıvrılmasına sebep oldu. Metrobüs kullandığını söylemişti. Yani her seferinde kartından çift basım alıyordu turnikeler. Otuz gün boyunca antrenmana gidip dönse bile 120 hak kullanmış oluyordu. Biraz da geziyor olsa kesinlikle o abonmanın her ay dibini görüyor olmalıydı.

Otuz gün boyunca neden antrenmana gitsin ki diye düşündüm sonra. Maçlar oluyordu. Daha yeni İzmir'e gitmişti, her gün burada değildi. Deplasmanlara uçtuğu oluyordu. Üstelik sporcuların da boş günleri oluyor olmalıydı. Otuz gün aynı tempoya maruz kalmak adamı öldürürdü.

Sonra kendimi düşündüm. Her gün buraya geliyordum ve ölmüyordum.

Aklımdan tüm bunlar geçerken Doruk'a görüldü bıraktığımı kavramam uzun sürdü. Daha fazla bekletmeden hızlıca yazmaya başladım.

Feza: Hiç bitirmedim

Doruk: Demek ki artık yeni bir hedefim var :)

Doruk: Yarın görüşürüz Feza

Yeni bir hedef... Bir aylık bir hedefti. Bana abonmanımı birlikte bitireceğimizi mi söylüyordu?

Bu fikre bu kadar sırıtmayı acilen kesmeliydim.

Akşamın kalanında yarım bıraktığım o diziye devam edecek kadar odaklanmayı başaramadım. Naz'a mesajlaşmamızı gösterdim. Çıldırıp yarın ne giyeceğimi sorduğunda ise gülerek onu geçiştirdim. Her zamankinden farklı bir çabaya girmeyi düşünmüyordum.

Bir türlü yarın olmak bilmiyordu. Devamlı içimden saniyeleri saydım ve unutmadan Eren için bir mesaj çektim. Naz yarın burada olamayacaktı, benim de buradan uzaklaşabilmemin tek yolu onun uzatacağı yardım elinden geçiyordu bu yüzden biraz yağ çekmeyi de ihmal etmedim. Gelebileceğini duymak gönül rahatlığıyla işime devam edebilmemi sağladı.

Neşem çok uzun sürmedi. Dükkânı kapatmaya hazırlanırken masaları tek tek siliyordum. Naz yurda varmak için az önce çıkmıştı yani tek başımaydım. Kapının önünde büyük bir araba durdu. Bu arabayı tanıyordum ve içinden inecek kişiyi şu an görmek istemiyordum.

Eksik olan malzemeleri taşımak için bagajı açışına göz ucuyla baktım. Ardından elimdeki bezi daha hızlı sürtmeye başladım masanın zeminine. İşim bir an önce bitsin istiyordum. Yine de kafamı kaldırıp baktım. Ellerinde büyük poşetlerle içeri doğru yürürken ayağıyla kapıyı ittirdi. Kapının üzerindeki süsler sessizliğin içinde şıngırdadı. "Selam," dedi Taner. "Depoyu doldurmaya geldim."

Güldü, ben de zoraki bir tebessüm yerleştirdim dudaklarıma. Onu annemin burada çalıştığı dönemden beri tanırdım. Bebeklik arkadaşı sayılırdık Firuzan Hanım'ın oğulları Eren ve Taner'le. Eren'in aksine Taner'e karşı hiçbir zaman aynı samimiyeti hissedememiştim. Onda beni rahatsız eden bir şeyler vardı. Ne zaman görsem anlamsız bir his belirirdi içimde. Buraya uğradığı kırk yılın başındaki anların sürekli olarak benim dükkânda yalnız çalıştığım gece vakitlerine denk gelmesiydi o hislerin sebebi. Patronumun küçük oğlu beni tedirgin ediyordu.

"Selam," dedim. "Acele edersen sevinirim. Kapatacağım dükkânı."

Artık bilerek böyle zamanlarda beni yakaladığından neredeyse emindim.

Aramızda iki yaş vardı. Yirmisindeydi Taner, abisinden bir buçuk yaş küçüktü ve ikisi de benim çocukluğumu bilirlerdi. Birlikte oyun oynamışlığımız, burayı talan etmişliğimiz ve çoğu zaman etrafı düzenlemeye çalışan annemi çileden çıkartmışlığımız çoktu fakat bu bağlar aynı şekilde kalmamıştı. Özellikle Eren'in lise dönemlerinde yaşadığı ergenlik onu buraya uğramayan birine dönüştürmüştü ve o gelmedikçe Taner de yavaş yavaş kopmuştu Visal'den. Ben ise doğduğumdan beri buraya karşı farklı bir bağ hissederdim. İkinci bir evdi benim için. Huzur demekti.

"Tamamdır." Başımı yeniden eğip masaların üzerlerini silmeye devam ettim. "Mutfağa bırakıyorum o zaman?" dediğinde sadece kafamı salladım. "Mutfağına tek başıma girmeme izin veriyor musun?"

Yeniden kafamı salladım. "Yerleştirmekle uğraşma, dolapları karıştırma, düzenimi bozma."

Gülüp içeri girdi ve üç dakika sonra geri döndüğünde "Abimden yarın yerine bakmasını istemişsin," dedi. Fazla uzun olmayan kahverengi saçlarını karıştırıp düzeltti. "Hayırdır?"

Eren anında bunu gidip ona yetiştirecek türden biri değildi. Belki de Taner ona attığım mesajı görmüştür diye düşündüm. Her ne olursa olsun, sorgular sesinden hoşlanmadığım kesindi. "Hesap vermem mi gerekiyor?" diye sordum sertçe.

"Patronun sayılırım," dedi gevşek gevşek sırıtarak. Belki de normal gülüyordu ama onu fazla sevmediğim için her hareketi gözüme batıyordu. "Benden izin aldın mı?"

"Çok beklersin ya." Yanından geçip giderken hedefimde mutfak vardı. Bezi yerine bıraktım, ellerimi yıkadım ve çantamı toparlamaya başladım.

"Seni eve bırakmak için bekliyorum."

İçimde yersiz bir korku belirdi. Abartıyor olmalıydım. Arada sınırları küçük küçük aşmaya çalıştığı oluyordu ama ondan korkmama sebep olacak kadar büyük bir hareketi olmamıştı hiç. İşin aslı, aklımdan geçen ihtimalleri ona yakıştıramıyordum çünkü o benim birlikte büyüdüğüm bir çocuktu.

'Zahmet etme," desem de onu reddetmek için mantıklı bir sebebim olmadığını biliyordum. Kibarlık yapıyordu, belki de ona kötü davranan bendim ama yine de kafamın içindeki sesler o etraftayken susmuyordu. "Otobüsle giderim ben. Sen eve geç direkt."

"Sanki kıta değiştireceğim." Mutfağın dışından bağırarak konuşuyordu. "Eşyalarını alıp gel hadi, arabaya geçiyorum ben burada yapabileceğim bir iş yoksa."

"Geç." Ona haksızlık ediyordum. Kafamda kuruyordum. Hayır, kurmuyordum. Daha önce de rahatsız edici bakışlarını çok kez üzerimde yakalamıştım ve nedense on sekiz yaşıma girdiğimden beri bu anların sayısı giderek artıyordu. Kuruntu yapan tarafım yüzünden midemde bir kasılma hissettim. Bir daha annemin izlediği o programlara maruz kalmamalıydım, psikolojimi onlar da bozuyor olabilirdi.

Anneme de babama da çekincelerimden bahsetmemiştim. Eğer bahsetseydim bu işin nerelere varacağını tahmin etmek zor değildi. Onları olabildiğince iç dünyamdan uzak tutuyordum bu konuda çünkü ben bile emin değildim doğru algılayıp algılamadığımdan, yalnızca hislerime dayanarak onu ateşe atamazdım.

Telefonumun ekranını kafamı dağıtmak amacıyla açtığımda Naz'ın Instagram'dan attığı bir reelsin bildirimiyle karşılaştım. Ona tıklamak yerine WhatsApp'a girdim ve ona kısa bir mesaj çektim.

Feza: Taner beni arabayla eve bırakmaya gelmiş

Mesajımı görmesini bekliyordum ama müsait olabildiği tüm vakitleri bir şeyler çizerek geçiriyordu. Aktif olmayışına şaşırmamıştım bu yüzden. Derin bir nefesle birlikte paltomu da alıp Visal'den çıktım, kapıyı kilitledim ve benim için açtığı kapıdan geçip Taner'in siyah arabasına bindim.

Yanımdaki yerini aldığında ayna üzerinden göz göze geldik ve ben anında bakışlarımı kaçırdım. "Cidden söylemeyecek misin yarınki işini?" diye sordu arabayı çalıştırdığında. "Söz, söylemem annene ama bana neler olduğunu anlatmazsan anneme işten kaytardığını söyleyebilirim tabii."

"Bir gün bile şikayet etmeden sabah akşam Visal'deyim, sadece birkaç saatliğine dışarı çıkacağım zaman bir sorguya tabi tutulmak istememem en doğal hakkım bence."

"Güzellik, niye geriliyorsun?" Yanağıma makas almak için uzandı. Bunun arkadaşça bir hareket olduğuna ikna etmeye çalıştım kendimi. "Zaten sürekli bu kafede hapis hayatı yaşadığın için merak ettim özgürlüğünü nerede geçireceğini."

Özgürlüğümü Dorukhan Falay'la geçireceğimi ona söylemedim.

Bu esnada telefonum çalmaya başladı ve Naz, otuz iki dakika boyunca hiç durmadan konuştu benimle. Bu, arabayla evime varana kadar geçen süreye denkti. Beni bir saniyeliğine dahi yalnız bırakmadı.

"Geçen gün resim çantamın üzerinde iki karınca gördüm, kampüste çimlerde oturduğumda gelip yurt odama kadar eşlik etmişler bana. Onlara şişe kapağıyla su verdim."

Oldukça önemli meseleler hakkındaydı bu otuz iki dakikalık muhabbet.

"Biliyor musun Feyza, siyah kol çantamın küçük bir yeri sökülmüş. Hiç siyah ipim kalmadığı için mor olanla dikmek zorunda kaldım. Çok acı vericiydi ama o gün kombinime bir tek o çanta uyuyordu, siyah ip alamadan mecbur kaldım işte mor ipe."

Onu çok seviyordum.

"Yarın pankek yapalım mı? Yurda geç gireceğimi haber vereceğim, dükkânı birlikte kapatırız. Dersten çok geç çıkacağım ama gece gelebilirim, pankek yeriz."

Bu akşamki durumu yarın akşam da yaşamamam içindi bu. Biliyordu endişelerimi. Ben ona anlatmadan o kendi fark etmişti. Bu çocuk sana niye böyle bakıyor demişti daha ilk tanıştıkları gün. Nasıl dediğimde tren görmüş öküz gibi demiş, beni güldürmüştü ve yine amaçladığı şey buydu, yüzümü güldürmekti.

Telefonu kapattığımda Taner mutlu görünmüyordu. Yol boyunca beni sorguya çekip konuşturmayı planladığından olsa gerek bozulmuştu yüz ifadesi. Evimin önünde durdurdu arabasını, neredeyse kendimi atarcasına aşağı indim hemen. Arkadaşça bir iyi geceler sarılmasına hiç gerek yoktu, kelimeler yeterliydi. "Teşekkür ederim, yolunu uzattın boş yere."

"Boş yere değildi," dedi. "İyi geceler Feyza."

İndiğim yerden ona el salladım. Bir kere yine ben çıkmak üzereyken Visal'e gelmişti ama körkütük sarhoştu, yere yığılıp kalmıştı. Öyle çok korkmuştum ki o haliyle görünce onu, o zamandan beri tüm hareketlerim daha temkinliydi ister istemez. Bana bir şey söylediğinden değildi ama neden o halde Visal'in kapısına geldiğini hâlâ çözemiyordum. Bayılmasaydı başka şeyler konuşulur muydu aramızda, konu istenmeyen yerlere gider miydi bunu bilmiyordum.

Düşünmek de istemiyordum çünkü düşüncelerimin varacağı yeri kabul etmek benim için gerçekten zordu.

Bir ürperti geçti bedenimden. Merdivenleri tırmanıp dünya üzerindeki en güvenli alanıma döndüm. Her zamanki gibi soğuyan akşam yemeğini ısıtmak yerine yorgun olduğumu söyleyip doğrudan odama gittim. Annemin içi rahat etmese de canımın yemek yemek istemediğine inandığında beni kendi halime bırakmıştı.

Pijamalarımı giyip üzerimden çıkarttıklarımı kirli sepetine attım ve odama geri döndüm. Uyumak istiyordum. Hiçbir şey düşünmeden uyumak, kafamı başka yerlere yormamak, bu anlamsız huzursuzluk hissini uzamadan söküp atmak, sadece şarkı dinlemek ve uyuyakalmak.

Buna engel olan dan diye açılan kapım oldu. "Babam hepimize çikolatalı süt almış, bu seninki." Kapının girişinde dikilen Fırat'a şaşkınlıkla baktım. Ranzasından bu saatlerde lavaboya gitmek dışında ayrılmazdı. Kalkıp odama geldiyse mutlaka bir şey çıkardı arkasından. "Aslında bu seninki değil. Seninki dolapta, ben Ferda'nınkini çaldım pislik olsun diye." İçeri doğru bir adım atıp kapıyı arkasından kapattığında kaşlarımı havaya kaldırdım. "Al iç, boş mideyle yatma."

"Paran mı bitti?" diye sordum doğrudan. Ben güldüm ama o gülmedi. Kesinlikle bir şey vardı. Yalakalık yapmaya gelmiş gibi durmuyordu çünkü. Yatağıma doğru yaklaşırken çikolatalı sütü masamın kenarında duran küçük komodine bıraktı. Şaşkınlığım bana yaklaşan her adımında daha çok artıyordu.

"Abla," dedi yumuşak bir sesle. "Sıkıntı yok değil mi?"

Bir an için oturup hüngür hüngür ağlamak istedim. Bunun için bir sebep bile yoktu ama her zaman işlerin makarasında olan erkek kardeşimin benimle ciddi bir konuşma yapacak kadar büyümüş olması beni salya sümük ağlatmaya yeterliydi.

Afalladığımı saklayamadım. Üstelik karşımdakiler Falez ailesi olduğunda ben duygularını gizleme konusunda pek başarılı sayılmazdım. "Ne sıkıntısı olsun ki?"

Sorusuna soruyla karşılık vermem Fırat'ın bakışlarını değiştirdi. "Şu lavuk mu bıraktı seni?" Yaşına bakmadan benim için endişelenmesi içimi ısıtırken sesindeki öfkeli tonla beraber gözlerimi kıstım. Ben örnek bir abla olmalıydım, kardeşlerimin büyükleriyle böyle konuşmalarını tasdikliyor gibi görünemezdim ama Taner'den lavuk diye bahsetmekle ilgili hiçbir problemim yoktu.

"Abla," dedi tekrar. "Evi gelip kahkahalarınla inletmedin, babama bulaşıp onu öpücüğe boğmadın, Furkan'ı niye ben gelmeden uyuttun diye anneme kızmadın, Ferda'yla bağrışıyorduk ama odanın önünden geçip gittin. Neler olduğunu bana anlatacak mısın yoksa yarın ilk işim o herifi Visal'in kapısının önüne gömmek mi olsun?"

"Sakin ol ağır abi, çok mu mafya filmleri izliyorsun bu aralar sen?" Fırat'ın yüzünde tebessüm bile yoktu, benim gülmeme kızıyordu. Geçiştirmeleri kabul etmeyecekti. Pencereden bizi görmüş olmalıydı.

"Rahat görünmüyordun." Tahminimi teyit emiş oldum bu sayede. "Sana bir şey mi söyledi? Ne işi varmış bu saatte yanında?"

Ben de merak ediyordum bu sorunun cevabını. "Sorun yok Fırat." Çekip gitmek yerine yanıma oturdu yatakta. Kucağıma bir yastık çekip yastığın köşeleriyle oynamaya başladım. "Bakmasana öyle. Bir şey yok dedim."

"Dünyanın en kötü yalancısısın. Hatırlat da bir ara sana bir ara ders vereyim."

Omzuna vurdum. "Koca dana, sen ne ara profesyonel yalancı oldun?" Nihayet onu da güldürmeyi başardım ama çok uzun sürmedi yeniden ciddileşmesi.

"Her haltı gelip sana anlatabileceğimi biliyorum ama sen bilmiyor gibisin. Üstelik sır da tutabilirim."

"Üç saniye bile tutamazsın."

"Mezara bile götürürüm."

"İkinci saniye ağzından kaçırırsın."

"Hiç tanımamışsın kardeşini." Sırıtıyordu alayla. Eskiden saklambaç oynarken babam bize "Neredesiniz?" diye sorduğunda "Perdenin arkasındayız," diye bağıran bir çocuğa göre fazla iddialıydı.

"İyiyim ben," dedim sessizliğimiz uzayıp gitmesin diye. "Endişelenecek bir durum yok, tamam mı? Saçma sapan bir şeyler yapmaya da kalkma benden habersiz sakın. Babama durumdan bahsetmek de dahil buna."

"Hangi durumdan?"

"Ablam Taner abinin yanındayken huzursuz oluyor falan deme sakın."

"Huzursuz mu oluyorsun?"

"Fırat!"

"Abla, doğru düzgün anlatır mısın şu meseleyi rica etsem? Siktiğimin herifi seni rahatsız edecek bir şey mi yaptı?"

"Küfür etme."

"Konuyu değiştirme."

"Sarhoşken bir kere Visal'e geldiğini söylemiştim hatırlıyor musun?" Çenesini sıktı ve başını salladı. "O zamandan beri biraz garip hissediyorum onun yanındayken. Başka bir şey yok."

"Asılıyor mu sana?"

"Hayır," dedim. "Evet." Durdum. "Bilmiyorum Fırat. Ne hikmetse ne zaman Visal'e gelse ben orada yalnız başıma kapanışı yapıyor oluyorum. Sonra da beni eve bırakmayı teklif ediyor."

Koluma dokunmasını beklemiyordum. "Sen insanlarda kötü niyet aramazsın," dedi sakin olmaya çalışarak. "Bir şey seni tedirgin etmese böyle düşünmezdin zaten ama bana söylerken bile suçluluk hissediyor gibisin."

"O benim çocukluk arkadaşım." Sesimde sitem vardı. "Tabii ki suçluluk duyuyorum böyle hissettiğim için. Birlikte büyüdük. Yani, bilmiyorum işte. Söz ver aramızda kalacağına."

"Babama azıcık bile bahsetsen gider o çocuğu köprüden sallandırır." Gözlerim korkuyla irileşti. Haksız olmadığını biliyordum, bu yüzden en çok da onun kulağına gitmemeliydi zaten. "Ve biliyor musun abla, ben babamın oğluyum."

"Fırat," dedim uyarıcı bir sesle. "Karışma lütfen. Yanlış anlaşılmalar yüzünden işimden olmak istemiyorum. Gerçekten bir şey yapmaya kalkarsan küserim sana."

"Tamam." Bir gram bile inandırıcı değildi. Çikolatalı süte uzanıp onu bana verdi. "Ama söz ver, benden hiçbir şeyi saklamayacaksın."

"İyi," dedim. "Büyüdün de ablanı mı kolluyorsun sen?" Yanaklarını sıkmak için yüzüne uzandığımda somurtarak kendini geriye doğru çekti. Ardından bir iyi geceler dileyip ayrıldı odamdan. Bu konunun peşini bırakmayacağını anlamıştım.

Uyumadan önce bir kez Instagram'da dolaşmak istedim kafam dağılsın diye. Karşılaştığım, görmeyi beklemediğim bir şeydi.

Doruk, biz akşamüstü konuştuktan hemen sonra bir story paylaşmıştı. Spor salonundaydı. Üzerinde siyah bir tişört vardı. Aynanın karşısında, ıslak saçları alnına dökülürken çektiği bir fotoğraftı. Beni fotoğrafa uzun uzun baktıran detay spor sonrası pumplanan kasları ya da dizlerinin bir karış üzerinde biten şortu değildi. Elinde tuttuğu Visal'e ait karton bardaktı.

Dorukhan Falay, tanıştığımız gece ona kahve hazırladığım bardağı saklamıştı.

🏀🧁🏀

Kol saatini bırakır, karton bardak alıp saklar. Garip çocuk bu çocuk.

Nasılsınız? Nasıl gidiyor? Bu bölüm az Dorukluydu ama diğer bölüm çok Doruklu olacak.

Feza'nın aile üyeleriyle olan ilişkilerini işlemenin kurguyu daha sıcak bir hale getirdiğini düşünüyorum. Dört Çeyrek ile ilgili her detay bana tatlı geliyor aslında, Taner hariç.

Onun hakkında ilk izleniminiz nasıl oldu? Sizce Feza şüphelerinde haklı mı?

Yeniden görüşene dek hoşça kalın çiçeklerim. Kol saatimi yine sizde unuttum, bu yüzden yeniden buluşmak için bahanem de var. Öptüm hepinizi 🧡

Yorumlar

  1. Piçlik diye bir şey olmasaydı Taner yine de piç olurdu🤗

    YanıtlaSil
  2. Ay bunları okumayı çok seviyorum. Taner lütfen gitsin kitaptan. Ben cici cici Doruk Feza istiyorum ya.

    YanıtlaSil
  3. Azra Zişan Başar (kelebekceben)18 Ağustos 2024 23:36

    Taner bok yesin

    YanıtlaSil
  4. Doruk neden bu kadar tatlı ve Taner neden bu kadar salak?

    YanıtlaSil
  5. Yeni bölüm lütfennn acill

    YanıtlaSil
  6. Doruk niye bu kadar az mesaj atıp az gorunuyo vaktini sürekli cezaya ayirsin cekinmesin

    YanıtlaSil
  7. KSKLİ OLARAK GURURLANDİM AMA YUHALANDİKLARİ DOGRU SKHSİSHAOAJW

    YanıtlaSil
  8. GEC IZLEDIM BIRAZ AMA ALLLLLLLLLAHIM COK GUXRLDI

    YanıtlaSil
  9. Taner i köprüden ben sallandırmak istiyorum su an

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Popüler Yayınlar

36. "Çatlaklar ve Kırıklar"

55. "Geri Sayım"

35. "Görülme İhtiyacı"