28. "Değişen Dengeler"


Bölüm şarkıları:

Layto & Neoni, Ghost Town
Isabel LaRosa, More Than Friends
Trevor Daniel, Falling

🟠

Olmamış gibi yaptıkların
Yaşanmamış saydıkların
Ummadığın anlarda
Karşına çıkmaz mı sandın?

•⚓•

Gözlerimi açtığımda kokusu her yerdeydi fakat Görkem yanımda değildi. Kulağımın altında kalbi atmıyor, parmakları saçlarımı okşamıyordu. Aklıma doğrudan Analizcilerden birinin onu çağırmış olabileceği ihtimali geldi yoksa asla yanımdan gitmezdi. Artık gitmezdi.

Yastığın diğer tarafı hâlâ göçüktü. Kısa bir süre önce gitmiş olmalıydı. Yanımdaki beden çekip giderken benim uyanmamış oluşuma biraz şaşırdım ama üzerine düşünmeden çıplak ayaklarımla yere basıp yatağı toparladım. Yorganı düzelttiğimde yataktan sarkan kısımlarının aynı hizada olmasına dikkat ettim. Masasına göz attım ve dün gece ben geldiğim için bitiremediği testi bitirmiş olduğunu gördüm. Belki de yanımdan kalkma sebebi buydu ya da gece ben uyuduktan sonra çözmüştü kalan soruları, bilmiyordum.

Kapısını yavaşça açıp koridora çıktığımda sesini duydum fakat salondan değil, daha yakından geliyordu. Benim odamın kapısını da geçtiğimde ses giderek arttı. Can'ın odasından geldiğini anladım. Kapı yarı aralıktı. Görkem Arda'nın yatağında oturuyordu ve odada onun dışında sadece Can vardı. Can'ın sadece ileriye uzattığı bacaklarını görebiliyordum. Görkem'se parmaklarının arasında kaleme benzemeyen bir şey çeviriyordu.

Mutfaktaki takırtılardan Arda ve Kaya'nın orada olduğunu düşündüm. Hedefim yanlarına gitmekti ama bunu yapmadan önce uyku sersemi halimle durduğum yerde dikilmeye devam ettim. O ikisi en son küçük çaplı bir tartışma yaşamışlardı salonun ortasında, bu yüzden de baş başa ne konuştuklarını merak ediyordum.

"Uykusunda çok fazla sayıklıyor," dediğini duydum Görkem'in. İşte o an onu benim yanımdan ayıran konunun bile ben olduğumu anladım. Her şey benimle ilgili olmaya başlamıştı sanki onun cephesinde. "Bazen elimi sıkıyor, kollarıma geçiriyor tırnaklarını. Ağlıyor gibi çıkıyor sesi hep. Kâbuslarında nefessiz kalıyor. Bir iki kez onu uyandırmaya çalıştım ama başaramadım Can. Elimi tuttu ve sıktı sadece. Uyanmak istemiyor gibiydi. Ne yapmam gerektiğini bilmiyorum."

"Önce o koluna bir şey sür." Yüzünü göremediğim için ne düşündüğünü anlayamıyordum. Gerçi yüzünü görebildiğim zamanlarda da anlayamıyordum Can'ı ben zaten.

Başımı aralıktan uzatıp Görkem'in koluna bakmak istedim. O sırada parmaklarının arasında çevirdiği şey tanıdık geldi gözüme. Rujumdu. Lavaboda onu öpmeden önce gömleğinin cebine sıkıştırdığım rujumu bir kalem gibi hızlı hareketlerle çevirip duruyordu ve gözleriyle bunu takip ediyordu.

"Görkem." Sesi konuyu değiştirecek gibi çıkmıştı. "Asya'yla aranda her ne varsa..." Sustuğunda kendimi geriye doğru çekerek duvara yasladım sırtımı. Devamını duymak istediğimden emin değildim. "Bana düşmez," dedi Can. "Sadece, sonunun iyi bitmeyeceğini hissediyorum."

Onun ağzından çıkan her kelime, üzerine saatlerce düşünülmüş gibi çıkardı. Can çok düşünen bir zihindi ve bunu Görkem'e söylüyorsa eminim ki bir şekilde haklılık payı da vardı kendince. Görkem'den bir cevap bekledim ya da duymak istediğim bir şey vardı, bilmiyordum ama yaklaşık yarım dakika gibi bir süre odadan hiç ses çıkmadı.

Sessiz adımlarımın hedefinde mutfak vardı. Bir şeyleri olmamış gibi yapmaya çok alışmıştım. Duyduklarımı unuttuğuma kendimi inandırmam birkaç dakikamı bile almazdı. "Günaydın," dedim içeridekilere. Kaya sofranın başında oturuyordu. Sofra hazırdı ama hiçbir şeyi ellemediği belliydi. Arda pencere kenarında sigara içiyordu. Bu aralar fazla arttırmıştı günlük içtiği dal sayısını. Gözümden kaçmıyordu.

Kaya'ya baktığımda gözlerinin kısık olduğunu gördüm. "Sana günaydın," diye mırıldandı. Belli ki o hiç uyumamıştı. Tüm gece çalışmış mıydı?

Onu es geçip Arda'ya çevirdim başımı. "Ben artık şarkılarla uyandığım sabahlara geri dönmek istiyorum." Kurduğum cümle onun canını yakabilirdi belki ama içindeki yangının yanında benim kibritimi umursamayacağını umdum.

"Ben de babamın bana bilim adamlarının hayatlarını anlattığı yıllara dönmek istiyorum ama her istediğimiz olmuyor Asya." Başını bana çevirmeden konuşmuştu. Üflediği dumanın pencereden dışarı süzülmesini izledim.

Arda onu gördüğüm en kötü hallerini yaşıyordu birkaç gündür. Kafamızı oyalayacak olaylar, onun da kafasını oyalıyor olmasaydı ne halde olacaktı kim bilir. Çok fazla hayal gücümü zorlamama gerek kalmadı. Mete'yi kaybettikten sonra hiçbir şey yapmadan geçirdiğim iki haftalık o zaman diliminin belki biraz hafifletilmiş versiyonunu yaşayacağına emindim. Neyse ki bir uğraşı ve onu sevdiğine emin olduğu birkaç kişi vardı hayatında.

"Ne güzel," dedi Kaya Arda'ya içtenlikle. "Bir şansım olsa on sekizime kadar olan yılları silmeyi seçerdim mesela ben. İnsanların sığınmak istediği çocukluk anıları var."

"Bu evi kasvet bürümüş." Yüzümü buruşturdum. "Ne oluyor size? Neşe kaynağı olma görevini üstlenmek bana kadar düşmüş olamaz. Kendinize gelin." Bir sandalye çekip oturdum. "Sen de söndür şu sigaranı. Aç karınla içiyorsun bir de, miden yanacak."

Sözümü dinlemesini beklemiyordum ama dinledi Arda. Küllüğe bastırarak söndürdü ve bir bardak su içti çeşmeden. Ben de yüzümü yıkamadığımı hatırlayıp lavaboya gittim. İşlerimi hallettikten sonra mutfağa döndüm. İki kişi bıraktığım nüfus dörde çıkmıştı. "Bu ne?" dedim onlara bakarak. "Mitoz mu bölündünüz?"

Şakam Arda'nın yüzüne bir tebessüm asarken Görkem, bakışlarını üzerime dikmişti. "Günaydın," dedi sanki birlikte uyumamışız da geceden sonra beni ilk kez görüyormuş gibi.

Gülümsediğimde gözlerim koluna kaydı. Bileğiyle dirseği arasındaki birçok noktada tırnaklarımın izlerini gördüm. Korkunçtu. Canını çok fazla yakmış olmalıydım. Kanlanıp kabarmıştı her yeri. Bunu sadece dün gece mi yapmıştım yoksa iki gecedir mi yapıyordum?

Her bir izin üzerini tek tek öpmek istedim. Kıyamadım. Parmaklarımdan nefret ettim. Onun canını yakma fikrimden nefret ettim. Benden bağımsız belirdi içimdeki tüm hisler. Görkem ona baktığımı fark etmedi ama kolunu izler kapanacak şekilde gizledi herkesten.

Kahvaltı bitene kadar fazla konuşulmadı masada. Dünden kalan gerginlik biraz var gibiydi hâlâ. Çevremizdeki suç çemberiyle de bağlantısı olabilirdi tabii bu gerginliğin, kestiremiyordum. Sofrayı Görkem ve ben topladık, Analizciler sandalyedelerdi. Sessizlik oyununu sürdürdüler. Hep birlikte salona geçtiğimizde kimse ne söyleyeceğini bilemiyor gibiydi. Bu en çok da nereden başlayacağımızı bilmemekten kaynaklanıyordu.

Dakikalar sonra altıncı bir kişi katıldı aramıza. Ros'un geleceğini biliyordum, kapı çaldığında o sanmıştım fakat gelen Necip Amir'di. Kaya'nın yanına oturdu üçlüde. Karşı koltukta Arda'yla Can duruyordu ve biz de her zamanki yerimizdeydik.

Ona bir özet geçmemiz gerektiğini biliyordum ama olayları nereye kadar bildiğini bilmiyordum. İlk konuşan Görkem olur diye beklerken Necip Amir araladı dudaklarını. "Bir süredir yokum diye salmadınız İnşallah kendinizi?" dedi alayla. "Nasıl gidiyor?" Samimiyetini hissettim. Ortamı yumuşatmak istemişti. Devamında bir şeylerin geleceği belliydi.

"İş," dedi Kaya net bir şekilde. "Devam. Aynı."

Müthiş biri olduğunu düşünüyordum günden güne. Hayatımda ihtiyacım olan netlik tam da buydu. Üç kelimeyle tüm çekilen acıları, döktüğüm gözyaşlarını, yaşanan tartışmaları, sırları ve Lir'i gizlemiş, üstelik hiçbir şüphe de uyandırmamıştı.

"Görevin olması gerekenden erken bittiğini söyledi Eylül." Necip Amir'in sesinde sorgulama varken bakışlarının hedefi Görkem'di. "Asya ve sen gittiniz, sonra ne oldu da oradan kaçmak zorunda kaldınız bilmek istiyorum. Bana anlatmadığın bir şeyler var. Yaşlanıyor olabilirim ama hâlâ açıklarını yakalayabilecek kadar uyanığım oğlum."

"Eylül görevin olması gerekenden erken bittiğini söylemez," diyerek araya girdi Arda. Hiçbirimize bakmıyordu. "Eylül sana gelip görev bitti demiştir, geri kalanı senin eklemendir Amir'im. Ağzımızı aradığını anlayacak kadar Analizciyiz hâlâ."

"Eylül konusuna döneceğim." Önünde ellerini birleştirdi ve inatla Görkem'e bakmaya devam etti. Ne duyacaksa ondan duymak istiyordu. "Söyle, niye planı yaktın? Anlat bekliyorum."

Ağzımı açmak istedim fakat Görkem beni tanıyor olduğundan kolunu koluma değdirerek bana sessiz kalmam için bir işaret gönderdi. "Öyle olması gerekti," dedi sadece.

"Şimdiye kadar buna benzer bir olay yaşanmamıştı." İnatçı kişiliği bir cevap almadan durmayacaktı belli ki. "Bu görevdeki değişiklik neydi, merak ediyorum. Kumarı yarım bırakmış, öylece kaçmışsınız. Oraya gidip kimliklerinizi ifşa edip eli boş şekilde geri döndüyseniz bunu bilmek zorundayım."

"Kaçmadık." Görkem'in gerildiğini hissediyordum. Can suskun, Arda umursamaz ve Kaya da Görkem kadar gergin görünüyordu. "Kumar masasına Hermes'in kafasını gömdüm. Merak ettiğin asıl nokta kontrolümü kaybedip kaybetmediğimse sana anlatayım, başkalarından değil benden duy. Ayağa kalktım, Hermes'i yumrukladım, ortalığı savaş alanına çevirdim ve sonra 13'le ayrıldık oradan. İşimiz bitmişti, biz de zaman kaybetmeden eve döndük. Bu kadar."

"Eliniz boş yani?"

"Değil," diyerek ilgiyi üzerine almaya çalıştı Kaya. "Hermes'in bilgisayarını hackledik. Bir şey çıkacak mı diye inceleyeceğim, ulaşırsam seni bizzat bilgilendiririm."

Görkem gerçeklerin bir kısmını gizlemiş ama yalan söylememişti. Onun aksine Kaya, Necip Amir'e yalan söyleyebiliyordu ve bu sadece Görkem'i belki de Can'ı korumak içindi. Can'ın bir katille flörtleştiği fikrine olumlu bakacağını sanmıyordum Necip Amir'in. Bunu öğrenmeye henüz hazır değildi. Bu yüzden yapmaya çalıştıkları şey bana mantıklı gelmişti ama onların amirlerine karşı hep dürüst olduklarını düşündüğümden biraz garipsemiştim de.

"Neden hâlâ incelemedin o bilgisayarı?"

"Güvenlik duvarını aşmaya çalışıyorum," dedi Kaya duraksamadan. "Üzerine çok çalışamadım, başka şeyler konuşmamız gerekti." Söylenen yalandan memnun görünmüyordu kimse fakat hiçbirimiz bu yalanı durdurmadık. Benimseyip ortak olmayı seçtik. Can benimle göz göze geldi, dudaklarını birbirine bastırırken en çok benim konuşacak olmamdan korkuyor gibiydi. Diğerlerini tanıyordu, en az tanıdığı bendim ve beni uyarmak istemişti.

"O zaman bir sonraki konuya gelelim," dedi Necip Amir. Son zamanlarda kötü günler geçiriyor olmalıydı, etrafa yaydığı negatif enerjiyi buna yormuştum. Cıvıl cıvıl bir adam olarak tanımıştım onu. Son gördüğüm andan beri birkaç yıl yaşlanmıştı sanki uğraştığı işler yüzünden. Başını Arda'ya doğru çevirdiğinde işaret parmağını ileri doğru uzatıp "Sen," dedi. "Eylül'e ne yaptın?"

Kimsenin beklemediği bu soru Arda'nın yüzüne öyle keskin bir gülümseme yerleşti ki ilk defa ona bakarken korktuğumu hissettim. O an onun dudaklarından alaycı bir ses çıktı Analizcilerin en saygı duyduğu adamın karşısında. "Ne?" dedi sadece. Bir şeyler daha duymayı beklediğini anladım.

"Eylül bir ölü gibi geziyor kaç gündür." Sebebinin Arda'yla tartışması olduğunu sanmıyordum, benim hakkımda öğrendikleri şeyler yüzündendi bence ve bunu düşünmek bile canımın daha fazla acımasına sebep oldu. "Ona bir şey mi söyledin?"

Arda'nın sahte gülümsemesi daha fazla genişlediğinde Görkem girdi araya. "Eylül'ün hayatında tonla dert varken sebebin Arda olduğunu sana düşündüren nedir?"

"Ben Eylül'ü senelerdir tanıyorum. Buğra'yla tartışmalarına benzemiyor bu, annesi de değil olay. Öyle olsa anlardım. Başka bir şey var onda. Bu evde yaşamıyor diye onun canının yandığını da mı göremiyorsunuz?"

Arda, küçük bir kahkaha attığında yüz ifadesi soğuk ve donuktu. Bu halini ilk kez görüyordum. "Dalga geçiyorsun benimle," dedi, böyle olmasını istedi. Buna inanmak istedi. "Ciddi değilsin şu an."

"Ne oluyor Arda?"

"Sorgulamak için çok yanlış bir gün abi." Can'ın yüzünde biraz sonra her şey mahvolacakmış gibi bir panik vardı. "Başka zaman hesap verelim, bugün değil. Yoğunuz. Ros gelecek daha. Bir ton işimiz var."

Arda, Can'ın koluna dokunarak susmasını, buna gerek olmadığını ifade etti sanki. Gözleri Necip Amir'e döndüğünde bakışları kırgındı. "Ben bu evde yaşamıyor muyum?" diye sordu. Gülümsedi ama ağlamasını tercih ederdim. İçim cam kırıklarıyla doluyordu her kelimesinde. "Canı yananın ben olduğumu neden göremiyorsunuz?"

"Ne?" Necip Amir kaşlarını çattı. "Ona söylemeye kalktım deme sakın." O da biliyordu ve dillendirmek bile istemiyordu. Aşk belli ki yasaklı bir kelimeydi.

"Merak etme," dedi Arda. "Kırmadım kızını." Bir el boğazımı sıkıyor gibi hissediyordum onları dinlerken. "O beni paramparça etti ama bunun bir önemi yok, değil mi? Nasıl olsa alışığım ben. Senelerdir çekiyorum zaten, böyle mi düşünüyorsun? Geçip karşıma Eylül'e ne yaptığımı nasıl sorabildin sen bana ya?"

Necip Amir'in bakışlarına çöken hüzün kalbimi ağrıttı. Artık emindim, Arda'yı o da ilk kez böyle görüyordu. Gerçekten değişiyordu, değişmesini engelleyemiyordum, durduramıyordum. Bir insan kafasına koyunca onu o yoldan döndürmek kolay olmuyordu.

Vazgeçeceğini söylemişti. Ondan vazgeçemiyordu, vazgeçtiği kendisiydi. Eylül, Arda'nın o kadar içinde, o kadar derinindeydi ki Arda onu kazmak istedikçe kendinden parçaları koparıp atmak zorunda kalıyordu.

"Oğlum," dedi Necip Amir ve sesinde bir baba sıcaklığını hissettim. "Ben sana en başından demiştim. Olmaz demiştim. Aşkla yürümez bu iş, kalbinde sevda yükü varken hep hata yaparsın. Bir hata yaptığını sandım yine, özür dilerim. Eylül mü seni kıran? Sorumu düzelteyim hatta, Eylül sana ne yaptı?"

"Hiçbir şey." Ellerini koltuğa bastırdı Arda. Yüzü ifadesizdi. O, yaşadığı tüm duyguları yüzüne yansıttığından benim için hisleri en kolay okunabilen kişi olmuştu bu evde. Şimdiyse bir duvara bakıyor gibiydim. "Hiçbir şey yapmadı. Hem için rahatlasın, kötü görünüyorsa ben değilimdir sebebi. Ben onu sadece iyileştirebilirim, sadece bir yara bandı görevi görebilirim. Onun içine dert olabilecek kadar yerim yok hayatında. Hiç olmadı."

Gözlerimin önünde bir adam yandı, alevler gözlerimi yaktı. Eğer koltuğun kolçağına tırnaklarımı geçirmesem gözümden bir yaş akacaktı. "Neyse," dedi Arda. Gülümsedi sonra. "Ros gelince haber verirsiniz. Ben sigaraya çıkıyorum."

Necip Amir olduğu yerde donakalırken Arda hiçbirimizle göz göze gelmeden salonu terk etti. "Ona ne oldu böyle?" diye sorduğunda gözleri Görkem'deydi. Cevabı ondan bekliyordu. "O... O sanki artık benim tanıdığım çocuk değil."

"O artık çocuk değil," diyerek düzeltti Kaya, içindeki alevlerin çatırtısını duyabiliyordum sesinden. Benzini döken Arda'ydı.

"Sende de bir gariplik var." Hedefi yine Görkem'di ve ima edeceği şeyi çoktan anlamıştım. "Sen de benim tanıdığım o adam değilsin artık. Bir şeyler değişiyor, sebeplerini öğrenmeliyim. Beni anlıyor musunuz? Sizden sorumluyum ve gerekirse dur diyebilmeliyim, hislerinizi durdurabilmeliyim."

"Arda'nınkileri durdurabildin mi?" Can, konunun varacağı yeri o da anlamıştı ve değiştirmeye çalışıyordu rotayı.

"Durduramadım. Hatalar yaptı, hatalarını düzelttiniz. İşlerin bu noktaya gelmemesi gerekiyordu ama geldi. Onu durduramadım. Mahvetmiş kendini." Necip Amir kendini suçluyordu fakat birinin bir başkasına duyduğu hislerden sorumlu olamazdık. Bu mümkün değildi.

"Sen dur," dedi Görkem'e. Herkesin bir şeyleri anladığı çevremize Necip Amir'in de eklenmesi beni şaşırtmadı fakat konuşmaya devam etmesini istemedim. Görkem'in koluna bakıyor olduğunu fark ettim, tırnak izlerini gördü ve benim boynumdaki morluğu da gördü. Yanlış anlaşılmaya oldukça müsait bu tablo karşısında ilk akla gelebilecek olan ihtimali düşündü ve kaşları çatıldı. "Dur," diye tekrarladığında şaşkınlıktan ne dediğini bildiğini sanmıyordum.

"Aşk mahveder." Gözlerini bizden çekip masaya dikti. Kelimelerini bir bıçak gibi bize doğrultmadığında yine de o bıçakların dönüp dolaşıp ikimize saplanmayacağını mı sanıyordu? "Bak Arda'ya. Gözünün önünde oldu her ne olduysa. Abine bak, Görkem. Bak onlara. Bir tanesinin sonu iyi bitti mi?"

"Neden bana böyle bir şey söylüyorsun anlamıyorum," dedi Görkem, sakin bir sesle. Arda için çektiği acıya gözlerinde de sesinde de rastlayamadım. O an, bu platonik aşkın en başından beri nereye sürükleneceğini tahmin ediyor gibi bakıyordu. Gözlerinde adeta böyle olacağını biliyordum diyen bir ifade vardı. Sanki Arda'yı ayıplıyordu. "Kendi kafanda ne kurup inandın bilmiyorum ama yok öyle bir şey. Olmaz, olmayacak."

Birlikte uyumuştuk. İki gecedir birlikte uyuyorduk. Beni öpüyordu, bana sarılıyordu. Ötesi, bana kendimi ona teslim etmemi söylemişti. Şarkının devamını getirmişti. Bu bir şeyi onun da benim gibi kabullendiği anlamına geliyordu. Rol yaptığını biliyordum. Sebebini anlamasam da Necip Amir'e karşı rol yapmak zorundaydı şu an.

"Daha hiçbir şey başlamamışken bana verdiğin bir söz var." Mavi gözlü çocuğu ilk kez gördüğü o döner dükkanına dönmüş gibiydi ama bilmediği, çocuğun artık o çocuk olmadığıydı.

"Ne oluyor bugün sana?" diye sordu Kaya. Sesi sertti. Ben olduğum yere öyle çok sinmiştim ki tek kelime etmediğimi bile yeni fark edebiliyordum.

"Bana değil, size bir şeyler oluyor. Bu evin dengesi değişmemeli. Dengeleri değiştirmemeli hiç kimse." Beni kastettiğini anlamamak için aptal olmak gerekirdi. Canımı mı yakmak istiyordu? Susmasını diledim. "Hermes'in kafasını masaya gömdüm diyor, ortada sebep yok! Görevi neden sürdürmedin diyorum, öyle gerekti diyor. Siz benim de hesap vermem gereken birileri olduğunu unuttunuz mu? Kimliğinizi ifşa etme aşamasına gelmişsiniz, biriniz çıkıp açıklama yapmıyor. Neyim ben, yalı kazığı mıyım?"

Kimliğimizi ifşa etme aşamasını geçmiş, Can'ın vesikalık fotoğrafını ve ahiret sorgusu gibi bir sorgunun cevaplarını bir katile göndermiştik ama belli ki kimsenin bunları söylemeye cesareti yoktu.

"Seni ne gerdi bilmiyorum." Görkem dişlerini sıktı. Belirginleşen çene kemiği yüzünden fark etmemek imkansızdı. "Ama bizden çıkarmanın sırası değil. Bugün değil, burada değil."

"Beni kontrolden çıkmaya başlamanız gerdi. Benden bir şeyler saklamaya başlamanız gerdi çünkü bunu bir süre öncesine kadar hiç yaşamamıştık."

"Yapma," dedi Görkem. Boynunda şişkinleşen damarı gördüm. "Bir hesap soracaksan bana sor. Üstten üstten ona ima yapma."

"Bu çocuk böyle değildi Asya," dedi Necip Amir gözlerimin içine bakarak. Dile getirdiği buydu, getirmediğiyse onu benim değiştirdiğimdi. Dengeleri bozan, Analizcilerin kontrolden çıkmasına sebep olan bendim. Böyle düşündüğünü görebiliyordum. "Bak, güzel güzel konuşuyorum ama beni anlamıyor. Bana her şeyi anlatmak zorunda. Gizlemek bir seçenek olamaz, bu ekibin sorumlusu benim. Yanlış bir yola girerseniz ilk benim başım yanar. Size başım feda, dert bu değil. Dert, sizin dönüşü olmayan yollara sürüklendiğinizi hissetmem."

"Haklısın." Görkem'e doğru çevirdim başımı. Bacağını sallarken gözlerini sımsıkı kapatıp açtı. "Haklısın, sana her şeyi anlatacağım. Lir'den bahsetmiştim, onun ne olduğunu bulduk ve yemin ederim gelip sana anlatacağım. Ama şimdi değil abi. İyisi mi sen şu an git."

Ona ikna olduğunu ve gerçekten anlatacağını anlamıştım fakat esas takıldığım, son cümlesiydi. Birin lideri olma sebebi olan adamı, o birin içinden kovuyordu. Sebepse dolaylı yoldan bendim.

Kendimi çok kötü hissediyordum.

"Gideyim," dedi Necip Amir, sesinde bir kırılmışlık sezdim. Bunu Can da fark etti ama asıl şok olduğu kısım Görkem'in cümleleriydi. Kaya bir şeyler söylememek için dudaklarını birbirine bastırıyordu. "Bakalım sen ilk hatanı ne zaman yapacaksın oğlum."

Hepimiz ne dediğini anladık. Hepimiz, aşkın yasaklı kelime olduğunu anladık ve özellikle Görkem'in verdiği bir sözden bahsetmesi, beni düşüncelere sürükleyen kısımdı. O hata yaparsa bunu bizim toparlayamayacağımızı düşünüyordu. Seçtiği lidere bilmediğim bir zaman diliminde aşık olmama kuralı koymuştu çünkü onun hataları, lacivert iplilerin sonunu getirirdi. Buna inanıyordu.

Belki de Görkem'den dile getirmesini beklediklerimi bu yüzden duyamamıştım. Çiğnemek istemediği bir söz vardı. Necip Amir'e ne kadar saygı duyduğunu biliyordum. O, bugün sahip olduğu her şeyi ona veren kişiydi. Ona verdiği bir sözü yemin sayıyor olmalıydı ve bana gelene kadar bu konuda hiç zorlanmamıştı. Ben dengeleri tam da bu noktada değiştiriyordum işte.

"Tacize uğradım," dedim tek nefeste. Necip Amir gitmek üzere ayaklanırken koltuğa neredeyse yığıldı. Nefesi kesildi, bunu gördüm. "Boynumdaki iz, görevi yarım bıraktığımız gece kazındı oraya. Görkem ortalığı dağıttı çünkü beni kurtarmaya çalışıyordu. Oradan çıkarken alacağımızı almıştık. Bozulan hiçbir plan, ters giden hiçbir şey yok ortada. Hata yok."

Orada ne yaşadığımı duymak bile Necip Amir'e ağır geliyordu. Diğerlerine anlattıklarımı duysa ne hale gelirdi merak ettim.

Uzun bir süre sesini çıkarmadan yüzümün her santimine bakarken yalan söylediğime dair bir iz arıyordu. Öyle çaresizdi ki ona yalan söylememi diliyordu. Gerçekleri gözlerimde, boynumdaki izin üzerinde gördü.

"Hiçbir şey söyleme," dedi Görkem, onun ve benim arama bir set çekerek. "Hiçbir tepki verme abi."

"Gideyim mi?" diye sordu Necip Amir. Bu defa kendisi kaçmak istiyordu. Gerçekten duvara çarpmış gibi görünüyordu. Bakışlarını bana değdirmedi. "Yanıma en kısa zamanda uğra Görkem. Ben gideyim."

Can ayağa kalktığında onu kapıya kadar geçirdiğini anladım. Kapıda bir şey konuştuklarını duymadım ama aralarında kısa da olsa bir konuşmanın geçtiğine adım kadar emindim. İçimde bir huzursuzluk yoktu çünkü Can, onlara verdiğim sırrı amirine anlatmazdı. Bu konuda hiç şüphem yoktu.

O an Necip Amir'in geçmişte başıma gelenleri zaten biliyor olma ihtimali geldi aklıma. Mete beni bulabilmek için her bağlantısını kullanmıştı, Necip Amir'le eskiye dayanan bir tanışıklıkları olduğunu da varsayarsam...

Kafamı iki yana sallayarak gözlerimi başka bir tarafa çevirmek istedim fakat bu defa da Görkem'in tırnak izlerimle dolu kolu girdi görüş açıma. Bu konuda bir şeyler söylemeli, özür dilemeliydim ve bir daha onun yanında uyumamalıydım. Onunla birlikte yatabilirdim ama gece boyunca gözüme uyku girmemesini sağlamalıydım. Canının yanması istediğim son şeydi.

Tam bu esnada Görkem'in eli titremeye başladı ve kaşlarımı çatarak elini yumruk yapışını izledim. Refleksle kucağına doğru çekti elini. Ben bakıyorum diye değil de doğal bir gizleme iç güdüsüyle hareket etmişti sanki. Yumruğunu sıkıp gevşetirken Kaya'nın da benim de bakışlarımız onun üzerindeydi ama o bunun farkında değildi.

Saniyeler geçti. Görkem yumruğunu sıkıp gevşetmeye devam etti fakat hâlâ titremeleri kesilmemişti. Kafasını kaldırdığı an doğrudan Kaya'yla göz göze geldiler. Can salon kapısından girdiğinde aynı anda Görkem de hiçbir şey söylemeden ayağa kalktı. Can'ın geldiği yolu o gitmek için adımlamaya başladı. Kaya'ya çevirdim başımı bir cevap vermesini umarak. Neden gittiğini, nereye gittiğini biliyormuş gibi yüzünü buruşturdu. Anlık bir tepkiydi, hemen aynı düz ifadesine geri döndü suratı.

"Lir'e bakabildin mi?" diye sordu Can, kendini koltuğa bırakırken. Görkem'i kafasına takmadığına göre kalkıp gitmelerine alışkınlardı. Arda da hâlâ dönmemişti. Birimiz bile eksikken her şey çok kötüymüş gibi hissediyordum. Biz hep bir arada oturmalıydık.

"Daha uygun bir zamanda uzun uzun konuşuruz, olur mu?" dedi Kaya. Gergin olduğunu hissediyordum ve sebebini Görkem'e bağlıyordum. Bana çevirdi yüzünü. Bir şeyler söylemeyi geçirdi içinden. Muhtemelen Necip Amir'in uyarısı ve karşılığında Görkem'in takındığı tavır hakkında konuşacaktı ama sonra kelimelerini yuttu.

Can başını sallayarak onayladı onun dediğini. Ardından gözleri beni buldu. "Necip Amir'i sevmiyorsun." Bu cümleyi beklemediğim için kaşlarımı havaya kaldırdım. "Onun biraz daha despot tarafına tanık olmak zorunda kaldın birkaç defa. Ön yargın oluştu."

"Bana attığı ilk mesajda kızı olduğumu söylemişti." 'Necip Amir'in kızıyım diyerek onlara kötü kötü bak.' şeklinde bir mesajı vardı bana beni karakoldaki ofisine Analizcileri tanıyabilmem için çağırırken. "Onu sevmiyor değilim ama size bu kadar uzak olduğunu bilmiyordum. İlgilendiğiniz her olayı biliyor, hepsinden haberdar ve onun sözünden hiç çıkmıyorsunuz sanıyordum. Şaşırıyorum sadece."

"Zaten saydıkların gibiydi her şey." Saçlarını karıştırdı Can, gözleri hâlâ üzerimdeydi. "Uzak olan o değil, Görkem. Son zamanlarda Necip abimin bu tarafıyla daha sık muhatap olmamızın sebebi de o aslında."

Kaya, Can'ın suçu Görkem'e atması üzerine ağzını açacaktı ki ben araya girdim. "Son zamanlarda derken..." Derin bir nefes almam gerekti. "Ben geldikten sonrasını kastediyorsun değil mi?"

"Sayılır."

Tek kelimelik cevabıyla sorularımın üstesinden gelmeyi başaramadı. "Beni istemiyor muydu?" diye sordum Kaya'ya bakarak. Can'ın yalan söyleyip söyleyemediğini anlamak en zoruydu. Bu yüzden tek çareyi Kaya'nın ifadelerini izlemekte bulmuştum. "Her şeyin başlangıcında evet... Beni de aranıza katmayı istiyordu Necip Amir ama Mete'nin ölümünden sonra size katılmamı onaylamadığını düşünüyorum. Zaten bir keresinde Görkem'i ona rapor verirken yakalamıştım. Benim hakkımda konuşuyorlardı."

"Onaylamasa aramızda olmazdın." Kaya'nın cevabı bana doğru gelmedi, yalan söyleyeceğini düşünemediğimden hayal kırıklığı yerleşti bakışlarıma. "Ama," diyerek kaldığı yerden devam etti. "Onu ikna eden Görkem'di. Deneme süreci için buraya geleceğini, yolunda gitmeyen bir durum olursa ona bildireceğini söylemişti. Zaten ipi bileğine bağladığından beri sen Görkem'in sorumluluğundasın Asya."

"Bunun Görkem'in lider olmasıyla alakası var sanıyordum." Sesim buruk çıktı. "Necip Amir'in sorumluluğumu üstlenmek istemediği için ona yıktığını düşünmemiştim."

"Düşünme de zaten," dedi Can sertçe. "O kafanın içinden neler geçiyor senin böyle? Her fırsatta istenmediğini düşünmekten yorulmadın mı Asya?"

Ben kafamın içindeki bir şeyden değil, her şeyden yorulmuştum. Sessiz kalmayı seçtim. Üzerine hiçbir şey söyleyesim yoktu. Kısa süre sonra Görkem, yanında Arda'yla birlikte döndüğünde doğrudan elleri titremeye devam ediyor mu diye baktım. Kesilmişti. Parmaklarının arasında nane şekeri paketi tutuyordu. Yüzünde tuhaf bir huzur ifadesi vardı. Arda'yı geri getirmeyi başardığına yordum bunu.

Arda, Can'ın yanına geçti hiçbir şey söylemeden. Görkem de yanımdaki koltuğa oturdu. Elindeki pakete bakarken en son ne zaman nane şekeri yediğini gördüğüm anı hatırlamaya çalıştım. Üzerinden birkaç gün geçmiş olmalıydı, kestiremiyordum ama net olarak bildiğim bir şey vardı. Elindeki paket, benim son gördüğüm paketle aynıydı. Sayısı, paketin şekli, kağıdının yırtmadığı için sarkan kısmı tıpatıp aynıydı.

Bu aralar hiç şeker yemiyor mu demekti bu?

Derin bir nefes aldım. Daha ne Ros gelmişti ne Lir'i konuşmuştuk ama içim sıkkındı. Kafam Arda'ya ayrı Görkem'e ayrı ve Necip Amir'in tavırlarına apayrı takılmıştı.

"Güne bok gibi başladık." Öyle bir haldeydik ki konuşmayı başlatma görevini kendisi devralmıştı Kaya. "Ben sıfır uykuylayım ve daha Ros gelecek. Ros gelince uyuyayım mı ben?"

Görkem'e bakarak konuştu. Konuyu değiştirip diğer şeylerden bizi uzaklaştırmaya çalışıyordu ama hiçbirimizin ona ayak uydurabileceğinden emin değildim. Özellikle Arda gerçeklik algısını yitirmiş birinin bakışlarına sahipti. Çevresinde dönen olaylar gram ilgisini çekmiyordu, bu hissi bilirdim.

"Nane şekeri ye." Görkem, içinden hiç almadığı şeker paketini ona fırlattığında Kaya paketi havada yakaladı. "Uykun açılır."

"Ben gittikten sonra senin de mi canını sıktı?" diye sordu Arda, Görkem'e bakarak. Gülümsüyor olmasına aldanmamıştı. Tahmin ediyor gibiydi olanı biteni.

Yüzündeki gülümseme silindiğinde yerine sıkıntılı bir ifade geldi Görkem'in. "Önemi yok." Arda'dan çektiği bakışlarını bana diktiğinde gözlerinin anlatmak istediği bir şeyler vardı. "Söylenilenlerin," dedi sakince. "Önemi yok." Bana onu anlamam için yalvarır gibi baktı.

Söylediklerini söylemek zorunda olduğunu bana açıklamaya çalışıyordu. Onu yanlış anlarsam dünyanın sonu gelecekti sanki. Olmaz, olmayacak demişti ve gözlerinde olabilme ihtimalinin ışığı yanıyordu.

Koluna dokundum. Sakladığı yaraların üzerine. Benim izlerimin üzerine. Ona her nasıl baktıysam başını iki yana sallayarak kendimi suçlamamam gerektiğini söyledi sanki. Parmaklarım diğerlerinden daha kızarık duran bir izin üzerine geldiğinde kaşlarım çatıldı. İçimdeki ağlama isteği körüklendi. Yüz ifadem buruştu ve hiçbir şey söylemeden, sadece özür diler gibi gözlerinin içine baktım.

Yara izlerinden nefret ediyordum. Onun da yara izleri olsun istemiyordum. Ona zarar vermeyi hiç istemiyordum. Görkem bana bakarken tüm bunları gördü. Saklayamadım. Buzdan duvara o an dönüşemedim ve gözlerimin dolduğunu hissettim.

Bir anda yaraladığım kolunu temasımdan kurtarıp çenemi kavradı. "Yağmur," dedi alçak bir sesle. "Sorun değil."

Diğerlerini boş verdi, ikimizi nasıl göreceklerini ya da ne düşüneceklerini bile hesap etmeden yaptı bu hareketi. Ansızın oldu çünkü ne yaptığının farkında olsa yapmazdı, biliyordum.

"Yağmur mu?" dediğini duydum Can'ın ve o zaman anladım bana onların yanında hiç böyle seslenmediğini. On üç diyordu, Yağmur'u bir tek ikimiz yalnızken kullanıyordu.

İlk zamanlar beni Mete aracılığıyla tanıyan Necip Amir'in bana Yağmur diye seslendiği anı ve benim bunu hemen düzeltişimi Analizciler görmüşlerdi. O ismi kimsenin kullanmasına izin vermeyeceğimi düşünüyorlardı. Görkem'den duymak hepsini şaşkına çevirmişti bu yüzden.

Görkem ne yaptığının farkına varınca bakışları değişti. Kendini geri çeker sandım ama bunu da umursamadı. Parmakları çenemde, yüzüm yüzünün önündeyken gözlerime bakmaya devam etti. "Sorun değil," dedi tekrar. "Bakma öyle. Acımıyor, sorun yok."

"Ne olduğunu anlamadım." Arda bu yakınlığımızı garipsemek yerine yaşanan diyaloğa takılmıştı.

"Ona koluna sürmesi için bir şey verebilir misin?" diye sordum. Görkem'in umursamayacağını biliyordum. Ağrı kesici içmemek için kendi kendini yaraladığında bile onu düşünen bendim. O kendi için bir şeyler yapmadıkça ben onun için yapacaktım.

Arda'nın bakışları ilk defa Görkem'in koluna düştü. Görülmemesi mümkün değildi tırnak izlerinin. Rüyamda ne gördüğümü hatırlamasam da tahminlerim vardı ve bunun sonucunda acı çeken o olmuştu. Bu aslında aramızdaki birçok şeyi açıklıyordu.

"Abartılacak bir şey yok."

"Ona Yağmur diye sesleniyorsun, birlikte uyuyorsunuz ve abartılacak bir şey yok mu? Tamam." Arda gözlerini devirdi. "Kimi kandırıyorsun acaba?"

"Kendini," diye mırıldandı Can.

Görkem ağzını açıp tek bir şey söylemedi. Aramızdaki mesafeyi açarken gülümsemedi. Bu mevzunun diğerleri tarafından konuşulması onu rahatsız ediyordu. Bir sebepten hakkımızda fikir sahibi olmasınlar istiyordu ama en azından ben kesin bir fikir sahibi olmalıydım artık.

Kaya ilgisiz görünmeyi sürdürse de diğerlerinden daha ilgili olduğunu gözlerimle görmüştüm. Çalan zilin sesi konuyu dağıttığında kapıyı açmak için ayağa kalkan Arda, yüzünü buruşturansa Kaya'ydı.

Dikkatli bakarsan Kaya'nın Ros'u ne kadar sevdiğini görebilirsin Yağmur.

Görecektim ama görmek istiyor muydum bunu bilmiyordum. Evdeki kasvetli havayı değiştirmeye Barbaros'un enerjisi yetebilirdi. Belki de beklediğim kadar kötü geçmezdi.

Barbaros elinde bir poşetle girdi kapıdan. Hemen tanıdım, benim hediyemdi. Görkem'e aldığım lacivert tişört gittiğimiz görevden aynı yolla dönmememiz sonucu otoparka bıraktığımız arabada kalmıştı. Ros'a aldırmıştı Görkem onu. Benim çoktan aklımdan çıkmış olmasına rağmen o unutmamıştı.

Poşeti Arda'nın göğsüne bastırdı Barbaros. Arda refleksle kollarını kaldırıp sımsıkı tuttu hediyeyi. Ardından Barbaros koşarak içeri geldi, bu sırada Görkem de onu karşılamak için ayağa kalkmıştı.

"Gökyüzüm!"

Görkem onun elini kavrayıp omzunu omzuna çarptı ve sonra sarıldı Ros'a. "Ceylanım, aklım sendeydi."

Kaya gözlerini devirip kollarını göğüs hizasında bağladı.

Barbaros'un yanağında bir morluk vardı, dudağının kenarında da bir yara. Kıvırcık turuncu saçları benimkilerden daha bakımlı görünüyordu. Yaraları bile yaşından oldukça genç göstermesine engel olamamıştı. Üzerinde turuncu kapüşonlu, önü baskılı bir kazak vardı. Altına koyu mavi eskitme bir kot geçirmişti.

"Seni en son gördüğümde bana yumruk atmıştın ama öyle olsun madem." Görkem'den kollarını ayırınca sırtına iki kez vurdu sertçe. "Kırmızı halı sermeyişinize de biraz alındığımı söylemek isterim beyler."

"İnanır mısın hiç vaktimiz yoktu," dedi Can. Hepsi Ros'u tanıyordu ve Ros elini kolunu sallaya sallaya bu eve girebildiğine göre sandığımdan daha önemli işlere imza atmıştı Analizciler için.

Ros Arda ve Can'ın oturduğu koltuğun köşesine, Görkem'in teklisine yakın olan yere geçip oturdu ve bacaklarını orta sehpanın üzerine uzattı gevşek bir tavırla. Ellerini başının altında birleştirip tavana doğru baktı. "Yine de bir kırmızı halı görmek isterdim yaptıklarımdan sonra."

"Götüne girsin kırmızı halı," dedi Kaya. Çok ciddi söylemişti ama onun dışında herkes güldü.

"Hoş bulduk taş kafalı. Böyle mi ağırlanır misafir?" Tavandaki bakışlarını Kaya'ya çevirdiğinde yüzündeki gülümseme kayboldu ve yerine kısık bakışlar geldi. İki çift yeşil göz iki düşman kovboy gibi kısık gözlerle öfkeli öfkeli baktılar birbirlerine. "Hiç çekemiyorsun beni değil mi? Haklısın tabii, ben de yerinde olsam en yakın arkadaşımın en yakınını çok kıskanırdım. Anlayabiliyorum yani seni."

Kaya kaşlarını daha fazla çattı ve birkaç saniye boyunca bekledi. "Lan," dedi en sonunda Görkem'e bakarak. "Bir şey desene eşek herif."

"Ne diyebilir ki?" dedi Ros erken davranıp. "Herkes biliyor gerçekleri. Bir sen akıllanamadın."

Can elini utanarak alnına vurduktan sonra avucunu geri çekmeden alttan alttan Arda'ya baktı. "Odada Görkem hariç beş kişiyiz ve üçü Görkem'i kıskanıyor."

Görkem'i paylaşamayan Ros ve Kaya'ydı. Benim hiçbir ilgim yoktu aralarındaki olayla. "Üçüncü sen misin Can?" diye sordum dudaklarım iki yana kıvrılırken. "Ben benim olanı kıskanmam da çünkü."

Tamamen Görkem'in tepkilerini gözlemlemek için kurduğum bir cümleydi. Diğerlerinin yanında söylediğim için utanmasını beklemiştim. Belki gerilebilirdi de. Merakla başımı ona doğru çevirdiğim sırada Arda kısık sesle gülüyor, Can verdiğim cevabın şokunu atlatmaya çalışıyordu.

Mavi gözlere baktığımda onun zaten bana bakıyor olduğunu fark ettim. Dudakları aralık kalmıştı. Ona hevesle baktığımı görünce bilerek yaptığımı, ondan bir tepki beklediğimi anladı. Bir şey söylemek yerine dudaklarını birbirine bastırdı. İyice arkasına yaslanıp rahat bir tavırla koltuğun kolçaklarına attı kollarını. Gülümsedi, hayır sırıttı. Çenesini önüne eğip gülümsemeye devam etti ve başını çok hafifçe iki yana salladı.

"Hassiktir," diyerek araya girdi Ros. "Bu özgüvenli cevap karşısında ben bile yükseldim yalnız Mila'ya."

Görkem'in yüzündeki ifade ışık hızıyla değişirken kaşlarını çatıp "Kaşınma," dedi sadece.

Tek bir kelimeyi öyle bir vurgulamıştı ki Ros dudaklarını birbirine bastırıp oturuşunu düzeltti. "Seni böyle görmek gözlerimi yaşartıyor oğlum ya," diye takıldı ona. "Ama yine de bir şeyler tam olarak netlik kazanmamış gibi. Fırsat bu fırsat diyerek Mila'ya yürüyesim geliyor. Ev hali bile bambaşka güzelmiş, Maşallah."

Ciddi olmadığını bildiğim için teşekkür etmek üzere ağzımı açacaktım ama Kaya, bana izin vermeden "Bas geri," dedi. Arda'ya ve Can'a baktığımda yüzüme daha da şaşkın bir ifade yerleşti. Bu şakadan keyif alan tek kişi bendim. Analizcilerin kalanı çatık kaşlarla bakıyordu Ros'a.

Bu tavırları içten bir gülümseme yerleştirdi yüzüme. Ros da bana bakıp gülümsedi ve sonra göz kırptı. Arkadaşlığımızı ilerletmeye çalıştığını hissediyordum. Diğer yandan oteldeki görevde bize çok yardımı olmuştu ve kaçışımızda da payı vardı. Bu yüzden de ona minnet duyuyordum. "Adım Asya," dedim. Diğerlerini kimlikleriyle tanıdığına göre beni de tanımasında bir sakınca görmemiştim.

Oturduğu yerden uzanıp elimi tuttu, tokalaşmak için değil de dudaklarına götürmek için. İlk kez tanışıyormuşuz gibi "Barbaros Ceylan," dedi elimin üzerine bir öpücük bırakmadan önce. "Ros derler. Daha önce birisiyle tanıştığıma hiç bu kadar memnun olmamıştım."

Bana uzanmak için Görkem'in bacaklarına doğru eğilmesi gerekmişti, bu yüzden de kafası tam onun hizasındaydı ve Görkem bu tabağı boş göndermedi. Çat diye avucunun içini ensesine geçirdi Barbaros'un. "Yavşaklık yapma."

Onu omzundan tutup tekrar koltuğa ittirdiğinde Barbaros'la ellerimiz birbirinden ayrıldı. İkimiz de Görkem'in bu haliyle eğleniyorduk. Bu yüzden de o sinir oldukça daha çok gülümsüyorduk birbirimize. Kaya da keyif almaya başlamıştı çünkü Görkem Ros'a artık öfkeli bakıyordu.

Görkem'in üzerinden gözlerimi çekmeyi denesem de başaramadım. Somurtan dudakları normalden daha dolgun duruyordu, gülümseyince incelip iki yana kıvrılıyor ve hemen bitiminde iki küçük çukur oluşuyordu dudaklarının. Onu ne kadar ezberlediğimi fark etmemiştim.

Çatık kaşları, hızlanan nefesi, gergin omuzları, ileriye uzattığı bacakları, koluma temas eden kolu, mavi gözleri, alnındaki çizgilerin silik izleri... Hiçbir detayı atlamadan onu seyredebilmek için zaman ayırdım kendime. İnceledikçe öpme isteğim arttı. Kucağına yerleşip çenesindeki sakallara dokunsam her şey düzelecek gibiydi.

"Uslu durup işimize yara artık," dedi Kaya Ros'la uğraşmaktan sıkılmış bir sesle. "Anlat ne olduğunu hadi, daha fazla tahammülüm kalmadı sana."

"Olayın en başını biliyorsunuz," diye girdi söze Ros. "Ben işimde oldukça profesyonelimdir. Hermes'i tanımıyordum onunla karşılaştığımda. Saatini çaldım, çaldığımı anında fark etti. Normalde bu pek sık olmaz. Bu yüzden işlerin normal seyrinde ilerlemeyeceğini anladım. Otelde karşılaştığımız gün deneme sürecindeydim. Gün sonuna kadar sürem vardı, çalabildiklerimi ona gösterecektim. Bir çeşit yetenek sınavıydı yani."

"Seni niye işe almak istiyor ki?" diye sordu Arda kafasını kaşıyarak. Onun bukleleri de Ros'unkiler kadar belirgindi ama bakımsız olduğundan kabarmışlardı bugün. Olaya olan ilgisini korumakta zorlanıyor gibi görünüyordu, kafasında bin tane dert vardı. Anlayabiliyordum.

"Piramit için istemiş olmalı," dedi Görkem. "Onun gibi biri herkesin işine yarar."

"Ben de seni hayatım, ben de seni." Sırıttı Barbaros, yüzünü bana dönerek devam etti kaldığı yerden. "Seninle karşılaştıktan sonra yukarı çıkmamı söylemiştin. Ben de çıktım. Görkem oyun oynuyordu. Onunla ilk kez karşılaşıyor gibi yapıyorduk haliyle. Kumar masası herkesin ilgisini çektiği için pürdikkat izliyordu oyunu millet. Ben de fırsat bilip birkaç bir şey çaldım ondan bundan. Her şey yolunda giderken karaktersiz Hermes-"

"Ben zaten oradaydım," dedi Görkem uyarır gibi bir sesle. "Benden sonrasını anlat."

"Bizden ne gizliyorsun?" Soru Can'dan geldiği için Görkem kaçışının olmadığını anladı. Tekrar Ros'a baktığında anlatmaması için onu ikna etmeye çalışıyordu gözleriyle. Ros bir bana bir Can'a baktı. Ardından tekrar araladı dudaklarını.

"Karaktersiz Hermes ileri geri konuştu," dedi sadece. Detay vermedi. "Görkem de sinirlenip vurdu adama bir iki tane. Öyle yani. Sonra bana da geçirdi. Alt kata ulaşmaya çalışıyordu. Önüne geçen herkesi devirdi bu yüzden. Sağlam karıştırdı ortalığı."

"Bir saniye," dedi Arda. "Görkem öyle bir iki lafa sinirlenip masayı dağıtmış olamaz. Hadi amirimden saklıyoruz bir şeyleri ama birbirimizden saklamamalıyız, değil mi liderim?"

"Asya hakkında mıydı?" Kaya yalnızca bir saniye duraksadığında kendi sorusunu cevapladı. "Tabii ki Asya hakkındaydı. Ne dedi o haysiyetsiz?"

"Mila'yı altına-"

"Yeter." Görkem'in ses tonu insanı korkutacak sertlikteydi ama yüksek değildi. Söylediği sözlerin içeriğini tahmin edebildim. Görkem yanıma koşarak gelip buradan gitmemiz gerek dediğinde başıma bir şey gelme ihtimalinden korkarak panik içindeydi. Başıma ne geldiğini ancak titreyen ellerimi fark ettiğinde anlayabilmişti. Önce yukarıda kumar masasında benim için korkmuş, kafasında kurmuş ve ortalığı birbirine katmıştı sonra beni bulmuş, korktuğunun başına geldiğini anlamıştı. "Yeter. Ne dediyse dedi işte. Ros'u boşuna yumruklamadım. Cebinden anahtarları aldım. Kaçış için oraya gittiğimiz arabayı kullanamazdık ben de Ros'un kendi kaçışı için oluşturduğu B planını kullandım."

Ros elini kalbinin üzerine yaslayıp çok güzel bir iltifat almış gibi gözlerini kapattı. "Yani kendisi bana ne olacağını umursamadan beni öylece bırakıp gitti ama bu bile ona olan sevgimi azaltmaya yetmiyor.."

"Orada olacağımı bilmiyordun ama o işe girmeyi kabul edip o adamın yanında kalmayı göze aldın lan sen," dedi Görkem aynı sertlikle. "Bunu konuşmayayım konuşmayayım diyorum ama ne işin vardı senin orada? Çıktığın yere dönmek mi istiyorsun? Yirmi dört saat gözaltında kalınca zırlayan birisin sen. Ne bok yiyordun Hermes'in yanında önce bunun hesabını ver."

Ros'un tüm çocuk tarafı saniyeler içinde kaybolurken yerine gergin bir adam geldi. Kaya eğlenir bir sesle "Hırsız hırsızdır," dedi ve Ros daha çok gerildi. "Neyine şaşırıyorsun? Sütten çıkmış ak kaşık olmadı ki ceylanın hiçbir zaman."

"Bana düşmanlığın bitmeyecek değil mi senin?" diye sordu alaycı tonuna geri dönmeye çalışırken. "Ne var arkadaşının cüzdanını çalıp sonra da onu bıçakladıysam? Sonrasında ambulans çağırıp ölmesin diye başında beklediğimi unutuyorsun, kalbimi kırıyorsun."

"Kalbini si-"

"Gerçekten yeter." Son noktayı koyan Can'dı. "Saat geç oluyor ve akşam için bir programım var. Size yardımcı olabileceğim saatleri boşa harcamak yerine doğru düzgün olayları anlatırsanız sevineceğim. Birbirinize sataşıp durmayın artık."

"Onu sevmiyorum," dedi Kaya. Ros bunu bildiğinden olsa gerek bozulmadı ama Can "Sen kimseyi sevmiyorsun zaten," diyerek karşılık verdi Kaya'ya. "Ros bizim piramitteki ajanımız olacak Kaya. İstediğin kadar nefret et, fark etmez. Günün sonunda işimize yarayacak mı? Yarayacak."

Kaya bu ciddi konuşma karşısında esneyince Can kaşlarını çattı. "Bilerek olmadı," diye açıkladı kendini hemen. "Dün gece hiç uyumadım."

"İşimizi baltalamaya devam edeceksen git şimdi uyu."

"Can," dedi Görkem. "İyi konuşuyorsun hoş konuşuyorsun da bir kez daha kafana esince etrafına saldırırsan yırtacağım psikoloji kitaplarının hepsini haberin olsun."

"Neyse neyse," dedi Ros. "Beni sevmek zorunda değilsiniz ama özellikle Asya beni sizin kadar tanımadığı için söylemem gereken bir şey var. Asla size yamuk yapmam, asla. Daha önce de birkaç kez bana görev verdi Görkem, hepsini emir sayıp yerine getirdim ve sayemde parmaklıkların ardına giden birden çok kişi var. Yine diyorum, ne derseniz yapacağım."

Kaya başını salladığında çok emin görünüyordu. "Biliyoruz, sadık bir itsin sen."

Kimsenin bu konuda kuşkusunun olmaması içimi rahatlattı. Necip Amir'e de Ros'un geleceğini söylemişlerdi. Demek ki o da bu eve girmesinde bir sakınca görmüyordu. Onlar bu kadar güvenirlerken benim de güvenmemem için bir sebebim yoktu. Devam ettim dinlemeye sessizce.

"Siz çıktıktan sonra gerçekten ortalık savaş alanına döndü. Şahsi husumeti olan birkaç kişi de fırsattan istifade birbirine girdi. Küfürler, bağırışlar havada uçuştu. Birkaç kişi sizi bulmak için koşturdu asansöre. Peşlerinden gittim ben de dikkat çekmemek için. Hem de size yaklaşacak olursak dikkat dağıtabilirdim. Asansörde adamın birinin kol düğmelerini çaldım ama bunu size anlatmama gerek yok sanırım."

"İyi ki anlatmadın," dedi Görkem. "Sonra?"

"Zemin kata indik o grupla beraber. Bir kısmı güvenlikteki adamlara bir kısmı resepsiyona ilerledi. Resepsiyona gittim ben de. Kız orada abi çünkü. Başına bir şey gelir diye korktum." Resepsiyonist kızın telefonunu alıp bana getirmişti, bu sayede Kaya'yla konuşup hacklemiştik Hermes'in bilgisayarını. O gün orada Ros olmasaydı işimiz çok daha zor olurdu, bu bir gerçekti. "Neyse sonra bu kapıdan çıkmadığınızı öğrenince katları kontrol edelim dediler. Dedim eyvah, kamera odalarına bakacaklar. Yedinci kata gidiyorum ben dedim. Zaten odam da orada olduğu için yadırgamadı kimse. Kamera odasındaki bağladığım adamı da Kuzey'in görünüşündeki bir adamın onu bu hale getirdiğini söylemesi için tehdit etmek zorunda kaldım. Neyse buraları geçiyorum, bunlar benim hallettiğim problemler. Odama girmek üzereyken baktım Hermes'in odasının kapısı açık. Hermes de yedinci katın koridorunun başında. Benden şüphelenmesin diye yanına gidip odanda birileri var galiba dedim. Birlikte içeri girdik."

"Kim vardı ki?" diye sordu Kaya.

Madde etkisinde olduğunu düşündüğüm, beni bayıltıp bağlayan o adam vardı.

"Tanımıyorum ben. Görkem takmış bıçağı herife. Yeni kendine geliyordu mal. Hem bacağı hem omzu kanıyordu. Hermes sordu kim yaptı diye, başta bir mırın kırın etti. Sonra da Kuzey'in görünüşünü tarif etti."

"Bir saniye," diyerek onu bölen bendim bu defa. "O adam Görkem'i hiç görmedi. Nasıl tarif etti o zaman?"

"Nasıl görmedi?" diye sordu Ros şaşırarak. "Adamın omzuyla bacağını deşmiş Görkem benden aldığın çakıyla. Herif kan kaybından bayılmadan önce yüzünü görmüş demek ki."

"Onu yapan bendim, Görkem değildi."

Gözleri irice açıldı Ros'un. Ben bu sırada aynı anı gözlerimin önünde canlandırmamak için bir savaş veriyordum. "Sana ne yaptı?" diye sorduğunda almaya çalıştığım nefesi içime çekemedim. Koltuğun kolunu sıkmaya çalışırken Görkem'in koluna denk geldim. Parmaklarım bıraktığım yaralara çarptı.

"Sorular sorasın diye burada değilsin," dedi Görkem. Gözleri benim üzerimdeydi, Analizcilerin hepsi bana bakıyordu o an.

"Demek o iğrenç herifi lime lime doğradın..." dedi Kaya kafamı dağıtmak ister gibi. "Bana börek yaptığın gün ne kadar harika birisi olduğunu anlamıştım zaten."

Ondan ilk defa böyle bir cümle duyuyor olmama takılmadım. "Harika olan sensin." Kafamı dağıtmam gerekiyordu. "Harikaya."

Kaya güldüğünde ona eşlik ettim. Kıvrılan dudaklarım benimle birlikte diğerlerinin de gülümsemesini sağladı.

Görkem sesli bir şekilde mantık yürütmeye başladı. "Ben 13'ü bulduğumda o adam baygındı. Benim o gün otele geleceğimi biliyor olamazlar çünkü bu bağlantımız sayesinde gerçekleşti, davet edilmedik. Eğer on birinci kattayken beni görmüş olsaydı mutlaka 13 de onu görürdü. O zaman bu adam nereden biliyor Kuzey'in nasıl göründüğünü?"

"Hermes'in odasında olmasının sebebi bir hırsızlık olayı olup olmadığını kontrol etmekti. Bunu bana kendisi söyledi ama o adamı Hermes'le konuşurken de hiç görmemiştim o gün. Büyük olasılıkla Kuzey'in fotoğrafları her ihtimale karşı bazı üyelere dağıtıldı ya da belki benim dikkatimin dağınık olduğu bir anda seni görmüştür on birinci katta. Suçu sana atması mantıklı. Bir kadının onu o hale getirdiğini anlatmak yerine yanındaki adamın bunu yaptığını söylemiş olmalı."

"Olabilir," dedi Ros. "Ve inandırıcıydı. Bu olayla birlikte tüm oklar sana döndü Görkem. Herkes senin kim olduğunu konuştu, en son Hermes öyle delirmişti ki Kuzey ismini duymayı yasakladı ve tüm kalabalık dağıldı. O oda kirlenmişti, dağılmıştı, sandalye bile kırılmıştı. Benim diğer yanımdaki odaya yerleşti Hermes gece için. Beni sürekli kontrol altında tutabilmesinin yolunu kendini yakınımda tutarak bulduğunu düşünüyordu bence."

"Sandalye mi?" diye sordu Arda gülümseyerek bana bakarken. "Hem adamın kafasında sandalye kırdın hem de onu bıçakladın mı Asya? Uyumadan önce kapıyı kilitleme fikri giderek mantıklı gelmeye başladı."

"Yok," dedim sessizce. "O iş öyle olmadı."

Çünkü sandalye Yağmur'un sırtında kırıldı.

Bunu hatırlayana kadar sırtımın bir yerlere yaslandığımda acıdığını fark etmemiştim. Son birkaç gündür üzerimde öyle bir yük vardı ki sırtımın acısına ayıracak zamanım olmamıştı.

"O adamı öldürmeliydim," dedi Görkem engel olamadan yumruğunu dizine geçirirken. "Bir geçsin bak elime, bir geçsin... Adını biliyor musun? Duydun mu hiç?"

"Nedim diye seslendi Hermes sanırım."

"Bana bugün de uyku yok belli ki," dedi Kaya avucunun içini kaşırken. "Yarın ilkokul notlarına kadar koyarım önüne Asya. Adresini buluruz, hak edene hak ettiğini veririz."

"Bunu yapmayacağız," dedim yapmak istesem de. "Biz eşkıya değiliz, asıp kesmeyeceğiz." Korkuyordum, içimi saran korku nefesimi kesti. Mete böyle gitmişti benden. Mete bu yüzden yanımda değildi benim bugün. Bana dokunan bir adamı bulmayı hayatının merkezine koyduğu için artık bir hayatı yoktu.

Bir atak geçireceğimi sandım. Anksiyete krizine benzer bir kriz göğsümün kasılmasına neden oldu. Ellerimi yumruk yaptım, gözlerimi kaçırdım, yere baktım. Kanları gördüm. Mete'nin karnından akan kanları gördüm. Diz çökmüş o kadını gördüm. Mete'nin başını kucağına çekmiş, saçlarını okşarken ağlayan o kadını gördüm. Onun nabzını bulmaya çalıştığı ve bulamadığı an, kendini sonsuza dek kaybettiği andı. Benim için almak istediği intikam her şeyimin sonu olmuştu.

"Yapmayacağız," demeye çalışırken etrafımdan soyutlandığımın yeni farkına vardım. Ben kontrolü kaybetmişken Can dizlerimin önüne çökmüş, ona bakmamı söylüyordu. Arda koltuğun diğer tarafına gelmiş, Kaya oturduğu yerde telaşla bana eğilmiş ve Görkem omzumu sarsmaya başlamıştı. Bunların hiçbirinin farkında olmayışım birkaç saniyeliğine de olsa gözlerim açıkken bilincimin kapandığına işaret olmalıydı ve bu da gösterdiğimin aksine hiçbir şeyin iyiye gitmediğini, daha da kötüleştiğini anlatıyordu diğerlerine.

"Özür dilerim," dedim ne dediğimi bilmeden. Ros'un bile bakışlarına korku yerleşmişti. "İyiyim. Bir an için... İyiyim, bir şey yok."

"Sesimi duydun mu?" Can soğukkanlılığını koruyordu fakat bu beni rahatlatmıyordu. O akıl hastanelerine aşina bir adamdı ve gözlerinde gördüğüm ifade de aşinalıktı. Bana söylemediği şeyler vardı hakkımda. "Asya, beni duydun mu?"

"Duymadım," dedim gözlerim dolarken. Eskiden kendim için korkmazdım, şu an kendim için korkuyordum. Ne olduğuna anlam verememiştim ama kalbim bir taş yığının altında gibiydi. Kanımla beraber ruhum da çekiliyordu içimden. "Can, ne ara yanıma geldiğini fark etmedim bile."

Görkem'in eli avucumun içine kaydı ve parmaklarımın etrafını sıkıca sardı her şeyi boş verip. Başımı ona doğru çevirdiğimde derin bir nefes alarak benim de almam gerektiğini işaret etti. Sorun olmadığını anlatmaya çalışıyordu ama vardı, kocaman bir sorun vardı. Günden güne kötüye gidiyordum.

Bacaklarımın titrediğini Can avucunu dizime bastırdığında fark ettim. Korkudandı. Çok korkmuştum. "Seni hocamla görüştüreceğim," dedi ve ardından hiç düşünmeden "Yarın," diye ekledi. "Yarın. Geciktirmenin anlamı yok. Sadece konuşacaksınız bir kez, tamam mı? Bunu yapmanın zamanı geldi de geçiyor Asya. Kendi kendine at istemiştim o adımları ama kolundan tutup ne gerekiyorsa onu yapacağım artık. Korkma, kontrolü bana bırak. Sorun yok. Sen sakin ol."

Diğerlerinin değil de Ros'un bu halime şahit olmasından rahatsız olmuştum. Bu da bu evin içinde yaşayanları ailem yerine koyduğumu fısıldadı bana. Artık korkacak daha fazla şey vardı. Artık kaybetmemem gereken bir aileye sahiptim.

"Tamam," dedim ve kabullendim. Can ona sırtımı yaslamamı söylüyorsa düşünmekle vakit kaybetmeyecektim. Ben her birine bu kadar güveniyordum işte artık. "Tamam. Şimdi iyiyim. Gideriz yarın."

"Sana kahve yapayım mı?" Kaya cevabımı beklemeden ayağa kalktı. "Sana kahve yapacağım hem de Vanessa'dan. Çünkü-"

"Çünkü ben sana börek yapmıştım."

Tepemde dikiliyor olduğundan başımı ona doğru kaldırdım. Bana bakarken gülümsedi. Sonra beklemediğim bir hamlede bulunup saçlarıma dokundu. Alnıma yakın olan saçlarımı sağa sola dağıttı. Bunu farkında olmadan yaptığını düşündüm. Bu bana bir abinin hareketi gibi hissettirmişti. "İyi ol," dedi sadece. Düz düz konuştu yine ve bana kahve yapmak için mutfağa gitti.

O gittikten sonra ortamın eski haline dönmesi için biraz zaman geçmesi gerekti. Hepsi gerilmiş ve korkmuştu benim yüzümden. Anıların arasında kaybolduğumda dışarıdan nasıl göründüğümü bilmiyordum. Bir kez daha kaybolursam oradan nasıl çıkabileceğimi de öyle.

"O gece," diyerek sürdürdü Ros konuşmayı hiçbir şey olmamış gibi yapmaya çalışarak. "Hermes'e çaldıklarımı götürüp hangisini kimden çaldığımı gösterdim. İçlerinde Görkem'in kolundan arakladığım saat de vardı ve en çok buna keyiflendi. Onun için çalışmamı istediğini söyledi. Hatta neler yapabileceğimi görmek için bir soygunu o izlerken yapmamı rica etti. Beni bilen bilir, biraz iddialı biriyimdir. O lobide oturuyorken ben de güvenliğin tabancasını çalıp güvenliğe doğrulttum. Oradaki adam daha kendi silahına sahip çıkamadığı gerekçesiyle kovuldu, bense yepyeni bir üye olarak işe alındım."

Biraz daha anlattı ama bir yerden sonrasını takip etmekte zorlandım. Kaya'nın benim için hazırladığı kahveyi içerken odağım dağılıp durdu. Bir ara Lir'in ne olduğunu bilip bilmediğini sorguladılar Ros'un. Duyduğunu ama ne olduğunu bilmediğini söyledi. V.V.'nin ise ona hiçbir şey çağrıştırmadığını söyledi.

Sonuç olarak artık Hermes'in dizinin dibinde bir muhbirimiz vardı. O piramitte Mila'nın ya da Kuzey'in yeri yoktu ama Barbaros Ceylan, gözde bir üye olarak giriş yapmıştı içeriye. Bu bizim için çok önemli bir avantajdı.

Ros sustuğunda kahvem yeni bitmişti. Teşekkür etmek isteyerek Kaya'ya döndüm ve onun başının koltuğa düşmüş olduğunu fark ettim. Uyuyakalmıştı. Gözleri kapalıydı, tetikte gibi duruyordu ama düzenli nefeslerinden uykuya daldığı anlaşılıyordu.

"Dokunmayın da biraz uyusun," dedi Görkem. "Şimdi yatağa gitmesini falan söylesem yok çalışırım ben daha deyip uyanır. Gerekirse boynu tutulsun ama kaldırmayalım da alsın uykusunu."

"Yaa..." dedi Ros dudaklarını büzerek. "Ne tatlısınız." Gözlerini devirdi ve bacağıyla Görkem'in bacağını dürttü. "Artık duymayacağına göre ikimizin arasındaki savaşta beni tuttuğunu söyleyebilirsin. Sen ve benim aramızdaki bu şeyi diğerlerinin de öğrenme vakti gelmedi mi Gökyüzüm?"

"1.35'te sorduğum soruların tekrar aklımı kurcaladığı dakikalar," dedi Can.

"Görkem ve turuncu saça olan düşkünlüğü işte ne yaparsın... Kırmızı görmüş boğa bir, turuncu görmüş Görkem iki."

Can ve Arda ikilisi bana her şeyi unutturup kahkaha attırmayı başardı. Ros da gülüyordu ama Görkem yine kaşlarını çatmıştı. Bu şakalar onu hep geriyordu.

"Hadi söyle," diye üsteledi Ros tekrar. "Turuncu saçlarım ve ben bekliyoruz. Önce Asya'nın mı yoksa benim mi saçlarımın daha güzel olduğunu söyleyin."

"Tabii ki Asya'nın," dedi Can ve Arda aynı anda. Yine aynı saniye Görkem de "13'ün," dedi. Hiçbirinin sorgulamadan bir taraf seçmesi beni genişçe gülümsetti. Utanıp başımı eğdim.

"Hepiniz körsünüz, benim saçlarım en güzeli. Şimdi ikinci soruma cevap ver bakalım Görkem. Bir tanecik turuncu ceylanın mı yoksa bu hiçbir şeye benzemeyen taş kafalı herif mi?"

"Cevabını bildiğin soruları sorup durmak huyun mu senin?"

Görkem'den net bir şey duyma konusunda ısrarcıydı Ros. Sanırım bu da turuncu saçlılara özgü bir özellikti. Kendi kendime güldüm. Barbaros son bir çabayla bir kez daha denedi şansını. "Seçim yap lider adam. O mu ben mi?"

"Diğer tarafa kimi koyduğunun çok da bir önemi yok eğer ilk seçenek Kaya'ysa," dedi Görkem. Alaycı değil, ciddiydi. "Senin taş kafalı dediğin adam benim sırtımı yasladığım duvarın yapı taşı, temeli."

Dönüp Kaya'ya bakan tek kişi bendim, bu yüzden onun dudaklarının iki yana kıvrıldığını da bir tek ben görmüştüm. Henüz uykuya dalmamıştı, bunu fark ettirmeyecek kadar iyiydi rolünde bu saniyeye kadar.

Görkem'e baktığımda yüzündeki ifadeden onun zaten biliyor olduğunu anladım. Gülümsedi. Kaya'ya bakmıyordu ama onun uyumadığını bildiği gibi gülümsediğini de biliyordu. Duyması için söylemişti zaten.

Muhtemelen Kaya Görkem'in bilerek yaptığının farkında değildi ama bu umurumda değildi. Bir çocuk gibi gülümsemesi içimi ısıtmıştı. En değer verdiği kişiden kendisine verilen değeri duymak özel hissettiriyordu insana.

"Sen zaten aşıkken aşığım diyemeyen birisin," dedi Ros. "Ben beni seçmemenin altında yatan duyguları anladım merak etme. Baş başa kaldığımız ana sakla söyleyemediklerini. Seni bekleyeceğim..."

"Ben eşeği suya yollamadan basıp git bence."

Bunun üzerine söylenecek başka bir şey kalmamıştı. Barbaros kapıdan çıkmadan önce dönüp bana el salladı, sonra onu Görkem kapıya kadar geçirdi. Arda da salondan çıktığında Ros'u geçirmek için olduğunu sanmıştım ama elinde ince bir battaniye ve yastıkla geri döndüğünde yüzümdeki gülümseme genişledi.

Yastığı koltuğun kenarına koyduktan sonra avucuyla Kaya'nın ensesini kavradı. Kaya homurdansa da Arda onun başını yastığa yerleştirirken hiç hareket etmedi. Hâlâ uyanık olduğuna emindim. Arda onun bacaklarını da kaldırıp koltuğa koymaya çalışırken biraz nefes nefese kalmıştı. "Az yardımcı ol be mübarek," dedi kendi kendine. "Kocaman adamsın, zorlanıyorum."

Kaya yine gülümsedi. Onun bu çocuk halleri az rastladığımız bir şeydi ve hepimiz aynı derecede keyif alıp onun böyle anlarda şımarmasına izin veriyorduk. Tekrar homurdanarak bize sırtını dönüp battaniyeyi omuzlarına kadar çekti.

Arda'yla Can acıktıkları için mutfağın yolunu tuttular. Ben de saat 21.21 olana kadar boş boş takılma iznimiz olduğunun mesajını almış oldum böylelikle. Kaya'yı rahatsız etmek istemediğim için odama dönmeyi düşündüm. Elim kapımın kolundayken Görkem'in ne yaptığını merak ettim ve birkaç adım daha atıp bu defa onun kapısının kolunu tuttum.

Kapıyı çalmadan içeri girme sebebim kulaklıklarını takıp soru çözmeye başladığını düşünmemden kaynaklanıyordu. Karşılaştığım manzara ise bundan kat kat güzeldi.

Az önce üzerinde olan tişörtü sandalyesinin üzerine fırlatmıştı. Ona aldığım lacivert tişörtü kafasından geçirmişken yakalamıştım onu. Sırtı bana dönüktü. Kürek kemiklerinden aşağısı görünür haldeydi. Kimin geldiğini anlayabilmek için tişörtünü düzeltmekle uğraşmak yerine kapıya doğru döndü ve bu sayede karın kaslarını da görebildim.

Gözlerimi yüzüne çıkartmadım. Aksine onu gözlerimle yiyip bitirdim birkaç saniye içinde. Karnının kenarındaki Ros'un bıraktığı bıçak yarası bile bozamıyordu vücudunun güzelliğini. Karın kaslarının kıvrımları öyle estetik duruyordu ki gözümün önüne gelen düşüncelere engel olamadım.

Ne halde olduğumun farkında değilken bana gülümseyip tenini tamamen kapattıktan sonra üzerindeki tişörtü gösterdi. "Daha eşek bastırmadık ama hemen denemek istedim," dedi bir elini göğsünden başlayıp karnına doğru sürterek. "Nasıl, yakışmış mı?"

Dilimi damağıma vurdum. "Yok, yakışmamış." Hevesi söndü anında. Gerçekten beğenmediğimi sandı. "Hiç güzel durmadı, çıkarsana."

Dalga geçtiğimi biliyor olsa da gözlerine yerleşen yeni ifade kanımı alevlendiren cinstendi. Üzerinde biraz durgunluk vardı, yalnız kalsa düşünüp duracaktı ve en çok da Necip Amir'in söylediklerine takılacaktı. Bu kasvete bürünmeye meyilli ruh halini dağıtabilmeyi başarmıştım. Sandalyesine oturmak yerine yatağa oturup sırtını yatak başlığına yasladı ve yatağın ucuna oturmamı bekledi.

Yanına gittim ama onun beklediğini yapmadım. Boşluğa oturmak yerine elimi omzuna bastırıp bana bakmasını bekledim. Gözlerimin içine baktı, omzuna daha fazla gömüldü parmaklarım. Dizimi yatağa bastırdığımda ensesine kaydırdım elimi. Bacaklarım yataktan sarkacak şekilde kucağına oturup sırtımı duvara yasladım. Buna müsaade etmeden hızlıca elini sırtımla duvar arasına yerleştirdiğinde diken üzerindelik hissi bedenimi terk etti ve rahatça yerleştim kucağına.

"Kolun acıyor mu?" diye sordum alçak bir sesle. Suçluluk duygum dinmemişti.

Yüzüme alık alık baktı. "Neden acısın?"

"Yaralar bırakmışım ya farkında olmadan hani..."

"Ne yarası?"

Neyden bahsettiğim hakkında gram fikri olmadığını anlayınca elimi normalden daha hızlı inip kalkan göğüs kafesine koyup hafifçe doğruldum. "Beni dinliyor musun?"

"Odama gelip kucağıma oturuyorsun, o güzel gözlerini yüzüme dikip bana bu mesafeden bakıyorsun ve söylediklerine odaklanabilmemi mi bekliyorsun?" İç çeker gibi derin bir nefes aldı. "Hayır dinlemiyorum." Sırtını doğrulturken kolunu belime sarıp beni de hareket ettirdi ve yüzünü yüzüme yaklaştırdı. "Dinleyemiyorum."

"Ama dinle," dedim yüzüne dokunarak. Çenesini okşadım yavaş yavaş. Gözleri kapandı. "Can'ın hocasını tanıyor musun?"

"Hım..." diye bir ses çıkardı gözlerini açmadan.

"Peki bir şeylerin düzelebileceğine inanıyor musun?" Ses tonumdaki küçük titreyişi fark ettiği an yeniden bana baktı ve kolunu daha sıkı sardı belime. "Yani, Can kendisi yerine hocasıyla konuşmamı istediğine göre belli ki aklında bir şeyler var. Belki ilaç tedavisi, bilmiyorum. Biraz gerildim sadece. Sana dert yanmak için girmemiştim odana ama ne olursa olsun sana gelip anlatırken buluyorum kendimi. Gerçekten elimde değil."

"Bir şeylerin değil, her şeyin çözülebileceğine inanıyorum. Senden önce buna inanmazdım." Yanağımı okşadı. "Ben biliyorum senin içine en çok neyin dert olduğunu. Abimin söylediklerine takıldın, değil mi?"

Başımı sallamama gerek yoktu onu onaylamam için. Gözlerim verdi onayı. "Görkem." Adını söylememi sevdiğini hissettirdi bakışları. "Ben burada sizinle olmayı çok seviyorum, yemin ederim hep en iyisini yapmaya çalışıyorum ama onun da ima ettiği gibi dengeleri değiştiriyorsam... Yani, sizin düzeninizi bozuyorsam-"

"Hiçbir yere gitmiyorsun," diyerek durdurdu beni sertçe. "Seni çok bekledim, çok istedim burada olmanı. Şimdi senden ne olursa olsun vazgeçmeyeceğim Yağmur." Bunu duymak göğsümün içinde bir yangın başlattı. "Biz ne yaşarsak yaşayalım, kim ne derse desin sen bu eve aitsin. Bu hep böyle kalacak. Böyle kalmasını sağlayacağım."

"Benim yüzümden kimseyle sorun yaşamanı istemiyorum," dedim şeffaf olarak. "Sana zarar vermek istemiyorum ama uzak da duramam. Aldığım nefes artık senin içinken bunu yapamam."

"Bana ne yaptığını bilsen böyle konuşmazdın." Dizlerimin üzerinde duran elini bacağıma doğru kaydırdı gözlerimin içine baka baka. "Beni ne hale getirdiğini bilsen, aklımdan geçenleri görebilsen böyle şeyler söylemezdin."

"Öyle mi dersin?" Ensesindeki saçlara dokundum. "Belki de aklından geçenleri görebilmek istiyorumdur."

"Görmüyorsun ama hissetmiyor musun?" Belimdeki kolu sayesinde ona daha fazla yaslanmamı sağladı. "Hissediyorsun." Gülümsedi. Bana değil de kendine inanamıyor gibi gülümsedi.

"Neyi?" diye sordum abartılı bir şekilde safa yatarak. Kalçalarımı sanki oturuşumu düzeltiyormuş gibi yaparak hareket ettirdiğimde Görkem başını yatak başlığına yaslayıp yutkundu. İşaret parmağımı adem elmasına değdirdim. "Hiç anlamadım neyden bahsettiğini gerçekten."

Bacağımın üzerinde duran avucu yavaşça kasıklarıma kadar çıktı ve oraya baskı uygulayarak beni bir kez daha bastırdı kendine. Yutkunma sırası bana geçmiş oldu böylelikle. Parmak uçlarında beni yakan bir şeyler vardı. Üzerinde oturduğum sertliği oldukça net bir şekilde hissediyordum. "Şimdi anladın mı?" dedi bacağımı yeniden sıkarak.

O da benim kadar şaşırıyordu yaptıklarına. Birini arzulamanın neye benzediğini, insanı ne hale getirdiğini benimle birlikte keşfediyordu. Diğerlerinin tanıdığı Görkem, benimle yalnız kalan Görkem'in nasıl birine dönüştüğünü görse uzun bir süre dalga geçer ve yaşananlara anlam veremezdi.

Çenesini sıkıca kavrayıp yanağına sert bir öpücük bıraktım. İçimden gelmişti. İçimden çok fazla şey geliyordu ama frene basmak için mücadele veriyordum.

Göğsü daha hızlı inip kalkmaya başladı. Başı hâlâ yatak başlığına yaslıyken çenesini yukarı doğru kaldırdı. "Sana dokunmazsam ölecekmişim gibi hissediyorum," dedi bir eli bacağımın üzerinde, diğer eli belimi sıkıyorken. "Normal mi bu?"

Kolunun iç kısmındaki yaralara dokundum gözlerinin içine bakmaya devam ederken. Bunu yapınca o da elini sol omzuma doğru çıkardı. "Üzülüp durma birkaç küçük yara için," diye fısıldadı. "Senin bıraktığın her izi imza diye taşırım ben."

Yeni yeni tanımaya başladığım bu tarafı midemdeki kelebeklerin sahibiydi. Ona karşı hislerim daha ne kadar yoğunlaşabilirdi, bunun bir sınırı var mıydı bilmiyordum. Onun ve herkesin dile getirdiği gibi tehlikeliydi aramızda hâlâ adı olmayan şey ama ikimiz de geri adım atmaya niyetimiz varmış gibi görünmüyorduk.

"Sanırım sen de benim aklımdan geçenleri görebilsen böyle konuşmazdın," diyerek bir misilleme yaptım. "Bak ne güzel yeni tişörtünü giymişsin, keyifli keyifli oturuyorsun burada. O tişört üzerinde kalmasın mı istiyorsun anlamadım ki."

Dudaklarıma öyle dikkatli bakıyordu ki söylediklerimi duyup duymadığından emin değildim. Alt dudağını ağzının içine yuvarlayıp gülümsedi. "Sen bir takılı kaldın sanki tişörtüme." Ona doğru eğildiğimde yüzüme düştü saçlarım, anında tutama uzanıp kulağımın arkasına sıkıştırdı. Saçlarıma olan ilgisini biliyordum ama yüzümü onların bile kapatmasına izin vermiyordu.

"Kim aldı sana bu tişörtü ya?"

"Biri var," dedi nefes alır gibi, içi gider gibi. "Bana her şeyi unutturan, her sorunun bir çözümü olduğuna inandıran, her olayın birlikte üstesinden gelebileceğimizi söyleyen, geldiğinden beri hayatımı güzelleştiren bir kadın var. O aldı. Çok değerli bir hediye benim için."

Gülümsemem kulaklarıma kadar ulaştı. "Hım..."

"Hım tabii," dedi aynı gülümsemeyle. "İhtimalin bile öyle güzel ki."

Duyduklarımın memnuniyeti yüzüme asılıydı ama biraz alaya vurmazsam kollarının arasına eriyecektim. "Sanırım sayısalcı bir adamı şaire de dönüştürüyor bu kadın."

"Annem edebiyat öğretmeni benim." Bunu ilk defa duyuyor olduğumdan şaşırdım. "Ezbere bildiğim şiirlerin mısralarını değiştirip sana söylüyorum ara sıra." Bir an gerçekten böyle yaptığını sandım çünkü bana iltifat etmesini istediğimde beste söylemiş birinden bunu beklerdim. Kucağında geriye doğru kayıp yüzümü buruşturdum. Öyle içten güldü ki gözleri kısıldı. "Şaka yaptım," dedi hemen. "Annemin mesleği şaka değildi ama."

"Duman erkeklerini gözlemlediğim kadarıyla ilişki yürütme konusunda pek başarılı olduklarını söyleyemem. Babanla annen nasıl evlenip iki çocuk yapmış ve hâlâ birlikteler acaba?"

"Onlarınki mantık evliliği olarak başlamış." Buna şaşırmamıştım ama aniden duyduğum için bir kahkaha firar etti dudaklarımın arasından. Görkem de eşlik etti gülüşüme. "Annem kız çocuklarının okutulmasının yaygın olmadığı bir köyde doğup büyümüş ama hep devam etmek istemiş okumaya. Aynı dönem babamın da başının etini yiyorlarmış artık bir kadın al hayatına da çekidüzen versin sana diye. Babam hiç oralı değilmiş ama bir gün komşusu kendi köyündeki tek hayali okumak olan o kızdan bahsetmiş."

"Böyle hikâyeler dinlemeye bayılırım," dedim hevesle. Bulunduğumuz pozisyonun da bunda etkisi vardı ama bundan bahsetmedim.

Gülümsedi. "Babam hem kendi üzerindeki baskıdan kurtulmak için hem de bir kız çocuğunu okutabilmek için evlenmiş annemle. Çok gençlermiş daha. Annem evin işlerini yapmaya kalktığında babam izin vermezmiş, sen okuyacaksın dermiş ve bütün masraflarını karşılarmış onun. Durumu da çok iyi değilmiş aslında, dededen kalma bir döner dükkânında çalışıyor ama hallediyormuş bir şekilde. Farklı odalarda yatıyorlarmış, yemek yerken bile pek karşılaşmıyorlarmış. Annemin anlattığına göre babam gerçekten ona hiç başka gözle bakmamış ilk zamanlar, hatta bu annemi üzmeye başlamış."

"Arif Ahmet Bey'i çok sık görmedim ama ne kadar düzgün bir insan olduğu çok belli," dedim dikkatimin hâlâ onda olduğunu anlaması için araya girmek isteyerek. "Ve anneni hiç görmedim ama bugün iki çocukları olduğuna göre ilk adımları onun attığını düşünüyorum."

Anne Duman, Bige abla ve bir de ben... Duman erkekleri yatıp kalkıp onlar için gösterdiğimiz çabaya şükretmeliydi.

"Babam geç saatte dönüyormuş dükkândan, annem de yemek yemek için onu beklemeye başlamış. Böyle başlamışlar küçük sohbetler etmeye. Annem içinin rahat olmadığından, masrafların en azından bir kısmını karşılamak için bir işe girmek istediğinden falan bahsetmiş. Kendini biraz yük olarak görüyormuş yani babama."

Son cümlesinde bana bir gönderme olduğunu anlayacağım şekilde vurgulamıştı sesini.

"Babam da hâlâ der ki, her zaman başımın üzerinde yeri vardır onun."

Yine vurguladı. Babasının annesine kurduğu cümleyi bana kuruyormuş gibi vurguladı. Ellerinden birini kucağıma çekip parmaklarıyla oynayarak devam ettim onu dinlemeye.

"Neyse işte, babam demiş ki çalışacaksan benim yanımda çalış. Gönlü razı gelmemiş yorulmasına, yoksa başka yerde çalışmasına karşı falan olduğundan değil. Dükkânda beraber, evde beraber oldukça ilerlemiş muhabbetleri. Babam annemi çok güzel buluyormuş ama hep çekiyormuş bakışlarını üzerinden, rahatsız olmasın diye. Annem de kendi kendine üzülmeye devam ediyormuş bu adam beni beğenmiyor herhalde diye. O hep kurtarıcısı olarak görmüş babamı, ilk günden beri aşığım diye anlatır."

Görkem aşkın ne demek olduğunu daha önce hissetmediği için bilmediğini sanıyordu ama birbirlerine aşık bir çiftin çocuğu olarak büyümüştü ve bunun yanında, abisinin de aşkına şahit olmuştu yıllarca. Bilmiyor değildi, her aşamayı görmüştü aslında. Bu yüzden de bana karşı yaklaşımı çoğunlukla babasından ya da abisinden gördüğü şeylere benziyordu tahminimce.

"Babanı çok seviyorsun," dedim daha fazla anlatmasını isteyerek. Ben de çok seviyordum babamı ama anlatabileceğim anılarım sınırlıydı. Onun anılarını ise sonsuza kadar burada kalıp dinleyebilirdim.

"Babam çok arkamda durdu benim," dedi Görkem gözlerinden geçmişe duyduğu özlem akarken. "Annemde köyündeki yaşantısından kalma takıntılar vardı. Abim doğduktan sonra bu daha da artmış. Uyku saati, uyanma saati, yemeğe oturma saati falan hep keskin sınırlara sahipti evde. Kurtulmak istedikçe daha fazla takıntı haline getirmiş annem. Ben de kendimi bildim bileli onlarla yaşarken hep aynı saatte sofrada olmak zorundaydım, mesela sütlaç da sadece pazarları pişiyordu evde. Bunlar annemin takıntılarıydı. Zamanla ona benzedim, sonra ondan daha fazlası oldum. Annem kendinde en nefret ettiği huyları bende görmeye tahammül edemiyordu."

"Anladım." Üzüldüğü bir şeyler olduğundan korkup elimi yanağına koydum. Elmacık kemiklerini okşayınca yeniden gülümsedi.

"Böyle zamanlarda hep babam durdu yanımda. Anneme de hak veriyorum, akşam pişireceğin kelebek makarna paketini açıp halının etrafında kaç tur döneceğini hesaplayan bir çocuğa katlanmak zordur." Onu bunu yaparken hayal etti zihnim. Gözüme çok tatlı geldi. Küçüklüğündeki bir fotoğrafını görmeyi çok istediğimi fark ettim. Normalde insanların geşmişlerini öğrenmek konusunda bile rahatsız olurdum ama Görkem'in her şeyini bilmek istiyordum. "Abim tam da annemin istediği biri gibi yetişti. Daha kolay, daha zahmetsiz. Ben arıza olandım biraz. Bu yüzden annem abimi daha çok sever ama babam da bana ayrı bir düşkündür. Öyle işte 13, bir anda neden soy ağacımı serdim önüne bilmiyorum. Sanırım senin dediğin yere geldik. Dinleyenim sen olunca susasım gelmiyor."

"Kaç tur atıyormuş?" diye sordum merakla. Anlamadığı için kaşlarını çattı. "Kelebek makarnalar," dedim ve bunu merak ediyor olmam onu şaşırttı.

"Beş tur," dedi aynı tuhaf ifadeyle yüzüme bakarken. "İki tane de fazla kalmıştı, onları çöpe attım. Tabii, eskiden böyleydi. Şimdi gramajı değişti, sayısı da haliyle. Neden sordun ki?"

Takıntıları onun suçu değildi, şimdi daha iyi anlıyordum altında yatan nedenleri. Annesinin belli başlı rutinleri vardı. Abisine olan bir düşkünlüğü de öyle. Belki de henüz aklı bir şeylere ermeyen Görkem eğer annesine benzerse kendisinin daha çok sevileceğini düşünmüştü. Küçük çocuklar kendisinden büyükleri kıskanarak büyürlerdi. Bu takıntılar çok küçük yaşlarda onun karakterine oturduğundan şimdi dallanıp budaklanmış, kurtulması oldukça zor bir hale gelmişti.

"Hiç," dedim omuzlarımı silkerek. "Öylesine. Merak ettim hâlâ hatırlayıp hatırlamadığını."

"İçinde sayı geçen şeyleri kolay kolay unutmam," dediğinde bedeninin yeniden sertleştiğini hissettim. "Mesela beni lavaboda kaç kez öptüğünü de hatırlıyorum hâlâ."

Onun karşısında her saniye kesilmeye yer arayan nefesim, ses tonu yüzünden kesildi bu defa. "Kendimi arsız biri sanıyordum," dedim çekimine daha fazla kapılmamak için son çabalarımı veriyorken. "Sen de hiç az değilmişsin."

"Senin yüzünden." Sitem değil, istek vardı sesinde. "Senin için." Gözlerinin içindeki alevler öyle belirgindi ki büyüsüne kapılmamak elimde değildi. "Sadece senin, sadece sana."

Ona diğerlerinin içinde benim olduğuyla alakalı bir şaka yaptığımda günün sonunda bunun bana bu şekilde döneceğini bilmiyordum. Yutkunuşum boğazımı delip geçerken gözlerim gözlerindeydi ve bacaklarımı birbirine bastırma isteği vardı içimde. "Hadi ama," dedi göz kırparak. "Susup kalamazsın. Bu cesareti bana veren sensin, beni bu hale getiren sensin. Öyle masum masum bakamazsın gözlerimin içine."

"Masum mu?" Dudaklarım aralık kaldı. Daha fazlasını söylersem varacağımız yer çok farklı olurdu. Onunla kafamın içinde neler yaşadığımızı kendime saklamalıydım, korkup kaçmamalıydı benden. "Görkem," dedim nefes alır gibi. Omzuna tutunup yüzüne doğru yaklaştım. Bunun için ona sürtünmeme gerek yoktu aslında ama bile isteye yapmıştım yine de. "Görkem, Görkem."

"Yağmur." Dişlerini sıktı. Kucağına tamamen tırmanmamak için zor duruyordum. Bacaklarımı açıp kasıklarına oturmuyorsam tek sebebi evde yalnız olmadığımızı bilmemdi. "Sana dokunmaya korkarken aynı zamanda da bu kadar dokunmak istemek benim sınavım mı?" Kesik bir nefes alıp "Sen," dedi. "Sen benim sınavım mısın?"

"Üzerindeki etkimi seviyorum," dedim saçlarının arasından geçirirken bir elimi. "Üzerimdeki etkini de öyle."

"Artık eminim." Nefesi hızlandı. "Sana tutunacağımdan, sana karışacağımdan, sonum olacağından eminim. Olmamalı, yanlış bu ama sikeyim doğruyu, anlıyor musun beni? Antin kuntin dediğim o hisleri daha fazla bastıramıyorum ben artık."

Omzunu öyle sıkı kavrıyordum ki tırnaklarım bu defa oraya kazıyacaktı izlerini ama umurumda değildi. Onunla aramızdaki bu kıvılcımın bize vereceği zararı sonra düşünürdüm. Şu an mantığın zerresi yoktu üzerimde.

"Gitmeliyim," dedim kalkmak için hiçbir çaba göstermeden. Kasılı duran çenesine dokundum. Parmaklarım dudaklarını buldu. Dudaklarına dokundum. "Gideceğim."

"Öpmeden mi?" Dudakları hareket ettikçe sıcak nefesi parmaklarıma çarptı.

"Öpmeden." Bir kelime bile zar zor çıkıyordu ağzımdan. "Görkem, bir gün çok fena yanacağız ama o gün bugün değil."

"Öyle olsun." Tüm bedeninin gerilmesine sebep olmamışım gibi nahif bir öpücük bıraktı parmaklarımın ucuna. "O günü bekleyenin yalnızca ben olmadığımı bilmek güzel."

İstemeden de olsa doğrulup ayaklandığımda başını geriye atarak yüzüme bakmayı sürdürdü. Arkamı döndüm, yürürken bacaklarımın hislerim yüzünden titremesinden korkmuştum ama bu gerçekleşmedi. Kapı kolunu kavradım. Çıkmak üzereyken bir anda durdum, yeniden ona baktım. "Görkem."

"Hım?"

"Ben de bir kurtarıcı olarak görmüştüm seni."

Annesinin babasını gördüğü gibi.

Gülümsedi, gülümsedim. Odadan çıktıktan sonra saat 21.20 olana kadar kimse kimseyi görmedi. Ben odamda bir film açıp izledim, Görkem muhtemelen soru çözdü, Kaya hiç uyanmadı, Arda ve Can'ınsa ne yaptıklarını bilmiyordum. Kaya'yı uyandırdıktan sonra salonda toplandık ve Lir ekranının başına geçtik hep beraber.

21.21 olduğunda gelmesi gereken ilk mesaj gelmedi. Tam kırk beş saniye bekledi Can, ardından kendisinin burada olduğunu kanıtlamak için bir mesaj attı.

Can.günay : V?

Fazlasını yazmadı ama onu rahatsız hissettiren bir şeylerin olduğu belliydi. "Onunla oynadığını sanıyorken o mu seninle oynadı yani?" diye sordu Arda, ben demiştim demek için yanıp tutuşuyor gibi görünürken.

Bu Can'ın gerilmesine sebep oldu. "Geleceğine eminim." Emindim demedi, bu da hâlâ umudu olduğu anlamına geliyordu. Can'ın en büyük dalı burasıydı, eğer buradan da cinayetlerin arkasındaki kişiyi yakalayamazsa ne hale geleceğini kestiremiyordum. "Gelmemesi için bir sebep yok. Benimle konuşmak isteyecektir, kendisi de kabul etti bunu."

Bir dakika geçti, iki, üç ve daha fazlası. Ekranda kaymakta olan sohbeti okuyarak geçirdik zamanımızı. İsimlerini ilk defa gördüğümüz insanlar kendi aralarında dertleşiyorlardı. Bu sitenin kaç üyesi olduğunu merak ediyordum.

Saat 21.33 olduğunda bir mesaj düştü ekrana. Hepimiz oturuşlarımızı düzeltip bilgisayara eğildik.

V.V. : Elimde olmayan bir sebepten dolayı geciktim

V.V. : Neyse ki hâlâ buradasın Can

Can bu iki mesajdan bizim anladığımızdan daha fazlasını anlamış olmalıydı. Alaylı bir gülümseme yerleşti suratına. "Kusura bakmamamı söylemiyor. Özür de yok mesajlarında. Bana doğru düzgün bir gerekçe bile sunmuyor çünkü onu merak ettiğimi biliyor, sorgulamadan devam edeceğimi düşünüyor. Hâlâ burada oluşumu onun avucunun içine düşmüşüm gibi yorumluyor kendi kafasının içinde. Beni tanıdığını sanıyor ama hiç tanımıyor."

Görkem tanıdığından olsa gerek Can'dan her türlü deliliği bekliyordu. Bu yüzden de "Ne yapacaksın?" diye sordu aceleyle.

"İkinci mesaj bir küçümseme cümlesi, Görkem. Ben ne kadar geç gelirsem geleyim sen burada olup beni bekleyecektin anlamı yatıyor altında. Abartıyorum sanıyor olabilirsiniz ama ben onun bu şekilde düşündüğüne eminim ve rakibini küçümsememesi gerektiğini ona öğreteceğim."

Arda'ya ait bir cümleyi çalarak hayranlığımı ifade etmek istedim. "Al kalbimi, senin olsun Can."

Biraz gerilmiş olan ortama iyi gelmiş oldum böylelikle. Can bana bakıp gülümsedi ve parmaklarını klavyeye yerleştirdi.

Can.günay : Elinde olmayan sebepler umurumda değil

Can.günay : Vaktinde burada olmalıydın. 21.21 dediysek bir dakika gecikmemeli, yarın görüşmek üzere.

V.V. : Bunu yapma. Dakik biriyimdir. Seni bilerek bekletmedim, gerçekten gelebilecek durumda değildim.

Can.günay : Bir dahakine ol o zaman.

Can.günay : Teşekkürler ve iyi günler :)

•⚓•

Yeni karakter: kararlı Can.

Yoğun bir bölümü daha geride bıraktık. Kaotik bölümler öncesi nefeslenebildiğiniz kadar nefeslenin bence, tavsiyemdir.

Bu bölüm için tek bir sorum var. Necip Amir'i haklı buluyor musunuz?

Görkem'e durmasını söylüyor ama yok biz bu Görkem'i durduramıyoruz :)))

Bir kere gülümseyip öyle gidelim :)

Teşekkürler ve iyi günler!

🟠🤝🟠

Yorumlar

Yorum Gönder

Popüler Yayınlar

36. "Çatlaklar ve Kırıklar"

55. "Geri Sayım"

35. "Görülme İhtiyacı"