45. "Alabora Tekne ve Parçalanmış Dümen"

Bölüm Şarkıları:

Redd, Beni Sevdi Benden Çok
Pilli Bebek, Haram Geceler
Zakkum, Güneşimi Kaybettim

🌪️

İncecik ipleri vardı
Onu şimdilik hayata bağlayan
-Redd, Beni Sevdi Benden Çok

•☸️•

Görkem Duman:


Ellerimde kan var. Çok kan.

Galiba birkaç saat önce kalbim durdu.

O restorandan çıktığımda bana söylediklerini düşünüyordum. Çocuklarımızın isimlerini kararlaştırmıştık aşık olduğum kadınla. Mayıs ve Mete. Her zaman planlar yapardım ama bu hayatımda yaptığım planlar arasında gerçekleşmesi için en heyecan duyduğumdu. Onunla bir geleceği bölüşecek olmanın hayali içimi huzurla dolduruyordu.

Hesabı öderken devamlı sırıtıyordum. Kartı alıp cebime koyduğumda bu mükemmel günün bir Beşiktaş maçıyla devam edeceğini hatırladım. Bu bile aklımdan çıkmıştı. Telefonumu açıp biletlerimize baktım. Kendim için 12'yi, onun için 13 numaralı koltuğu satın almıştım. O onu gördüğüm ilk andan beri benim için 13'tü. 13 benim kaderimdi.

Restoranın kapısına doğru yürürken durduk yere göğsümde bir baskı hissettim. Bunun panik atak olup olmadığını anlamaya çalışmak için durdum. Can, atakların bazen durduk yere de ortaya çıkabileceğinden bahsetmişti bana. Elimi kalbimin üzerine bastırdım, atışların düzenli olduğunu fark ettim. İşte o an, yaşadığım son andı.

Birkaç adım attım, o köşeyi döndüm. Karşımdaydı. Kalbim, kanlar içinde karşımdaydı.

İdrak edemedim. Anlam veremedim. Mantıklı gelmedi. İki elini karnına bastırmış halde oluşuna şaşkınlıkla bakarken avuçlarının arasından sızan kırmızı sıvının elbisesinin rengini değiştirmeye başladığını gördüm. Koyu bir leke onun bedenini sarıyordu.

Bacaklarıma koşma komutunu nasıl verebildiğimi bilmiyorum. Kaç saniyede oraya vardığımı bilmiyorum. Ne yaptığımı, ne söylediğimi, nasıl hareket etmeye devam edebildiğimi bilmiyorum.

Bedenini yavaşça yere bırakırken o küçük bedenin bütün hayatım olduğunu biliyordum ama. Her şeyimdi benim. Her şeyim kanıyordu. Karnındaki yaradan oluk oluk kan akarken gözlerimin içine bakıp "Ölmek istemiyorum," dediğini hatırlıyorum. "Sevgilim, ölmek istemiyorum."

Öleceğini zannediyordu.

Bu nasıl mümkün olabilirdi? O nasıl ölebilirdi? Bir kâbustaydık. Uyanmamız gerekiyordu. Kalkacaktı şimdi, birlikte maça gidecektik. Maça gitmek için çok heyecanlıydı, onu stada yetiştirmeliydim.

Bana gülümsemeye çalıştığında Müjgan ablanın son nefesini hatırladı zihnim. Gözlerim, masanın üzerindeki maç biletlerine değmişti. Her zaman olduğu gibi bir test kitabını bitirdiğimde bir hediye almıştı bana. O yaşasaydı, o hafta sonu birlikte Beşiktaş maçına gidecektik. O biletler, o gün kolumun altına sıkıştırdığım test kitabının son sayfasında duruyordu hâlâ.

Bugünkü biletler ise telefonumdaydı. Yağmur öyle bir gülümsüyordu ki o an bana, al o biletleri de aynı sayfaya koy der gibiydi yüzü. Sakla beni, unutma hiç.

Nabzını saymayı denedim. Bütün sayılar birbirine girdi. Nefesini dinlemeyi denedim. Kulaklarım uğuldadı. Başım göğsüne yaslıyken o beni duymuyordu ama ben gözlerini kapatmadan önce benden istediği şeyi yapıyor, elini tutuyordum. "Çok korkuyorum," dedim parmaklarım sıkıca parmaklarına dolandığında. Avuçlarımızın arasındaki kan kuruyor, ellerimizin ayalarını birbirine yapıştırıyordu. "Yalvarırım gözlerini aç, çok korkuyorum Yağmur."

On saniye sonra nabzını artık hissedemiyor olduğumu fark ettim.

Paniğim içime çığ oldu düştü, fırtına göğsüme sel oldu vurdu, korku bir yangın oldu sardı her yanımı. Beni özenle içinde sakladığı göğüs kafesinin üzerine yasladım birleştirdiğim ellerimi. Kalp atışlarında hayat bulduğum kadın, hayatımı benden alıp gitmesin diye arka arkaya bası uyguladım göğüs kafesine. Alnımda biriken ter ellerimin üzerine damladı. İçinde hiç güç barındırmayan kollarım titredi ama devam ettim. "Ne olur," diye sayıkladım. Yalvardım yakardım. "Bunu yaşayamam. Bunu yaşatma bana. Yalvarırım. Bu şekilde olmaz. Böyle olmaz. Sensiz olmaz. N'olursun Yağmur, benimle kal."

Burnunu işaret ve baş parmağımla sıkıp dudaklarına yaslandım. Ciğerlerimdeki bütün nefesi ona üfledim. İmkanım olsaydı kalbimi de orada ona verirdim. İmkanım olsaydı elimi göğsüme sokup kalbimi söker, o yaşamaya devam etsin diye ona takardım. "Bırakma beni," dedim benim bile zar zor duyduğum bir sesle. "Benimle kal, yalvarırım."

Ambulansın sesini duyuyordum ama öyle uzaktandı ki belki de gerçek bile değildi. Belki beynim bana oyunlar oynuyordu. Belki aklım sınanıyordu. Belki ne kadar acıya dayanabileceğimi görmek için kurulan bir senaryoydu bu. Bu kadarına dayanamıyordum, barizdi. Kaybediyordum. Onu kaybediyordum. Elleri her zaman soğuktu, teni her zaman soluktu ama bugün, bu an bir ölüyü andırıyordu.

"Allah'ım," diye yalvardım kalp masajına devam ederken. "Beni onunla sınama. O olmaz. Bana yardım et. Onsuz yaşayamam."

Ölen bir kalbi yeşerttiğimi söylemişti bana daha önce. Hiçler ve çoklar, benim tarafımdan değiştirilmişti. Yine olurdu. Olmak zorundaydı. Bir kez daha bastırdım göğüs kafesinin üzerine hızlıca.

Kalbi attı.

Yemin ederim o kalp attı.

Bir takastı sanki, benimki durmuştu ama sorun değildi. O dönmüştü.

Gözleri hâlâ kapalıydı. Yorgunluktan, dedim. Çok yorgun diye böyle. Birazdan açacak. Maç var. Nasıl da heyecanlanmıştı biletleri aldığımı öğrendiğinde, asla kaçırmaz maçı.

Açmadı.

Ambulans görevlileri onu sedyeye aldığında elini sımsıkı tutuyordum. Ambulansa bindik, elini hâlâ tutuyordum. Hastaneye geldik, ameliyathane kapısının önüne dek ben onun elini tutuyordum çünkü bırakmamamı söylemişti.

Bir hemşire sedyeyi koridorda sürüklerken hâlâ onun elini tutmaya devam eden bana dönüp "Hastanın hamilelik şüphesi var mı?" diye sorduğunda gözlerim tamamı kırmızıya dönen elbisenin karın kısmındaydı. Algılayamıyordum, mantıklı davranamıyordum. Aynı soruyu bir kere daha bu kez sesini yükselterek sordu kadın.

Gözümün önünde kızıl saçlı, çilli bir kız çocuğunun hayali belirdi. Adı Mayıs. Ve hemen yanında onun elini sımsıkı tutan, mavi gözlü bir erkek çocuğu. İsmi Mete.

Başımı sertçe iki yana sallarken hâlâ ayakta durabildiğime şaşırıyordum. "Yoktu," dedim perperişan halimle. "Sanırım yani. Yok. Sanmıyorum."

Ameliyathane kapıları kapandığında ben daha kendime gelemeden başka birinin sorularına maruz kaldım. Yakınlık derecemizi öğrenmeye çalışan hemşireye aklı başında cevaplar veremiyordum. "Evleneceğiz," dediğimi hatırlıyorum kanlı avuçlarımı göğüs hizamda havada tutarken. Başımı eğip ellerime baktım, sonra kapanan ameliyathanenin kapısına. "Evlenecektik. O yaşayacak mı? Yaşasın. N'olur bir şey yapın. Ne olur siz de bakın. Hepiniz bakın. Yalvarırım yaşasın."

"Beyefendi," dedi titreyen kollarıma uzanarak. "Olayın nasıl gerçekleştiğini gördünüz mü? Adli bir vaka olduğu için birazdan polis ifadenizi alacaktır, lütfen kendinize gelin. Hastanın adını öğrenebilir miyim?"

"Yağmur," dedim. Başım dönüyordu. Işıklar yanıp sönüyor, zemin altımdan kayıyordu. Dünya durmuş olabilir miydi? Dünyam durmuştu. "Bana bi-bir dakika verin." Konuşamıyordum. Ölecek gibiydim. Ölmüş müydüm? Yer sanki sarsılıyordu. Sedyenin tekerleklerinin sesi kafamın içindeydi. Kendimi koridordaki sandalyeye bıraktığımda başımı ellerimin arasına aldım.

Gözümü ondan bir saniye ayırmıştım. Bir saniyeydi.

Pata küte sesler geldi koridorlardan. Gözlerimi köşeye çevirir çevirmez ayağa kalktım. Beni böyle görmemelilerdi. Toparlanmam gerekiyordu. Ayakta duramıyordum. Hemşire üzgün gözlerle beni izliyor, bana bir şeyler anlatıyordu ama duymuyordum. Kardeşlerim geliyordu. Kardeşlerim gözlerimin içine bakıp bana onun durumunu soracaklardı ve ben yüzümü eğecek, tek kelime edemeyecektim. Nasıl olduğunu sorduklarında cevap veremeyecektim. Yine yanında değildim. Yine yoktum. Sözlerini tutamayan aptal herifin tekiydim. İçerideki ben olmalıydım. Vurulan ben olmalıydım.

Koridorun köşesinden ilk dönen Kaya oldu. Hemen arkasında Arda ve Can koşuyordu. Beni gördüklerinde hepsi bir anda duvara çarpmış gibi durdu. Hepsinin bakışları bir suçlu gibi havada tuttuğum kurumuş kanla kaplı avuçlarıma değdi. Yüzümde de vardı sanırım. Gömleğimde, pantolonumda, bileğimde, her yerdeydi. Her yerim kan içindeydi.

"Görkem," dedi Kaya. Dolmak üzere olan gözleri benimkilere dokunduğunda utanıp başımı eğdim. Geriye doğru bir adım attım, başka bir adım ve sonra sırtımı duvara yasladım. "Görkem," dedi tekrar, bana doğru yaklaşmaya başlayarak.

"Özür dilerim," dedim. "Özür dilerim. Özür dilerim. Çok özür dilerim."

Kaya'nın gözleri irileşirken kendini yere bırakmıyorsa bu benim içindi. Bana ulaşmaya çalışıyordu. Arda dolu gözleriyle destek almak isteyerek Kaya'nın koluna tutunduğunda Kaya gözlerini sımsıkı yumdu ve tek bir adım daha atamadı bana doğru.

"Özür dilerim," dedim yine. "Koruyamadım. Yapamadım. Koruyamadım. Emanetimdi o benim. Sahip çıkamadım. Özür dilerim."

En arkadan sıyrılan Can, yalnızca beş saniye sonra bir adım önümde dikiliyordu. Yüzüne bakamıyordum. Hepsini yüz üstü bırakmış gibi hissediyordum. "Yaşayacak mı?" diye sordum Can'a. "Ölürüm Can. Can, öleceğim. Canım çok yanıyor. Çok yanıyor."

"Ne oldu?" diyordu Arda. "Nasıl oldu bu? Nasıl? Güle oynaya uğurladık biz sizi. Nasıl olabilir böyle bir şey?" Titreyen elleriyle Kaya'nın kolunu daha sıkı kavradığında Kaya'nın gözleri benimkilerden ayrılmıyordu. Bir tek ona bakabildim. Bir şey söylesin istedim. Dudakları aralandı ama hiçbir şey söyleyemedi. "Nasıl?" dedi Arda. "Nasıl yaparız onsuz? Delirdiniz mi? Bir şey söyleyin. Şaka desin biriniz ya! Şaka desenize. Böyle bir şey gerçek olabilir mi? Asya o. Asya lan o."

Can, iki elini kollarıma yerleştirdiğinde bedenim kilitlenmiş haldeydi. Çenem kaskatıydı. Kulaklarım uğulduyor, göğsüm sıkışıyor, başım dönüyordu ama ağlamıyordum. Ağlayamıyordum. "Kalbi durdu," dedim. "Kalbi durdu. İnanabiliyor musunuz? O kalp atmıyordu. Ya bir kez daha olursa bu? Yaşayamam ki. Onsuz yapamam. Söz verin, sıkacaksınız kafama. Söz verin. Yapamam. Yalvarırım yaşasın. Kalbi durmasın, n'olur durmasın."

"Görkem," dedi Can. Her hücrem titriyordu. Sinir sistemi çökmüş biriydim. Tek yapabildiğim ayaklarımın üzerinde durmaya devam edebilmekti. "Görkem, abi, bana bak hadi." Bakışlarımı zorlukla ona çevirebildim. "Panik atak geçiriyorsun," dediğinde başımı sertçe iki yana sallayarak onu reddettim. Hiçbir şey geçiremezdim. Ağlayamaz, gülemezdim. Yağmur gözünü açmadan benim aldığım nefes bile haramdı bana. "Otur yere," dedi kollarımı daha sıkı tutarak. "Bir şey olmayacak ona, sana da olmasın. Otur hadi. Sakinleşmen lazım."

"Bir şey olmayacak," dedim. "Olmasın." Kaya'ya çevirdim başımı. "Olursa ölürüm. Ölürüm Kaya. Ben öleyim o yaşasın. N'olur yaşasın."

Kaya hep susardı ama bugün konuşmalıydı. Konuşmak zorundaydı. Sonra bir anda dank etti kafama. Analizcilerin hepsi ağzımın içine bakıyordu. Benim yalvar yakar sorduğum soruların cevaplarını benden bekliyorlardı. Böyle olurdu. Zor bir anın içindeysek gözler üzerime dönerdi fakat öyle mahvolmuş durumdaydım ki o gözlere derin hüzünler yerleşmişti. Onları ümitsizliğe sürüklüyordum. Bizi uçurumdan yuvarlıyordum. Neler olduğunu anlatacak tek kişi bendim, geçeceğini söyleyecek kişi de bendim ama ben inanmıyordum. Ben inanmadığım sürece onlar hiç inanmayacaklardı. Biz dört erkek, onun tabutunun dört kolunu kavramış gibi öylece birbirimize bakıyorduk.

Böyle olmamalıydı.

O yaşayacaktı. Böyle davranmamalıydık. İnanmam gerekiyordu. İnanmalıydım.

Ellerimde çok kan vardı.

"Kusura bakmayın," dedi yine o hemşire. "Bir an önce hastanın anamnezini almam gerekiyor. Yağmur Hanım'ın bazı bilgilerini öğrenmek zorundayım. Biriniz bana yardımcı olabilir misiniz?"

Can başını kaldırıp hemşireye döndüğünde bakışlarında büyük bir hissizliğin baş gösterdiğini gördüm. Önce bana baktı, sonra Kaya'ya ve en son Arda'ya. Üzerime doğru eğik duruyorken doğruldu, omuzlarını dikleştirdi. Bir duvara bile daha anlamlı baktığı olmuştu. Şimdi sanki boşluktaydı gözleri. "Tabii," dedi tok bir sesle. "Ben yardımcı olayım." Bizden birkaç adım uzaklaşmadan önce, "Kaya," dedi yine aynı sert tonda. "Görkem'in yanına oturun."

Kaya, onu dinleyip yanıma geldiğinde elini omzumun arkasına koydu. Diğer yanında Arda vardı. Yan yana dizilen üç sandalyeyi üçümüz doldurmuştuk. Bana bakamadı, omzumu sıktı. "Yaşayacak," dedi sadece. Başından beri neden konuşmadığını anladım. Bu çok nadiren olurdu. Kaya'nın sesi titriyordu.

"Yaşayacak," dedi Arda da.

İkisi de bana döndü. Hatta Can da hemşireyle konuşmayı bırakıp bana döndü ama ben o tek kelimeyi söyleyemedim. Yaşayacak, diyemedim.

🥀

Yalnızca on dakika geçmişti. Bu dört adam için de on asra bedeldi.

Ameliyathane kapısının önünde sırtını duvara yaslamıştı biri.

Konuşmuyordu, ağlamıyordu, kimseye bakmıyordu. Gözü dakikalardır tek bir noktaya sabitti. Duvar griydi ama onun gördüğü kan kırmızısıydı. Yağmur'dan akan oluk oluk kanın silik izleri parmaklarındaydı, parçalanmış gömleğindeydi, kalbinin ortasındaydı.

Görkem kan kokuyordu. Ela gözlerin içine bakıp bir zamanlar onun sorduğu gibi bu kez o bu kokunun nasıl geçeceğini sormak istiyordu.

Sık sık soluk alıyordu, gömleğinin yakasına sinen Asya'nın parfümünü zar zor ayırt edebiliyordu. Gözlerini ellerine dikmiş, tırnak yataklarında bile yer edinen kana bakıyordu. Her solukta ciğerine kan çekiyordu.

Son beş dakikadır kimse ağzını açıp tek kelime edemiyordu. Her şeyi birlikte yapmış bu dört adamın şimdiye kadarki en zor anlarıydı şüphesiz. Onlar burada çaresizce beklerlerken bir kadın içeride hayat mücadelesi veriyordu.

İlk defa Asya'yı bu kadar iyi anlıyorlardı çünkü her biri kafasının içinde onun sesiyle kuşatılmıştı.

Dans edelim, diyordu Arda'ya. Ameliyathane kapısının köşesindeydi, gülümsüyordu. Ellerini uzatıyor ve Arda'nın tutmasını bekliyordu. Arda uzansa da tutamıyordu. En özgür hissettiği, şarkı söylediği anlarda ona eşlik eden kadının sesi Arda'nın kulaklarında çınlıyordu. Salıncağında onu yalnız bırakmayışları, o sigara içerken yanında sessizce sallanışları gözünün önünden gitmiyordu.

Can, onu kendisine hayranlıkla bakarken görüyordu. Can'ım, diyordu Asya. Canım Can'ım. En çok sana konuşmadım ama en çok sen anladın. Bir kitap gibi okudun içimi, hep bana yardım etmeye çalıştın. Ben bıktım kendimden, sen bıkmadın benden. Elimi bir an olsun bırakmadın. Can, delirdiğini sanmak üzereydi. Asya'nın sesi bir fısıltı değildi, bir gürültüden beterdi. Kafasının içinde uğulduyor, başını döndürüyordu.

Muşmula suratlı, diyordu Kaya'ya ilk tanıştıkları günlerin birinde. Dil çıkarıyordu. Hatırladıkça Kaya'nın göğsü acıyordu. Seni hiç sevmiyorum. Ama biliyordu Kaya, onu çok farklı seviyordu. Asya sanki acilin girişinde, elinde bir tepsi börekle belirecek ve onun için yaptığını söyleyecekti. Abimsin sen benim, diyordu ve kollarını onun boynuna sarıyordu. Kaya'nın içi o gün ne kadar ısındıysa bugün bir o kadar buz tutmuştu.

Görkem şok içinde parmaklarını bileğine Yağmur'un bağladığı kırmızı ipe götürüyor, o ipin bile kan lekeleriyle boyandığını görüyordu. İpin çevresine dolanmış turuncu saç telini dikkatlice alıp kurumuş kanla kaplı avucunun ortasında tuttu. Parmaklarını bir kalkan gibi kaldırdı saç teline rüzgar bile değmesin diye.

Bir saç teline rüzgarın değmesinden korkan Görkem'in sevdiği kadının karnını bir kurşun delmişti.

Açıyordu gözlerini, kapatıyordu gözlerini. Her yerim kan revan, diyemiyordu. Unutmak istediğini söyleyemiyordu ya bu onunla geçirdiği son ansa diye. Gözlerini kapatmak, her şeyin geçeceğine inanana kadar Asya'nın göğsüne sinip orada uyumak istiyordu.

Başı ağrıyordu, ilacı yoktu. Göğsü sıkışıyordu, geçirebilen olmayacaktı. Panik atak geçirirse kimse onu durduramayacaktı.

Görkem'in avucundaki kimsenin görmediği o bir tel saçı gördü Kaya. Akamayan gözyaşlarını gördü. Bileğindeki kırmızı ipi gördü. Parçalanan gömleğindeki kan lekelerine yerlerini ezberleyene dek dikti gözlerini. Aklında sadece ve sadece Asya vardı. Görkem bile yoktu. Görkem'in gömleğine bakarken Asya'nın ne kadar kan kaybetmiş olduğunu anlamaya çalışıyordu. Yaşaması için bir ihtimal var mı diye.

Mahvolurdu. Yalnız kalırdı. İlk defa onu bu kadar anlayan biri vardı. Ona benziyordu. İlk defa bir kız kardeşe abilik yapıyordu. Onu kaybederse ne yapacağını hayal dahi edemiyordu.

Dört adamın dördü, dört farklı alanda bilinebilecek her şeyi biliyorlardı da Asya olmadan ne yapacaklarını biri bile bilmiyordu.

"Onu bana bul," dedi Görkem dakikalar sonra, gözlerini avuç içindeki saç telinden ayırmadan. Sesi kalın, derinden ve netti. "O herifi bana bul, Kaya. Şimdi. Şu an."

"Zamanı değil." Can'ın aldığı soluk, sesi kadar titrekti. "Mantıklı düşünemiyorsun, hiç sırası değil."

"Ne yapacaksın bulsan bile?" dedi Arda da. O diğerleri gibi değildi, o hüngür hüngür ağlıyordu. "Yağmur'u burada bırakıp gidecek misin?" Ve o kadına ilk defa Yağmur diye sesleniyordu. Hâlâ hayattaysa, diye geçiriyordu içinden. Bir kez olsun duysun benden.

"O gözünü açana kadar Piramit'i yerle bir edeceğim," dedi Görkem öfkeyle. "Ortalığın altını üstüne getireceğim, kıyıda köşede bir kişi bile bırakmadan her üyesini geberteceğim. O piçin soyunu kurutacağım. Elinde ne varsa, neye sahipse hepsini tek tek alacağım. Süründürerek öldüreceğim onu. Dizlerinin üzerine çöktüreceğim. Bir polis olarak değil, onu eceli olarak infaz edeceğim."

Az önce hayatının en zor telefon konuşmasını yapmış olan Kaya bile bu kafayla bunu yapmanın büyük hata olduğunun farkındaydı. Umurunda mıydı? Hiç değildi. Sadece şimdi elinden gelmezdi. "Yapamam," demek için açtı ağzını. "Yapamam," dedi ve sesi yine titredi. "Şimdi olmaz, şimdi gidemem."

Can, bütün bu ölüm kokusunun arasında Kaya'nın titreyen omuzlarını görünce durumunun iyiye gitmediğini anladı. Bir an Kaya'nın öylece yığılmasından korktu. Kaya, yalnızca içi titriyor sanıyordu. Omuzlarının sarsıldığından habersizdi. "Bırakamam," dedi. "Bana ihtiyacı vardır. Başka bir şeyle uğraşamam."

"Kaya..."

"Ben çocuktum," dedi Kaya etraftan soyutlanmış haldeyken. "Ben çocuktum, kardeşlerimi kaybettim. Artık çocuk değilim, değil mi? Birini daha kaybetmeyeceğim, öyle değil mi Can?"

"Çok kan..." dedi Görkem bakışlarını yeniden ellerine indirerek. "Bu kadar kan için bu kadar can alana kadar durmayacağım. Yemin ederim durmayacağım."

"Bize teşekkür etti," dedi Arda ne kadar çok ağladığını diğerleri görmesin diye yüzünü duvara çevirerek. Alnını soğuk betona yasladı. "Bir veda konuşması yaptı. Ne saçma. Sanki bir yere gitmesine izin verecekmişiz gibi."

"İyi olacak," dedi Can. Lideriyle göz göze gelmeye çalıştı. İstediği ondan duymaktı. Ondan duyarsa inanırdı ama Görkem, dudaklarını birbirine kilitlemiş haldeydi. "Karalar bağlamayın. Asya bu. Tabii ki iyi olacak."

"Olmak zorunda," dedi Kaya. "Böyle gidilir mi lan? Kimsesiz kalırız oğlum. Biteriz. Biz diye bir şey kalmaz. Hiç oluruz."

"Benim için," dedi Görkem. "Bizim için." Yumruğu tek bir saç telinin etrafına kapandı. "Hayatta kalacak. Yağmur lan o. Bırakır mı hiç bizi?"

Koridorun sonunda saçı başı dağılmış halde bir kadın belirdi. Koşarak geliyordu. Her güçlü adımında koridor titriyordu. "Ne oldu?" diye sordu. "Nasıl oldu?" Ağlamıyordu. Başı dikti, gözünü kan bürümüştü, dişlerini sıkıyordu. Daha önce böyle bir koridorda babasını beklemişti o. Kaybı bilirdi, bir insana son kez sarılmanın ne hissettirdiğini tanırdı. Asya'ya son kez sarılmış olsaydı bunu anlardı, bu yüzden içi rahattı. "Bir şey dediler mi?" dedi ve Arda'nın yanına ilerleyip onun omzunu sıktı. "Ağlama. Ölenin arkasından yas tutulur Arda, o yaşıyor."

Necip Amir, yeri göğü titreten adımlarıyla onların arasına katıldığında herkesten önce Görkem'in yanına gitti. Hiçbir şey söylemeden önce onun yanına oturdu. "Beni affet," dedi ona. "Yanında durmayacağım." Elini onun omzuna sardı. "Beni affet, ağlayacak omzun olmayacağım. Olanları senden öğrenmeye geldim. Sonra da gidip bunun sorumlusu her kimse onu bulacağım."

"Ben de geleceğim," dedi Görkem ayağa kalkmaya çalışırken. "Sen dur, ben yapacağım. Onu ben boğacağım."

"Uyandığında seni görmek isteyecek," dedi Necip Amir. Uyanırsa demedi. Demeyecekti.

Görkem birbirine yapışan parmaklarını havaya kaldırdı. "Görüyor musun?" dedi sertçe. "Onun bu. Ona ait. Mutluyduk biz. Yemek yedik. Hayal kurduk. Bir saniye gözümü ayırdım ondan." Yumruk yaptığı elini yere vurdu sertçe. "Tek bir saniye. Duramam. Yapamam. Oturamam. Ağlayamam. Deliririm. Bir şey yapmam lazım benim. Abi, benim bir şeyler yapmam lazım. Elimden bir şey gelmesi gerekiyor. Böyle olmaz. Bunu kaldıramam. Ben... Bu kadar çaresizliği kaldıramam."

"Bekleyeceksin," dedi Necip Amir emreder gibi. "Burada böyle oturup bekleyeceksin. Gözünü açıp seni göreceği ilk an için hazırlık yapacaksın. Ağlamayacaksın, güçlü duracaksın. Korkmayacaksın, onun için ayakta kalacaksın."

"Yanlış yapıyorsun," dedi Can. "Güçlü durması falan gerekmiyor, bırak dağılsın. Biz toparlarız."

"Gözyaşına lüzum yok," dedi Necip Amir. "O ölmeyecek."

Ve sonra bir başka adam belirdi koridorun başında. Saçları kısacık, gözleri kan çanağından farksız, sık soluyan ama her adımında yerde çatlaklar bırakabilecek türden bir adam. İçlerinde bir kişi dışında herkes şaşırdı çünkü kimse onun nereden haberi olduğunu bilmiyordu.

Yeşil gözlü olan hariç. O biliyordu. O, dünyanın en zor haberini telefonda bir çırpıda ona verendi. O, Barış'ın göğsünü delendi.

"Ona neden söylediniz?" dedi Necip Amir. En çok onun burada olması gerektiğinin farkındaydı ama altında yatanı merak ediyordu.

Kaya, kurumuş dudakları arasından tek bir cümle döktü ortaya. "Asya'yla kan grupları aynı."

"Nerede lan?" dedi Barış, bir sürü kişinin karşısında tek başına dikilip bas bas bağırarak. "Nerede benim kardeşim?"

"Barış..." dedi Eylül onu sakinleştirme isteğiyle. Asya için değerli olan onun için de değerli olurdu. Buradaki herkesi koruyup kollamak zorunda hissediyordu kendini. Herkesi düşünebilmek, herkesi toplayabilmek ama o Asya değildi, bunu yapamazdı.

"Bu kadar adamsınız! Bu kadar adam, bir tane kadını koruyamıyor musunuz?" Yumruk yaptığı elini kapalı olan ameliyathane kapısının yanındaki duvara geçirirken acı bile hissetmedi. "Ben bir tabut taşıdım," dedi gözünden bir damla yaş akarken. Elini sol omzuna vurdu. "Ben burada bir tabut taşıdım. Bir tane daha mı taşıyacağım?" Başka bir yaş daha aktı gözünden. "Ben abimi gömdüm ellerimle. Kız kardeşimi de mi gömeceğim? Siz birbirinize sahipsiniz, benim kimim var lan başka?"

"Özür dilerim," dedi Görkem. Barış doğrudan onun kan içindeki üstüne başına ve sıktığı yumruklara baktı. Üzerindeki gömleğin bir kısmı yırtılmıştı, hemen anladı Barış sebebini. Onun da ağır bir kanamayı durdurmak için gömleğiyle tampon yapmışlığı vardı. "Benim yüzümdendi." Titreyen ellerini zemine bastırarak destek aldı ve ayağa kalkıp Barış'ın tam karşısında dikildi. "Ben olmalıydım oradaki. Özür dilerim. Bir saniye ayırdım gözlerimi ondan. Kan içindeydi. Yine yanında değildim. Özür dilerim."

Bir yumruk bekliyordu, bir itiş, bir küfür.

"Ona bir şey olursa..." Barış'ın elleri titriyordu. Öfkeyle onun tam karşısında durdu ve yumruğunu sıktı. "O bu ameliyattan çıkamazsa var ya..."

"Olmayacak," dedi Görkem, kendisi bile inanmazken Barış'ı inandırmaya çalışarak.

"Çok mu kan kaybetti?" Barış bir adım üzerine geldiğinde Görkem kendini bu kez darbe almaya hazırladı. Barış ona vuracaktı, bunu hissedebiliyordu ve onu durdurabilirdi ama durdurmayacaktı. Yere düşürse ve kendisini tekmelemeye başlasa dahi Barış'a dur bile demeyecekti.

Fakat Barış, bir anda ağlamaya başladı.

Fazla tanımadığı bu kadar kişinin arasında bulabildiği ilk çare alnını Görkem'in omzuna yaslayarak yüzünü gizlemek oldu. "Karnından vurulmuş," dedi paramparça bir halde. "Mete gibi. Abim gitti, kardeşim de gidecek. Yapayalnız kalacağım."

Görkem, Barış'ın kafasını tutup omzuna daha çok bastırırken yanaklarının içini ısırıyor, güçlü durmak için büyük çaba sarf ediyordu. Biliyordu ki Yağmur böyle yapmasını isterdi. Yağmur için Barış'a göz kulak olmak zorundaydı. "Olmayacak öyle bir şey."

"Algılayamıyor insan en başta," dedi Barış ağlaya ağlaya. "Gitmez sanıyorsun ama gidiyorlar. Öyle bir gidiyorlar ki. Ben... Bir mezar taşına daha yaslayamam sırtımı. Yapamam. Ben... O ikisi bu sefer dışlayamazlar beni. Yemin ederim ki ona bir şey olursa-"

Görkem'in göğsüne oturan yük, Barış'ın her bir kelimesinde katlanarak arttı. O yoktu, üç kişilerdi onlar. Mete, Yağmur, Barış. Mete toprağın altında, Yağmur ameliyat masasındaydı. Barış'ın ise bu gidişle sonu bir akıl hastanesine kapatılmak olacaktı.

Görkem o an sadece "Yapma böyle," diyebildi. Etrafında gezdirdi bakışlarını. Herkes donup kalmıştı. Biraz bile inanç varsa içlerinde Barış onu söküp almıştı. Mete gitmişti. Onlar birbirleri için neyse, Barış ve Mete de birbirleri için bir zamanlar öyleydi ve bu bağ öylece son bulmuştu. Bir kalp durmuştu. Bir adam gömülmüş, ardında kalanlarsa sonsuz bir yasa bürünmüştü.

Aynısı mı olacaktı?

Kaya başını geriye doğru atıp gözlerini sımsıkı kapattığında Görkem onun gözyaşını gizlemeye çalıştığına emindi. Necip Amir muhtemelen Mete'nin cenazesindeki Asya'nın görüntüsünü gözünün önünden silmeye çalışmakla meşguldü. Arda'nın gözleri çoktan şişmeye başlamıştı. Eylül Arda'nın hemen yanında, Barış'ı reddedecek bir şeyler söylemeye çalışır gibi duruyordu ama konuşamıyordu. Can ne yapacağını bilemez halde köşede dikiliyor, gözünü kırpmadan ağlayan Barış'ı izliyordu.

Sanki onu kıskanıyordu, hislerini sonuna dek yaşayabildiği için. O da ağlamak istiyordu. Can da ağlamak istiyordu ama bu ortamda bunun kimseye bir faydası olmayacaktı. Böyle bir zamandayken işleri idare edecek olan kişi Can'dı. Mantıklı kalması gereken Can'dı.

O an Barış'ı kıskanan bir diğer kişi Kaya'ydı. Asya'yı kendisinden daha uzun süredir tanıyor olduğu içindi bu. Sırf bu yüzden, içindeki çocuksu kıskançlığı durduramıyordu. Barış kadar yılı Asya ile geçirebilmesi için ömründen bir on senenin eksilmesi gerektiğini söyleselerdi düşünmeden bunu kabul ederdi. Yeter ki birlikte geçirecekleri biraz daha zamanları olsundu. Kız kardeşini kaybetmek istemiyordu.

"Kardeşim," dedi Görkem, omzuna sinen Barış'a. Kanlı elini kaldırıp onun sırtına dokundu. "Aynısı olmayacak."

Barış içini çekerken onu duymuşa benzemiyordu. "Biz beş kişinin koruyamadığını Mete tek başına korurdu. Ben onun emanetine sahip çıkamıyorum. Asya'nın kana ihtiyacı olana kadar ölümle burun buruna geldiğinden bile haberim olmuyor. Eğer çıkamazsa buradan, en son ne konuştuğumuzu bile hatırlamıyor olacağım. O kadar süredir görüşmedik biz zamanında her saniyemi birlikte geçirdiğim kadınla. Görkem, ne olur yaşasın. O benim en yakın arkadaşım, kız kardeşim o benim."

Son cümle Kaya'nın, Arda'nın, Eylül'ün ve Can'ın üzerine düşen bir yıldırımdı sanki. Arda Can'la, Kaya Eylül'le göz göze geldi. Bir film şeridinin farklı köşelerini bölüştüler dördü aralarında.

Yağmur mutfakta Kaya için börek yapıyordu. Yağmur, Arda'nın morali yerine gelsin diye onun odasına dalıp şarkı söylüyordu. Yağmur, Can'la Vega hakkında konuşuyor ve Can'a onun hislerine önem veren tek kişiymiş gibi hissettiriyordu. Yağmur, Eylül'ün göğsüne saklanıp onunla birlikte uyuyordu.

Konsol oyunu oynuyorlardı. Göreve çıkıyorlardı. Holün ortasında deve güreşi yapıyorlardı. Sarhoş olup parka koşuyorlardı. Küçük çocuklar gibi birbirlerini kızdırıyor, iddialara giriyor, sonra toplanıp organize bir çetenin peşine düşüyorlardı. Birlikteyken sınırları yoktu. Her şeyi hiç düşünmeden, kaygısızca ve bir arada yapıyorlardı.

Çekildikleri son fotoğraf, artık Yağmur'un yatağının üzerinde duruyordu fakat o bunu bilmiyordu. Kaya onun kendisine hevesle attığı her bir fotoğraftan sonra göz devirme emojisi yollasa da kendisinden istenileni yapmıştı. Tüm o anılar, 13 numaralı Beşiktaş formasının etrafında Asya'nın yatağına dizili halde duruyordu. Eve döndüğünde görüp gülümsesin istemişti Kaya ama Asya eve dönememişti. Belki de hiç dönemeyecekti.

Yarım saat daha geçti. Barış'ın kan vermesi gerekmişti. Bir odaya alınmıştı bunun için. Görkem Can'ı onun arkasından yollamıştı. Barış'ın tek bir dakika bile yalnız kalmasına müsaade etmeyecekti. Can başta itiraz edecek gibi olsa da Görkem'e karşı gelmek istemediğinden sessizce Barış'ın peşine takılmıştı. Arda hava almak için koridoru terk ettiğinde Eylül onu takip etmişti. Görkem ikisinin nerede olduğunu bile bilmiyordu. Kaya da az önce ona gelen bir telefon yüzünden bahçeye inmişti. Görkem'in bu konu hakkında da fikri yoktu. Çevresinde olanları takip edemiyordu. Gözünü açtığında diğerleri yanındaydı ve tek bir göz kırpması sonucu yok olmuşlardı sanki. Böyle hissediyordu. Gerçeklik algılarını yitirmeye başlamıştı.

Ameliyathane kapısının önünde yere çökmüş tek başına oturuyordu. Ellerinin arasına başını almış, kafasını geriye yatırıp duvara yaslamış öylece duruyordu. Bileğindeki ipe gözleri her değdiğinde dişlerini sıkıyordu. Bütün hayatının nasıl tek bir saniyede tepetaklak olduğunu algılamaya çalışıyordu ama anlam veremiyordu. Yağmur'a gitmek, Yağmur'a sarılmak, Yağmur'a koşmak istiyordu. Göğsüne çöken ağırlığı bir tek o alabilirdi oradan, bunu biliyordu.

Öyle kendini kaybetmiş durumdaydı ki başucuna kadar gelen diğer adamı o eğilip omzuna dokunana kadar fark etmedi. İfadeden arınmış gözlerini yukarı doğru kaldırdığında bir el omzunu sıktı ve koşarak geldiği kaymış kravatından, dağılan saçlarından belli olan Egemen Duman, küçük kardeşine gözlerini dikip yalnızca "Abim," dedi başka ne diyeceğini bilemeyerek.

Diğerlerinin yanındaki kendini tutma çabası abisinin eli omzundayken öylece kayboldu. Başını dizlerine gömdü ve abisinin yanında hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladı.

"Çok kan vardı," dedi omuzları sarsılırken. Alnını dizlerine vurdu, elini sertçe saçlarının arasından geçirdi. "Ölmez, değil mi? Mete de böyle ölmüş. İnsan en sevdiğinin kolunda verirmiş son nefesini dedi bana Yağmur. Ben onun en sevdiği değilimdir, değil mi abi?"

Egemen nefesi kesiliyor olduğunu belli etmemeye çalışarak dizlerinin üzerine çöküp kardeşine yaklaştı. "Bir şey olmayacak," dedi fakat bunun dayanaksız bir güvence olduğunu o da biliyordu. Görkem de zaten onu duymuyordu.

"İp gibiydi nabzı. Zayıftı ama atıyordu. Yanlış hissetmiş olamam. Hâlâ atıyor olmalı, hissederdim öyle olmasa. Ölmeyecek. Ölmeyecek işte."

"Görkem..."

Nefes nefese kalmış halde devam etti konuşmaya. "Kalp masajı yaptım ben ona. Kalbi durdu. Bir kez öldü, bir daha ölemez. Kaç kere ölebilir ki bir kadın? Niye her şey onu buluyor? Niye böyle oluyor abi? Ne suçu günahı var onun? Keşke ben olsaydım oradaki. Ben olmalıydım oradaki. Çok korkuyorum. Abi, ben ilk defa bu kadar çok korkuyorum. Canım çok yanıyor abi."

Görkem'in bileklerini tuttu Egemen kendisine bir zarar vermesin diye. Başını dizlerinden kaldıran Görkem, abisine kıpkırmızı olan gözleriyle baktığında Egemen bu anı yaşamak yerine ölmeyi tercih ederdi. Kardeşini daha önce hiç böyle görmemişti. Onu bir gün bu halde göreceğini tahmin bile edemezdi. "Nefes al," dedi Görkem'in gözlerinin giderek baygın bakmaya başladığını fark ettiğinde. "Geçecek. Nefes al oğlum, beni korkutuyorsun."

"Benim yüzümdendi." Panik atağı, sinir krizine karışmıştı. Yaşlar akan gözleri sımsıkı kapalıyken başını arkasındaki duvara vurdu. "Ben olmalıydım içerideki."

Egemen onu tuttu. "Senin suçun değildi," dedi kızarmış mavilerin içine bakarak. "Ben bilmiyor muyum elinde olsa o kurşunun önüne atlayacağını? O yaşasın diye canını vereceğini bilmiyor muyum ben? Hiçbir şey yapamazdın Görkem. Hiçbir şey yapamazdın. Senin bir suçun yok."

Abisi onun başını tutup kendi omzuna bastırırken Görkem'in elleri güçsüzce iki yanına düştü. Dünyadaki bütün renkler yavaşça siliniyordu. Her şey giderek daha koyu oluyordu. Görkem nefesin nasıl alınacağını unutuyordu. "Durumu kötü." Dudaklarının arasından çıkan gerçek ağzına bir avuç kan doldurmuştu. Abisinin omzuna alnını daha sert bastırdı. "Kimseye söyleme, durumu çok kötü." İçini çekti, hıçkırdı. "Her şey olabilir. Her şey. Anlıyor musun? Çok kan kaybetti. Eğer ki o... O... Öleceğim abi, anlıyor musun? Onsuzken güçlü biri değilim ben. Ben onun yokluğuyla baş edemem. Dayanamıyorum. Böyle oturamıyorum. Elimden hiçbir şey gelmemesine katlanamıyorum."

"Ona bunu yaşatan her kimse onun yanına bırakmayacaksın. Duydun mu? Bu yüzden bile olsa dik duracaksın oğlum."

Egemen, Can ona mesaj attığında işi gücü bırakıp arabasına atlamıştı. Buraya gelene dek kaç tane hız cezası aldığını, kaç kırmızı ışıkta durmadığını bilmiyordu. Tek bildiği Görkem'in ona daha önce hiç bu kadar ihtiyaç duymadığıydı. Kardeşinin yanında olmak zorundaydı, ona iyi gelmenin bir yolunu bulmak zorundaydı bu yüzden güçlü durabilir sanmıştı fakat Görkem'in hali öyle bitaptı ki artık çok korkuyordu. Kendisine bir şey yapar diye ödü kopuyordu.

Görkem'in bedenini Egemen'in daha önce şahit olmadığı türden bir titreme sardığında abisi ne söylerse söylesin onu duymuyor, başını iki yana sallıyor ve nefes alamıyordu. Egemen çareyi doktor çağırmakta buldu.

Yanında doktorla birlikte koridora koşarak geri döndüklerinde Görkem yere devrilmiş durumdaydı.

🥀

"Arda," dedi Eylül. Hastanenin teras katındaydılar. Arda sırtını alçak duvara yaslamış, titreyen parmaklarının arasında bir dal sigara tutuyordu. Bakışlarında tek bir duygu bile bulamıyordu Eylül. Karşısındaki adam artık ağlamıyordu ama ağlasa belki de daha iyiydi. Bu haliyle fazla korkutucu görünüyordu.

Eylül başını aşağı doğru uzatıp bahçedeki siyah karaltıya değdirdi bakışlarını. Orada Kaya vardı. Bulunduğu konumdan Kaya'ya da göz kulak oluyordu. Telefonda kiminle ya da kimlerle konuştuğunu bilmiyordu. Necip Amir'in birden nereye kaybolduğunu da öyle ama bunları umursamıyordu. Aklındaki tek şey lacivert iplileri bir arada tutmak zorunda olduğuydu. Bunu Asya'ya borçluydu.

Ailesini çok iyi tanıyordu. Hepsi pimi çekilmiş bomba gibiydi. Bu yüzden de birinin bir delilik yapacağından korkuyordu.

"Maç kaç kaç?" diye sordu Arda buz gibi bir sesle. Sigarasını dudaklarına götürdü, içine dumanı çekti ve duman süzülüp gökyüzüne uzanırken durup izledi.

"Ne?"

"Beşiktaş maçına gideceklerdi. Başlayalı otuz beş dakika oldu, kaç kaç?"

"Bilmiyorum."

"Formasını hazırlamıştı." Arda, başını duvara yaslayıp içi yağmur dolu olan gri buluta dikti gözlerini. Yağmur yağmıyordu, yalnızca kasveti vardı etrafta. Gök gürüldedi, Arda'nın kalbi sıkıştı. "Benim ona hediye ettiğim pembe yunusu formasının köşesine dikmişti bekçi gibi," dediğinde canı bir yumaktı ve kurduğu her cümleden sonra yavaşça sökülüyordu. "Çok heyecanlıydı bugün için. Sürekli gülümsüyordu. O güldüğü zaman eve güneş doğuyor diye düşünürdüm. Şimdi halimize baksana Eylül, bizim güneşimiz sönüyor."

Eylül nasıl ağlamadığına hayret ediyordu. Sakinliğini korumaya devam edebilmesine şaşırıyordu. Can'la göz göze geldiği an ise bir şeyleri anlamıştı. İkisi, ellerini taşın altına koymuşlardı. Üstlerine yıkılan duvarın enkazını kaldıracak olanlar bu kez onlardı. Diğerleri için kurtarıcı olmak zorundaydılar. Can, bir bakışla bunu anlatmaya çalışmıştı aşağıdaki koridorda. Arda hassas bir çocuktu ve Eylül ondan dünyanın dertlerini gizlemek zorunda kalan annesiymiş gibi hissediyordu.

Kaya'ya bir kez daha bakıp onun hâlâ aynı yerde volta attığını gördüğünde dizlerinin üzerine çöküp Arda'ya yaklaştı. "Lig bitmiyor ya," dedi gülümsemeye çalışarak. "Bir sonraki maçın biletleri benden. Hep birlikte izlemeye gideriz. O yine gülümser, yine doğar güneş."

"Senin aldığın elbiseyi giyiyordu bugün." Eylül, yutkunamadı bunu duyunca. "Çok yakışmıştı."

"Bana ses kaydı atıp anlatmıştı. Mağaza mağaza gezmeme rağmen arayıp bulamayınca terzime onun için özel olarak diktirmiştim."

"Bunu bilmiyor," dedi Arda. "Belki de bunu bilmeden ölecek."

"Ölmeyecek." Eylü, Arda sigarasını yeniden dudaklarına götürüyorken onun elinden dalı çekti ve izmariti zemine bastırdı. "Böyle şeyler söyleme. Umudunu çok çabuk yitirdin. Benim kızım savaşçıdır. Göreceksin, bizim için direnecek."

"Onu o halde bir tek Görkem gördü." Arda'nın dudakları titrediğinde çenesini sıktı sertçe. Bir çocuk gibi diğerlerine yük olmak istemiyordu ama o hislerini saklama konusunda eskisi kadar başarılı değildi artık. "Ve Görkem'in halini de biz gördük," dedi. "İşte bu yüzden umudum yok benim. Durumun ne kadar kötü olduğunu biliyor. Bize söylemiyor ama yüzünden anlaşılıyor bu."

"Ondan güçlü durmasını bekleyemeyiz."

"Anlamıyorsun," dedi Arda. "Görkem'in devrildiği yerde ben dik duramam."

"Anlıyorum." Eylül, omzunu onunkine değdirdiğinde Arda bir kolunu karnına çektiği dizlerine sararken başını da sevdiği kadının omzuna yasladı. "Anlıyorum." Eylül'ün parmakları kıvırcık saçların arasına karıştı. "Ama Arda, bir yolunu bulmak zorundayız."

Görkem'e duyduğu saygı hiç kimseye beslediği hislerle yarışamazdı Eylül'ün. Onun ne kadar zorlandığını görürdü, liderliğin getirdiği sorumlulukları hissederdi ve bazen kimse farkına varmazken Görkem'i yoklayan o olurdu. Gecenin bir yarısı ona bir kıyafet linki atar, bu güzel mi diye sorardı. Ona uyduruk bir ev eşyası atar, bu olmadan yaşayamam derdi. Görkem çözdüğü testin son sorusunu işaretledikten sonra Eylül'ün mesajlarına dönerdi. Açık açık sorunları konuşmazlardı ama birbirlerine yalnız olmadıklarını özellikle gece yarıları hissettirirlerdi.

"Can, Egemen abiye haber vermiş."

Arda bunu bilmiyordu. Bu yüzden "Neden?" diye sordu başı hâlâ Eylül'ün omzundayken.

"Çünkü bunu yapmasaydı Görkem yalnız kalacaktı." Arda kendini çok bencil hissetti bu gerçekliği kavrayabildiğinde. Herkesin içindeki acı çok büyüktü. Acı, kimine göre kıyas kabul etmezdi ama Arda böyle olmadığını bilirdi.

Annesinin cenazesinden sonra babasına Arda'nın annesiz büyüyemeyeceğini, ona yeniden evlenmeyi düşünmesi gerektiğini söyleyen akrabasını hatırlıyordu böyle durumlarda. O kadının bilmediği şey, annesi olmadan yaşayamayacak kişinin babası olduğuydu.

Arda babasının cansız bedenini bulana kadar en büyük acıyı çekenin kendisi olduğunu sanıyordu ama o gün gerçeği öğrenmişti.

Eylül, "Ne kadar yakın olursak olalım," diye başladı cümleye. "Görkem bize korktuğunu itiraf edemeyecek hiçbir zaman. Çünkü biz, ondan korkusuz olmasını bekliyoruz. Bizi buna alıştırdı. Ama abisi öyle değil Arda. Bu yüzden yanında olmalıydı. Can onu bunun için çağırmış olmalı."

"Her şeyi siktir et," dedi Arda. "Asya ölürse Görkem ölür, Eylül. Bunu gözlerinde gördüm. Görkem Asya için korktuğu kadar kendi yapabileceklerinden de korkuyordur şu an."

"Ve sen burada, çatıdasın," dedi Eylül acımasızca. "Asya için bir şey mi yapmak istiyorsun? O zaman Görkem'in yanında olman gerekiyor."

"Ona zarar veriyordum. Beni görmemesi, görmesinden daha iyidir muhtemelen çünkü iki saattir aşağıda çocuk gibi ağlayıp ona buna bağırmaktan başka hiçbir şey yapmıyordum."

"Aşağı inelim." Yavaşça onun saçlarıyla oynamaya, onu sakinleştirmeye çalışmaya devam etti. "Kaçıp saklanmak istediğinin farkındayım ama doğru olan bu değil. Yan yana duralım. Hatta senin Ardalık yapmana çok ihtiyacı vardır bence Görkem'in şu an."

"Görkem'in tek ihtiyacı Asya," dedi Arda. Eylül bunun farkındaydı fakat iplerin ne kadar kolay kopabileceğinin de farkındaydı. Hepsini dizinin dibine toplama derdindeydi, onlara göz kulak olabilmek içindi çabası. "İhtimalleri düşünmek beni delirtiyor. Eğer ki Asya... Sikeyim, o herifi lime lime edeceğim. Yemin ederim yalvarta yalvarta öldüreceğim onu."

"İçimden bir ses bunu yapacak kişinin Asya olacağını söylüyor." İçindeki sesin konuştuğu falan yoktu, Eylül bunu o an öylece uydurmuştu ama buna inanmaya ihtiyacı vardı. "Şimdi koridora inelim, olur mu? Doktorlar çıkıp da ameliyat hakkında bilgi verdiklerinde Görkem orada bizsiz kalsın istemiyorum."

"Saçma sapan hareketler yapmaktan korkuyorum," dedi Arda. "Ağlamak gibi, ortalığı birbirine katmak gibi, sinir krizi geçirmek gibi."

"Orada olacağım. Dayanamayacak gibi olursan gözlerime bakarsın. Senin için orada olacağım. Bir çaresini buluruz, ne yapacağımıza karar veririz, her şey hallolur. Önce Asya'dan haber alalım, gerisini sonra düşünürüz. O zaman gelene dek de kopmayalım birbirimizden."

Göğsünü derin bir nefesle doldurdu, yanaklarını şişirdi ve sonra sesli bir nefes verdi adam. "Yapabileceğimi sanmıyorum." Kendisini tanıyordu. "Dik durabileceğimi sanmıyorum."

"Daha önce yaptığını gördüm," dedi Eylül elini onun eğdiği başını kaldırmak için çenesine uzatarak. "Hiçbirinin durumu belli değilken koca bir ekibi nasıl organize ettiğini gördüm. Kardeşlerini kurtarmak için gözünü nasıl kararttığını, tek başına nasıl güçlü durduğunu gördüm. O günün bugünden farkı ne? Ümitsizliğe kapılmayı bırak."

Arda gözlerini yavaşça kaldırıp Eylül'ünkilerin içine dikti. Karşısındaki kadın, inancı ona aşılayabilecek tek kişiydi. Eylül rol mü yapıyordu yoksa gerçekten göründüğü kadar rahat mıydı bunu bilmiyordu ama ağlayıp sızlanmayışını çok takdir ediyordu.

Yine bir çocuk gibi başını salladığında Eylül büyük bir şefkatle çenesini okşadı onun. "Her şey düzelecek." Bunu söylerken gözleri dolduğunda Arda onun da çok korktuğunu, yalnızca kendisinden daha iyi bir oyuncu olduğunu anladı. Eylül'ün gözünden akan bir damla yaş, içindeki yangını yanağına akıtmak ister gibi sıcaktı. Arda bunu görmesin diye alnını onunkine yaslayıp gözlerini kapattı. "Her şey düzelecek," dedi tekrar, daha kısık bir sesle.

Arda elini onun yanağına yasladı. Yüzünü daha fazla kendisine çekti ve dudaklarını yavaşça onunkilere bastırdı. Eylül öylece durdu, Arda onu nazikçe öptü ve yeniden alnını alnına bastırdı. "Düzelecek," dedi toparlanmış bir sesle. Onun Eylül'ü öpebildiği bir dünyada her şey gerçek olabilirdi. Karşısındaki kadın, onun mucizelere inanma sebebiydi. "Ameliyat iyi geçecek, sonra her şey düzelecek."

🥀

"Aracı buldunuz mu?" Kaya, elindeki telefonu kulağına sertçe bastırırken yerinde duramıyordu. Hastanenin bahçesinde bir sağa bir sola yürüyüp duruyor, merkezden gelen çağrıları cevaplamak zorunda olduğu için aklını o ameliyathane kapısının önünde bırakmış olmasına rağmen odaklanmaya çalışıyordu. Araç, terk edilmiş halde bir yol kenarında bulunmuştu. Yağmur'un belki de son nefesini verirken zar zor telaffuz edebildiği plaka hiçbir işe yaramamıştı.

Bunun getirdiği öfkeyle tam yukarı çıkmak için ilerleyecekken bu kez telefonunu Necip Amir çaldırdı. Bu aramayı da cevaplandırdı Kaya. İçi yanmıyormuş gibi soğuk bir sesle sarf etti tüm cümlelerini. Necip Amir'in olay hakkındaki sorularına kısa cevaplar verdi. "Görkem ne durumda?"

Bu soru ona dişlerini sıktırdı. "Bilmiyorum."

Necip Amir herkesten her cevabı beklerdi ama Kaya'dan bunu duymayı beklemezdi. "Ne demek bilmiyorsun? Neredesin sen? Yan yana değil misiniz?"

"Sikik sikik sorular sorma bana," diye yükseldi Kaya diline hakim olamadan. "Derdim başımdan aşkın zaten. Bana Görkem konusunda akıl verecek kişi değilsin sen. Çok önemsiyor olsaydın zamanında o hastane odasında yatan Görkem'ken o adama öyle davranmazdın."

Söyledikleri içini deşerken "Oğlum," dedi Necip Amir yumuşak bir sesle. Kaya'nın huyunu biliyordu. Kaya sinirlendiğinde çatacak insan aramazdı aslında, onun bir şeylerle baş edemediğinde başvurduğu bir yoldu bu. Necip, kendisine küfür de etse telefonun bu ucunda onun için duracaktı. Belli ki Görkem her şeyin geçeceğini söyleyip ortamı yatıştıracak durumda değildi, bunu kendisinin yapması gerekiyordu.

Kaya, o seslenişle birlikte kendini küçük bir çocuk gibi hissetti. Öleceğini düşünüp helallik istemek için numarasını tuşladığı bu adam, onun hayatını kurtarmıştı. O olmasaydı bugün sahip olduğu aileyi rüyasında bile göremeyecek biriydi. Nereden geldiğini, onu buraya kimin getirdiğini unutmuyordu. "Abi," diye karşılık verdi içi giderek. "Abi, Asya o." Bu aslında her bir hissini açıklıyordu. "Aklım çıkıyor abi. Bak ben bahçedeyim. Rüzgâr yüzüme vuruyor, içime esiyor ama yangın sönmüyor abi. O kız ailem benim. Ya çıkamazsa oradan? Ya onu da kaybedersem diğerleri gibi?"

"Allah büyük," dedi Necip Amir. Dilinin ucunu ısırdı sesi düzgün çıksın diye. Oğullarının halini anlıyordu. Kaybı bilirdi. Mete'nin cenazesinde Asya'yı görmüş biriydi o, Asya'nın cenazesinde diğerlerini hayal ettiğinde kafasını duvara vurmak, görüntüler silinsin diye kör olmak istedi. "Yalvarırım bir arada kalın Kaya. Birbirinize tutunun oğlum. Asya'ya hiçbir şey olmayacak."

"Alfonso'nun evindeki operasyondan sonra ele geçirdiğimiz şifreli liste hakkında bir gelişme var mı?" Gözlerini kapatıp yumruğunu alnına bastırdı. İhtimalleri düşünmemeye, kendini oyalanmaya çalışıyordu. "Eğer isimlere ulaşırlarsa saat kaç olursa olsun bana bildirmelerini söyle. Üyelerin adları tespit edildiği an haberim olacak, duydun mu beni? İçlerinden geçeceğim hepsinin. Yaşamak için Asya'ya yalvaracaklar."

"Öfkeni unutma, diri tut oğlum." Necip Amir gözlerini karşısındaki duvara dikti. "Şimdi kalkıp bu öfkeyle hareket etme ama ona bunu yapan kişilerin size neler yaşattığını unutma. Hepsini tek tek bulduğumuzda bize lazım olacak."

"Merak etme sen, bizde o iş" dedi Kaya yine o soğuk sesiyle. "Biz bu öfkeyle göğü yere indirmesini biliriz. Asya bir uyansın gör bak taş üstünde taş bırakıyor muyuz."

"Dikkat et kendine." Necip Amir bu sorumluluğu ona yüklemek istemese de "Diğerlerine de," demeden edemedi.

"Ederim."

Kaya, tam hastane kapısına doğru yürümeye başlayacağı sırada telefonu yine çalmaya başladı. Yumruğunu telefonun çevresine öyle sert sardı ki biraz daha sıksa ekranı çatlatacaktı. "Yine ne var amına koyayım?" dedi kendi kendine. "Yine ne var? Daha ne var? Sikeceğim şimdi böyle günü de telefonun sesini de."

Gözlerini ekrana çevirdiğinde arayanın Barbaros olduğunu gördü. Sertçe telefonu kulağına bastırdı. "Umarım önemli bir şey için aramışsındır tipini siktiğim," diyerek cevapladı aramayı sakince.

Barbaros'un her zamanki alaycı halinden eser yoktu. "Asya mı vuruldu?" dedi alçak bir sesle. Lavabodaydı, ekipten birilerine yakalanma ihtimali vardı ama duyduğu şeyi paylaşmak zorundaydı.

"Evet," dedi Kaya. Bir şeyler daha diyeceği sırada Ros onun sözünü kesti. "Hastaneye bir adam göndermişler," dedi hızlı hızlı konuşarak. "İşin tamamlandığına yönelik kanıt toplayacakmıymış neymiş, birileri aralarında konuşuyordu. Tam anlamadım. Cümlede Görkem'in adının geçtiğine ve bedel ödetmekle alakalı bir şeyler söylediklerine eminim. Gözünüzü dört açın."

Kaya dikkat çekmemek için koşmadı ama hızlı adımlarla hastaneye girdiğinde "Hermes'in yerini biliyor musun?" diye sordu.

"Hiç görmedim bugün." Ros'un kafasına bir anda dank etti. "O mu yaptı? O mu vurdu Asya'yı?"

Kaya ikisinin gün içinde karşılaşma ihtimallerine karşılık "Hayır," dedi net bir sesle. "Başka bir şey için sordum. Kapatmam lazım şimdi, sağ ol."

"Kaya," diye fısıldadı Ros. "Görkem'in işini bitirmek için geliyor olabilirler."

"Gelsinler bakalım." Merdivenleri üçer beşer tırmanarak çıkıyordu Kaya. "Gelsinler. Hepsi gelsin amına koyayım."

"Dikkatli olun."

"Eyvallah."

Telefonunu kapatıp cebine attı Kaya. Kata varmıştı. Görkem'e mesaj atmaktansa buradan itibaren koşarak daha hızlı ulaşabilirdi ona. Kendisine dönen gözlere aldırmadan koşmaya başladı. Dönemeçte hızını ayarlayamayacağı için elini duvara bastırdı, destek aldı ve köşeyi dönüp adımlarını hızlandırdı fakat Görkem'i bıraktığı yerde bulamadı. Ameliyathane kapısının önünde kimse yoktu.

Karşıdan kendisi gibi hızlı adımlarla onlara yaklaşan Can'la Barış'ı gördü. Barış'ın dirseğinin iç kısmına bastırmaya tenezzül etmediği pamuk diğer elinde duruyordu. Can başı dönen Barış'ın kolunu kavramıştı ama Barış bunu gururuna yediremiyor gibi başını dik tutuyordu. Kaya ellerini dizlerine yasladığında çoktan nefes nefese kalmıştı ve Can onun yüzünü görür görmez bir sorun olduğunu anlamıştı.

"Ne oldu?"

"Görkem nerede?" Kaya sağına ve soluna baktı hızlıca. Neden burada tek bir kişi bile yoktu? Asya neden yine yalnız kalmıştı? "Siksen gitmez buradan. Ne oldu Görkem'e?"

"Bilmiyorum," dedi Can. Kaya bunu duymaktan nefret etti o an. Zamanında yetişememiş olabilir miydi? Etrafına yeniden bakındı, bir kan izi görseydi muhtemelen orada kalp krizi geçirirdi.

Can, onun koluna dokunup yüzüne doğru eğilecekken Kaya yeniden doğruldu. Barış'la göz göze geldiklerinde Barış çoktan göreve hazır görünüyordu. Bir kez de o "Neler oluyor?" diye sordu.

"Birini göndermişler," diye fısıldadı Kaya. "Görkem'in peşindeymiş. Bilgiyi Ros'tan aldım. Neye benzediğini bilmiyorum, kadın mı erkek mi onu da bilmiyorum ama Görkem'e ulaşmadan önce o kişiyi bulmamız gerekiyor."

Can ne zaman bu en kötüsü diye düşünse gün içinde daha kötü bir şey oluyordu. Öyle bir gündü ki bir türlü bitmiyordu. Saatler yavaşlamıştı, dakikalar akmıyordu. Böyle giderse Can iyice Asya'ya dönüşecek, kafasının içinde o gri duvar saatinin ritmik seslerini duymaya başlayacaktı. "Ardalara haber vereyim," dedi her şeye rağmen aklını koruyarak. "Egemen abi Görkem'leydi. Onu ara. Hızlı ol."

Barış bu sırada koridorda yürüyen, daha önce de gördüğü hemşirenin yanına doğru ilerledi. "Burada mahvolmuş bir adam vardı," dedi kadına. Onu kolundan kavrayıp durdurmuştu. Kaba bir hareketti fakat o an bunun ayırdına varabilecek durumda değildi. "Mavi gözlü, kumral. Şurada oturuyordu. Nerede biliyor musunuz?"

"Ona müdahale edildi," dedi kırklı yaşlarının başındaki hemşire gözlerini kocaman açarak. "Sanırım nöbet geçirmiş, sakinleştirici verildiğini duydum."

"Nerededir şimdi?" Barış Görkem'in yerini hayat memat meselesi sayılıyordu. Asya için Görkem'in ne ifade ettiğini oturup konuşma fırsatları olmamıştı ama Görkem'in haline bakarak bile ikisinin arasındakilerin boyutu hakkında fikir sahibi olmuştu. Asya için Görkem'i korumak zorundaydı. İki tarafı birleştiren bağ, Asya'dan geçiyordu. Asya öyle bir düğümdü ki etrafındaki herkesi birbirine bağlıyordu.

"Bir odaya alınmış olmalı," dedi hemşire. "Ben bilemiyorum, danışmaya sorabilirsiniz. Ayrıca kolumu morarttın oğlum, lazım o bana. Yirmi dört saatlik nöbetimin on dokuzuncu saati bu. Yorgunluktan bayılırım sanıyordum ama vallahi biraz daha öyle sıkarsan kangrenden gideceğim."

"Çok affedersiniz," dedi Barış şok içinde geri çekilerek.

Hemşire onun diğer elindeki pamuğu çat diye elinden alıp az önce kan veren Barış'ın dirseğinin iç kısmına bastırdı. "Bunu da süs olsun diye vermiyoruz, bastır şöyle. Git şimdi nereye gidiyorsan."

Barış koluna pamuğu bastırırken başı döne döne koşmaya başladı Kayaların peşinden. "Danışmaya soracakmışız!" diyordu bu sırada. Hemşire de onun arkasından "Hastane burası!" diye bağırdı. "Sessiz de olacaksınız zahmet olmazsa."

Barış koridoru dönmeden önce gergin ama anaç hemşireye bakıp "Kusura bakmayın!" diye bağırdı ve gözden kayboldu.

"Egemen abi açmıyor!" dedi Can telefonu kulağından çekerek. Gözlerini katı baştan sona tarayan Kaya'ya çevirdi ve Kaya senaryoyu daha da kötüleştiren o cümleyi kurdu. "Arda da açmıyor."

🏃🏻‍♂️

Arda ve Eylül, çatıdan aşağı inerken yangın merdivenlerini kullanıyorlardı. Eylül, adamın arkasından iniyordu basamakları. Sonra birden onun hızlandığını gördü. Anlayamasa da adımlarına eşlik ederek peşine takıldı. Arda üçer beşer atlayıp demir tırabzanların arasındaki boşluktan gördüğü görüntüye doğru adeta uçarak ilerledi.

Bir köşede yangın söndürme tüpü duruyordu. Kırmızı tüpün alt ucu kızıl kana bulanmıştı. Ara katla en üst basamağı bağlayan noktadaki eli gördüğünden böyle koşmuştu Arda. Şimdi merdivenlere yığılmış bedeni görebiliyordu.

Kel adamın başı kanıyordu. Gözlük çerçevesi aşağı kata düşmüştü, bir camı kırıktı. Baygın adamın elmacık kemiğinde büyük bir morluk vardı, başından akan kan şakaklarından süzülüp çenesine doğru akıyordu. Arda hızlıca elini onun nabzına götürdüğünde Eylül de hemen yanlarında bitmişti. "Yaşıyor," dedi. "Onunla kal."

"Bu adam doktordu," dedi Eylül. "Onu hastaneye girdiğimde görmüştüm. Nöbetinin çok yoğun geçtiğini anlatıyordu."

"Önlük mü giyiyordu?"

"Evet."

Bu Arda'nın olanlara anlam verebilmesi için yeterliydi. Eylül'e yardım bulmasını söyleyip arkasına bile bakmadan ameliyathanenin önüne koştu. Orayı boş görmek, aklının almayacağı türden bir şeydi. İlk yaptığı haber vermek için Kaya'yı aramak oldu ama Kaya o esnada Ros'tan bilgiyi yeni alıyordu, telefonu bu yüzden meşgul çalmıştı. Bir küfür savurup seçim yapmak zorunda kaldı. Görkem'i mi bulacaktı, burada mı duracaktı? Hedef Asya mıydı Görkem miydi?

Yoksa başka biri miydi?

"Siktir," dedi. "Siktir, neden her şey bugün böyle olmak zorunda?" Danışmaya doğru hızla koşturdu. Görkem'in başına gelenleri ve oda numarasını sekreter kadından öğrendikten sonra daha da hızlanıp bahsedilen katı buldu ve ona söylenilen oda numarasını aramaya koyuldu.

Arda için ışıklar yandı söndü, kalbi attı durdu ve panik halindeyken nerede olduğunu anlamaya çalıştı. Bu hastane labirent gibiydi, neredeyse yer yön algısını yitirecekti. Elleri cebinde, başı önünde yürüyen beyaz önlüklü bir adam gördüğünde onun peşine takılmaktan daha iyi bir seçeneği yoktu. Hislerine güvenmeyi seçti.

Kafasını kaldırıp önünden geçtiği oda numarasına baktı. 513'tü. O an, adamı takip etmeyi bıraktı. Hislerini siktir etti, bunu bir işaret kabul etti ve o doktora sırtını dönüp sekreterin ona söylediği 501'e doğru koşmaya başladı. Görkem orada olmalıydı. Arda, onun iyi olduğunu bilmek zorundaydı.

Yine önüne gelene çarpa çarpa koştu, 501'in kapısına uzandı ve içerideki doktoru gördü. Beyaz önlüklü, otuzlu yaşlarında görünen doktor Egemen Duman'la konuşuyordu. Görkem bir yatakta uzanıyordu. Gözleri kapalıydı. Doktor ise ona yakın duruyor, Egemen'e laf anlatıyordu. Elinde bir şırınga vardı. Yüzü gülüyordu, Egemen abi ise Görkem'in durumundan dolayı korkmuş durumda olduğundan çaresizce doktorun kendisini bilgilendirişini dinliyordu.

Kapıyı sertçe ve sonuna dek açtığı için doktor omzunun üzerinden o yöne dönüp baktı. Arda'yı gördüğünde "Arkadaşınız mı?" dedi ve anlayışlı bir gülümseme yolladı ona. "Endişelenmeyin, iyi olacak."

Egemen abi Arda'nın dağılmış saçlarına ve kızarmış yüzüne bakarken olanlara anlam vermeye çalışıyordu.

Arda kapıyı arkasından sertçe kapatırken doktora doğru bir adım attı. "Bana üç tane NSAİİ say."

Bu soruya şaşıran doktor gözlerini kırpıştırıp "Anlamadım?" dedi sadece. Egemen abi de oturduğu koltuktan ayağa kalkmış, Arda'ya doğru hareketlenmişti ama Arda sağ elini havaya kaldırıp onu durdurdu.

"Say," dedi doktora daha sert bir sesle. Bu ses Görkem'in de gözlerini aralamasına sebep olmuştu ama sakinleştiricinin etkisindeydi, göz kapaklarını birbirinden ayırmakta dahi zorlanıyordu. "Bakma yüzüme bön bön!" dedi Arda sesini iyice yükselterek. "Üç tane Non Steroid Antiinflamatuar İlaç sayacaksın alt tarafı, o okulu altı yıl boşuna mı okudun?"

Bu önlüğünün yakasının iç kısmı kan lekesi olan sahte doktorun köşeye sıkıştığı andı. Elindeki şırıngayla Arda'nın üzerine atılmaya kalktığında Arda onun bileğini sertçe tuttu. "Bu ne bu?" diye sordu o bileği büküp şırınganın yere düşmesine neden olurken. "Sana bu ne diye sordum! Anladık tıp bilgin yok da Türkçe de mi bilmiyorsun olmayan şerefini siktiğim?"

Egemen, abilik içgüdüsüyle Görkem'in önüne geçtiğinde Görkem yok olmak üzere olan bir sesle Arda'nın adını söyleyerek yerinden doğrulmaya çalışıyordu. "Kim bu?" dedi Egemen, Arda'ya doğru ilerleyecekken fakat sahte doktorun saldırı pozisyonuna geçmesiyle birlikte önündeki kaosa müdahale edemeden yeniden gerilemesi gerekti.

"Abi." Görkem'in bilinci yeni yeni yerine geliyordu. Bağırdığını sanıyordu ama sesi fısıltı gibi çıkıyordu. Elini yatağa bastırıp büyük bir çabayla doğrulmaya çalışmayı sürdürürken Egemen odanın kapısını açıp yardım istemek için hareketlenecekti fakat önünde birbirlerine öldüresiye dalan iki adamın kavgası, kıvırcık olanın hamlesiyle sona erdi.

Arda zaten kendini patlamaya hazır bir bomba gibi hissediyordu. Sinirini atacak bir şeyler bulduğu için memnundu, bu onda çimene basma etkisi uyandırmıştı. Sahte doktorun önlüğünün yakalarını kavrayıp adama sert bir kafa geçirdiğinde onun burnunu dağıtmıştı. Aynı esnada "Kimsin sen?" diye sormayı da ihmal etmiyordu.

Kaya, Can ve Barış, 501 numaralı odayı bulup içeri daldıklarında karşılaştıkları manzara yanağı duvara yapışmış halde önlüklü bir adamdı. Arkasında da gözünü kan bürümüş Arda vardı. Adamın kolunu sırtına doğru bükmüştü, sonuna dek zorluyordu ve tek bir hamleyle omzunu yerinden çıkarabileceğini biliyordu. Boştaki eliyle adamın kafasının arkasına bastırırken başını da onun kulağına doğru yaklaştırmıştı. "Konuşacaksın," dedi ağzını duvara yaslamak zorunda bıraktığı için acıdan bağırmaya bile bile fırsatı olmayan adama. "Tek kişi misin? Başka biri daha var mı hastanede? Bu emri bizzat kimden aldın? Hepsini anlatacaksın amına koyayım."

Arda'nın yardıma ihtiyacı olmadığını fark ettiğinde "Sana bir şey yaptı mı?" diye sordu Kaya bakışlarını Görkem'e çevirip. Görkem'in bin bir türlü çabayla anca havaya kaldırabildiği başı tehlikenin geçtiğini anlayınca gerisingeriye yastığa düşmüştü. Baş parmağını havaya kaldırmaya çalıştı ama kolunu üç saniye kadar havada tutabildi. Sonra kolu da yatağa düştü.

Bir anda gözlerini sonuna kadar açıp "Yağmur," dedi. Kaya'ya yardım dilenir gibi bakarken az önce kendisine bir suikast girişiminde bulunulmasını umursamıyordu. "Bir haber var mı?" Başını abisine çevirdi. "Ne kadardır buradayım?"

"Sadece birkaç dakika," dedi Egemen. Diğerlerinin aksine o hâlâ korku doluydu. "Kim lan bu herif?"

"Yağmur..."

"Ameliyatta hâlâ," dedi Kaya, en yakın arkadaşının cevap almadan susmayacağını bildiğinden. Dönüp adama doğru bakacaktı ama bir anda Eylül daldı içeriye dan diye. "Herkes iyi mi?" diye bağırıyordu. Kapının girişinde dikilen ve olanların ağırlığını kaldıramayan Barış'ı sırtından ittirip odanın ortasına kadar ilerledi. "Hepiniz iyi misiniz?"

Arda öyle bir transa geçmişti ki Eylül'ün sesini bile duymuyordu. Yalnızca bir saniye sonra odadaki herkesin bakışları kıvırcık çocuğun üzerine dönmüştü. O çocuk, tek eliyle boğazını kavradığı adamın ayaklarını yerden kesmişti. Adam boğulmak üzereydi, tuhaf sesler çıkarıyordu ama Arda onun duvara yaslı bedenini boğazına bir çivi gibi mıhladığı eliyle zeminden yukarı doğru kaldırırken gözünü bile kırpmıyordu. "Konuşacaksın," dedi öldürmek üzere olduğu adama. "Seni kimin gönderdiğini, her şeyi anlatacaksın."

Bu olaya müdahale etmek için ileri çıkan tek kişi Can oldu. Arda'yı tutup sahte doktordan uzaklaştırmaktı hedefi fakat sanki Arda o an felçliydi, sanki zemine çivilenmişti. Görmüyordu, duymuyordu, yalnızca karşısındaki kişiyi öldürmek istiyordu.

"Arda," dedi Can. "Sağ lazım oğlum, o bize sağlam lazım. İçeride başka birisi varsa bunu hemen öğrenmeliyiz. Bırak onu."

"Yağmur," dedi Görkem bir kere daha. "O güvende mi?" Önce abisine sonra Kaya'nın gözlerinin içine baktı. "Beni götürün," dedi yalvarır bir sesle. "Bacaklarımı hissetmiyorum, ayağa kalkabileceğimi sanmıyorum. N'olur beni oraya götürün. Kapıya götürün. Ben orada bekleyeceğim."

"Arda," dedi Eylül Görkem'in cümleleri daha bitmemişken diğer tarafa doğru. "Bırak adamı, öttürelim ne biliyorsa."

Bu kaosun ortasında aklını kaybedeceğini hissediyordu Barış. Herkes farklı telden çalıyordu.

"Sana ne oldu?" dedi Kaya Görkem'e. O an ilgilenebildiği tek şey buydu. Arda sahte doktoru öldürse de umurunda değildi, gömmesine seve seve yardım ederdi.

"Atak," dedi abisi. "Biraz kendine gel, götüreceğim oraya seni. Söz."

"Ne kendime gelmesi?" diye bağırdı Görkem. Sesi öyle sert çıktı ki Arda bir anda kendisine bağırılmış gibi adamı bir kenara fırlatıp geri çekildi. Sahte doktor ellerini boğazına sarıp öksürürken Görkem sesini daha da yükseltti. "Hepiniz burada ne yapıyorsunuz? Ne işimiz var burada bizim?"

"Seni kurtarıyoruz," dedi Barış diğerleri ağızlarını açamayınca.

"Yağmur yalnız ulan!" diye bağırdı ve üzerindeki ince çarşafı ittirip tiksinircesine yere attı. Ayaklarını yataktan sarkıttığında sakinleştiricinin fiziksel etkisi tam anlamıyla geçmiş değildi. "Bırakın gebereyim ben. Ne diye hepiniz benim yanıma geliyorsunuz? Yağmur'u nasıl yalnız bırakabilirsiniz?"

Bir anda, böyle bir anda gözünün önünde bir görüntü belirdi. Yağmur, hava almak için restorandan yalnız başına çıkıp arabaya doğru yürürken telefon konuşması yapan, gömleğinin üçüncü düğmesi diğer düğmelerinden farklı olan kişi yanıp söndü sanki zihninin içinde.

Yalnızca birkaç saniyede olmuştu Yağmur'un vurulması. Görkem küçücük bir zaman diliminde yoktu onun yanında, eğer takip edilmişlerse bile uygun zamanı arabanın içinde Hermes'e bildiren bir kişi olmalıydı.

O telefon konuşması, bunun içindi.

Yağmur'un içeri ilk girdikleri anda gözüne çarpan, Görkem'e her detayını ona bakmadan ezberden saydığı o adam, Piramit'in bir üyesiydi ve muhtemelen Hermes'e yerlerini bildiren de kendisiydi.

Görkem'in uyuşuk zihninde ardı arkasına şimşekler çakmaya başladığında yumruğunu sıkıp bıraktı. Bir kez daha sıktı ve bir kez daha bıraktı. Karıncalanma hissini gidermeye çalışıyordu. Bomboş bakan gözlerini ne abisine ne Kaya'ya çevirdi, çünkü onlar o an Görkem'in bir şeyleri çözmeye başladığını anlarlardı. Bunun yerine Barış'ı aldı görüş açısına.

"Ameliyathanenin kapısına gitmeme yardım et," dedi. "Beni öldürmeye mi çalıştılar? Hiç sanmıyorum. Bence o şırınganın içinde Hermes'in ben zincirlerle bağlıyken kanıma enjekte ettiği ağrı kesiciden var. Ben olsam, sırf dalga geçmek için böyle yapardım çünkü. Muhtemelen şimdi bu adamın telefonuna açıp baksanız benim bu hasta yatağındaki resimlerimi bulursunuz. Hermes, biraz daha eğlenebilmek ve babasına göstermek için kanıt toplamak istiyordu. Peki vermek istediği mesaj sikimde mi benim? Bir gram bile değil."

"Ne yapalım?" diye sordu Eylül bir emir eri gibi. Görkem'in kendisine gelmesi için demek ki bir kriz geçirmesi gerekiyordu diye düşündü içinden. Yine de onun nasıl sakinleştiricilerin etkisindeyken böyle sağlıklı düşünebildiğine anlam veremiyordu. Sonra birden kafasına dank eden gerçeklikle sarsıldı.

Görkem zaten yıllardır aklını koruyabilmek için haplarla kendisine bunu yapıyordu. Kullandığı ağrı kesicilerin tümü, onun için birer sakinleştirici görevi görüyordu. Bağımlı adam kendini uyuşturuyordu çünkü çok çalışan zihniyle baş etmesinin başka bir yolu yoktu. En azından, Yağmur hayatının merkezine yerleşene kadar durum buydu.

"Senden bir şey rica edeceğim," dedi Görkem. Yumruklarını yine sıkıp açtı ve karıncalanma hissinin giderek uzaklaştığını fark etti. "Özel olarak," diye ekledi. Diğerleri, az önce az daha katil olacak olan Arda bile, gözlerini Görkem'in üzerine diktiler. "Mesaj atarım." Görkem, dönüp tek tek diğerlerine ve en son yerde yatan adama çevirdi bakışlarını. Hâlâ öksürerek toparlanmaya çalışıyordu. "Çağırın birilerini onu tutuklasınlar. Söyleyin, Alfonso'yu da korumaya devam etsinler. Bugün keklikleri birer birer avlıyoruz ama yarın öbek öbek koleksiyonumuza katacağız hepsini."

Kaya, onun bir şeyler planlamaya başladığını bu cümlenin kararlılığı sayesinde anladı ama ağzını açıp tek kelime etmedi.

"Şimdi," dedi Görkem. Yavaşça ayağa kalktığında onun koluna girmek için hareketlenen abisini eliyle durdurdu. Kendisini o binadan ayakta çıkmak zorunda olduğu hali gibi hissediyordu. "Kaybedecek tek bir saniyem daha yok. Ben Yağmur'un yanına gidiyorum, siz de ne yapıyorsanız yapın."

☸️

Görkem Duman:

Beşiktaş, maçı kaybetti.

Önümüzdeki yirmi dört saat içinde ben de onu kaybedebilirdim.

O kapıdan çıkan doktorun söylediklerini bölük pörçük hatırlıyorum.

"Çoklu organ yaralanması," dediği an aklımda mesela. "Çok kan kaybettiği için ciddi bir hipovolemik şok geçirmiş."

Kurşun, kaburganın altından sapmış ve bir noktada saplanıp kalana kadar önüne çıkan her organa zarar vermiş. Arda'nın anlamadığım bazı başka cümlelerden sonra bize yaptığı tercüme buydu.

"Zorlu bir ameliyattı," dediğini de hatırlıyorum doktorun. Bana bu konuşmayı yaparken kaç saattir o kapının önünde oturduğumu bilmiyordum. Saatin kaç olduğundan bile bihaberdim. "Ameliyat sırasında gerçekleşen komplikasyonlara müdahale ettik. Kurşun çıkarıldı."

Oradaydım, bütün hayatım o doktorun iki dudağının arasından çıkacak birkaç cümleye bağlıydı fakat şimdi evimizdeki odamın, odamızın, içindeyken o cümlelerin çoğunu anımsayamıyordum. Sadece belli kısımlar yankılanıyordu kulağımda.

"Hayati tehlikeyi atlatmış değil. Hasta yoğun bakıma alındı, uyutuluyor. Önümüzdeki yirmi dört saat çok kritik."

Hayati tehlikeyi atlatmış değil.

Dolabımın kapağını yerinden sökmek pahasına sertçe açıp siyah gömleğimi askıdan çıkardım.

Hâlâ yaşıyor olması mucize.

Yağmur'a tampon yapmak zorunda kaldığım için alt kısmını yırtıp hastanede de pantolonumun içine sıkıştırdığım gömleği üzerimden çıkarıp odanın köşesine fırlattım. Ardından siyah gömleği üzerime geçirip artık titremeyen ellerimle düğmeleri iliklemeye başladım.

Durumu kritik.

Tabancamı pantolonumun kemerine sıkıştırırken onun beni ilk gördüğü an geldi gözlerimin önüne. Kemerimdeki boşluğu fark etmiş, orada silah taşıdığımı anlamıştı. Bir polis olduğum çıkarımını bu sayede yapmıştı. Sol gözümdeki kirpiklerin sağdakilere göre daha fazla olduğunu söylemeden biraz öncesiydi.

Her şeye hazırlıklı olmalısınız.

Yumruğumu bugün bilmem kaçıncı kez sıkıp açtım. Yoğun bakım, refakatçi kabul eden bir servis değildi. Biz altı adam sıra sıra dizili halde hastanede dikilmeye devam ederken Eylül'ün telefonuma düşen mesajıyla birlikte lavaboya gitmem gerektiğini söyleyip hastaneden çıkış yapmıştım.

Geri gelmediğimi fark ettiklerinde peşime düşeceklerdi. Endişelenmemeleri için Ajanlar ve Ajanslar grubuna üzerimi değiştirmek için eve uğramaya karar verdiğimi mesaj atmıştım.

Grupta altı kişiydik, mesajı beş kişi görmüştü ve bu yüzden alttaki çift tikin rengi gri kalmıştı. Yağmur da görseydi mesajımı o tik mavi olurdu ama o yokken renkler de yoktu.

Telefonum son on beş dakikadır yedinci kez çalıyordu. Arayan babam, Bige abla, annem ya da belki Analizcilerden biriydi bilmiyordum. Önceki altı arama da babama aitti ama şimdiki arama kimindi umurumda değildi. Haber yayılıyordu. Babam muhtemelen hastaneye doğru sürüyordu arabasını hiçbir şey yapamayacak olmasına rağmen. Yolda da beni çaldırıp duruyordu. Ona söyleyen abimdi çünkü ben nöbet geçirdikten sonra artık benim isteklerimi umursamamaya başlamıştı.

Elimdeki adrese baktım. Bu, restoranda bizi izleyen o adamın evinin adresiydi. Kamera görüntülerine ulaşılmıştı, köşede oturduğu için kamera tam tepesindeydi fakat alacağı ödül her neyse bunun heyecanında olan bir düğmesi diğerlerinden farklı o herif, telefonundaki mesajları kameradan gizlemeyi aklına bile getirmemişti.

Biz Yağmur'la geleceğimiz hakkında konuşurken Hermes'e yerimizi bildiren oydu.

Şanslıysam Hermes de bu gece o adreste olurdu. Şanslıysa, bugün Hermes'in son günü olacaktı. Eğer değilse de gözünü her kırptığı anda Allah'a yalvarıyor olması gerekecekti çünkü bugün olmazsa yarın, yarın olmazsa diğer gün, on yıl bile sürse on yıl sonraki herhangi bir gün onun canını ben alacaktım.

Evin önüne bıraktığım arabaya doğru yürümek üzere odamdan çıktım ama adımlarım, onun odasının önünde bıçak gibi kesildi.

Çapa figürü asılı kapıyı ittirdiğim an bir ürperti hissi sırtımdan enseme doğru yükseldi. Çekebileceğim en derin nefesi çektim içime. Kokusu her yanımı sardı. Durdu sandığım kalbim, onun kokusunu yeniden soluduğumda atmaya başladı.

13 numaralı forması yorganın üzerine düzgünce serilmişti. Formasının başucuna bir koruma gibi Arda'nın ona hediye ettiği pembe yunus Pinko'yu koymuştu. Diğer bir köşede, bize ait fotoğraflar duruyordu. Kaya odasının duvarına assın diye tüm söylenmelerine rağmen onları tek tek çıkartmış ve muhtemelen kendince bir sürpriz yapmak için formasının kenarına bırakmıştı fotoğraf yığınını.

Başımı kaldırıp duvarda asılı duran fotoğraflara baktım. En sevdiği prenses olan Rapunzel elinde tavasıyla ve omzunda bukalemunuyla en köşede duruyordu. Yanında kızıl saçlı ve sarı saçlı çizgi periler vardı, onları Müge'den biliyordum. İlk karede, Mete ve o yan yana tribündelerdi. Başka bir karede Yağmur uykudan yeni uyanmıştı, saçları birbirine karışmıştı ve kabarıktı. Arda bu fotoğrafı gruba attığında bu haline rağmen onun güzel olduğunu düşünmekten kendimi alamamıştım. Bir diğer karede otel odasında Analizcilerle görüntülü konuşuyorduk. Şu an hatırlamadığım bir sebepten dolayı Yağmur'la el sıkışıyorduk, Arda bu sahnenin ekran görüntüsünü almıştı.

Bu oda, o gelmeden önce çirkin bir dolap dışında içinde hiç eşya bulunmayan bir odaydı. Haftalık iddialarımız sonucu kaybedenler, buranın da temizliğinden sorumlu olurdu ve her seferinde başımı şişirirlerdi. Dört odaya bölünsek bu odanın ayrıca bir temizlik gerektirmeyeceğini söylerler, bu odayı boş bırakan kişi bensem tozunu almak zorunda olan kişinin de ben olduğumu dile getirirlerdi.

Bir süre sonra öyle bıktım ki kabul ettim.

Yağmur gelene dek en başından beri onun için ayırdığım bu odayı yine onun için temiz tuttum.

Şimdi kirli olan bendim. Ruhumdan arda kalanlar kir pas içindeydi. Bunu da bir tek Yağmur giderebilirdi.

Kalbinin durduğu gerçeği aklımdan bir türlü çıkmıyordu. Bu da o kalbin yeniden durabileceği ihtimalini güçlendiriyor, nefes almamı engelliyordu.

Hayati tehlikesi devam ediyor.

Hayati tehlikem devam ediyordu.

Gözlerimin dolacağını fark ettiğimde kapıyı hızla arkamdan çekerek çıktım odasından. Sanırım ölürse, öleceğim yer orasıydı.

Bir kez daha adrese baktım koridoru aşıp hole yürürken. Bir kez daha o adamın görüntüsü çizildi göz kapaklarımın ardına. Ayakkabılarımı giyerken raflı dolabın alt kısmından bir tabanca daha çıkardım ve onu da aldım yanıma.

Piramit'in basamaklarını tek tek çıkmakla uğraşmayacaktım artık.

Kökünden sökecektim onu. Ne kadar sürerse sürsün, bunu yapacaktım.

Kol saatime diktim gözlerimi. Saat 00.13'ü gösterirken çıktım o evden. Kararlı adımlarla arabaya ilerlerken bir siluet görmeyi beklemiyordum. Onu tanımak için yüzünü seçebilmeme gerek yoktu.

Kaputa yaslanmış Kaya, elinde tuttuğu beyaz ilaç kutusunun kapağını açıp kapatıyordu. İçinde yeni kullanmaya başladığım panik atak hapları duruyordu.

Varlığımı sezince kutunun kapağıyla oynayan baş parmağının hareketine bir son verdi. "Ee kardeşim," dedi gözleri benimkilere değdiği an. "Bu gece kaç tane eşeği suya yolluyoruz?"

•⚓•

Evet, Yağmur hâlâ uyanmadı.

Evet, Analizcilerin hepsi kafayı yemiş durumdalar.

Ve evet, bir intikam operasyonu başlatacaklar.

Bu bölüm hakkında ne düşünüyorsunuz?

Sizi en etkileyen kısım hangisiydi?

Ben yine gideceğim ama teşekkürler ve iyi günler diyemiyor, gülümsemenizi isteyemiyorum. Bu da nasıl veda edeceğimi bilmediğim anlamına geliyor.

O yüzden bir kez daha,
Özür dilerim, genel.

Bölümler hakkındaki duyuruları Instagram hesabım azraizguner'den takip edebilirsiniz. Yeniden görüşene dek kendinize iyi bakın.

🔵🤝🔵

Yorumlar

  1. gözümde yaş kalmadı...

    YanıtlaSil
  2. Gecenin köründe, odamda, yatağımda, tek başıma oturdum ağlıyorum. Acaba kimin sayesinde?

    YanıtlaSil
  3. agagagagaga noldu ya böyleee

    YanıtlaSil
  4. Yağmur güçlüdür,Mete öldüğünde neler yaşadığını bilir,sırf bunu analizcilere yaşatmamak için yaşar güçlü kadınım

    YanıtlaSil
  5. Bu bölüm çok ağırdı be yazar

    YanıtlaSil
  6. Yağmurun yaşayacağını biliyorum ama o enkaz nasıl toplanacak onu bilmiyorum

    YanıtlaSil
  7. Hiç bir bölümde ağlamamıştım ama bu bölüm gerçekten o kadar çok canım yandı ki etkisinden nasıl çıkacağım bilmiyorum gözümde yaş kalmadı resmen

    YanıtlaSil
  8. Ben asyanın anne ve babasına küstüm bu arada şuan durumum tek kelimeyle tavşan dağa küsmüş dağın haberi olmamış

    YanıtlaSil
  9. Şimdi 11inde bölüm geldi ama 13 sonuçta resmileşmiş günümüz 13ünde de gelecek değil mi yazarım

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Popüler Yayınlar

36. "Çatlaklar ve Kırıklar"

55. "Geri Sayım"

35. "Görülme İhtiyacı"