46. "ON ÜÇ OPERASYONU"

Bölüm şarkıları:

Dedublüman, Belki
Teoman, Güzel Bir Gün Ölmek İçin
Norm Ender, Yarem
Vega, Bihaber

🪞🩸

Kan kaybeden kalp durur.
Yaradan akan kan zamanla kurur.
Ancak kanayan hatıralarsa
O yalnız ölümle son bulur.

•☸️•

Görkem Duman:

Arabanın kaputuna yaslanmış Kaya kararlı gözleriyle bana bakarken onu burada görmeyi beklemediğim için adımlarımı durdurdum. Elindeki ilaç kutusunu bana doğru fırlattığında gözlerimi ondan ayırmadan sağ elimle kutuyu yakaladım ve bana bir açıklama yapmasını ister gibi kaşlarımı kaldırdım.

"Tek başına gideceğini mi sanıyordun?" diye sordu. Ellerini kaputa yaslayarak doğruldu ve bu kez o avucunu açtı. "Anahtarı ver, ben sürüyorum."

"Kaya-"

"İsmi ne o piçin?"

Yemek yediğimiz restoranı Hermes'e bildiren muhbirden bahsediyordu. Bir tek Eylül'e anlatmıştım durumu. Kaya'ya kimin peşinde olduğum bilgisinin ulaşmasının tek yolu Eylül'ün ona söylemiş olmasıydı. "Yalçın'mış," dedim küfreder gibi. "Sizi buna bulaştırmak istemediğim için haberiniz yoktu. Eylül, ona olan güvenimi gözden geçirmeme sebep olmasaydı keşke. Şimdi çağır bir taksi, bas git hastaneye. Bırak bunu ben yapayım."

"Seni neyin beklediğini bilmiyorsun," dedi. "Siksen beni gönderemezsin buradan o yüzden kapa çeneni bin arabaya. Mevzu neyse birlikte çözelim."

"Bir gelişme oldu mu?" diye sordum bomboş bir ümitle, olmadığını bile bile. "Bir şeyler söyledi mi doktorlar?" Onu buradan göndermeye yetecek gücüm yoktu. Yalçın'ı tam ortasından iki eşit parçaya bölebilecek durumdaydım ama Kaya'yla tartışmaya giremeyecek kadar yorgundum.

"Şimdilik yeni bir şey yok." Sesi güçsüzdü. "Ama olacak. Biz döndüğümüzde bu kâbus son bulacak." Bana doğru bir adım attığında elini omzuma bastırdı. "Sen sakinleştirici verilecek hale gelmeden önce yanında olmadığım için özür dilerim," dedi. Bu benim için bir sorun teşkil etmiyordu. O an yanımda Yağmur dışında kim olursa olsun hayatımda yaşadığım en büyük krizi durdurmaya hiçbirinin gücü yetmezdi. "Sana ayak bağı olayım diye gelmedim Görkem, yanında olayım diye geldim. Ne varsa aklında bana anlat, tamam mı? Bana ne yapacağımı söyle. Ağzınla kuş tut de, gideyim yapayım. Yeter ki bana bir şey söyle. Çünkü ben düşünemiyorum, aklımı kaybetmiş gibiyim."

Cebimden anahtarları çıkarıp ona uzatarak varlığını kabul ettiğimi ona belli ettim. "O zaman sen sür."

O varken bir yerlere yalnız gidebileceğimi sanmak benim aptallığımdı. Bu herif on yıldır kuyruktu peşime.

Biz sitenin girişinden çok az uzaklaşmışken daha ana yola dönemeden diğer sokaktan çıkan bir araç yolumuzu kesti. Arabayı tanıdığımda kapıyı sertçe açıp "Dalga mı geçiyorsunuz amına koyayım?" diyerek indim yolcu koltuğundan.

Can kolunu camdan sarkıtmışken bir eli direksiyonun üzerindeydi ve yaptığı keskin manevradan dolayı kendisiyle gurur duyuyormuş gibi bir ifade vardı suratında. Arda ise benim gazıma gelip o da kapıyı aynı sertlikte açmış, tam karşımda durduğunda şiş ve kızarık gözlerini benimkilere dikmişti. "Parti var dediler geldik."

"Yağmur'u yalnız mı bıraktınız?"

İlk düşündüğüm oydu, tek düşündüğüm oydu.

"Barış orada," dedi Arda. Can cama yaslı dirseğine doğru başını yaklaştırmak dışında hiçbir şey yapmamıştı, sadece yüzümü izliyordu. "Abin orada. Annen ve baban da orada. Babanın telefonlarını açmıyormuşsun, az daha ona da müdahale etmeleri gerekecekti. Ara şu adamı bi alo de, iyiyim de. Ne biçim evlatsın sen?"

Arda bütün gün boyunca sırtında taşıdığı ölü toprağını üzerinden atmış görünüyordu. Muhtemelen onun her zamanki hali gibi davranmasını Can istemişti. Bunun bana iyi geleceğini düşünmüş olabilirdi. Bilmiyordum, Can hâlâ konuşmuyordu. Psikanalizimi yapıyor gibi ciddi bir ifade vardı suratında.

"Benim birilerine iyi olduğumu söyleyebilecek halim mi var sence?" diye sordum Arda'ya. "İyi gibi görünen bir tarafım var mı lan benim?"

Kendimi yeniden kaybedeceğimi sezen Can, "Hadi gidip onları haşat edelim," diyerek araya girdi.

"Hepinize Eylül mü haber verdi?"

"Bizi arayan Necip abiydi," dedi Arda. "Eylül onunla konuşup çıkacağın görevi resmileştirmiş, ne olursa olsun o adamı sağ teslim almak zorundayız Görkem. Bunun dışında bir kuralımız yok. Ortalığı istediğimiz kadar dağıtabiliriz."

Başımı az önce indiğim araca doğru çevirmem Kaya'nın teslim olur gibi ellerini havaya kaldırıp açıklama yapmaya başlamasına yetti. "Valla onların geleceğinden haberim yoktu. Bana Eylül yazdı ama bunu sana söylediğimi Eylül'e söylemezsen sevinirim. Herkes her şeyi herkese söylemek zorunda değil bence."

"Hepiniz arkamdan iş çevirmeyi biliyorsunuz ama."

"Bizim arkamızdan iş çeviren sensin lan." Arda şaşkınlıkla yükselttiği sesiyle devam etti sitemine. "Gecenin bir yarısı 3,14ç heriflerin geçmişlerine sokmaya giderken insan adabı muaşeret kuralları gereği der ki güzel kardeşlerim, siz de bu davete icabet etmek istemez misiniz? Ama yok! Bizi düşünen yok."

"Hadi bunu anladım," dedim Kaya'yı göstererek. "Hadi bunu da anladım." Bu kez işaret parmağımın ucundaki kişi Arda'ydı. En son yüzümü Can'a çevirdim. "Senin ne işin var lan burada? Bir de ortalığı gazlıyorsun. Aman dur Görkem falan demen gerekmiyor muydu?"

"Teknik olarak," dedi Can filozofvari bir tavırla. "Bu evde diğerleri kendisini yakmaya kalksa bile burnunun dikine gidecek yapıda iki kişi var." İşaret parmağı bir beni bir de kendini gösterdi. "Bu sefer karşılıklı cephelerde birbirimizin fikirlerini savuşturmak yerine bir olup hepsini doğdukları güne pişman edecek hale getirelim dedim, kötü mü ettim?"

"Eski günlerdeki gibi olduk," diyerek zehirli bir oku tam ortamıza fırlattı Arda. Sonra o okun zehrinin kalbine bulaştığını belli eden bir bakış oturdu gözlerine. "O zaman farkında değildim ama eski günlerimiz eksik günlerimizmiş."

"Ben yaşamıyormuşum, yaptığıma nefes almak deniliyormuş," dedim buz gibi bir sesle. Aynı soğuğun damarlarımı işgal ettiğini hissediyordum. Kalbim, yoğun bakımdaydı. Onu yeniden görene dek, o bana yeniden gülümseyene dek buzlarım çözülmeyecekti.

Başımı kaldırıp onlara baktım. Gözlerim, her birinin gözlerine çarpıp geçerken sanki bir elektrik akımını paylaşıyorduk. "Biliyor musunuz," dedim yutkunamadan. "Biz o karnına bir kurşun yemeden önce doğmamış çocuklarımızın isimlerini konuşuyorduk." Kırmızı ip bağlı elim yumruk haline geldi. "Biliyor musunuz," dedim tekrar. "O ölürken bile gülümsemeye çalışıyordu bana."

"Ölmedi," dedi Arda sertçe. "Ölmeyecek. Ölüm yok."

"Ölüm var," dedim. "Var ama ona değil. Üç vakte kadar önüme çıkan herkes için ölüm var. Yanımda yürüyüp yürümemek sizin kararınız ama beni durdurmaya çalışırsanız gözünüzün yaşına bakmam."

"Seni durdurmaya gelmiş gibi bir halimiz mi var?" dedi Kaya, öfkemi alaya vurarak. "Sanki ölüme gideceğiz dedin de benzin yok dedik. Aldım arabanı sürüyorum lan, daha ne yapayım senin için?"

"Ne yap biliyor musun?" diyerek ona yönelttim bakışlarımı. "Bizimkiler hastanede ya, bir haber alırlarsa bana ulaşamadıkları için seni ararlar." Gözlerimi yumup açtığım o tek bir saniyede bile aşık olduğum yüz belirdi o karanlığın içinde. "Olur da o haber olumsuz olursa Kaya, al silahı sık kafama. Duymak istemiyorum, anladınız mı?" Oldukları yerde hareketsiz duran diğer arkadaşlarıma döndüm. "Anladınız mı? Bana kara haber vermek yerine beni toprağa gömeceksiniz. Duydunuz mu lan?"

Can, kapısını aralayıp araçtan indiğinde normalde asla yapmayacağı şekilde kapıyı arkasından çarparak kapattı. Üzerime öyle hızlı yürüdü ki kendimi bir adım gerilerken buldum. Gözleri ateş saçıyordu. "Kendine gel!" Beni göğsümden ittiğinde bir adım daha geriledim ve o bana doğru başka bir adım attı. Arda bir köşede neye uğradığını şaşırmış halde hazır ola geçerken Kaya'yı göremiyordum, Can'ın bedeni açıyı kapatıyordu. "Kendine geleceksin," dedi ve bu bir emirdi. "Benim tanıdığım Görkem bir mezar kaz gir içine dese bana yemin ederim sorgulamadan girerim ama bu Görkem al bu suyu iç dese güvenip de içmem o suyu anladın mı beni? Ölmeyene cenaze namazı kıldırıyorsun. Bunu yapmana izin vermeyeceğim. Asya o Görkem. Asya o! Ondan umudunu nasıl kesersin? Nasıl kesersin lan?"

Delilik kırıntıları göz bebeklerinin çevresindeydi. Dik durabilen tek kişi o olmuştu. Son birkaç saattir görevimi üstlenen oydu ve bunu yapmak zorunda kalışının öfkesi kol geziyordu bedeninde. Ben benden öyle uzaktaydım ki artık beni göremiyordu. Öfkesi biraz da çaresizliğindendi çünkü daha fazla ne kadar dik durabileceğini bilmiyordu. İpleri yeniden elime almam için diz çöküp bana yalvarması gerekseydi bunu yapardı o an. O da korkuyordu, o da telaş içindeydi, biliyordum ki biz doğrulduğumuz an onun düşüşü balşayacaktı. Sadece bunu elinden geldiğince erteliyor, önceliğini biz yapıyor ve sonrasında yaşanacakları sonraya bırakıyordu. Kendi kaderini kabullenmişti ama benim kaderimi değiştirmeye çalışıyordu.

"Ben sizin yas tutmanızdan çok sıkıldım," dedi. "Çok sıkıldım! Neleri atlattı o kadın, bunu mu atlatamayacak? Gözünü açtığı an hepinizi şikayet edeceğim, Asya'nın insafına bırakacağım sizi. Hepinizin hakkından gelmesini bilir o. Ben yapamıyorum çünkü. Ben sizi bir arada tutmaya çalıştıkça sen çıkıp dağıtıyorsun hepimizi."

"Ben sizden hiçbir şey istemedim!" diye bağırdım. "Ben benimle gelin demedim! Benimle uğraşamayacaksanız beni rahat bıraksaydınız!"

"Sen bizden seni ölüme terk etmemizi istiyorsun," dedi Can, az öncekinin aksine sakin bir sesle. Gözlerimin içine baka baka konuşuyordu. "Çünkü sen Asya'ya bunu yapmak üzeresin. Sen, ona olan inancını kaybetmek üzeresin ve istiyorsun ki biz de sana olan inancımızı kaybedelim." Alay eder bir gülümseme yerleşti yüzüne söyleyecek tek bir sözüm bile olmadığı için. "Çok beklersin," dedi sonra. "Çok beklersin Görkem."

"Buradayız," dedi Arda arkamdan. "Son neresiyse oraya kadar buradayız. Bir kişinin peşine mi düşeceksin? On mu yüz mü bin mi? Dünyaya mı kafa tutacaksın? Fark etmez. Arkana baktığın an bizi orada bulacaksın."

Kaya da bir şeyler söylesin diye Arda ona döndüğünde arabanın camından kafasını uzatıp "Açıkçası gözüm dalmış," dedi Kaya. "Ne dediğinizi pek dinleyemedim ama katılıyorumdur size konu her neyse."

Can onu umursamadan sert bakışlarını tekrar üstüme dikti. "Arabaya bindiğinde babanı ara," dedi benimle tane tane konuşmaya devam ederek. "Seni kendine getirebilecek birisi varsa o da Arif amcadır. Konuş onunla. Sonra gidip hangi deliliği yapacaksak birlikte yapalım, hep yaptığımız gibi." Elini kaldırıp düşen omuzlarımdan birine yerleştirdi. Omzumu sıkarken sesini alçaltıp yüzüme yaklaşmıştı. "Her şey düzelecek," dedi. "Hepsi geçecek Görkem. Şu dişimizi biraz daha sıkalım, tamam mı? Hepimiz gözünün içine bakıyoruz, lütfen şu ruh halinden sıyrıl. Bize inan."

"Can," dedim kaybolmak üzere olan bir sesle. "Özür dilerim." Gözlerine tuhaf bir ifade yerleştiğinde bunu beklemediği belliydi. "Yağmur bana seninle konuşmam gerektiğini söylemişti."

Daha fazla konuşmama müsaade etmeden, "Hiçbir şeyin önemi yok," dedi. Hâlâ omzumda duran avucundan sanki kollarıma kendi gücünü aktarmaya çalışıyordu. "İstediğin zaman konuşuruz. Problem değil. Biz sana kızarız ama en çok sana güveniriz Görkem. Hiçbir şey de bunu değiştiremez. Şimdi, bize ne yapmamız gerektiğini söyle ve biz de onu yapalım."

"Babamla konuşacağım önce. İki araba gidelim her ihtimale karşı. Onunla konuştuktan sonra sizi ararım. Yolda yaparız planımızı ama bunun kör bir dalış olduğunu kabul etmeniz lazım. Neyle karşılaşacağımız hakkında fikrim yok. Yalnızca o herife ulaşmak zorunda olduğumu hissediyorum."

"Ulaşalım o zaman," dedi Can. Sonra elini omzumdan çekti ve dimdik durarak boynunu çevirip Arda'ya baktı. "Atla arabama kıvırcık," dedi esprili olmaya çalışarak. "Liderinin kesin emri var, önümüzdeki aracı takip edeceğiz."

Arda ellerini bir kez birbirine vurup "Öndeki aracı takip et!" dedi heyecanla. "En sevdiğim oyun." Gözleri kan çanağından halliceydi ama burada benim için güçlü durmaya çalışıyordu. Hepsi gibi. Gerçekten hepsi gözümün içine bakıyordu biraz olsun toparlanmam için yalvararak.

Arabaya doğru ilerlerken Kaya uzanıp yolcu koltuğunun kapısını içeriden benim için açtı. "Sen de atla bakalım sağ koltuk prensesi," dedi sırıtarak. "Seni yıkacağın yere bırakayım."

Yüzüme küçük de olsa bir tebessüm yerleştiğinde hiçbir şey söylemeden arabaya bindim. Ben kapıyı kapatır kapatmaz koordine bir şekilde iki aracın motoru da çalışır hale geldi. Kaya, camdan Can'a bir baş hareketi yaptığında ikisi de ellerini direksiyona yerleştirdiler. Tekerlekler ses çıkararak kaydı ve bir manevrayla az önce önümüzü kesen Canların aracından kurtardı bizi Kaya. Sonra Can, aynı sert manevrayı uygulayarak aracını bizimkinin arkasına hizaladı.

Navigasyonda varacağımız adres vardı. Gözlerim orasıyla bizim aramızda kaç kilometre olduğuna bakmak için ekrana çevrildi. Ardından cebimden ekranında onlarca bildirim barındıran telefonumu çıkarıp babamın numarasına tıkladım.

Kaya, sadece yola odaklanmıştı. Başını çevirip bana bakmadı bile. Başka birinin yanında olsaydım kendimi rahatsız hissederdim çünkü Arif Ahmet Duman benim hep en zayıf tarafımı gören bir adamdı. Onunla ne zaman konuşsam kendimi yeniden çocuk gibi hissederdim. Biliyordum ki Kaya, bu konu hakkında tek kelime etmeyecekti ve ne duyarsa duysun duymamış gibi yapacaktı.

Babamın telefonunu çaldırırken duymayı beklediğim şey önce bir azardı. Çünkü sayabildiğim kadarıyla dokuz kez bana ulaşmaya çalışmıştı son bir saat içinde. Ağzıma sıçsa hakkıydı fakat o Arif Ahmet Duman'dı. Beklenileni değil, ihtiyaç duyulanı yapardı.

"Babacığım," diyerek açtı telefonunu. Gözlerimin dolması için o tek bir saniye yetmişti. "Görkem, bir kere sesini duyayım oğlum. Başka şey istemiyorum."

Korkusu barizdi. Bana inatla bu kadar ulaşmayı denemesinin sebebi kendime bir şey yapmamdan korkuyor oluşuydu. "Baba," dedim sesimi güçlü tutmaya çalışarak. "Hastanede misiniz?"

"Evet." Bana iyi olup olmadığımı sormadı. Nerede olduğumu da öyle. "Abin, annen, ben. Hepimiz buradayız oğlum. Bir de uzun çocuk. Barış'mış adı. Emanetine gözümüz gibi bakarız biz, aklın burada kalmasın."

"Baba-"

"Burada olmak yerine her neredeysen, bu gerektiği içindir," dedi benden hiçbir açıklama beklemediğini belli ederek. "Hepiniz neredeyseniz, bu Asya'nın burada olma sebebiyle ilgilidir. Yanındalar değil mi oğlanlar? Yalnız kalma Görkem'im, n'olursun."

"Benimleler," diyebildim sadece. Başımı geriye doğru yaslayıp sertçe yutkundum.

"Kızım da bizimle," dedi. "Her neye kalkışacaksan aklını ona ver. Kafana girsin söylediklerim. Burada ben varım, duydun mu? Ben buradayım."

"Keşke söylediğin kadar kolay olsaydı."

"Bana bak Görkem," dedi sert bir sesle. "Asya uyandığında ilk seni görmek isteyecek. Benim yüzümü sevdiğin kadın karşısında öne eğdirecek bir şey yapma oğlum. Ona bir açıklama yapmak zorunda bırakma beni."

"Sağsalim döneceğim," dedim içini rahatlatmak için. "Ama karşı taraf için aynı şeyleri söyleyemeyeceğim."

"Sen bir katil değilsin." Etrafında insanlar olsa gerek, kısık bir sesle söylemişti bunu.

"Olmayı çok istiyorum bugün."

"Sen bir katil değilsin," dedi. "Biliyorum, doğru kararı verirsin. Ben sana çok güveniyorum. Eminim Asya da çok güveniyordur. Ne yaparsan yap, onun yanına dön."

"Uyanıp uyanmayacağı bile belli değil." Kaya, direksiyonu sımsıkı kavradı kurduğum cümleden sonra. Çenesini sıktı, derin bir nefes aldı ama ağzını açıp tek kelime etmedi.

"Uyanacak," diyen babamdı. "Uyanıp seni soracak. Onun için kendine iyi bakman gerekiyor. Anlıyor musun beni? Hiçbirimiz için değilse bile onun için iyi olmak zorundasın."

Gözlerimi yumup açtım. "İyiyim. İyi olacağım." En azından kollarımdaki uyuşukluk gitmişti. Bacaklarımda yürümeye yetecek gücü bulabiliyordum artık. "Kapatıyorum şimdi."

"Dur," dedi babam. "Son bir şey soracağım. Bu uzun oğlan gözüme hiç iyi gelmiyor. Tanımıyorum da onu. Annenle abine çay ısmarladım ama o çocuk gelmek istemedi bizimle. Ne diyorsun, yanına gideyim mi yoksa yok dokunma mı diyorsun? O çocuğun ruhunu sökmüşler sanki. Üzüldüm haline. Bir şey yapayım oğlum, ne yapayım?"

Babam da dahil olmak üzere herkes ne yapması gerektiğini bana soruyordu.

Yağmur sormazdı. Yağmur öylece yapardı. Benden bir şey söylememi beklemez, bazen aksini söylediğim halde karşı gelip yine kafasındakini yapardı. Ona yardıma ihtiyacım olmadığını söylediğimde bile bana yardım etmenin bir yolunu bulurdu. Şimdi yardım çığlıkları atıyordum ama kimse onun gibi değildi bana karşı. Hiç kimse onun gibi olamazdı.

"Yanına git baba." Burnumun kemerini sıktım. Başım ağrıyordu. "Asya'nın arkadaşı Barış. Bir de Mete vardı. O üçü eskiden beri arkadaşlar. Barış, Mete'yi kaybettiği için Asya'yı da kaybederse hiçbir şeyi kalmayacak birisi. Sen nasıl konuşacağını bilirsin. Sahip çık Barış'a."

"Tamam oğlum, yalvarırım dikkat edin kendinize. Dualarım sizinle olacak."

"Hakkını-"

"Helal olsun babacığım." Telefonu o kadar sıkı kavrıyordum ki parmaklarıma kramp girecekti. "Benim hakkım hep helal sana. Ben senden sonuna kadar razıyım."

"Sağ ol." Biraz daha sürdürseydik bu konuşmayı ağlamaya başlayacaktım. Bunu biliyordum. Bu yüzden bir "Allah'a emanet olun," cümlesinden sonra kapatıp vakit kaybetmeden Arda'nın numarasını aradım. Ana yola çıkmış, son sürat ilerliyorduk ve araçları aramıza hiçbir aracın girmesine izin vermeyecek şekilde tam arkamızdan geliyordu.

"Hoparlördesin. Seni dinliyoruz."

"Adamın adı Yalçın," diyerek söze girdim doğrudan. Kaya yalnızca bir saniye göz ucuyla bana bakmış, ardından yeniden yola odaklanmıştı. "Yağmur'la yemek yediğimiz restoranda en köşede oturuyordu. Yağmur restorandan çıkarken o herif telefonla konuşuyordu. Piramit üyesi olduğu kesin. Muhtemelen, tesadüf eseri bizi gördü. Ros bir ara Yağmur'un başına ödül koyulacağından bahsetmişti ya, adam da gördüğü bu fırsatı Hermes'e haber ulaştırarak değerlendirdi diye düşünüyorum. Kendisine yüklü miktarda para ödenen adamlar ne yapar?"

"Kaçarlar," dedi üçü aynı anda.

"Kaçarlar," dedim. "Ama onun peşinde olduğumu bilmediği için kaçış işini acele tutmayacaktır. Hermes, itine parayı ödediyse bile bu şekil itlerin o kadar aklı ve kaynağı yoktur. En erken yarın için ayarlayabilmiştir her şeyi."

"Ev adresi mi elimizdeki?"

"Evet. Alfonso'nunkine benzer bir konut. Muhtemelen kapısında da Piramit'in atadığı birkaç koruma olacaktır. Sayılarını kestiremiyorum. Silahlı olacaklarına çok eminim."

"Ne yapıyoruz?"

"Acil bir kaçış gerekirse toplanma aracı bizimki olacak," dedim gözlerim torpidoya dikili haldeyken. "Ama bize gerekmeyecek," diye de ekledim. "Eğer evin bir garajı varsa, siz sizin aracı garajın önüne park ediyorsunuz. Malımıza gelecek hasar sikimde değil, onların kapıya ulaşımını engelliyoruz. Tek bir kişiyi bile elimizden kaçırmayacağız. Hepsini kelepçeleyip karakola teslim edeceğiz."

"Yalçın?" dedi Kaya, bana pek güvenmiyormuş gibi bakarak.

"Yalçın benim," dedim. "Eti de benim kemiği de benim."

"İçeride masum insanların olmayacağının garantisi var mı?"

Arda benden hiç istemediği bir cevap aldı. "Yok."

"Peki o zaman ne yapacağız?"

"Açıkçası, ben siz ortaya çıkana kadar ön kapıdan elimi kolumu sallaya sallaya içeri girip bakmayı planlıyordum."

"Korumalar vardır demiştin?"

"Üç beş koruma koyar mı lan sevdiği yoğun bakımdaki adama?" Sokak lambalarının ışıkları yanlarından hızlı hızlı geçtiğimiz için sarı çizgiler şeklinde akıyordu sağımdan. Onları takip etmeyi bırakıp Yağmur'un gözlerini getirdim gözlerimin önüne. "Önüme çıkanı ben sokacaktım yoğun bakıma, plan buydu."

"Biz olmasak ölüme gidiyordun yani?"

"Arda." Sesim sınırları çoktan parçalamış biri olduğumu fazla belli ediyordu. "Siz benim için ekstrasınız. İşimi kolaylaştırır mısınız? Evet, çok hem de. Ama bu benim tek başımayken de halledemeyeceğim anlamına gelmiyor. Öyle öfkeliyim ki. Ben öyle bir öfkeliyim ki oğlum... O kadar umurumda değil ki hiçbir şey... Kariyerimi geri dönüşsüz yakmak da dahildi buna. Çünkü hepsini öldürmek istiyorum. Bu işte parmağı olan kim varsa hepsini, hepsini öldürmek istiyorum. Ölümün ta kendisi olup enselerine çökmek istiyorum. Beni anlıyor musunuz?"

"Yapmazdın," dedi Can. "Uzun uzun açıklama yapmayacağım ama adım kadar eminim, doğru olandan sapmazdın."

"O kadar emin olma derim." Terleyen avucumu sertçe pantolonuma sildim. "Yağmur varken beni tanıyamıyordunuz, o yokken sınırlarımı da bilmiyorsunuz. Ben de bilmiyorum. Hiçbir şey bilmiyorum. Kendime yapmazdım diyemiyorum. Doğru yoldan sapmazdım diyemiyorum."

"Sence Yalçın," dedi Kaya odağımı kendimden kaydırmamı istediği için. "Bizi Hermes'e ulaştırabilecek seviyede biri mi?"

"O değil." Sonra dudaklarıma küçümser bir gülüş yerleştiğinde burnumdan bir nefes verdim. Bu, gülüyor olduğumu arkamızdaki aracın içindekilere de iletmiş olmalıydı. "Ama," dedim. "Vega tam olarak öyle biri."

"Anlamadım," dedi Can.

"Sana söylediklerimi unut. Aşık mısın? Başka bir zaman öyle aşkın ızdırabına sokarım ama şu an bu da umurumda değil. Sen, Vega'yla konuşacaksın."

"Ne hakkında?"

"Ne olursa," dedim. "Ne olursa, Can. Hermes'in elinde koz diye tuttuğunu sandığı şeyler benim elimdeki kozun yanında hiçbir şey. Biz, onun bu dünyadaki her şeyine sahibiz. Biz Vega'ya sahibiz Can, senin sayende."

"Öyle demiyordun." Arda'nın bastırmaya çalıştığı panik dalgasını hissedebiliyordum. "Vega'nın onu kullandığını söylüyordun. Can, Vega'yı kullanabilirim dediğinde kullanamazsın demiştin. Bu kadın yüzünden zehirlendiniz hepiniz. Ben sizin pat pat yere düşmenizi izledim. Ne diyorsun Görkem? Neyden bahsediyorsun?"

"Diyorum ki oturup bir saldırı daha beklemeyeceğim." Çenemi yukarı doğru kaldırdım. "Diyorum ki artık saldırıları yapan taraf biz olacağız."

"Legal olarak mı yoksa illegal mi?" Kaya soruyu soran kişi olmasıyla birlikte bakışlarımın hedefi haline geldi fakat direksiyonu tek eliyle kontrol ederken omuzlarını silkip gözlerini bana çevirdi. "Bana hiç fark etmez, biliyorsun. Merakımdan soruyorum sadece."

"Bu cevabım aramızda mı kalacak?" Üçünden de aynı anda onaylayan sesler yükseldi. "Bir fikrim var," dedim. "Piramit üyelerine ait liste ve Alfonso, gidişatı istediğim yönde değiştirebilecek etmenlerdi. Eğer şifreli dili kırdıklarında gerçekten elimize isimler geçerse o zaman destek almaya başlayacağız."

"Kimden?"

"Bizim seçtiklerimizden," diye devam ettim. "Size ne söylediğimi hatırlıyor musunuz? Güvenebileceklerinizi şöyle bir gözden geçirin demiştim. Vakit yaklaşıyor. Piramit'i canımın istediği kadar parçaya bölüp canımın istediği kadar insanla organize olacağım. Bunu bir sonraki aşamada zaten detaylı olarak konuşacağız. O yüzden Vega mevzusuna geri dönüyorum."

"Yetişemiyorum," dedi Can. "Ne demek istediğin kadar insanla organize olacaksın?"

"Şu demek." İşaret parmağımdan başlayarak sıra sıra parmaklarımı kütletirken gözümün önünden güvenebileceğim isimlerin hayali bir listesi akıp gidiyordu. "Biz Analizciyiz, istediğimiz kaynağa istediğimiz an ulaşabileceğimiz konuma dişimizle tırnağımızla kazıya kazıya geldik. Piramit'in bildiği adımı kolluk kuvvetlerimizden saklamayacağım. Bunu yaptığım an ise yanımda yürümeyecek insan sayısı çok az. Lacivert iplileri bir efsane olarak anmayı bırakıp gerçeğimizle tanışma vakitleri gelmiş olabilir. Dediğim gibi, günü geldiğinde bu mevzuyu tekrar konuşacağız."

"Baş üstüne," dedi Arda. Nedense omuzlarını dikleştirdiğini hayal edebiliyordum.

"Bir sonraki sorumuz." Bir zihin fırtınasının ortasına atacaktım bizi. Başka bir zamanda olsaydık bu ana bayılırdım, Yağmur yanımda olmadığı ve gözlerimin içine bakıp bana meydan okur gibi fikir belirtemeyeceği için şimdi benim için heyecan uyandırmıyordu. "Vega, Yağmur'un vurulduğunu biliyor mudur?

"Çok varsayımsal cevaplar alacaksın bizden," dedi Kaya

"Yanılıyorsun." Gözlerimi elimde tuttuğum telefon ekranına çevirdim. "Şimdi Can'ı dinleyin."

"Bu işte bir parmağı varsa beni kaybedeceğini bilmesi gerekir," dedi Can kendinden emin bir sesle. "Ama diğer yandan beni kaybetmekten sandığımız kadar korkmuyor da olabilir. Çünkü Alfonso'nun öldürüleceğinin planlandığını bana söylememişti. Buna rağmen onu korumak için başvurduğu yol bendim."

"Ros'un haberi var mıdır acaba?" diyerek bir saniyeliğine araya girdi Arda. "Yani, tabii ki Asya'nın vurulacağını bilmiyordur ama Hermes ve Vega cephesinde neler olduğunu biliyor mudur?"

"Ros, Görkem'in peşinden birinin hastaneye gönderildiğini söylediğinde Asya'ya bunu yapanın Hermes mi olduğunu sordu bana." Bakışlarım sürücü koltuğundaki adama kaydı. "Ona yalan söyledim," dedi. "Bununla baş edemeyeceğini düşündüm. Başka önemli bir şey biliyor olsaydı bize mutlaka söylerdi."

"Ros konuya nereden girdi şimdi?" diye sordu Can. "Kafamı karıştırıyorsunuz."

"Senin kafan Vega'nın adı geçtiği an karıştı sanki," diyen Arda'ydı. "Ve bunu yüzünüze vurmama gerek var mı bilmiyorum ama şimdiye kadar sadece bir konuda size sırtımı döndüm, onda da kıçınızı ben kurtardım. Bu kadını merkeze koyarak oyun oynamak bana mantıklı gelmiyor. Zekâsını hafife aldığınızı düşünüyorum."

"Ben de madem zekâsıyla uğraşamıyoruz o zaman aklını başından alalım diyorum." Kaya, ne diyeceğimi merakla bekleyerek bana döndü. Bakışlarına bir karşılık bulamadı çünkü ben, içimden yoldaki ağaçları sayıyordum. On üçe geldiğimde durdum. "Kafana göre bir iş yapmadığın sürece Vega'yla buluşmana izin vereceğim," dedim Can'a. "Çünkü eğer zihninin tek bir köşesine bile sızabildiysem Vega, Yağmur'a bir şey yapılacağını biliyor olsaydı sırf Can'ı kendine biraz daha bağlayabilmek için bunu kullanırdı. O saldırıyı durdurmamızı sağlar, ona minnet beslememize sebep olurdu."

"İnanılmaz mantıklı konuşuyorsun." Can şaşırmış gibiydi. "Bir tuşa basmışlar da Görkem aramıza dönmüş gibi. İzin verirsen bu noktada araya girebilir miyim?

Başımı salladım. Sonra bunu göremeyeceğini fark ettiğimde, "Dinliyorum," dedim. Kaya yan koltuğumda bıyık altından gülüyordu.

"Hermes," dediğinde sesi bir küfrü andırıyordu Can'ın. Gereğinden fazla bir süre duraklama olduğunda kafasını bir şeylerin kurcalıyor olduğunu anladım. "Nasıl dile getireceğimi bilemedim. Nişan aldığı bir hedefi öldüremeyecek birisi değil."

"Açık konuş, algılarım hâlâ tamamen kendine gelmiş değil," dedi Arda. Muhtemelen o da gözlerini soluna çevirmiş, bulunduğu araçta merakla bekliyordu Can'ın anlatacaklarını.

"Bana kalırsa asıl hedefi Asya'yı belinden vurmaktı. Aklınca Asya'nın ona fırlattığı bıçağın intikamını alacaktı. Ama Asya, hayatta kalma iç güdüsü çok yüksek bir kadın. Altıncı hissi devreye girdiğinde arkasını dönmüş ve bu yüzden karnından vurulmuş olabilir."

"Vega da Hermes de dalga geçmeyi seviyor, bunu anladık. Çocukluğunu yaşayamamış ikizlerin en sevdiği oyuncakları olduğumuz konusunda da hemfikiriz." Kaya hızlı hızlı konuşuyordu, bir anlığına bana kendimi hatırlattı. "Ama şunu anlamıyorum," dedi düşüncelerin hepsini bir bir süzgeçten geçiriyor gibi yavaşlayarak. "Neden bunu bize ödetebileceği bir milyon tane yol varken Asya'yı uzak mesafeden tek bir kurşunla vurup olay yerinden uzaklaşmayı seçsin ki?"

"Birçok açıdan mantıksız," dedi Arda. "Bir, Görkem'in çekeceği acıyı izleme fırsatını asla kaçıracak birisi değil. Bizzat bu olsun diye doksan yedi saniye boyunca liderimi diri diri yakan bir adam o. İki, Asya'yı alıkoyma şansı da vardı o birkaç saniyelik anda. Bunun yerine hızlı davrandı, sonra da arkasına bakmadan kaçtı. Tabakhaneye bok yetiştiriyormuş gibi sanki. Ve üç, bunu Yalçın'a da yaptırabilirdi. Restoranın ortasında bir ateş açtırsa hem Görkem'in hem Asya'nın ruhuna fatiha okuyor olabilirdik bugün ama bizzat kendisi hareket etti ve bir taşla iki kuş vurma şansı varken yalnızca birinize odaklandı. Bunu da bizzat kendisi yaptı. Sanki yapmak zorundaymış gibi."

"Babası," kelimesi çıktı Can ve benim ağzımdan aynı anda. "Babası istemiş olmalı," diye devam etti Can.

"Bahse varım ki Vega bu konuşmadan haberdar değildir." Başımı doğru noktaya parmak basmanın heyecanıyla bir kez salladım. "Ve sen Can, biz bu gece hastaneye dönerken sen bir binanın en yüksek katına çıkıyorsun. Vega'ya konum atıp yanına gelmesini bekliyorsun. Ne yapacağını sana anlatmayacağım ama ne istediğimi biliyorsun. Vega ve Hermes'in arasındaki uçurumu öyle bir açacağız ki Hermes en son dayanamayıp çaresizce o uçuruma atlamak zorunda kalacak ama o sırada kız kardeşi çoktan kendi isteğiyle senin avucunun içinde duruyor olacak.

"Anlaşıldı," dedi Can.

"Dört dakika sonra çizdiğim tahmini sınıra varacağız," diyerek bu konuyu Arda'nın itirazlarına fırsat vermeden kapatıp asıl meselemizi öne çektim. "Geniş arazi. Kameralar bulunduruyor olabilir. Geldiğimizi bilseler bile bizi durduramayacakları için problem teşkil etmiyor. Teçhizatlarınız sağlam olsun. Arda, senin şu filmde gördüğünden beri sürekli hayalini kurduğun için bagajda taşıdığın kask hâlâ orada mı?"

Arda'dan el çırpma sesinin gelişi benim için yeterli bir cevaptı. "Pizzacı mı olacağım?" diye sordu. "Pizzacı mıyım? Kutular bile duruyor. Gerçekten pizzacı mı olacağım?

"Evet," dedim düz bir sesle ama gülen sesi benim de dudaklarıma küçük bir gülümseme çizmişti. "Kaya," dedim. "Güvenlik kameraları kullandıklarına kalıbımı basarım. Üstlerine gece gibi çökeceğiz, kâbus olup çıkacağız. Ardımızda iz bırakmadığımıza emin ol."

"O iş bende patron." Birleştirdiği parmaklarını şakağına götürerek bana bir selam çakmayı da ihmal etmedi. Yeşil gözleri, zehirli bir sarmaşık misali önünde akan yola saplanmıştı. Yalnızca birkaç dakika sonra o zehri düşmanlarımıza bulamaya başlayacaktı ve o zaman onu durdurabilen olmayacaktı.

"Can," dedim. "Eğer içeride masum birileri varsa, ki hiç sanmıyorum, onları koruma görevi sende olacak. Doğrudan bizim araca bindirecek, buradan uzaklaştıracaksın. Eğer ortam istediğimiz gibi ise Arda açık bir hedefken onu kollayan sen olacaksın. Biz dikkat dağınıklığını kullanıp içeri sızacağız. Mutlaka bir giriş daha vardır, Kaya da bana bir çilingir hizmeti sunacak bugün."

"Bayılırım çilingirliğe."

"Bir pizzacı, bir çilingir, bir kol kanat gericimiz ve bir de ölüm makinemiz var." Arda kendi goygoyunu kendi kendine böldü. "Ama kızıl fırtınamız yok." Ses tellerindeki çatlaklar kocaman oyuklara dönüştü ve bariz bir şekilde sesi titrerken "Asya için," dedi. "Bunu onsuz yapacağız ama onun için yapacağız."

"Onun için," dedi Kaya ve Can aynı anda.

Başımı bir saniyeliğine pencereye çevirdim. Yalnızca birkaç saat önce benim oturduğum yerde o oturuyordu. Yalnızca birkaç saat önce burada içinden geldiği gibi bağıra çağıra şarkı söyleyip dans ediyordu, gözleri benimkilere kaydığında onu ne kadar uzun zamandır böyle mutlu görmediğimin hesabını yapmaya çalışıyordum. Üzerindeki lacivert elbise o yerinde oynadıkça yukarı sıyrılıyor, tepesinde topladığı turuncu at kuyruğu sağa sola sallanıyordu. Bana bakıyor, bana gülümsüyor, gözlerini süzüyor, duyduğum en güzel sesin ona ait olduğunu bana düşündürüyordu.

"Onun için." Boğazıma takılan çapa, gözlerimi okyanusa çeviriyordu. "Yağmur için yapacağız."

🥺

O gece havada kan kokusu vardı yalnız Yalçın, sıcak evinde şöminenin başında hesabına yatacak paranın hayalini kurup keyifle purosunu içerken henüz bunu bilmiyordu.

Bahçedeki havuza bakan boydan boya camlar sağında kalıyordu. Havuzun üzerinde koyu renk yapraklar yüzüyordu. Uzun süredir kimse oraya dokunmamıştı. Burası Piramit'in tahsil ettiği geçici evlerden biriydi. Bir süredir Yalçın'ın üzerineymiş gibi görünüyordu.

Hem telefonu hem de kapı zili aynı anda çaldı. Yalçın, korumalardan birinin kapıya bakacağını bildiği için telefonuna uzanmayı seçti. Duyduğu ilk cümle "Sipariş ettiğiniz pizza gelmiş," oldu. Dışarıda nöbet tutan adamlardan biri ona bildiriyordu kapıya gelen adamın kim olduğunu.

Yalçın, bu cümleyle birlikte bir şeylerin yolunda gitmediğini anlamıştı. "Ben pizza sipariş etmedim!"

Arda, karşısında dikilen kendisinden üç santim kısa ama omuz genişliği kendisinin üç katı olan adama başındaki motorcu kaskının önündeki küçük pencereden bakıyordu. Kutuları inatla adama doğru uzatırken "Bir yanlışlık olmuş olması imkansız, adres burası," diyordu incelttiği sesiyle. Kulağındaki kulaklık vasıtasıyla sesi tüm Analizcilere iletiliyordu. "Tesla Pizza'da yanlışlık olmaz. Siparişi veren her kimse, ona gidip bir sorun isterseniz."

Omuzları köprü genişliğindeki adam, kapıyı pizzacının yüzüne sertçe çarpıp evde yalnız olan Yalçın'ı sorgulamak için giderken Arda, "Başlıyoruz," dedi ve verdiği sinyal, kod adını oy birliği ile 13 koymaya karar verdikleri görevin başlangıcı oldu.

"Etrafınız sarıldı," uyarısını yapmak zorunda olan Can, elindeki megafonla arabanın içinden konuşuyordu. Direksiyonun başında olduğu araba, ağaçların gölgesine karışmıştı.

Sesin nereden geldiğini anlayamayan iki koruma, evin kapısına uzanan sağı solu ışıklandırmayla döşeli yolun sonunda dikiliyorlardı. Uyarının yapılmasının ardından ikisi de silahlarına davranıp doğrudan yüzlerini pizzacıya çevirdiler.

Arda, pizza kutusunun içinden çıkardığı silahı iki saniyeden az bir sürede eline aldı ve arkasını döner dönmez kendisine ateş etmek üzere olan iki kişiyi yalnızca iki kurşun harcayarak sıra sıra bacaklarından yaraladı.

Bahçenin dış tarafında dikilip içeriye doğru koşanlar ise üstlerine korna çala çala gelen bir araçla karşılaştılar. Can, farlarını açıp kapayarak önündeki korkmuş tavşanların gözlerini alırken yüzünde bir gülümseme vardı.

"Nok nok," dedi Arda, kapıya yumruk yaptığı elinin parmak eklemlerini kullanarak vururken. "Tesla Pizza, müşterilerine pizzalarını soğuk teslim etmekten hoşlanmaz. Gelin de pizzanızı alın."

Yalçın'a sipariş verip vermediğini sormak için giden adam, duyduğu silah sesleriyle birlikte yerinde kalmıştı. Elindeki silahla dikkatle kapıya ilerlerken bu sesi duyunca iyice sinirlendi ve kapıyı elindeki silaha güvenerek dan diye açtı. Yalnızca iki saniye sonra gözlerinin önünde yıldızlar uçuşuyordu.

Arda, başından çıkardığı kaskını adamın burnuna geçirmişti. Önce sağ yanağına indirdi kaskı, sonra sol. Karşısında bir oraya bir buraya savrulan başın tam ortasını tutturup herifi yere serdiğinde ise "Aldın mı pizzanı, mozzarella peyniri?" diye sormuş, ardından kendisi için açılan kapıdan içeri adımlamaya başlamıştı.

Kopan curcunanın aksine evin küçük verandasındaki sürmeli beyaz kapının kilidini sessizce kıran Kaya, kapıyı da aynı sessizlikle Görkem için aralamıştı.

Ama Görkem, bu sessizliğin uzun sürmesi taraftarı değildi. Tabancasını uygun pozisyonda tutmak için kollarını öyle gergin bir şekilde ileriye doğru uzatmıştı ki aniden gerilen kası gömleğinin kumaşını parçalayacakmış gibi doldurmuştu birden. Şöminenin önündeki berjeri gördüğünde gözüne hâlâ ucunda alev olan puro çarptı. Bu da Yalçın'ın titreye titreye kaçmaya çalıştığı anlamına geliyordu.

Kaya'yı kayıt yapan kameraları bulması için gönderdiği an Görkem, her adımında ahşap parkeleri gıcırdata gıcırdata evi aramaya başladı. "Yalçııın!" diye seslendi gülen bir sesle. "Elma dersem çık, armut dersem canını çıkarayım. Nasıl oyun ama? Ben uydurdum."

Yalçın, sesi duyabilecek kadar yakın ama Görkem'in göremeyeceği kadar uzaktı. Çaresizce silahının olduğu ahşap çekmeceye doğru koşuyordu. Ona varıp eline aldı, bulunduğu odanın kapısının arkasına gizlenip içeri girecek kişiyi beklemeye başladı.

Kapılar arka arkaya sertçe çarpıyordu. Adım sesleri sanki evin her yerinden yükseliyordu. Kaç kişi olduklarına dair bir tahmini yoktu gelenlerin ama seslere bakılacak olursa sanki koca bir ordu onun için buradaydı.

"Yalçııın!" dedi Görkem tekrar. Başını sağa ve sola uzattı. Ana kapıdan içeri sızan Arda'yı elindeki kaskıyla başka birini hırpalarken gördüğünde ve onun "Umarım teslimatımdan memnun kalmışsınızdır," dediğini duyduğunda yardıma hiç de ihtiyacı olmadığına emin olup kendi yoluna devam etti. İçinden bir ses, Yalçın'ın koridorun sonuna kadar kaçamadan gördüğü ilk odaya girdiğini söylüyordu. Bu yüzden kapıyı sertçe sonuna kadar açtı.

Kapı duvara çarpamadı çünkü arkasında bir beden vardı.

Yalçın arka arkaya tetiği çekmeye başladı.

Görkem ses çıkarmayı bırakıp sırtını duvara yasladı. Silahını belinin arkasına sıkıştırdı. Yalçın elbet onu vurup vurmadığını kontrol etmek için başını dışarı uzatacaktı.

Yirmi sekiz saniye sonra Yalçın'ın uzattığı kafasını iki eliyle kavrayıp elindeki silaha bir tekme geçirdi Görkem. "Armut," dedi onun kara gözlerinin içine bakarak. "Oyunun sonu."

Yalçın, tabanları yağlayıp koşmak için hareketlendiğinde yüzüne patlayan yumruk dengesini dağıttı. Sol elini kaldırıp bir kroşe geçirmek istedi, karşısındaki adam sol kroşeleri savunmayı bu işin uzmanından öğrenmişti. Başka bir yumruk daha attı Yalçın'a, bu kez karın boşluğuna denk geldi. Yalçın bu sırada hem dövüşüyor hem de "Sen kimsin? Burayı nereden biliyorsun?" diye bağırıyordu.

Nereden çıktığını bilmediği iri yarı bir adam Görkem'in sırtına atlamasaydı Görkem bu sorulara seve seve cevap verecekti fakat dikkati dağılınca Yalçın, koridordan şömineli salona doğru kaçma fırsatı buldu.

Görkem boğazına sarılan ellerin üzerine kendi ellerini yerleştirip sırtındaki adamın kollarını kavradı ve dizlerini büküp eğilerek kolundan tuttuğu sırtındaki adamı omzunun üzerinden bir paçavrayı fırlatır gibi önüne doğru attı. Kafasını kaldırdığında Can'la göz göze geldi. "Burası sende," dedi sadece. Can başını onaylayıp Görkem'e yeniden vurmaya çalışan herifi duvara yapıştırırlen Görkem onların yanından yürüyüp salona doğru ilerlemeye başladı.

Giriş kısmında Arda nasıl bir parti veriyorsa devamlı olarak biblolar kırılıyor, parçalanış seslerine kaskının çıkardığı tok sesler karışıyordu. Kaya, işini sessiz halletmeyi sevenlerdendi ama arkadaşlarının çıkardığı gürültü ona keyifli bir melodi gibi geliyordu. Kameraları bulmuştu. On ikiye bölünmüş ekranın her bir köşesini kontrol ediyor, diğerlerine talimatlar veriyordu. Bu sırada yan sandalyesinde gözü şiş, ağzı bantlı ve elleri bağlı bir adam ona eşlik ediyordu.

Görkem yeniden "Yalçıııın?" diye bağırdığında hâlâ gülüyordu. Öyle bir gülümsemeydi ki bu, Yalçın onun akıl hastanesinden firar etmiş bir deli olduğunu düşünüyordu. "Yaptığın yanına kalır mı sandın?" diye devam etti Görkem. "Karşıma çıkmaya cesaretin yok ama yerimi ispiyonlamaya var, öyle mi pezevenk?"

İşte Yalçın o an artık ölü bir adam olduğunu kabullendi.

Çünkü biliyordu, onun yerini Hermes'e bildirdiği kadın Hermes tarafından bir kurşunla yaralanmıştı.

Turuncu saçlı kadını ve lacivert gömlekli adamı yemek yedikleri süre boyunca izlemişti o. Kadının fotoğrafı, Piramit'le iletişime geçtiği gruptan atılmıştı. Üyelere verilen kesin emir onu gördükleri an Hermes'e bildirmeleri yönündeydi.

"Yalçın?" dedi Görkem bir kez daha. Önüne çıkan kanepeyi deviriyor, arkasına bakıyordu. Yalçın sessiz adımlarla onun gürültüsünün arkasına saklandı. Görkem'in kafayı yemiş hali, onu gözü dönmüş bir avcıya değiştirmişti. Yalnızca önüne bakıyordu, arkasıyla bir işi yoktu. Ta ki Kaya ona kulaklıktan "Arkanda," diyene dek.

Buna rağmen Görkem bekledi. Eğildiği kanepenin altını kontrol ediyormuş gibi yaparken Yalçın, onun ensesine silahını bastırdı. Gözü karaydı, eli titremiyordu. "Seni buraya kim gönderdi?" diye sordu keskin bir sesle. "Yerimi nasıl buldun?"

Görkem dizlerinin üzerine yavaşça doğruldu. Ellerini havaya kaldırmış durumdaydı. Yalçın, onun belindeki silaha uzanıp onu çekti ve ayağıyla tekmeleyip salonun ortasına doğru savurdu. "Ne yaptığını biliyor musun?" diye sordu Görkem, ensesine bir namlu yaslıyken kendi içinde merhamet kırıntısı arıyordu. Belki, diye düşünüyordu içinden. Belki de sebep olduğu felaketi bilmiyordur. "Bugün yaptığın şeyin neye sebep olduğunu biliyor musun?"

"Ne oldu?" dedi Yalçın, güç onda sanarak. Adamları belki de diğer adamları halletmişti. Sesler azaldığına göre Piramit'in askerleri, eve giren bu heriflerin hakkından gelmiş olmalıydı. "Ne oldu, oyuncak bebeğini mi aldım elinden? Sürtüğünü mü öldürdü Hermes? Güzel kadındı şimdi, ölüsü işini görmez mi?"

Görkem, içinde yükselen ateşin parmak uçlarına kadar ilerlediğini hissetti. Gözünün önü karardı. Şakağında atan damarın sesi bir saatin tıkırtıları gibi beyninin içinde adeta zonkluyordu. Sıktığı yumruğunu ensesine yaslı silaha rağmen tek bir saniyede dönüp arkasındaki adama geçirdiğinde "Ne dedin sen?" diye sordu. Adamın bileğini kavradı, buna rağmen Yalçın tabancasını ona doğru çevirmeye çalışıyordu. Görkem tuttuğu bileği yukarı doğru çevirdi ve patlayan silah, avizenin tavandan kopup salonun ortasına düşerek parçalanmasına neden oldu.

Kristaller her yere saçılırken şöminenin ateşinden yayılan turuncu zayıf ışık dışında etraf karanlığa gömüldü. Görkem, elini Yalçın'ın boğazına sararak diğer eliyle de silahını söküp aldı ve yere fırlattı. Silahları kendinden uzaklaştırmaya çalışıyordu çünkü onu burada gözünü kırpmadan öldürebilirdi, bunu biliyordu.

Yalçın boğulmak üzereyken dudaklarını aralayıp Görkem'in yüzüne tükürürcesine konuşmaya başladı. "Belki de Hermes'in seninkine bir tur binmesine izin vermeliydin. Tadına baktığı kadınların yaşamasına izin veriyormuş diye duymuştum."

Yalnızca bir saniye sonra Yalçın'ın bedeni büyük camlara doğru havada uçuyordu.

Görkem onu öyle bir fırlatmıştı ki camın tamamı Yalçın'ın bedeninin çarpmasıyla birlikte tuzla buz olurken Yalçın, sırt üstü bahçe tarafına düşmüştü.

"Sen sikik bir orospu çocuğusun." Görkem, evin içine düşen cam parçalarını ayakkabısının tabanıyla eze eze karanlığın içinden çıktı. Bahçedeki havuzun mavi aydınlatması şakağına süzülen kanı olduğundan daha koyu bir renk gösteriyordu. Mavi gözleri ise karanlığın içinden ceylanın peşinde koşan bir sırtlan gibi yerde sürünen Yalçın'a sabitlenmişti. "Sen iflah olmaz piç kurusunun tekisin. Erkek misin lan sen şimdi? Erkek misin? Göt korkusuyla sürüne sürüne kaçmaya çalışsan kaç yazar amına koyayım, ecelin var karşında senin."

Dirseklerinin üzerinde doğrulmuş ve bedenini geriye doğru çekmeye çalışan adam cam parçalarının arasında bunu yapmakta zorlanıyordu. Her yerine kırıklar batıyordu ve kendini her geriye çekişinde karşısında ayaklarının üzerinde dikilen, ölümün soğuğunu gözlerine kazımış Görkem kendisine doğru bir adım atıyordu.

"O ağzını öyle açarken ne düşünüyordun ulan?" Sağ yumruğu Yalçın'ın burnunda patladığında sanki bir kan torbasını yumruklamıştı. Elini geriye çektiği an eklemlerine bulaşan kanı gördü. "Senden âlâ sürtük mü olur, onun bunun götünü yalamaktan başka ne işe yarıyorsun lan sen?"

Bir elinde kaskı diğer elinde Görkem'in silahıyla Arda, hemen yanında önüne gelenle boğuşmaktan gömleğinin iki düğmesi kopmuş Can ve onların bir adım arkasında saçı bile dağılmamış haldeki Kaya, karanlık salonun içine bir üçgen oluşturarak giriş yaptılar. Şömine ateşinin yaydığı ışık hepsinin sol profilini aydınlatıyordu. Yalçın, kafasını Görkem için kaldırırken arkasında dikilen diğerlerinin varlığını görünce kaderine teslim olup dirseklerinin üzerinde dik durma çabasından vazgeçerek kendini sırt üstü yere bıraktı.

Fakat Görkem, onu ensesinden kavrayıp başını yükseltti ve yüzüne bir yumruk daha geçirdi. "Ne kadar aldın?" diye sordu. Sesi boş araziye yankı yapıp dağıldı. Arda cebinden bir sigara çıkarıp dudaklarının arasına yerleştirdiğinde Kaya da kollarını göğsünde bağlamış, öylece önündeki manzarayı izliyordu. "Tek bir tuşa basıp bulunduğumuz konumu o herife göndermek sana kaç para kazandırdı? O kadının ederi sizin gözünüzde ne kadardı ulan?"

"Yüz bin," dedi Yalçın. Dişlerine bulaşan kana rağmen onu daha da kışkırtmak için gülümsedi. "Dolar. Aşüftenin teki için çok bile para bence."

"Onu öldürecek," dedi Can.

"Onu öldürmeli," dedi Kaya.

"Onu öldürsün," dedi Arda.

Görkem sıktığı yumruğunu içinde merhametin tek bir izi bile yokken bir kez daha Yalçın'ın suratına indirdiğinde etrafa kırılan kemiğin sesi yayıldı. Boğazından kavradığı bedeni bu kez havuza doğru itti. Yalçın'ın kafasını pis havuz suyuna soktu, yirmi altı saniye sonra geri çıkardı ve nefes nefese gözlerini açık tutmaya çalışan adamın suratına kadar eğildi. "Sadece sorduğum soruya cevap vereceksin, beni anladın mı? Yemin ederim şu havuzun dibine gömerim cesedini. Yemin ederim yaparım. Daha fazla sabrımı sınama benim, anladın mı lan?"

"Ne bilmek istiyorsun?"

"Konumun ne Piramit'te?"

"Dördüncü basamaktanım," dedi Yalçın. "Gerçi artık üç."

"O kadın hakkında ne biliyorsun?"

"Senin siktiğin-"

Bir yumruk sonra Yalçın'ın bilinci artık yerinde değildi. "Sikerim sorgusunu," dedi Görkem. Haşatını çıkardığı bedeni kaldırıp suya atmamak için zor duruyordu. Alnı ter içindeydi, akan kanı çizgi şeklinde süzülüp çenesindeki yara izine dek bir yol çizmişti. Parmak eklerinde ise Yalçın'ın kanını taşıyordu.

Üzerine doğru çöktüğü bedenin başından doğrulmadan, yalnızca başını geriye doğru çevirerek arkadaşlarının bulunduğu noktaya baktı. Kaya soğuk bir ifadeyle, Can dudaklarını birbirine bastırmış şekilde ve Arda, sigarasını içerek ona bakıyordu. Tuzla buz olan cam parçalarının üzerinde dikilen üç bedenin yüzlerinde de Görkem'inki kadar keskin bakışlar vardı.

"İçim soğumuyor." Sert bir nefes verdi. Parmak uçlarıyla yerden destek alarak ayağa kalkıp dik durmaya çalışırken omuzları düştü. Gözlerini yarattıkları enkaza doğru çevirdi. Evin altını üstüne getirmişler, herkesi toparlayıp arabalara tıkmışlardı. Dağıttıklarını toplamak ve yakaladıklarını teslim almak için gelen ekip aracının siren sesini duyuyordu Görkem. Parmaklarının tersiyle alnındaki teri sildi. "Ne yapacağım?" diye sordu arkadaşlarına. Herkes bu soruyu hep ona soruyordu. "O uyanmazsa ben ne yapacağım?"

Bir telefonun çalışına o an şükrettiler diğer Analizciler çünkü hiçbirinin verecek cevabı yoktu. Arda şöminenin kıyısındaki rafta duran telefonu alıp ekranına baktığında rehberde kayıtlı olmayan bir numaranın aradığını gördü. Hiç beklemeden cam parçalarını ezerek geçip liderine uzattı telefonu.

Görkem telefonu açıp kulağına yasladı ve karşıdan gelecek sesi beklemeye başladı fakat duyar duymaz sinirleri yeniden alt üst oldu. "Paran bir saate yatacak," diyordu Hermes. Sesi fazla keyifli geliyordu. Görkem onun daha fazla keyiflenmesine izin vermeyecekti.

Kararan bakışlarından Analizciler neler olduğunu anladılar. Hepsi refleksle ileriye doğru atılıp çevresini sardılar konuşanın sesini duyabilmek için. Görkem onları bu uğraştan kurtarıp hoparlörü açtı fakat işaret parmağını diğerlerine götürüp onlara susmalarını söyledi. Bir süre yaklaşan polis sesinin sirenini dinleyen Hermes, "Neler oluyor?" diye sordu. Sesi yine oldukça sakindi.

"Sana neler olduğunu söyleyeyim." Her bir kelimenin altını kanla çiziyormuş gibiydi Görkem'in vurgusu. "Yalçın üçüncü basamağa çıkamayacak. Altındaki merdiveni çektim, gitti."

"Ooo Görkem Duman..." Hermes bu gece böyle bir sürprizle karşılaşmayı beklemiyordu. "Hastaneye teslim ettiğim paketi almak yerine kargocumu içeri almışsın. Şimdi de Yalçın'ın yanında mısın? Senden hızlısı mezarda doğrusu."

"Söyle o babana, gevşetsin tasmanı. Sesin boğuk boğuk geliyor böyle. Anlayamıyorum ne dediğini."

"Sence sen, beni böyle konuşarak sinir edebilir misin?" Hermes'in dili başka içi başka konuşuyordu. Sinirlendiği doğruydu ama bunu düşmanına yansıtmayacaktı, tercihi onu kışkırtmak olacaktı. "Tasmayı falan boş ver şimdi Görkem, Mila'nın elbisesi ne güzeldi bugün. Senin için mi giymişti? Yoksa senin hediyen miydi? Biraz kan oldu ya, çok pahalı bir şey değildir umarım."

Kaya, Görkem'in telefonu tutan eli öfkeden titremeye başlayınca avucunu uzatıp ondan aldı. Dört erkek, omuz omuza bir çember oluşturmuşlardı. Ortada ise yalnızca bilinmeyen numaranın olduğu arama ekranı vardı. "Ne oldu? Sesin bir kesildi sanki. Sana bunun bir başlangıç olduğunu anlatmamı mı bekliyorsun yoksa? Mila'nın kaybedeceğin tek şey olmayacağını biliyorsun değil mi?"

"Kes sesini dinle beni," dedi Görkem. "Sen babasının gölgesinden bile korkan birisin. Ortalıkta güç bende diye gezmeni git o ezik üyelerine yuttur. Ben senin ciğerini çözdüm, Hermes. Mila'ya zarar verebilmek için bile babacığının onayına ihtiyacın var senin. Beni öldürmek istediğini biliyordum. Karşındaydım. Elim bağlıydı, ayağım bağlıydı. Elindeydim. Silahını kaldırıp sıkamadın kafama. Benden etinle kemiğinle nefret etmene rağmen işimi bitiremedin çünkü babana göstermek zorundaydın beni. O sana nefes al diye emretmese sen geberip gidersin. Öyle bir boyunduruğun altındasın ki, o kadar güçsüzsün ki, tek vasfın piyon olmak senin. Ben seni rakip diye karşıma bile almam şu saatten sonra."

"Ben senin sevdiğin kadını öldürebilirdim bugün. Kafasına nişan almadığım için teşekkür etmek yerine kalkmış neler söylüyorsun bana. Çok ayıp Görkem Duman, kınıyorum seni."

"Sen kına beni," dedi Görkem. "Girdiğin şok sesine yansımıyor mu sanıyorsun? Yalçın'a ulaşmış olmam ecel terleri dökmene sebep oldu. Hangi cehennemdeysen, ilk yaptığın başını kaldırıp sağına soluna bakınmaktı lan senin. Öyle korkuyorsun işte bizden. Daha fazla bakınıp durma, seni şu an görmüyorum. Çek perdelerini, saklan saklanabildiğin kadar ama yüreğinde hep o korkuyla gez. Çünkü geleceğim, Hermes. Senin için de geleceğim."

"Gel de yüzünün boş kalan yerlerini yakayım bu sefer." Hermes'in kaşları öfkeyle çatılmıştı. "Gel de zincire vurup köpeğim yapayım yine seni. Hatta turuncu kafalı kadın olur da iyileşirse onu da al yanına. Ama beni görmek, ona ne kadar iyi gelir bilmiyorum. Ah Görkem, son bakışlarını bir görseydin... Beni gördüğü an yüzüne yerleşen o korku, seni ararken yaşadığı o çaresizlik, sonra kaderine boyun eğişi... Yalnızdı. Yanında değildin. Yanında olsaydın, eminim sen de unutamazdın o sahneyi. Fazlasıyla dramatikti."

"Seni ben öldüreceğim," dedi Görkem. "Ve andım olsun, silah bile kullanmayacağım." Kalbi öyle çok kasılıyordu ki bir kriz geçirmek üzere olduğunu anladı. Sağ şakağına korkunç bir ağrı saplanırken gözlerini yumup açtı ama önünü bile göremedi. "Yemin ederim," dedi. "Yemin ederim, bana yalvaracaksın. Dizlerinin üzerine çöktüreceğim seni. Gözümde artık hiçbir önemin yok, çünkü sen o tetiği çektiğin andan beri benim için ölü bir adamsın. İşte bu yüzden, sana bunları yapmak için seni hedef almayacağım."

"Ne demek lan o?" diye sordu Hermes sesini yükselterek. Kastedileni anlamayacak birisi değildi, yalnızca kalp atışları hızlanırken bunu duymak istiyordu.

"Can Günay." Görkem'in adını söylemesiyle birlikte Can'ın bedeninden soğuk bir ürperti geçerken omuzları da dikleşti. "Yine köpek gibi korktuğun için elini bile süremediğin o adam. Kız kardeşinin biriciği, tek kıymetlisi. Ah, o ikisi hakkında pek de bir şey bilmiyorsun değil mi? Geceleri gizlice buluştuklarını falan da bilmiyorsundur sen şimdi." Hermes'in sesi çıkmadığına göre Görkem, oynadığı kumarı kazanmıştı. "Kız kardeşin yuvadan uçmadan önce onunla geçirdiğin vakitlerin keyfini çıkar istersen. Aa, ama çıkaramazsın ki. Çünkü o hâlâ Can'ın kulübesini patlatan kişinin sen olduğunu sandığı için senin yüzüne bile bakmıyor. Pardon, unutmuşum."

"Bunu sen mi planladın?" diye sordu Hermes, bir küfür savurur gibi. "O binadan parçalanmış sırtınla çıktın sen. Bunu sen mi yaptın?"

"Sırtımı parçala, yüz derimi, kes bileklerimi, kurşuna diz bizi. Ölmediysek sıkıntı büyük Hermes. Ölmediysek sıkıntı büyük."

"Boş tehditlerinden sıkıldım, Duman. Sen bize hiçbir şey yapamazsın."

"Benim tehditlerimin altı boş olmaz, Kaman. Ben sana aklının hayalinin almayacağı şeyler yapacağım."

Hermes, soyadını duymasıyla birlikte başından aşağı bir kova kaynar suyun döküldüğünü hissederken şiddetle oturduğu yerden kalkıp elindeki içki şişesini karşısındaki duvara fırlattı. "Sen bunu nereden-"

"Ben, yanımda yürüyenlerin bana sadık olduğunu bilirim ama sen oturup Milat'la bir konuş derim. Bu devirde kime güveneceğini kestirmek zor."

Arda'nın bu konuşma karşısında neredeyse dudağı uçuklamıştı. Kocaman açtığı gözleriyle Görkem'in gözlerine bakarken karşısında elleri titreyen bu adamın nasıl olur da sesinde biraz bile tereddüt olmaz anlamaya çalışıyordu. Gömleğinin içinden çıkarttığı künyesinin etrafına parmaklarını sarmıştı Görkem.

Can bile bu konuşma karşısında saygı duruşuna geçerken Kaya, hayran olmak yerine panik olmuş durumdaydı. Çünkü telefon kapanır kapanmaz Görkem'in devrileceğini biliyordu. Boynundaki damar öyle belirgin hale gelmişti ki Görkem'in nabzını o damarın atışına bakarak sayabiliyordu Kaya.

"Şimdi," dedi Görkem. "O kurşunu sana yedireceğim gün gelene dek git bir köşede altını pislet. Biz, Hermes; seni kendi ellerimizle öldüreceğiz ve o gün yanımızda Vega da olacak. Babana selamımı iletmeyi unutma, yok unutacaksan hatırlatmak baabında burayı da ateşe verelim. Pedere de selam çakmış oluruz."

Hermes, telefonu kapatıp duvara fırlattı.

Görkem'in siması ekranın bir anda sönen ışığıyla birlikte yeniden karanlığa gömüldü. Can, Arda ve Kaya gözlerini kaldırıp ona baktılar. Bir tepki beklediler, bir öfke belirtisi, bir küfür, birkaç ölüm tehdidi.

Ama Görkem, tıpkı o konuşmayı yaparken olduğu gibi sakinliğini korudu. "Gidiyoruz," dedi. "Burada işimiz bitti."

Ekipler geride kalanları devralmak için eve girerlerken bahçeden omuz omuza dört adam çıktı. Hiçbiri konuşmadı, bu gece yaşanılanlar hakkında ağzını açmadı, aynı sert bakışlarla araçlarının olduğu yere doğru yan yana yürüdüler.

Geride parçalanmış camlar ve biblolar, devrilmiş kanepeler, imha edilmiş kameralar ve kırık kemikler bıraktılar.

Hepsi, bunun henüz başlangıç olduğunun farkındaydı.

🔥

Can Günay:

Ben, daha önce hiç çok sevdiğim bir insanı kaybetmedim.

Kaya yetimhanedeki çocukları, Arda her iki ebeveynini, Görkem Müjgan ablasını ve Eylül de babasını kaybetti ama ben bugüne dek hiç bir mezarı ziyaret etmedim.

Bu yüzden tüm o dik duruşların arkasına sakladığım küçük korkak çocuk başını uzatıp bana "Asya gerçekten ölecek mi?" diye sorduğunda bunu yalnızca ben duyabildim. Bir kaybı bilmiyordum. Bir kaybın insanı nasıl çürüttüğünü Asya'nın gözlerinde görmüş, öyle hissetmiş, öyle içime yamamış ve onun hislerini ben de onunla empati yaparak yaşamıştım. Kayıp hakkında bildiklerim, Asya'da gördüklerimden ibaretti.

İçimdeki panik ve bilinmezliğin getirdiği buhran beni çepeçevre sardığında Barış Asya için kan veriyordu. Bugün öyle çok şey yaşanmıştı ki bana asırlar öncesine ait gibi gelen bir anıydı bu ama aslında üzerinden taş çatlasın altı saat geçmişti.

İşte Barış, o sedyede uzanıp başındaki hemşirelere "Hepsini alın, bütün kanımı alın yeter ki o yaşasın," diye yaşlı gözlerle sayıklarken ben yalnızca ortadan iki dakikalığına kaybolmuştum.

Adresim lavaboydu. İçeri girdiğim an arkamdan kilitlediğim kapıya sırtımı yaslamış, seksen saniye boyunca göğsüm şiddetle şişip inerken ve ellerim tir tir titrerken başımı tavana çevirip doğru bir şekilde nefes almaya çalışmıştım. "Yapma," demiştim kendime sesli bir şekilde. "Yapma, bunu yapma. Sana ihtiyaçları var, böyle yapma."

Bu sırada Görkem ancak sakinleştiricilerin onu kendine getirebileceği bir kriz geçiriyormuş, bunu sonradan öğrendim.

Şimdi yedi katlı bir binanın teras katındaydım. Aşağıya ayaklarımı sallandırıyorken o lavabodaki halimi düşünüyordum. Kendimi toparlamak için avucuma aldığım suyu yüzüme çarparken ellerimin nasıl titrediğini hatırlıyordum ama tüm gün herkese nasıl iyiymiş rolü kesmeye devam ettiğimi anlamlandıramıyordum. Dışarıdan bir göz olarak baktığımda sanki o saniyeleri yaşayan Can, elindeki bıçağı gözümün önünde sallayıp "Bak," diyordu. "Bin bıçak var içinde, bin yara, hepsi bugünden hatıra."

Bazı günler böyleydi. Bin bıçak, bin yara, acı ile dolu bir kutu hatıra demekti.

Değil bin yara, yüz bin tane daha almam gerekseydi yine aynı şekilde düz bir ifadeyle durur, diğerlerini elimden geldiğince toparlamaya çalışırdım. Sırf Asya için yapardım bunu. Çünkü o çoğu zaman korkusuzdu ama içimizden biri kendini koyverdiği zaman gözlerine korkunun en koyu tonu bulaşıyordu. Birimiz mahvolsak, birimiz biraz kopsak, sihirli değneğini uzatıp hemen ortalığı toparlıyor ve bizi yeniden birbirimize bağlıyordu. Ben de bir düğüm olamayacaksam bile bir ip olmak istedim, aksi takdirde Asya uyandığında ona bakacak yüzüm olmazdı.

Uyanır mıydı?

Onsuz bir hayat düşünemiyordum. Onsuz bir biz, alabildiğine karanlıktan ibaretti. 

Aşağı sarkıttığım bacaklarıma rüzgâr vuruyordu. Gece çöktükçe hava daha da soğuyordu. Üşüyordum, saat ikiyi on dokuz geçiyordu. Üzerimdeki gömleğin iki düğmesi Yalçın'ın evinde Görkem'in arkasını kollarken boğuştuğum adamlardan biri tarafından koparılmıştı. Saçım başım dağınıktı ve yüzüm gözüm ise çok daha beter haldeydi.

Onlarla yollarımızı ayırmadan önce Görkem'den bana vurmasını istemiştim.

Bu, planımın önemli bir parçasıydı.

Kendimi ana odaklanmaya zorladım. Eğer onu biraz biraz olsun tanıyabildiysem terasın tahta kapısı bir dakika sonra aralanacaktı.

Tam da tahmin ettiğim gibi terasın kapısı, ikiyi yirmi bir geçe itilerek açıldı. Şimdi sırada tanıdığım en zeki kadının aklına girmek vardı.

Kapattığım gözlerimle yedi katlık yükseklikten şehri izliyordum. Seçtiğim yer denizi görebilen teraslardan biriydi. Dalga sesleri gelecek kadar yakındı ama dalgaları göremeyeceğim kadar uzaktı. Gökyüzünün rengi denizi kendine katmıştı. Önüm sonsuz geceydi, önüm kış ayazıydı, önüm karanlıktı.

"Can," dedi o kadının sesi. "Ne yapıyorsun? İn oradan aşağı."

Yemin ederim, sesinde korku vardı.

Daha önce beş genci buna benzer teraslardan itmemiş gibi, ilk defa böyle bir şeye şahit oluyormuş gibi korku doluydu.

Ona yazdığım mesajda onu son kez görmek istediğimi söylemiş ve burasının konumunu atmıştım. Ardından yazdığı hiçbir şeye bakmamış, bana ulaşamamasını sağlamıştım.

Ellerimi sert bir şekilde üzerinde oturduğum sıvası çatlamış tuğla duvara bastırdığımda avuçlarıma çakıl taşları battı.

Omzumun üzerinden başımı çevirip yeşil gözlerinin içine baktım. Rüzgâr önümdeki saçları dağıttığında loş bir ışığın vurduğu yüzüm, gözlerinin önüne serildi. Elmacık kemiğimin üzerindeki benim isteğim dışı oluşan Görkem'in bıraktığı iz, bugün benim isteğimle bıraktıklarının yanında soluk kalıyordu. Kaşımdan akan kanı özellikle tüm yol boyunca silmemiş, kuruması için bırakmıştım. Alt dudağımda bir şişlik vardı, sol gözümün altı sarı bir halkaya ev sahipliği yapıyordu.

"Ne oldu sana böyle?" İki elini uzatıp sahici bir panikle bana doğru adımlamaya başladığında başımı yeniden aşağıya çevirerek ona sırtımı döndüm.

"Sen insanları kendilerini öldürmeleri için ikna edersin," dedim buz gibi bir sesle. Bakışlarımı önümdeki boşluktan çekip yeniden ona çevirdiğimde gözlerime yaşlar asmıştım. "Şimdi beni kendimi öldürmeyeyim diye ikna et, Milat."

Vega, dudaklarımdan adı dökülür dökülmez bir darbe almış gibi geriye doğru adım attı. "Sen-" dediğinde sözünü kesip, "Adını nereden mi biliyorum?" dedim. Gülümsedim. "Boş versene. Bir tek seni tanıyarak ölmek isterdim demiştin, ölmeden önce bir yüz göreceksem bu seninki olsun istedim ben de. Bana bir vedayı çok görme."

"Ne?" Algıları kapanmış gibiydi. Biliyordum, daha önce bir intihara şahit olmuştu ve ben, ona anlam veremediğim tek şeyin intihar etmek olduğunu söylemiştim bileklerini dikkatimi çekmek için kestiği gün. Şimdi benden bunları duymak onu kendi kişiliğine döndürecekti. Oyunlar oynayamazdı, benimle savaşamazdı çünkü ben elimde bir kılıçla değil urganla karşısındaydım onun.

Vega Venom, ciddi olduğuma inandığı andan itibaren artık Milat Kaman'dı.

"Can." Tek bir heceden ibaret adımı söylerken sesi titredi. İki elini havaya kaldırıp beni korkutmamak için yavaş adımlarla aramızdaki mesafeyi kapatmaya başladı. "Can, oyun oynamıyoruz." Oynamadığımı belli edercesine bir kez başımı salladım ve gözlerimi yeniden boşluğa diktim.

O tek saniyelik anda dudaklarıma bir gülümseme kazındı. Oynamadığımızı sandığı oyunun kazananıydım ve bütün kuralları bu defa ben belirliyordum.

Yeniden yalvarır gibi "Can," dediğinde onun en hassas damarının üzerine gözümü kırpmadan bile bile basmış olmak, korkunç bir canavar olduğumu düşünmeme sebep oldu fakat sonra Görkem'in avuçlarını boyayan Asya'nın kanı belirdi zihnimin içinde. Bu bana asıl canavarı hatırlatmaya yetti. "Can, konuşalım. Hiçbir şey bilmiyorum. İn aşağı, konuşalım. Hava çok soğuk, titriyorsun. Ne oldu sana? Yüzünü kim bu hale getirdi senin?"

Sesindeki ölümcül ton, ben kendimi buradan atsam bile bana bunu yapanı bulmadan kendisinin ölmeyeceğini haykırır gibiydi.

Oyunu bir üst seviyeye taşımanın zamanıydı.

"Beni sevdiğini sanıyordum," dedim kısık bir sesle. Kendime bile itiraf etmekten sakınır gibiydim. Bunun ne kadarı roldü, kestiremiyordum ama kendimi oyuna kaptırmam bu gece için doğru olandı. "Ben ilk defa hayatımda birisinin beni önceliği yaptığını sanıyordum. Ben kimsenin vazgeçilmezi değilim, Milat. Değilmişim, yanlış sanmışım, olamazmışım, yanılmışım."

"Hiçbir şey anlamıyorum," dediğinde elini sırtıma yerleştirdi. Görmeyi beklediği en son manzara benim bu şekilde oluşumdu, bu yüzden yaşadığı şok şimdi yavaş yavaş dağılıyordu. Kontrolünün en azından bir kısmı bedenine geri dönüyordu. Bunu beni indirmeye çalışmak yerine yanıma oturmak için bacağını duvarın üzerine aşırttığında anladım.

Gece gibi koyu saçları, omzuna teğet geçecek uzunluktaydı. Yüzünün önündeki perçemleri kulağının arkasından sıyrılıp yeniden alnına düştüler yanıma otururken. İşaret parmağıyla o tutamı kulağının arkasına itip yüzünü bana çevirdi. "Anlat," dedi benim gibi bacaklarını aşağıya sarkıttığında. Avucunu benim elimin üzerine bastırdı. "Ölümünü izlediklerim, anlaşılamadıklarından kayıp gittiler bu dünyadan. Ben seni anlamazsam, o zaman yeniden gözden geçirirsin kararını ama insan bir kere atlarım demekle kendini atamaz aşağıya, bunu da iyi bilirim."

En iyi yaptığı şeyi yapıyordu. Kelimeleri kullanıp zihnime sızıyordu, tıpkı ondan yapmasını istediğim gibi.

"Ölmek istemiyorum," dedim gözlerimi gözlerinin içine dikip ona yalvarır gibi bakarak. "Ama o ölürse, bu vicdan yüküyle nasıl yaşarım bilmiyorum."

Bana bakmak bir sebepten canını acıtıyormuş gibiydi. Yüzümdeki yaraların sebebini adını nereden bildiğimden bile daha çok merak ediyordu. Önem sırasında beni başa koymuştu. Onun vazgeçilmeziydim, gözleri böyle söylüyordu.

"O kim?"

"Bilmiyor musun?" diye sordum suçlayıcı bir sesle. "Bana oyun oynama. Yalvarırım daha fazla oyun oynama. Kaldıramam, bugün değil."

Sağ elini kaldırıp yüzüme uzattığında çeneme dokundu. Baş parmağı, çene çizgimde küçük bir yay çizerken gözlerimin içine baktı. Dokunuşlarının sakinleştirici etkisi olmasını umuyordu. Beni ikna etmesini söylemiştim, ona söylediğimi yapmak için çabalıyordu. "Sen yalanları yakalayabilen bir adamsın," dedi gözlerimin içine bakarak. Baş parmağını hafifçe yüzümde gezdirmeye devam etti. "Sence şu an yalan söyler gibi bir halim var mı? Neyden bahsettiğini bilmiyorum."

"İkizin," dedim çocuk gibi çıkan sesimle. "O, arkadaşımı vurdu. Bunu bilmiyor olamazsın."

Vega'nın merhamet dolu bakışları, yerini öfkeye bırakırken sert bir sesle "Kimi?" diye sordu. "Hangisini? Azul oscuro'yu mu?"

"Mila'yı," dedim onlar onu bu isimle tanıdığı için. "Tüm bunlar benim suçum. Eğer senin peşine düşmeseydim, seni görmek yerine gözlerimi kapatsaydım..."

"Can," diyerek susturdu beni. "Bu olayın benimle hiçbir ilgisi yok."

Vega, kapısını açtığım kafese kendi isteğiyle yürüdüğünün farkında değildi.

"Nasıl yok?" diye sordum. "Siz birbirinizden habersiz nefes bile almıyorsunuzdur. Biz de almıyorduk. O kadın, benim kardeşim gibiydi. Neden kardeşimi söktün aldın benden?"

"Öldü mü?" diye sordu korkuyla. Ölseydi, bir daha onun yüzüne hiçbir şekilde bakmayacağımı biliyordu.

"Bilmiyorum." Burnumu çekerken sesimin daha da çatlak çıkmasını sağladım. "Ama herkes beni suçluyor, bunu biliyorum."

"Kim seni neden suçluyor?"

"Çünkü beni kandırdın!" diye bağırdım. Aniden başımı kaldırdığım için Vega refleksle beni tutmak ister gibi elini duvara yaslı olan elimin üzerine daha fazla bastırdı. Onun yüzüne doğru eğildim. "Çünkü gözümün içine baka baka kandırdın beni! Çünkü benimle kedinin fareyle oynadığı gibi oynuyorsun. Neden bunu yapıyorsun? Neden bana bunu yapıyorsun?"

"Bak," dedi sakin bir sesle. Bu ton, işin ehlinin bileceği bir tınıdaydı. Diğerleri ne zaman kontrolden çıksa ben de onları kendilerine getirmek için sesimi bu tona düşürürdüm. Çenemi baş ve işaret parmağının arasına kıstırıp ona bakmamı sağladı. "Sorun ne bilmiyorum ama seni hiç böyle görmemiştim. Yemin ederim dinleyeceğim, yemin ederim sorularına cevap vereceğim. Sadece diğer tarafa doğru dönelim tamam mı Can? Yükseklik, insanı içine çeker. Bizi çekmesin, olur mu Can?"

Göz bebekleri küçülmüştü, eğer biraz daha yakın olsaydık kalp atışlarının sesini duyacağımı biliyordum.

Benim için gerçekten deli gibi korktuğunu görmek, boğazıma bir yumru oturttuğunda yutkunarak bu hissi geçirmeye çalıştım fakat sanki o yumru yumruk olup soluk borumu tıkadı. Bir anlığına bana karşı hissettiklerinin ağırlığı yüzünden nefes alamadım.


"Beni kandırdın," dedim. "Beni seviyorsun sanmıştım. Tüm bu oyunların arkasında, bana karşı bir şeyler hissettiğini sanmıştım."

"Seni bu fikirden vazgeçiren ne oldu?" diye sordu beni anlamaya karşı duyduğu müthiş bir arzuyla.

Ve o cümleyi kurdum. "Alfonso'yu bana tercih ettin."

İpi sökmeye başlamak üzereydim.

"Ne?" dedi gözlerini yalanlamak için kocaman açarak.

İntihara meyilli olarak yansıttığım ruh halim, yerini gözü dönmüş kıskanç bir erkek arkadaşa bıraktı. İçimde biriktirdiğim bu karakterleri sıra sıra böyle kolay bir şekilde sunabilmeyi akıl hastanesindeki arkadaşlarımla geçirdiğim günlere borçluydum. Bir insan, normal bir insandan öğrenemeyeceği şeyi bir deliden öğrenebilirdi.

"Hâlâ rol yapmaya çalışıyorsun!" diye bağırdım. "Alfonso için benden vazgeçtiğini itiraf bile edemiyorsun. O öldürülecekti, Piramit peşindeydi, bunu biliyordun. Ne yaptın? Ne yaptın Milat? Beni de Alfonso'nun peşine taktın. Sırtıma bir hedef tahtası astın. Sırf Alfonso'nun hayatını kurtarayım diye benim hayatımla kumar oynamaya kalktın sen."

Vega hiç beklemediğim bir şey yaparak burnunu ağzıma doğru yaklaştırıp yüzünü buruşturarak nefesimi kokladı. "Sen alkol falan mı aldın?" diye sordu garip bir tavırla. Aklımı dağıtmaya çalışıyordu. "Yoksa uyuşturucu mu? Ot mu çektin, damardan mı? Yok, bir şey var. Deli saçması hikâyeler uydurup kendini inandıracak aşamaya seni ne getirdi çok merak ediyorum."

"Niye yalanlamıyorsun?"

"Senin hayatın, benim kumar masasına koymayacağım tek şey aptal!" dedi yüzünü benimkine yaklaştırıp. Sert bir rüzgâr aramızdaki bir nefeslik boşluktan esip geçtiğinde elini koluma yaslayıp kendini sakinleştirmeye çalıştı. "O yüzden inelim şuradan," dedi. "Kendini atmayacağını bilmeme rağmen burada oturuyor oluşun göğsümü sıkıştırıyor. Oyunları siktir et Can, benim kaybetmek istemediğim sensin. Bunu çoktan anlamış olman lazımdı."

Dediklerini duymamış, içimde bir oyuk açılmamış gibi yapıp "Yattın mı onunla?" diye sordum. "Alfonso'yla yattın mı?"

Tavrım korkusunu yere çalıp dudaklarına tanıdığım o ukala tebessümü yerleştirdiğinde gözlerini kıstı. "Beni kıskanıyorsun," dedi büyük bir analiz yapmış gibi. "Sevgilim, kıskanç bir erkek oluşundan hoşlanmadığımı söyleyemeyeceğim. Oldukça etkilendim şu an."

Ben gülmek yerine somurtup, "Yani yattın," dediğimde Vega bir kahkaha atıp avucunu göğsüme yasladı.

"Ah Can," dedi içi erir gibi. "Gerçekten köpek gibi merak ediyorsun bunu değil mi?"

"Senin yaralarımın sebebine karşı duyduğun meraktan fazlası değil," dedim gözlerimi yeniden boşluğa çevirerek. Şimdi de yakalandığım için utanmış rolü kesiyordum.

"Şuraya oturursak anlatırım," dedi eliyle arkamızı işaret ederek. "Ve karşılığında sen de bana Hermes'in arkadaşına ne yaptığını anlatırsın. Soru işaretlerimizi silersek daha düzgün ilerlemiş oluruz."

"Ben sana kendimi öldüreceğim diyorum, sen bana ilerlemekten bahsediyorsun."

"Açık konuşmam gerekirse o göt sende yok." Elini dudaklarına götürüp gülüşünü gizledi. Toparlanmıştı, kontrolü ele geçirdiğini sanıyordu, kafamı dağıtıp beni alaya alıyor ve yörüngesine çekiyordu. Kendini kaptırmış gidiyordu. "Ay pardon, fazla açık oldu."

Ona sinirli sinirli baksam da çocuk tarafımı korudum. Az önce korkumu gözler önüne serdiğim gibi şimdi de gıcık olduğumu gözlerinin önüne serdim. "Bir an için," dedim bozuk atan bir sesle. "Ölmek kurtulmak gibi gelmişti."

"Hep öyle gelir," dedi. "Hep de öyledir," diye ekledi. "Geride bırakacağın birileri olmasaydı sana da kendini aşağı atmanın seni nasıl hafifleteceğini anlatırdım ama maalesef, geride bırakamayacağın ben varım. O yüzden hadi bakalım Can Günay, deli gibi kıskandığın sevgilinin elini tut ve ayaklarımız yere bassın biraz."

Elleriyle duvardan destek alıp ayaklarını yan çevirdi ve sonra terasın zeminine bastı. Başımı iki yana sallayıp sanki ona evet demekten başka çarem yokmuş gibi davranarak uzattığı eli tuttum. Parmaklarım parmaklarına dolandığında Vega'nın nefesinde bir dalgalanma olduğunu hissettim. Duvarın üzerinden inip karşı karşıya terasın zemininde dikildik. Bu bilmediğim bir sebepten bende rahatsızlık hissi uyandırdı ve az önce üzerinde oturduğum duvarı bu kez yere çöküp sırtımı yaslamak için kullandım. Yalnızca bir saniye sonra omzu omzuma değecek şekilde yanımda oturuyordu.

"Seni dinliyorum," dediğimde Alfonso hakkında ona hesap soruyor olduğumun bilincindeydi. Uzatmayıp konuya girdi.

"Bahsettiğim listeye ulaştın mı?"

"Cevap veren değil soru soran taraf olmak istiyorum."

"Peki madem." Omuzlarını kaldırıp indirdi. "Seni Alfonso'ya yönlendirdiğimde onun ölüm emrinin verildiğini biliyordum, bu konuda yalan söylemeyeceğim ama zamanı hakkında fikrim yoktu. Kendisine açılan davayı eğer kazanırsa öldürülür diye tahmin ediyordum, kaybederse zaten hapse girecekti."

"Arabasının altına bomba döşemişlerdi," dedim dehşete uğramış bir şekilde. "Ve ben oradaydım. Orada ben de vardım. Beni onu kurtarmak için gönderdin ama başıma ne geleceğini umursamadın. Senden bunu beklemezdim."

"Seni onu kurtarmak için falan göndermedim," dedi ciddi bir şekilde. "Ben sana o adamı al sorgula dedim. Bir takipçi gibi peşine düş demedim."

"Yaşaması neden bu kadar önemliydi peki senin için?"

"Bir borcum vardı da ondan," dedi doğrudan. "Beni bir kez kurtarmıştı, ben de onu bir kez kurtardım ve hesap kapandı. Olay bundan ibaret."

"Onu kurtaracaksın diye beni öldürtecektin."

"Senin eline Piramit'in kara listesini verdim ben. Biraz teşekkür etsen ölmezsin sevgilim."

"Verdin de ne oldu? Dili şifreli."

"Aaa..." dedi şaşkınlıkla. "Bak bunu bilmiyordum işte."

"Alfonso seni neyden kurtarmıştı?"

Gözlerine acıklı diyebileceğim bir bakış oturdu. "Keşke bunu benden bilgi almak için değil de gerçekten merak ettiğin için sorsaydın."

"Babandan mı?" Cevap vermesine gerek yoktu, cevabı biliyordum. "Babaların çocuklarının ruhlarında yara açmakla ilgili zalimce alışkanlıkları var."

"Öyle."

"Öyle."

Uzayıp giden sessizliğimize alıp verdiğimiz nefeslerin buharları karışıyordu. Hava o yanıma geldiği andan beri sanki daha soğuktu. Sanki asıl kış benim tam yanımda oturuyordu.

"Senin yüzünde bu yaraları açan zalimi de öğrenebilecek miyim?"

Başımı soluma çevirdiğim an kirpiklerini dikkatle aralayıp gözlerimin içine oradan cevapları tutup çıkarmak ister gibi odaklandığını fark ettim. "Arkadaşım vuruldu benim," dedim ve bu gerçek birlmem kaçıncı kez tokat olup çarptı yüzüme. "Bunu senin ikizin yaptı ve ben, seninle olan bağım yüzünden birilerinin öfkesini yönelteceği ilk kişiyim."

Bu fikri kullanmayı aklıma getiren Asya'ydı.

Çünkü o, Vega'nın beni diğerlerinden uzaklaştırmaya çalıştığını söylemişti. Yalnızlaşacaktım, bunu istiyordu. Görkem'in abisinin avukat olarak çalıştığı şirketi seçip bana vermesi bile biz karşı karşıya gelelim diyeydi. Yanımdakilere sırtımı dönüp bir tek onun olayım istiyordu.

"Buna seni nasıl inandırabileceğimi bilmiyorum ama gerçekten haberim yoktu Can. Haberim olsaydı sana söylerdim çünkü yine dile getiriyorum, seni kaybetmek istemiyorum ben. Böyle bir komploda parmağım olsa beni yeryüzünden sileceğini bilecek kadar akıllı bir kadın oluşum, belki bana inanmanı sağlar."

"Birilerini yeryüzünden silmek değil, yeryüzünden silinip gitmek istiyorum."

"Sen de mi kendini suçluyorsun onlar gibi?" Dudaklarına şefkat dolu bir gülümseme yayıldı. "Yapma," dedi hadi ama der gibi. "Senin ne gibi bir suçun olabilir Hermes'in yediği halttan dolayı?"

"Buna gülemezsin," dedim sert bir sesle. "Benim arkadaşım ölümle cebelleşirken sen buna yenilen bir halt deyip geçemezsin, beni anladın mı? O kadın mutlu olmayı bu dünyada en çok hak eden kişiydi. O kadar uzun zamandır ölüydü ki, o toprak biraz olsun yeşersin diye yapmadığımız şey kalmadı bizim. Tam mutlu oluyordu lan. Biraz olsun yüzü gülmeye başlamıştı. Senin ikizin onun gözünün yaşına bile bakmadı. Uzak mesafeden tek bir kurşun, karnının soluna." İşaret parmağımı kaburgasının altına yaslayıp iki kez vurdum dokunduğum yere. "Tam buraya." Gözlerinde bir gölge titreşti, ihtimalleri kafasının içinde arka arkaya sıraladığının kanıtıydı bu. "Tam buraya," dedim tekrar. "Doktorlar onun yaşamasının mucize olduğunu söylediler. Diyelim ki açtı gözünü, onun neleri kaybetmiş olabileceğini alıyor mu aklın senin? Hiçbir zaman çocuk sahibi olamayacak belki de. Sen, ikizin bir kadının bütün hayatını tek bir kurşunla çalmışken nasıl olur da buna gülebilirsin?"

Oldukça kontrollü giderken Asya'dan bahsettiğim an kendi cümlelerim saçılmıştı etrafa. Analizcilere gösteremediğim korkuyu ona göstermiştim. Kaskatıydı bedenim. Kalbim hızlı hızlı çarpıyor ve nefeslerim düzenden çıkıyordu.

Gözlerimin içine dikkatle bakmayı sürdürürken dudaklarındaki gülümseme silinip gitmiş, olayın boyutunun farkındalığı çökmüştü omuzlarına. "Çok korkuyorsun." Bir duvara sırtımı vermiş, dizlerimden birini kendime çekmiş ve diğerini ileri uzatmış haldeydim. Elini yüksekteki dizime yerleştirdi. Temasından kaçmadım. "Kimseye söyleyemedin mi?" diye sordu benim ruhumu tanırmış, benim ruhumla büyümüş gibi bir sesle. "Çok üzgünüm Can. Hermes'in arkadaşına bilmediğim bir sebepten kafayı taktığını biliyordum ama onu vuracak kadar ileri gideceğini düşünmemiştim."

"Ne saçmalıyorsun sen?" Benimle dalga mı geçiyor diye suratına baktım. "Görkem'i diri diri yakan da Hermes değil miydi? Kızgın bir demiri çıplak bir bedene bastırdı o herif. Kardeşinden bahsediyorum. Sen kardeşini tanıyor musun? O gerçek bir ruh hastası Milat."

"Bizi hasta eden sebepleri bir bilseydin Can..." Bana kızmasıydı beklediğim tepki. Bunun yerine cümlelerin doğruluğunu kabullenip daha da alçaltmıştı sesini. İlk defa onu utanç içinde görüyordum. Kardeşinin yaptıklarından utanır gibiydi. "İnsan kaçmak için çırpındıkça kaçmaya çalıştığı yerden istemsizce bir şeyler katıyor kendine. Bir odada kilitli kalırsan o odayı ezberlemekten başka bir şey yapamazsın. Hermes için o oda babamdı. Giderek ona benzemesi beni korkutuyor. Kardeşimi tanıyorum, dönüşmek üzere olduğu adamı da tanıyorum maalesef ki ve inan bana, bunlardan memnun değilim. Gerçekten değilim."

"Düzeni bozmak istiyorsun," dedim hızlıca. "Bana ihtiyacın var bunun için." Zaten ortada olan gerçekler karşısında başını salladı. "Ve benim de arkadaşlarıma ihtiyacım var, sana yardım edebilmek için. Kardeşin onları böyle tek tek avlamaya devam ederse aramızdaki anlaşma küle döner. Ya onu ikna et, babanı bitirmek için çıktığımız yolda önümüzden çekilsin ya da hiçbir şey yapmadan bekle, Görkem onu gebertsin gitsin. İçinde bulunduğumuz senaryoda başka bir seçenek mevcut değil. Haberim yoktu diyorsun, haberin olacak Milat. Senin Piramit'te uçan kuştan bile haberin olacak. Aksi halde biz seninle ne kadar denersek deneyelim hiçbir şeyi başaramayız."

"Bana arkadaşından bahset." Kırılgan bir kuş gibi savunmasız kalmıştı karşımda. Yanağını dizlerine yaslayıp yüzünü bana çevirdi. "O kadının intihara meyilli durduğunu söylemiştim sana. Ona karşı tuhaf bir yakınlık hissediyordum. Sanki başka bir evrende tanışsak, derdimi derdi sayacak türden biriymiş gibi geliyordu bana."

"O ve Görkem, bugün baş başa yemek yemeğe çıkmışlardı ilk kez." Sinir bozukluğu ile gülmeye başladım. "Bizim de seninle sözde baş başa çıktığımız yemeğin sonu, senin beni ve bütün arkadaşlarımı zehirlemenle bitmişti. Belki de yemeğe çıkmak hepimizin lanetidir."

"Konudan bağımsız, kimya bilmenin en güzel yanı zehirlere hakim olabilmek bence. Birini öldürmenin binlerce yolunu biliyorum ama kullanmıyorum, beni ailemden ayıran en net özellik bu. Onlar, güçlerini sergilemeyi seçer. Bu erkeklerin doğasında vardır. Piramit'e sorsan hepsi en çok babamdan korkar. Halbuki bir cesedin arkasında hiçbir iz bırakmadan asitle nasıl yok edilebileceğini ben bilirim, babam değil."

"Bunu hiç yaptın mı?"

Gülümsedi. "Hayır Can. Bildiğim her şeyi uygulamaya kalksaydım dünyada insan bırakmazdım."

Dudaklarına çizilen kavisi izledi gözlerim. Ona gereğinden fazla dikkat kesildiğimi fark ettiğinde "Can?" dedi şaşırarak. Sessizliği üzerime bir kalkan gibi geçirmek istesem de "Seninle baş edebilmenin bir yolu yok mu?" derken buldum kendimi.

"Benimle baş edebiliyorsun." Gülüşü cilveli bir hal aldı. "Az önce dedim ki, erkekler güçlerini sergilemeyi seçer ama sen içindeki gücü öyle bir saklamışsın ki seneler boyunca... Seni tanıdıkça git gide daha da emin oluyorum beni yenebilecek tek kişi olduğundan."

"Bir insan, bile bile neden yenilmek ister Milat?" Gözlerimi gözlerinden ayırmamıştım. Yanağını dizine yaslamaya devam ederken gözlerini yavaşça yumup açtı. Yüzümdeki her bir detayı ezberlemek ister gibi bakıyordu suratıma. Bakışlarının yoğunluğu rahatsız hissetmeme sebep oluyordu.

"Adımı duymayı özlemişim." Aldığı derin nefesle birlikte göğsü şişip indi. Giydiği siyah uzun kollu badinin üzerindeki farklı uzunluklardaki altın kolyeler başını dizinden kaldırdığı an boynunda sallanıp birbirine çarparak ses çıkarttılar. "Sanki bunca sene yaşamaya adımı bir kez olsun senden duymak için katlanmışım gibi hissettirdin bana."

"Nereden bulduğumu sorgulamadın."

"Ben senin yeteneklerini hiçbir zaman sorgulamadım."

Denize bakan bir çatının tepesinde gecenin bir yarısı gizlice buluşan iki insandık. Bunu romantik bir film sahnesi olmaktan ayıran şey, onun bir katil ve benim bir polis olmamdı. Bana saygı duyuyordu, ona saygı duyuyordum. Muhtemelen bu şehrin şahit olduğu en saygı duyulası oyunu da yine ikimiz birbirimize karşı oynuyorduk. Her seferinde silahlar değişiyor, taşlar yerinden oynuyor ve kurallar yıkılıp yeni baştan yazılıyordu. Ezelden gelen bir rekabetti aramızdaki, ebediye doğru yol alıyordu. O, onu yenebileceğimi bilerek karşımda oturuyordu. Ben, bana kaybettirebileceklerine rağmen devam ediyordum.

Ve bu, beni heyecanlandırıyordu.

Nefret de etsem, inkâr da etsem onunla ilgili her şey beni heyecanlandırıyordu.

Bu kadın, bir yazarın kaleminden benim için dökülmüş gibiydi.

O yazarın bana meydan okuduğunu hissediyordum. Vega'yla olamayacağımın bilincindeydim, sınırlar keskindi ve ben o sınırları görebiliyordum, onun ne kadar tehlikeli bir kadın olduğunu da başıma ne işler açabileceğini de çok iyi biliyordum ama yazar, sınırlarımın ne kadar dayanabileceğini herkes kadar merak ediyora benziyordu.

"Umarım arkadaşın iyi olur." Yeniden ona tırmandı bakışlarım. İçten bir dilekti bu, anlamıştım. "Umarım, her şey düzelir Can. Bir daha kendini bir binanın en üst katında bulmana sebep olacak hiçbir şey yaşamazsın. Dilerim ki anlamadığını söylediğin intiharı anlayacak raddeye gelmezsin hiçbir zaman."

"İlgimi çekmek için bileklerini kestiğine hâlâ inanamıyorum." Başımı tüm bu saçmalıklar karşısında iki yana salladım. "Bana ulaşmak için denediğin yollara inanamıyorum."

"Bana beni son kez görmek istediğine dair bir mesaj çekip sonrasında telefonuna hiç bakmayışına da ben inanamıyorum." Gözleri dolmak üzereydi. Gözleri dolmak mı üzereydi? "Ne kadar korktuğum hakkında bir fikrin var mı hiç?"

"Aklıma girmek için böyle yapıyorsun," dedim. "Bana değer vermiyorsun. Beni kendi çıkarların için kullanıyorsun, sonra da bir kenara atıyorsun. Senin için eşi bulunmaz bir piyonum, beni kaybetmekten bu yüzden korkuyorsun."

Bacaklarını altına kıvırıp elini çeneme uzatarak ona bakmamı sağladı. Parmakları yanağımdaki kurumuş kanın pütürlerinde yukarı doğru hareket etti. "Yıllar sonra bir şeyler hissetmemi sağladın." Dokunuşu elmacık kemiğime doğru kaydığında gözlerimi kırpıp hemen geri açtım. "Hastanede söylediklerim, yalnızca seni tanıyıp ölmek istemem, o gerçekti Can. Her şey yalan, bu dünya yalan ama sana karşı hislerim gerçek. Yemin ederim gerçek."

Bir yutkunuşla boğazımı ıslatmam gerekti. Tek bir saniyeliğine gözlerimden ayırdığı bakışları boğazıma kaydı ve yeniden gözlerimin içine baktı. Yüzü, yüzüme fazla yakındı. Bir kadınla bu tarz bir yakınlıkta bulunmaktan bu yaşına kadar inatla kaçınan bedenim, onun yakınlığı yüzünden kırmızı alarm vermiş durumdaydı.

"Bizden olmaz," dediğimde burunlarımız birbirine değmek üzereydi.

Yüzümü iki eliyle kavradığında verdiğim soluklar dudaklarına vuruyordu. "Biliyorum," diye fısıldadı derinden gelen bir sesle. "Ama bu, istememe engel değil."

Elimi ne zaman saçlarına dokunmak için kaldırdığımı bilmesem de bir saniye sonra başının arkasını tutuyordum. Saçlarının verdiği hissiyat, içime kışını taşıdı. Böyle zamanlarda insanların içi ısınır sanırdım, benim içimdeki sıcaklığın sebebi buz yanıklarıydı.

Gözlerimi kapattığımda alnımı alnına sertçe yasladım. "Bana aşık mısın?" diye sordum nefes almaya ihtiyaç duyduğum kadar bu sorunun cevabına da ihtiyacım varmış gibi.

Omuzlarındaki çöküş, yenilgiyi kabullendiği içindi. "Sana aşığım." İki eliyle yüzümü sımsıkı tuttu, parmak izlerini tenime kazıdı. "Sana duyduğum aşk, benim felaketim olacak ama en azından bu sefer istediğim bir felaket uğruna yanacak canım."

Kavradığı yüzümü kendine doğru çektiği an dudaklarını dudaklarıma yasladı.

Başının arkasındaki elimi saçlarının altından ensesine doğru kaydırarak karşılık vermeye başladım ona.

Yanlıştı. İnsanın kendisi için en yanlış olana çekilmesi doğasında vardı. Hiçbir kadın, o olamazdı. İlgimi bu kadar çekemez, beni bu kadar etkileyemez, beni böyle tutup öpemezdi. Ondan başka hiç kimseye karşı böyle heyecan duymazdım.

Bu kadın, benim için yazılmıştı.

Fakat ben de Can Günay'sam o kalemi kıracaktım.

Dudaklarını bana duyduğu ihtiyaçla araladığında alt dudağını yakalayıp sert bir şekilde kendime doğru çektim. Bir içgüdüydü, bunu yönlendiren ben değildim. Hareketlerimi kontrol edemiyordum, bir akışın beni sürüklediği yere gidiyordum. Bulunduğu geminin her daim kaçış planını sağlamakla yükümlü olan Can, bir kez olsun kendini dalgalara bırakmış ve kendini o denizde boğulurken bulmuştu.

Yıllardır gemide olduğum için yüzmeyi unutmuştum.

Başkalarının ölümüne sadece kurduğu cümlelerle sebep olabilen dudaklar, benimkilerin üzerine kapanmışken bu teması bölüp iki parmağımla çenesini kavrayarak onu bana bakması için zorladım. "Senin sonun ben olacağım, bunu biliyorsun değil mi?"

Gözleri için için yanan bir ormandı. Gözleri bir tuzak, gözleri milattı. "Evet," dedi nefes nefese. "Ama o zamana kadar birlikte geçirdiğimiz her saniyenin tadını çıkartacaksın." Parmaklarımı ensemdeki saçların arasına geçirdi sertçe. "Son gelene dek, sen de benimle mahvolacaksın."

Boğazını kavrayıp dudaklarını benimkilere yeniden yaslamasını sağlayarak onu susturdum.

Nabzı elimin altında çırpınırken dili benimkine değdi. Hayat damarı avucumun içindeydi. Onu boğabilirdim. Onu burada öldürebilirdim. Son dediği şeyi bu gece getirebilirdim. Tüm bunların farkındaydı. Benim canımla oynamadığı kumarı kendi canıyla oynuyordu. Benden gelecek her şeye razı gibi, kendini öylece önüme sunuyordu.

Ağzımın içine daha fazlasını ister gibi inlediğinde boğazını kavrayan elimi çenesine doğru çıkarıp başını kendim için yükselttim. İçimdeki iradeye tutundum, Asya'nın kanlar içindeki bedenine tutundum, beni bu yaşıma kadar getiren kabiliyetlerimin tümüne tutundum. Dudaklarımızı ayırdım. Yüzümü yüzünden uzaklaştırdım.

"Bu," dedim nefesimi düzene sokmaya çalışırken. "Bir daha asla olmayacak." Bu sırada nabzının üzerini baş parmağımla okşuyordum.

"Bu," dedi yüzünü elime doğru eğerek. "Daha başlangıç, sevgilim."

Ellerimi yere bastırıp ondan ateşe değmiş gibi uzaklaştım. O da ışık hızıyla doğruldu. Ben elimi ne yaptığımı sorgulayarak sertçe saçlarımın arasından geçirirken o "Sana dokunmak, yanmaktan betermiş," dedi lafını esirgemeden. "Sana böyle dokunabilmek, ölümü düşlemekten bile daha güzelmiş."

"Git," dedim. Sesim boğuktu. "Git, Vega."

"Milat," dedi. "Adım bu. Dudaklarına en az dudaklarım kadar yakışıyor."

"Beni biraz yalnız bırak. Gerçekten. Lütfen."

"Kendini aşağı atmazsın, değil mi?" Ona ters ters baktım. Beni etkisi altına almış olmanın gururuyla gülümseyip kapıya doğru yürümeye başladı. Sonra durdu, omzunun gerisinden bana baktı. Bana ait bir lafı kullandı. "Her şey için teşekkürler ve iyi günler o zaman."

Tek bir kelime etmedim.

O, mağlup girdiği bu savaştan bile galip çıkmış olmanın keyfiyle terasın kapısını araladı ve merdivenlere doğru yol aldı.

Ben de yere eğdiğim başımı kaldırıp kameraya gülümsedim.

Kapıya doğru attığım her adımda gülümsemem genişledi. Gömleğimin yakalarını düzelttikten sonra iki elimle kapının üst kısmına yerleştirdiğim gizli kamerayı oradan söküp aldım.

Işığın altına doğru geçip yüzümü kadraja yaklaştırdım ve bu kez yüzümdeki gülümseme kan donduracak türdendi.

"Hermes," dedim. "Senin için geliyoruz."

Ve kaydı durdurdum.

•⚓•

Bu bölüm Analiz'i baştan sona en güzel şekilde yansıtan bölümlerden biriydi fikrimce. Tek eksiğinin Asya olduğunu düşünüyorum.

Her zaman Görkem ve Can'ın arasında ince bir çizgi olduğunu düşünmüşümdür. İkisi o çizginin karşılıklı iki ucunda duruyor olsalar da aralarındaki mesafe yavaş yavaş aşılıyor ve ortak yönleri gitgide çoğalıyor gibi hissediyorum. Bu sizce iyi bir şey mi?

Can Günay için paragraflarca şey yazabilirim ama daha çok sizin görüşlerinizi okumak istiyorum. Vega ile aralarındaki ilişkinin geldiği nokta hakkında ne düşünüyorsunuz?

Bu bölümde favori sahneniz hangisiydi?

Sıradaki bölümde neler olacağıyla ilgili tahminleriniz/teorileriniz var mı?

Analiz hakkındaki gelişmeleri çoğu zaman Instagram hesabım azraizguner'den paylaşıyorum. Beni oradan takip etmeyi unutmayın.

Bir kere gülümser miyiz gitmeden? Bunu özledim. Ama Asya yoksa gülümseme de yok derseniz anlayışla karşılarım tabi.

Sözün özü, teşekkürler ve iyi günler.

🔵🤝🔵

Yorumlar

  1. Bölüm tek kelimeyle muhteşemdi. Uzunluğu her zamanki gibi kesmedi ama Analiz'e doymak gibi bir seçenek zaten yok. Yeni Görkem dehşet hoşuma gitti Yağmur görse ortalık alev alırdı. Bu arada CAN GÜNAY SEN NEYSİN BE YİĞİDİM. Vegayı her okuduğumda aklıma direkt İrene ve Sherlock çifti geliyor, kimyaları muhteşem. Arda'nın pizzacı olayı motor sevdalısı olan beni bir tık etkiledi. Ve Kaya taş gibi kaya gibi adamsın, vesselam. Arif sizin fanınızım ve saygıdeğer Asya'nın ailesi artık Asya'nın ailesi fln değilsiniz haberiniz olsun.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Arif Bey olacaktı klavye hatası kusura bakmayın yoksa kendisi saygıların en güzelini hakediyor.

      Sil
  2. Can’a ölebilirim. Aynı zamanda yeni bölüm içinde

    YanıtlaSil
  3. Bi yanım bekle kitap bitince hepsini birden soluksuz oku diyorlar yanım dayanamayıp sürekli soluğu burda alıyor bölüm gelir gelmez

    YanıtlaSil
  4. Görkem ve asyayı özledim

    YanıtlaSil
  5. Hayalini kurdukları çocukları belkide hiç bir zaman olmayacak bu bu çok acı

    YanıtlaSil
  6. O kadar güzel bir bölümdü ki kelimelerle anlatamıyorum. Duyguları öyle güzel yansıtmışsınki sanki okumadım ben bu bölümü yaşadım. Ellerine sağlık.

    YanıtlaSil
  7. Can cidden beni çok şaşırtıyor ve durust olmak gerekirse korkutuyor yani ne zaman ne yapacağı cidden belli değil ama her yaptığının altından bir sebep çıkıyor çok zeki okuması insanı aşırı heyecanlandıran bir karakter

    YanıtlaSil
  8. kontrolsuz, sinirli ve manyamis gorkem 🛐

    YanıtlaSil
  9. CAN YİGİDİM BANA DİYORKİ İLLA GEL BENDEN UC COCUK YAP OLURUM SANA BE ADAM🛐

    YanıtlaSil
  10. godtakemeplease30 Eylül 2024 00:48

    BÖLÜMÜN TEK KÖTÜ TARAFI BİTMESİYDİ. SANA YEMİN EDİYORUM OKURKEN KUDURRDUM HEMDE NASIL KUDURDUM. CAN AŞKIM BEBEĞİM GÖRKEM ARDA KAYA BEBEKLERİM ASYA BENİM MİNİK SARI LALEM SENSİZ Bİ BÖLÜM ÇOK ZORDU. CAN VE GÖRKEMİN KARAKTERLERİNİN BU KADAR ZIR NOKTALARDA OLMASINA RAĞMEN KARA DELİK MİSALİ YAKLAŞIP ORTALARINDA OLUŞAN KARA DELİKTE PİRAMİNİTİN AKOYUCAKLARI BÖLÜMLER GELİYOR ALLAHIM ÇOK MUTLUYUM YAZAR DİĞER BÖLÜM İSTEK DEĞİL İHTİYAC YOLLA BİZE

    YanıtlaSil
  11. BEM BU BÖLÜME AŞIK OLMİŞEM

    YanıtlaSil
  12. Azraaaaaaa yeni bölüm lazım bizeee

    YanıtlaSil
  13. İçimden bir ses asyanın hafıza kaybı tarzı bir şey yaşayacağını ve meteyi sayıklayacapını diyor ilk uyandığında ama hadi hayırlısı artık

    YanıtlaSil
  14. Can Günay. Başka bir şey eklemek istemiyorum. Yalnızca Can Günay.

    YanıtlaSil
  15. Can Günay. Başka bir şey eklemek istemiyorum. Yalnızca Can Günay.

    YanıtlaSil
  16. Böyle bir kurgu yazmak her karakteri böyle uç noktalara kadar çıkarmak büyük marifet ister ellerini sağlık yazarcan

    YanıtlaSil
  17. Heyecan, gerilim, aksiyon huhhuuu ne ararsan var bölümde

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Popüler Yayınlar

36. "Çatlaklar ve Kırıklar"

55. "Geri Sayım"

35. "Görülme İhtiyacı"