15. "Hayal Kırıklığı"
Bölüm şarkıları:
Sezen Aksu, Şanıma İnanma
Zeynep Bastık & Kozmos, Savaştım Harbiden
•🧁•
Hayatımı açıp bir kitap gibi sayfalarını çevirebilmek istiyordum bazen. Elimin altında ben olayım, hislerim olsun, içimi saklayayım ve açıp okuyabileyim canım istediğinde. Bu yüzden seneler önce bir günlük tutmaya başlamıştım.
Ortaokulda edindiğim bu alışkanlık lisenin ilk yıllarında da istikrarlı bir şekilde devam etmişti, son iki senesi ise giderek daha az uğradığım bir yer haline gelmişti defterim. Artık kendimle her gün yüzleşmek gibi bir isteğim yoktu, kendimden kaçmayı daha çok istiyordum ve bundan olsa gerek defterimi elimin tersiyle itiyor veya onu dolabımın en alt rafına saklamayı seçiyordum.
Aydan aya uğradığım bu defteri yine orada bulmuştum. Bir tesadüf değildi. İnsan bazı günler, eski alışkanlıklarına dönmek için ayrı bir istek duyardı ve bugün de o günlerden biriydi. Gece yatmadan önce telefonum hâlâ kapalı durumdaydı, babam odasına çekilmişti ve ailemin her bir üyesi bana az da olsa mesafeliydi. Bu yüzden sarıldığım şey, bir zamanlar içine gençliğimi sakladığım defterimdi.
Sanıyorum ki bir insan, aşık olduğunu günlüğüne yazdığı gün geri dönüşsüz bir şekilde değişiyordu. Birinin okuma ihtimalini bile umursamayacak kadar karışıyordun bir noktada. İşte ben o noktanın üzerine basmıştım. Doruk'a olan hislerimi fark ediş aşamamı onu ilk gördüğüm andan başlayarak yazmış, yazmış ve yazmıştım.
Dönüp cümlelerimi okuduğumda kendimi gülümserken bulacağımı sanmıştım ama tüm bunları yapmış olmak beni çok korkutmuştu.
Herkes bana kaptırmamamı söylerken bir gece yarısı elimde tuttuğum kaleme onun adını sayıklatmış olmak gözlerimi doldurmuştu
Ben bunlarla nasıl başa çıkabileceğimi bilmiyordum. Daha fazla düşünmek de istemiyordum. Kendimi hiç uykum olmamasına rağmen uykuya zorlamam da bu yüzdendi. Yatakta dönüp durmuş ama uyumaya çalışmaktan vazgeçmemiş, kaç olduğunu bilmediğim bir saatte de başarılı olmuştum.
Sabah uyandığımda mutfaktan tıkırtılar geliyordu. Bugün Visal'i Eren açacak diye konuşmuştuk bu yüzden acele etmeme gerek yoktu ama normalden geç uyandığım bu saatte garip olan bir şeyler vardı
Ev çok sessizdi.
Çocuk sesleri, bağırış çağırışlar ya da çilekli el kremi kokusu yoktu. Bu da annemin evde olmadığı anlamına geliyordu. Çocukların da odaları boştu.
Yani mutfaktaki tıkırtıları yapan kişi babam olmalıydı.
"Günaydın baba," demiştim tavanın başında omzuna attığı havlusuyla bir şef edasıyla dikilen babama ürkek bakışlar yollayarak.
Onunla böyle bir günde yalnız başıma mutfakta kalmak, bir kâbusa uyanmak gibiydi.
"Günaydın," demişti soğuk olmayan bir sesle. Mesafesini hissettim ama sevgisini de hissettim. "Otursana."
"Yok yok," dedim kaçarcasına bir tavır takınıp. Belki biraz tatlı görünürsem bana kıyamazdı. "Hiç oturmasaydım ben."
"Otur Feza."
"Ama baba bugün Visal'in önündeki serçeye uçmayı öğretecektim, çok önemli işlerim var yani anlayacağın."
"Feza..."
"Peki baba."
Tavadaki menemenin altını kapatıp havlusunu tezgâhın üzerine bıraktı. Ben de biraz işe yarıyor gibi gözükeyim diye ekmekleri çıkaracaktım ama o bunu çoktan yapmıştı. Bu yüzden bana sessiz sedasız en köşedeki sandalyeye çökmek kaldı.
"Baba," dediğimde bundan kaçamayacağımı biliyordum. Sesim titremiş, gözlerim dolmuştu. "Yanlış bir şey yapmadığımı biliyorsun değil mi?" Ağlamayayım diye yutkundum hızlıca. Babam gözlerini bana çevirdiğinde şaşkınlıkla yerinde kalakalmıştı. "Baba," dedim tekrar, onun desteğine muhtaç bir sesle. "Herkes hakkımda bir şeyler konuşuyor ama sen beni biliyorsun, değil mi?"
"Okudun mu yazılanları?"
Başımı iki yana salladım. "Telefonum hâlâ kapalı."
Babam yavaş adımlarla yanıma geldiğinde karşıma geçmek yerine yanımdaki sandalyeye bıraktı bedenini. "Feza," dedi yumuşacık bir sesle. "Beni başkalarının ne söylediği hiç ilgilendirmiyor, beni bir tek sen ilgilendiriyorsun."
"Biz arkadaşız bir süredir onunla," dedim adını bile kullanmaktan çekinerek. "Bana neden söylemedin deme, ben de bilmiyorum çünkü. Bu sıralar biraz desteğe ihtiyacı vardı ve ben de sadece maçına gitmek istemiştim. Seni utandırdım mı? Özür dilerim baba."
"Kaldırsana şu başını," dedi aksini kabul etmeyen bir sesle. "Ezilip büzülme karşımda. Ben senin yanlış bir şey yapmayacağını adım gibi biliyorum ama milletin ağzına laf verirsen millet konuşur babacığım. Gözünü kapat, bugün kaç, hadi yarın da kaç. Sonra ne olacak? Yüzleşmen gereken çok fazla şey varmış gibi görünüyorsun."
Kavuşturduğum ellerimden güç almayı denedim ama bunun yerine tırnaklarımı etime batırırken buldum kendimi. "Galiba öyle."
"O da biraz hadsizmiş, beni hayal kırıklığına uğrattı." Kurduğu cümle kalbime battı. "Adı koyulmamış bir şeyse bu, nasıl herkesin önünde olduğunu bile bile o kadar yaklaşır sana? Ben kızımı sokakta bulmadım, bunu biliyor mu? Ben kızımı iki magazin haberine yem etmem. Yani bilseydim etmezdim. Bunu düşünmesi gerekirdi."
"Çok heyecanlıydık," dedim. Sesimi zar zor bulabiliyordum. "Baba, sen de izlerken heyecandan delirmedin mi? O üçlük sonrası kendini kaybedişini hayal edebiliyorum."
"Ekranda seni görünce ne hissettiğimi de hayal edebiliyor musun?" Kendimi zor bir durumun içine düşürmüştüm ama bir yandan bile bile girmiştim bu yola. Önünde sonunda bir şeyler ters gidecekti. En başından belliydi aslında. "Kızının bir erkek arkadaşının olması hiçbir baba için kolay bir şey değildir. Bir gün karşıma geçip böyle bir konudan bahsedeceğin anı düşündükçe kalbim sıkışıyordu ama bunu televizyondan öğreneceğime keşke kalbim sıkışa sıkışa senden duysaydım Feza."
"Aslında o benim erkek arkadaşım değil," deyişimle birlikte zorlukla koruduğu medeniyetini saniyesinde terk etti babam.
"Ne demeye senin burnunun dibine sokuyormuş o zaman o koca burnunu?" Dudaklarımı birbirine bastırırken bunları duymayı hak ettiğimi biliyordum. "Yarım akıllıya bak, kameraların önünde erkek arkadaşı konumunda bile olmadan bir kızı öpecek! Zaten gözüm hiç tutmazdı bu çocuğu benim. Sevmiyordum. Boş teneke. Kolsuz bir kere. Üçlüğü de attıysa attı, bana mı attı? Kafayı yiyeceğim Feza, resmen öpecekti seni ya! Böyle bir şey olabilir mi? Ben senin beşiğini sallıyordum dün. Sen benim küçük kızımsın hâlâ."
Gözümden bir damla yaş akarken gülümsedim. Öfkesini bile yumuşatmaya çalışıyordu ondan korkmamam için. "Hiç gözün tutmuyor muydu?" diye sordum paragrafının içinden cımbızla bir cümle çekip ona tutunarak. "Utanmasan bizim evi çocuğun üstüne yapacaktın baba."
"Ev araba mal mülk onun olsun, kızımı vermem ben kimseye."
Ne diyeceğimi bilemeyerek soğuyan menemene değdirdim bakışlarımı. Sonra bir anda açlıktan ölüyormuş gibi bir tavır takınıp ekmeğin köşe kısmını elimle böldüm ve küçük parçayı yeniden bölüp bir kısmını menemene daldırdım. Onu hızla ağzıma tıkarken "Of, nasıl acıkmışım," diye söyleniyordum. Babamı güldürmüş olmak beni gururlandırdı.
"Seviyorsun bu çocuğu sen," dedi bir anda.
Ağzımın içinde çevirdiğim lokma boğazıma yapıştı. Bir taşa dönüşmüş olacak ki yutkunurken boğazımı acıttı. Gözlerimi kocaman açıp babama alık alık bakmaya devam ettim. "Hadi koluna bacağına kulp uydurdum, kafasına da teneke dedim ama yüzüne laf etmeye dilim varmayacak galiba. Yakışıklı bir delikanlı, Allah var."
Yine bir utanç dalgası dörtnala üstüme koşuyordu. Yine bir pancara dönüşüyor, babamın söylediklerini inkâr da edemiyordum.
"Ama senin yanında çirkinler çirkini," diye devam etti babam. "O ne öyle elektrik direği gibi? Perde mi astıracaksın nedir yani?"
Falezler ve Doruk'un boyundan bahsederken mutlaka perde asmaya değinmeleri...
Sanırım benzetmelerimiz de genetikti.
Beni güldürdüğünü fark edince içtenlikle gülümsedi. Bazı anlar babama duyduğum sevgi bile gözlerimi doldurmaya yeterdi, işte şimdi o anlardan biriydi.
"Feza," dedi babam bir kez daha ciddileşerek. "Dorukhan için neler söylediğimi, geleceğinin parlak olduğunu düşündüğümü biliyorsun ama isterse peri padişahının oğlu olsun, sen benim ilk göz ağrımsın. Bunu sakın aklından çıkarma olur mu?" Başımı yavaşça aşağı yukarı salladım. "Seni üzmesin," dedi ve bu söylediği kendisini de duygulandırdı. Babam bu sabah benim büyüdüğüm gerçeğiyle yüzleşiyordu. "Onu yeterince tanıyor musun?" diye soruşuyla birlikte başımı bu kez iki yana salladım. "Sana çok güveniyorum ama ona güvenmek için benim de onu biraz tanımam gerekiyor."
"Bunun henüz zamanı değil bence," dedim sıkıntılı ruh halim yüzünden tırnaklarımı elimin üzerine batırmaya devam ederken. "Bu ileriye dönük bir arkadaşlık olacaksa eğer o zaman belki tanışırsınız ama şu durumda ben gidip de ona gel babamla tanış diyemem baba."
"Arkadaş olduğunuzu sana o mu söyledi?"
Hislerimi saklayamamak, gözümün içine bakanın kalbimin içinden geçeni görmesi beni bazen çok rahatsız ediyordu. "Daha fazla konuşmasak olmaz mı?" diye sordum yanağımı omzuma doğru yatırarak.
"Olmaz çünkü hâlâ kendini iyi hissetmiyorsun ve bunlar yetmezmiş gibi her yerde sen konuşuluyorsun. Ne olursa olsun, seni böyle bir durumun içine sokmaması gerekirdi."
"Maça gitmeme kızdın mı peki?"
"Ben senin içinden geçenleri az çok tahmin edebiliyorum."
"Nasıl yani?"
"Bak, ben sana Dorukhan'ın performanslarını uzun zamandır takip ettiğimi söylemiştim. Röportajlarını da izliyordum ve o ona ne zaman ailesiyle ilgili bir şeyler sorulsa sadece ablasından bahseder hep. Bu da muhtemelen bir tarafının hep eksik olduğu anlamına geliyor ve sen, kimin hayatına girersen gir onun eksiklerini hemen kapatırsın. Eren'in de Taner'in de kız kardeşi yok, sen bu eksiği kapattın. Ferdi zamanında okulda dışlanıyor demiştin, gittin en yakın arkadaşı oldun çocuğun. Yani ben senin içini biliyorum ve Dorukhan'ı da tahmin edebiliyorum ama senin temiz kalbin seni üzsün istemiyorum."
"Teşekkür ederim," dedim bunu neden söylediğimi tam olarak bilemesem de. "Bana uzun süre kızgın kalmazsın değil mi baba? Ben seninle böyle bir mesele yüzünden küsmek istemem hiç. Bahsetmemem çok yanlıştı biliyorum ama nasıl söyleyebileceğimi bilemedim. Beni anlıyorsundur umarım.
"Hadi ye yemeğini eşek sıpası." Bu aslında beni anladığını ve küsmeyeceğimizi bana söyleme şekliydi. "Menemeni soğuttun, beğenmeyeceksen gidip de annene babam yemek yapamıyor deme sakın. Yapıyorum gayet de."
"Gayet de yapıyorsun," dedim. Bir ekmeği daha bandırdım yumurtaya ama babam gözlerini üzerimden çekmedi. Sormak istediği çok soru olduğu her halinden anlaşılıyordu.
"Nasıl tanıştın ki sen bu veletle?" diye sorduğunda kıkırdadım. Onu sevdiğini sanki bana daha önce hiç belli etmemiş gibi şimdi ne zaman ondan bahsetse ismi yerine uyduruk bir kelime kullanıyordu.
"Visal'de," dedim. "Çok uzun zaman olmadı. Birkaç haftacık."
"Visal'de mi?" Dudaklarını büzüp bir 'püü' sesi çıkardı. "Ben de anneni Visal'de tavlamıştım. Yandık desene."
"Bir şekilde Falezler ve Visal'in kadersel bir bağı olduğunu düşünüyorum."
Babam dilini damağına vurdu. "Yok. Firuzan Hanım buldu sizin gibi elinden her iş gelen kızları, yapıştı mı bırakmıyor. Sabah oradasınız akşam oradasınız. E nerede bulacaktınız ya kısmetinizi başka, aydan düşecek halimiz yok."
Kısmetiniz, biz. Babam ve Doruk.
Ben gerçekten kalbimi kaybettiğim gibi akıl sağlığımı da kaybediyordum. Utançtan kırmızının her tonuna sıra sıra dönen yüzüm bu konuşma devam ederse mor olacaktı ve en sonunda tık diye ölecektim.
"Televizyona yansıdığı kadar efendi bir çocuk muymuş peki?"
"Onu tanırsan seveceğini biliyorum." Bunu bütün kalbimle söylüyordum. "Onu zaten seviyorsun ama tanısan evladın gibi bağrına basarsın, hiç şüphem yok bundan."
"Nasıl iletişimde kaldınız?" Bilmek istiyordu ama aynı zamanda bunların hiçbirini duymayı istemiyordu da. Babam da benim kadar karışık duygular içindeydi. "Ona destek olduğun için yürüyen bir arkadaşlık mı bu? Eğer ki seni kullanmaya falan kalkarsa o basketbol filesini yediririm bak ona."
"Öyle değil," dedim ve aceleyle ayağa kalktım. Bu masadan başka türlü kaçamayacaktım. "Ben Visal'e yetişmeliyim, Eren biraz daha yalnız başına kalırsa çok fena laf yapar bütün hafta. Öptüm seni çok."
"Bu mesele burada kapanmadı yalnız."
"Yok yok," dedim. "Kapandı gitti. Doruk kim? Yok, tanımıyoruz biz."
🧁
Sarıldığımız yirmi saniyelik an, sosyal medyada öyle bir etki yaratmıştı ki herhalde bütün insanların böyle içten bir sarılma izlemeye ihtiyaçları vardı.
Telefonumu açmaya cesaret edebildiğimde takipçi sayımın artışına bile takılmadan önce Doruk'un telefonuma bıraktığı aramalarla ve mesajlarla karşı karşıya kalmıştım. Sürekli bana ulaşmayı denemişti. Muhtemelen geri dönüş yapmamış olmam onu endişelendirmişti.
Visal'e vardığımda sakin bir anda onu arardım. Otobüste giderken hakkımızda atılan tweetleri ve Instagram yorumlarını okumayı seçtim.
Belki de okumasam daha iyiydi.
Yakıştırdım. Allah sahibine bağışlasın Dorukhan. Bağışlamazsa yaz.
Pardon arkadaşlar ama bu ne uyumsuz bir çift seçimi??? Kız da biraz güzel olsaydı bari. Çocuk ne buldu bunda merak içindeyim.
Ya konumuz bu değil galiba ama dudak kombosu linki gelir mi yengeden?
Aşk her şeyi mahveder. Yükselişteki kariyerine geçmiş olsun dileklerimi iletiyorum Dorukhan Falay. İki aya bu kız seninle makyaj videosu çekmeye başlayabilir, sakin kal. Yeni Youtuberımız vatana millete hayırlı olsun.
Bu kız paranın kokusunu almışsa bırakmaz bu çocuğu. Ne yapalım, seni de bir rakı masasında tarihe gömeceğiz Dorukhan Falay. Yazık oldu, gelinliğimi çoktan seçmiştim.
Tüm bunları okurken her şeyimi verdiğim kafeme giden otobüsün içinde, sarı direğe yanağım yapışmış halde durmam oldukça ironikti. Ne paraydı beni ilgilendiren ne de ünlü olma derdindeydim ama kimseyi bunlara ikna edemezdim. Bu yüzden kafama takmamaya çalışacak, okuduklarımı olabildiğince aklımın gerilerine itecek ve bir şeyleri görmezden gelebilmeyi öğrenecektim.
Doruk'un yükselen performansıyla bu kızın bir ilgisi var mı acaba? Ey aşk, sen nelere kadirsin...
Bu bataklıkta bulunan nadir bir çiçekti. İyi bir yorumdu.
Bu yediği önlerinde yemediği arkalarında olan topçuların istedikleri kızı s*kebilme şansları varken küçücük yaşta tek bir manita yapmalarını sağlayan güç ne ki lan acaba? Birine bağlanmak yerine yaşasana hayatını kodumun ergeni seni.
Bu kaşlarımı sonuna kadar çatmama sebep olacak kadar iğrenç bir yorumdu. Çok daha iğrençleri de vardı ama onları dile getirmek dahi istemiyordum.
Su gibi kız, yazmıştı bir hemcinsim benim için. Siz de beyinsiz tek hücreli canlılarsınız. Gencecik kızın namusuna kadar laf edeceğinize üç santimlik s*kinizi çevirip kendinize sokun. Hanımefendilik çizgimi bozuşuma maruz kalan kızlarımdan özür diliyorum, bu dangalaklar bir tek bu dilden anlıyor maalesef.
Genel bir özet geçmem gerekirse olanlar böyleydi. Belki biraz daha derinlere insem daha güzel yorumlar da görür, içimin biraz olsun aydınlanmasını sağlardım ama yoğun stres sebebiyle yaşadığım mide bulantımı tetikleyen yorumlar yüzünden bunu yapamadım. Yine kaçmayı, yine uzaklaşmayı seçtim.
Beni mutlu eden tarafa tutunmaya çalıştım.
Doruk dün gece ülke gündemine girmişti. Her ne kadar bizim kameralara yakalanışımız bundan çok çok daha fazla konuşulmuş olsa da bireysel olarak ona atılan tweetlerin hepsi olumluydu. Real Madrid maçında fark yaratan oyunuyla birlikte hem Efes taraftarlarını hem de gençlerin önünün açılması gerektiğini düşünen kitleleri yanına çekmiş, tek bir maçla sporseverlerin favorisi haline gelmişti.
Onun adına gerçekten çok mutluydum.
Visal'e doğru yürürken yolda bile hakkında yazılanları okumaya devam ettim. Hatta korka korka da olsa babamın profiline bile girdim. Doruk'la adı konulmamış da olsa bir ilişkimin oluşunun onun Anadolu Efes'in genç yıldızı hakkındaki fikirlerini etkileyip etkilemeyeceğine dair büyük merak duyuyordum.
Profilinde aşağı doğru gezinirken maç esnasında attığı yorumları okudum ilk önce. İlk çeyrekte Doruk oyuna girsin diye tabiri caizse resmen çıldırmıştı. Tweetlerinin sonuna kızgın surat barındıran emojiler bile katmış, biraz da Efes koçuna sallamıştı. Ardından Doruk'un oyuna dahil oluşu ve maçın seyrini değiştirişi karşısında gururla göğsünü kabartmıştı.
Gözünüz topçu görsün, şu yaşta böyle bir oyun ortaya koyabiliyorsa azmin zaferi deriz buna. Helal sana koçum benim.
Gerçekten ona inanılmaz bir sempatisi vardı. Bu olay her ne kadar içimi ısıtıyor olsa da hâlâ ikisinin karşı karşıya gelme ihtimali mideme yumruklar indiriyordu.
Üçüncü çeyreğin sonlarına denk gelen vakitlerin birinde attığı tweet beni güldürdü.
Prim mi veriyorsunuz üstüne ev araba mı yapıyorsunuz bilmiyorum ama sayın yönetime sesleniyorum. Bu çocuk maçtan sonra kesinlikle ödüllendirilmeli.
Az daha benim öpücüğümle ödüllendirilişini izleyecekti. Herhalde babam böyle bir durumda kalp krizi geçirirdi ve maç çıkışı uğramam gereken yer hastane olurdu.
Doruk resmen beni öpecekti. Böyle bir ihtimalin gerçekleşmesini o ana kadar hayal bile edemezdim ama içten içe biliyordum ki o an gözüme sokulan kamera ışıkları olmasaydı onu durduracak iradeye sahip olamazdım. Yanağına küçücük bir öpücük bıraktığı için gece boyu utançtan kıpkırmızı gezen Feza, Doruk onu dudaklarından öpmeye kalksaydı heyecandan bayılma pahasına da olsa ona karşılık verirdi.
Visal'i adımladığım yolda telefonum çalmaya başlayınca ekranda yazan isim neredeyse dudaklarımı kulaklarıma değdirecek kadar gülümsetti beni. Kenardaki boş parkta çitlere en yakın banka doğru koşarak ilerledim ve oturur oturmaz aramayı cevaplandırıp kulağıma götürdüm.
Aramızda tuhaf bir gerilim olacağını öngörebiliyordum. Yine de onunla konuşmak istiyordum. Onu elli kez arka arkaya tebrik etsem bile bu bana yeterli gelmezdi. En kısa zamanda kutlama yapmamız gerekiyordu. Ona çeşit çeşit tatlılar hazırlamak istiyordum.
İlk önce her zamanki gibi "Selam," der sanmıştım. Oysa o bunun yerine telaştan delirir gibi "Nihayet!" dedi. "Dünden beri sana ulaşmaya çalışıyorum. Yüz tane senaryo geçti aklımdan, neredesin sen?" Sesinde ciddi bir endişe vardı. Bu duraksamama sebep olurken o konuşmama fırsat vermeden devam etti. "Telefonun mu kapalıydı? Kaç mesaj attım, onları da mı görmedin?"
Telaşa kapılmasının kötü bir şey olduğunu biliyordum ama beni bu kadar merak edişi karşısında birazcık sevinmiş olabilirdim
Sevinmemeliydim, bu çok ayıptı.
"Kusura bakma," dedim hızlıca. "Dediğin gibi kapalıydı telefonum. O kadar çok bildirim geliyordu ki. Hiç alışık değilim. Biraz sosyal medyadan uzak durmam gerekiyordu. Herkes bir şeyler konuşuyor çünkü."
"Ben de konuyu buraya getirecektim," dediğinde kalbimde bir kasılma oldu. Havanın buz gibi oluşuna rağmen terleyen avucumu pantolonuma silip kulağımı ona verdim. "Müsait misin? Bir şey danışmam lazım sana."
Ben müsaittim de kalbim kafayı yemiş olmalıydı. "Seni dinliyorum."
İçimdeki ümitsiz romantik, çocuksu bir hevese kapılmış durumdaydı. Banka oturmak iyi ki aklıma gelmişti çünkü dizim titriyordu. Onu hızlı hızlı sallayarak heyecanımı üzerimden atmaya çalıştım. Ne konuşacaktık? Ciddi meselelerden bahsedeceksek bunu yüz yüze yapsak daha güzel olmaz mıydı?
"Çok fazla vaktim yok şu an," dediğinde bir buluşma ayarlamak için böyle konuştuğunu sandım. Herhalde uygun olduğum saat için bana danışacaktı. "Sonrasında detaylı olarak konuşuruz ama kısaca anlatayım. Menajer işinden bahsetmiştim ya, o halloldu. Cüneyt Bozkurt'la anlaştık."
Ne alakaydı şimdi?
Bir de ben niye buna mutlu olmuştum? Adamın adını daha önce duymamıştım bile. "Aaa!" dedim şaşırarak çünkü bu kadar hızlı bir şekilde menajeri olacağını beklemiyordum. "Çok sevindim, hayırlı olsun."
"Teşekkür ederim." Gülümsediğini hissettim, sanırım tepkim yüzündendi. "Sana şey soracağım Feza. Konuşulanları görmüşsün zaten." Ve şimdi de utanıyordu. Birkaç saniyeliğine tuhaf bir sessizlik oldu aramızda. Sonra o devam etti. "Şu fotoğrafı da biliyorsundur, hani sarıldığımız."
"Hımhım..." dedim zar zor. Benden bir şeyler duymayı beklediğini anladığım için çıkarttığım bir sesti. Konuşmaya kalksam sesimin titreme ihtimali çok yüksekti. Sarıldığımız kelimesi ne güzel bir kelimeydi.
"İşte Cüneyt abi diyor ki, o fotoğrafı post olarak atmalısın. Galibiyet anından bir kare, takımla bir kare ve en sona da seninle olduğumuz o fotoğrafı koymamı önerdi. Her yerde konuşulanı bir de ben paylaşırsam çok ses getirirmiş, taraftarı beslemek olurmuş bu."
Hevesim balon gibi sönerken dizim de titremekten vazgeçti. İçimdeki heyecan birkaç cümleyle birlikte vakumlanmış, çiçek açan hislerimin tümü solmuştu.
Benim dünden beri yüzlerce kez baktığım, utanmasam ekran kilidimin duvar kağıdı yapacağım fotoğrafımızı sırf daha fazla konuşulalım diye kendi hesabından paylaşmak istiyordu.
Üstelik bu onun fikri bile değildi, menajerinin önerisiydi.
Ben ona kendi reklamını yapmalısın derken bunu kastetmemiştim.
"Ama ben sana sormadan hareket edemeyeceğimi söyledim," diye de ekledi. "Çünkü bu sadece beni ilgilendiren bir olay değil neticede. Gözler yeterince sana dönmemiş gibi daha da zan altında kalmanı istemem. Öyle işte, fikrini öğreneyim istedim."
Fikrim mikrim yoktu ki.
"Sorun yok," dedim havadan bile daha soğuk çıkan bir sesle. Ne heyecan ne telaş ne de kekeleme vardı. Hiçbir his barındırmıyordu. "Ne istiyorsan yapabilirsin. Sana fayda sağlayacağını düşünüyorsan problem değil benim için."
Bir ilişkimiz bile yokken ilişkimizin pr'ını yapmak derdindeydi Doruk. Ya da insanların kafasında soru işaretleri bırakmak, bunların arasında ne var diye konuşulmak istiyordu. İnsan insanı böyle kısa bir sürede tanıyamıyordu işte. Bana sorsalar Doruk'un bu taraklarda hiç bezi olmadığını söylerdim ama demek ki yanlış düşünüyordum.
"Tamamdır o zaman," dedi hiçbir şey fark etmeden. Halbuki fark etmesi gerekirdi. Ben hiçbir şeyi saklamayı beceremezdim ama onun anlamayası vardı bugün. "Yeniden konuşuruz, kapatmam gerekiyor. Sorun olmadığına emin misin?"
"Evet," dedim sadece. Acelesi olduğu belliydi. Bana ayıracak zamanının olmamasını anlayabiliyordum. Her zaman bana ayıracak zaman bulamayabilirdi. O Real Madrid'e karşı oynayıp herkese adını öğreten, bütün lige ben buradayım demeye başlayan profesyonel bir basketbolcuydu sonuçta.
"Feza," dedi kibar ama çekingen bir şekilde. "Hâlâ arkadaşız değil mi?"
Dalga mı geçiyordu?
Ben gece çok düşündüğüm için bitmek bilmeyen bir rüyanın içinde miydim? Keşke öyle olsaydım çünkü.
Beni öpecekken onu ben durdurmuştum. İnsan arkadaşına öyle yaklaşır mıydı?
"Arkadaşız Dorukhan."
Telefonu yüzüne kapattım.
Bana ulaşmaya dair duyduğu derin isteğin bir anda gündeme bomba gibi düşüşümden kaynaklandığını sanmıştım. İyi miyim, nasılım, kendimi kötü hissetmiş miyim... Bunları soracak, içimi rahatlatacak, bana destek olacak sanmıştım.
Zaten kurtlar sofrasına atılmış beni bir de oltaya takıp yem diye balıklara sunmakmış niyeti. Görmeyen varsa görsün, duymayan varsa duysun, belki de herkese bir ilişkide olduğumuzu düşündürsün diyeydi bunlar.
Pardon, yeni menajeri dedi diyeydi.
Öfkelendim. Visal'in kapısından içeriye o öfkeyle girdim. En çok da kendimeydi bu öfkem ama bunu kendimden bile saklamak istedim. Tezgâhın arkasında yüzündeki ciddiyet eşliğinde sipariş edilen kahveleri hazırlayan Eren benim geldiğimi fark ettiğinde muhtemelen çoktan geçeceği dalgaları kafasının içinde planlamıştı, bu yüzden sırıttı ama yüz ifademi fark eder etmez o gülümseme bıçak gibi kesildi.
Çantamı mutfağa fırlatıp telefonumu içine tıktım, ellerimi yıkadım ve önlüğümü giyip işimin başına geçtim. Yoğunluğumuzun azaldığı ilk anda Eren, "Ne oldu sana?" diye sordu. "Sirke satıyor yüzün."
"Bir şey yok," dedim. "Ama senin de canın sıkkın görünüyor. Asıl sana ne oldu?"
"Taner," dediğinde nefes bile almadan yüzüne baktım. "Gece barlardan topladım geri zekâlıyı. Ondan kafam atık. Şimdi sen söyle sorunun ne olduğunu."
"Bir şey yok dedim Eren." Sesimin sertliği ona geri adım attıracak türdendi. Bilerek yapmıyordum ama üstelenmesini istemiyordum ve muhtemelen beni ilk kez bu şekilde konuşurken görüyordu.
Bu yüzden yalnızca başını salladı ve konuyu değiştirme çabasıyla "Kek yapılacak," dedi. Bu da kafamı dağıtmak için bana sunduğu bir yöntemdi. "Ben seni mutfakta yalnız bırakayım, takıl kafana göre."
"Islak kek mi yapsam?"
"Nasıl istersen." Üzerinde koyu kahverengi bir kazak vardı. Kollarını birbirine kavuşturduğunda kazağının kolları daha da sıyrılarak dövmelerini ortaya serdi. Mutfağın kapısına yaslanıp bir kaşını kaldırarak bir değerlendirme yapar gibi bana baktığında "Birilerini dövmemi gerektirecek bir olay mı?" diye sordu.
Beni nasıl güldüreceğini biliyordu. Bilmediği, benim için kafasının içinden geçirdiği problemleri oluşturma potansiyeline sahip tek kişinin kendi öz kardeşi olduğuydu. Başımı iki yana sallayıp çocukluğumuzu hatırladım. Eren küçükken de biraz nemruttu, çok fazla gülmez ve genellikle sinir bozucu davranırdı ama beni her şeyden korurdu. Annemin peşinden buraya sürüklenip mutfakta koşturduğumda masanın kenarına elini koyardı başımı çarpmamam için. Parkta oynarken yanımdaki salıncaklar boş olsa bile o binmezdi. Ben salıncaktaysam o da ayakta, başımda dikilirdi düşersem tutabilsin diye.
Taner de beni genelde iterdi.
Hatta bir keresinde bu yüzden Eren, Taner'i dövmüştü. Sonra onu öyle korkutmuştu ki Taner'in Firuzan Hanım'a kanayan dizini açıklamak için uydurduğu bahanesi, dizine bir frizbinin çarptığını söylemek olmuştu.
Çocuk korkudan aklını yitirmişti. Eren de ben de Taner'in o an aklına frizbinin nereden geldiğini hâlâ ara ara tartışır ve buna gülerdik.
"Hayır," dedim Eren'e. "Sorun yok, gerçekten."
Dakikalar sonra ise artık sorun vardı.
Yaptığım kek kabarmamıştı.
Benim kekim nasıl kabarmazdı?
Yaşadığım hayal kırıklığıyla birlikte uzun bir süre tepsinin içinde biraz bile yükselti kazanmamış kekle bakıştım.
Elime fırın eldivenini geçirip iyi dökülmüş bir asfalt kadar düz olan kek tepsisini çıkarıp tezgâha bıraktım.
Sonra kekim kabarmadığı için ağlamaya başladım.
Salya sümük ağlamıyordum, yalnızca gözlerimin kenarlarından bir iki damla yaş yuvarlanıyordu ve her bir damla yanağıma kaydıkça onu sertçe siliyor, hüsran içinde keke bakıyordum.
Kekim çok güzel olacak sanmıştım. Her malzemeyi özenle koymuş, güzel olacağına çok inanmıştım ama kekimin benim istediğim kadar içi pişmemişti. Koca bir hayal kırıklığıydı benim için.
Eren beni bir tepsi kekin başında ağlarken yakaladı. "Bu ne lan böyle?" dedi bir de üstüne tepsiye bakıp. "Sen Feyza'nın bilmediğim kayıp ikisi Feyda falan mısın? Feyza böyle şeyler yapmaz çünkü."
Başımı kaldırıp ona baktığımda gülümsedim ama gözümden bir damla yaş daha düştü. "Kız sen iyice manyadın bu aralar," dedi şaşkınlıkla bana bakarak. "En kötü ben yerim bu hiçbir şeye benzemeyen kabartısız plato kekini, ne olacak?"
"Ya demesene öyle." Gözlerimi bir kez daha silip burnumu çektim. "Ben onu pişirmek istedim ama o pişmek istemedi, ne yapabilirim ki?"
"Konunun kek olduğundan emin miyiz?" Ona bir çocuk gibi bakmış olmalıydım çünkü o, bana çocukluğumda nasıl bakıyorsa yine öyle baktı. Küçük ve anlayışlı bir gülümseme ile kıvrıldı dudakları yukarıya doğru. "Konuşalım mı biraz? Aramızda kalır, söz."
Başımı iki yana salladım. Bu konuyu büyütmemem gerekiyordu. Anlatırsam ağlardım, benim ağlamamam gerekiyordu. Bu kadar alınmış da olmamam gerekiyordu. Şu an her şey ama her şey yanlış gidiyordu. Pireyi deve yapıyor, bu mevzuyu gereğinden fazla abartıyordum.
"Kek yapmama yardım eder misin?" diye sordum.
"Rulo pasta yapalım mı?" diye sordu o da karşılığında. "Bu hayattaki tek seçenek kek değil."
Hiç konuşmadık ama birbirimizi anladık. Aramızda geçen birkaç saniyelik bakışmanın ardından içeri giren bir grup müşteriyi karşılamak için koşturarak mutfaktan ayrılan bendim. O da rulo pasta için kullanacağımız malzemeleri dolaptan çıkarıyordu. Zaten bu kadarını yapabilirdi. Gereken malzemelere bile zamanında annelerimizin yazdığı tarif defterinden bakıyordu. O defterin eskimiş sayfalarının arasında benim el yazımla yazılan tarifler de vardı. Visal'in gizli hazinesi, o defterin sayfalarındaydı.
Siparişleri aldım, siparişleri hazırladım. Mutfağa girdim. Eren yalnızca başımda dikilme görevini üstlenip sözde yardım ediyor rolü yaparken ben de rulo pastayı yaptım. Sonra da kuru ve kabarmamış kekimi dolaptaki krem şantiye batırarak yedik. Bu muhtemelen ikimiz için de bir porsiyon iskenderden bile daha lezzetliydi o an. Bazı kazalar, böyle tatlı hatıraların oluşmasını sağlayabiliyordu. Eren'le bu masada karşılıklı oturup mutfaktan aşırdığımız şeyleri yemek bana gerçekten iyi gelmişti.
Bir ara Eren'in telefonu çaldı. Arayan ismin Naz olduğunu gördüğümde oldukça şaşırdım. Ardından öğrendim ki onu arayışının sebebi bana ulaşamıyor olmasıymış. Benim telefonum hâlâ çantamın içinde duruyordu, ben de o an fark ettim bunu.
Son zamanlarda yanlışlıkla teknolojik alet diyeti yapıyordum resmen.
"Üf Eren, kes Eren," demişti Naz, Eren telefonu kulağına koyup yalnızca "Naz?" demişken. "Hemen ver bana Feyza'mı. Ne yapıyor benim kalbimin kelebeği?"
Eren de göz devirmiş, telefonu bana doğru uzatmıştı. "Al bakalım, kalbinin kelebeğini istiyormuş."
Onun gibi bir tip, böyle bir ifadeyi dümdüz bir sesle dile getirince ortaya çıkan manzara oldukça komikti. Naz olsaydı kesin o da gülerdi. Telefonumu kulağıma koyduğumda kıkırdıyor olduğumu duydu Naz. "Oh, ağlamıyorsun."
Ses desibeli yüksek olduğu için telefon hoparlörde olmamasına rağmen Eren o ne derse duyuyordu. "Az önce ağlıyordu," dedi sesini yükselterek. "Geç kaldın."
"Ne diyor bu az akıllı varlık arkadan arkadan?" Naz onu tam olarak anlayamamıştı ama Eren kendisine edilen hakareti gayet duymuştu. Ayağa kalktığında mutfaktan çıkmak için hareketlenecekti fakat öncesinde telefona doğru yaklaşıp "Söyle ona," dedi benimle konuşur gibi. "Bir daha beni arayıp rahatsız etmesin."
Birden "Haspam!" diye bağırınca Naz, telefonu kulağımdan uzaklaştırmak zorunda kaldım. Gülmeye devam ediyordum. İkisinin sürtüşmesi bir film olsaydı tahminimce gişe rekoru kırardı. "Çok meraklıyım ben de ona sanki! Feyza'ma ulaşamadım diye aramak mecburiyetinde kaldım. Ayrıca telefon numarası çok çirkin."
Kullandığı tabire başkası olsa takılırdı ama benim için bir anlam ifade ediyordu. Bence de bazı telefon numaraları çirkindi, zaten bu konuyu Naz'la da daha önce konuşmuştuk. Biz kulağa fonetik gelen, melodi gibi akıp giden tekerlemeli telefon numaralarını seviyorduk. Bazıları bize kaba geliyordu. Eren'in numarası bunlardan biriydi.
Başkaları en yakın arkadaşlarıyla boş kaldıkları zaman ne konuşuyordu bilmiyordum ama biz Naz'la boş kaldığımızda bu ve bunun gibi dünya için oldukça önemli olan meselelere kafa yormayı severdik.
"Neyse, onu boş ver," dedi Naz. Ben de Eren'i boş verdim. Zaten Eren de mutfağı terk etmişti. "Nasıl şimdiye kadar konuşamadık biz? Şaka mı kızım, çocuk öpüyordu seni ya."
"Benim biraz işim var da," dediğim an Naz'ın gözlerinin yuvasından fırlayacak olduğunu tahmin ediyordum. Ben konuşmaktan kaçmazdım, konuşmanın rahatlatıcı olduğuna inanırdım. Eğer ki bir şeyi anlatmak istemiyorsam ve konuyu değiştirmeye çalışıyorsam o konu benim içime çok büyük dert olmuş demekti. "Sonra konuşsak olur mu Naz?"
"Bebeğim?"
"Naz?"
"Bebeğim? Ne olur kıyamet kopuyor olmasın, daha Paris'te moda haftasına katılamadım!"
Koşullar ne olursa olsun gülmenin bir yolunu buluyorduk, hep bulmuştuk. "Sana her şeyi yüz yüzeyken anlatacağım, tamam mı? Sorun yok. Sadece birazcık kafamın içi çamur çamur şu an."
"Neye ağladın peki?"
"Kekim kabarmadığı için. Önemi yok."
"Hım," dedi. "Onu alıp ortadan ikiye bölersem, görür gününü o kek."
İkimiz de kıkırdadık. "Eren'e telefonunu geri vereyim ben bir an önce," dedim imalı bir sesle. "Ben işimin başına döneyim ama sen istersen kapatma, Eren'le konuşursun."
"Ne konuşacakmışım be ben onunla?"
"Bilmem, Visal'de ikiniz ben yokken ne konuşuyorsanız onu."
"Konuştuğumuzu düşünmen çok tatlı ya. Arada bana birden beşe kadar bir sayı söylememi istiyordu. Ben de her seferinde söylüyordum. Geceye doğru öğrendim ki kupon yapıyormuş. Manyak mı ne? Gol tahminlerini benim salladığım sayılara göre yapmış, olur da kuponu tutarsa kuponda hak iddia edeceğim. Sonuçta ben tutturmuş olmuyor muyum? Oluyorum."
"Kesinlikle," dedim. "Bu işi takip edelim. Büyük bir miktar para tutturursa ben de bundan pay almalıyım. Neden diye sorma çünkü şu an bulamadım ama kesin almalıyım bence."
"Bence de," dedi neşeli bir sesle. "Ben şimdi seni rahat bırakacağım ama gece yarısı başına akbaba gibi üşüşeceğim. Daha konuyu seninkinin attığı fotoğrafa bile getiremediğim için bütün bu zaman boyunca içim içimi yiyecek ama olsun. Eve geçtiğinde yaz bana. Öpüyorum."
Telefonu kapattıktan sonra aslında çalışmaya hemen dönecektim ama merakıma yenik düştüm. Başka bir zamanda, başka bir şekilde olsaydı Doruk'un hesabında kendimi görmek beni heyecandan aklımı yitireceğim bir konuma götürürdü. Şimdiyse kendi isteğiyle atmadığını bildiğim için öylesine bir şeye bakmak gibi hissettirecekti muhtemelen.
Yanılmıştım.
İlk fotoğraf etrafı üç kişiyle çevriliyken şut çıkardığı bir pozisyona aitti. İkincisi, son üçlükte topun potadan geçtiği ve panonun etrafında sürenin bittiğini gösteren kırmızı ışıkların yandığı, Doruk'un ise gülümsediği bir kareydi. Üçüncüsü, galibiyetten sonra takımın kümelenip kutlayışıydı ve dördüncüsü de bizdik.
Geniş açıyla yakalanmış bu karede arka planda sahanın içindeki oyuncular, kenarda taraftarlar, benim oturduğum saha içi koltukların birkaç adım ötesinde ise biz vardık. Bir sinema filminden alınmış gibi duran bu sahnenin başrolü olmak tuhaftı. Ben kendi hayatımda bile şimdiye dek figuran rolünde gibi hissediyordum ama bu fotoğrafta onun yanında resmen parlıyordum.
Beni kucakladığı, yerden ayaklarımın kesildiği saniyeydi. Belimi tek koluyla sıkıca sarmıştı. Yüzünde diğer fotoğraflardakine benzemeyen, daha eşsiz bir gülümseme vardı. Ben gözlerimi sıkıca yummuştum, o ise alnını alnıma bastırmıştı.
Çok güzeldik.
Birkaç efekt ile kolaylıkla bir film afişi bile olabilirdik.
Bu bende yalnızca ağlama isteği uyandırıyordu. O an, her şey çok gerçekti. Kalbimin gümbürtüsü koca salonu sessiz kılmıştı benim için. Bir tek Doruk vardı.
Keşke o da benim gibi hissetmiş olsaydı.
Fotoğrafın açıklama kısmına yazdığı we are better yazısı her şeye rağmen beni güldürdü. Gerçekten de better kelimesi yalnızca bir hafta içerisinde onunla bütünleşmiş durumdaydı.
Herkes onu duysun, herkes onu bilsin, herkes onu konuşsun istiyordum.
Fakat göz önünde olmak gibi bir hevesim yoktu hiç. Hesabıma yığılan kitle iki bin kişiyi geçmiş, son attığım postun altına oo yengemiz yorumları dolmuş, başka bir kitle ise yine güzel miyim çirkin miyim diye aralarında bir tartışma başlatmışlardı. Bu tartışmalar özellikle Doruk'un attığı son fotoğrafın altında çok daha yoğundu.
Birilerine güzellik borcum olduğunu bilmiyordum. Şu dünyada en sevdiğim yerlerden biri olan Visal'in küçük mutfağında otururken insanların hakkımda durmaksızın konuşacaklarını, huzur diye tanımladığım bu yerde huzursuzluktan yerimde duramayacağımı da bilmiyordum.
Postu beğenmedim, bana atılan herhangi bir yoruma ya da dm kutuma çöken hesaplara da hiçbir dönüş sağlamadım. Bir kez daha kaçmayı seçtim ve ikinci evim olan kafenin işlerini halletmeye devam ettim. Eren aslında kapanışa benimle kalacaktı ama saat dokuz buçukken telefonuna gelen bir arama sonucu apar topar çıkmak zorunda kaldı. Telefonda karşı tarafın sesini beş saniye dinledikten sonra siyah önlüğünü sertçe çıkarıp sinirle mutfak masasına fırlatmıştı. Anladığıma göre yine Taner bir yerlerde sorun çıkartmış, arkasını toplama işi de Eren'e kalmıştı.
Visal, son yarım saatini uzun zaman sonra bu kadar yoğun geçirdi. Kendi düşüncelerimle baş başa kalmayayım diye müşterilerimin bana yaptıkları bir iyilikti bu sanki. İki kız dört erkekten oluşan bir masada uno oynanıyordu. Bu oyunu kendileri getirmişlerdi ama bir saniyeliğine bana neden Visal'e kutu oyunlarının oynanacağı bazı günler ayarlamadığımızı düşündürdü. Hem işler hareketlenirdi hem de daha fazla genç nüfusu kendimize bağlayabilirdik. Firuzan Hanım'a bir ara bu konuyu açmayı aklımın bir köşesine not ettim ve sonra devamlı kahve pişirdim.
Bütün tatlı stoğumuzun bitmesi beni mutlu ediyordu. Müşterilere güler yüzlü olmak için bugün ekstra çaba sarf etmiş olsam da gün sonunda ortaya koyduğum performanstan memnundum. Bir de herkesi buna alıştırdığım için kimse buna değinmezdi ama ben, Visal'i tek başımayken bile hiçbir işi aksatmadan idare edebilme işini müthiş yapıyordum. Onu çeyrek geçe, açık tabelasını kapalıya çevirdikten sonra masaları silme işlemine geçtiğimde kendimle gurur duymayı da ihmal etmemiştim. Ödül olarak bu gece Fırat'ın çekmecesindeki abur cuburların hepsini kendime çalmayı düşündüm. Bunu hak etmiştim.
Köşedeki masanın sandalyelerini tek tek düzelttim ve bu kez o masayı silmeye başladım. Kapı süslerinin ses çıkardığını duymamla beraber başımı omzumun üzerinden geriye doğru çevirdiğimde saçlarım yüzüme döküldü.
"Kapalıyız," dedim demesine ama karşımdaki Doruk'tu.
Gri bir eşofman takımı giymiş, kapüşonunu yine başına geçirmiş ve ellerini de hırkasının ceplerine sokmuştu. Yakışıklı görünebilmek için herhangi bir çaba harcamasına gerek yoktu. En basit giysiler bile onun üzerinde özel üretim gibi duruyordu.
"Bana da mı kapalısınız?" diye sordu tatlı bir gülümsemeyle. Refleks olarak on beş numaraya doğru yöneldiğinde onu durduran sözlerim oldu.
"Sana da kapalıyız. Oturma hiç, oraları yeni sildim."
🏀🧁🏀
Dorukhan Falay da olsa erkek erkektir diyor muyuz? Kırıcısın kek falay.
Doruk'un hayatı renklenirken Feza'nın renkleri soluyor. Bu konu hakkında bir yorumunuz var mı?
Doruk, Feza'yı üzer mi?
Feza, Doruk'u kendine getirir mi?
Feyyaz Falez ve Doruk'un ilişkisi hakkındaki tahminlerinizi de alabilir miyim? Babamızın Doruk'u gözü hiç tutmamış zaten, hepimiz buna şahidiz.
Yeniden görüşene dek kendinize iyi bakın. Bana ve duyurularıma wattpad panomdan veya Instagram hesabım azraizguner üzerinden ulaşabilirsiniz.
Teşekkürler ve tatlı günler!
Ya ben Doruk Feza konuşması okumak istiyordum ama bölüm bittiii
YanıtlaSilBen de allah kahretmesin hep yüzümü gülümseten kitap şimdi neden konuşmalarını böldü yazar okumak istiyorum diye ağlayacak durumdayım
SilDoruk Feza'yı bir süre üzecek gibi duruyor. Bu erkeklerin kendi duygularını fark etmeleri neden bu kadar uzun sürüyor? Fark ettiklerinde de arkalarında durmuyorlar zaten. Erkolar kapatılsın, adamlar kalsın lütfen. Biz erkek değil adam istiyoruz Feza da öyle.
YanıtlaSilAdmim bölümler çok kısa ve son iki bölümdür Feza ve Doruk sahneleri çok almıyoruz. Lütfen bir sonraki bölüm uzun ve bolca Feza ve Doruk sahneleriyle dolu olsun.
YanıtlaSilfezanın babasıyla olan hatta ailesiyle olan iletisimi o kadar güzel ki hasret kalmıstik boyle karakterlere yaa. ve doruğa kapalıyız dediğinde bi benim mi içimin yağları eridi rlfjepdkelmdşem
YanıtlaSil#falaysürün
SilYaaaa ben nasil bekliycem haftaya kadar azraaaaa😭😭😭
YanıtlaSilŞimdi gelde bir hafta bekle bence yazarımız ileride çok güzel bir yerde olacağı için ona şimdiden kıyak geçsinler ve nöbetlerini fln azaltsınlar bizde ileride aa şu şu bizi desteklemişti diyelim nasıl fikir bence güzel skskskd yetkililere duyurulur hadi yazarımızı salın sjsjdjdjdj
YanıtlaSilDorukhan bu dünyanın Görkemi
YanıtlaSilAllah hepimize pürüzsüz cilt, bol bol indirim ve yazarımızın hislerden bihaber olmayan erkek karakter yazma isteği ver. Amin
YanıtlaSilAllahım aminnnn
SilYa hala arkadaş mıyız diye soruyor kızı rahat bırakmıyor bırakırsa istemediğimiz zaman bırakıyor meşgulüm dedi ve en azından feza kapattı bi de dorukhan kapatsaydı bu kalp bunu kaldırmazdı LAN ÖPÜCEKTİN KIZI NE ARKADAŞI ÖKÜZ
YanıtlaSilDoruk üzümlü kekim artık üzümlü değil tarcınlısın
YanıtlaSilÖyle bir sinir sana şuan
SilÖyle bir sinir sana şuan
SilNE ARKADAŞI BEEE ÖPÜYODUN KIZI ODUN
YanıtlaSilYA OOOOOOOOFF BURADA KESILIR MI YA OOOOOOFFF
YanıtlaSilFeza doruğun her anında yanında oldu ama doruk ona nasıl hissettiğini sormadı doruğa aşırı sinir oldum
YanıtlaSilHazır kek falay gelmişken saatini de verelim erkolar kapatılsın ya
YanıtlaSilFeza'nın keki pişirmek istemesi ama kekin umrunda değil, haberi yok. Eren iyi ki varsın tek seçeneğin kek olmadığını hepimiz bilelim kızlar
YanıtlaSil