16. "Anın Büyüsü"

 

Bölüm şarkısı:
Kaan Boşnak, Bizi Nasıl Etkiler

•🧁•

"Sana da kapalıyız. Oturma hiç, oraları yeni sildim."

Cümlem adımlarının duraksamasına neden olurken sesimse bakışlarına bir durgunluk bulaştırdı. "Her şey yolunda mı?" diye sordu kapının girişinde dikilerek. "Konuştuğumuzda da sesin bir garipti."

"Bir şey yok." Ona yeniden sırtımı dönüp bütün odağımı elimdeki beze verdim. Bileğimi hızlı hızlı oynatarak sildim masayı. İşim bitmiş olmasına rağmen aynı yeri bir daha sildim sırf onunla göz göze gelmemek için. "Yorgunum sadece."

"Yorgun musun sadece? O zaman sen biraz otur, masaları silmeye ben devam edebilirim."

"Sağ ol, hallettim ben." Elimdeki kirli bezle birlikte onun yüzüne bakmadan önünden geçip tezgâhın arka kısmına doğru yürüdüm ve tüm temizlik malzemelerini toparlayıp dolaba kaldırdım. Bu sırada hâlâ onu bıraktığım yerde şaşkın ördek gibi dikiliyor, Visal'in içinde o köşeden bu köşeye civciv gibi koşturan beni o alık ifadesiyle izliyordu.

"Feza?" dediğinde sesimin sonuna bir soru işareti koymuştu. "Her şey yolunda değil belli ki."

"Ayağımın altından çekilir misin? Yoğun bir gündü, bir an önce buranın kapanması gerekiyor artık."

Bana kırılmış gibi baktı. Dalga mı geçiyordu? Onun bana böyle bir durumda kırılmaya hakkı yoktu.

Birkaç sandalyeyi daha düzelttim, on beşinki yamuk duruyordu onu da düzelttim. Doruk elini koluma yerleştirip yavaşça kolumdan çekerek beni kendine doğru çevirdiğinde beklemediğim kadar yakınıma girmişti. "Ne oldu?" diye sordu. Birinin bana vurduğunu düşündüğü andaki gibiydi, sinirlendiği zaman hep bu tonda konuşuyordu.

"Hiçbir şeyin olduğu yok. Ben de insanım, yorulabiliyorum. Her zaman etrafa gülücükler saçacak enerjiyi bulamıyorum kendimde."

Gözleri dışında her yere bakıyor, duygularımı saklamak için büyük çaba gösteriyordum ama çenemi kavrayan parmakları başımı onunkine doğru kaldırmamı sağladığında gözlerimiz birbiriyle buluşmak zorunda kaldı. "Bana seni üzen şeyin ne olduğunu anlat."

Ben de birden "Sensin," dedim. Ardından başımı geriye doğru çekip temasından kurtuldum. Bir adım geriye gittiğimde gözlerine şaşkınlığın en koyu hali bulaşmıştı.

"Ben miyim?"

"Sana çok sinirliyim." İşte başlamıştık. Bu kadar dayanabilmiştim. Telefonda sesimin kötü olduğunu düşündüğü için iş çıkışıma gelmesi bile bir şey ifade etmiyordu çünkü bunu yapmakta gecikmişti.

"İyi olduğumuzu söylemiştin," dedi kafası karışık bir ifadeyle. "Hâlâ arkadaşız demiştin. Sinirliysen neden telefonda söylemedin ki? Başına bir şey geldi sandım bu halini görünce."

"Başıma bir şey geldi Doruk." Buraya gelirken karşılaşmayı beklediği son şey soğuk tavırlarımdı, anlamıştım. Bugün onun küçük tatlı destekçisi olamadığım için kusuruma bakmasındı. "Dün geceden beri herkes beni konuşuyor. Ortalığın durulmasına izin vermeyip bizi paylaştığın için şu anda da herkes beni konuşuyor."

"Ama sana sordum ya?" dedi hayretle. "Bunun bir sorun olmadığını söylemiştin."

"Bütün gece bana ulaşmaya çalıştığını söylediğinde benim için endişelendiğini sanmıştım." Bu kez gözlerimi kaçırmıyor, yüzüm ona dönükken duraksamadan konuşuyordum. "Ama menajerinin sana yapmanı söylediği bir şey için izin almak istiyormuşsun sadece. Ben de izin verdim, sorun yok."

"Seni aradım çünkü konuşacaklarımız olduğunu düşündüm." Yalan söylemiyordu. "Seni aradım çünkü seninle konuşmak istedim. Elli tane mesaj da atıp şansımı zorladım ama hiçbirine dönüş yapmadın. Ben de bugün tekrar aradım bu yüzden, bu sefer de sesin tuhaftı."

"Çünkü kafam balon gibi oldu tek bir gecede." Kollarımı göğsümde bağladığımda o da yüz hizama yaklaşabilmek için bir dizini hafifçe kırmıştı. "Çünkü ben inatla değinmediğin bir mevzu yüzünden dün gece aileme hesap vermek zorundaydım."

Bunu şimdiye kadar hiç düşünmemişti. Tam da tahmin ettiğim gibiydi aslında. Ben her şeyi en ince ayrıntısına kadar düşünen tarafken o sadece kendi penceresinden bakmıştı. "Sorun oldu mu?"

Korkulu sesine aldırmadan alayla gülümsedim. "Tabii ki oldu Dorukhan. Babama ne diyeceğimi bilemedim. Bütün gece stresten kafayı yemek üzereydim. Ne kadar göz varsa hepsi üstüme çevrilmişti, ben böyle şeylere alışık değilim ki. Ailem de beni televizyonda görmeye alışık değil haliyle. Bütün gece telaşla bana ulaşmayı denediğini söylediğinde bunları konuşacağız sanmıştım. En azından bir iyi misin duymayı bekliyordum ya. Beni kurdun çakalın önüne kendi elinle itmek isteyeceğin gelmemişti aklıma."

Bana doğru bir adım yaklaşıp daha fazla devam etmeme izin vermedi. "Çok özür dilerim." Elini sıkıntıyla saçlarının arasına geçirirken fazlasıyla rahatsız olmuş görünüyordu. "Gerçekten çok özür dilerim. Başına iş açmış olduğumu düşünemedim. Ama bir şeyleri çok yanlış anlamışsın. Ben seni kurdun çakalın önüne falan atmadım, aksine sana sahip çıkmaya çalışıyordum."

"Beni kullanarak kendi reklamını arttırmaya çalışıyordun."

Kaşları hızla çatıldı ve kırgınlığı somut bir hal aldı. "Söylediğin şeye cidden inanıyor musun?"

"Gördüğün ilgi hoşuna gitmedi mi? Gitmiş olmalı ki daha fazlasını istedin. Yalan mı Doruk? Menajerin de bulmuş işte yolunu."

"Ya ne ilgisi Feza? Siktir etsene." Bana doğru bir adım daha yaklaştığında yüzümü yine avucunun içine aldı. Bunu artık otomatik olarak yaptığını düşünüyordum. Bana yaklaştıysa bana dokunmak da istiyordu. Kendisi farkında değilse bile durum böyleydi. "Baban çok kızdı mı? Onunla konuşabilirim. Bir açıklama yapabilirim istersen. Bu sorunu benim çözmem gerekiyor."

Bana bile bir açıklama yapmamışken babama yapmayı mı düşünüyordu?

Neden hâlâ az daha beni öpecek olmasından bahsetmiyorduk?

"Hiçbir şey yapmana gerek yok," dedim askılıktan montumu ve çantamı kapmak üzere yanından bir kez daha uzaklaşırken. Visal'in anahtarı Jerry figürlü anahtarlığıma çarpıp sesler çıkarırken Doruk'un önünden geçip kapıyı açtım. Ona dışarı çıkmasını işaret ettim çenemle. Komut almış bir robot gibi bunu yaptığında ise kapıyı sertçe çekip kilidi çevirdim. "Hallettim ben. Eve geç kalmamam lazım. Sonra konuşuruz."

Bir kez daha kolumdan yakaladı beni. Öyle kolayca kendine çevirdi ki gücünün yüzde birini harcamamış bile olabilirdi. Sırtımı duvara yaslamamı sağladığında bir adım önümde duruyordu. Yine onun tarafından kafeslenmiştim ama nedense bu özgürlük gibi hissettiriyordu.

Bana yalnızca kameraların önünde yaklaşıyor olsaydı kendimi iyice kullanılmış hissedebilirdim belki. Doruk, bunu şu anda da olduğu gibi sıklıkla yaparak en azından aklımdan bu ihtimali siliyordu.

"Böyle gitme." Zannımca birinin kendisine küsmesini kaldıramayanlardandı. Ben böyle gitmiş olsam kendini kötü hissedecek, gece uyuyamayacaktı. Daha önce de Taner başımız bela olduğunda moralim bozuk şekilde eve dönmeme izin vermemiş, yüzümü güldürmek için her yolu denemişti. "Konuşalım, tamam mı? İki taraf birbirini anlamaya çalışmadığında en ufak sorun bile büyük felaketlere dönüşme potansiyeline sahiptir. Ben seni kaybetmeyi hiç istemiyorum."

"Niye, menajerin birkaç fotoğrafımızı daha paylaşmanı mı söyledi?"

"Bu mevzuya bu kadar takılacağını bilseydim yemin ederim lafını açmazdım." Onun için hiçbir şeyin önemi yokmuş gibi kafasını sallarken yakınlığı yüzünden nefes alamadığımın farkında olduğunu sanmıyordum. "Ben üzerindeki baskıyı alabilirim diye düşünmüştüm. Herkes seni konuşuyorken ben hiçbir şey yapmamış olsaydım sence de seni yalnız başına bırakmış olmaz mıydım?"

"Ne?"

"Seninle kameralara yakalanmış olmak benim için sorun değildi Feza. Sen benim birlikte görüntülenmekten utanacağım biri değilsin. Böyle bilsinler istemiştim. Eğer arkanda durmamış olsaydım inan bana bu sefer bambaşka söylentiler çıkacaktı. Milleti susturmak içindi biraz da. Amacım seni korumaktı, gerçekten bak. Menajerimin amacı bu değildi muhtemelen ama benim sana sorma sebebim bunları düşünüyor olmamdı."

"Herkes sevgili olduğumuzu sanıyor," dedim sesimi istemsizce yükselerek. Gecenin çöktüğünü hatırladığımda ise hızlıca fısıltıdan birkaç desibel yüksek bir seviyede konuşmaya devam ettim. "Bu sefer de bunu konuşuyorlar. İnsanlar susmaz ki Doruk."

"Bu bizi o kadar da ilgilendirmemeli." Omuzlarını kaldırıp indirdi. "Sonuçta biz arkadaş olduğumuzu biliyoruz. Kimseye bir şeyi kanıtlamak zorunda değiliz."

Göğüs kafesimin kemikleri birer birer kırılıp kalbime batmaya başladı. Bu sefer hislerimi saklamak ve bunu doğru bir şekilde yapmak zorundaydım. Gözlerimin dolmasına izin vermek yerine onların öfkeyle kararmasına yol açtım. "Sen kimseye bir şeyi açıklamak zorunda olmayabilirsin ama ben babama açıklamak zorunda kaldım. Bir daha yaptığın bir hareketin sonucunda sorumluluk alamayacaksan o şeyi yapmaya kalkma."

Sokak lambası birkaç adım ötemizde kalıyor, onun sağ profilini aydınlatıyordu. Gözlerinde ise ışıklar yoktu. Her zaman gözlerinde ışıkları taşıdığını düşünürdüm. Bugün sanki karanlıktı, loştu, durgun ve biraz da yorgundu. "Bunun için gerçekten özür dilerim," dediğinde onun samimiyetine inandım. Bir yandan da benden çok fazla özür dilemiş olduğunu düşünüyor, daha fazla özür duymak istemediğimi biliyordum.

Sonra bana bin kez özür de dilese unutmayacağım bir cümle kurdu.

"Ben de izlerken idrak edebildim. Sana çok fazla yaklaşmışım. Anın büyüsüyle öyle olmuş, farkında değildim. Neyse ki sen yapmamamı söyledin de aklım başıma geldi."

Anın büyüsü mü?

Benim anneme ayrı babama ayrı anlattığım, bunlar yetmiyormuş gibi bir de gidip günlüğüme yazdığım tüm duygularımın ondaki karşılığı anın büyüsünden mi ibaretti?

Beni öpecekti ve bu o anın büyüsü yüzündendi.

Zaten neden daha fazlasını bekliyordum ki? Falez, uçurum kenarı demekken Doruk, bir dağın tepe noktası demekti. O benden yüzlerce metre yükseklikteki bir zirvedeydi. Ben denize bakan dik bir yamaçtım. Zirvedekilerin uçurumlarla işi olmazdı.

Telefonda bana arkadaş olup olmadığımızı sormasının sebebi de buydu. Onunla iletişimi kesmemden korktuğundan falan değildi, daha ilerisi olacağımıza dair bir yanılgıya kapılmayayım diyeydi.

Bana bir gün her şeyiymişim gibi hissettirirken bir diğer gün hiçbir anlamım yokmuş gibi hissettirmeyi nasıl başarabilirdi?

"Bir dahakine sınırlarını düzgün çizersen sevinirim," dedim soğuk bir sesle. "Bir dahakine başka bir andan büyülenir de bana dair bir şey paylaşmak istersen eğer, bunun kararını veren kişi sen ol. Ben yanında gezdireceğin bir süs bebeği değilim, sana destek olmak isteyen bir arkadaşınım. Beni yalnızca etkileşim için kullandığını hissedersem ne desteğimi ne de arkadaşlığımı bulursun Doruk. İyimser biri oluşum, salak olduğum anlamına gelmiyor. İyi geceler."

Sözlerim öyle katıydı ki beni durağa bırakmak için ısrar bile edemedi. Caddenin köşesini dönerken son bir kez dönüp arkama baktım ve onu cebinden çıkardığı sürpriz yumurtalara bakarken yakaladım. Yıkılmış gibi duruyordu. Bir sorunu çözmek isterken arkasından onun hiç göremediği çok daha büyük bir sorun çıkmıştı. Bu onu yerle bir edecek olabilirdi, uzun uzun düşündürecek ve sorgulatacak da olabilirdi ama bunu bile önemsemedim.

Aksine düşünsün istedim. Fark etsin istedim. Beni öpmesine izin vermek yerine ona durmasını söylediğim için kendimi tebrik ettim içimden. Az daha ilk öpücüğüm ne istediğini bilmeyen kafası karışık bir çocuğa gidecekti. Doruk'la bir problemim yoktu. Onu seviyordum, onu sevdiğimi biliyordum ve onun iyi birisi olduğundan da emindim ama bu belirsizliklerle boğuşmak yerine onu kendimden itmeyi tercih ederdim. Kalbimi daha fazla kırarsa içime kapanır, hayata küser, deli deli bir şey olur çıkardım. Kendimi tanıyordum ve kalbimi ondan korumam gerektiğini hissediyordum.

Aklım bu gece böyle yapmamı söylüyordu ama akıl ve kalp arasında yüzyıllardır süren savaşın sonuçlarına bakacak olursam, her ne olursa olsun bir kalbe aşk uğradığında o insan mahvolmaya başlıyordu. Sanırım beni de ona olan hislerim tüketmeye başlamak üzereydi.

Daha düne kadar ondan hiçbir şey beklemediğimi söylüyorken kendime kör olduğumu yeni fark ediyordum. Ondan çok fazla şey bekliyordum. Beni sevmesini istiyordum. Bu çok zor bir şey demekti. Onun gibi biri için ben ancak büyülü anlar yaşanırsa bir seçenek olabilirdim. Herhalde o zaman da bana takılmacalık gözüyle bakardıen fazla.

Benim kalbimi sıkıştıran o küçük anın üzerine o hiç kafa yormamıştı. Erkeklerin kadınlara göre daha umursamaz olduğunu, yaşanan olayların üzerine daha az düşündüklerini çevremdeki insanlardan hep duyuyordum ama bunun canımı böyle yakacak olmasını beklemiyordum.

Onu öylece arkamda bırakıp durağı adımlarken gözlerim yanıyordu. Senin için bütün zaferlerim, cümlesinden sonra bile nasıl bana arkadaşımsın diyebilirdi? Onun için en değerli şey basketboldu. Mvp olduğu maçın formasını kalkıp bana veriyordu. Beni yeniden görmek için bahaneler yaratıyordu ve sonra gözlerimin içine bakıp arkadaş olduğumuzu savunuyordu.

Galiba Doruk, ben onu sevdiğim için beni seviyordu.

Güzel olmadığımı düşünüyorsa bunu haksız bulmazdım ama eğer durum böyleyse bana keşke beni güzel bulduğunu hiç söylemeseydi. Ben hâlâ bazenleri yalanlarla gerçekleri ayırt edemeyecek kadar toz pembe bir masalda gibi yaşıyordum hayatı. İçinde bulunduğum büyülü balon patladığında cadının asası kalbimi ortadan ikiye yarmıştı.

Eve beş karış bir suratla girmeyi istememiştim ama gülümsemeye halim yoktu. Hâlâ bana oldukça sinirli olduğunu bildiğim Fırat, ben yemek yerken mutfaktaki çikolata kavanozunu kaşıklamak için yanımda oturmuştu. Sorunun Taner'le ilgili olup olmadığını sormak için kurtlandığını ama dudaklarını bir türlü arayıp bana soramadığını anlayabiliyordum. "Problem yok," demiştim bulaşıklarımı makineye dizerken. "Yat uyu, ablanı kimseye kaptırmayacaksın."

Doruk gibi birinin beni seveceğini hayal etmek de benim gibi dizileri gerçeği haline getiren, okuduğu kitaplardaki romantizmi iliklerine kadar yaşayan bir kıza yakışırdı zaten. Ne yazık ki gerçek hayat masallar gibi değildi. Gerçek hayatta menajerler ve onların yönlendirdiği basketbolcular vardı. Kendi hayatlarında bile başrol olamayan küçük tatlı kızlar, basketbolcuların hayatlarına ancak birkaç bölümlüğüne girebilir ve sonra unutulup giderlerdi.

Kendimi Amerikan kolej dizilerinde bir iddia uğruna okulun havalı çocuğu tarafından kandırılmış gibi hissediyordum.

Beni öpecek olması anın büyüsüyle gerçekleşmiş bir şeyse Doruk, kızlarla sık sık kendini böyle yakın pozisyonlarda buluyor olmalıydı. Beni taşikardik hale getiren bu durumun onun için hiçbir önem teşkil etmemesi herhalde birilerini öpecek olmaya alışık olduğundandı.

Sosyal medya bu gece umurumda değildi. İnsanlar birer muhabbet kuşu gibi devamlı aynı şeyleri tekrarlamaya devam edebilirlerdi. Benim onun yanına yakışmadığımı söyleyenlere hak vermek dışında bir şey yapabileceğimi sanmıyordum bu gece.

İnsan, verdiği kadar değer görmediği gerçeğiyle yüzleştiğinde bununla nasıl başa çıkabileceğini çözmesi biraz zaman alıyordu.

Ferda bu gece ona Doruk'u anlatacağımı düşlemişti bütün gün boyunca. Bu yüzden herkesin uyuduğuna emin olduğu bir saatte odama gelip bağdaş kurmuş, beni soru yağmuruna tutmuştu ama keyfimin yerinde olmadığını gördüğünde üzerime gelmek yerine beni rahat bırakmayı tercih etmişti. Bir de ondan Furkan'ın sürekli televizyon izlediğini ve ekranda beni görmeyi beklediğini öğrenmiştim.

Küçük kardeşim ablasının ünlü olduğunu sanıyordu.

Ablası da Doruk'un onu seviyor olduğunu falan sanmıştı.

Falezler bu aralar her şeyi yanlış anlıyordu.

Kulaklıklarımı takıp yorganı başımın üzerine kadar çekerek kendimi zifiri karanlığa gömdüm. Karnıma doğru çektim bacaklarımı. Neşeli şarkılar dinlemeye bayılırdım ama bugün ilk durağım Emre Aydın olmuştu. Gözümü kapattığım an karşımda Doruk beliriyordu. Göz kırpıyor, diğerlerinin arasından sıyrılıyor, gülümsüyor, bana doğru koşuyordu. Yüzümü kavrayan ellerinin sıcaklığı sanki hâlâ yanaklarımdaydı. Ona göre tüm bunlar arkadaşçaydı.

Kendimi kötü hissetmeyi ne zaman bırakacaktım?

Belli ki bu gece değildi.

Sırf düşünmeyeyim diye Supernatural açtım. Zihnim karmaşık ve yorgun olduğundan normalde yapmadığım bir şey olmasına rağmen altyazıları da aktif hale getirdim. Kendimi uyumaya zorlayacaktım.

Arka arkaya altı bölüm izlediğimde saat 04.10'u gösteriyordu.

7'de uyanıp işe gitmek istemiyordum. Sabahtan Eren gidip beni kurtarsın istiyordum ama müsait miydi bilmiyordum. Taner'e ulaşmak gibi bir şey ihtimal dahilinde bile olamazdı. Ayrıca onların aralarında ne olduğunu da merak ediyordum. Eren, Taner'i iki gecedir bar köşelerinden topluyordu. Bunun Doruk'la benim aramdaki ilişkiyle bir ilgisi olup olmadığını merak ediyordum. Komplo teorileri üretmeyi hayat felsefesi sayan tarafım Taner'in bizi televizyonda gördüğü andan sonra böyle şeyler yapmaya başladığını söylüyordu.

Bu mesele beni korkutuyordu ve gecenin bu saatinde daha fazla üzerine kafa yormak istemiyordum.

Son bir kez Instagram'a bakmak istedim yatmadan önce. Öylesine ana sayfada gezinecektim ama sonra birden Doruk'un bir story atmış olduğunu gördüm. Az önce yoktu, bu da demek oluyordu ki bunu yeni atmıştı.

Üzerine tıkladığımda karşıma çıkan şey beni o kadar heyecanlandırmıştı ki ses çıkartmamak için elimi ağzıma bastırdım.

Evinden bir fotoğraftı. Koltuğunda otururken yalnızca bacakları, sehpa ve televizyonu açıya giriyordu. Asıl olay, fotoğrafta nelerin olduğu değildi. Doruk'un ne izlediğiydi.

Supernatural'a başlamıştı.

Sağ üst köşedeki karanlık kısma saati eklemişti. 4.15'ti. Hemen altına ise tavsiye üzerine yazmış, sonuna beyaz bir kalp bırakmıştı.

Bunu ona menajeri yaptırmış olamazdı. Bu, yalnızca onun bildiği bir şeydi.

"O kadar sezonluk dizilere hiçbir güç başlatamaz beni. Üşenirim, sıkılırım, bırakırım."

Başlamıştı. Benim için miydi? Benim için 15 sezonluk bir dizi mi izleyecekti?

Doruk neden yüzüme karşı bambaşka davranırken sosyal medya üzerinden bana bir şeyler anlatmaya çalışıyormuş gibi hissediyordum? Geçenlerde benim çektiğim fotoğrafını atıp altına yazdığı söz de cabasıydı. O beyaz kalpten ne anlamalıydım? Ya da Real Madrid maçına giderken ona attığım fotoğrafımın altına bıraktığı kırmızı kalpten mesela? Bunlar da mı arkadaşçaydı?

Doruk delirmiş olmalıydı.

Onun Supernatural izlemeye başladığını öğrendiğim andan beri ben de delirmiş olabilirdim. Ayrıca her şeyden de öte bu saatte derdi neydi? Niye uyuyamamıştı? Bunların benimle bir ilgisi var mıydı?

Storysini beğenmeden geçtim. Ben yaptım bunu. Ben, onun muhtemelen beni kastederek attığı şeyi görmezden geldim. Halbuki bir yanım çığlık çığlığa koşturmak, ona mesaj atmak, en başından sonuna kadar birlikte izlemeyi teklif etmek istiyordu ama durdum. Hiç de umurumda değilmiş gibi yaptım.

Kalbim deli gibi çarparken gözlerimi kapatıp kolumun altına bir yastık çektim ve ona sıkı sıkı sarıldım. Düşünüyordum. Yine onu düşünüyordum. Bu aralar bir tek onu düşünüyor, yaptıklarına anlam vermeye çalışıyordum. Bu girdabın içinde uyuyakalışıma şaşmamak gerekiyordu. Ben bazı geceler yorgunluktan on iki buçuğu zor görürdüm. Dört buçuk gibi bir saat benim için oldukça ekstremdi.

O gün yalnızca iki saat uyuyabildim ve sanırım Visal'deki en verimsiz günümü geçirdim. Yorgunluktan bayılacağımı düşünürken Naz yardımıma koşmuş, beni mutfak tarafına göndermişti. Bunda limonlu cheesecake isteyen müşteriye portakallı cupcake götürmemin de payı olabilirdi.

Mutfak masasında uyuyakalmıştım.

Gözümü açtığımda hava kararmıştı. Alnımın solundan başlayıp Nil Nehri gibi sağına doğru inen büyük bir yarık izi vardı. Sırtım tutulmuştu, boynumu sağa sola çevirirken canım yanıyordu ve karşımda Naz vardı.

"O diziye senin için mi başlamış?" diye sordu. "Arkadaş olduğunuzu söyledikten sonra mı? Ben bile senin için on beş sezonluk diziye başlamazdım."

"Başladın ya Naz," dedim gözümün önünde siyah karartılar dolaşırken uykulu bir sesle. "Dördüncü sezonda değil miydin?"

Naz, avuç içiyle alnıma şap diye vurduğunda neye uğradığımı şaşırdım. "Onu boş ver de uyan uyan," dedi. "Sese bak, borazan gibi. Kalk bir su iç kendine gel. Bu masada bu kadar uyumayı nasıl başardın kızım sen?"

Ben de bilmiyordum. Hiç benlik değildi. Üzerimden kamyon geçmiş gibiydi. "Çok yoğun muydu?"

"Değildi ama Eren bu akşam kapanışa gelemeyeceğini söyledi. Birlikte kapatacağız."

"Ben hallederdim," dedim gözlerimi ovuşturarak. Karşılığında o da net bir şekilde "Hayır," dedi. "Tek kalmanı istemiyorum. Bana sorunu söyleyecek misin artık?"

Önümüzdeki otuz dakika boyunca bir taraftan siparişler için koştururken bir taraftan da ben ona özet geçtim. Doruk'un tutarsız tavırları benim kadar onun da canını sıkmışa benziyordu. Moralimi daha da bozmamak adına çok bir şey söylemedi ama bakışlarından anladığım kadarıyla Doruk'tan ümidi kesmek üzereydi.

Kapanışı yaptıktan sonra o koşarak metro durağının olduğu tarafa doğru ilerledi. Bense otobüs durağına gitmiş, bu sefer koşmamıştım. Otobüsü kaçırdığımın bilinciyle duraktaki banka oturup kulağıma kulaklıklarımı taktım ve başımı geriye yasladım.

Beni evime götürecek otobüs geldi, evin içine adım atmamla birlikte Furkan kucağıma atladı ve onu uyumamış olarak yakalamak beni memnun ettiği için o yorulup uyumak isteyene kadar birlikte kamyonlarını yarıştırdık. Fırat ve Ferda da bize katıldığında halının desenleri üzerinde sıra sıra kamyonlarımızı sürüyorduk. Gıcık Fırat sürekli birinci oluyordu. Arada bana pis bakışlar atıyor, kamyonuyla kamyonuma vuruyor ve benimkini devirene kadar uğraşıyordu. Ferda da aynısını Fırat'a yapmaya çalışırken biz biraz kaptırdık buna kendimizi. Üçümüzün kolları bacakları birbirine dolanırken beş yaşındaki Furkan bizden birkaç adım ötede oturuyor, kocaman açtığı gözleriyle bizi izliyordu. Sonra başını iki yana salladı ve salona giriş yapan anneme dönüp "Bunlar yaramaz çocuklar," dediğinde hepimiz kahkaha atmaya başladık.

Kafam dağılmıştı, bu doğruydu. Annem Furkan'ı uyuması için odasına götürünce ben de Ferda ve Fırat'ın ellerini tutup onları odalarına bırakmıştım. Kapıyı üstlerine çektiğimde ikisi de kıkır kıkır gülüyorlardı. Fırat düne göre daha az öfkeli gibiydi, babamın onunla konuşmuş olduğunu düşünüyordum.

Saat gece yarısını biraz geçerken yatağa ancak girebilmiştim. Keşfetim ne zamandan beri basketbol haberleriyle dolmuştu bilmesem de bir magazin sayfasının az önce yaptığı paylaşım önüme düşünce yüzümdeki gülümseme silindi.

Haber başlığında iki rakip takımın genç yıldızları aynı masada yazıyordu. Bordo bir deri koltukta yan yana dizilmiş dört kişiye baktım. Doruk ve Okan ortada oturuyordu. Fotoğrafı çeken kişi Alara'ydı, Doruk'un diğer tarafında ise şık bir gece elbisesinin içinde yine oldukça güzel görünen Beril vardı. Bordo ojeli elini Doruk'un omzuna koymuş, kadraja girebilmek için bedenini onunkine yaklaştırmıştı. Doruk'un yüzünde ufak bir gülümseme varken Okan sırıtıyordu

Doruk'un samimi gülümsemelerine çokça kere tanık olmuş biri olarak bu fotoğrafa bakarak onun biraz rahatsız olmuş gibi göründüğünü söyleyebilirdim.

Ufak bir araştırmayla birlikte bu fotoğrafı kendi hesabından paylaşan kişinin Beril olduğunu öğrendim. Naz'ın zor zamanımda lazım olur diye bana verdiği fake hesabından onun storysine bakmıştım, bu sayede görmüştüm. Kadıköy'de bir barın konumu vardı. Beril bu fotoğrafı italik bir yazıyla tayfa yazıp diğerlerini de etiketleyerek paylaşmıştı. Okan fotoğrafı kendi storysine eklemişti ama Doruk bunu yapmamıştı.

Eski bir film posterinin baskısını taşıyan beyaz bir tişört, siyah bir pantolon giyiyordu Doruk. Bu gece için özel olarak hazırlanmış gibi görünmüyordu. Hatta bu rahat stili Beril'in ağır makyajı ve bedenine müthiş bir şekilde oturan elbisesinin yanında komik kalıyordu ama ben gülecek gibi değildim.

Belki buna hakkım yoktu ama içkili bir mekanda yan yana olmalarından hoşlanmamıştım. Özellikle de aramız biraz bozuk gibiyken inadıma yapılıyormuşçasına önüme düşen bu fotoğraf moralim iyiden iyiye düşürmüş durumdaydı.

Beril bu kadar güzel olmak zorunda mıydı?

Toz pembe nevresim takımımın içinde bebek mavisi pijamalarımla yatarken baş ucumda duran su şişesinden bir yudum aldım ve onun yerinde olsam benim de onu seçeceğimi düşündüm. Magazin sayfasına atılan yorumları kaydırmaya başladığımda ise Beril'in istediği kafa karışıklığını yarattığını görmek beni şaşırtmadı.

İki gün önce benimle kameralara yakalanan Doruk, bu gece bir barda omzuna yaslanan başka bir kızlaydı. Bu kim? diyordu insanlar ama beni yerden yere vuran topluluk ortadan kaybolmuştu ve herkes Beril'e ayrı Alara'ya ayrı övgüler yağdırıyor, ikisinin de taş gibi gözükerek erkekleri gölgede bıraktığından bahsediyorlardı.

Ben bu gece de ağlamak istemiyordum. Bu yüzden her gece başka bir kızla koçum benim, yaşıyor bu hayatı yorumundan sonra Instagram'dan çıkış yaptım. Işıkları kapattım ve yine kafamı dizi izlemeye gömdüm. Uykum gelsin istedim, gelmedi. Ben gelsin istedikçe o daha çok terk etti beni. İnsan bir şeyi ne kadar çok isterse o şey ondan o kadar uzaklaşıyordu. Galiba uykumu kovalamayı bırakacak, bu gece de yine sabahlayacaktım.

Saat ikiye gelirken telefonum titremeye başladığında ürkerek yerimden zıpladım. Doruk'un aradığını görmek ise gözlerimi yuvalarından çıkartacak sandım.

"Alo?" diye fısıldadım doğrudan telefonu kulağıma götürerek. Başına bir şey gelmiş olma ihtimali yüzünden yattığım yerden korkuyla doğrulmuş, elimi göğsüme bastırmıştım.

"Feza?" dedi Doruk'un şaşkın ve garip çıkan sesi. Bir saniye geçti, iki, üç, dört. Ardından Doruk bu defa gülümseyerek ve onaylar gibi bir sesle "Fezaaa..." diye mırıldandı.

"Doruk?" dedim hayretle. Hâlâ fısıldıyordum. "Ne oldu? İyi misin?"

"Sana bir şey söylemem lazım."

Ağzını hafifçe yayıyor ve kelimelerinin hakimiyetini tam olarak sağlayamıyordu. Yuvarladığı ve uzattığı harfler kulağıma tatlı gelse de şaşkınlığımı üzerimden atamıyordum. "Sarhoş musun sen?"

"Biraz." Bir anda gülmeye başladı. "Ev burası," dedi sonra. "Evime geldim."

"Tek başına mısın? İyi olduğuna emin misin? Beni korkutma. Gerçekten evdesin değil mi? Etrafının fotoğrafını bana atabilir misin? Sözüne güvenemeyeceğim kadar sarhoşsun galiba sen."

"Dinle." Güldü. "Bu şarkım sana dinle." Ağzıyla tuhaf bir ritim yaptığında sinirim bozulduğu için gülmeye başladım ve benim gülmem ona bir kahkaha attırdı. "Of, Bekir öğretiyor bana bunları hep. Bekir adam adam. Kardeşim benim. Adamın dibi."

"O da seninle mi?"

"Hayır. Ama Bekir doğru arkadaş. Bekir iyi çocuk. Canım Beko'm."

"Ne söyleyecektin bana sen?" diye sordum sesimi mesafeli tutmaya çalışarak. Yanında Beril var mı yok mu öğrenmek için can atan tarafımı baskılayabildiğim için mutluydum.

"Fotoğraf," dedi. "Fotoğraf çektiler. Okan'ın sevgilisi. Feza, Beril benim sevgilim değil. Fotoğrafı paylaştılar. Ben gittiğimde yoklardı. Feza, geleceklerini bilmiyordum. Anladın mı?"

"Pek anladığımı söyleyemeyeceğim açıkçası."

"Fısır fısır konuşman çok tatlı," dedi ve yine kendi kendine gülmeye başladı. "Diyoruum kiii, ben Okan'la gittim. Okan'ı tanıyor musun? Sahi, gördün. Okan'a çok sinirliyim. Kendimi biraz kötü hissediyorum ama sen beni anlarsan geçer."

"Cümlelerin çok dağınık," dedim. "Konudan konuya atlıyorsun. Takip edemiyorum."

"Sana hesap veriyorum," dedi ciddi bir sesle. Nedense zihnim onun yüzünün de sesi kadar ciddi olduğunu düşündü. Bunu kendine bir görev sayıyor olmalıydı. "Fotoğrafı göreceksindir. Benden duy istedim. Ben istemedim. Yani, öyle değil. Gelsinler demedim. Sen bizim eve gelmeden önce onlara da gelmelerini söylemiştim, sen rahat et diye. Ama bugün ben çağırmadım. Feza, onunla benim aramda bir şey yok."

"Omzuna yaslanmışken pek öyle durmuyordu aslında."

"Görmüşsün." Bir çarpma sesi geldiğinde elini sertçe alnına vurduğunu düşündüm. "Hay sikeyim ya."

"Başka bir şey söylemeyeceksen kapatıyorum Doruk."

"Dur," dedi. "Lütfen kapatma."

"Buradayım hâlâ."

"Aaa," dedi birden. "Feza..." İsmimi zilzurna sarhoşken bile böyle güzel söylemesi haksızlıktı. "Aaa," dedi yine. "Sarı çoraplar giymişim. Çoraplar değil, çorap. Teki nerede bunun amına koyayım? Sol çorabım kayıp." Bir iki adım sesi duydum, ardından tahminimce koltuğa devrildi. "Of, çok özür dilerim. Küfür ettim. Ama sol çorabımı bulamıyorum, bu önemli."

"Ayakkabı numaran kaç?"

"Kalıba göre değişiyor ya. 46 falan giyiyorum çoğunlukla."

Gecenin ikisinde konuşmak için gayet uygun bir konuydu. O sarhoştu, ben hâlâ olanlara bir anlam vermeye çalışıyordum ve Doruk'un ayakkabı numarasını öğrenmiş olmam çok işe yarar bir bilgiydi kesinlikle. Ama çorabını bulamadığı için öyle üzgündü ki ona bir çift sarı çorap almak gelmişti içimden.

"Feza." Mırıldanır tonda çıkardığı sesi kalbime giden damarlarla doğrudan bağlantılıydı. "Sana anlatmazsam rahat etmeyecektim."

"Niye ki?" Görmeyecek olsa da omuzlarımı kaldırıp indirmiştim. "Arkadaşlarınla eğlenmeye gitmiş olman bir başka arkadaşını niye ilgilendirsin?"

Bana ne ki? Sadece üzüntüden komalık olacaktım az daha. Öyle çok kafama takmadım yani.

"Çünkü," dedi kendinden emin bir şekilde ama kafası karışmış olsa gerek uzunca bir süre duraksadı. "Eğlenmedim." Yine bir değerlendirme yapıyor gibi durdu. "Garipti. Okan Okan değildi. Soğuktu çok. Zorla çıktık sanki, haspama bak."

"Sana bir şey mi söyledi?"

"Beni tebrik bile etmedi," dedi alınmış bir şekilde. "Bana nasıl gittiğini sormak yerine kendi hayatında işlerin nasıl gittiğini anlattı. Koçuyla arası çok iyiymiş. Görürmüşüm, ilk beşte kendine yer bulacakmış. Bir de haftasonu için babasıyla planları varmış. Bana ne amına koyayım?" Kısa bir esin ardından telaşlı bir sesle, "Yine özür dilerim," dedi. "Ama nispet mi yapıyor yani hayırdır? Bir haftadır medyada adım konuşuluyor diye götü başı ayrı oynamış lavuğun resmen." Bu sefer daha uzun bir es verdi. "Şu diline az sahip çık mal, kızla konuşuyorsun. Tekrar özür dilerim gerçekten."

"Seni kıskanmış mı?" diye sordum gecenin ikisi değilmiş gibi büyük bir merakla. "Ama siz çok yakın arkadaşsınız sanıyordum."

"Ben de öyle biliyordum ama yanlış biliyormuşum. Bu arada çorabım nerede biliyor musun?"

Masum sorusuyla bir kıkırtı kaçtı dudaklarımdan. Ses çıkmasın diye elimi ağzımın önüne getirdim. "Bilmiyorum Doruk."

"Çok güzel gülüyorsun." İçini çektiğini duydum. "İnsanın ömrünü uzatırsın sen."

Utandım. Saçma sapan bir telaşla yorganıma bir tekme savurdum ve sonra salak salak sırıttım tavana bakarak. "Teşekkür ederim."

"Televizyon kumandasını kim buraya sokmuş?" diye sordu sinirle. "Odama gitsem iyi olur. Salon çok dağınık."

"Dikkatli yürü, yığılıp kalacaksın diye korkuyorum."

"Korkma," dedi. "Bana bir şey olmaz."

"Yürüyor musun şu an?"

"Sol ayağım üşüdü."

"Dikkatli ol. Tutun bir yerlere."

"Sekeceğim," dedi. "Bir saniye. Parke soğuk."

Telefonun öbür ucundan gelen pat pat seslere bakılacak olursa Doruk gerçekten sekmeye başlamıştı. "Terlik giy."

"Ohaaaa..." Pat sesleri kesildi. "Ne kadar zeki bir insansın. Çok teşekkür ederim. Terlik giyeceğim. Şey... Nerede olduklarını biliyor musun?"

"Orası senin evin, ben bunu bilemem."

"Benim evim senin evin," dedi. "Terliği siktir et, sen neredesin? Keşke burada olsaydın. Ben konuştuğum her insanla seni kıyaslamak zorunda mıyım? Kardeşim dediğim adam kıskançlıktan yüzüme bakmıyor, dün tanıştığım kız maçımı en önden izliyor. Başıma gelen en güzel şey olduğunu söylerken şaka yapmıyordum."

"Doruk," dedim yavaşça. Kalbim deli gibi atmasına rağmen gözlerimi sıkıca yumup açtım. "Ben senin ayık haline anlam veremiyorken sarhoş halinin cümleleriyle başa çıkamam. Odana geçtiysen telefonu kapatacağım, sabah uyanınca bana yaz olur mu? Merak ederim."

"Bana yapma demeseydin seni öpecektim." Ansızın kurduğu cümle nefesimi kesti. "Bundan utandığım için bu konuyu açmadım."

"Benden utandığın için mi?"

"Hayır deli. Seni öpmeyi aşırı derecede, deli gibi, durdurulamaz şekilde istediğim için. Hâlâ istiyor olduğum için. Eğer üzerine konuşursak bunu yapmayı daha çok isteyeceğim için. Belki de bu sefer kendime engel olamayacağım için."

Karnım kasılıyordu. Ses tonunun yoğunluğu yetmezmiş gibi kurduğu cümlelerin canıma kastı olmalıydı.

"Aaa," dedim tüm bunlara rağmen soğuk bir sesle. "Anın büyüsüyle öyle olmuştur, sabaha geçer."

"Yapmamamı söylediğinde bunu istemediğini sandım. Ne kameralar, ne babanlar... O an hiçbir şey aklıma gelmedi. Bana öyle bir bakıyordun ki... Sadece seni öpmek istedim."

"Oldukça büyülü bir andı, o yüzdendir."

"Feza, kurduğum sikik cümlenin gerçeği yansıtmadığını biliyorsun."

Alkol onu küfürbaz birine dönüştürürken onun alkollü hali de beni cesur birine dönüştürmüştü. "Eğer söylediğin gibiyse bunu ayık olduğun zaman duymak istiyorum senden."

"Ben bu kadar dağıtmam normalde," dedi kendinden utanır gibi alçak bir sesle. "Ama Okan'a çok bozuldum, ortamdan da rahatsızdım. Sürekli bar taburesinde takıldım o yüzden. Bir de sen... Sen işte. Sen geldin aklıma. Hiç çıkmıyorsun aklımdan."

"Doruk," dedim sitemle. Söyledikleri çok güzeldi ama doğruluğunu bilemezdim. Benimle oyun mu oynuyor, ne dediğinin farkında mı, bunları sabah olunca hatırlayacak mı bilemezdim. "Uykun gelmedi mi? Biraz uzan hadi, ben de kapatayım telefonu."

"Duymaktan neden korkuyorsun?" diye sordu ciddi bir sesle.

"Çünkü gecenin ikisinde yaptığımız ve muhtemelen senin sabaha hatırlamayacağın bir konuşmanın içeriğinde söylenenlerin hiçbir önemi olmayacak ikimiz için. Aklın bulanık."

"Sen netsin."

"Doruk..."

"Bir dahaki sefere seni öpmeme izin verecek misin?"

"Doruk!"

"Kameraların önünde değil. Feza, benim derdim şov falan değil. Reklamı da sikeyim. Daha düne kadar kimse adımı bilmiyordu. İnsanlar beni bugün övüyorlar yarın yine gömerler. Işıklar üstümdeyken zirvedeyim, beni görmeleri kolay. Marifet karanlıkta kaldırıma çökeni bulabilmek."

"Lütfen," dedim neredeyse yalvararak. "Lütfen bunları sen tamamen ayıkken konuşalım. Doruk, lütfen hatırla. Eğer bu söylediklerini unutursan kalbim çok kırılır."

"Çok zorlanırım." Sıkıntıyla içini geçirdi. "Eğer zorlanmasaydım, sana hakkımdaki her şeyi anlatırdım. Bütün geçmişimi bir kutunun içine kilitledim, senin için o kilidi kırardım. Sorun hiçbir zaman sen olmadın. Sorun hep bendim. Ben zorum, Feza. Zorlanmanı istemedim."

"Bu yüzden her şeyi daha da zorlaştırmayı mı seçtin?"

"Galiba." Derin bir sessizliğe gömüldüğünde aklından neler geçirdiğini görebilmek istedim. "Bana çok iyi geliyorsun," dedi kelimelerini dikkatle seçmeye çalışır gibi. Sarhoş olduğu için bunda gereğinden fazla zorlanıyor olsa gerek, yavaş yavaş devam etti konuşmasına. "Sen hayatına girdiğin her insana iyi gelirsin. Bu bir gerçek. Nasıl yapıyorsun bilmiyorum ama ışık saçıyorsun Feza. Seni sürekli yanımda tutayım istiyorum. Saçma sapan bahaneler üretiyorum yanına gelmek için çünkü ben bir basketbol oynarken bir de senin yanındayken kendimi bu kadar iyi hissediyorum."

Varacağı yeri merakla beklerken dudaklarımı stresten ısırıyordum çünkü onu biraz tanıyorsam birazdan her şeyi mahvedecek bir şeyler söyleyerek bitirecekti konuşmasını.

"Keşke ben de sana senin bana iyi geldiğin kadar iyi gelebilseydim." Sesi giderek boğuklaşırken sızmak üzere olduğunu düşündüm. İzlediğim dizilerde genellikle böyle oluyordu, daha önce bir sarhoşla böyle bir konuşmanın içinde bulunmamıştım. "Keşke ben de sana olumlu bir şeyler hissettirebilseydim."

Bana ilk defa başıma gelen türden, derin bir aşkı iliklerime kadar hissettiriyordu ama sanırım bu olumlu bir şey değildi. Aşık olmak, dünyayı toz pembe görmeyi sağlarken bir anda karanlığa da gömebiliyordu. Herhalde tutarsız, dengesiz bir şeydi. Anladığım kadarıyla aşk, Doruk'a benziyordu.

"Seni kaybetmek istemiyorum." Sesi şimdi oldukça ciddi, söylediklerinden emin geliyordu. "Ve arkadaşlıktan ileriye gidersem seni kaybederim, bunu biliyorum. Feza ben seni çok üzerim. İsteyerek yapmam ama kesin çok üzerim. Sen bana çok fazlasın derken bunu kastediyordum. Seni gelgitlerimin içine çekmek istemiyorum. İyisi mi biz baştan anlaşalım. Bana aşık olma sen, tamam mı? Hayatımdaki her şeye yaptığım gibi seni de mahvetmeyeyim çünkü bunu yaparsam kendimden nefret ederim. Beni anlıyor musun?"

Çok geçti.

Keşke bunu bana tanıştığımız ilk gün, o kaldırımda otururken söyleseydi.

Gözlerim doldu. Yorganımı avucumun içine toplayıp sıktım. Derin bir nefes aldığımda kalbim her şeye inat hâlâ deli gibi çarpıyordu. Bir anda sert bir darbe almış bir cam gibi patlayıp tuzla buz olacak, parçaları göğüs kafesime dağılıp kemiklerime kadar canımı acıtacak gibi hissettim. Doruk beni sevse de sevmese de mahvedeceğe benziyordu ama en azından, hangisinden dolayı mahvolacağımı bilmek zorundaydım.

"Sen," dediğimde bu tek kelimeyi bile zar zor söyleyebildim. "Bana karşı bir şeyler hissediyor musun?"

"Sana karşı bir şeyler hissetmemeye çalışıyorum."

Neden bu kadar kırıcıydı bu?

"Peki o zaman neden her seferinde bana ümit veriyorsun?"

"Çünkü kalbime söz geçiremiyorum."

"Ama bana arkadaş olduğumuzu söyledin." Derin bir nefes daha aldığımda gözlerim daha fazla yandı. Çenemdeki küçük titreme, deli gibi ağlayacağıma dair bir işaretti. Dişlerimi sıktım. "Arkadaşlar birbirleriyle gece ikide, bir taraf sarhoşken konuşmazlar Doruk. Telefonuna sarılıp beni arıyorsan, kötü hissettiğin şeyleri bana anlatmak istiyorsan, bana beni öpmek istediğini söylüyorsan ve hâlâ arkadaş olduğumuzu iddia ediyorsan, senin ve benim arkadaşlık anlayışımız birbirinden epey farklı."

"Ben senin haklı olduğunu da benim malın teki olduğumu da çok iyi biliyorum," dedi. "Ama kendimi değil seni düşünmeye çalışıyorum. Ben artık senin iyiliğin için senden uzak durmaya çalışıyorum. Farkında değildim ama fark ettim Feza. Yüzün bu gece gözümün önünden gitmediğinde fark ettim. İçinde bulunduğum ortamın bana hiç keyif vermediğini, sadece senin yanında olmak istediğimi anladım. İşte o zaman fark ettim."

"Neyi fark ettin?" diye sordum sinirlenerek. "Neyi fark ettin ya sen? Siz erkekler bin yıldır aynı yalanı söylüyorsunuz. İyiliğin için senden uzak duruyorummuş! Ben düşünürüm kendi iyiliğimi ya! Sen zahmet etme."

"Fısıldayarak bağırmaya çalışman çok tatlı."

Beni delirtmeye yemin etmişti bu gece. "Siktir git Doruk ya."

"Ne? Çok ayıp. Feza, bu çok ayıp. Senin ağzından bir küfür duymayı hiç beklemiyordum."

"Niye, küfür ettiğim zaman o küçük tatlı enayi kız olarak göremiyor musun beni?"

"Seni böyle görmediğimi biliyorsun."

"Ben hiçbir şeyi bilmiyorum. Söylemezsen nereden bileceğim? Vahiy yoluyla mı inecek bana senin aklından geçenler? Karşıma geçip yüzüme söylediğin an gelene kadar ben hiçbir şey bilmeyeceğim, duydun mu? Beni kaybetmek istemiyorsan beni kaybetmek istemiyormuş gibi davran."

"Seninle ben ayıkken oturup ciddi bir konuşma yapalım o zaman." Bu kesinlikle çok gerekliydi. "Ama Feza unutma ki sarhoş bir zihin, ayık bir yürekle konuşur."

"Kimin sözü bu?"

"Unuttum," dedi. "Ama güzel söz. Bu arada ayaklarım artık üşümüyor. Sol çorabımı bulamadım ama yorgan örttüm üzerime."

"Bunu bildiğim çok iyi oldu!"

"Sen de üstünü ört," dedi ben öfkeden delirmek üzereyken. "Üşürsün, bu gece soğuk."

"Sayende Doruk, sayende."

"Sızacağım." Sesi yastığın altından geliyor gibi boğuktu. Gözleri de kapanmak üzere olmalıydı. "İyi geceler," dedi. "Seni seviyorum."

Hıçkırdım.

Gerçekten hıçkırdım. Aklımı kaçırıyor olmalıydım.

Gözlerim kocaman olmuştu. Kalbim ağzımda atıyordu. Şok içindeydim. "Beni seviyor musun?"

Telefon kapandı.

Sabaha kadar gözümü bile kırpmadım. Cümlesi kafamın içinde yankılanıp durdu gün ayıncaya dek.

Sarhoş bir zihin, ayık bir yürekle konuşur.

•🧁•

Herhalde bu bölümün adı anın büyüsü olmasaydı sol çorap olurdu mskşwmdşw Çorap meselesini unutmayın, lazım olacak çünkü :)

Tutarsız Doruk'tan gelen bilmem kaçıncı tutarsız hamleden sonra neler hissettiğinizi konuşacakmışız diye duydum.

Sarhoş Falay avelliği vs ayık Falay avelliği. İkisini de gördünüz, tarafınızı seçin.

Bir de sanıyorum ki Feza'daki karakter gelişimini görmeye başlayacağınız bölümlere girdik. Doruk ve Feza'nın karakter dinamikleriyle ilgili ne düşünüyorsunuz?

Beni Instagram hesabım azraizguner'den de takip etseniz şahane olur. Bir de belki Twitter'da biraz hareketlenmeye başlayabiliriz, ne dersiniz? #dörtçeyrek etiketiyle atacağınız tüm tweetleri okuyor olacağım. Beni de etiketlerseniz tadından yenmez. Belki birileri merak edip okumak ister. Diğer bölümlere daha kalabalık bir şekilde devam ederiz.

Bu sefer teşekkürler ve tatlı günler değil çünkü DF gibi gideceğim.

İyi geceler, sizi seviyorum.

:)

Yorumlar

  1. Çok güzel bir bölümdüüü

    YanıtlaSil
  2. Geçen bölüm kek falaya sinirimden yorum yazmayı unuttum ya

    YanıtlaSil
  3. Çooooookkk güzel

    YanıtlaSil
  4. Bu bölüm niyr bu kadar kısaaa... Daha fazla istiyorum buna ihtiyacım var bence. Dorukun fezaya ihtiyacı olduğu gibi benim de onları okumaya ihtiyacım var. Ne kadar okursam o kadar çok okumak istiyorum öyle güzel yazıyorsun ki. Ellerine sağlık yazarımız. Ellerini daha fazla ağrıtman dilekleriyle

    YanıtlaSil
  5. ayy çok guzeldiii

    YanıtlaSil
  6. Bölüm boyunca fezanı tepkileri aşırı hoşuma gitti aptal aşık kız olmadığı için o kadar mutkuyum kii👍

    YanıtlaSil
  7. Benim canım şeker kızıma da siktir git dedirttin ya doruk gerçekten büyük başarı👏👏

    YanıtlaSil
  8. Şimdiye kadar seninde tecrübesizliğinden fezayı kırmak istememenden ve en büyük etken olarak at gözlüğüyle bakan bi erkek olmanda dolayı bi şey demiyordum dorukhan falay ama artık bunlar salaklık oluyor🤨🤨biz seni sevsekte sonuna kadar fezacıyız al artık o aklını başına çıldırtma bee😡

    YanıtlaSil
  9. Ayrıca sevgili yazarcığım bölümleri kestiğin yerler hiç hoş değil bilgin olsun, dorukhan bey bizi sinirlendirdikten sonra çat diye bölüm bitince düşünceleri kontrol edemiyorum da 🤷‍♀️🙄

    YanıtlaSil
  10. İnşallah doruk hatırlar hoş bir yandan hatırlamasa daha iyi diyor. Manyak uzak duracağım felan hesabı yapar beklerim

    YanıtlaSil
  11. Çorap Falay seni severdim de bu bölüm ağzına kürekle vurasım geldi

    YanıtlaSil
  12. Ayy ben saf salagim doruka sinirli bile olsam mal sarhos halleri dedikleri pek hoşuma gitti fezaya aferin benim gibi olma feza

    YanıtlaSil
  13. Sadece yorum yapmak istedim sabah sabah aklıma geldi. MAL MISIN DORUK NASIL BENİM FEZAMI ÜZEBİLİRİSİN SEN KİMSİN BE KİM.(Diğer bölüm en güzel övgülerimle şımartıcam kendisini)

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Popüler Yayınlar

40. "Eşik"

39. "Senden Daha Güzel"

57. "Şarampol"