17. "Sarı Çorap"
Bölüm şarkısı:
Nova Norda, Peşindeyim Kendimin
Birileri, Aşık Olmamam Gerek (canlı akustik)
•🧁•
Hayat diğer insanlar için tatlı bir ırmak gibi akıyorken bu aralar bana yosunlu bir denizi andırıyordu. Dibini göremiyor, suya girmeye cesaret edemiyor ve hatta sudan uzak durmaya çalışıyordum. Çünkü deniz gelgitliyken suyun derinliği hiç belli olmuyordu.
Ben çoğu zaman çok konuşurdum, bu aralar çok susuyordum. Naz bu değişimi fark ettikçe benim için bir şeyler yapmak istiyordu ama ona bile anlatmaktan kaçınıyor, her şeyi içimde yaşıyordum. Doruk'un sarhoş olup telefonda bana kurduğu cümlelerin tümü kelimesi kelimesine ezberimdeydi. Saat öğlen on ikiyi biraz geçtiğine ve hâlâ tek bir mesaj bile almadığıma göre o tam da tahmin ettiğim gibi her şeyi unutmuştu.
Bana açık açık onu sevmemi istemediğini söylemişti.
Beni üzmekten korkuyor olması, iyiliğim için uzak durma saçmalığı, kırılırım diye daha fazlasını istemiyor gibi davranması... Tüm bunlar deli saçmasıydı. Tek bir mantıklı tarafı yoktu. Doruk, onu sevmemi zorlaştırmak için elinden gelen her şeyi yapıyordu.
Ürettiği bahaneler boktandı. Yaptıkları tutarsızdı. Tipik bir erkek profili çiziyor, bir soğuksa iki sıcak davranıyor ve sonra yine iki adım geriye gidiyordu. Bu yalnızca kalbimi kırıyordu. Dün gece Alara, Beril ve Okan'la birlikte çekindikleri fotoğraf herkes tarafından konuşulmuştu. İnsanlar Fenerbahçe topçusuyla Efes topçusunu yan yana görünce zaten konuşmaya meyilli oluyorlardı ama bir de yanlarında fıstık gibi kızlar olunca işler çığrından çıkıyordu.
Genel olarak Beril'in Doruk'a benden daha uygun olduğunu düşündüklerini söyleyebilirdim. Ben, Doruk'un kız kardeşi gibi kalıyormuşum yanında. Fazla küçük ve minnoş görünüyormuşum. Beril ve Doruk'sa enerji olarak daha hot vibe veriyormuş onlara. Sosyal medya dilinden giderek soğuyordum.
Saat biri geçerken mutfaktaydım. Günün çoğunluğunu mutfakta geçirmiştim zaten. Bugün öğleden sonra bir doğum günü kutlaması için sekiz kişilik bir kız grubunun rezervasyonu vardı. Pastayı kendi ellerimle yapmış, üzerine de istedikleri yazıyı yazmıştım. Dik başlıyım çünkü eğilince tacım düşüyor.
Pasta üstü yazılarını her zaman sevecektim. Beni eğlendiriyorlardı. Beyaz ve pembe kremayla pastanın kenarlarını süslemeye başladığımda cep telefonum arka cebimde titredi. Arayanın Ferdi olduğunu görür görmez onu hoparlöre aldım. Öğle arasına çıkıp kendisine otomattan kahve almıştı. İçtiği kahve benim ona hazırladığım kahvelerden birini görse önünde eğilir, kahvemin elini öpermiş. Bana böyle şeyler anlatıyordu.
Asıl konuya girmeden önce hazırlıklar yaparak ortamı yumuşatmaya çalıştığını bilecek kadar iyi tanıyordum onu. Önce Okan'ın ismini anmış, ardından herkesin önüne düştüğü gibi onun da önüne düşen fotoğrafla ilgili bir şeyler sormuştu bana.
"Okan üstünü değiştirir gibi sevgili değiştirir ve ortamcı bir tiptir," demişti. Fenerbahçeli olduğu için Okan'ı yakından tanıyordu. Hakkında bildiği magazinsel şeylere şaşırmamıştım. "Beril de bunun kendini bir şey sanan kuzeni işte," diye eklemişti. "Kuyruk gibidir Okan'a. Takılma yani sen. Okan'ın olduğu her ortama eşantiyon olarak gider Beril de."
Bu durumdan hiç hoşnut olmadığım gibi erkeklerin dengesizliğinden de hiç hoşnut değildim. Bu yüzden tamamen görüş almak amacıyla gerçekten yüzde onluk denilebilecek türden bir özeti Ferdi'ye aktardım ve ondan Doruk'un davranışlarına erkek bakış açısıyla yaklaşıp bana yorumlamasını rica ettim. Dinledi, dinledi, dinledi. Ağzını açtığındaysa tek bir cümle kurdu. "Aşktan geberiyor ama ağzına sıçmazsan kendine gelmez bu çocuk."
Onun fikrine göre, her şeyi bir de ayıkken Doruk'un yüzüne vurmam gerekiyordu. Cesurca konuşmam, içimden geçeni anlatmam, ne istediğimi bilmem gerekiyordu çünkü o ben söyleyene kadar hiçbir şeyi fark etmeyecekti.
Öyleyse umurumda değildi. Ben, beni görsün diye çırpınmak istemiyordum. Zira ben onu çırpınmasına gerek kalmadan görmüş, anlamış, yanında olmuştum. Şu saatten sonra hâlâ kör taklidi yapacaksa yapsındı, ben de önünde sonunda gözlerimi kapatmayı öğrenirdim.
Telefonumu kapatıp kendimi işime verdim. Pasta öyle leziz görünüyordu ki utanmasam bir dilim de ben yerdim. Naz kahve siparişlerini bitirip de yanıma geldiğinde eserimden en az benim kadar memnun kalmıştı yalnız bugün erken çıkması gerekecekti. Kumaş bakmak için çarşıya gidecekti. İnisiyatifini ben almıştım. Normalde bugün akşama kadar çalışması gerekiyordu fakat bunu Firuzan Hanım'ın bilmesine gerek yoktu. Nasıl olsa işleri tek başıma da idare edebiliyordum.
O çıkmadan yirmi dakika önce, habersiz bir şekilde Eren girdi kapıdan. "Yardım lazımdır diye düşündüm doğum günü organizasyonu için," dedi fakat artık yardım lazım olan saatleri geçmiştik. Önceden gelseydi pastayı ve kurabiyeleri yaparken Naz bana yardımcı olabilirdi. Şu an ise yapılacak bir şey kalmamıştı. Bu da bana Eren'in ortaya attığı cümlenin sadece bir bahane olduğunu düşündürdü.
Naz'ın mesai saatlerini ezbere biliyor olabilir miydi? Onu görmek için mi gelmişti?
Eğer öyleyse bile işler istediği gibi gitmedi. Naz onu görünce kendisine ihtiyaç olmadığını düşündü ve bunu avantaja çevirmek için kedi bakışlarını yolladı bana. "Eren geldiğine göre ben şimdi çıksam olur mu? İdare edebilir misin?"
Ben bir şey söyleyemeden Eren, "Nereye?" diye atladı olaya soğuk bir sesle. Bu esnada siyah önlüğü askılıktan almış, boynundan geçirmişti. Kuşağını arkasında bağladıktan sonra kollarını sanki dövmelerini göstermek istiyormuş gibi dirseklerine kadar sıyırdı ve sırtını kapının pervazına yaslarken gözlerini Naz'a çevirdi.
Naz onu gözlerini kırpmadan izlemişti. Eğer onu biraz tanıyorsam, Eren'in heybetli duruşundan etkilendiğini söyleyebilirdim. "Sana hesap vermeyi düşünmüyorum," dedi savunmaya geçerek. Ortada savunulacak bir durum yoktu. Taner'in bana sorduğu sorular gibi değildi çünkü bu soru. Eren, Naz'a hesap sormuyordu yalnızca merak ediyordu.
"İyi," dedi Eren. Sonra öylece arkasını döndü.
Böyle de net biriydi. Naz'sa buna delirecek türden biriydi. "Derdi ne be bunun?" diye sordu saçlarını öfkeyle geri atarak. Masanın üzerindeki bardakları kaldırıp mutfak tezgahına sertçe bıraktı. "Ne zamandan beri benim ne yaptığımla ilgileniyor?"
Bunu ben de merak ediyordum çünkü Eren, Naz'a pas veren birisi olmamıştı hiçbir zaman. Genellikle ikisinin birbirini görmezden gelmesine alışıktım. Üçümüz de mutfaktaysak eğer, benim sayemde aralarında ufak tefek muhabbetler döndüğü olurdu ama ikisi tek başına tezgâhta ve ben mutfak tarafındayken hiç konuştuklarını duymazdım. Atomu parçalayacak türden birer ciddiyet maskesini suratlarına geçirirler ve işlerine odaklanırlardı.
"Bilmiyorum," dedim. "Ama onu terslemezsen belki arkadaş falan olursunuz."
Daha fazlası olmalarına da hayır demezdim gerçi.
"Kalsın," dedi Naz. "Bu niye gelmiş ki bugün? Doğum günü yapacak olan kız grubunu duyar duymaz atlamadıysa ben de Naz değilim."
"Ne alaka be? Eren öyle şeyler yapmaz, Taner yapar genelde."
"Erkek değil mi? Hepsi aynı."
Bunun altında yatan bir hikâye olduğunu seziyordum. Öğreneceğim kişi ise Naz değil Eren'di. Bu yüzden başımı salladım ve Naz'ın en sevdiği şeyi yaptım. Ona hak veriyor gibi davrandım. Naz, her zaman her koşulda kendisinin haklı olduğunu düşünürdü. Ona idare edebileceğimizi, erken çıkmasının benim için sıkıntı olmayacağını söyledim. O çıkar çıkmaz ise soluğu Eren'in yanında aldım.
Naz çıktıktan sonra bulaşıkları yıkamıştı Eren. Şimdi ise onları tek tek kuruluyordu. Bardaklarda su lekesi kalmasından hiç hoşlanmazdı. Biraz takıntılıydı bu konuda. İşini ciddiyetle yaparken omzuna omzumla vurarak ona sataşmaya başladım. "Naz'dan mı hoşlanıyorsun sen, hım?"
Elindeki bardağı tezgâha düşürdü. Neyse ki az bir yüksekliktendi bu. "Yok artık Feyza."
Biri de çıkıp evet hoşlanıyorum dese dişimi kıracaktım. Erkekler neden böyleydi
"Arkadaş mısınız yani ikiniz?
Arkadaş kelimesi artık resmen travmalarımı tetikliyordu. "Pek sayılmaz," dedi. "O harçlık çıkarmak için burada çalışıyor, ben de dükkân sahibinin oğluyum. Bu profesyonel bir ilişki oluyor herhalde."
"Yerim senin profesyonelliğini," diyerek sırıtmaya başladım. "Naz seni terslediği için nasıl bozuldu moralin. Ağlama Eren tamam, ben onunla konuşurum."
Ona yeterince bulaştığımı düşünüp kaçacaktım ki belimin kuşağından yakaladığı gibi beni geriye doğru çekti. "Bak şuna," dedi bana tepeden tepeden bakarken. "Büyümüş de dalga geçiyor abisiyle. Valla tuttuğum gibi omzuma atar bu soğukta montsuz montsuz koştururum seni sokakta. Beni kızdırma."
Ellerimi çenemin altında birleştirip gözlerimi kırpıştırdım. "Kıyamazsın ki."
Burnumu iki parmağının arasına sıkıştırıp sertçe çekiştirdiğinde somurtarak geriye doğru kaçtım. "Öyle bir kıyarım ki," diyerek bana doğru bir adım daha attığında Visal'in ses çıkaran kapı süsleri kurtuluş marşımdı. Koşarak mutfaktan çıktım ve doğum günü olan kızın organizasyonu düzenleyen kankasını karşımda gördüm. "Selam," dedi neşeyle. Kolunda kocaman bir kol çantası varken düzleştirdiği saçları omuzlarından dökülüyordu. "Pasta hazır mı acaba? Bir saat içinde burada olacağız da."
Her şeyin yolunda gittiği konusunda kızı rahatlattıktan sonra ona hazırladığımız pastayı da göstererek endişelerini giderdim. Kız sürekli gülümseyerek konuşuyordu, aşırı kibar birisiydi. Arada kaçamak bakışlarını da Eren'e yolluyordu. Eren yalnızca bir kez gülümsemiş, sonra gelecek grup için masaları birleştirmeye başlamıştı.
Yavaş yavaş kalabalık arkadaş grubu toplanmaya başlarken ben de arkadaşının özel olarak getirdiği renkli mumları özenle pastanın üzerine dizdim. Ortaya da 1 ve 8 rakamlarını yan yana koymuş, çakmağı tezgâha bırakmış ve kızın geleceği anı beklemeye başlamıştım.
İçeriye doğum günü kızının gireceğini sanırken karşımda gördüğüm kişiler üzerimde bir şok etkisi yarattı.
Beril ve Alara, kol kolalardı.
Gruptan uzak tarafta kalan cam kenarında iki kişilik bir masaya yerleştiklerinde şaşkınlıkla ikisine bakmaya devam ediyordum. Alara yakasında dantel detayları olan beyaz bir gömleğin altına kot pantolon giymiş ve siyah stilettolarıyla ses çıkarta çıkarta yürümüştü Visal'in damalı zemininin üzerinde. Beril'inse üzerinde iki yanından sarkan ipleri sıkarak büzdüğü kırmızı bir elbise vardı. Kol çantasını masaya bıraktığında başını bana çevirmiş, gözlerimin içine bakarak "Garson Hanım," diye seslenmişti.
Kaşlarımı çattığımda kaşları çatılan diğer bir kişi Eren'di çünkü ikisinin bana bakışları fark edilmeyecek gibi değildi. "Siparişi buradan alıyoruz," dedi benden önce davranıp. Sesindeki sert ton, müşterileri karşılarken kullandığı ses tonundan epey uzaktaydı.
Gözlerini devirerek ayağa kalktığında bakışlarında yargılar bir ton vardı. Siparişini almak için ayağına gitmediğim için rahatsız olmuştu haspam. Öyle kasıla kasıla yürüdü ki doğum günü kızını bekleyen arkadaş grubunun kendi aralarında fısıldaştıklarını gördüm. Organizasyoncu kız gülüp az önceki göz devirme hareketini taklit etmişti.
Yani kesinlikle kafamda kurmuyordum, Beril'in hal ve hareketleri kimseye normal gelmiyordu.
Siparişi vermek için tezgâha yaklaştığında ona kocaman gülümsedim. "Selam Beril, Doruk'a mı bakmıştın?"
Sahte gülümsemesi yerle bir olurken yüzü mora çalan bir renge bürünmek üzereydi. Ezmeye çalıştığı garson hanım ona herkesin içinde ismiyle hitap etmişti, herhalde bunu gururuna yediremedi.
"Yok canım," dedi. "Gece birlikteydik, akşamdan kalmadır o şimdi."
Hım, demek savaş istiyordu.
Daha fazla gülümsedim. Eren'in bakışlarının yüzümde dolaştığını hissediyordum. Alara da gözlerini bir akbabanın avına bakarken atacağı türden bir bakışla bana dikmiş durumdaydı. Beril, sahte sahte tebessüm ediyor ve Doruk'la gece birlikte olduklarını söylediği için yüzümün düşmesini hevesle bekliyordu.
Naz burada olsaydı onun üzerine atlardı. Erken çıktığı için kendimi şanslı saymalıydım.
"Biliyorum," dedim ellerimi önlüğümün ceplerine sokarak. "Söyledi bana. Doruk'u sormak için gelmediysen neden geldin Visal'e?"
Karşımda kılıcını yüzüme çeviren biri varken buna şekerle karşılık verecek halim yoktu.
"Aa, konuştunuz mu?" diye sordu hayretle gözlerini kocaman açarak. "Acaba biz görüştükten öncesinde mi yoksa sonra mı? Çok sarhoştu çünkü."
Yanlış anlamamı istiyordu.
Eğer ki Doruk beni aramamış olsaydı yanlış anlardım da. Gece kapatması için neredeyse yalvardığım o telefon görüşmesini yaptığımıza bugün şükredeceğimi hiç düşünmemiştim.
"Haberim var, Beril." Beni bir türlü bozamadığı için giderek sinirleniyor gibi görünüyordu. "Uyumadan önce aradı beni."
"Güzel bir geceydi, kafa dağıttık her zamanki gibi. Başım öyle ağrıyor ki bir kahve içmeden kendime gelemeyeceğim herhalde."
"Aa, evde makinen yok mu?" Gözlerimi safa yatarak kocaman açtım. "Kahvelerimin ünlü olduğunu biliyorum ama akşamdan kalma halinle seni buralara kadar getirmiş oluşu gözlerimi yaşarttı."
Eren kenarda sesli bir şekilde gülmeye başlayınca bir kez öksürüp kollarını yeniden göğsünde bağladı. "Üstüne tanımam, kendine haksızlık etme," dedi bana ciddi bir sesle. "Siparişinizi hızlıca alabilirsek iyi olur, özel bir müşteriyi bekliyoruz da çünkü."
"Kim özel müşteri, Dorukhan mı?"
Hemcinslerime böyle şeyler söylemeyi pek sevmezdim ama bu Beril ne salak kızdı. "Kahven," dedim bıkkın bir şekilde. "Nasıl olsun? Alara ne içiyor?"
"Laktozsuz latte alacağım, ona da aynısından. Bir de şuradaki tatlılardan iki tane istiyorum. Kuptakilerden. Çikolatalı olsun biri, diğeri orman meyveli."
"Önüne her gelen insana tatlı tüketimini kısıtlamasını söyleyip Visal'e tatlı yemeye gelmen biraz iki yüzlülük sanki." Sahte kıkırtım onu buzdan bir heykele dönüştürdü. Doruk'a sürekli tatlı yememesini söylediği anlar hâlâ aklımdaydı. "Sen geç, ayakta kalma. Biz siparişleri hazırlayalım."
Eren, orta boy bir karton bardağı eline alırken "Laktoza alerjiniz mi var?" diye sordu ilgili görünerek. Beril, "Sadece hassasiyet," dediğinde Eren başını sallayıp arkasını döndü. Kahve makinesine yürürken yüzünde şeytani bir gülümseme vardı.
Beril bizden uzaklaştığı an yanıma yürüyüp "Kim bu?" diye sordu. "Karnını şişireyim mi?"
"Eren..."
"Yapma demedin, yapayım istiyorsun. Laktozlu yapacağım o zaman kahvesini."
"Yapmamalısın." Yapsın diye kendimi yerlere bile atardım ama profesyonel duruşumu koruyup parmağımı yüzüne doğru salladım. "Bu çok ayıp. Her zaman müşteri memnuniyeti önceliğimiz."
"Anladım ben seni," dedi başını sallayarak. "Elim yanlışlıkla yanlış süte gitmişse bunu bilemeyiz sonuçta. Ne aptalım..."
Bu sırada içeri doğum günü kızı giriş yaptı. Bu kız, kütüphaneye giderken sürekli buraya uğrayan sessiz kızdı. Arkadaşlarını burada bir arada gördüğünde yüzüne büyük bir şok asıldı. Sonra organizasyoncu kız, elindeki konfetiyi çevirip patlattı ve renkli kartonlar kızın üzerine dökülmeye başladı. Bunu yapmadan önce bizden izin almıştı. Sorun olmadığını söylemiştik. Visal'de böyle küçük organizasyonlar sık sık olurdu. Kafedeki diğer müşteriler rahatsız olmazlar, çoğunlukla şimdi de olduğu gibi alkışlayarak eşlik ederlerdi. Beril ve Alara benim için ilkti, onlar utanmış gibi dik dik bakıp yüzlerini eğmişlerdi.
İkisinin kafasını birbirine vurup onları buradan kovsam kendimi çok rahatlamış hissederdim ama ben sadece gülümsedim ve doğum günü kızını alkışladım.
Çakmağın alevini mumların üzerine tuttum, ardından maytapın ucuna alevi değdirdim ve elimde tuttuğum pasta tabağıyla onların bulunduğu masaya doğru ilerlemeye başladım.
Bana gözlerinin içi gülerek bakan kızın tam önünde durduğumda Beril arkadan "Ne yavaş servis," diye söyleniyordu. "Tatlılarımız gelmeyecek mi?
Masalarının başında durduğum yedi kız ve omzunun üzerinden arka tarafına doğru dönen ben, Beril'e düz düz bakmakla yetindik.
Neşemi hızlıca toparlayıp "İyi ki doğdun!" dedim her zaman kahvesini özenle hazırladığım ve istediği bölümü kazanması için aklıma geldikçe dua ettiğim kıza. "Arkadaşların kütüphaneye gitmeden önce bize uğradığını bildiklerinden bugünü burada kutlamak istemişler."
"Canımsınız," dedi ve diğerlerine bir öpücük attıktan sonra pastanın üstündeki yazıyı okudu. En köşedeki sarışın her anı fotoğraf çekiyorken kısa boylu esmerin kucağında hediye paketleri vardı. "Dilek tutacağım.
Tutacağı dileği hepimiz biliyor olmalıydık: Orta Doğu Teknik Üniversitesi, havacılık ve uzay mühendisliği.
İnsanlar ne istediklerinden eminlerdi ve hayallerindeki meslekler için canla başla çalışıyorlardı.
Bunun gerçekleşmesini çok istiyordum ve biliyordum ki eğer o bölümü kazanırsa bunu gelip bana söylerdi. Biz yakın arkadaşlar değildik, siparişini hazırlayana kadar küçük konuşmalar yapar hatta bazen yalnızca susardık ama bir şekilde onun hayatında yer edinmiştim. Onun saçı başı dağınık halde kütüphaneye giderkenki yorgun gülümsemesi bana iyi geldiği gibi benim kahvelerim de ona iyi gelirdi.
Her zaman Visal'de kurduğum ilişkiler benim için çok özel olacaktı.
Kız mumlarını üflediğinde Eren bile alkış tutarken Alara'yla Beril beş karış suratla dünyanın en itici iki insanı olarak köşede oturuyorlardı. Pastayı masaya bırakıp bir kez daha kızın yeni yaşı için iyi dileklerde bulundum. Ardından tezgâhın arkasına geçip sipariş verdikleri tatlıları servis ettim ikisine. Eren kahveleri hazırladığında onları da götürdüm ama içimdeki sesler iyi şeylerin olacağını söylemiyordu.
Haklı çıkmam için birkaç dakika yeterli oldu.
"Saç mı bu?" diye sordu Beril. Dalga dalga bir öfkenin ensemden başlayıp hızla yukarı doğru tırmandığını hissettim. Yemin ederim ki bilerek yapıyordu. Kafenin kalabalık olmasını fırsat bilmiş, ses volümünü maksimuma çıkararak kurmuştu bu cümleyi. "İnanamıyorum, tatlımdan saç çıktı resmen!"
"Benim de kahvem soğuk," dedi Alara anında. Eren, o kahveyi onun başından dökmek ister gibi bakıyordu ve ben yaşadığım şok yüzünden neye uğradığımı şaşırmıştım.
Bu ikili bütün müşterilerin bakışlarını üzerine toplamıştı.
Visal'de huzursuzluk çıkmazdı. Huzursuzluk ve Visal yan yana gelecek son iki kelimeydi hatta. Burası insanların dinlenmek için uğradıkları o köşeydi, kaoslara alışkın değildi köklü tarihi.
Hızla tezgâhın arkasından çıkıp masalarına doğru yürüdüğüm esnada kocaman gülümsüyordum. Diğer müşterilere küçük baş sallamalarla her şeyin kontrol altında olduğu mesajını vermiştim ama hiçbir şeyin öyle olduğu yoktu.
Visal benim kırmızı çizgimdi. Beril'in rezalet çıkarma isteğini alttan alamayacak kadar öfkeden kudurmuş durumdaydım.
Masasına gittiğimde ikilinin ters ve aşağılayıcı bakışlarının hedefiydim. "Beril," dedim sesimin tonunu olabildiğince alçak tutarak. "Kalkıp buradan gitmek için yalnızca bir dakikanız var."
"Bu ne biçim tavır?" diyerek yükseldi Beril. Elini masaya vurmuş, bacak bacak üstüne attığı dizini sertçe sallamaya başlamıştı. Masanın üzerindeki kahve sarsıntı sebebiyle hafifçe döküldüğünde Alara asla alakası olmamasına rağmen bana bakıp "Beni yaktın," dedi. "Biraz dikkatli olsana."
"Seni nasıl yakabilirim? Soğukmuş ya kahven!"
İnsan bari biraz destekli sallardı. Zekaya dair tek bir kırıntı bile barındırmayan bu iki boş zihniyetle bir tartışmaya girmek dahi istemiyordum
"Müşteriye sesini yükselterek mi hizmet sunuyorsun sen?" diye sordu Beril. "Sana zahmet olmazsa şu saçlarını toplayıver, tatlıların içinden ayıklamak zorunda kalmasın millet!"
Böyle bir şeyin imkanı yoktu. Mutfakta hijyen, küçüklüğümden beri bana öğretilen bir şeydi. Ellerim daima temiz olurdu, saçlarımı toplar ya da dökülmeyeceklerinden emin olmanın başka bir yolunu bulurdum. Şimdiye dek bir kez bile böyle bir şikayetle karşılaşmamışken ne hikmetse saçım Beril'in tatlısının içinden çıkıyordu. Üstelik ortada buna dair bir kanıt bile yoktu.
"Ben senin niyetini biliyorum," dedim herkesin bize baktığının bilincinde olmama rağmen sesim bile titremeden. Öfkem anksiyete duygumu da bastırıyordu. "Ve Beril, son kez söylüyorum. Kalkıp gidin."
"Hem suçlu hem güçlü bir işletme!" Bas bas bağırıyordu. "Tatlısından saç çıkan müşteriyi dükkânından kovanı da ilk defa görüyorum!"
Elini kaldırıp masasından çekmemi ister gibi sertçe bileğimi kavradığında yalnızca bir adım arkamda Eren'in iri cüssesini hissettim. "Yardımcı olabileceğim bir durum var mı?" diye sordu oldukça kibar bir sesle. Beril'in tavrı doğrudan ortama bir erkeğin gelmesiyle yumuşarken "Ben bu kızdan," diye cümleye girdi fakat Eren, "Sana sormadım," dedi. "Feyza, yardımcı olabileceğim bir durum var mı?"
"Aslında yok," dedim. "Onlar da zaten tam gidiyorlardı."
"Hiçbir yere gitmiyorum, bunu yanına bırakacağımı mı sandın?"
Bu kız gerçek bir ruh hastasıydı ve benim sabrım giderek taşıyordu. Bir anda kâbus gibi üzerine çökmemi Eren de beklemiyor olacaktı ki bir adım geriye giderek bana alan açtı. Elimi Beril'in sandalyesinin arkasına yasladım ve yüzüne yaklaştım. "Sen, senden korkacağımı mı sanıyorsun?" Kendimi ilk defa sınırların bu kadar ötesinde, ilk defa bu kadar delirmiş hissediyordum. "Bana attığın tepeden bakışların altında ezilip büzüleceğimi mi sanıyorsun?" Gözlerindeki irkilmeyi gördüm. Üstüne saldırmamdan korkmuşa benziyordu. "Çalıştığım yere geldin, huzursuzluk çıkardın diye ağlayacağımı mı sanıyorsun? Beril, sen beni hiç tanımıyorsun."
Alara, "Ne yapıyorsun be sen, çekil şuradan," diyerek bana dokunacağı sırada Eren, "İndir o elini," dedi hızlıca. "Yeterince tat kaçırdınız."
Sonra sol tarafımda Beril'in tatlısından saç çıktığını söyleyerek tiksindirmeye çalıştığı müşterilerden birinin ayaklandığını hissettim. Doğum günü kızı saniyeler içinde tam dibimde bitmişti. "Dileğimi değiştiriyorum ve buradan hemen gitmeni istiyorum," dedi Beril'e öfkeden köpüren bakışlar atarak. "Her gün buraya uğruyorum, hiçbir zaman böyle bir olaya şahit olmadım. Ne hikmetse sen geldiğinden beri içerisi gerilimden geçilmiyor. Derdiniz ne anlamadım ki!"
"Canım sen bir çekil ayak altından, senin de kalbini kırmayayım şimdi."
Kız dönüp arkadaş grubuna saliselik bir bakış attığında hepsinin ayaklanmaya hazır olduğunu gördüm. "Beğenmiyorsan bas git," dedi yanımdaki kız, çenesini kaldırarak. "Birkaç kuruş için daha fazla rezil etme kendini, hesabını ben öderim."
"Kusura bakma," dedim kendimi çok kötü hissederek. "Ben hallediyorum, lütfen sen tadını çıkar bugünün. Beril, aşık olduğu çocuk benden hoşlandığı için böyle yapıyor. Kıskançlık komasında olduğu için düzgün konuşsan da seni anlayabilecek kapasitede değil maalesef."
Ve Alara bir anda çirkefliğini ortaya çıkarıp tırnaklarını koluma geçirdi. Daha önce hiç böyle bir durumun içinde kalmadığım için öyle şaşırdım ki bu iğrenç davranışına, onu kendimden uzaklaştırmakta geç kaldım. Kollarımı sıvadığım kazağım dirseğime kadar tenimi çıplak bırakıyordu ve artık orada resmen bir pençe izi duruyordu.
"Sen kafayı mı yedin?" diye sordu Eren, onun kolunu hızlıca ittikten sonra. Ses tonu resmen ölümcüldü. "Ne yaptın kıza lan?"
Birçok kişi ayaklanmış, hepsi bize dönmüştü. İçeriye giren Batı abi olduğu yerde donakalmış, ardından hızla benim yanıma gelmişti. Ben bu sırada öfkeden ve canımın acısından dolan gözlerimle şoka girmiş bir halde koluma bakıyordum. Utanmasa tenimi yırtacaktı. Böyle bir iğrençliğin karşısında verebileceğim herhangi bir tepki yoktu ama aklımın içinde bir şeytan dolaşıyor, Alara'nın saçını kavradığı gibi onu dışarı sürüklememi kulağıma fısıldıyordu.
"Abim!" dedi Batı abi beni geriye doğru çekerek önüme geçerken. Bir Alara'ya bir bana değdi gözleri. "Ne oluyor burada böyle?"
Konuşursam ağlardım. Konuşursam ağlardım. Konuşursam ağlardım.
Konuştum ve ağlamadım. "Bir daha Visal'in önünden bile geçerseniz yemin ederim ki sizi buna pişman ederim." Batı abinin koca cüssesini aşıp elimi sertçe masaya koyduğumda sarsıntı yüzünden Alara'nın kahvesi masadan düşüp yere döküldü. Benimse gözüm dönmüştü. "Bir daha," dedim tane tane. "Elini bana sürecek olursan seni süründürürüm ve sen Beril, bir kez daha bana bulaşırsan bunu sana ödetirim. Siz iki ruh hastası birleşip beni zorbalamaya devam edecekseniz, bir noktada karşılık vereceğimi de hesaba katmanız gerekiyor. Bu benim ilk ve tek uyarım. Şimdi kalkıp gidin yoksa elimdeki kamera kayıtlarını kullanıp sizden şikayetçi olacağım."
"Bu arada Batı ben," dedi abim yüzüne yerleşen ukala bir gülümsemeyle. "Avukatım."
"Eren ben de," dedi yanımdaki bir diğer adam. "Bir bok değilim ama sizi bir daha burada görmeyeceğimden emin olma görevini seve seve üstleneceğim."
Beril sinirle çantasını alırken Alara sanki az önce beni yolmamış gibi asil olduğunu sandığı bir tavırla yavaşça ayağa kalktı. "Bu iş burada bitmedi," dedi Beril kapıdan çıkarken.
Kız grubu en az benim kadar çıldırmış görünüyordu. Visal'de dolu olan diğer masadaki çift gerginlikten sonra iyi olup olmadığımı sormak için ayaklanmış, bilgisayarıyla köşeye kurulan genç ise kavga esnasında kalkıp gitmişti. Batı abi bir şeyler diyor, Eren bir şeyler soruyor, doğum günü kızı koluma bakmaya çalışıyordu ama beynimin içinde bir sinyal yanıp sönüyor, duyduğum sesler bana uğultudan ibaret gibi geliyordu.
"Ben gidiyorum," dedim önlüğümün iplerini belimden hızlı hızlı sökmeye çalışırken. Parmaklarım titrediği için bunu yapamadım ve titrediğim için kendimden nefret ettim.
"Sakinleş," diyen Batı abiydi ama gözleri öfkeyle kararmıştı. "Kim bunlar Feyza?"
"Sırık çocuğun aptal arkadaşları," diye açıkladı Eren olayı anladığı kadarıyla. Bu sırada ipi çözmeme yardım etti. Masadan düşen kahve yerleri kirletmişti ve ben üzerine bastığım için attığım her adımda zeminde izler bırakmıştım. Buraların temizlenmesi gerekiyordu. Doğum günü kutlamasının devam etmesi, kızların eğlenmesi gerekiyordu. Saç çıktığı iddia edilen tatlımın çöpe atılması ve Batı abiye eşine götürmesi için kahve hazırlanması gerekiyordu.
"Ben gidiyorum," dedim tekrar, nefesim göğsümü tıkıyordu. "İdare edebilir misin Eren?"
"İyi değilsin sen." Gözlerim cayır cayır yanıyordu ama inat etmiştim, ağlamayacaktım. Kolum çok acıyordu. Tırnak izlerinin etrafı kan toplamış durumdaydı. Nefes almak zorundaydım. Hiç alışık olmadığım bu iğrenç olayın izlerini üzerimden derhal atmak zorundaydım. Hem psikolojik hem de fiziksel bir saldırıya uğramıştım ve bu varoşça olayı sindirmem şarttı.
"İyiyim ben!" Gözlerim daha fazla doldu. "İyiyim ama bunun bir daha yaşanmayacağından emin olmam gerek. Eren, benim gitmem gerek."
"Habersiz bırakma beni," dedi üzerime gelmemeyi seçerek. Şok, yüzünün her yerine eşit şekilde yayılmıştı. Batı abi "Seni ben bırakayım," dese de bunu da reddettim ve yalnızca telefonumu alarak kendimi dışarı attım. Montumu bile askıdan almamıştım.
Onu aradım. Bunu ondan saklamayacaktım. Başıma bu belayı saran oyken durup da bu rezilliğin üzerini kapatmayacaktım.
Doruk açmayınca daha da sinirlendim ve kendimi metrobüse binerken buldum.
Sinirlerim öyle tepemdeydi ki hiç mantıklı düşünemiyordum. Eğer ki düşünebiliyor olsaydım herhalde onun evini basmaya kalkmazdım.
Belki de kalkardım, emin olamıyordum şimdi.
Kapısına ne ara vardım, ziline ne zaman bastım, metrobüste nasıl ağlamamayı başardım bunları bilmiyordum. O neden apartmanın kapısını anında açmıştı, birini beklediği için mi kim olduğumu sormamıştı yoksa zilin üstünde kamera vardı da beni görebilmiş miydi bunu da bilmiyordum. Hızlıca kendimi asansöre atıp bulunduğu katı tuşlarken aynadan yansımamla göz göze geldim.
Altımda mavi, uzun, çiçekli ve bir bacağımda hareketimi kolaylaştırmak için yırtmacı bulunan tatlı bir etek vardı. Üzerimde açık renk, geniş bir kazak. Naz bana sürekli etek ve kazak kombinleri yapmamı tavsiye ettiği için birlikte çıktığımız bir alışverişte beni o giydirmişti. Şimdi bu görüntüye hiç uymayan öfkeli bir yüze, montumu almayıp üşüdüğüm için donmuş bir burna ve kıpkırmızı kesilen yanaklara sahiptim.
Asansörün kapıları aralandığında onun dairesine çevirdim yüzümü. Kapısının açıldığını gördüm. Hızlı adımlarla oraya gittiğimde kapı daha da fazla açıldı ve eli darmadağınık saçlarının arasında dolaşan, üstsüz Doruk karşıladı beni.
Gözleri gözlerime değdiği an şaşkınlıkla gözlerini kırpıştırıp benim bir rüya olmadığımı anlamaya çalıştı. "Feza?" dediğinde sesinden yeni uyanmış olduğunu anladım. Göz altları balon gibiydi, bir ayağında sarı çorabı duruyordu ve diğeri çıplaktı. Altına geçirdiği siyah şort dışında tüm tenini görebiliyor olmak hiç beklemediğim bir kalp çarpıntısına sebep oldu. "Pizza sipariş etmiştim," dedi aynı boğuk sesle. "O geldi sandım."
Böyle vücutların yalnızca izlediğim dizilerde olduğunu sanırdım. O yalnızca 19 yaşındaydı ve karnına çoktan sıra sıra kaslar dizilmişti. Rahatsız hissetmemek ve ona da kendini rahatsız hissettirmemek için onu durup süzmemiştim ama yüzüm, göğüs hizasına denk geldiğinden vücudunu saran kas kütlelerinden istesem de kaçınamıyordum. Omuzları kocamandı ve elini saçlarına koymak için dirseğini büktüğü için kol kasları şişkinleşmiş durumdaydı.
Sonra öfkem tüm bu görüntünün de önüne geçti. Ayakkabılarımı çabucak çıkarıp hışımla evine girdim. Aklıma mukayyet olamıyordum, yaptığım resmen evine bir baskındı ama gerçekten bunları düşünemeyecek durumdaydım ve hâlâ canım yanıyordu.
"Konuşmamız gerek," dediğimde tüm o sinir harbinin bir sonucu olarak sesim titredi. Bu kadar çok kendimi sıktıktan sonra onun evine attığım ilk adımda patlamanın eşiğine gelmem şaka olmalıydı. Bir an aklıma gelen korkunç ihtimal yüzünden bir adım geriledim ve omzumun üzerinden dönüp ona baktım. "Ev müsait mi?"
Sorduğum soruya anlam veremedi. Saat dördü geçiyordu, henüz yeni uyanmıştı ve belli ki daha ayılamamıştı. Gözünü açar açmaz pizza söylemiş, sonra da beni karşısında bulmuştu. Derin bir kafa karışıklığı yaşıyordu ama bunun da ötesinde, neyi kastettiğimi gerçekten anlamamıştı. Nihayet algıları açıldığında "Ne?" dedi ilk olarak. "Hayır. Ben yeni uyandım diye böyleyim. Ev müsait. Sana hep."
"İyi!" Akşamdan kalma olduğum için başı ağrıyor olmalıydı ve benim ses tonuma dikkat etmek gibi bir çabam yoktu.
"Feza," dedi yumuşak bir sesle. Kapıyı kapatıp bana doğru bir adım attığında bedeninden yaydığı sıcaklığın etrafıma bir çember çizmeye başladığını hissettim. Attığı her adımında beni saran çember daralıyordu. "Sorun ne?"
"O kadar sinirliyim ki!" Gözlerim doluyordu. Bunu böyle planlamamıştım. Ben hiçbir şeyi planlamamıştım. "Doruk, ben öyle sinirliyim ki..."
"Bana mı?" diye sordu çekinerek. "Eğer dün gece yüzündense ben-"
"Arkadaşların..." Burnumdan derin bir nefes almaya çalışsam da ciğerlerim yanıyordu. Nefes nefeseydim, üşümüştüm ve şimdi onun evindeydim. Ben ne yapıyordum? Kendimi saçını çeken çocuğu babasına şikayet etmeye gelen küçük bir kız gibi hissetmiştim.
Hayır, bu mevzunun çözülmesi gerekiyordu. Başıma bu belayı saran oysa, çözüm yolu da ondan geçiyordu.
"Beril ve Alara," dedim aklında daha spesifik şeylerin canlanması için. "Doruk, şu an benim sinirlerim gerçekten çok bozuk ve-"
Gözümden bir damla yaş aktığında hızlıca sildim. Güçlü olmam gerekiyordu. Ağızlarının payını vermiştim. İçim biraz olsun rahatlamalıydı ama Visal'de böyle bir şey yaşanmasına sebep olduğum için kendimi çok kötü hissediyordum. Doğum günü organizasyonunu batırmıştım.
Bana daha fazla yaklaştığında üstsüz olduğunun farkında değil gibiydi. Yüzüme dökülen saça uzanmakta bir sakınca görmedi. Nefesimi tutmuş durumdayken onun gözleri korkuyla açılmıştı. "Lütfen ağlama," dedi kırılgan diyebileceğim bir sesle. Ağlamam onun canını yakmışa benziyordu. "Ne olduğunu anlayamıyorum ama böyle titreyeceksen sebebi sikimde değil. Önce sakinleşmen gerekiyor. Su içmek ister misin?"
"İkisi Visal'e geldiler," dedim sesimdeki sertliği korumayı başararak. "Onlara nerede çalıştığımı sen mi söyledin?"
"Hayır." Başını iki yana salladı ama kaşları çatılmıştı. "Böyle bir şey yapmadım. Ne işleri varmış senin çalıştığın yerde?"
"Rezillik çıkarmaya gelmişler." Yerimde duramayarak salonuna doğru adımlamaya başladım. "Önce sipariş verdiler. Bakışlarını görmen lazımdı. Beni küçük düşürmek için çok fazla çabalamalarını saymıyorum bile. Ben çalışmaktan utanmıyorum Doruk ama sen, böyle karaktersiz arkadaşlara sahip olduğun için utanmalısın. Delireceğim! Doruk, bu sorunu çözmen gerekiyor. Ben söyledim ama tek seferde anlayacak kapasiteye sahip olduklarını sanmam, o yüzden söyle o arkadaşlarına bir daha benim on metre öteme bile yaklaşmasınlar. Beni anlıyor musun?"
Put kesilmiş durumdaydı. Olanları idrak edemiyor, şaşkınlıktan küçük dilini yutacak gibi görünüyordu ve onu anlayabiliyordum. O Beril ve Alara'nın bu yüzüne tanık olmamıştı. Eğer olsaydı arkadaşlığını sürdürmeye devam edeceğini sanmıyordum. Bu yüzden anlattığım korkunç şeyleri sindirmesi zaman alacaktı.
"Otur lütfen," dedi bana yaklaşıp elini belime yerleştirerek. Benim için deli gibi endişelendiğinden ayılması hızlı olmuştu. Artık o kadar da akşamdan kalma durmuyordu. Aksine yüzü oldukça ciddi bir ifadeye sahipti. "Sorun her neyse çözerim. Sadece bana hiçbir detayı atlamadan ne olduğunu anlatır mısın? Seni ilk kez bu kadar sinirlenmiş görüyorum ve gözlerin daha fazla dolmasın diye her şeyi yapabilirim şu an."
Yumuşak tavrı beni biraz bile yumuşatmadı. Kazağımı yukarı doğru sertçe sıyırdığımda kolumdaki iz ilk bırakılan halinden çok daha kötü görünüyordu. Dört tırnağın belirgin izleri bileğimin iki parmak üzerinden dirseğimin üç parmak altına kadar uzanıyordu. Bir kaplan tarafından pençelenmiş gibi duruyordum. "Bana bunu yaptı," dedim dişlerimi sıkarak. "Alara bana bunu yaptı ve bir kez daha parmağımın ucuna dahi dokunursa yemin ederim arkadaşını mahvederim."
Doruk'un gözlerine sanki gece çöktü. Bir anda tüm tavrı, beni alttan alma ve anlama çabası yere düşüp parçalandı, yerine ise benden daha çok öfke duyan bir adam yerleşti. "Sana," dediğinde çenesinde bir kas seğirdi. Omuzları gerginleşmiş, yüzünü bana doğru eğmiş ve gözlerini koluma dikmişti. "Sana zarar mı verdi?" Benimle değil de kendisiyle konuşuyor gibiydi. "Bunu sana o yaptı, doğru mu anlıyorum?"
Öfkesi bir an için her zaman onun karakterine ait bir parçaymış gibi ona cuk diye oturdu. Bu hali bana yabancıydı ama sanki o, kendisinin bu haline çok fazla aşinaydı. Elimi tutup avucunun içine aldığında gözlerine inanamıyor gibi kolumu yüzüne doğru yaklaştırdı. Bedeninin kaskatı olduğunu hissetmem için ona dokunmama gerek yoktu. Gerilim, depreme hazır bir fay hattı gibi aramızda asılı kaldı.
"Derdi neymiş?" diye bağırdığında irkildim. "Bu ne Feza? Derdi neymiş? Delirmiş mi? Kafayı mı yemiş? Bu ne lan böyle? Hangi akla hizmet sana elini sürmeye kalkmış? Bu ne amına koyayım ya?"
"Doruk-"
"Çok özür dilerim." Göğsü bir krize girmiş gibi hızla inip kalkıyordu. "Hayatına soktuğum insanlar için çok özür dilerim. Yemin ederim bir daha senin karşına çıkmamalarını sağlayacağım. Canın çok acıyor mu?" Beni koltuğa ne zaman yönlendirdiğini bilmiyordum ama oturmamı sağlar sağlamaz hemen yanımdaki yerini aldı. Bedeninden bir titreme geçtiğinde anılar her yanından üzerine akın ediyor gibiydi.
"Senin dertlerini dinlemek, hayatında olmak, sana arkadaşlık etmek benim için sorun değil," dedim bir kelimeyi fazlasıyla vurgulayarak. Ardından başımı dikleştirdim ve doğrudan gözlerinin içine baktım. "Ama hayatındaki insanlarla uğraşmak zorunda kalmak istemiyorum. Önce sosyal medya, şimdi Beril ve Alara. Doruk, benim için değerli olduğunu biliyorsun ama tüm bunlarla uğraşmak zorunda kalmak istemiyorum. Başıma ilk defa böyle korkunç bir olay geliyor. Kimsenin çalıştığım yere gelip müşterilerimi kaçırmasına ve bana zarar vermesine katlanacak değilim. Bunu senin için bile yapmam. Bir şeylerin düzelmesi gerekiyor. Doruk, bir şeyleri düzeltmene ihtiyacım var."
Bana öyle çaresiz bir bakış attı ki söylediklerimi yanlış anladığını düşündüm. Onu terk etmemem için yalvarır gibi göründü. Komik olan bir ilişkimizin dahi olmayışıydı ama Doruk, arkamı dönüp gitmeyeyim diye ayaklarıma kapanacak gibiydi.
"Özür dilerim," dediğinde sesi, onu gördüğüm ilk gecedeki gibi küçük bir titremeye sahipti. "Feza, sebep olduklarım için çok özür dilerim. Her şeyi düzeltirim. Yemin ederim denerim. Benim yüzümden canın yanmış, kafayı yiyeceğim! Çok özür dilerim. Kimsenin parmağının ucu bile sana değmemeliydi. Visal'e gelip olay çıkartmalarını da geçtim, bu ne demek böyle? Bunu yapan bir erkek olsaydı var ya... Sikeyim, kafayı yiyeceğim."
"Özür dilemen için sana anlatmıyorum," dedim yüzüne bakmaya çalışarak. Bedeni öyle sıcaktı ki başımı göğsüne yaslamak, orada öylece durup ısınmak istiyordum. Her şeyin bu kadar raydan çıkması onun suçu değildi belki ama derdim onu suçlamanın ötesindeydi. "Ama ben bu mevzuyu öylece rafa kaldıramam. Onlarla konuşuyor musun, uyarıyor musun, ne yapıyorsan yap. Bunun tekrar yaşanmayacağından emin ol çünkü bir sonraki sefere karşılık veririm. Doruk, sizin gözünüzde nasıl bir imaj çiziyorum bilmiyorum ama ben kendimi ezdirecek bir kız değilim. Benim de bir dayanma eşiğim var."
"Benim yüzümden uğraşmak zorunda kaldıklarına bak..." Başını şiddetle iki yana salladığında ağlamak istiyora benziyordu. "Her şeyi mahvettiğimi söylerken tam olarak bunu kastediyordum işte. Sana asla zarar vermem ama benim çevremde olmak bile sana bir şekilde zarar veriyor." Bunları kabullenmek onun için oldukça acıydı ve inkâr edemiyordum, çünkü doğruydu. "Kolun için bir şeyler getireyim," dedi hızla ayaklanarak. Bu sırada zil çaldığında "Pizzayı da sikeyim gerçekten," dedi sinirle. Sonra bana dönüp inanılmaz nahif bir şekilde "Aç mıydın?" diye sordu. Bipolar bozukluğa sahipmiş gibi ruh hali değişip duruyordu. "Neyse, halledeceğiz. Her şeyi halledeceğiz. Sakin ol tamam mı? Ben çözeceğim."
Öylece salondan çıkıp gitti. Geri döndüğünde yaklaşık dört dakika geçmişti. Artık üzerinde bordo bir tişört vardı, aynı renk çoraplar giymişti. İçerisi buram buram pizza kokuyordu ve Doruk'un diğer elinde küçük bir ilkyardım çantası duruyordu. Ne diyeceğini bilemedi, temkinli bir şekilde yanıma yaklaştı ve bacağı bacağıma değecek kadar yakınıma oturup çantayı kendi kucağına koydu. "Şiddetin en ufağı bile raydan çıkmama sebep olur." Bu konuşmanın onun için çok zor olduğunu anladım. "Maç sonrası sevinçlerimizde bile birisi omzuma biraz hızlı vursa çok gerilirim. Hele ki çocukken, koçlarım ya da antrenörlerim sırtıma bile dokunamazdı. Hep aşırı tepki verirdim."
Benimle rahatsız bir şekilde konuştuğunu fark ettiğimde "Bu konunun seninle bir ilgisi yok," dedim. "Bana geçmişini anlatmak zorunda değilsin, seni tanıyorum. Tek istediğim arkadaşlarını benden uzak tutman Doruk."
"Başını dolaba vurduğunu söylediğinde mutfaktaki bütün dolapların kapaklarını sökmek istemiştim." Burnundan verdiği sert soluk yüzüme çarptı. "Küçük bir morluk, büyük bir kızarıklık... Hepsinin sebebine kin tutarım. Ten rengini değiştiren tek şey utanıp kızarman olmalı senin." Derin bir nefes alırken uzun parmaklarının dış kısmı kolumdaki yaranın etrafında gezindi. "Bu konu benim için çok hassas," dediğinde zaten bunu biliyordum. "Başına gelen şey için gerçekten çok üzgünüm. Bunu bütün samimiyetimle söylüyorum ve bilmeni istiyorum. Bir daha olmayacak. Çünkü kimsenin sana dokunmasına izin vermeyeceğim."
Dudaklarım aralık kaldı. Doruk öyle içerlemiş, öyle hassas görünüyordu ki bir şeyler söylesem de fayda edeceğe benzemiyordu. Parmaklarında küçük bir titreme olduğunu görünce gözlerimi kocaman açtım. O parmaklarla kocaman bir basketbol topuna istediği şekilde hülmedebiliyordu ama bir kremin kapağını açmakta zorlanıyor muydu?
Elimi elinin üzerine koyup onun gözlerinin içine baktığımda sanki bir tuşa basmışım gibi omuzları yenilgiyle düştü. Yüzüne derin bir hüzün ifadesi yerleşirken "Çok üzgünüm," diye fısıldadı. "Sık sık maçlarda tırnak darbeleri alırız, iki metrelik adamlar bile o yaralardan yakınırlar hatta bazen haberlere bile konu olur omzumuzdaki yaralar. Senin canın ne kadar ki sanki? Çok acımıştır, üfleyeyim mi?"
"Doruk," dedim ama elimi elinin üzerinden çekmek yerine orada tutmaya devam ettim. Avucunu kocaman açtığında parmaklarını parmaklarımın arasından geçirdi ve elimi dudaklarına götürdü. Elimin üzerine temas eden dudakları, bütün bedenime bir titreşim dalgası yaymıştı. "Canım o kadar da acımıyor," diye yalan söylerken ses tellerim kadifeden yapılmış gibiydi. Bıraktığı öpücüğün ardından hemen elimden ayrılmadı dudakları, hâlâ elime doğru yüzünü eğmiş haldeyken iç çeker gibi derin bir nefes aldı.
"Senelerce bu yalanı söyledim." Kalbim, tam ortadan ikiye ayrıldığında az sonra binlerce parçaya bölüneceğimi hissettim. Kremin kapağını döndürerek açtı, göz temasından kaçınıyordu. Kolumu önüne çekti ve parmaklarına sıktığı kremi diğer elinin parmaklarına sürterek ısıttıktan sonra koluma değdirdi. "Seneler boyunca senin yerindeki kişi bendim. Bu kremin kokusu hâlâ midemi bulandırır ama inan bana, en çok bu işe yarıyor."
Bir krem kokusunun bir travmayı tetiklememesini isterdim.
Ben ne zaman çilekli krem kokusu alsam annemin yumuşacık ellerini hatırlardım. Doruk ise ne zaman bu nanemsi ağır kokuyu alsa kim bilir hangi anısını hatırlıyordu.
"Ben sürebilirim," dedim bileğime değen parmaklarını durdurarak. "Devam edersen koku ellerine sinecek."
"Alışkınım," dediğinde ağlamaya başlamak üzereydim. "Ben de yeni yaralarım için bunu kullanıyorum hep."
"Yeni yaraların basketbol yüzünden oluyor ama değil mi?"
Duraksadı. Duraksaması kanımı dondurdu. "Evet," dedi sonra. "Basketbol temas gerektiren bir oyun."
"Ama temasların seni gerdiğini söylemiştin."
"Maç sırasında değil." Özenle koluma kremi yaydırmaya devam ediyor ve inatla bakışlarını benden kaçırıyordu. Gözlerime bakarak anlatamayacağını anladım. "Basketbol benim ilacım. Bu hep böyleydi. Elimden alınmak istendiğinde bile."
Sormadım. Sormamı bekledi, kaçamak bir bakış yolladı yüzüme ama ben sormadım. Kendini yeterince güçsüz hissediyorken onu çırılçıplak bırakmaktan memnun olmazdım. Çok özel bir alanın sınırındaydım ve çizgimi kendim çektim.
"Konuyu kendime çevirmeye çalışmıyordum," dedi kısa süreli sessizliğimizin ardından. Sesinde yine bir özür vardı. "Bana acımanı sağlamaya çalışmıyordum ama bir yanım, sana anlatmak için yanıp tutuşuyor belli ki."
"Şimdi değil," dedim onun çekingenliğinin aksine kendimden emin bir sesle. "Şimdi dinlemek istemiyorum çünkü sen rahat görünmüyorsun."
"Gözlerimin içine öyle bakmaya devam edersen ağlayacağımdan korkuyorum."
"Aman canım," dedim gülümseyerek. "Alışkın olmadığım bir şey değil. Seni ilk gördüğümde de sen ağlıyordun neticede. Zırlak bir şeysin yani anladım onu ben."
Parmakları nabzımın üzerinde durduğunda başını kaldırıp gülümsememi izledi. Bu ani hareketi donup kalmama neden olurken acı nane gibi bir koku, onun için travmatik olan bir koku bizim aramızdaydı. Doruk, kreme bulanmış parmaklarını acıtmadan tenime bastırıyordu ve yüksek ihtimalle nabzımın üzerinde duran eli yüzünden kalbimin hızlandığını anlayabiliyordu.
Garip bir gerilimin ardından her bir hücremin ona doğru çekiliyor olduğunu hissettim. Omzumdan başlayan bir kıvılcım, kolum boyunca sıra sıra uzanmış kibritleri domino gibi devirerek ilerliyor ve onun parmaklarının değdiği yere kadar uzun bir ateş hattı çiziyordu. Doruk çakmak mıydı rüzgâr mıydı ayırt edemiyordum. O ateşi söndürecek miydi harlayacak mıydı fikrim yoktu. İkisini de yapabilecek güce sahip duruyordu. Kararı verecek olan oydu.
"Bir kere gülümsüyorsun," dedi dalgın dalgın. "Sonra her şey düzelecek gibi hissettiriyorsun. Seni kendime yakın tutmak istiyorum. Seni hep güldürmek istiyorum. Seni hep burada, tam yanımda istiyorum."
"Ama böyle davranmıyorsun," dediğimde daha net olmamı isteyerek dikkatle bana baktı. "Bakma öyle," dedim kaşlarımı çatarak. "Neyi kastettiğimi gayet iyi anlıyorsun."
"Sor," dedi birden, alçak bir sesle.
"Neyi sorayım?"
"Dün geceyi hatırlayıp hatırlamadığımı sor."
"Hatırlıyorsun." Emindim. Kolumu temasından kurtarıp çenemi kaldırdım. "Hatırlıyorsun çünkü kapıdan hışımla girdiğimde öfkemin dün geceyle ilgili olduğunu sandın. Hatırlıyorsun ve yine de benim üstelememi, konuyu benim açmamı istiyorsun. Her şeyi benden bekliyorsun. Benden her şey için özür diliyorsun, asıl kırgın olduğum konuyu görmezden geliyorsun."
"Bana kırılmış olman kafamı koparmak istememe neden oluyor."
"Doruk," dedim gözlerinin içine daha yakından bakarak. Yüzümü onunkine yaklaştırmış oluşum gözlerinin odağının aralık duran dudaklarıma kaymasına neden oldu. İstediğini biliyordum. Beni deli gibi öpmek istediğini kendisi söylemişti ve bunu söylediğini hatırlıyor, aksini düşünmeme sebep olacak bir şey yapmıyordu. Sertçe yutkunduğunda elimi yavaşça göğsüne yasladım.
Göğsü şişip inmiyordu. Gözleri gözlerime çıkmıyordu. Dudaklarımın şeklini aklına kazımak istiyorsa bunu çoktan başarmış olmalıydı. Şimdi de tadını merak ediyora benziyordu.
Avucuyla yanağımı kavradı. Yanağımın avucuna oturuş şeklinden hoşlanıyordum. Yüzümün onun ellerinin arasında kaybolma fikri mideme indirilen bir yumruktu. "Konuyu senin açmanı bekliyordum çünkü sarhoş olup seni aramış olmak beni utandırıyordu." Neredeyse fısıldayarak, yavaş yavaş konuşuyordu. Dudaklarının her bir hareketini dikkatle takip ettiğimi fark ettiğinde bir kez daha yutkundu.
Bir şeyler söyleyecekti ama mesafeye dayanamıyor gibi yüzümü daha sıkı kavrayıp burnunu burnumun ucuna sürttüğünde gözlerim kapandı. "Bunu istiyorum," dedi dudaklarımın üzerine. Baştan ayağa titredim. Baş parmağı, alt dudağımın kıyısına dokundu önce. Sonra dudağımın üzerinde küçük bir kavis çizdi. "Feza, bunu istiyorum."
"Doruk..." Nefesim onun sıcak nefesine karışıyordu. Derin bir şekilde iç çektim ve bu onun nefesini kesti. Dudaklarımı dudaklarına daha fazla yaklaştırdığımda ne söyleyeceğimi çok iyi biliyordum. "Sarı çorabın, ayakkabının içinde kalmış."
"Ne?"
"İçeri girerken gördüm, ayakkabılığın kenarında duruyor."
Aramızda birkaç santim boşluk bıraktığında silkelenir gibi başını iki yana sallayarak kendine gelmeye çalıştı. "Bunu söylemek için mi bana öyle yaklaştın?"
"Sana çok mu yaklaştım?" diye sordum saf saf gözlerimi kırpıştırarak geri çekilirken. "Anın büyüsüyle öyle olmuştur, kusuruma bakma."
🏀🧁🏀
:)
Sarı çoraplar ve anın büyüleri. Doruk'un çok çekeceği var Feza'dan çok...
Belki birazcık bozuldun, ruhun belki can çekişiyor. Belki biraz da kızardın ama sana kırmızı çok yakışıyor sevgili arkadaşımız Doruk.
Nasıl buldunuz bölümü? Yorum zamanı. Alara ve Beril? Naz ve Eren?? Doruk ve Feza???
Bu arada Instagram'da Doruk ve Feza için parodi hesaplarımız var artık. dorukhanfalay ve fey.falez isimli hesapları takibe alabilirsiniz. Dört Çeyrek'te de Instagram hesaplarının adı tam olarak böyle geçiyordu zaten.
Bölüm sonrası yine twitterden sohbet edelim olur mu? Beni etiketlemeyi unutmayınız efendim. Bir de bana Instagram'da azraizguner hesabım üzerinden ulaşabilirsiniz. Güncellemeleri oradan yapmaya devam edeceğim.
Yeniden görüşene dek hoşça kalın. Teşekkürler ve Feza kadar tatlı (🙃) günler.
☕
ne oldu kek falay sarı çorabını merak etmiyo muydun
YanıtlaSilLzmxkxmlfmckcllvklvlvllvl bu acımasızlık size nerden geliyo ya benim bile okurken içim geçti öpesim geldi be
SilNazla eren çok tatlı çok mükemmel bir çift olacak gibi. Beril ve alara ya okurken bile sinir olup elimi kaldırıp kafamı salladım. Bi tane çarpasım geldi. Doruk sana üzülüyorum çocuğum. Bu kızı üzmeyecektin şimdi kendine bi el fatiha oku sadece. Benden de sana allah rahmet eylesin
YanıtlaSilBen en başta Bekirle shiplemiştim bir tık üzmedi desem yalan olur inşallah yazar bekiri umutsuz aşık yapmayı fln planlamıyordur yoksa çok üzülürüm
SilGO SİS YA GOL ABİ YA GOL YETER BİR SİLKELEN KENDİNE GRL DORUK BEN SANA ALLAH BEYİN VERSİN DİYR DUA ETMEKTEN YORULDUM ÇÜNKÜ.
YanıtlaSilAY COK EGLENDIM PUAHAHAHAHHAHAHAHAHAHAH
YanıtlaSilŞöyle bi alarayla berilin kafalarını birbirine sürterek kıvılcım çıkarsak çok eglenmez miyiz ya
YanıtlaSilSemih ve savcıya şutlayalım ikisini tencere kapak olurlar
SilYazarın kolda tırnak izleri hakkında bizden alamadığı bir hıncı var anladıkta tahmini ne zaman geçer(seviliyorsun yazarım)
YanıtlaSilALARA VE BERIL SIZI SILLIKLAR SACINIZI BASINIZI YOLASIM GELDI FEZAM NE GUZEL KONUSTU KESKE BI HANIMEFENDILIGINI BOZUP SURUKLEYE SURUKLEYE CIKARTSAYDU SIZI DISARI
YanıtlaSilÇorabın sarı olması yazarın bizim travmalarla dalga geçtiğinin kanıtı değildir de nedir sjskdndjd
YanıtlaSilSayın sarı çorap Falay seni de sevsem mi sevmesem mi bilemiyorum asıl beni bipolar yaptınız burda (kurguya minnoş tatlı bir şey olacak diye başlamıştım geldiğimiz hale bak umarım en azından bu minnoşluğu Eren ve Naz da görebiliriz)
YanıtlaSilSONU COK GUZELDI AKDBWKDIWGDKWZBSK OPUSME GERCEKLWSMEDIGI ICIN TAM SINIRLENECEKTIM SON CUMLEYLE KAHKAHA ATTIM
YanıtlaSilÇokkk güzeldiiii😍😍
YanıtlaSilAhaahaha o son kısım o kadar güzel oturdu ki sdsdsdsd doruktan intikamamızı aldık 😄😄
YanıtlaSilÇok güzel kapak oldu feza bayılıyorum sana
YanıtlaSilYeni bölüm ne zamannnn??
YanıtlaSilYENİ BÖLÜM HEMEN GELMELİ BENCEDEE?!
SilDoruk'un ablasının tepkisini merak ediyorum
YanıtlaSil