18. "UÇUŞ İZNİ"
Bölüm şarkıları:
Yaşlı Amca, Giderdi Hoşuma
Yaşlı Amca, Yakamoz Güzeli
Ariana Grande, We Can't Be Friends
•🧁•
"Sana çok mu yaklaştım?" diye sordum saf saf gözlerimi kırpıştırarak geri çekilirken. "Anın büyüsüyle öyle olmuştur, kusuruma bakma."
Öfkeli bir nefes verdi çatılan kaşlarının eşliğinde. Beklediğim tepki bir göz devirmeydi ya da belki bunun adil olmadığını söyler diye düşünmüştüm. Onu sinirlendirdiğimi biliyordum, zaten amacım tam olarak buydu ama Doruk'un dudaklarıma aynı dikkatle bakmaya devam etmesi hesapta yoktu.
Kafasında bir şeyi çözmeye çalışır gibi göründü. Doruk, kendine hakim olmak için büyük bir savaş vermeye çalışır gibi göründü. "Hak ediyorum," dedi. Kendi kendine konuşur tondayken gözleri hâlâ dudaklarıma dikiliydi. Yan yana oturmamıza rağmen aramıza koyduğum mesafeyi bir santim bile aşmıyor, bana yaklaşmıyordu. "Hak ediyorum amına koyayım." Öfkesinin kendine olduğunu anladım tepkisinden. "Ne diyebilirim ki? Ne diyeceğim de savunacağım kendimi? Haklısın sen. Ben senin yerinde olsaydım benim gibi biriyle zahmet edip uğraşmazdım bile.
"Konuşurken gözlerime bakmanı tercih ederim," diye mırıldandığımda kelimelerimi ağzımdan tek tek yakaladı gözleri. Dudaklarımı okuyarak anladı sanki ne dediğimi. Sesimi duyduğunu sanmıyordum.
"İstiyorum," dedi. Bu tek kelime bedenime verilen bir sinyaldi. Bütün uzuvlarım karıncalanırken böyle net bir şekilde ifade etmesini beklemediğim için gözlerim yaşadığım şokun etkisiyle irileşmişti. "Ayıkken de söyle dedin. Ayığım, söylüyorum. Her şeyi mahvedeceğimi bile bile seni öpmeyi çok istiyorum."
Karnımdaki krampların yer değiştirmeye karar vermesiyle birlikte neye uğradığımı şaşırdım. Kalbimden çıkan bir heyecan dalgası o kramplara çarpıyor, onları aşağı doğru itiyordu. Kendimi toparlamalıydım. "Diyorum ya, anın-"
"Anı ayrı, büyüyü ayrı, büyücüyü ayrı sikeyim." Aramıza koyduğum mesafeye saygı duymaya devam ediyordu ama bir yanım, o mesafeyi aşması için tek bir göz kırpma anının yeterli olacağını söylüyordu. Diğer yandan ne o ne de ben gözlerimizi kırpmıyorduk birbirimize bakarken.
"Bir heves miyim senin için?" diye sordum yavaşça. Bunu kendime yakıştırmam zoruna gitmiş gibi yüzünü buruşturdu. Kaşları kızgın gözlerinin üzerinde bir çatı oluşturdu. "Bu yüzden..." Dile getirecek olmak utanmama sebep oldu ama söylemek istedim. Emin olmak istedim. "Bu yüzden mi öpmek istiyorsun beni?"
"Heves mi? Feza, nefes gibi bir şeysin benim için." Göğsümün içinde bir kuş çırpınmaya başladığında kalbim öyle hızlı atıyordu ki öleceğimi sandım. "Sana ihtiyacım varmış gibi hissediyorum. Sensiz yapamazmışım gibi. Senden başka herkes gereksizmiş de bana bir tek sen lazımmışsın gibi."
Ona böylesine değer veren ilk kişiydim. Üzerine titriyordum, sürekli onun iyiliğini düşünüyor ve iyi hissetsin diye peşinde koşturuyordum. Tüm bunlara bakıldığı zaman Doruk'un bana ihtiyacı varmış gibi hissetmesi belki de normal olmalıydı. İhtiyacı olduğu için değil, beni sevdiği için yapmasını istedim. Doruk bana ayıkken beni sevdiğini söylesin, ben de ondan emin olayım istedim.
Son zamanlardaki hareketlerinin dengesizliği ona duyduğum güveni sorgulamama sebep olmuştu. Bir adım ileri attığında üç adım geri atmadan rahatlamayan birisiydi o. İşte bu yüzden, ben Doruk'tan emin değildim. Kanında alkol dolaşmazsa bu düzelir sanıyordum ama asıl sorunun alkol olmadığını şu an anlıyordum.
"Teşekkür ederim." Beni nefese benzetmişti, hayatımın en güzel iltifatıydı bu. "Ama Doruk," dediğimde gözlerine kara bulutlar yerleşti hızla. Işıltılar kaybolurken dudaklarımdan koptu bakışları. Dondurmasını düşürmüş bir çocuğun yerdeki külaha atacağı türden bir bakış yolladı suratıma. "Beni öpmeni istemiyorum," dedim sesimi toparlayarak. "Şu an değil."
"Tamam." Utandı. Az önce tek odağı dudaklarımken neler döndüğünü pek sorgulamamıştı ama gerçekliği algılamaya başlayan zihni, onu reddettiğimi hızlıca ayırt edebildi. "Pizza yiyelim mi? Soğumuştur ama fırında ısıtırım."
Morali inanılmaz bozulmuştu, bunu belli etmemek için de ortamdan kaçmaya çalışıyordu. Konuyu kapatmak, bir daha da hiç açmamak, olabildiğince uzaklaşmaktı tek derdi. "Doruk," dediğimde kendini bana bakmaya zorladı. "Beni yanlış anlamanı istemiyorum."
"Bir açıklama yapmak zorunda değilsin," dedi hızlıca. Çok ciddiydi yüzü. Gergin olduğu da rahatlıkla anlaşılıyordu. "Hiçbir zaman bir erkeğe neden istemediğini anlatmak zorunda değilsin. Hayır demek hayır demektir Feza. Seni sorgulamıyorum ben."
"Kendimi rahatsız hissetmekten korkuyorum." Devam etmemi bekler gibi gözlerime baktı çünkü kafası karışmıştı. "Senin evindeyiz," dedim kalbim küt küt atmaya devam ederken. "Ve ben burada kendi sınırlarım varmış gibi hissetmiyorum. Tamamen senin alanındayım. Bu bana şu an için doğru gelmiyor."
"Yani derdin beni süründürmek değil mi?"
"O da var tabii ama..." Boşluğumu yakalayıp araya bir soru sıkıştırdığını ve benim de oltaya geldiğimi anlayıp cevap verdiğimi fark edince öylece durdum ve "Doruk!" dedim sonra. "Beni manipüle ediyorsun istediğin cevapları almak için."
Sitemime gülümsedi. Koltuğa bastırdığım elimin yanına kendisininkini yaklaştırdığında serçe parmağıyla serçe parmağıma dokundu. Ardından parmağını parmağımın etrafına doladı. "Asla," dedi yemin edercesine net bir şekilde. "Asla sınırını geçmem. Asla. Bana hiçbir konuda güvenmiyor olsan bile bu konuda güvenebilirsin. Hiçbir şekilde ileri gitmem."
Ben senin ileri gitmenden değil, geri gitmenden korkuyorum daha çok demek isterdim aslında fakat bunu söylemedim. Her şeyi ben söylersem o zaman ne anlamı kalırdı? Bu noktadan sonra bir şeyleri artık onun kendi çabasıyla anlaması gerekiyordu.
Sırf o an bir şeyler yapmak için krem kutusunu alıp diğer tarafına doğru uzanarak onu kenardaki sehpanın üstüne bıraktı. Bu sırada eğer ben serçe parmağını kavramaya devam etmeseydim ellerimiz ayrılacaktı ama bunu sürdürdüm. Bir kanca gibi ona sardım benimkini. Yüzüne yerleşen gülümsemeyi gördüm. Sanki gözlerinin kenarlarına kelebekler konmuştu. Öyle samimi gülmüştü işte.
Kalbimi yerinden hoplattı bu. Gözlerimi kırpıştırıp bu gülüşünü aklıma kaydetmek istedim. Gözümü kapattığımda aklıma geleceğine emindim. Bu gece de uyuyamayacaktım ve bunun sebebi basit bir temasın ardından yalnızca birkaç saniyeliğine ettiği tebessüm olacaktı.
Koltukta yan yana duran ellerimize baktığını yakaladım. Onun büyük yumruğunun yanında benimki oldukça narin duruyordu. Onun elinin yüzeyini saran damarlar benimkilerden çok daha belirgindi. Benimkiler yemyeşil yollara benziyordu, onunkilerse bir ağacın dallarını andırıyordu daha çok. "Hemen dönmek zorunda mısın?" diye sordu. "Bugün off day, evde olacağım yani. Bir şeyler yapabiliriz birlikte."
Benimle vakit geçirmek istiyordu. Bu bile çok güzel hissettiriyordu.
"Değilim galiba," dedim. "Ortalığı yıkıp çıktığım için tüm yük Eren'e kaldı ama." Gözlerimi yere diktim ve sonra ikimizin de ellerini bir türlü geri çekemediğini fark ettim. Serçe parmaklarımız birbirine sımsıkı tutunmaya devam ediyordu. İkimiz de çekmek istemiyorduk. Belki dün sarhoşken kurduğu cümle doğruydu. Belki de Doruk, beni sevmeye başlıyordu.
Bir şekilde bana çekiliyordu, bunu hissedebiliyordum. Bana nasıl baktığını görmüştüm az önce. Beni öpmek istediğini söylemişti. Tüm bunlar bir rüya gibiydi. Onun gibi birinin bana ilgi duyması garipti. Onun gibi birinin evinde olmak bile garipti.
"Ben de ortalığı yıkacağım, sadece zamanını bekliyorum."
Beril ve Alara'yı kastediyor olmalıydı. "Bu konuda..." diyerek cümleye girdim ve biraz duraksadım. "Bunu senin çözmeni istediğim için buraya geldiğim doğru ama yapacağın konuşmayı beni küçük bir kız çocuğu gibi göstermeden yapsan olur mu? Çünkü ben sana saygı duyduğum için durdurdum kendimi. Senin arkadaşların, senin hayatın. Benim için hiçbir önemi yok ikisinin de ama bir yerde senin değer verdiğin insanlar neticede. Yani korkup da sana şikayet etmeye geldiğimi düşünmelerini istemiyorum. Anlıyor musun beni?"
"Sen de haklısın tabii," dedi. "Ardı arkası kesilmeyen mallıklarımdan sonra bana upuzun açıklamalar yapıyorsun kesin olarak anlamamı sağlamak için."
"Ben hep çok konuşurum." Yanlış anlaşılmanın telaşıyla elimi kendime doğru çektim. Temasımızın sonlanmasından hoşlanmamıştı ama ben onun bana gerçekten alındığını sanmıştım, bu daha önemliydi. "Sana hakaret etmedim gerçekten."
"Aslında bu aralar çok konuşmuyorsun." Doruk, insanlık için küçük kendisi için büyük adımlar atıyordu. "Yani, yine konuşuyorsun da... Kendini kaptırdığın şu heyecanlı konuşmaların gibi değil. Gece mesela... Telefonu suratıma kapatacaksın sandım."
"İçip içip beni aramıştın Dorukhan, ne yapmamı bekliyordun? Saat ikiydi."
"Doruk."
"Hım?"
"Doruk'tan devam," dedi. "Doruk yeterli."
"Böyle söylediğim şeyleri ciddiye almayıp konuyu bambaşka bir yere kaydırdığında sana gerçekten sinir oluyorum. Bunu gece de yaptın."
"Hatırlıyorum." Başını yukarı aşağı salladı. "Ve bu seni ciddiye almadığım için yaptığım bir şey değil. Sadece Dorukhan dediğinde bunu çok ciddi söylüyorsun. Sinirli gibi. Doruk demen daha özel hissettiriyor."
"Sana özel hissettirmek gibi bir zorunluluğum olduğunu sanmıyorum." Burnunu sürtmeye çalışıyordum, öfkemin hemen yok olmayacağını anlamalıydı.
Galiba ben şu an ona trip atıyordum.
"Tabii ki yok," dedi. "Ama benim özel hissettirilmeyi hak edecek bir şeyler yapma zorunluluğum var. Sana karşı var. Bu yüzden işe pizzamı seninle bölüşerek başlamayı düşünüyorum. Şu detayı da eklemek isterim ki sevdiklerime canımı veririm, yemeğimi asla."
"Dün körkütük sarhoştun, bugün boru gibi uyuyup öğlenden sonra uyandın ve kalkar kalkmaz kendine pizza söyledin. Hım... Örnek bir sporcusun kesinlikle."
"Sık sık sarhoş olmam. Alkolik birisi değilimdir." Onu daha yakından tanımamı sağlamaya mı çalışıyordu? "Çok yerim," dedi. "Çok fazla yerim. Fiziğime aldanma, yediğimin on katı egzersiz yaptığım için böyle. Basketbolcu olmasaydım obez olurdum herhalde. Pizzaya bayılırım. Mutfakta iki büyük boy göreceksin, şaşırma. İkisi de benimdi normal şartlarda. Ama şimdi birini seninle paylaşacağım. Böyle de iyi bir insanımdır."
"Orta boy bir pizzanın dört dilimiyle doyuyorum ben," dedim bu çok önemli bir mevzuymuş gibi. "Yanımdaki kimse kalan dilimleri o yer. Çoğu zaman Fırat olur bu. Kimseye bırakmaz canım kardeşim."
Anlayışla başını salladı. Onu kendisine benzetmişti. "Küçük kardeşler işte, ne yaparsın." Yüzü yeniden ciddi bir hale bürünürken "Feza," dedi aklından geçirdiği şey her neyse bunu sorup sormamak arasında kalarak. "Alkol senin için bir sorun mu?"
"Bilmiyorum, ben hiç kullanmadım."
"Hayır, öyle değil." Bakışlarını benden uzaklaştırdı, sonra gözlerime bakarak sormak istemiş olacak ki yeniden yüzüme çevirdi yüzünü. "İçip içip seni aradığımı söylemiştin ya... Yani, düşüncesizlikti tabii ki. Gece ikide seni rahatsız etmemem gerekirdi. Büyük eşeklik, özür dilerim ama bunun dışında bir rahatsızlık duydun mu? Yani daha önce alkollü biriyle ilgili bir problem yaşamış mıydın?"
"Sen yaşamışsın belli ki."
Gözlerine buzdan bir perde çekildiğinde o buzların kırılıp parçalanması da aynı saniye gerçekleşti. Doruk bana bir şeyler anlatmıyordu ama ben bir şeyler anlamayı başarıyordum. Bu onun algılayamadığı bir olaydı. Halbuki kendini dışarıdan bir kez görse nasıl da her şeyin göz önünde olduğunu o da anlardı. Onu gerçekten benden başka kimse anlamamış mıydı? O halde insanlar ona doğru şekilde bakmamış olmalılardı.
"Sarhoş biriyle ilgili herhangi bir travmam yok," dedim ama sonra bunun doğru olmadığını fark ettim. "Aslında," diye düzelttim. "Bir tane var. Saçma sapan bir şeydi. Taner Visal'e kafayı bulmuş halde gelip bir anda bayılmıştı. Bu kadar."
"Ne?" diye sordu anında değişen ses tonuyla.
"Üzerinden biraz zaman geçti. Ayakta duramıyordu zaten. Kapıda yığılmıştı. Biraz korkmuştum ama önemi yok. Unutmuşum."
"Ne?" dedi tekrar. "Taner dediğin şu seninle gevşek gevşek konuşan puşt değil mi?"
"Evet, çocukluk arkadaşım olur kendileri."
"İnsan arkadaşlarını pek doğru seçemiyor işte bazen." Gözleri koluma kaymıştı bunu söylerken. Konudan rahatsız olduğum için ayağa kalktım ve "Sen pizzaları ısıtırken mutfağa gelebilir miyim?" diye sordum. "Mutfağın inanılmaz ferah."
"Feza..."
"Senin pek kalkasın yok yerinden, ben gidip ısıtayım istiyorsan?"
Arkamı dönecekken beni bileğimden yakaladığında ve hafifçe kendine doğru çektiğinde o koltukta duruyordu bense bacaklarının arasındaydım. Normalde benim ona yaptığım şekilde bana bakmak için başını yukarı kaldırdı. "Rahatsız olduğun bir şeyler var," dedi. "Taner'le ilgili mi? Ne olursa olsun bana anlatabilirsin. Yani, eğer utanıyorsan..." Düşüncesi bile midesini bulandırmıştı. Doruk her zaman en uç noktayı düşünüyordu. O sanki her şeyin en kötüsüyle büyümüştü. "Ne olursa olsun," diye tekrarlarken bileğimin içini baş parmağıyla okşadı. "Gerçekten anlatabilirsin."
"Senin sarhoş halin tatlıydı," diye döküldüm. "Ama onunkini tanımlayacak olsam buna tatlı demezdim. Yani alkolle genel olarak bir derdim yok ama alkol alan kişiden kişiye göre değişiyor düşüncelerim. Onun sarhoşluğunu nedense kendim için bir tehdit olarak görmüştüm. Eğer seninkini de öyle görmüş olsaydım aramıza belli bir mesafe koyardım, aynı ona yaptığım gibi. Soruların cevabını verebilmiş oldum mu?"
"Sana aşık mı?" diye sordu. "Takıntılı, saplantılı puştun teki mi? Çünkü o gün tam olarak öyle davranmıştı. Onu o sikik arabasının camından çıkarıp sokağın ortasında ağzını burnunu kırmak isteyeceğim şekildeydi tavrı."
"Saçmalama," dedim. "Bunu konuşmasak olmaz mı?"
Gerçekten ne istediğimi aklımdan okumak ister gibi yüzümde gezindi gözleri. Sonunda gördüğü bir şeyler onu ikna etmiş olacak ki ayağa kalktı. Hâlâ ondan uzaklaşmış değildim bu yüzden ani kalkışını seyrederken kendimi inanılmaz küçük hissettim. Önümde bir dağ gibi dikildiğinde beklediğim en son şey beni kollarının arasına çekmesiydi.
Bunu benim ihtiyaç duyduğumu düşündüğü için mi yapmıştı yoksa kendisinin mi buna ihtiyacı vardı bilmiyordum ama bana öyle sıkı sarıldı ki kemiklerime kadar ısındığımı hissettim. Çenesini başımın üzerine bastırdı. Kolları beni sıkıca kavrarken "Her zaman burada olacağım," dedi. "Benim yanımda olduğun kadar senin yanında olmaya hazırım. Konu fark etmez. Beni çağırırsan ben gelirim Feza. Bir problem varsa, çözülmesi gerekiyorsa, senin için bunu seve seve yaparım. Sen yapamayacağın için değil, ben yardım etmek istediğim için."
"Teşekkür ederim," diye fısıldarken geri çekilmek istemiyordum. Onun bana sarılmasında tarif edemeyeceğim bir şeyler vardı. Başıma gelen en eşsiz şey olduğu kesindi. Başımı yukarı doğru kaldırıp onunla göz göze geldiğimde şaşkın şaşkın bakan taraf bendim. Kalbi deli gibi çarpan, bu kolların arasından çıkmak istemeyen, onunla sonsuza kadar burada böyle durup sarılabilirmişim gibi hisseden taraf da bendim.
Gözlerine ulaşan samimi bir gülüşü vardı. O da bunu niye yaptığını benim kadar idrak edemiyordu. Doruk ve ben birbirimizden uzak duramamaya başlamış gibiydik. Aramızdaki mesafe eskisine kıyasla daha sık sıfıra iniyordu ve öyle zamanlarda birbirimizden ayrılmamız zor oluyordu.
Ben geri çekilmemiş olsaydım o beni bırakmazdı ama biraz daha kolları arasında durup yüzünü izleseydim az önce benim çizdiğim sınırı yine ben parçalayacak, ondan beni öpmesini isteyecektim. Bunun bana nasıl hissettireceğini deli gibi merak ediyordum.
Birlikte mutfağına gittiğimizde benim için bir sandalye çekip oraya oturmamı söyledi. Ardından sipariş ettiği pizzaları tepsilere yerleştirip fırının içine attı. Bir mutfağın içindeyken oturmakla ilgili problemlerim vardı. Hele böyle bir mutfağın içindeyken bu daha da zordu. "Tatlı yapmamı ister misin?" diye sordum. Süt olup olmadığına bakmak için buzdolabına doğru ilerlediğimde bu bana bir mahremiyet ihlali gibi geldiği için durup "Buzdolabını açabilir miyim?" diye sordum.
"Tabii ki açabilirsin ama tatlı yapabileceğini sanmam, gerekli malzemeler yoktur bende çünkü."
İki kapaklı buzdolabını kulplarından tutup kendime doğru çektim ve görmeyi beklediğim hiçbir şeyi orada göremedim. Sebzelikte birkaç yeşillik vardı, üst rafta bir kalıp peynir ve küçük bir kavanoz salça boynu bükük bir yalnızlık içinde duruyordu. Kocaman boy ketçap ve mayonez dolabın kapak kısmında yan yanalardı. Yarısı yenmiş bir market supanglesi de bir başka rafta tek başınaydı. Birkaç tane de muz vardı.
"Kendine hiç bakmıyor musun sen?" diyerek ona döndüm çatılan kaşlarımla. "Ne yiyor ne içiyorsun bu evde böyle?"
"Fazla zamanım olmuyor normalde," dedi azarlayışımdan dolayı mahcup olmuş bir şekilde. "Çoğu zaman dışarıdan yerim. Ev yemekleri yapan bir restoranla anlaşmalı sayılırım." Güldü. "Kızmasana ya. Gözlerinden ateş çıkıyor."
"Bu buzdolabını dolduruyorsun ve düzgün bir şekilde beslenmeye başlıyorsun." Birden kaşlarım çatıldı. "Diyetisyen adayı Beril sana seve seve yardımcı olacaktır eminim ki. Bana senin neleri yememen gerektiğini söyleyip duracağına sana doğru düzgün bir alışveriş yapmanı söylemedi mi bunca zaman?"
"Herkesi kendin gibi sanıyorsun," dedi Doruk. "İnsanlar beni umursamazlar Feza. Kimse gelip de dolabım boş diye kızmaz bana. Ablam kızar gerçi ama o da alıştı herhalde."
"Normalde gelip dolabına falan bakıyor yani? Çok mu sık kullanıyor mutfağını?"
"Ablam mı?"
"Beril."
Öyle güzel güldü ki durup onu izlemek zorunda kaldım. "Feza," dedi. "Bu bir tek sana özel."
"Ne bana özel?"
"Evimde bir kızın olması." Aldığım nefes ağırlaşırken onu kıskandığımı ona belli etmemden utanmıştım ama bu onun hoşuna gitmişe benziyordu. "Biz ara sıra toplanırız tabii ama hep grupça olur bu. Berillere Okan için katlanırdım ben, artık bunu yapmayacağım tabii ki. Bir sınır çizeceğime emin olabilirsin. Beni kafanda nasıl bir yere koydun bilmiyorum ama normal şartlarda mutfağımda bir kız dolaşmıyor, rahat olabilirsin."
"Ben dolaşıyorum," dedim. "Yani şartlar normal değil mi?"
"Evimi bastın," dediğinde küçük bir kahkaha da attı arkasından. "Sence şartlar normal mi?"
Dolabı sertçe kapatıp mutfak kapısına doğru yürümeye başladım. "Gidiyorum o zaman ben."
"Lan sana kalmanı ben söyledim ya." Hayretle oturduğu yerden ayaklanmıştı. Ben de zaten şaka yapıyordum ama onun bu saf halini görmeme kesinlikle değmişti. Adımlarımı durdurdum ve emin olup olmadığını sormak ister gibi suratına baktım. "Ben kendimi açıklayamıyor muyum?" diye sordu, daha çok kendi kendine konuşur gibiydi.
"Pek açıklayabildiğini söyleyemeyeceğim."
"Kalmanı istiyorum." Her bir kelimesinin üzerine basmıştı. "Seninle zaman geçirmek istiyorum. Dolabım boş diye bana kızıyor bile olsan, küçük bir çocuk gibi beni azarlayacak da olsan, bunu yap istiyorum. Sen dört dilim pizza yiyip doyarken benim bir buçuk büyük boyu mideme indirişime gözlerini kocaman açıp bakmanı istiyorum. Gülmeni istiyorum. Seni güldürebilmeyi de öyle. Benden ümidini kesmemeni istiyorum. Çünkü ben çabalayacağım. Böyle daha net oldu mu?"
Kesinlikle olmuştu. Kalbim yeniden kanat çırpmaya başlamıştı. "Oldu," dedim. "Pizza ısınmıştır bence."
"Olabilir." Ayağa kalkıp fırının kapağını açtı. İçinden pizzaları çıkarırken yüzü bana dönük değildi ama konuşmaya devam etti. "Bugün çok güzel olmuşsun, bunu seni kapıda gördüğüm ilk andan beri düşünüyordum ama bir türlü söylemeye fırsatım olmadı." Üzerimdeki uzun çiçekli eteğe ve kazağıma baktım. Ondan iltifat aldığım için şimdi her gün bunları giymek isteyecektim kesin. "Ve," dedi. "Bana hangi tatlıyı yapmak istediğini, bunun için nelere ihtiyacın olduğunu söylersen bir sonraki sefere dolabı senin için doldururum. Bir liste yapıp yollayabilirsin. Mutfağımı sevdiysen her canın istediğinde gelebilirsin de."
"Teşekkür ederim Doruk, sen çok iyi bir arkadaşsın."
Omzunun üzerinden geriye doğru hızla döndüğünde yüzünde öyle bir ifade vardı ki kocaman bir kahkaha patlattım. Bu kadar çok gülmeyi beklemiyordum, gözlerimi yaşarmıştı. Uzun bir süre gülüş seslerim mutfağını doldurduğunda onun da kasılan omuzları gevşedi ve en son gülüşümü izlerken yakaladım onu. "Tabii," dedi ağzının içinde homurdanarak. "Çok iyi bir arkadaşımdır ben."
"Kesinlikle."
"Otur hadi. Çay demleyeyim mi? İçecek bir şeylerin olmadığını unutmuşum."
"Önemli değil." Tepsiden çıkardığı pizzaları koymak için büyük bir tabak çıkardığını fark edince "Ona da gerek yok," dedim. "Bulaşık batırma."
"Bulaşık yıkayabiliyorum," dedi kendini savunmak ister gibi. "Makine de var ama ben de yıkayabiliyorum."
Gözümde puan toplamaya çalışıyordu. Bu çabası çok komikti. Doruk yalnızca bir kez ona sesimi yükselttim diye kuyruğunu kıstırmış kediye dönmüştü. Belki de onun yüzünden canımın yanmış olması da olabilirdi sebebi, ben benden korktuğuna inanmayı tercih edecektim.
"Yine de batırma," dedim. "Tepsiyi şöyle koyabilirsin."
"Önce metrobüsle deniz kenarında bir bankta beş kuruş harcamadan görüşmüş, senin getirdiklerini yemiştik. Sonra bir akşam seni kokoreç yemeye götürdüm, küçük taburelerde oturduk." Başını eğlenen bir tavırla iki yana salladı. "Şimdi benim evimdeyiz ve bulaşık çıkmasın diye tepsiden yemeyi teklif ediyorsun."
Bunun nesiyle eğlendiğini anlayamıyordum. "Garip olan ne ki?"
"Hiç böyle olabileceğini düşünmemiştim." Omuzlarını kaldırıp indirdi. "Bir sürü arkadaşım var gerek takımdan gerek diğer takımlardan. Neler yaptıklarını biliyorum. Karşı tarafın onlardan neler beklediğini biliyorum. Benden beklenenleri biliyorum. Sonra sana bakıyorum işte. Farkında bile olmadan sıyırıyorsun kendini herkesin içinden. Kendi köşende ışık saçıyorsun, saçtığın ışığı kendin göremeden hem de. Garip olan bu sanırım. Garip olan sensin."
"Galiba Alara ve Okan'ın ilişkisini kastettin bir yerlerde. Benim Alara gibi olmadığımı mı söylüyorsun? Tabii ki değilim Doruk. Ben kimsenin çalıştığı yeri basıp ona zarar vermem. Beni birileriyle kıyaslayacaksan o kişi Alara olmayıversin mümkünse."
"Ben seni bir tarafa, dünyanın geri kalanını diğer tarafa koyuyorum sonra sen kalkıp konu Alara mı diyorsun. Sence konu Alara mı Feza?"
Böyle konuşması bana çok fazlaydı. Kaldırabileceğimden fazla bir heyecan duymama sebep oluyordu ve karşılığında ağzımı açıp ne diyebileceğim hakkında fikrim yoktu. Bu yüzden pizzaya bir kurtarıcı gibi sarılıp bilmem dercesine omuzlarımı silktim. "Herhalde önemli konuşmaların ortasında farklı yerlere takılmak gibi huylarımız var." Örnek vermemi ister gibi çenesini eğerek gözlerime baktığında "Sarı çorapların gibi," dedim.
Birlikte gülmeye başladık.
"Gerçekten çorabımın tekini ayakkabımın içinde mi bırakmışım?" diye sordu Doruk merakla. Bir dilim pizzayı tek ısırışta yarım dilime indirirken çok az çiğnedi ve yutkundu. Sonra ağzını kocaman açıp dilimin kalanını da sıkıştırdı, çiğnedi, çiğnedi ve tekrar yutkundu. Çok yediğini söylerken şaka yapmıyordu ama bu kez, onu yemek yerken izlememden rahatsız olmamıştı. Diğer birlikte yediğimiz zamanlarda benden hep başımı başka tarafa çevirmemi rica ediyordu. Bunu bu sefer yapmamıştı.
"Çorap değil," dedim. "Sol sarı çorap."
"Of, dün gece ne kadar salak olduğumu öğrenmiş olmandan çok utanıyorum şu an."
"Ben salak demezdim, şapşallık belki."
"İkisinin çok da bir farkı yok sanki?"
"İkincisi daha tatlı geliyor kulağa." Güldüm. "Çok üzgündün Doruk." Pizzamdan küçük bir ısırık daha aldıktan sonra uzayan peynir üst damağıma yapıştı. Çok sıcaktı. Onun tek lokmada yemesine aldanmamalıydım, ben bunu yapamazdım. Yüz ifademi toparladığımda "Neyse ki kaybetmemişsin," dedim. "Sana 46 numara sarı çorabı nereden bulurdum?"
"Yuh, konu ayakkabı numarama kadar gitti mi?" Herhalde bu detayı hatırlamıyordu. "Ama ayaklarım çok üşüyordu gerçekten.
"Evet, bunu gayet net şekilde anlattın bana." Sarhoş sesi kulaklarımda çınladı. En son bana beni sevdiğini söylemişti. Bu konuyu açacak kişi ben değildim ama ondan ayıkken beni sevdiğini duyabilmek için nelerimi vermezdim... Aklım dağılsın diye konuyu değiştirmek istedim. Seçtiğim yeni konu beni heyecandan delirttiği için sesimin kendisine pamuk şeker alınmış küçük bir kızın neşesiyle çıkmasına engel olamadım. "Gerçekten Supernatural izlemeye başladın mı?" İnce sesim, utanmama sebep oldu. "Geçen gece Instagram'a atmışsın, orada gördüm."
"Sen gör diye attım," dedi. "O diziye tamamen senin için başladım."
Hisleri bastırmaya çalışmak buraya kadardı. "Ay beğendin mi peki? Kaç bölüm izledin? Cidden ben çok ısrar ettiğim için mi başladın birden? Gece 4.15'te neden uyanıktın? İzlemeye devam edecek misin? Daha çok erken ama en çok hangisini sevdin? Güzel dizi, değil mi? Bitirmeme çok az kaldı. Bitecek diye çok üzülüyorum. O kadar sevdim ki! Bir on beş sezon daha çekseler oturur izlerim biliyor musun? İnsan hiç sıkılmıyor. Gerçi bir sezonundan çok hoşlanmamıştım ama o sayılmaz. Oraya gelmene daha çok var hem. Neyse, sen sevdin mi?"
Bana bakakalırken elindeki pizza dilimini tepsinin içine düşürdü
"Sevdim," dedi gözleri gözlerimdeyken. "Daha başlarındayım, konuya adapte olmaya çalışıyorum ama çok seveceğime eminim. Deli gibi seveceğimi hissediyorum hatta."
"Bayılırsın bile."
"Oldukça muhtemel," dedi bana daha yoğun bir şekilde bakmayı sürdürerek.
"Devam edeceksin değil mi?"
"Kesinlikle edeceğim." Derin bir nefes aldı, iç çekmeye benzettim bunu. "Başka şansım yok zaten."
"Seni zorluyormuşum gibi söylemesene, sevdiysen devam edersin."
"Sevmemek bir ihtimal bile değilmiş ki."
Utanmasaydım elimi bir yelpaze gibi yüzüme doğru sallardım. Bu çocuk bana böyle bakmaya devam edecekse ben çok fazla yaşamazdım. Bir yerde kalp spazmından tık diye ölüp gitmekten korkuyordum. Yeşil ve sarıların birer sarmaşık gibi iç içe dolanarak göz bebeklerinin etrafını elaya boyaması muazzamdı. Eski çağlarda yaşamış olsaydı insanlar onun gözlerine methiyeler yazar, tablolar çizerlerdi.
"Sevmene sevindim," diyebildim sadece.
"Bitireceğine üzülme," diye karşılık verdi. "Benimle birlikte tekrar izlersin belki?"
Bana resmen evlilik teklifi etmişti. "İzlerim," dedim yine o çocuksu hevesimle. "Tabii ki izlerim, deli misin?" Birlikte bir şeyler izleyecek olma fikri kulağa inanılmaz güzel geliyordu. "Peki sen şeyi izlemiş miydin?" dedim heyecanla ama sonra birden şansımı zorluyormuşum gibi hissettim kendimi. Onu sıkboğaz etmiş gibi olmak istemiyordum.
Fakat Doruk, "Neyi?" diye sordu aynı hevesle.
Bu yüzden konuşmaya devam edecek cesareti buldum. "Me Before You'yu. Sarı çorapların aklıma onu getirmişti."
"Hayır," dedi izlemediğine üzülmüş gibi. İzlemiş olmak ve üzerine konuşmak istiyor gibiydi tavrı. "Onda da mı adam çoraplarını kaybediyor?" Sesinde gerçek bir merak vardı.
"Hayır," dedim. "O öyle değil. Kızla ilgiliydi çorap meselesi. Neyse, izlemediysen söylemeyeyim. Belki izlemek istersin."
"Onu da birlikte izleriz, olmaz mı?"
Olmaz mı mı? Biraz daha konuşmaya devam ederse oturduğum sandalyede katı formumdan sıvı hale dönecektim. O nasıl güzel olmaz mı demekti öyle? Olurdu ya, olurdu yani. O eğer böyle soracaksa her şeye cevabım evetti benim.
"Pek hoş olmayabilir," dedim böyle söylemek yerine. "Çünkü ben salya sümük olmuştum ilk izlediğimde. Beni o halde görmeni istemem."
"Artık sonunu biliyorsun, o kadar da ağlamazsın belki?"
"Bazen en çok da sonunu bildiği şeyler ağlatır insanı."
"Yanındaki insan değiştirmez mi bazı sonları peki?"
"Son sondur," dedim. "Ama belki yanındaki insan çekeceğin acıyı azaltabilir. Hislerini değiştirebilir. Belki de senin yanındayken o kadar ağlamam."
"Elimden ne geliyorsa yaparım bunun için," dedi. "Birkaç güne Milano maçı için İtalya'ya uçacağım, döndükten sonra birlikte Me Before You izliyor muyuz o zaman?"
"Anlaştık," derken içimde garip bir burukluk oldu. Galiba onun hayatına hiçbir zaman alışamayacaktım. Ekmek almaya gider gibi İtalya'ya gitmekten bahsediyordu. Bense metrobüsle köprüden geçtiğimde kıta değiştirdiğime şok olurdum hâlâ. "Ne zaman döneceksin peki?"
"Maç cuma, biz çarşambadan gideceğiz. Herhalde haftasonu dönmüş oluruz."
Onu beş altı gün boyunca görmeme fikri hiç hoş değildi. "Gittiğiniz yerleri gezebiliyor musunuz?"
"Bazen," dedi. "Bazen antrenmandan kafamızı kaldırmaya bile vakit bulamıyoruz. Bazen iki gün önceden gidemiyoruz, fikstürümüz sıkışık oluyor. Değişiyor yani."
"İtalya'ya gitmeyi çok istiyorum," derken buldum kendimi. Söylemeyi planlamamıştım, öylece dökülmüştü. "Bazı programlar oluyor, birkaç aylığına yurt dışında pastacılık eğitimi alıyorsun. Ara sıra öylesine gezerim hepsini. İtalya'da da vardı bir tane. O geldi aklıma. Cebimde yüz elli lira varken oraya gitsem nereleri gezeceğimi düşünmüştüm. Hayal kurmak parayla değil sonuçta."
"Hiç başvurdun mu?" diye sordu pizza yemeye ara verip ciddi bir sesle.
"Başvurmadım," dedim. "Sol böbreğimi seviyorum, onu satmayacağım."
Doruk şakama gülerken "Seni bavulumda İtalya'ya sokmamı ister misin?" diye sorunca ben de gülmeye başladım. Bir anlığına gerçekten içinde olduğum bir bavulu sürüklediğini hayal ettim ve bu beni daha da çok güldürdü.
"Yok. Güzelce maçına çıkmaya odaklan sen. Havaalanı güvenlikleriyle uğraşamayız şimdi. Yoksa kesin olurdu yani, tek sorun havaalanı güvenliği."
"Tüh. Tribünde seni görmeye çok alışmıştım."
Sırıttım. "Babam da öyle diyordu..." diye de söylendim sonra. "Bu arada sana hiç babamın senin hakkında attığı tweetlerden bahsetmiş miydim ben?"
Ağzındaki lokmayı çiğnemeyi bir anda bıraktı. "Baban benim hakkımda tweet mi atıyor?"
"Babam seni altyapıdan da tanıyormuş," dediğimde şaşkınlığı yüzünün her köşesine eşit bir şekilde yayılmaya başladı. "Sana zaten çok koyu bir taraftar olduğunu söylemiştim. Bir kere maçını onunla beraber izlemiştik. Seni oyuna almadığı için koçunuza nasıl kızgındı bir görsen... Hakkını sosyal medyada vatanı savunur gibi savunuyor valla. Sen Falezlerden ala destek bulamazsın kendine, söylemiş olayım."
"Ciddi misin?" diye sordu gözlerini kocaman açarak. "Baban beni destekliyor mu?"
"Doruk, son maçlarından sonra Türkiye'nin yarısı seni destekliyor zaten."
"Ama o senin baban."
"Yani?"
"Yanisi mi var? Baban işte. Twitter hesabına bakabilir miyim?"
Ona kendi telefonumdan açıp babamın hesabını gösterdiğimde hayretler içerisinde ekranı aşağı doğru kaydırmaya başladı. "Bunu görmüştüm," dedi babamın onu savunmak için upuzun bir yazı yazıp altında da milletle kavga ettiği tweetin üzerinde dururken. "Bu senin baban mı yani şimdi?"
"Evet Doruk. Tanıştırayım, Feyyaz Falez. Ben kendimi bildim bileli televizyonun başına geçip basketbol maçı seyreder. Seni tanıyor olmasına da şaşırmadım. Röportajlarını bile izlemiş. Açıkçası bazen seni beni sevdiğinden daha çok sevdiğini bile düşünmüyor değilim."
"Ve bizi gördü," dedi sanki ikimiz çok yasaklı bir şey yapmışız gibi korkuyla. Asıl korkusu, henüz görmediği bir sevgiyi kaybetmekti. Doruk, babamın ona çok kızmış olabileceğinden korkmuştu.
"Ve sana serbest atış çalışmanı söylememi istedi."
Gergin tavrı kurduğum cümleyle birlikte dağıldı. Kaşları havaya kalkarken onunla dalga geçip geçmediğime anlam vermeye çalışıyordu. "Öyle mi?"
"Evet."
"Benden nefret ediyor mu? Son zamanlarda tweet atmayı bırakmış sanki."
"Hım, neden acaba bir düşün bakalım."
"Çünkü seni öpecektim."
Yanaklarım anında ısındı. "İçinden düşün Doruk, içinden."
"Neden? Yanaklarının kızarması hoşuma gidiyor." Tatlı tatlı güldü, sonra durup bana baktı. "Benimle tanışmak istedi mi?" Yine o gergin görünüşüne büründü. "Herhalde ben olsam isterdim. Sana çok kızdı mı? Benim halt yemem yüzünden sana kızmasaydı keşke. Yine söylüyorum, istersen onunla konuşabilirim bu mevzuyu. Gereksiz yere sana yüklenmesin."
"Seninle o günden önce tanışsaydı senden imzanı isteyecek biriydi. O günden sonra seni görünce ne yapar bilemiyorum."
"Haklı." Başını ümitsizce iki yana salladı. "Bu imajı düzeltmem gerekiyor."
"Babama bir randevu mu teklif edeceksin?" Sırıttım. "İkiniz aradan çekilmemi falan ister misiniz?"
"Babana benim yüzümden zarar gördüğünü anlatırsan beni hiç affetmez, değil mi?" Derin bir of çekti. "Yine haklı. Şu kolunun hali aklıma geldikçe deli oluyorum."
"Ona söylemeyeceğim Doruk."
"Söylemelisin." Başımı iki yana sallayarak bu önerisini reddettiğimde parçaları tek tek birleştirip "Taner'i de mi söylemedin?" diye sordu. "Varlığından rahatsızlık duyduğun bir puşt sürekli çevrende dolaşıyor ve babanın bundan haberi yok mu?"
"Babam ortalığı ayağa kaldırır," dedim. "Onu tanımıyorsun. Tatlı bir adamdır ama konu çocuklarından biri olduğu zaman akan suları tek başına durdurur. Beni yargılamak yerine kararlarıma saygı duymayı seçersen çok sevinirim."
"Verdiğin kararın akıl alır bir yanı yok," dedi dürüstçe. "Arkanda kapı gibi duracağını bildiğin bir baban varken ondan böyle şeyleri gizlememelisin Feza."
"Onun her doğrusunu doğrum saymış olsaydım kalkıp senin yanına da gelmemem gerekirdi," dedim ben de kendi dürüstlüğümü bir kalkan olarak önümde tutarak. "Ben bir şekilde hayatımı idare edebiliyorum. Desteğe ihtiyacım olduğunu düşünürsem destek de isterim. Bugün buraya geldim mesela, anlıyor musun ne dediğimi? İnsanlar beni sürekli küçük bir çocuk gibi görüp akıl vermeye çalışıyor. Bunu yapma."
"Niye bu kadar sinirlendin?" Gözlerini kısıp yüzüme bakmaya başladı. Sonra yavaşça "Korkuyorsun," dedi. "Taner'den korkuyorsun, doğru mu anlıyorum?"
"Korkmuyorum kimseden ben."
"Söz ver," diye diretti. "Ufacık bir şey bile rahatsız etse seni, bana söyleyeceksin. Söz ver, içimi rahatlat benim."
"İyi."
"Bu bir söz değil."
"Söz Doruk," dedim sussun diye. Nihayet yeniden pizza yemeye verdik kendimizi. Karnım tıka basa doyduğunda o söylediği gibi tek bir mısır tanesini ziyan etmeyene kadar önündeki her şeyi silip süpürmüştü.
"Bu bana pahalıya mâl olacak," dedi yedikten sonra yediğine pişman olarak. "Ama olsun ya, değer bence. Birkaç saat daha fazla kardiyo yaparız ne yapalım."
"Çok mu sık gidiyorsun spor salonuna?" diye sordum sırf aramızdaki o hafif gerginlik dağılsın da başka bir konu açılsın niyetiyle. "Takımla yaptığınız antrenmanların dışında mı bu bahsettiğin?"
"Aynen, dışında. Bireysel olarak çok sıkı çalışırım ben. Bu kendimi bildim bileli böyleydi. Bazen abartırım, yürümeye halim kalmaz. Kendi sınırlarımı zorlamaya biraz takıntılıyım."
"Daha iyi olma isteğinden dolayı mı bu?" dedim anlamak isteyerek. "Daha fazla çalışırsan daha başarılı olacağını düşündüğün için mi?"
"Başarılı olmayı kendime bir zorunluluk olarak gördüğüm için," dedi. "Sen benim çalkantılı bir dönemimde hayatıma girdin ama normalde ben disiplinli biriyimdir Feza. İyi olmak yetmez, en iyisi olmaktır hedefim her zaman. Altyapıdayken bunu başarabilmiştim. Şimdi yol uzun, zor ama imkansız değil. Bunun da yolu diğerlerinden daha fazla çalışmaktan geçiyor, çok eksiğim var çünkü. Arayı çalışarak kapatmam gerek."
"Bunu söylemek haddime mi bilmiyorum ama bence sen kendine biraz öfkelisin." Doğru bir noktaya parmak basmışsam bile o nokta hassas bir damarının üzerinde olmalıydı. Bu yüzden her kelimemi özenle seçtim. "En iyisi olmanı tüm kalbimle isterim tabii ki ama neyin hırsıysa bu içindeki, kendinden çıkarmasan daha güzel olmaz mı?"
"Haklısın," dedi rahat bir ifadeyle. "Problemlerim olduğunun farkındayım. En çok da kendimledir muhtemelen." Her ne düşündüyse bir süre sessiz kaldı. "Sen şimdi doydun mu o kadarcık şeyle?" diye takıldı bana. "Yumruğunu sık bakayım, ne kadarmış senin miden?"
"Aa, ayıp." Oturduğum yerden kalktım ellerimi yıkamak için. "Boyum 1.87 olmadığı için kusuruma bakma."
"Boyun 1.87 olsaydı başın göğsüme denk gelmezdi," dedi birden. "Boş ver, iyi böyle."
"Ağzın iyi laf yapıyor, baş edemiyorum seninle." Ellerimi sabunlayıp suyun altından geçirirken ona bakmak için başımı geriye doğru çevirdim. "Akşamdan kalma insanlar böyle mi olur? Senin başının ağrıması falan gerekmiyor muydu?"
"Sen gelince geçti."
Hazırcevaplılığı beni utandırıyordu. "Yavaştan gitmem gerek," dedim. "Gerçekten iyisin değil mi?"
"Hayır, başım çok dönüyor. Tam şu an başladı. Gidersen bayılacak gibiyim."
"Doruk ya... Ciddi soruyorum."
"Üf," dedi aynı bir çocuk gibi. Ben lavabodan çekilince o geçti benim yerime. "Tamam, gidersin." Sesi isteksiz, omuzları düşüktü bunu söylerken. "Ama biraz bekle olur mu?"
Ellerini hızlıca lavabonun içine silkti, ardından mutfaktan çıktı. Bu sırada ben de holün olduğu kısma adımlamış, dış kapıya doğru ilerlemeye başlamıştım. Doruk, elinde bebek mavisi renginde kalın bir hırkayla geri döndü. "Hava soğuk," dedi açıklama olarak. "Hangi akla hizmet üstüne bir şey giymeden çıktığını sormayacağım ama bunu al. Kombinine de uygun gibi."
Reddedebilirdim ama bir yanım bunu istemedi. Hırkası yumuşacık görünüyordu. Benden bir cevap beklemeyip onu sırtıma doğru attırdığında kokusu burnuma doldu. Kollarımı geçirmem için hırkayı tutmaya devam etti. Ben de onun hareketlerine eşlik ederek bana giydirmesini sağladım.
"Geri getireceğim," dedim hemen.
"Lütfen evime getir," dedi çapkın bir gülüşle. "Visal'den buraya kadar taşıyamam, inanılmaz yük olur bana."
"Hani sen benim ağırlığım kadar dambıllarla ısınmaya başlıyordun?
"Dambıl taşıyabiliyorum, hırka taşıyamıyorum. Bir çeşit sendrom bu, maalesef yani."
Başımı iki yana sallayarak gülerken arkamda sırıtıyordu. Dışarı doğru bir adım attım, ayakkabılarımı giydim ve sonra yüzümü ona çevirdim. Şimdi vedalaşmamız gerekiyordu ve ben yine ilk günlerdeki gibi ne yapacağımı bilemiyordum. O ise bir farklı bakıyordu, aklında bir şey varmış gibi.
İki saniyelik bir bakışmanın ardından gözlerimi bileğime indirdim ve sonra hiç düşünmeden bilekliğimi bileğimden çıkardım. Ortasında küçük bir kelebek olan gümüş bilekliği parmaklarımın arasında tutarken diğer elimle Doruk'un elini yukarı doğru kaldırdım. Gözlerim onun gözlerindeyken açtığım avucuna zinciri öylece bıraktım ve "Doruk," dedim. "Bilekliğim sende kaldı."
Onun Visal'e dönmek için bahanesi varsa benim de evine gelebilmek için bir bahanem olacaktı böylece.
Benim heyecan barındıran utangaç gülümsemem onun dudaklarında bir karşılık bulmadı. Gözlerimin içine dikkatle bakarken yüz ifadesi ciddiydi. Parmaklarını bilekliğimin etrafına sararken de aynı şekildeydi. Kelebek yumruğunun içinde kapana kısılmıştı, ben de kendimi o kelebek gibi hissediyordum.
"Feza," dediğinde ismim kulağıma bir ninni gibi geldi. "Şu an teknik olarak evimde değilsin, değil mi?" Anlam veremediğim için ona alık alık baktığımda ayağının topuk kısmını kapının eşiği boyunca kaydırdı. "Sınır burası."
Yavaşça başımı salladım.
Bilekliği kavrayan elinin iki parmağı çeneme uzandı ve çenemi kendisi için yukarı kaldırdı. Sonra yüzü benimkine yaklaşmaya başladı. Dudaklarımın kıyısına geldiğinde ben şaşkınlıkla gözlerimi kocaman açmıştım. O tam dudaklarımın sınırındayken gülümsedi ve parmaklarının arasına kıstırdığı çenemi daha fazla kaldırdığında çenemin altıyla boynum arasında kalan bir noktaya dudaklarını bastırdı.
O nokta tam olarak tenimdeki çilek lekesinin üzerine denk geliyordu.
Dudaklarının baskısı bir kibritti, bense kibrit kutusunun kenarındaki o tırtıklı kısımdım. Ortaya çıktığını hissettiğim kıvılcım bundan olsa gerekti. Hemen geri çekilmedi. Boynuma vuran ılık nefesini hissettiğimde olduğum yerde taş kesildim.
Titreyeceğimden korkuyordum. Beni öptükten sonra yavaşça uzaklaştı boynumun kıyısından ve benim tek yapabildiğim kırpıştırdığım gözlerimle yüzüne bakmak oldu. Gülümsemesi aydınlık ve sıcaktı. "Telefonu kapatmadan önce ne söylediğimi hatırlıyorum." Kalbim göğüs kafesimin içinde gümbürdüyordu. "Bir düzeltme yapma ihtiyacı da hissetmiyorum çünkü doğruydu."
Yani beni seviyor muydu?
Doğru mu anlıyordum? Bana beni sevdiğini mi söylüyordu?
"Gitmeden önce seni tekrar görebilir miyim?" diye sordu yüksek ihtimalle kırmızıya dönen yanaklarımdayken gözleri. Gülümsemeye devam ediyordu. Gamzesi yanağını süslüyor, dağınık saçları bu görüntüyü daha da benzersiz kılıyordu.
"Uçuş saatini söylersen seni havaalanından uğurlayabilirim," diye bir teklif attım ortaya. Çok fazla utanmaya başladığım için artık ona bakamıyordum. Çenemin alt kısmı cayır cayır yanıyordu. Ufak bir temasın böyle hissettirmemesi gerekiyordu ama çok fazlaydı. Her şey çok fazlaydı.
"Çok isterim," dedi. "Orada görüşürüz o zaman."
"Tabii. Tamam. Olur yani."
Tatlı kahkahası kulaklarıma bayram ettirdi. "Bence gitmelisin," diye fısıldadı sonra. "Seni tutup içeri çekmemi istemiyorsan tabii."
"Gideyim." Ayaklarım hareket etmeyi unutmuş olabilir miydi? Ölmüş olabilir miydim? Biraz daha böyle gülerse kesin ölecektim.
"Varınca yaz bana olur mu?
Başımı hızlıca salladım. "Görüşürüz Doruk."
"Görüşelim, Feza."
✈️
Birkaç ay önceki bana bir çocuğu uğurlamak için havaalanına gideceğimi söylemiş olsalardı buna inanmazdım. Ne var ki bana son zamanlarda gündemi sıklıkla meşgul eden basketbolcu birine kalbimi kaptıracağımı ve hatta onun da benden hoşlanma ihtimali olabileceğini söyleselerdi ben buna hiçten inanmazdım.
İçimde onu görecek olmanın heyecanı da vardı onu birkaç gün göremeyecek olmanın burukluğu da. İzlediği dizilere bile veda edemeyen ben, birkaç günlüğüne de olsa ona veda etmek için gidiyordum ve bu utanmasam ağlamama sebep olacaktı.
Üzerimde lila renginde yumuşak bir kazak vardı. Montumun içine sürtündükçe hafifçe elektriklenip tülermişti, elimi kazağın yüzeyinde gezdirerek bunu durdurmaya çalıştım ama sonra birden sıcak basınca montumu çıkarıp koluma attım.
Havaalanından içeri girdiğimde üst düzey güvenlik önlemleri karşıladı beni. Çantamı ayrı montumu ayrı kenara koyup aramalardan geçtim. Ardından bana yeni bir dünya gibi gelen bu yere hiç alışık olmadığım için bir süre tuhaf tuhaf etrafıma baktım. Doruk'a içeri girmek üzere olduğuma dair bir mesaj çekmiştim az önce. İçerisini hiç bilmediğim için benim onun yanına gitmemdense onun gelip beni alması mantıklı olandı.
Saniyeler içinde sudan çıkmış balığa dönmüştüm, bu sırada şaşkın şaşkın onu aradı gözlerim.
Bunca insanın içinden sanki varlığını hissetmişim gibi başımı sağ tarafıma çevirip gözleriyle buluştuğumda kocaman gülümsemeye başladım ve kaldırıp anlamsızca el salladım beni gördüğünden emin olmak için. Doruk'un yanağındaki çukur derinleşti ve içinde bulunduğumuz insan kalabalığını yararak geçip birbirimize doğru adımlamaya başladık.
Mesafeyi aşıp orta noktada karşı karşıya geldiğimizde ben ona selam bile demeden önce "Ne zaman döneceğin kesinleşti mi?" diye sordum.
Tatlı tatlı gülerken duyduğu şeye inanamıyor gibiydi. Hızlıca belimden kavrayıp beni sarılmak için kendine çekti. Bense önümde bükülü şekilde duran kolum ve üzerinden sarkan montumla onun karnının alt kısmına yaslanırken buldum kendimi. Doruk, çenesini başımın üzerine bastırırken gülmeye devam ediyordu. Bunu hafifçe hareket eden omzundan anlamıştım.
Geri çekildikten sonra gözlerimin içine baktı. "Cumartesi akşamıymış galiba."
Altında siyah bir eşofman, üzerinde takım tişörtlerinden kırmızı renkli olanı vardı. Söylemeden geçemeyecektim ki kombinini tamamlayan kot ceket ona çok yakışıyordu. Son görüşmemizde çenemin altına kendi imzasını bırakan dudaklarına gözlerim kaydığında hemen yeniden gözlerine çıkardım bakışlarımı.
"Kalkıp buraya gelmeyi teklif etmeni aklım almıyor hâlâ," dedi gülümsemesi yüzünden bir an olsun silinmeden. "Ve sana ne gereği var, yorma kendini bile demedim farkındaysan. Çünkü karşında görmüş olduğun bu hıyar, bir kere deneyimlemek istedi bu duyguyu. Yorduysam özür dilerim."
"Yorulmadım. Sonuçta ben istedim gelmeyi, kendini öyle hissetmene gerek yok." Kalbim dümdüz bir konuşmanın içinde olmamıza rağmen küt küt çarpıyordu yine. Bu da sözcüklerimin birbirine dolanmasına sebep oluyordu.
"Kolun biraz daha iyi mi?" diye sorduğunda bakışlarını refleks olarak bileğime indirdi ve sonra gözleri kocaman oldu. "O benim saatim mi?"
Sol bileğimde duran, Visal'e geri dönüş bahanesi olan akıllı kol saatine indirdim gözlerimi ben de onun gibi. "Sen öyle gözlerini faltaşı gibi açınca saati sanki senden çalmışım gibi hissettim kendimi." Kıkırdadım fakat sonra durdum. "Takmamda bir sakınca var mı? Sana sormadım ama-"
Elini ceketinin göğüs kısmında kalan iç cebine attı, geri çıkardığında ise parmaklarının ucunda kelebekli bilekliğim sallanıyordu. "İtalya'ya götürmemde bir sakınca var mı?" Aramızda sallanan zincire bakarken bacaklarım titremeye başlamadığı için şanslıydım. "Şans getirir diye düşünmüştüm."
Bunu asla beklemiyordum.
Kalp cebinde bilekliğimi taşıyordu.
"Bilekliğimin benden önce ülke değiştirecek olmasına çok alındım şu an," dedim huysuz bir kaş çatışla. Gülmemeye çalışıyordum ama işaret parmağını çatık kaşlarımın arasına bastırdı ve yüz ifademi düzeltmemi sağladı.
Yeniden idrak etmek ister gibi gözlerini bileğime indirdiğinde kendi saatine rastlamış olmak, bunun bir rüya olmadığını ona kanıtladı. "Sen," dedi hayran bir sesle. "Özleyecek misin beni?"
Duymak istiyordu. Doruk'un bir yanı ona verdiğim değeri asla normal bir şey olarak göremeyecekti. Her seferinde ne yapacağını bilemiyor, sesi bir çocuk gibi çıkıyor ve heyecanlanıyordu. "Evet," dedim hiç çekinmeden. "Seni televizyonda gördüğümde bana gerçek gibi gelmiyorsun biliyor musun? Çok ulaşılmazsın sanki o zamanlarda. Ara sıra seni görüp gerçek olduğunu kendime hatırlatmam iyi oluyor. Beynimi resetlemek gibi düşünebilirsin bunu."
"Yani özleyeceksin.
Gülmeye başladım. "Özleyeceğim."
Doruk başta güldü ama sonra birden bunu duymak için diretmesinden utanıp elini ensesine götürdü. Sıkıntılı bir ifadeyle ensesini ovuştururken "Ama sana sürekli yazabilirim, değil mi?" diye sordu. "Belki müsait olursan telefonda da konuşabiliriz. 2 saatlik bir zaman farkı olacak aramızda, ben senin uygun olduğun zamanlara denk getirmeye çalışırım mesaj atacağım zamanları."
"Tabii ki," dedim hevesli bir sesle. Şu an ikimiz de pek aklı mantığı yerinde olgun insanlar değildik. Flörtleşmeyi yeni öğrenen acemilere benziyorduk sanki. "İstediğin zaman yaz bana. Mutlaka dönerim."
Bir süre öylece birbirimize baktık. "Tamam o zaman," dedi. Biraz utandığını hissettim.
"Tamam," dedim ben de dünyada başka hiç kelime kalmamış gibi. Okuduğum o kadar kitap nereye gitmişti bilmiyordum. Kelime haznem onun karşısında bazen sıfıra iniyordu
Sessiz kalıp tuhaf bir gerginlikle bakışırken kalbimin adeta fokurdadığını hissediyordum. Bir insanın böyle hissedebilmesi çok garipti ama yalnızca bana bakması bile içimdeki tüm duyguları kaynatıp yoğun bir kıvama getirmeyi başarıyordu.
Bizi bölen, belki de kurtaran, koşar adımlarla bu tarafa gelip birden koala gibi Doruk'un bacağına yapışan bir kız çocuğu oldu. Doruk'un cüssesi yüzünden göremediğim bir adam "Jess!" diye sesleniyordu ve ondan kaçan kız çocuğu kıkır kıkır gülerek Doruk'un bacağına sarılmış durumdaydı. Doruk, onu tanıyor olacak ki gözlerini yere eğdiğinde kocaman gülmeye başladı. Eğilip dört beş yaşlarında görünen kız çocuğunu tek koluyla kolayca kucağına aldı. Kız kollarını kıkırdayarak onun boynuna dolarken Doruk gülümsemeyi bırakmadan arkasına dönüp "She is with me, Momo," dedi. "Stay away from my princess."
O benimle Momo, diyordu. Prensesimden uzak dur.
Konuştuğu kişinin takım arkadaşlarından biri olan Mateo Mora olduğunu görmek beni şoka uğratırken bize doğru yaklaşan bu kocaman adama adeta bir karıncanın bir ağacın tepesine bakması gibi baktım. Doruk'tan da uzun olan bu adam, sapsarı saçlı kız çocuğunun babası olmasının yanı sıra bir de Efes'in rotasyonunda oldukça önemli bir parçaydı. Başını iki yana sallıyor ve kızının ilk aşkına kaşlarını çatarak bakmaya çalışıyordu ama bunu yapamıyordu.
"Hey," dedi kız. Küçücük işaret parmağıyla ve kocaman olan gözleriyle beni gösterdi. "Who is she?"
Doruk bir bana bir de kız çocuğuna baktı. "She is my girlfriend.
Ayaklarım yerden kesilmiş olmalıydı.
"Uh!" Bana hızlı hızlı el salladı. "I am Jessica."
Onun elini tutup sıktım. Aslında elini öpmek istemiştim ama beni ilk defa gördüğü için bu uygun olmayabilir diye düşündüm. Ona onunla tanıştığıma memnun olduğumu söylerken sesim Doruk'un az önce kurduğu cümle yüzünden kesik kesik çıkmıştı. Sonra arkada otuz iki diş sırıtan Mateo Mora'yı gördüm.
Ve çok çok arkada civara yayılmış halde oturan, bir kısmı bir şeyler içerken bir kısmı kulaklık takan takımın geri kalanını. Ortak noktaları, bize bakıyor olmalarıydı. Babamın haklarında tweet atmaktan parmaklarına kramplar girdiği adamların tümünün gözleri bizim üzerimizdeydi
Gülüşenleri gördüm, konuşanları. Uzak köşede bir kadın gördüm. O Jessica'nın büyümüş hali gibiydi. Mateo'nun eşi olduğunu tahmin ettim. Onun bile gözleri kızının değil benim üzerimdeydi ve yanında kulaklık takıp önüne bakan Shaw'ın eline omzunu koymuş, beni göstermişti
Sosyal medyayı sindirmiş bile sayılmazdım, şimdi de takımın içinde mi dedikodum dönüyordu?
Jess, bana ne iş yaptığımı sordu hevesle. Ana dilim gibi konuşabilecek seviyede olduğum İngilizce de silinip gitti hafızamdan. Bu yüzden benim yerime Doruk açıkladı mesleğimi ve kız kendisinin de büyüdüğünde pastacı olmaya karar verdiğini söyledi bana. Mateo yanımıza gelip Jess'e gitmeleri gerektiğini söyleyene dek ben tek bir kelime bile edememiş haldeydim.
"Benim de birazdan gitmem gerek," dedi Doruk
"Herkes bizi izliyor," dedim onun göğsünün hizasında durup kendimi diğerlerinden saklarken
"İzleyecekler," dedi net bir şekilde. "Ve sonra da benimle bütün uçuş boyunca dalga geçecekler."
"Bu kızı nereden buldun gibi mi?" Visal'in içine koşmak, güvenli alanıma dönmek istedim. "Yoksa çoluk çocukla mı takılıyorsun tarzında mı?
"Hayır," dedi. "Bizi buraya getiren aracın içindeyken bütün yol boyunca şarkı açıp diğerlerini coşturan Lukas'a bağıra çağıra eşlik ettim. Normalde pek konuşkan biri olarak tanımazlar beni, bugün neden öyle olduğumu anlamışlardır."
"Yaa..." Başımı sağ omzuma doğru eğerken gözlerimi yumup açtım. "Benimle ilgili bir şey bilmiyorlar ama değil mi?"
"Real Madrid maçının sonunda anlamadılarsa da Jess herkese senin benim kız arkadaşım olduğunu söylediği zaman anlayacaklardır."
Midem daha kaç kez kasılıp duracaktı? Kendimi toparlayıp "Lukas orada," dedim düz bir sesle. "Jess'in takıma anlatacaklarını bizim just friends olduğumuzu söyleyerek düzeltir, merak etme sen. Sonuçta Lukas'la tanıştığım gün böyle demiştin ona."
"Belli etmiyorsun ama fena birisin sen." Bundan hoşlanır gibi alt dudağını hafifçe ısırıp güldü. "İğneni birden değil, zamanı geldikçe küçük küçük batırıyorsun. Öyle oturtuyorsun ki lafı gediğime söyleyecek şey bulamıyorum."
En azından artık böyle olmadığımızı söyleyebilirdi ama her şeyi tek tek açıklayan Doruk, böyle bir zahmete girişmedi. Herhalde hâlâ kafası karışıktı.
Birazdan gitmek zorunda olduklarını biliyordum. Bakışlarıma hem bunun hüznü hem de duymak isteyip de duyamadıklarımın ağırlığı çökmüş olmalıydı. Bizden oldukça uzaklarda olan takımda bir hareketlenme olduğunda gitme vaktinin iyice yaklaştığını anladım. Doruk da omzunun üzerinden dönüp arkadaşlarını kontrol etti. Yeniden bana döndüğünde durgun bakışlarım gözünden kaçmamıştı.
Elini uzatıp kulağımın arkasından firar eden saçları yerine geri yerleştirdi. Ardından parmaklarını geri çekmek yerine saçlarımda yavaşça kaydırarak bir tutamın en ucuna kadar sürükledi. Sonra o tutamı parmağının ucuna dolamaya başladı. "Normalde arkama bile bakmam," dedi kelimelerini toparlamak ister gibi yavaş yavaş konuşarak. "Gitmek, ilk defa bu kadar zor."
Yalnızca birkaç gündü ama bu yine de bir vedaydı. Bizim için ilk vedaydı. Daha önce de deplasmanlara gitmiş olsa da ben onu uğurlamaya ilk kez geldiğim için çok garip bir duyguydu. Onu o zamanlarda bile özlemiştim, şimdi ise arkasını dönüp gitmesini izleyecektim. Biliyordum ki şafak sayar gibi dönmesini bekleyecektim.
"Feza," dedi elini başımın arkasına doğru kaydırarak. Gözlerine dikkatle baktığım sırada bana bir adım yaklaştı. Parmaklarıyla saçlarımı okşarken büyük bir dikkatle onu izliyordum. "Ben..." Kem küm edecek gibiydi ama bir kez daha gözlerime baktığında kendinden emin oldu. Yeniden cümleye girdiğinde bu kez sesinde tereddüt yoktu.
"Ben çok hoşlanıyorum senden."
Alnını yavaşça alnıma yasladı. Ben nefes almayı çoktan bırakmıştım. Gözlerim kapandığı sırada gerçekten akciğerlerime bir nefes gönderemiyordum. Bir yaprak gibi içim titriyordu. Aramızda asılı kalan kolumdaki montuma tüm gücümle yapışmıştım ama Doruk bu küçük mesafeden bile hoşnut değildi. Benim aksime o iç çeker gibi derin bir nefes aldı.
"Eğer ben biraz daha fazla denersem, söylesene, olur mu bizden?
İlk defa böyle yoğun bir baskı altında kalıyordu kalbim. İlk defa biri böyle bakıyordu bana ve yine ilk defa ben böylesine delice bir heyecanla seviyordum birini.
"Biliyorum," diye fısıldadığında etrafımızdaki her şey silinmişti arka plandan. Yine küçük bir fanusun içindeydik, bir o bir de ben vardık. Burası bize kadardı. "Hak ettiğin kişi olmadığımın farkındayım ama belki bana bir şans verirsen-"
"Doruk." Elimi yüzümü tutan elinin bileğine sararak ondan destek aldım ve aynı zamanda konuşmaya devam etmesine engel oldum. "Gerçekten istediğin bu mu?" Soluklarım kesik kesikken cevabın evet olması için her şeyimi verebileceğimi düşünüyordum
"Durup da kendime ne istediğimi sorma fırsatım olmadı benim pek bu zamana kadar," dediğinde sözcüklerinin tümü kalbinden dökülüyordu. "Ama hayatıma girdiğin andan beri orada kalmanı sağlamak istediğimden çok eminim. Ben birbirimizi görmek için bahanelere ihtiyacımız olsun istemiyorum artık."
Cebindeki bilekliği, kolumdaki saati kastediyordu. Onu yolcu etmek için havaalanına gelişimi, beni biraz daha görebilmek için kokoreç yemeye götürüşünü ya da.
Benim ayırt edemediğim bir ses duymuş olacak ki alnını alnım boyunca sürterek başımın kenarından diğer tarafa doğru baktı. Sonra bir kez başını salladı. Takım arkadaşlarından birine onay vermiş olmalıydı. Gidecekti. Keşke gitmeseydi. Keşke ben de onunla gidebilseydim. Mümkünse her yere.
"Acele etmek zorunda değiliz," dedi hızlıca. İkimizden bahsediyordu. "Ve bilmelisin ki arkadaşlığın benim için çok kıymetli. Bunu kaybetme fikrinden nefret ediyorum. Bu yüzden ne olursa olsun burada olacağım. Ama en azından bir cevap vermeden önce düşünsen olmaz mı biraz?"
"Düşünecek bir şey yok," dedim nereden geldiğini bilmediğim deli cesareti yüzünden kendimden oldukça emin bir sesle. "Deneyelim. Bizden olur mu, bunu birlikte görelim."
Gülümsemesi kulaklarına varana kadar genişledi. Ben de dayanamayıp sırıtmaya başladım. Yanağıma değen parmakları soğuktu ve galiba bu yaşadığı stres yüzündendi. Kendini ifade edebilmek onun için zordu ama bunu benim için yapmaya zorlamıştı kendini. "Gitmeliyim," dediğinde dokunduğu yeri okşadı ve sonra dudaklarını sağ gözümün biraz altına, elmacık kemiğimin üzerine bastırdı. "Her sayıyı senin için atacağım."
"Görüşürüz," dedim içim ona akıp giderken. "Kaç sayı attığının bir önemi yok, benim MVP'm her zaman sen olacaksın."
🫀
İmdattt. Yazıp yazıp siliyorum, tepkileri hep birlikte vermemiz gerek. Neler oldu bu bölüm böyle???
Hemen bu bölümün favori repliğini favori sahnesini favori insanını favori saniyesini favori bir şeylerini öğrenmem gerek.
Havaalanı romantizmi yaşamadık da demeyiz. Just friends'den girlfriend'e terfimiz hayırlı uğurlu olsun diyorum.
Yeniden görüşene dek kendinize çok iyi bakın. Sınavlarım dolayısıyla önümüzdeki cumayı pas geçeceğiz bu hafta. Dilerim bu sırada siz de her arkadaşınıza Dört Çeyrek'i tavsiye ediyor olursunuz. Aradaki boşlukta belki size yetişirler bile :)
Instagram:
azraizguner
DÇ parodi hesaplar:
dorukhanfalay
fey.falez
Şimdi de twittere koşuyor muyuz hep birlikte? Teşekkürler ve taptatlı günler! 🌸
OMEN TONREMMMMM ben nasıl bir bölüm okudum az önce?? Yazarcım artık hep böyle bölümler olsun lütfenn aşktan komaya girdik yarabbimmm
YanıtlaSilevettt her bolum asktan komaya girelimm lutfennnn agggg
SilBencedeee
Silhem de hepsine bahsediyorum ve ağggggg cok mutluyum su anda fezadan daha fazla sevindim resmen artik sevgili olduklarina aggggg yasasinnn bundan sonraki bolumleri de hemen okumakmistiyorum keske sinavlar hic olmasa ama bunlarin askini okumak icin 2 haftada beklerim bennnn
YanıtlaSilBenim MVP'm her zaman sen olacaksın. Feza yine noktayı koydu bölümün en iyi cümlesi
YanıtlaSilÇoook sevdiiim
YanıtlaSilYa bu bölüm hepten favorimdi benim💕
YanıtlaSilayayayayyyy yeriimm
YanıtlaSilÇok güzel bir bölümdü. Sınnanvında başarılar dilerim Allâh zihin açıklığı versin
YanıtlaSilSAVANNA SLOW DOWN
YanıtlaSilSAVANNA SLOW DOWN
YanıtlaSilAllahımmm. Çok tatlış bir bölümdü. Daha çok böyle bölüm lütfenn
YanıtlaSilAyrıca sınavlarında başarılarr
Agagagaggagagagaga çok mutluyummmm gözümün önünde büyüdü sıpa
YanıtlaSilAcilll YBBB
YanıtlaSilYeni bölüm ne zaman gelicekkk
YanıtlaSil