20. "Anka Kuşu"
Bölüm şarkıları:
Anıl Piyancı, Döndüm Durdum
Kaan Boşnak, Sen Olmazsan
Birileri, Ultrapop
•🏀•
Dorukhan Falay:
Uyumayı deniyordum. Feza bana rüyamda onu görmemi söylemişti ve ben de acaba görecek miyim diye merak ediyordum ama o kadar çok gülümsüyordum ki uykuya dalmam mümkün gibi görünmüyordu.
Zaten sonra ayarsız Lukas odaya dalıp kapıyı arkasından çarparak kapattı. Beni delirmiş gibi kendi kendime gülerken yakalayıp da bana dik dik bakmaya başladığında bile gülmeyi kesmemiştim. "Çok tatlı amına koyayım," dedim gülüşlerimin sebebini ona açıklamak için. "Kafayı yedirtecek bana."
"Kim?" dedi Türkçe konuşarak. "Feza? Bence de, man."
"Feyza," dedim. "Ona Feyza demezsen bir sonraki antrenmanda seni sakatlarım. Ayrıca ne demek sence de lan? O sarı saçlarını seviyorsan ve başında durmaya devam etmesini istiyorsan, yok sence de falan. Do you understand me?"
"Sen komik, Duruk," dedi kahkahasıyla birlikte kendini yatağına bırakırken. "Çok komik."
"He komik." Düz düz yüzüne baktım. "Değil komik."
"Komik komik."
Bir süre daha salak salak gülünce ben de eşlik etmekte gecikmedim. Gözümün önüne sürekli Feza'nın yüzü geliyordu. Keşke o an screenshot almayı akıl edebilseydim.
Feza bana iyi geceler dilediği için gecem iyi geçti fakat ne yazık ki rüyamda onu görmedim. Sabahın ilk saatlerinde ayılmak için kahve içmem gerekti. Bütün öğlen saatlerimi akşamki maçı kafamda oynayarak geçirdim. Oyuncuların savunma zaaflarını düşünüyor, en iyilerin oyun tarzlarını zaten ezbere biliyordum. Maça çıktığım kadar oturup maç analizi de yapardım altyapıdayken kendi kendime. Özellikle Euroleague ve NBA yıldızları yıllardır yakın markajımdaydı.
Sol köşeyi kullanmak istiyordum. Kendimi en rahat hissettiğim yer orasıydı ve ilk şutum girdiği takdirde bütün oyun çok daha özgüvenli şut deneme imkânı bulacaktım. Bunun gerçekleşmesi için ısınmada sürekli olarak sol köşeden üçlük denedim. İçimden bir his, bunun benim maçım olacağını söylüyordu. Bursaspor ve Real Madrid galibiyetlerinin ardından ana rotasyonda bir parça haline gelme şansını yakalamam gerekiyordu. Kendimin en iyi versiyonuna doğru yol almayı umuyordum. İnsanlar bana bakıp benim prime dönemimi yaşadığımı düşünsünler ve ben de kameraların önünde bunun sadece bir başlangıç olduğunu söyleyeyim istiyordum.
Çünkü daha fazlası olacaktı. Daha fazlasını yapacaktım. Başarmak zorundaydım. Ben buraya tam anlamıyla sıfırdan gelmiştim, yıldızları görmeden geri dönmek gibi bir niyetim yoktu.
Heyecanım parmak uçlarımı karıncalandırdı. Kalbim çarparken beni motive eden şarkıları arka arkaya dinledim, kendimi sakinleştirdim ve tamamen oyun psikolojisine girdim. Shaw kendini iyi hissettiğini bildirmişti, bu da onun bu maçta süre alacağı anlamına geliyordu. İlk beşte adını görmek hiçbirimiz için şaşırtıcı değildi. Hangi takımda olursa olsun Shaw'ın yeri her zaman ilk beş olurdu.
Sakince bekledim. Maç başladı, ben takımın kalanıyla birlikte benchteydim. Milano hücumlarına hızlı başlamıştı. Bizi yormak niyetinde olduklarını daha o saniyeden anlayabiliyordum. Son çeyreğe kadar takımı yıpratmayı deneyeceklerdi. Bol temasla ve sert bir oyunla bizimkileri yıldırmayı hedefleyeceklerdi.
Altyapıdayken koçum bana maçları analiz etme yeteneğimin diğerlerine göre çok daha iyi olduğunu söylemişti. Hatta bu yüzden bir dönem oyuna sürekli ikinci çeyreklerde girerdim ve o zamanlarda kontrolü tamamen ellerimin arasına bırakırdı. Saha içinin kaptanı olmama izin verir, diğerlerini yönlendirmemi kendisi isterdi. Bunu şimdiki koçumuz da birkaç kez kullanmıştı. Bu yüzden yine öyle yapacak, beni ikinci çeyrek oyuna sokacak sandım.
Arka arkaya bulduğumuz isabetli üçlüklerin ardından Milano bir top kaybetti ve bu Oleg Milosevic için hızlı hücum şansı doğurdu. Topu kendisi turnikeyle potaya bırakmak yerine risk alıp üçlük çizgisinin dışındaki Momo'ya pas verdi ve Momo bu güzel ikramı geri çevirmedi. Attığı üçlük, bizim benchteki herkesi ayağa kaldırmıştı. Ben hariç herkesi demeliydim çünkü ben zaten oyunun başından beri sürekli ayaktaydım.
Sonra koç, ikinci çeyreğin başında Shaw'ı dinlenmesi için kenara alıp yerine oyuna Lukas'ı soktu.
Herhalde beni Oleg Milosevic'in yerine alacaktı. Avantaj elimizdeydi, farkı açıyorduk. İkisini dinlendirmesi mantıklı olandı. Üstelik Oleg ikinci faulünü almıştı. Üçlemeden onu kenara çekmesi olası görünüyordu.
Mantıklı olanı yaptı, Oleg'i kenara aldı ama bu sefer de yerine Alex girdi.
Milano taraftarı iyice sinirlenmişti. Her hücuma çıktığımızda ıslıklar havada uçuşuyordu ve karşı tarafın 54 numaralı oyuncusunun uzak mesafeden bulduğu müthiş bir üçlüğün ardından rüzgâr bir anda onların lehine esmeye başladı. Harika sekanslar izliyordum, ne yazık ki bunlar Milano'ya aitti. Fark eriyor, koçumuz bağırıyordu. Lukas bir top kaybedince karşı tarafın pivotu Ivan abiyi geçip tüm salonu ayağa kaldıracak türden bir smaç bastı.
Kıpkırmızı olan koçumuz anında bu rüzgârı dindirmek için mola aldı.
Shaw'ı oyuna almaktan, Alex'i çıkarmaktan bahsediyordu. Pick and roll'e ağırlık vermedikleri için çok kızgındı. Lukas'a rakibinin savunma zaaflarını bağıra çağıra açıklarken elimi destek için Lukas'ın omzuna koydum. Koç eriyen fark yüzünden öyle sinirliydi ki elindeki taktik tahtası her an avuçlarının arasında parçalanabilir gibi gözüküyordu ve o halde, durmaksızın Lukas'a bağırıyordu.
Lukas'ın omzunu sıkıp o yeniden sahaya dönmeden önce kulağına boyalı alanı daha fazla kullanması gerektiğini fısıldadım. Üçlüklerle bir yere kadar idare edebilmiştik, şimdi savunmadaki boşlukları değerlendirip onları strese sokmamız gerekiyordu yoksa maç elimizden kayıp gidecekti.
Lukas oyuna daha büyük bir motivasyonla döndü. Az önce dünyanın fırçasını yememiş gibi ciddi suratı ve gergin omuzlarıyla topa yön vererek oyunu başlattı. Shaw'a pas attı, sonra o pası geri aldı. Muazzam bir cross overın ardından yaptığı driplingle beraber rakibini geçtiğinde çıkardığı şut potanın kenarlarına bile değmeden doğrudan içinden geçti.
Adını bağırarak yerimde sektim. Onu alkışlamaktan ellerim kırmızıya dönmüştü.
Milano bir şut kaçırdı. Ribaundu Ivan abi aldı ve topu sürmesi için Shaw'a verdi. Ardından rakibi perdeledi. Bu perdeyi kendi lehine kullanan Shaw, Momo'ya yüksek bir pas attı ve Momo topu havada yakalayıp doğrudan potaya smaçlayarak bu sezonun en iyi alley-opp'larından birine imzasını atmış oldu.
O kadar çok bağırıyordum ki kesin sesim kısılacaktı. Ellerim topa dokunma isteğiyle kaşınıyorken ayaklarım bir anda sahaya koşmaya başlamasın diye yere sertçe basıyordum. Oyuna girmeyi deli gibi istiyordum ve bu istekle başa çıkıp zamanımı beklemeye çalışmak çok zordu.
Zamanım hiç gelmedi.
Kadrodaki her oyuncuyu rotasyonun bir parçası olarak kullanırken bütün maç boyunca benim yüzüme bile bakmadı. Lukas azarı yediğinden beri full konsantre bir şekilde son zamanların kendisi adına en iyi performansını ortaya koymuştu. Shaw kendisini zorlamak yerine olabildiğince Lukas'ı besleyerek oynamıştı. Ivan abi sayabildiğim kadarıyla dört blok yapmış, Milano'nun guardının sinirleriyle sağlam bir şekilde oynamıştı.
Herkes bir şeyler yapmıştı işte, benim dışımda.
Maçın son dakikalarına doğru belki iki dakika da olsa parkeye basarım umudunu taşımaya devam ediyordum ama artık ayakta değildim. Sandalyeme çökmüş, oyundan kopmuştum. Girsem bile tempo bulmam böyle kısa bir sürede mümkün değildi. Soğumuştum. Elim iki dakikada ısınacak değildi. Kendimi anda tutmaya zorladım. Takımımın her hücumunda onlara kenardan destek olmaya devam ettim ama göğsüme bir ton ağırlık oturdu. Yaşadığım hayal kırıklığı, kaburgalarımın arasına sızmaya başladı.
Öyle ki son elli saniye kenara gelen Shaw, elini omzuma koymuş ve beni teselli etmek ister gibi sertçe sarsmıştı. Kulağıma İngilizce olarak "Seni neden oynatmadığını anlamadım," dediğinde söyleyecek hiçbir sözüm yoktu. Sırtıma iki kez yine teselli niyetiyle vurdu. Onun gibi bir adamdan bu cümleyi duymak bile benim için çok şey ifade etmeliydi ama etmedi.
Yüzüme bir maske geçirip mutluymuş gibi yaptım. Galibiyeti kutlarken Lukas'a gülerek sataştım, onu ortamıza alıp sırtına hep beraber vurmaya başladığımızda herkes gibi ben de kahkahalar attım. Röportaja çağrılan isimlerin yanından onlara el sallayarak geçtim ve sonra başımı önüme eğip soyunma odasına hızla yürüdüm.
Kafamda tek bir cümle yankılanıyordu.
Ben olmalıydım.
Hayatım boyunca gölgem gibi takip etmişti bu iki kelime beni. Ben olmalıydım. Parkta gülerek oynayan çocuk ben olmalıydım. Ortaokuldayken her seferinde istediğim açık mavi ayakkabıları babasının ona doğum günü hediyesi olarak aldığı çocuğun yerindeki kişi ben olmalıydım. Lisede takımın kaptanı ben olmalıydım. Altyapının en iyisi ben olmalıydım. Bu maçta MVP ben olmalıydım.
Ben olmalıydım.
Lukas adına çok mutluydum. Yemin ederim ki gerçek hislerimdi bunlar ama bir yanım, geçirdiğim iki muhteşem maçın ardından parkeye ayağımın değmemesini hazmetmekte çok zorlanıyordu. Resmen İtalya'ya boşu boşuna gelmiştim.
Shaw'ın sakatlığı boyunca varımı yoğumu koyup her şeyimle oynadıktan sonra onun dönüşünün ardından bir paçavra gibi kenara atılmıştım.
Hiçbir önemim yoktu, sadece boşluk doldurmuştum.
On bir kişilik maç kadrosundaki on isim parkede kendine yer bulmuştu da bir ben bulamamıştım.
Neden diye bağırmak istiyordum karşısına geçip. Bu kadar formda olduğum bir dönemde kırk dakika boyunca kenarda unutulmamın sebebini öğrenmek istiyordum ama çenemi kapalı tuttum, duş alma işini odama bıraktım ve takımdaki eksik isimlerin röportajdan dönmelerini bekledim. Hep birlikte hızlıca otele geçecektik.
Sürekli gülümsedim. Sürekli herkese Lukas'tan bahsettim ve soyunma odasında nefes bile almadan onu övüp durdum. Odaya girdiğinde onu içeridekilerle ayakta alkışladık. Real Madrid maçından sonra benim için de aynısı yapılmıştı. Takım, o gecenin yıldızı kimse ona gerçekten de hakkını verirdi. Bu bağlar sayesinde belki de bu kadar güçlülerdi. Çünkü kim ne derse desin iyi bir takım olmaya giden yolun oyuncuları arasındaki iletişimden geçtiğine inanırdım.
Lukas utangaç gülümsemesiyle elini göğsüne koyup eğilerek bizi selamladığında ıslıklar havada uçuştu. Galibiyetin getirdiği haklı gururu bölüşüyorlardı. Ben onlara dahil değildim, benim bu galibiyette hiçbir payım yoktu.
Bir saniye bile süre almamıştım. Hayallerimi süsleyen lige yükselip, siktiğimin İtalya'sına kadar gelip, böyle bir atmosferin olduğu bir yerde ben bir damla bile ter akıtmamıştım.
Otele dönerken otobüsteki eğlenceye katılacak kadar rol yapma becerisi kalmamıştı elimde. Bir de insan, sevdiği birini böyle içten içe kıskanınca kendini bok çuvalı gibi hissediyordu. Onun başarılı olmasıyla ilgili hiçbir problemim yoktu. Keşke ben de bir asistle bile olsa onun attığı sayılara katkıda bulunabilseydim. 18 sayıyla gecenin MVP'si o olmuştu.
Benim tanıdığım Lukas bunun şerefine gidip bir bira içecekti. Sanırım Alex de ona eşlik eden isim olacaktı. Aralarından ayrılıp duş almam gerektiğini söyleyerek odaya neredeyse koşarak ilerledim. Kapıyı arkamdan kapattığım an, yüzümdeki maskenin yere düşüp tuzla buz olduğu andı.
Çantamı odanın köşesine fırlattım ve banyo kapısını öyle sert açtım ki kapının kolu az daha elimde kalacaktı. Üzerimdeki kıyafetlerden birer fazlalıkmış gibi çabucak sıyrılıp canımı yakacak kadar soğuk olan suyun altına girdim.
Bir kere. Bir kere de her şey yolunda gitseydi. Bir kerede şu amına koyduğumun hayatı benim yüzüme gülseydi. Son günlerde biraz mutlu olduğum için mutlaka bir bokluk çıkmak zorundaydı zaten. Aksi kabul edilemezdi.
Bana ayrılan süre Shaw dönene kadardı. Bana gösterilen ilgi, yalnızca iki maçla sınırlıydı. Acil durumda şans eseri küçük bir kahramanlık öyküsü yazdım diye kimse beni diğer maçın ilk beşine koymayacaktı. Bazılarımız yıldız olmak için doğmamıştı. Ben bir yıldızın gölgesinde kaldığımı fark etmeden parlıyor olduğumu sanmıştım.
Neyi yanlış yaptığımı düşünüyordum. İçimde biriken öfke sık soluklar almama sebep oluyordu. Üzerime akan buz gibi su beynimi uyuşturuyordu. Antrenmanlarda iyiydim, son iki maçın yükselen ismi bendim, bugün o sahada olmamam için hiçbir sebep yoktu. Ben olmalıydım. Ben de orada olmalıydım.
Avucumu mermere bastırdığımda soluklarım iyice düzenden çıktı. Başımı ayaklarıma doğru eğdim. Normalde maçtan sonra omuzlarım ağrırdı. Ayakta durmaya halim kalmadığından bacaklarım sürekli kasılır, bazen duş alırken titrerdi ve bunu sıcak suyla yatıştırarak kaslarımı gevşetirdim. Bugün hiçbirine gerek yoktu. Yorgun değildim. Otelin giriş katından odama çıkarken sarf ettiğim efor, maçta harcadığımdan daha fazlaydı.
Belki de babam haklıydı. Belki de benden gerçekten bir bok olmayacaktı.
Sadece, keşke neyin eksik olduğunu bilseydim. Düzeltmeyi denerdim. Böylesi daha da iğrençti çünkü. Birkaç şut kaçırıp kenara alındığımda en azından sebebi biliyor oluyordum.
On bir kişilik kadronun içinde bir seçenek bile olamamak, tam da Dorukhan Falay'a yakışırdı zaten. İşe yaradıktan sonra öylece kenara bırakılan, bir köşede unutulan, yüzüne bakılmayan... Kendimi tanımlamamı isteseler söze bunları kullanarak başlardım ben. Alışkındım.
Duştan çıktığımda titriyordum. Üşümenin yanı sıra içimde biriken ve kendimden başka hiçbir yere yönlendiremediğim öfke yüzünden elim de titriyordu. Her şeyi unutmak, bugünü sıfırlamak için o yatağın içine girdim ama kaç saat dönersem döneyim bu gece yaşadığım hayal kırıklığının gözüme uyku girmesine izin vermeyeceğini biliyordum.
Feza'ya atacağım her sayının onun için olacağını söylediğim maçta sahaya adım dahi atmayacak olmamı hiç hesaba katmamıştım.
Maçtan önce Efes taraftarları ilk beş başlama ihtimalimden bahsediyorlardı. Beklentileri boşa çıkarmak konusunda üstüme yoktu.
Bir çıkmazın içinde çırpınıp dururken onun kelimeleri yankılanıyordu kafamın içinde. İşe yaramaz, diyordu. Beceriksiz. Aralara küfürler ve yumruklar karışıyordu. Hatta bazen, sigarasını kürek kemiğimin altına bastırarak söndürüyordu. Nefret ediyorum senden. Benim kurmam gereken cümleyi her defasında o bana kuruyordu.
Başarısız olmayacaktım. Bu yolda başarısız olmak, benim için bir ihtimal bile değildi. Hırsımdan kafayı yemek üzereydim. İçim daralıyordu. Ne birilerine hesap sorabiliyor ne de buna bir sebep bulabiliyordum. Sadece yoktum. Koç için bugün benchte yoktum. Takım için sahada yoktum. Kendimle baş edebilecek gücü de şu an içimde bulamıyordum.
Telefonum çalmaya başladı beni bu durumdan kurtarmak istermiş gibi. Ekrana bakmama gerek yoktu çünkü bu kez arayanın Feza olduğunu hissedebiliyordum. Bu kararı vermeden önce yaklaşık yarım saat kadar kendisiyle kritik yapmış olmalıydı ama en son temiz kalbi son noktayı koymuştu tahminimce. Ablam olsaydı açmazdım, ablam olsa bu kadar çabuk aramazdı çünkü böyle zamanlarda biraz geri durması gerektiğini bilirdi ama Feza bilmiyordu. Ben de onu üzmek istemedim. Bu yüzden aramayı cevaplandırdım. "Alo, Feza?"
"Yok," dedi sert bir erkek sesi. "Feyyaz ben. Feyyaz Falez."
Feza'nın babası.
Yattığım yerden nasıl hızla doğrulduğumu bir ben biliyordum. "Feza'ya bir şey mi oldu?" Endişe ve panik dalgaları birbirine karıştı. Karşıdan gelecek cevabı beklerken tek bir saniyede yüz farklı kıyamet senaryosu gözümün önünden geçiyor, kalbim korkuyla deli gibi çarpıyordu. "Feyyaz Bey, iyi mi o?"
Karşımdaki adamın bu kadar uzun süre sessiz kalmasının nedeni sanırım afallamış olmasıydı çünkü yeniden konuşmaya başladığında o kalın ve sert sesin yerine şaşkın bir ses vardı. "İyi o," dedi hızlıca bana. "Bir şey olmadı. Ne olabilir benim kızıma? Gerdin beni de durduk yere."
Avucumu yatağa bastırarak gerilen omuzlarımı gevşettim. Sorun yoktu. Babası bana yalan söyleyecek değildi.
Ama bir şey olmadıysa Feza'nın babası niye onun telefonundan beni arıyordu?
"Bana bak kerata, böyle gözüme falan giremezsin benim ha. Taktik deniyorsan söyleyeyim baştan."
İnsanlar hakkında pek uzman olmayabilirdim ama bu adam şu an kesinlikle yalan söylüyordu. "Feza'nın sesini duyamayınca endişelendim," diyerek kendimi açıkladım. "Buyurun Feyyaz Bey."
Galiba azar yiyeceğim kısımdaydık. Kızını kameraların önünde az daha öpecek olduğum için kafamı koparma vakti gelmişti. Daha uygun bir vakit olamazdı. Bir bu eksikti çünkü şu an.
"Kızıma Feza mı diyorsun?" Bu bana değil de kendisine sorduğu bir soru gibiydi. Sonra "Neyse ne," dedi yine kendi kendine. "Koçun kızını falan mı ayarttın sen, bana bir söyle bakayım."
"Koçun kızı yok ki."
"Olsa ayartacak mısın yani teneke?"
"Ben öyle..." Durup olayı idrak etmeyi denedim. Feza'nın babasıyla konuşuyordum. Aramızda bir ilişki kurmak istediğim kızın babasıydı bu. Bir babaydı her şeyden önce. Bu da benim ne söyleyeceğimi asla bilemeyeceğim anlamına geliyordu. Bir babayla nasıl konuşulacağı hakkında tecrübeye sahip sayılmazdım. "Hayır efendim," dedim ezberlenilmiş bir cevap gibi.
"Peki..." dedi ve düşünme boşluğu ayırdı kendine. "Koça küfür falan mı ettin?"
"Hayır," dedim yine.
"O zaman bu dürrük işbilmez ne diye oynatmadı seni?"
Hayatımda bu kadar şaşırdığım pek fazla an olduğunu sanmıyordum. Azar yiyeceğim zannediyorken Feyyaz Bey, koçumu azarlamak için aramıştı beni.
"Sebebini bilmiyorum."
"Sordun mu?"
"Sormadım," dedim. Sesimden kasıntılık akıyordu çünkü hiç rahat değildim.
"Ortalığı yıkıp küfür de etmedin yani?" diye sordu güvenemeyerek. "Sandalye falan da tekmelemedin benchte?"
Bu adam U16 takımıyla çıktığım Almanya maçında benchte sandalye tekmelediğimi hatırlayacak kadar beni tanıyor muydu? Neredeyse gülmeye başlayacaktım. "Yok, yapmadım."
"Aferin, sakın yapma."
"Olur efendim, yapmam."
"Bana bak," dedi yine otoriter bir sesle. "Karadeniz'de gemin batmış gibi triplere girme hemen. Seni şu maçta oynatmayan koçun akıl sağlığından şüphe ederim ben. Real Madrid'i devirmiş çocuğa Milano'da top elletmemek ne demek?"
Ona haklı olduğunu söylemek istedim ama parçası olduğum takım hakkında birden öylece dert yakınmak istemedim. Feza babasının sıkı bir taraftar olduğunu söylemişti. Beni deniyor olabilirdi. Belki de bu cümleleri kurmasının sebebi yalnızca buydu. "Gerçekten bilemiyorum," cümlesine sığındım bu yüzden.
"Sen küfür edemiyorsun tabii, etik olmaz. Ben ağız dolusu sövdüm, gayet etik bu."
Bu kadar güleceğimi düşündüğüm bir gecede değildik ama Feyyaz Bey, beni güldürmeyi başarıyordu. "Teşekkürler," dedim. "Tepkilerinizi benim yerime de verin."
"Dorukhan," dedi bir anda yeniden ciddileşen sesiyle. "Tanışmak için garip bir yol oldu biliyorum ama ben seni uzun süredir tanıyorum. Düşürme kendini. Buradaki sorun kesinlikle senin oyununla ilgili değil çünkü."
"Emin değilim." Feza'ya da ilk gün aynı böyle açmıştım kendimi bir anda. Falezlerde tarif edemediğim bir şey vardı. Kilit fark etmeksizin anahtar görevini üstleniyorlardı. "Sorun ne bilmiyorum. Bu maçta oynamayı gerçekten çok istiyordum. Hiçbir sebep yokken böyle olmaması gerekiyordu."
"Belki de birkaç sebep vardır." Düşünceliydi yine, söyleyip söylememek arasındaydı. Her görüşe açıktım. Bana yol gösterecekse bu telefonu sabaha kadar kapatmamaya hazırdım. İnsanlar bana yol göstermezlerdi, yürüdüğüm yola bakar ve beğenirlerse hevesleri geçene kadar yanımda durmak isterlerdi.
"Ne gibi?"
"İki gün arayla iki farklı kızla fotoğrafının çıkması gibi mesela." Başımdan aşağı bir kova kaynar su dökülseydi üzerimde aynı etkiyi yaratamazdı. "Ki bunlardan birinin benim kızım olduğu detayına girip canını daha da fazla sıkmayacağım." Laf sokma konusunda Feza'nın kime çektiği belli oluyordu. "Dorukhan," dedi yeniden. "Biraz iyi oldun, biraz konuşuldun diye pişmedin oğlum sen. İki maç hayatını kurtarmayacak senin. Hayranlıkla izlediğin o yıldızlardan biri olmak istiyorsan sahaya koyduğun karakter sana yetmeyecek, dışarıda da düzgün bir imaj çizmek zorundasın. Herkes seni alkışlamıyor, insanlar senin o iki maçla şımardığını da söylüyor. Kötü yorumlar olur, hep olacak ama milletin eline malzeme vermen, hiçbir zaman senin yararına olmayacak."
Cezalandırılışımın sebebinin bu olacağını hiç düşünmemiştim.
"Ben senin yaşından fazla yıldır izliyorum bu sporu. Ne yetenekler gördüm, kendilerini heba ettiler sonra da silinip gittiler. Kafanı tamamen basketbola verdiğinde nasıl bir oyun ortaya koyabildiğine şahit oldum ben senin. O potansiyel sende hep vardı, hâlâ da var. Biliyorum ki katlanarak da artacak. Ama günün sonunda düzen hep şart olacak. Önce mentalini, sonra kendini toparlayacaksın ki kendine yazık etme. Çok mu ileriye gidiyorum bilmiyorum ama bunları duymaya ihtiyacın olduğunu düşünüyorum."
Hep sakladığım bir yara sızlıyordu. Göğsümün içinde yıllardır yakmaya çalıştığım ama bir türlü yanmayan bir ateş vardı ve Feyyaz Falez orada taşıdığım taşları birbirine sürte sürte bir kıvılcım ortaya çıkarmıştı. Gözlerim de o ateşin dumanından etkilenip yanmaya başladığında sertçe yutkundum. "Bana inanıyor musunuz?" diye sorduğumda on dokuz değil de dokuz yaşındaydım. Elimde o parçalanmış forma vardı, boşluğa bakıyor ve her şeyin bitmesini diliyordum.
"Sen çok büyük yerlere geleceksin." Böyle net bir cümleyi böyle bir hissiyatla bana kuran adam, zamanında beni kendimden kurtaran kızın babasıydı. Şüphe barındırmıyordu. Bana inanıyordu. Kızı benim için bir kapıyı açık bırakmıştı, babası ise şimdi o kapıyı sonuna kadar aralıyordu. "Kendine yazık etmezsen, saçma sapan hatalar yapmazsan bambaşka yerlere geleceksin. Feyyaz Falez demişti dersin."
"Çok teşekkür ederim, gerçekten." Elimin tersiyle gözümden akan yaşı hızlıca sildim. "O fotoğraf," dedim hemen sonra açıklama yapma ihtiyacıyla. Bu aynı zamanda sesim titremesin diye girdiğim bir çabaydı. "Tamamen arkadaş ortamında çekilen bir şeydi. Yanlış anlaşılmaya müsait olduğunun farkındayım ama size yemin ederim ben yanlış bir şey yapmadım. Öyle birisi değilim. Ben-"
"Biliyorum eşek," dedi Feyyaz Bey. "Okan'ı tanıyorum. İnanmayacaksın ama kuzenini de tanıyacak kadar hakimim sizin dünyanıza ben. Yine de zamanlama olarak kötüydü, doğruya doğru. Sporculuk nankördür, ne kadar yükselirsen yüksel alçalman tek hatana bakar. Beş saniye bile sürmeden kendini yerin dibinde bulursun. Sebep budur demiyorum ama başındaki hoca da benim gibi düşünüyorsa hakkında, sana devamlı ders vermeye çalışacaktır. Bir gün kenarda tuttu diye seni kalkıp ona saygısızlık yapmış olsaydın her şeyi başlamadan bitirirdin. Bunu yapmayacak kadar akıllı birisin sen."
Bana gerçekten güveniyordu. Hiç görmediğim bir adamın bana böyle güvenmesi her geçen saniye daha fazla gözlerimi dolduruyordu.
Bir kez daha yutkunurken kelimelerin boğazıma dizildiğini hissettim. Bugün yaptığı şeyin benim için ne kadar değerli olduğunu ona tarif etmem mümkün değildi. Kızının telefonundan numaramı bulmuş, beni bizzat aramıştı. İçimin içimi yiyip bitireceğini bildiği için, kendime yüklenmemi istemediği için, bana bir teselli verebilmek için, bana yol gösterebilmek için...
"Çok çalışıyorum," dediğimde sesimdeki titremeye engel olamadım. Kendimi ona kanıtlamak istedim. Onay almak, takdir görmek. Çocukça bir istekle Feyyaz Bey'e kendimi sevdirmek istedim. "Gerçekten çok çalışıyorum. Elimden gelen her şeyi yapıyorum. Bu formanın hakkını verebilmek için her yolu denerim. Kenarda oturmamı söylerlerse otururum, oyna derlerse oynarım. Bu takımın bir parçası olmak on senenin hayaliydi benim için. Şimdi bana ne derlerse ben onu yaparım."
"Tırnaklarınla kazıya kazıya geldin oraya sen," dedi yavaşça. Kendimi onun gölgesine saklanmak istememe sebep olan bir ses tonuyla konuşuyordu şimdi benimle. Kızgın değildi, üzgün değildi. Gurur duyuyor gibiydi. "O formayı senin kadar hak edeni görmedim. Hırsın gözlerinden okunuyor senin. Azmin zaferi denilen şeyin vücut bulmuş halisin. Ne bir maç kenarda durman bitirecek her şeyi ne de bir maç yıldızlaşınca bitecek hikâyen. En iyisi olmadan bırakmayacaksın çünkü sen."
Bırakmayacaktım.
Düşecektim, kalkacaktım ama ben o çocuğa verdim sözü tutacaktım. Ablamı bir peri masalında gibi yaşatacaktım. Kendime istediğim ayakkabıları alacaktım. Onur abiye bugünkünün beş katı değerindeki saatleri hediye edecektim. Benim için açık bir kapı bırakan Feza'nın hayatındaki bütün kapıların onun için açılmasını sağlayacaktım. Benim gibi olan çocuklar için günün birinde örnek teşkil edecektim. Birilerine yerin yedi kat dibinden başlayanların da kendi hikâyelerini yazabileceklerini gösterene kadar durmayacaktım.
"Ne diyeceğimi bilemiyorum." Kollarım, bacaklarım, karnım, göğsüm sızlıyordu. Ne kadar kapanan yara varsa her birinin izinin olduğu yerden canım yanıyordu ve o naneli kremi bana bu kez Feyyaz Falez uzatıyordu. "Bugün bana kurduğunuz birkaç cümle yüzünden hayatım boyunca size minnettar kalacağımı bilmenizi isterim."
"Benimle peri padişahının huzuruna çıkmış yoksul ama bilge tüccâr gibi ciddi ciddi konuşma şöyle," dediğinde dolu gözlerle gülümsedim. "Kasma kendini. Neysen osun. Biraz daha böyle devam edersen saygıdan ikiye bölünen ilk insan olarak tarihe geçeceksin."
"Çok değerliydi bu konuşma benim için." Dudaklarımda buruk bir gülümseme asılı kalmıştı. "Hakkımda attığınız yorumları da gördüm. Bana böyle güvenmeniz, sonsuz desteğiniz... Layık olmak için her şeyi yapacağım Feyyaz Bey."
"Sen o tweetleri gördün mü ya? Seni bize çağırmadan önce silecektim ben onların hepsini. Tüh."
Sert görünmeye çalışıyor olsa da bunu başaramıyordu. Mizacı tatlı bir adamdı ve babacan tavrıyla aramızda geçen ilk konuşmada beni sarıp sarmalamıştı. "Lütfen silmeyin," dedim ben de gülerek.
"İnşallah bir dahaki maça oynarsın." Bu çok içten edilmiş bir dua gibi geldi kulağıma. İlk kez bir babanın duasını alıyordum. "Oynaman lazım çünkü benim kız senin hocaya fena bilenmiş durumda. Tesisleri bassa şaşırmam. Seni değil, hocanın can güvenliğini düşünüyorum yani."
"Maçı izlediniz mi?" Sesim heyecan doluydu. Feza bana maçlarımı izlediğini zaten söylemişti ama bunu duymak her seferinde aynı şekilde mutlu ediyordu beni. Birileri tarafından böyle değer görmek hayatım boyunca imrendiğim bir şeydi ve Feza, hayallerimin çok daha ötesindeydi.
"Oğlum senin götünde don yokken ben Efes Efes diye tribünde gırtlak patlatıyordum, tabii ki izledim maçı."
"Sizi maça davet etmem için çok mu erken?" Bu soru, tamamen ona duyduğum saygıdan kaynaklanıyordu. Feza onun Ivan abiye çok saygı duyduğunu söylemişti bana. İlk fırsatta Ivan abiden imzalı bir forma almayı yazdım aklıma.
"Yok," dedi. "Ama önce sen benim evime geleceksin, sana güvenip güvenemeyeceğime karar vereceğim."
"Tabii." Beni görmeyecek olmasına rağmen ciddi bir yüz ifadesiyle hızlı hızlı başımı sallamıştım. "Tabii ki. Çok haklısınız. Ne zaman isterseniz."
Feyyaz Bey içten bir şekilde gülmeye başladı telaşım karşısında. "Çok avanaksın ha sen."
"Teşekkürler efendim."
Teşekkürler mi efendim? Panik içinde olduğum için sağlıklı düşünme yetimi bütünüyle kaybetmiştim. Feza'nın ailesiyle tanışacaktım. Bu başka senaryolar için muhtemelen oldukça erken bir süreydi ama bizim senaryomuzda ben çıkıp kızı kameraların önünde öpmeye kalktığım için işler biraz garip ilerliyordu. Böyle bir denyo çıkıp da benim kızıma aynı şeyi yapmış olsaydı onu Boğaz Köprüsünden sallandırırdım. Belki de Feyyaz Falez, beni zehirlemek için evine çağırıyordu. Bunu gittiğim zaman öğrenecektim.
"Feyyaz Bey." Söylemek üzere olduğum şey yüzünden çok utandım. Yumruğumun içine yorganı toparlayıp sıktım ve bıraktım, sonra tekrar sıktım. "Kızınızla görüşmeye devam etmek istiyorum." Utancıma rağmen kurduğum cümle oldukça kararlı bir şekilde döküldü dudaklarımdan. "Bunda bir sakınca var mı?"
"İzin almak için sence de biraz geç kalmadın mı?"
Bana ne kadar kızarsa kızsın haklıydı. Başımı eğecek, durumu kabullenecektim ama bir evet cevabını duymaya ihtiyacım vardı. "Özür dilerim sizden." Ve bunu yüz yüzeyken de mutlaka yapacaktım. "Kusuruma bakmayın. O an çok heyecanlıydım. Hiçbir şekilde Feza'yı zor durumda bırakmak istemezdim. O maçtan sonraki anla ilgili tüm sorumluluk bana ait. Bileti de onun için ben ayarlamıştım zaten. Onu çağıran bendim. Onun-"
"Aynı sahneden bahsedip bahsedip tepemi attırma benim, unutmam otuz senemi alacak zaten," diyerek kesti sözümü. İyice olduğum yere sinip bakışlarımı duvara diktim ve duyacağım bir başka azar için hazırladım kendimi ama o beni yine yeniden şaşırttı. "Doruk," dedi yumuşak bir sesle. "Ablana selam söyle, çok güzel yetiştirmiş seni."
Beş röportajımdan dördünde ablamdan bahsederdim. Bunu da biliyordu. Ablamın her şeyim olduğunu biliyordu. Güzel yetiştiğim konusunda haksızdı ama ablamın beni kendisinin büyüttüğü, o olmasa hiçbir şeyimin olmayacağı konusunda haklıydı.
Güzel yetiştiğimi düşünüyorsa ondan onay aldığım anlamına mı geliyordu bu?
"Kapatıyorum şimdi ben, sen de yat uyu." Aksini kabul etmez bir tavır takınmıştı. "Bugünü unut, yarına bak. Kendinle savaşmayı da bırak, oğlum. Önün çok parlak senin."
Belki yüz kez teşekkür edip ne yapacağımı bilemeden iyi geceler dilememin ardından tüm telefon konuşması on beş kez kafamın içinde oynadı.
Feyyaz Falez, bütün gece bana tavanı izletti.
Hayatım bir film şeridi gibi gözlerimin önünden geçti. Eski sahneler siyah beyaz efektlerle bezenmişken 15 Ocak'tan itibaren renkler canlanıyordu. Onun ilk gülümsediği andan itibaren bir şeyler kökten değişiyordu.
Keşke bu gece onun da sesini duyabilseydim.
Hatırlamak istemediğim sahnelerden bir tanesi sabah beni ter içinde uyandırdı. Lukas'ı da sabahın köründe dışarı çıkıp gezmeye vakit ayırabilmemiz için uyandıran bendim. Gezmek zorundaydık çünkü ben Feza'ya bir magnet sözü vermiştim. Gezmek zorundaydık çünkü rüyalarımı düşünmek istemiyordum. Kendimle verdiğim bu savaşı devam ettirmek için yeterince güçlü hissettiğim bir günde değildim.
Feyyaz Bey'in yaptığı tüm konuşmalara rağmen takım arkadaşlarım maçtan bazı anları konuştukça olduğum yere sindim. Hediyemi alıp kendimi bir köşeye çektim. Ortama ayak uydurmak için büyük çaba gösterdim ama moralim yine bozuldu ve bunu saklayamayacak kadar yüzüm düştü.
Tüm bunlar yetmezmiş gibi bir de Türkiye'ye döndükten sonra uğraşmak zorunda olduklarım vardı. Beril ve Alara'ya keskin bir sınır çizecek ve o sınırı bir adım bile geçerlerse bunun sonuçlarının neler olacağını anlatacaktım. Yüzlerini görmek dahi istemesem de bu benim için telefonda bahsedilip geçilemeyecek kadar önemli bir mevzuydu. Feza'yı hayatımın olumsuz olan her köşesinden uzak tutmak zorundaydım.
Gerçi bunu yapacak olursam geriye pek de bir şey kalmıyordu benden.
Havaalanına doğru yol alırken önce Anadolu Efes'in paylaştığı postlara baktım. Maçtan sonra maçın en özel anlarına dair gönderiler devamlı atılırdı. Önceki iki maçın ikisinde de benimle ilgili sahneler de vardı ama bunda yoktum. Hatta bir fotoğraf benchi de içine alacak açıdan çekilmişti ve kesildiği yerde tam olarak ben vardım. Oturduğum alan gözükmüyordu. Yalnızca havaya kaldırdığım kolum fotoğrafa girebilmişti.
Her şey daha da sinirlerim bozulsun diye yapılmış gibiydi. Derin bir nefes alarak kendimi sakinleştirmeyi denedim. Bu sırada ablamın yolladığı bir mesaja bakmak için dm kutuma tıkladım. Sonra gözüme başka bir şey çarptı. Yüzlerce mesaj isteğinin yanında onun özellikle gözüme çarpma son mesajının Feyza ismi ile başlıyor oluşuydu.
Doğrudan üzerine tıkladım ve bir süredir aynı kişinin bana devamlı yazıyor olduğunu gördüm. Bu da hesabın adına bakmaya itti beni.
Ferdi.1907
Birader selam, Ferdi ben. Hayırlı olsun transferin. Yolun açık olsun, iyi günler.
Bu imza günümde atılan bir mesajdı. Sonra o gece attığım postu bana yollamış ve altına bir başka mesaj bırakmıştı.
Birader selam. Bu fotoğrafı Feyza çekti değil mi? Sen bu kızı düşürmeye mi çalışıyorsun anlamadım niyetini. Öğreniriz elbet. Kendine dikkat et, Allah'a emanet.
Sonra bana bir video atmıştı. İzlemek yerine altındaki mesajı okudum.
Birader selam. Bunu görmen gerektiğini düşündüm. Makkabi maçından, ben çektim. Maçına geldim diye sanma ki Efesliyim. Ben Fenerbahçeli doğdum Fenerbahçeli öleceğim.
Bir gün çocuklarınıza izletmek için videoyu saklayacağım. İyi günler birader.
Ne göreceğimi deli gibi merak ediyor olsam da ekranı kaydırmaya devam ettim. Önce mesajların hepsini okuyacak, en son onu izleyecektim.
Birader selam. Geçen attığım videodan sonra kafanda soru işareti oluşabilir diye düşündüm. Ben Feyza'nın liseden arkadaşıyım. Senin arkadaş ayakların gibi değil ama, cidden arkadaşıyım yani. Aynı sırada dirsek çürütmeli olanından. Bu kıza bir yamuğun olursa karşında beni bulacaksın. Haber vereyim şimdiden, sonra sıkıntı çıkmasın.
Birader selam. Şey demeyi unuttum. Olur da mesajlarımı görüp Feyza'yı Ferdi kim diye falan darlarsan sana inanılmaz sinirlenir. Üstü çok kirletilen bir cümle bu ama Feyza cidden benim kardeşim gibidir. Herhangi bir kıskançlığın içinde sakın adımı geçirme, kendin kaybedersin. Bir şey merak ettiysen direkt bana sorabilirsin. İyiliğin için söylüyorum. İyi günler.
Feza'nın ondan bahsettiğini hatırlıyordum ama bu çocuğun canı sıkıldıkça dm kutuma geldiğini ben de bugün öğreniyordum.
Birader selam. Bursaspor maçına normalde ben gelecektim ama bir halısaha işi oldu Fırat'la. Fırat Feyza'nın kardeşi bu arada. Canavar gibi top oynar. Neyse. İzledim kesitlerini, MVP olmuşsun. Tebrik. İnşallah hevesini almışsındır da Fenerbahçe maçında böyle bir şey yapmaya kalkmazsın. İyi günler birader.
Birader selam. Real Madrid'i son saniye üçlüğü ile devirmek nereden baksan kral hareket. Aynısını Fenerbahçe'ye yapmaya kalkarsan Feyza'yı sana karşı doldururum haberin olsun. Çok özür dilerim ama manyak oynuyorsun bu aralar, inşallah Fenerbahçe maçında küçücük grip falan olursun. İyi günler birader.
Lan birader, Fenerbahçe'den bahsederken Feyza'dan bahsetmeyi unuttum. Kızı kameraların önünde öpmeye niyetlenerek hangi yüreği yediğini bilmiyorum ama çok ciddi kaşınıyorsun sen haberin olsun. Beni de geçtim bak, Fırat'ı ayrı Feyyaz amcayı ayrı delirteceksin. Koooolay gelsin birader.
LAN BİRADER KIZA ARKADAŞIZ DEMİŞSİN LAN
Senin ben amına koyayım.
Öpecektin kızı utanmaz herif.
Aramız açıldı, daha da sana yazmayacağım. İnşallah koçun Milano maçında seni oynatmaz da aklın başına gelir ya.
Feyza bu mesajları görse kafamı kırar ama ben de seni yolda görsem sana aynısını yaparım. Problem yok o yüzden. Hadi bana eyvallah. Arkadaşımı dağıttığın yerden toplamam gerekiyor. İşim gücüm var.
Milano maçında neden oynamadığım şimdi anlaşılıyordu. Ferdi'nin bedduası tutmuştu.
Fenerbahçe maçında grip olmasaydım bari.
Bana ettiği küfre ya da diğer cümlelerine çok fazla kafamı verebilecek durumda değildim çünkü videoda ne göreceğimi deli gibi merak ediyordum. Bu yüzden videonun atıldığı tarihe döndüm ve oynatma tuşuna bastım.
Işıklar yanıp sönüyordu. Makkabi maçında, arkalara doğru olan tribünlerin birindelerdi. Sanırım bulundukları konum 303 tarafına denk geliyordu. Sinan Erdem'in her köşesini zamanında öyle dikkatli izlemiştim ki bu tahmini yapmak benim için zor değildi.
Önce rakip takımın kadrosu okundu ve sonra sıra bizimkilere geldi. Işıklar kapandı, ortadaki ekranın üzerinde tek tek forma numaralarımız yanmaya başladı.
Kamera Feza'nın yüzüne çevrildi. Kendisine bol gelen kırmızı antrenman tişörtümüzün içindeydi. Bunu babasından aldığını tahmin ettim. Karanlık atmosferde ortadaki ekranın ışıkları onun gözlerine vuruyordu. Gözlerini kocaman açmış, ellerini çenesinin altında birleştirmiş, hevesle bekliyordu.
0 Numaraaa, Alex Peterseeen!
Feza dudaklarını birbirine bastırıp yerinde kıpırdandı. Omuzlarını heyecanla kendine doğru çekmişti. Yanakları al al duruyor, gözlerini bile kırpmadan sahayı izliyordu.
2 Numaraaa, Emir Varajiiic!
3 Numaraaa, Thomas Zahoviiic!
6 Numaraaa, Paul Anthooony!
7 Numaraaa, Kaptaaan Ömer Baysaaal!
Arka arkaya akan isimlere o da eşlik etti. Tribünden yükselen seslerin arasında onun cılız sesi duyulmuyordu bile. Bir sonraki kişide ise daha fazla bağırdı.
9 Numaraaa, Shaw Axeeel!
Neredeyse gözlerimi devirecektim. Feza benden önce Shaw'ı takip ediyordu. Bunu takip ettikleri kişiler arasında gezerken gördüğümde yaşadığım şoku hâlâ dün gibi hatırlıyordum. İlgisini çeken tek basketbolcu olmadığım için utanmasam komalık olacaktım.
Sonra Feza'nın gözlerinden yayılan ışık, ekrandakinden daha da parlak bir hale geldi. Sıradaki kişinin ben olduğumu anlamıştı. Kenardan koşarak oyuna girdiğim andı bu muhtemelen. Ne yapacağını bilemeyerek hafifçe doğrulup sonra geri oturdu. Ferdi kamerayı burada onun yüzüne doğru yaklaştırıyordu bu yüzden gülümsemesini çok daha yakından görebiliyordum.
15 Numaraaa, Dorukhan Falaaay!
Geri sardım. Tekrar, tekrar, tekrar. İsmimi heyecandan titreyen sesiyle, boğazını zorlayacak şekilde söylediği anı defalarca kez baştan oynattım. Gözlerinde umut vardı. İnanç, değer, sevgi. Dudaklarının kıvrımına benimle duyduğu gururu asmıştı. O gülümseme benim için mutlu olduğu kadar bir de bilmiş bir tavır barındırıyordu. Zaten orada olacağımı, zaten o sahaya basacağımı biliyor gibiydi.
Beni hiç tanımadığı bir anda bana güvenmeye başlamış ve sonra benden bir an olsun vazgeçmemişti.
Uçakta da izleyebileyim diye sol omzumda çantamla yürürken ve yine aynı elimle valizimi iterken diğer elimle videoyu galerime indirdim.
Ben bu maçta süre bile almamıştım.
Geldiğini bilmiyordum. Orada olduğunu, bunu yalnızca benim için yaptığını, benimle böyle gurur duyduğunu... Hiçbirini bilmiyordum. Benchte yine bugünküne benzer bir buruklukla oturuyor, takımımı destekliyordum. Makkabi maçı oldukça iyi bir maçtı. Herkes ışıklarla aydınlatılan sahadaki oyuncuları izliyorken gözleri benchteki yeni çocukta olan tek bir kişi vardı.
Hevesle oyuna girmemi beklemiş, ben süre bulamayınca da sırf üzülmeyeyim diye bana geldiğini söylememişti. Ablam kaza eseri görmüş olmasaydı belki de hiçbir zaman onun orada olduğunu bilmeyecektim.
Keşke dm kutumu o gece kontrol etseydim. Keşke bu mesajı çok daha önceden görseydim. Keşke keşke keşke... Keşke onunla çok daha önceden karşılaşsaydım. Keşke ben Feza'yla birlikte doğsaydım da hep onunla büyüseydim. Keşke tek bir saniyemi bile ondan ayrı geçirmemiş olsaydım.
O gün sayı atmamıştım, oradaydı. Buraya gelirken bütün sayıları onun için atacağımı söylemiştim. Onun verdiği cevap bunun önemsiz olduğuydu. Onun MVP'sinin her zaman ben olacağımı söylemişti.
Yine tek sayım yoktu. Yine süre alamamıştım. Yine yok sayılmıştım. Yine ışıkların altında değildim, yine parlamamıştım.
Ama onun MVP'si ben olacaktım.
Uçaktan indikten sonra bir taksiye atlayıp evime giderken tek düşüncem üzerimi değiştirip Visal'in yolunu tutmaktı. Bilekliği hâlâ kot ceketimin cebinde duruyordu. Aynı cebin içine ona aldığım magneti de bir hediye paketiyle birlikte yerleştirmiş durumdaydım.
Asansöre bindim, dokuzuncu kata vardım. Valizi peşimden sürükledim ve omzumdaki spor çantamın askısını tutarak hızlı hızlı evimin kapısına doğru adımladım.
Sonra benim mavi ayakkabılarımın yanında onun mavi Converselerini gördüm.
İnanamadığım için tekrar baktım. Cebimden anahtarı buldum, uykusuzluktan rüya gördüğümü sandım. Anahtarı kilide soktum ve bir kez çevirip valizi içeri taşıdım.
Tam da o anda evimden yükselen yemek kokusuyla karşılaştım.
Kanımın akış hızı değişti. Tüylerim diken diken oldu çünkü bu ilkti. Evim bir ruha sahipti. Evimin içindeydi. Etrafın tam olarak ne koktuğunu ayırt edemiyordum çünkü birden fazla şey birbirine karışmış gibiydi ama sanki ilk defa her şey bu kadar düzenliydi.
Ayakkabılarımı fırlatırcasına ayağımdan çıkarıp valizimi de kapının eşiğine öylece bıraktım. Mutfaktan bir şarkı yükseliyordu. Geldiğimi duymamıştı. Oradaydı. Tezgâhımın başında dikiliyordu. Elinde bir kap, diğer elinde bir kaşık vardı. Market poşetleri masamın üzerine yığılmıştı. Fırın açıktı ve bu kokuyu diğerlerinden kolaylıkla ayırt edebilirdim, orada pizza pişiyordu.
Hâlâ beni fark etmemişken tezgâhta biraz sağa doğru kayınca muffinlerinin geniş bir tabağa dizilmiş olduğunu gördüm. Gün Batımı muffinler kremalarla süslenmişti. Kendi saçlarını ise kelebekli bir tokayla tutturmuştu.
Ve bileğinde saatim, üzerinde ona verdiğim mavi hırkam vardı.
Kalbimin atış hızı kulaklarımı uğuldattı.
Çok... Doğal görünüyordu mutfağımdayken. Sanki her gün buradaymış gibi. Her gün benim için mutfağa giriyormuş, her gün bana pizza yapıyormuş gibi.
Ne kadar izlersem izleyeyim doyamayacağım bir görüntüydü. O bu halde mutfağımda dolaşırken sanki...
Sanki bana aitmiş gibi görünüyordu.
Gerçek mi bu yoksa zihnimin bir ürünü mü?
Geldin geleli çıkardın zirvelere bugünümü.
Bu şarkıyı biliyordum. Bu şarkıyı severdim. Eşlik edişini duymak, içimde var olduğunu bile bilmediğim yaprakları kıpırdattı. Kendimi sonbaharda yaprak yığınına atlayan bir çocuk gibi hissettim. İlkbaharda çiçek toplayan, kışın karda yuvarlanan, yazın gönlünce yüzen. Bir çocuk olamadan geçirdiğim tüm mevsimleri o dört saniyelik anda baştan sona yaşadım. Dört saniyenin sonunda Feza, fırının başına doğru adımlamaya başladı pizzayı kontrol etmek için. Bu sırada son ses açtığı şarkıya eşlik etmeye devam ediyordu.
Gel yine yansın ışıklarım.
Kendimi ben sana saklarım.
Oldun miladım.
"Feza," dedim çantamın askısına daha sıkı tutunarak. Gözlerimi kırpıştırıp onun bir halüsinasyon olmadığını kendime kanıtlamaya çalıştım. Bakmak için eğildiği fırının hizasından irkilerek doğrulduğunda işaret parmağıyla damağını yukarı doğru itti. Bunu onu korkuttuğumda hep yapıyordu.
Bakışlarımız kesişince korkusu hızla dağıldı ve yerini kıpkırmızı kesilen yanakları aldı. "Ben anahtarı ablandan aldım," dedi hızlıca. "Akşam geleceksin sanıyordum. Daha da akşam yani. Sen gelmeden halledip giderim diye düşünmüştüm. Eve geldiğin zaman boş bir buzdolabıyla karşılaşmanı istemedim. Beni dinleyip alışverişe çıkmayacağını tahmin etmiştim çünkü. Ablana fikrimi anlattığımda sorun olmayacağını söyledi. Hatta bayağı sevinmiş gibiydi bunu yapacağıma ama özel alanını ihlal ettim tabi ben. Sana sorsam sürprizi kaçardı diye söylemedim ama eğer kızdıysan..." Ne kadar hızlı konuştuğunu fark edip bir anda durdu. Alıp verdiği soluğun sesini duyabiliyordum çünkü bunu çok hızlı yapıyordu. "Sadece senin için bir şeyler yapmak istedim," diye bitirdi cümlelerini, gözlerini yere indirerek.
"Feza..." Çaresiz bir inlemeydi bu. Başımı omzuma doğru eğip bir saniye daha ona baktım. Bunun dönüşü olmayacağını da yine aynı saniyenin içinde anladım.
Mutfağın içine adımlarken omzumdaki çantayı sertçe yere bıraktım ve aramızdaki mesafeyi daha da hızlanarak kapatmaya başladım.
Bu sefer kararlıydım.
Bu sefer, onu öpmek zorundaydım.
🏀🧁🏀
Hım, demek öyle.
Bu hafta ikinci kez merhabalaaar. Nasılsınız? Babamızla telefonda da olsa tanıştık, neler düşünüyorsunuz bölüm hakkında?
Bursaspor ve Real Madrid maçlarının ardından Milano maçında kenarda oturan Dorukhan Falay ve onu kendine getirmek için hemen Feza'nın telefonuna sarılan Feyyaz Falez... Ne diyebilirim ki? Bu ikilinin dinamiklerini yazmak için çok heyecanlıyım.
Bu arada Ferdi.1907, selam birader.
Ve arkadaşlar. Arkadaşlar... Geliyor mu? Geliyor geliyor.
Peki twitterde #dörtçeyrek etiketinin altına koşuyor muyuz? Koşuyoruz koşuyoruz.
Önümüzdeki bölümü Feza anlatacak. Yeniden görüşene dek kendinize iyi bakın. Teşekkürler ve tatlı günler 🤍
Instagram, twitter:
azraizguner
Parodiler:
dorukhanfalay
fey.falez
naz.aaslan
Azra yeni bölüm atmazsan ölürmüşümm
YanıtlaSilSelam birader, katılıyorum.
Silselam selam bende katılıyorum
SilBende bende bende
SilBenim başım öne eğilmedi benim başım koptu
Silalarma gore geldim ama buraya yuklememis zaten aglayasim var yani aglicam galiba
SilBende bende katılıyorummmm
SilFeyyaz Falez sen kralsın
YanıtlaSilAllahım çokkkk güzeldiii her detaynına ayrı ayrı yorum yapmak istiyorummmm
YanıtlaSilfark etmeksizin nefjhvjebviehiovbuoqdbuon okurken patladim djdhhdhdhdhjdjxj ve ferdinin sanki askerlik arkadasiymis gibi tripleri de cok komikti doruk un yarasini kapatir bu falezler ben onlara guvenmekteyim falez farketmeksizin
YanıtlaSilyeni bölümden kesit görsek bari istek değil ihtiyaç
YanıtlaSilAy keşke hemen gelse feza dan da hemen okumazsak çatlıyacak gibiyim
SilBen deeee
Silayy sonu aşırı iyiydi feza gözümde canlandı resmen çok tarlıydı hemen yeni bölüm lütfen ya
YanıtlaSilAMA BUNU BANA YAPMAAAAA EN GÜZEL YERİNDE BÖLMEEE OFF YA
YanıtlaSilYine harika bir bölüm olmuş eline sağlık
YanıtlaSilFeyyaz Falez adamdır adammmm
YanıtlaSilDorukhan ve Feyyaz mükemmel bir ikili olucak diye düşünüyorum ferdinin tatlılığına ne desem boş cevap vermediği halde yazmaya devam etmiş yaaa 😍
YanıtlaSilGerçekten en güzel bölüm olabilir hiç bitmesin istedim gelecek bölümü heyecanla bekliyorum 🪷🌸❤
YanıtlaSilUZGUNUM AMA EN GUZEL YERINDE KESTIGIN VE DEVAMI ICIN BIR HAFTA BEKLEMEMIZ GEREKTIGI ICIN SENI HICBIR ZAMAN TAM OLARAK AFFEDEBILECEGIMI SANMIYORUM AZRA.
YanıtlaSilbolum inanilmaz güzeldi bu arada😭😭😭😭
SilDaha fazla naz ve emir sahnesi istiyoruzzz
YanıtlaSilEllerine sağlık azracım bol ilham perileri diliyorum
YanıtlaSilÇok güzel bir bölümdü artık mutlu bir şekilde uyuyabilirim rüyamda bölümü devam ettiririm artık
YanıtlaSilBunu yaşayan tek ruh hastası benim olmadığımı görmek çok güzel bu arada
SilYaaa sonu çok iyiydi. Mükemmel bir bölümdü.😍😍
YanıtlaSilDoruk'un tam kendi babasını düşünürken Feyyaz Falezin ınu arayıp ona güvendiğini inandığını söylemesi göz yaşım pıt
YanıtlaSilMaçtan sonra Feza ile konuşsa da ona iyi gelirdi ama tam bu düşünceler içindeyken bir baba ile konuşması ona inanan onu seven bir babayla konuşması detayı
SilDoruk yerine koça sövecek daha fazla insan olması bunlardan biri olduğun için teşekkürler Feyyaz Falez. Feza aşkın sen zatennn
YanıtlaSilDoruk'un firuzan hanıma kurulması 🤝 Feyzanın koça kurulmasıııı
YanıtlaSilHarika harika ve harikaydı o kadar güzel bir bölümdü ki... Doruğu da daha iyi tanıdık bu iki bölümde 😍 adamım ya ne zorluklar çekmiş..
YanıtlaSilanalize de aynı aktifliği bekliyoruz. 💙
YanıtlaSilFerdi fav adamım ya selam birader. Kxmxjsnxk
YanıtlaSilFeyyaz falez sen harika bir insansın, ve ferdi.1907 adamın dibisin sjsj. Ve bölümün burada kesilmesi feci kalbimi kırmıştır dört gözle yeni bölüm bekliyorum
YanıtlaSilAnalizleri okuyup kafam bir milyonken buraya gelip onları okurken yumoş gibi olmam hakkında konuşmalıyız dinlendirici etkileri var…
YanıtlaSil