49. "Göz Bebeği"
Bölüm şarkıları:
Mazhar Alanson, Benim Hâlâ Umudum Var
Hemsaye, Fısıltı
Can Güngör, Yalnız Ölmek
Eskitilmiş Yaz, Uyursam Geçer Mi
Linkin Park, In The End
🌷🌷🌷🌷
İnce, lacivert bir ip
Çapanın varlığıyla tamamlandı ekip.
•⚓•
Bu hayat tarafından bana verilen kaçıncı şanstı bilemiyordum, doğrusu adına şans da diyemiyordum.
Bölük pörçük uykularımın arasında kendimi tavana bakıp düşünürken buldum hep. Görkem baş ucumdaki koltukta diken üstünde bir uyku çekiyordu. Ne zaman kıpırdasam gözlerini araladığı için bir süre sonra uyansam bile hiç hareket etmeden öylece tavana bakmıştım o uyumayı sürdürebilsin diye. İnsanın en zor geceleri, uykusundan uyandırıp onu ağlatan geceler olurdu. Benim için bu hastane odası da böyle bir geceye gebeydi.
Ölümden dönmek artık rutin bir şeydi. Algılaması hâlâ zordu, hâlâ şaka gibi geliyordu fakat benim kalbim durmuştu. Göğüs kafesimin içinde çırpınan bu birkaç yüz gramlık hayati organ, yaşanılanları daha fazla kaldıramayarak bir isyanda bulunmuştu ama kalbimi attıran adam her zaman yaptığı şeyi yine yapmış ve o kalbi çalıştırmanın bir yolunu bulmuştu.
Görkem kendi elleriyle üzerimden ölümü sıyırıp atmıştı.
Başımı ondan tarafa çevirdim ve huzursuz yüz ifadesini seyrettim sessizce. Gözümden akan yaş, çektiğim acıdan değildi. Tüm bunların ağırlığındandı. Onun yatağında olmamızdansa bir hastane odasında oluşumuzdandı. Hayatımın düzeleceğine inanmaya başlamışken, iyileşmek için bir adım atmaya kararlıyken her şeyin en başa sarmasındandı.
Sabah ezanı okunurken Görkem'in gözlerini araladığını fark edince uyanmış olduğumu anlamasın diye gözlerimi hemen kapattım ama ondan kaçmayı başaramadım. "Bir sorun mu var?" diye fısıldadı uyku mahmurluğuna bulanan sesiyle. "Doktoru çağırayım mı?"
Gözlerimdeki yaşlar neyse ki kurumuştu da nedenlerimi ona açıklamak zorunda kalmamıştım. "Biraz acıktım," dediğimde sesim çatallı çıkmıştı kuru boğazım yüzünden.
Hızlıca ayaklanıp küçük buzdolabına doğru yürüdü ve benim için ağzına kadar doldurulan buzdolabının içini kurcalamaya başladı. "Meyve yemek ister misin?" Bunu söylerken çoktan bir muzun baş kısmındaki kabuğu aşağı doğru soymaya başlamıştı. Karanlık odanın içindeki tek ışık pencereden sızandı. Kolumdaki serumun damladığını görmemi sağlıyordu bu.
Birlikte sessizce birer muz yedik. Yine elimi tuttu. Elimi bir daha tutamamaktan korktuğu için şimdi hiç bırakmıyor olduğunu düşündüm. "Sabah Can gelecekmiş," dedim. "İki saat önce bana mesaj atmış."
"İki saat önce de mi uyanıktın?" diye sorduğunda yakalanışım beni utandırdı.
"Ara sıra gözümü açıyorum ama hemen geri uyuyorum. Can'ın sorununun ne olduğunu biliyor musun?"
"Vega'yla buluştular geçen gün." Hâlâ sesi boğuk ve derinden geliyor, gözlerini zorlukla açık tutabiliyordu. "Neler olduğunu henüz öğrenme fırsatım olmadı."
Bu haline gülümseyip ona biraz takılmak istedim. "Peki ben yokken seni kolladılar mı yakışıklı?"
"Ben yokken demesen olur mu?" Mümkün olsaydı sesine sarılırdım. "Yokluğunu düşünmek istemiyorum, yeterince yaşadım."
Boğazıma bir taş oturdu. Yutkunsam da onu hareket ettirmeyi başaramadım. Yorgunca parmaklarını sıktım, elini avuçlarımın arasına aldım ve sonra dudaklarıma götürdüm. "Görkem," diye fısıldadım bu itiraftan kaçınmak istesem de. "Ben galiba artık karanlıktan korkuyorum."
Alnında acı çektiğinin kalıcı bir lekesi olarak oraya kazınan çizgiler derinleşti. Işıksız odanın içine baktı, durdu, sustu. Ne diyeceğini kestiremedi ama elimi sıkı sıkı tuttu. "Ben buradayım," dedi kendini biraz olsun toparlayabildiğinde. Kalkıp ışığı açmak yerine varlığını hatırlatarak yanımda kaldı. "Keşke sana ben yanındayken hiçbir şey olmayacağını söyleyebilsem ama artık bunun bir yalan olduğunu biliyorum. Seni koruyamadığımı biliyorum. Yine de kurduğum cümlelerin sana güven vermesini çok isterdim."
"Sana çok güveniyorum ve bu hiç değişmeyecek."
Altını çizdiğim iki kelime, onun için bir yara bandıydı. Sonrasında yine sessiz kalıp birbirimize tutunduk. En karanlık gece bile sabaha varıyordu. Belki zamanla benim korktuğum karanlığı da aydınlatacak bir şeyler bulunurdu.
🌅
Saat on buçuğu gösterirken Can yanı başımda oturuyor ve elinde dört adet sarı laleden oluşan bir buket tutuyordu. "Her birimiz için birer tane," demişti. "Arda dört ayrı buket almayı teklif etmişti ama Kaya kızın odasını botanik bahçesine çevirmeye gerek yok amına koyayım deyince böyle bir orta yol bulduk."
"Teşekkür ederim hepinize," dedim içtenlikle gülümseyerek. "Gün içinde onlar da gelecekler mi?"
"Zaten geldiler." Bu cevap kalbimin hemen altında bir ateş yaktı. Dönüp dolaşıp bana geliyorlardı. Bana ailem olduklarını ellerinden gelen her şekilde hissettiriyorlardı. "Ama ben özel olarak konuşmak istiyorum seninle."
Ve bu konuşma benimle ilgili değildi. "Seni dinliyorum," dedim. "Neler olduğunu merak ediyorum."
"Zamanlamam çok yanlış bunu biliyorum ama Asya, bir şeyler olduğunu fark eden tek kişi sendin yine. Zaten ben de bu konuyu senden başka kimseyle konuşamıyorum."
"Yani Vega'yla ilgili, doğru düşünüyorum."
"Doğru düşünüyorsun. Bir de seni çok özledim, bunu da biliyor musun?"
Can bu kadar net bir şekilde ifade etmeyi seçmezdi aslında duygularını. Beni özlediğini elbette ki biliyordum ama gözlerimin içine bakarak bunu söylemesi farklı bir şeydi. "Kendini bencil hissediyorsun ben bu durumdayken anlatacakların yüzünden," dediğimde bir baş sallamayla karşılık aldım ondan. Boş vermesini söyler gibi elimle bir işaret yaptım. "Hissetme. Zaten bütün gün yatıyorum. Seni dinlemekten başka yapacak bir işim yok. Ne oldu?"
Can, varacağı noktaya gelmeden önce bana ben uyuyorken olanların hızlı bir özetini geçti. Onun Vega'yı görmesi gerektiği fikrini ortaya atan kişinin Görkem olduğu bilgisi beni şaşırtmadı dersem yalan olurdu. Görkem her zaman Can'ı uyaran taraftı fakat mevzunun ucu bana dokunduğunda bunu yapmayı bırakmış, her yolun mübah olduğunu düşünmeye başlamıştı.
Bu Can'a nasıl hissettirmişti?
Dinlediklerime dayanacak olursam Görkem, bir kukla niyetine kullanmıştı Can'ı. İntikamına giden yolda ortaya onu atmıştı. Hatta kalbimin sürekli kırılan ve sürekli yeniden onarmayı denediğim köşesi, bunun bir vazgeçiş bile olabileceğini söylüyordu.
Görkem, Can'la inatlaşmaktan vazgeçmişti.
Bu bizim yararımıza mıydı yoksa zararımıza mı olacaktı henüz kestiremiyordum.
Vega'yla bir çatı katında olduğunu anlattı, aralarında geçen konuşmayı da özet bir şekilde aktardı ve en sonunda "Beni öptü," dedi Can. Tüm düşüncelerimi elinin tersiyle zihnimin kıyısından öylece itti. Şaşkınlıkla yerimden doğruldum. Vega'nın Can'ı öpmesine değil, Can'ın bunu söylerken kullandığı ses tonuna şaşırmıştım.
"Ne?"
"Öptü." Benim idrak edemediğim kadar o da inanamıyordu bizzat yaşadığı bu şeye. "Elimin altında gerektiği zaman kullanabileceğimiz bana olan aşkının itirafı ve beni öptüğü anın kaydı var."
Ama tüm bunlar önemsizdi.
"Zaten plan da buydu," dedi hızlı hızlı konuşarak. Bu benim tanıdığım Can değildi çünkü o en zor konuşmanın ortasındayken bile sesini her zaman kontrollü tutar ve telaşa kapılmazdı. "Zaten yerleştirdiğim kamera bunları kaydetsin diyeydi. Elimize koz geçirmek istemiştim zaten. Olması gereken buydu."
Bakışlarını bana değdiremedi, suçlu bir çocuk gibi başını önüne eğdi ve birdenbire yeterince battığını o da fark etmiş gibi öylece sustu. Kendisiyle hesaplaşıyordu. Bu hesaplaşmadan öyle korkmuştu ki gözümü açacağım anı beklemişti. Yalnız kalmaktansa benimle olmayı tercih etmişti.
"Böyle olmaması gerekiyordu." Nefesinin hızlandığını hissettim. Elini saçlarının arasına sertçe geçirirken başını iki yana salladı ama bakışlarını hâlâ inatla benden kaçırıyordu. "Asya, ben onun beni öpeceğini bilerek gittim oraya. Onun beni öpmesi bile benim planımın bir sonucuydu ama böyle olmaması gerekiyordu."
"Böyle hissetmemen mi gerekiyordu?"
O kelimelerle dans edebilirdi ama bu kez onlardan bile korkuyordu. His demek istememişti. Bunu benim söylemem gerekmişti. İki elini ensesinde kenetleyip gözlerini yere çevirdi. Derin bir nefes aldı. "Ne yapıyorum ben? Daha iyileşmeye başlamadın bile. Niye böyle yapıyorum ben?"
Çünkü göz ardı edilmişti.
Çünkü göz ardı edilen her insan böyle zamansız bir şekilde patlamak zorunda kalırdı. Kontrol edilemez, önüne geçilemez, o yoldan geri dönülemezdi.
Yanlış zamanda falan değildik. Asıl yanlış, Can bana bunları hiçbir zaman anlatmamış olsa yaşanırdı. O içine kapanıp kabuğuna çekildiğinde eğer müdahale edilmezse herkesten daha tehlikeli olabilirdi. Bunu onu büyüten hocası bile kabul ediyordu, lider dediğimiz adam da böyle düşünüyordu ve ben de her zaman Can'ın ince bir çizgide müthiş bir denge sağladığına inanırdım. Şimdi terazinin diğer kefesine Vega tarafından yük ekleniyor, Can hep kaçtığı o karanlık tarafa doğru sürükleniyordu.
"Hiçbir şey hissetmemeyi dilerdim," dedi içine düştüğü bu çukurdan sıyrılamayacağını anlayınca bütün gemileri yakarak. "Uyuyamadım Asya. Normal mi bu? Kafayı yiyeceğim. Bunca zaman her şeyi tıkır tıkır işledim, şimdi nasıl böyle olabilir?"
"Bir kadın seni nasıl mı değiştirebilir? İşte tam olarak böyle."
Yüzümdeki gülümseme anlayış doluydu. Can böyle bir çıkmaza düşmüşken onu çizginin dışına iten ben olmayacaktım. Zaten o da içten içe bunu bildiğinden önce benimle konuşmak istemişti. Bahsettiği kaydı zamanı geldiğinde hepimiz izleyecektik. O masanın etrafına toplanan herkes şok olacak, bir sürü yorum yapacaktı ve Can, en azından bir kişi onun yanında dursun istiyordu. Mevzu Vega olduğu zaman kimse Can'ın ne hissettiğine önem vermiyordu. Yalnızca oyunlar üzerine konuşuluyordu.
"Korktuğunuz başıma geliyor," dedi çaresizce. Gözlerinin dolduğunu fark ettim. "Bunu durduramıyorum. Onu düşünmeyi durduramıyorum."
"Diyelim ki elinde bir silah var," diyerek onu kendi kurmaca gerçekliğime çektim. Yoksa aklının içinde kaybolacaktı. "Vega, elindeki silahı bana doğrultmuş ve sen de bir silah tutuyorsun. O silahı kaldırıp tetiği çeker miydin?"
"Çekerdim," dedi şüphesiz. "Risk altındaysan gözümü kırpmam. Bunu sen de gördün."
Benim için Alfonso'yu vurmuştu. Son zamanlarda öyle çok şey olmuştu ki bunun üzerine bile konuşamamıştık. Can gördüğüm kadarıyla uzun zamandır aktif olarak sahada fazla görev alan birisi değildi, birini silahla yaralamış olması üzerine konuşulması gereken bir şeydi ama buna sıra gelmiyordu. Sıra bir türlü Can'a gelmiyordu, tıpkı bir zamanlar bana da gelmediği gibi.
"Peki," dediğimde gözlerini yeniden bana çevirdi. "Diyelim ki bu sefer silah benim elimde, namlunun ucunda Vega var ve onu vurmak üzereyim. Buna müdahale eder miydin?"
"Neden onu vurmak üzeresin?"
Bu aslında her şeyin cevabıydı. "Her gün birilerine silah doğrultmuyorum sonuçta, yapmıştır bir şeyler," dedim yine de.
"Ama ne yapmıştır?" diye sordu.
Tehlikede olan bensem, şüphesi yoktu. Vega'yı gözünü kırpmadan vururdu. Şayet tehlikede olan Vega'ysa verecek bir cevabı yoktu. Son çaresiyse eğer Can Vega'yı öldürebilirdi ama onun dışında ona zarar veremezdi. "Ben cevabımı aldım."
"Onu konuşturmayı onun ölmesine tercih ederim," dedi Can hemen.
"Onu konuşturmayı mı yoksa onunla konuşmayı mı?" diye sordum. "Bence bunu bir düşünmelisin."
Bir duvara çarpmış gibi duruldu. Bakışlarını benden çekip yere çevirdi ve içsel hesaplaşmasına ben yanındayken ama bensiz bir şekilde devam etti. Ona karşı bir şeyler hissettiğinin farkındaydı. Can, her şeyin farkındaydı ve bu farkındalıkların onun canını yakıyor olduğunu gördüm. Her şey çok fazlaydı. Kendini bir kafeste hissediyordu. Bu kafesin kapılarını Vega kapatmıştı, bu doğruydu ama o yardım istiyordu ve kimse onu görmüyordu. Üstelik o kafesin içinde yalnız değildi. Vega, kapıyı kendisi de içerideyken kilitlemişti.
Can neden anahtarın benim elimde olabileceğini düşünüyordu?
"Hata yapmak istemiyorum," dedi aklına hangi ihtimaller geldiyse içlerinden sıyrılıp çıkarak. "Yemin ederim doğru olanı yapmaya çalışıyorum. Asya, yemin ederim bizim iyiliğimiz için uğraşıyorum. Beni anlamayacaklar, bana bağıracaklar, onlar da benim delirmiş olduğumu sanacaklar. Sen bana inanıyor musun? Asya, lütfen bana biraz inanır mısın? Benim buna çok ihtiyacım var."
"Kendine inanmadığın için mi?" İyice köşeye sıkışmış olsa gerek bir cevap veremedi. Onun sorulara cevap veremiyor olması inanılır gibi değildi. "Kimse sana inanmazken intiharların birer cinayet olduğunu haykırıyordun sen. Karşında savcı vardı, bazen bizimkiler vardı, hatta sonra katil vardı. Kim haklı çıktı Can? Sen çıktın. Doğru olanın peşinde koştuğun için Piramit'e ulaştık biz. Lir'deki o gençlerin ölüp gitmesine engel oldun. Katille işbirliği yaparak sağladın bunu ama karşılığında hayat kurtardın." Bunları duymaya ihtiyacı vardı ve bu beni şaşkına çeviriyordu. Can, onu tanıdığım ilk haline benziyordu. Görkem'in ona özgüven katmak için sürekli çabalamasının nedenini artık daha iyi anlıyordum. Can bir kez battığı zaman o çukurdan kendini çıkarması zor oluyordu. "Can," dedim sesime bulaşan şaşkınlıkla birlikte. "Sen kötü bir insan değilsin, bunu biliyorsun değil mi? Deli de değilsin. Tanıdıklarımın içinde en aklı başında olma potansiyeline sahipsin çoğu zaman."
"Hayatım boyunca annemle babamın haksız olduklarını kanıtlamaya çalıştım," dedi gözlerini bana çevirmeden. "Ama bu, delilik Asya. Bunun mantıklı tek bir tarafı bile yok. Sonunda öngördükleri mi gerçekleşiyor? Ben gerçekten deliriyor muyum?"
"Sen sadece saçmalıyorsun," dedim rahat bir tavırla. Sakinliğim onun endişelerini süpürecek gibi görünüyordu. "Şöyle bir anlaşma yapalım. Her şeyin planların dahilinde gerçekleştiğini söylüyorsun. Beni her şeyden haberdar et ve ben de işlerin çığrından çıktığını düşünürsen seni durdurayım."
"İşler illa ki çığırından çıkacak," dedi başını iki yana sallayarak. "Önemli olan benim her şeye rağmen devam edebilmem. Çünkü bu şimdilik tek yol gibi görünüyor."
"Bu yolun sonunda seni kaybedeceksem o tek yolun girişini kapatır, sana sıkı sıkı sarılırım Can. Ben kazanmayı çok istiyorum ama zafer anında yanımda siz olmayacaksanız hiçbir şeyin önemi yok. Bunu her şeyini kaybetmiş biri olarak söylüyorum. Katilimin kafasına sıktım ben zamanında. O gün benden Mete'yi aldı. İnsan bazen değer mi diye sormalı, beni anlıyor musun? İntikam, savaş, oyunlar... Hepsi bir yere kadar. Hiçbir şey yanındaki insanlar kadar önemli değil."Ü
"Ben seni anlıyorum," dedi yavaşça. "Sen de beni anladın," dediğinde ise sesine birkaç renk gelmişti. "Bu konuşma aramızda kalsa olur mu? Bir süreliğine. Zaten zamanı gelince video kaydını hepiniz izleyeceksiniz."
"O zaman gelinceye kadar kurtlanmadan oturacağına söz verirsen ben de aramızda kalacağına söz veririm."
"Söz."
"Benden de söz o zaman."
Gülümsedi. Yorgun bir gülümseme olsa da içtendi. Diğerleri kapının önünde muhtemelen ne konuştuğumuzu merak etmekten çatlayacaklardı ama o kendini rahat hissedene kadar bunu asla bilemeyeceklerdi.
Can, odamdan çıkarken yalnızca bir dakika sonra içeri o an görmeyi beklemediğim eski bir arkadaşımın girmesiyle birlikte hafifçe doğruldum. "Hande?"
Narkotik Hande.
"Şu kapıdaki adamın ismi ne Allah aşkına? Galiba az önce aşık oldum Asya."
Bildiğimiz Hande. Hiç değişmemiş, değişmeyecek de.
Mete'nin sesine gülümserken Hande'ye bakıyordum. Onu en son Mete'nin cenazesinde görmüş olduğumu hesaba katınca yeniden karşılaşmanın bana daha fazla acı hissettireceğini düşünmüştüm ama içimde yalnızca özlemin kırıntıları vardı.
"Hangisi?" diye sordum gardımı kuşanarak.
"Ay içlerinden biri seninki onu biliyoruz herhalde." Saçlarını savururken elindeki papatyalarla dolu küçük vazoyu camın kenarına bıraktı ve yanıma doğru yürüdü. "Siyahlı değil, kıvırcık olan da değil. Kumral olan, duvara bakan. Kim kız o?"
Can'dan bahsediyordu.
Hande ölümden dönmüş arkadaşına geçmiş olsun ziyaretine geldiğinde kapıda gördüğü bir adama aşık olduğunu söyleyecek kadar ayran gönüllü birisiydi. Günde beş altı kez aşık olur, hepsinden de dünyada yaşadığı en büyük aşkmış gibi bahsederdi. Listesinin çoğunu yalnızca üç saniyeliğine gördüğü adamlar oluştururdu.
Uzun kahve saçlarını başının üzerinde bir topuz yapmıştı. Üzerinde polis üniforması vardı. Hızlıca gelip başucuma oturduğunda bu sabah makyaj yapmamış olduğunu fark ettim. Demek ki haberim onu gerçekten de etkilemişti. Çünkü onun evden makyajsız çıktığı bir dünyada kıyametin kopması gerekirdi.
Bir dönem Barış'ın ona gönlünü kaptırmış olmasını normal karşılıyordum. Hande flörtöz tavırlarıyla az buz kişiyi ağına düşürmemişti. İsmini söylediğim an yeni hedefine Can'ı koyacak gibi duruyordu.
"İyiyim Hande ya," dedim sırıtarak. "Ben de seni çok özlemişim. Ölüyordum falan ama bunlar normal zaten. Biz Can'dan konuşalım tabii."
"Hım..." dedi ellerini birbirine kavuşturarak. "Demek Can."
İkimiz birbirimize baktık ve aynı anda kahkaha attık.
Benim için çok korkmuştu ama bunun üzerine konuşmak istemiyordu belli ki. Kafamı dağıtmak için yanıma uğramış, beni görmek istemişti. Biraz sohbet ettik. Ona yalnızca karnımdan yaralandığımı anlattım. Zihnim o ana döndüğünde kırmızı alarmlar vermeye başladığından olayın nasıl gerçekleştiğine dair detay vermekten kaçındım.
Karşımda gözleri bile dolmadı. Kendini sıktı, beni mahvolmuş halde görmeye aldırmıyormuş gibi yaptı. 7 Şubat'tan sonraki günlerin birinde kulağıma tanıdığı en güçlü kadın olduğumu fısıldamıştı. Şimdi gücü içinden vakumla alınmış bu kadına her şeye rağmen hâlâ söylediklerinin arkasındaymış gibi baktı. Bu desteğini ölsem unutmayacağımı biliyordum. Onu görmek bana gerçekten iyi gelmişti.
Ayrılmadan önce yanağıma bir öpücük bıraktı ve aynı cümleyi, aynı sözcük dizimiyle tekrarladı. Kuruduğunu sandığım gözlerimde bir damla yaş kalmıştı, o yaş Hande odadan çıktığında aktı.
Odam bir saniye boş kalmadı. Onun gidişinin ardından kiracılarım olan Ceyhun, Kerem ve Berk dizildi karşıma. Sıra bekliyor olduklarını öğrendim. Ellerindeki saksıyı görünce ise gülme krizine girdim.
Geçenlerde konuştuğumuz olay sonucu ellerine geçen saksıydı bu. İçinde orkide vardı. Kaan sarhoş bir şekilde kapılarına dayandığı zaman o orkideyi ondan alıp ne yapacaklarını bilemeden salona koymuşlardı. Şimdi de solmaya yüz tutmuş bu orkide benim hastane odamdaydı.
"Aniden çıkmaya karar verdik, elimiz boş gelmek istemedik," dedi Kerem. "Tıp okurken insan yeni çiçek almaya bile vakit bulamıyor biliyor musun abla."
"Ama şeftalili meyve suyu da aldım ben," dedi Berk. "Karışık mı yoksa şeftalili mi alsam diye bayağı düşündüm. Cidden bayağı bu arada. On dakika rafın önünde dikilince reyonları düzenleyen kadın "Beyefendi, artık zahmet olmazsa bir karar verir misiniz?" diye sordu. Masmavi gözleri vardı. Gözlerinden birkaç ton koyu renk bir başörtü takıyordu. Ona seçtirdim. Baş tacım hastalanmış ona götüreceğim dedim. "Anneniz mi?" diye sordu. Ev sahibem dedim."
"Bütün yol boyunca A101 kasiyeri bu hanımefendiyi dinledik," dedi Ceyhun, gözlerini devirerek. "Masmavi gözleri varmış, ne yapayım? Senin ela gözlerini tercih ederim açıkçası Asya."
Hâlâ bana yürüyordu. İstikrarını takdir ediyordum. Bir yandan da soruları olduğunu hissediyordum. Meslektaşımdı, içlerinde en çok o neler olduğunu merak ediyor olmalıydı ama sormadı.
Belki de soramadı demeliydim çünkü bir anda içeri Görkem daldı. Ceyhun'la telefonda yaşadıkları küçük sürtüşmeyi hatırlar hatırlamaz neden geldiğini anladım. Üstelik geldiği zaman diğerleri ona bir şey söylemesi için bakarken o sadece içeri doğru yürüdü, bana bir kez gülümsedi ve odanın en köşesine geçip kollarını bağlayarak bir nöbetçi gibi dikildi.
"Ay ona aldırmayın," dedim gülerek. "Kıskanıyor beni. Ne yapsın, çok güzelim."
"Ona şüphe yok," dedi Ceyhun imalı bir gülümsemeyle.
"Çok güzelsin ablam benim," dedi Kerem abartılı bir şekilde.
"Jale Hanım da çok güzeldi," eklemesini yapansa Berk'ti.
Herkes farklı telden çalıyordu, ne güzeldi. En azından eğlenmemi sağlıyorlardı.
Görkem gözlerini cam kenarındaki çiçeklere çevirdiğinde önce sarı lalelere ardından papatyalara baktı ama orkideye gelince uzun bir süre duraksadı. "Lan," dedi sonra bir anda celallenerek. "Bu düşündüğüm şey değil herhalde."
Tam olarak öyleydi. Dudaklarımı birbirine bastırdım. O hâlâ sorgular bakışlarla diğerlerine bakarken ilk pısan Kerem oldu. "Beni az döv," diyerek gözlüğünü burnuna doğru itti. "Ben tıp okuyorum, ellerim her şeyim abi."
Herhalde Berk de kendini bu tablodan çıkarmak istemiş olacak ki "Ceyhun'un fikriydi," dedi anında. "Benim işim gücüm olmaz çiçekle böcekle. Şeftalili meyve suyu aldım ben marketten. Bir kadın bana yardımcı oldu. Masmaviydi gözleri."
Görkem tek kaşını kaldırarak yüzünü Ceyhun'a çevirirken Ceyhun "Eski sevgililerden daha önemli meseleleriniz var gibi," dedi ciddi bir şekilde Görkem'e bakarak. "Sana telefon numaramı versem olur mu? Yardım lazım olursa belki aramak istersin. Elimden geleni yaparım."
Onun bu profesyonel duruşu karşısında Görkem'in saman alevi gibi yükselen öfkesi küllenmiş olmalıydı. Sakince telefon numarasını aldı. Ceyhun'a dikkatle baktı. Sonra yine sinirlenerek "Lan bu çiçeği buraya getirirken ne düşünüyordunuz?" diye sordu.
"Bu adamda ne bulduğunu anlamadım doğrusu," dedi Ceyhun düz bir sesle. Onu sinir etmekten keyif alıyordu. İçten içe kahkahalar attığına bile emindim.
"Ne bileyim," dedim karşılığında. "Boşluğuma geldi herhalde."
Çocuklar güldüler, Görkem gülmedi. Saksıdaki orkideyle kişisel problemleri vardı, gözlerini ona dikmişti. "Benim asabımı daha fazla bozmayın," dedi. "Hasta ziyaretinin kısa olanı makbuldür. Çiçeği de ya edebinizle alın götürün ya da ben gö-"
"Görkemciğim..." diyerek onu böldüğümde sahte bir samimiyet maskesini yüzüme geçirmiştim. Gülüşüm yüzünü buruşturmasına sebep oldu. "Kiracılarımla düzgün konuşur musun canım?"
"Kiracıların hayatlarının geri kalanında pipetle beslenmek istemiyorlarsa sarhoş eski sevgilinin senin eski evinin kapısına bıraktığı çiçeği alıp buraya getirmemeleri gerektiğini bilmelilerdi diye düşünüyorum, canım."
"Çok abarttın abi ya," dedi Kerem. "Ben öğrenciyim, param yoktu."
"Elin boş gelseydin abim, daha mantıklı olmaz mıydı?"
"Yok," dedi Berk. "El boş gelinmez. Şeftalili meyve suyu alsaydın başın belaya girmezdi."
"Bir şeye ihtiyacın olursa bana yaz, Asya," dedi diğerlerine göre fazlasıyla ağır abi kalan Ceyhun.
"Bir şeye ihtiyacı olursa ben buradayım," dedi Görkem, eliyle onları kışkışlar gibi bir hareket yaparak. "Gözümün önünden kaybolsanıza artık ya."
"Gidiyoruz," dedi Kerem, küsmüş gibi yaparak.
"Eve çok acil meyve suyu almamız lazım," dedi Berk. "Jale Hanım'ın mesaisi daha bitmemiştir umarım, en güzel meyve suyu ondan sorulur."
"Hey Allah'ım..." diye hayıflandı Ceyhun. Onu Arda ve Can'la uğraşan Kaya'ya benzettim. Ev ortamlarında bizimkileri aratmıyor olmalılardı.
"Berk," dedim. "Kızla flört etmeye kalkarsan hangi hamburgercide çalıştığını sıkıştır laf arasına. Eğer senden hoşlanırsa geçerken uğradım bahanesiyle mutlaka yolu o tarafa düşer. Mekânın belli olsun."
"Vayy, taktik. Aklına başka şey gelirse bana mesaj atabilir misin? Hatta bir kağıda yazıp elime versen bile olur biliyor musun abla? Unuturum çünkü kesin. Kalem var mı kalem? En kötü ihtimalle avucumdan okurum diye düşündüm."
"Bu salağı yıllardır tanıyorum, ilk defa böyle davrandığını gördüm," dedi Kerem.
"Bence biz meyve suyunu üçümüz birlikte alalım." Ceyhun, ortaya attığı fikir çok mantıklıymış gibi kendi kendini onayladı. "Bu salak bayılacak gibi. Sen tıbbi müdahalesini yaparsın, ben de olay yeri raporunu tutarım. Sonra sırtlar eve götürürüz diyorum, nasıl fikir?"
"Ben sizi sırtlayıp camdan fırlatacağım şimdi," dedi Görkem. "Biraz daha kalırsanız çiçeğin yapraklarını teker teker yiyeceksiniz, haberiniz yok."
"Ben senden korkuyorum ya." Kerem, yürüyüp Ceyhun'un arkasına saklandı. "Zaten Ceyho'ya da sürekli dik dik bakışlar atıyorsun. İnan bana, o iyi bir insan. Sadece şaka yapıyor."
"Yok," dedi Ceyhun canına susamış gibi. "Hoşlanıyorum Asya'dan."
Görkem derin, çok derin bir nefes aldığında Ceyhun kendini tutamayıp gülmeye başladı. Ben de güldüm ama bu kez canım acıdı. Elimi refleksle karnıma koyup yüzümü buruşturunca doktorların bahsettiği nefes egzersizlerini yapmam gerektiğini anladım çünkü hâlâ içime çektiğim her solukta canım yanıyordu. "İyi misin?" diye sordu Kerem ciddi bir şekilde. "Biraz yatağının başını kaldıralım, istersen hafif soluna doğru dön."
Görkem'in öfkesi de buhar olup uçtuğunda bana doğru bir adım atmıştı. Herkesin endişeleri yüzlerinden okunuyordu. Hayatımın hiçbir döneminde bir gün canımı yakan havayla bile savaşabilecek bu kadar insanla çevreleneceğimi düşünmezdim. Herhalde Asya Yağmur Tunçbilek, ilk kez bu kadar çok kişi tarafından önemseniyordu.
Ama içlerinde Mete yoktu. Gördüğüm rüyalarda vardı, kulağımda sesi vardı, hayali bir elin omzumda izi vardı. Mete yokken bile vardı. Onu çok özlediğim için onun yanına gitmekte bir sakınca görmemiş olmamı normal buluyordum. Bizi kavuşturacak ölümü gülerek karşılamıştım ben. Çünkü ilk kez bu kadar çok kişi tarafından önemseniyordum ama bu kadar önemsenişim ilk değildi. Mete, benim hep üzerime titrerdi.
Galiba ağlayacaktım. Artık ağlamak istemiyordum. Kendimi güçsüz hissettiğim dönemin sona ermesini, son zamanlardaki mutluluğumu yeniden yaşamayı istiyordum. Bu hastane yatağındayken mümkün olacağa benzemiyordu.
"İyiyim." Canımın yanıyor olması benim zayıf noktamdı. Bunu belli etmemem gerekiyordu. Kendimi korumam gerekiyordu. "Problem yok, öyle bakmayın."
"Ben hiç kurşunla vurulmadım," dedi Ceyhun. Sesinde bir muziplik sezdiğimde konuyu değiştirmek için bir şeyler yapacağını anladım. "Beni vuran senin gözlerindi."
"Lan!"
Bütün bakışlar Görkem ve Ceyhun ikilisine dönerken ben gözlerimi yavaşça yumup açarak Ceyhun'a minnetle baktım. "Neyse, biz artık gidelim," diye devam etti. "Asya'mıza iyi bak."
"Gözüm seni uzun bir süre görmesin, eşşek seni." Eşek kelimesini öyle bir dile getirmişti ki bu kıkırdamama sebep oldu. Güldükçe karnım kasılıyordu ve bu canımı çok fazla yakıyordu. Karnıma saplanan sancı öyle şiddetli oldu ki bir daha gülmek bile istemedim.
Diğerleriyle vedalaştıktan sonra Görkem'in ilk yaptığı şey, orkide saksısını kucağına almak oldu. Ayakta dikilirken bana çevirdi yüzünü. "İstediğin bütün çiçekleri sana alırım, sen iste bu odayı çiçek bahçesine çeviririm ama bu, burada kalmayacak bebeğim. Varlığı çileden çıkmama sebep oluyor."
"Bir çiçeğe bu kadar çileden çıkman normal mi ki sevgilim?"
"Eski sevgilinin senin için aldığı bir çiçek!"
"Hâlâ bir sorun göremiyorum."
"Sen benimle dalga mı geçiyorsun?" Dudaklarım iki yana kıvrıldığında acımı görmezden gelmeyi başarabildim. Kıpkırmızı ve uykusuzluktan şişmiş gözleri, çenesindeki kabartı şeklindeki yanık izi ve uzayan sakallarıyla bile gözüme güzel görünüyordu. Üzerine yaşadığı kıskançlık krizi eklenince onunla uğraşmadan edemeyecektim. "Dalga geçiyorsun," dedi bunu yeni anladığı için alçalan sesiyle. "Neden, sabrımı sınamak için mi?"
"Kolunun altına sıkıştırdığın orkide saksısıyla komik görünüyorsun."
"Bu halim sana komik geliyor öyle mi?"
"Geliyor," dedim. "Bunun için ne yapacaksın?"
Saksıyı sertçe arkasına bırakıp hızlıca yanıma geldi. "Seni öpmemi istediğinde bunu bana doğrudan söyle." Bana doğru eğildiği için verdiği sert nefes yüzüme çarptı. Gözlerindeki karanlığı gördüm. Ceyhun'a ayrı Kaan'a ayrı kurulmuştu. Kıskançlıktan deliriyordu ve bir hastane yatağında saçı başı dağılmış, ağlamaktan ağzı yüzü kaymış haldeki bana karşı büyük bir arzu duyuyordu. "Ve seni öpmeden önce, bana benimle olduğunu söyle."
"Hım..." Dilimi kuruyan dudaklarımı ıslatmak için kullandığımda gözlerini kıstı. Sert yutkunuşunun adem elmasını nasıl sarstığını izledim. "Alt tarafı bir çiçek... Bu kadar gerilmene anlam veremiyorum hiç."
"Kaşınıyorsun." Güldüm çünkü doğruydu. Delirsin diye yapıyordum. "Doğrulmaya çalışma, ben üzerine eğilirim." Avucunu karnımın dikişsiz olan tarafına dikkatle yerleştirdi. Beni yatmaya devam etmem için yatağa bastırırken dudaklarını bana doğru yaklaştırdı. Burnunun ucu benimkine değdiğinde gözlerimi kapattım. "Çok seviyorum," diye fısıldadı dudaklarımın üzerine. Bir küçük öpücüğün ardından minik bir nefes boşluğu bıraktı. "Çok özledim."
Elimi kaldırıp yüzüne yerleştirdim ve onu daha fazla kendime çektim. Nefes almaya ihtiyacım yoktu, nefesim olmasına ihtiyacım vardı. Bir kez daha dudaklarımız birleştiğinde yine küçük bir öpücük verdi bana. "Hiçbir şey," dedi. Dudaklarını sertçe çeneme bastırdı. "Hiçbir şey," dedi tekrar. Alt dudağımı kavrayıp bıraktı. "Seni benden alamaz." Ben nefesim kesile kesile gözlerimi aralarken o dudaklarıma yapıştı. Öpüşünün şiddeti yüzünden yanağındaki elimi ensesine kaydırdım ve saçlarına asıldım. Soluk soluğa geri çekildi. "Sen benimlesin." Yanağımı öptü. "Benimlesin bebeğim. Kimse bunu değiştiremez." Eli boynuma doğru gittiğinde nabzıma dokundu. "Kalbinin benim için attığını söyledin." Avucumu tutup kalbine bastırdı. "Senin için atıyor. Biz, birbirimize aidiz." Başımı onu onaylamak için salladığımda baş ve işaret parmağını iki farklı yanağıma yerleştirip dudaklarımın öne doğru büzülmesini sağladı ve beni ikimiz de nefessiz kalana kadar öptü.
Deli gibi kıskanıyordu. Geçmişimi bir sorun olarak karşıma çıkartmamıştı, önceki ilişkimi yüzüme vuracak bir şey yapmamıştı ama Görkem onun adının baş harfini bile duysa delirme aşamasına geliyordu. İsmimin yanında başka bir ismin gölgesine bile tahammülü yoktu.
Ona karşı beslediğim tüm duygular içimi sele boğarken "Görkem," dedim yoğunlaşan bir sesle. "Hiçbir şey sana aksini düşündürmesin. Seninleyim, benimlesin, her zaman biz olacağız."
"Biliyorum." Solukları öyle sıktı ki kontrolünü kaybetmek üzere olduğunu hissediyordum. Yüzümü daha sert kavradığında sızlayan dudaklarıma dikti gözlerini. İç geçirirken zorlukla bakışları yüzüme tırmandı ve sertçe yutkundu. "Biliyorum ama yine de çıldıracak gibi oluyorum. Bir yerlerde sarhoşken seni düşünen bir herifin olması beni delirtiyor. Senden küçük kiracının sana asılması kafayı yedirtiyor. Çünkü çok güzelsin amına koyayım. Karşına çıkan herkesi büyülüyorsun. Beni öldürecektin, Yağmur. Adını sayıklaya sayıklaya aşkımdan geberip gidecektim. Ben ulan, Görkem Duman. Ne hale getirdin beni sen?"
Ona bir şeyler söylemek yerine yakasını kavrayıp hızlıca üzerime doğru çektim bedenini. Avucunu yüzümün yanından yatağa bastırarak beni kafesledi. Biraz daha gücüm olsaydı doğrulurdum, onu daha fazla kendime çeker ve daha fazla öperdim ama aldığım her nefes canımı yaktığından buna yalnızca birkaç saniye devam edebildim. Ben yorulunca dili dudaklarıma sataştı. Çenemi parmaklarının arasına sıkıştırıp aşağı doğru çekerek beni ağzımı açmam için yönlendirdi ve sonra nefesi nefesime karıştı. Dudaklarımın arasına nefesini yolladığında bu hava doğrudan akciğerlerimi şişirmiş gibiydi. Bir kez daha yaptı. Sonra beni yine öptü ve yavaşça geri çekildi.
Bunu yapmak, ona beni ikinci kez hayata döndürdüğünü hissettirmiş olmalıydı.
Beni hayata döndürdüğü doğruydu fakat bunun sayısının ikiden fazla olduğuna oldukça emindim.
"Görkem," dedim sesim güçlükle çıkarken. Göğsüm hızlı hızlı şişip iniyor, içime çekebildiğim her solukta kokusu burnuma doluyordu. "Evlen benimle." Duymayı beklediği şey bu olmadığı için gözleri kocaman açıldı ama ben çok emindim. "Bir gün ölürken içimde seninle ilgili bir şey kalsın istemiyorum. Seni sonuna kadar doya doya yaşamak istiyorum ben. Yap planını, en kısa zamanda evlen benimle."
"Teklifi nasıl yapsam diye on sekiz farklı fikri tek tek değerlendirirken teklif alan tarafın ben olacağımı hiç hesaba katmamıştım." Yüzüne apaydınlık bir gülümseme yerleştiğinde bana çok derin bir sevgiyle baktı. "Seninle ilgili hiçbir şeyi aceleye getirmek istemiyorum. Şimdilik hiçbir şey düşünme ve iyileşmeye bak olur mu? Biz her koşulda evleneceğiz zaten. Bana bırak orasını."
Gülümsediğimde gülümsedi.
Günün kalanı benim için çok yoğun geçti. Bir polis vurulduğu zaman kırmızı alarm verilir, bu olay uzun bir süre karakola damga vururdu. Yine öyle olmuştu. Tanıdığım tanımadığım kim varsa duyan geliyor, geçmiş olsun dileklerini iletiyor, gelemeyen de kart ya da çiçek yolluyor ve odam giderek çiçek bahçesine dönüyordu. Birkaç saat önce Necip Amir uğramıştı. İlk defa bu kadar yaşlı görünüyordu, o da çok fazla üzülmüştü ve bu üzüntüsü samimiydi. Herhalde ilk kez ondan bu kadar değer gördüğümü hissetmiştim. O yanımdan ayrıldıktan sonra Muhip gelmişti ve diğer memurlara nazaran daha fazla yanımda kalmıştı. Onu giderek daha fazla seviyordum. Görkem'in bizimkilerden sonra sahip olduğu en kıymetli arkadaşlarından biriydi.
Bir ara bir telefon geldi, Görkem o telefon geldiğinden beri ortalıkta değildi. Başıma nöbetçi olarak Barış dikilmişti. Her şeye koşturuyor, her isteğimi yerine getiriyor, bazen gözünü bile kırpmadan yüzüme bakıyordu. Ağrılarım devam ettikçe çaresizliği de arttı. En sonunda uyku bastırdığında ise Barış'ın burada olmasının verdiği güvenle kendimi uykunun kollarına bıraktım.
Ne kadar geçmişti bilmiyordum ama başımda bir hareketlilik hissederek uyandım. Odanın içi şekerli bir parfüm kokuyordu. Eylül'ün parfümü olmadığına emindim, Bahar'ınki de değildi ama koku fazla dibimden geliyordu. Gözlerimi çok hafif aralarken tedirgindim. Başımda yabancı bir kadının olduğunu görünce uyandığımın farkında olmadığını anladım. Serumumun kablosuna dokunuyordu. Parmaklarının arasına sıkıştırdığı kabloya ne yapıyordu anlamıyordum ama hemşire ya da doktor olmadığı kesindi.
Kalbim hızlı hızlı atmaya başladı ve ben de bir o kadar hızlı düşündüm. Boynundan sarkan renkli fular, yatağımın yan kısmına sürtünüyordu çünkü kadın hafif üstüme eğilmiş durumdaydı. Barış ya da Görkem neredeydi? Umursamadım. Kendimi korumak zorundaydım.
Fuların iki ucunu tuttuğum gibi kadının bedenini kendime doğru çektim. Başı, yüzüme yaklaştı. Eğer yapabilseydim bu noktada ona kafa atardım ama bunu yapamayacağım için fuların boynundan sarkan kısmını yumruğuma dolayarak kadının boynundaki bağı nefes alamayacağı kadar sıktım. Bu sırada da "Sen kimsin?" diye sordum çatlak bir sesle.
Boğazını sıktığım kadın neye uğradığını şaşırmış durumdaydı. Gözlerini kocaman açmış, yargılayıcı bir tavırla üzerime dikmişti. Hâlâ parmaklarının arasında serum kablosunu tutuyordu. "Bana ne yaptın?" diye sorarken fularına daha fazla asıldım. Yüzü birazdan morarmaya başlayacaktı. Şoktan sıyrılıp iki elini de boynuna götürdü ve boş bir çabayla kumaşı gevşetmeye çalıştı.
Zorlukla dudaklarını aralayabildiğinde "Ben Görkem'in annesiyim," dedi. Fuları ateşe değmiş gibi hızla bıraktım. Bunu yaşamaktansa birilerinin başımdan aşağı bir kova kaynar su dökmüş olmalarını tercih ederdim.
Görkem'in annesiyle ilk tanışmamız, onun boğazını sıkmamla birlikte gerçekleşmişti.
"Çok affedersiniz," dedim inanılmaz büyük bir utançla. "Oğlunuzun bana yaptığının intikamını aldım gibi oldu. Çok özür dilerim. Fazla ironik."
Bir kez öksürüp asil bir tavırla fularını düzeltirken onun yüzünü incelemeye başladım. Görkem annesine hiç benzemiyordu. İsminin Nevin olduğunu bildiğim bu kadının aralarına griler düşmüş sarı saçları vardı. Boyaydı, bu belli oluyordu. Orijinal renginin koyu olduğunu tahmin ettim. Cildi fazla kırışık değildi. Yaşından oldukça genç görünüyordu. Küçük bir yüzü, yüzüne nazaran büyük yanakları vardı. O ince dudaklarını birbirine bastırırken boynuna bıraktığım kızarıklığa değdi gözlerim. Utanarak bakışlarımı kaçırdım.
Üzerindeki dökümlü beyaz bluzun yakasını düzelttikten sonra ceketinin kumaşında gezdirdi ellerini. Bordo fularını da boynuna düzgünce bağlamıştı yeniden. Onun öğretmen olduğunu bilmesem de onun bir öğretmen olduğunu söylerdim. Bakışları, duruşu, yüz ifadesi... Hepsi bana lise yıllarımı anımsatmıştı.
"Böyle bir tanışma beklemiyordum," dedi müthiş bir diksiyonla. "Hastanede tanışmayı da beklemiyordum ama sen hastaneye düşmesen benim senden haberim bile olmayacakmış. Görüyorsun ya, oğlum hiçbir şey saklamaz annesinden."
"Neden serum kablosuna dokunuyordunuz?" diye sordum ben de en az onun kadar şok içindeyken.
"Yamuk duruyordu, şurası kıvrıktı." Başını iki yana salladı. "Ondan önce de saksılarını hizaladım. Dağınık bırakmışlar hep."
Görkem'e fiziksel olarak pek benzetemediğim bu kadının Görkem'in annesi olduğundan emin olduğum andaydık. "Teşekkürler," dedim başka ne diyebileceğimi bilmediğim için.
"Gözünün altına kirpik düşmüş, alayım mı?"
Almazsa bunu ne kadar kafasına takacağını oğlu sayesinde gayet iyi biliyordum. "Tabii..."
Bakımlı tırnakları yüzüme değdi, ardından tek kirpiği tutup yüzümden çekti ve parmaklarının arasına sıkıştırdı. "Dilek tut."
"Efendim?"
"Bir dilek tut, Asya. Kabul olup olmayacağına bakalım."
"Benim dileklerimin kabul olmamak gibi bir huyu vardır Nevin Hanım," dedim buruk bir gülümsemeyle. "Dilerseniz hiç uğraşmayın o yüzden."
"Peki Depresyon Hanım." Parmaklarının arasında tuttuğu kirpiğime üfleyerek onun yere düşmesini sağladıktan sonra yine bana döndü. "Hangi büyü bu kızım?"
"Hım?"
"Oğlum sana hangi büyüyü yapmış? Benimkine nasıl aşık olmuş olabilirsin çok merak ediyorum doğrusu."
İyi olup olmadığımla pek de ilgilenmiyordu belli ki. Gülümsedim. "Ben de anlayamadım. Öylece oldu."
Onun annesiyle konuşuyor olmak kendimi çok tuhaf hissetmeme yol açıyordu. "Mahvoldu çocuk," dedi kırışan alnıyla birlikte. "Ölüyor sandım. Ne yaptın sen bu çocuğa böyle?" Ben bir cevap veremeden "Kendinde değildi hiç," diye devam etti. Sesinde azarlar bir ton vardı. "Çok fazla kaybetti kontrolünü. Biraz bile soğukkanlı kalamadı. Abisi başından ayrılamadı korkudan. Hiç Egemen'e benzemiyor Görkem bu konuda. Direkt yakmış gemilerini."
Bu konu diye bahsettiği şey, benim ölümden dönmemdi. Beni deli gibi seven adam, ben hayatta kalma savaşı verirken soğukkanlı kalamadığı için annesinin gözünden düşmüşe benziyordu. "Size başıma gelen şeyin ciddiyetini anlattılar mı Nevin Hanım?" diye sordum şaşkın bir şekilde. "Görkem'in nasıl davranmasını bekliyordunuz ki?"
"Kaya'nın omzunda kriz geçirmesini beklemiyordum mesela," dedi ciddi bir sesle. Sözlerinde otoriter tavrının izleri vardı. "Diğerlerini toplayan taraf olması gerekirken dağıtan taraftı. Bazen bazılarımızın üzülmeye bile lüksü yoktur Asya. Ayakta kalmak zorunda olduğu bir anda yerden toplamaya çalıştılar oğlumu benim."
"Duran bir kalbi attırdı sizin oğlunuz." Öyle şaşkındım ki ayaklarım karıncalanıyordu. "Ve bu mecaz falan değil, gerçek. Ben ölüyordum, Nevin Hanım. Bir yerlerde suçlanacak birisi varsa o kişinin Görkem olmadığına çok eminim."
"Tabii ki onu suçlamıyorum," dedi ama bana pek de öyle hissettirmemişti. "Sadece bu kadarını beklemiyordum. Beni anla Asya, Görkem'in bu halini hepimiz ilk defa gördük. Afalladık tabii haliyle. Sen şimdi iyi misin kızım? Boğazımı sıkmayacaksan düzgünce tanışalım."
"Tekrardan kusura bakmayın."
"Oğlunun yaptığının intikamı derken neyi kastettin?"
Onu ilk gördüğüm anı hatırladığım zaman içim kıpır kıpır oluyordu artık. Halbuki o gün, benim için herhangi biriydi Görkem. Kapıma dayanmış olması ya da boğazımı sıkması hiçbir şey ifade etmiyordu. Ben biri gelip beni öldürmek istediğinde sesimi çıkartmayacak durumdaydım. Öyle çok şey değişmişti ki, Analizciler öyle çok şeyi değiştirmişlerdi ki bunları düşünmek bana biraz da olsa umut veriyordu.
Görkem'in annesine onunla nasıl tanıştığımızı gülerek anlattığımda kadıncağızın yaşadığı şok üçe beşe katlanarak arttı. Yargılayıcı bakışlarını yolluyor, benim aşırı derecede eğlendiğim bu hikâyeye o dehşete düşmüş tepkiler veriyordu. "Sonra bileklerimi yakalayıp yüzümü duvara çevirmemi sağladı," dedim. "Ben de ona sol gözündeki kirpiklerin sağdakilerden fazla olduğu gibi kendi hakkında bile bilmediği detaylar verdim. İlk görüşte aşık oldu bence bana. Gerçi daha önce de görmüş o beni. Öyle işte."
"Söylemeden geçemeyeceğim, çok güzelsin Maşallah. Ve seni temin ederim ki ben benim oğlumu bir kadının evini bassın diye büyütmedim. Ama Görkem hep uçarıydı, küçükken de sözümü dinlemezdi benim."
"Sizde fotoğrafları duruyorsa bir gün bakmayı çok isterim." İkimizin takıldığı yerler birbirinden apayrıydı. Ben Görkem hakkında biraz daha fazla şey öğrenebilecek olmanın heyecanını ve onun ailesini tanımanın gerginliğini yaşıyorken Nevin Hanım bana ileri derecede gelen mükemmelliyetçiliğini konuşturuyor, devamlı Görkem'i yadırgıyordu. Bu bile Görkem'i daha iyi tanımamı sağlıyordu.
Gerekli gereksiz her konuda Egemen abinin adını geçiriyor, belki bunu bilinçsizce yapıyordu ama sürekli onu ve Görkem'i kıyaslıyordu. Yanımda kaldığı süre boyunca değişen pek bir şey olmadı. Gözlemlediğim bir diğer detay da ara sıra işaret ve baş parmağını birbirine sürttüğüydü. Bu onun tiki gibi bir şeydi sanırım.
Dumanlar şaşırtmıyordu.
O çıkmadan önce Arif Ahmet amca da uğradı odaya. İkisinin karşısında tek başıma olmak beni fazlasıyla gererken Arif amca ortamı yumuşatmak amacıyla "Nasılmış gelinim," diye sorduğunda bu beni rahatlatmak yerine daha da gerdi.
"İyiyim," dedim ağrılarıma rağmen. "Herhalde yarın taburcu olurum artık. Evime dönmek istiyorum."
"Acele etme." Bana doğru yaklaşırken gözleri önce eşine değdi bir destek bekler gibi, Nevin Hanım konuşmadığında ise bana çevirdi yüzünü yine. "Müşaade altında tutulman gerekiyorsa biraz daha kalırsın babacığım. Sık dişini. Canın mı sıkılıyor yoksa senin? Benim oğlan nereye kaybolmuş? Çekeyim kulağını, ayrılmasın başından."
"Bilmiyorum ki ben de."
"İşi vardır Ahmet," dedi Nevin Hanım. "Klasik Görkem işte."
Arif amcaya ikinci ismiyle sesleniyordu.
Egemen abi Bige ablaya, Görkem de bana aynısını yapıyordu.
Tek bir cümleyle bütün taşların yerine oturduğunu hissettim.
"Görkem gittiyse vardır bir bildiği," dedi Arif amca şüphe barındırmayan bir sesle. Ona öyle çok güveniyordu ki bu duruşundan bile anlaşılıyordu.
"Başına bela açmıyor olsa bari," dedi Nevin Hanım.
"O kadarını bilemem." Eşine büyük bir sevgiyle baktı. "Ama sapasağlam geri dönecektir, bunu bilirim."
"Beni korkutmayın, bir delilik yapmayacak değil mi?"
"İnan bilmiyorum ben de ama karakola uğradığını düşünüyorum kızım. Uzun oğlan az önce kapıda Kaya'yla konuşuyordu. Kulak misafiri oldum, telsiz sesleri duyduğuma eminim. Görkem neredeyse Kaya oradadır. Yani yüksek ihtimalle karakoldalardır."
İyi bir dönerci olduğu kadar iyi bir Analizciydi de.
"Bir gelişme mi olmuş?" dedim yerimden doğrulmaya çalışarak. Hareket edişim bile ağrımı tetiklediğinden sertçe yutkunup krampların geçmesini bekledim.
"Arama istersen şimdi," dedi Nevin Hanım. "Görkem bir şeye odaklanmışken bölünmeyi hiç sevmez. O işi bitince yanına gelir zaten. Yine de Egemen'i arayıp bir konuşsam mı ben acaba? Eli kardeşinin üzerinde olsun, güvenemiyorum çünkü pek."
"Şimdi konuşmayayım konuşmayayım diyorum ama illa ağzımı açtıracaksın karıcığım." Arif amca başını iki yana sallarken bakışlarını da eşine döndürmüştü. "Raydan çıkmış bir Görkem, üzerindeki eli meli dinlemez alır yedirir abisine. O durmak istemezse ne yaparsan yap Görkem'i durduramazsın."
Bu adam hep haklı haklı konuşuyor Yağmur.
Gülümsedim.
Arif amca gülüşümü izlerken keyiflenmiş gibi sırıttı. Ardından gözleri dalmış gibi bir ifadeyle yüzüme çizilen tebessümü izledi. Nedense o an, ben bir daha gülmezsem oğlunu kaybedeceğini düşündüğünü hissettim. O an bana Görkem'in her şeyiymişim gibi baktı. "Ama sen," dedi. "Sen istisnasın. Bir dünya adam çevireyim yoldan, önüne çıkalım Görkem'in, Görkem yine yürür. Sen bu ela gözlerini bir kez süz, oğluma döndür, diz çöker Görkem, sürünür. Boşuna dememişler boynumuz yiğit boynudur, bükerse sevda büker."
Son cümleyi Nevin Hanım'ın gözlerinin içine bakarak kurduğunda Nevin Hanım yirmili yaşlarına henüz basmamış bir genç kız gibi kızarmaya başladı. Başını hafifçe eğdi ve utancı yüzünden gözüme tatlı geldi. Arif amca bana dönüp göz kırptığında ikisi arasında gerçekleşen bir flörtleşmeye tanık olmak kalbimin yanına bir şömine yerleştirmişti. Demek ki gerçek aşk böyleydi. Gerçek aşk, ölmeyen bir şeydi.
"Sevdasına sahip çıksın yiğitler," dedi Nevin Hanım, yeniden kararlı bir şekilde başını kaldırarak. "Canımız isterse olmayanı oldururuz. Canımız isterse sevmeyi bilmeyene öğretiriz. Yine canımız isterse bir erkek çocuğunu adam etmesini biliriz ama yiğit de yerini biliversin. Biz kadınlar, siz erkeklerin her cefasını çekmek zorunda değiliz."
"Gülüm," dedi Arif amca. "Ben ne yaptım şimdi?"
"Aynı kendin gibi çocuklar yetiştirdin." Nevin Hanım, yılların kinini içinde tutuyordu. Artık kesinlikle emindim. Benim verdiğim savaşı benden yıllar yıllar önce Arif amcaya karşı kendisi vermişti. "Ben Görkem'i doğurmaya diye girdiğimde sen bayılmıştın Ahmet. Hayır, ben de bir türlü doğuramadım zaten. Uğraştırdı da uğraştırdı. Sancılı sancılı kıvranırken seni ayılttılar mı diye düşünmek zorunda kalmıştım bir de. Al işte, armut dibine! Kız hastanede, Görkem nerede? İşi vardır. İşi yoksa? Sakinleştirici verip başka bir odaya almışlardır. Aynı ilgi üzerinizde olsun diye kendini yerlere atan küçük çocuklar gibisiniz ikiniz de."
Bu onun mizah şekliydi. Müstakbel kayınvalidem beni güldürmeye çalışıyordu.
"Görkem'in doğumu biraz sıkıntılı olmuştu Asya," dedi Arif amca kendini açıklama derdine girerek. "Durduk yere bayılmadım. Karımı karşılayan doktorların suratını bir görseydin... Zaten panikten deliriyordum, bebeğe bir şey oldu sandım. Yanımda da yavrum Egemen, küçücük, neye uğradığını şaşırmış. Sonra ben küt. Öyle işte."
"Söve söve doğurdum," dedi Nevin Hanım. "Ki hiç sevmem kaba sözleri."
"Tabii," dedi Arif amca. "Hiç sevmezsin."
"Sevmem tabii."
"Hıhı, evet." Gözüme bu kadar tatlı gelmeleri bir şaka olmalıydı. Bir gün Görkem'le böyle olabilecek miydik merak ediyordum. Gerçi biz, muhtemelen oğlumuzun sevdiği kadının hastane odasında durup birbirimize bulaşamayacaktık çünkü doktorlar, sürekli bana risklerden bahsedip duruyorlardı.
Bir gün, dedim yalnızca içimden. Hayal kurmadım, dua etmedim, yalnızca kalbimden geçirdim. Belki bir gün. Nasipse, elbet bir gün.
💙
Nihayet buradan çıkacaktım.
Üstüme hastane kokusu sinmiş bir şekilde iki gün daha geçirmiştim. Özellikle geceleri nefes almakta çok zorlanıyor, uyumadığım müddetçe oksijen maskesi kullanmak zorunda kalıyordum. Akciğer kapasitemi genişletmek için bana öğrettikleri nefes egzersizlerini devamlı uygulamış, sırf daha hızlı kendime gelebileyim diye canımın acısına katlanabildiğim kadar katlanmıştım. Ben iyi oldukça bana birkaç tane ağrı kesici bile vermişlerdi. Gerçi gece çok fazla midem bulandığı için öğürme refleksim tetiklenmiş ve bu canımı mümkünmüş gibi daha da yakınca yan etkileri mide bulantısı olan ilaçları bana vermekten vazgeçmişlerdi.
Umurumda değildi, bugün çıkıyordum.
Herkes buraya toplanmıştı. Geçtiğimiz iki günde onları çok sık tam kadro olarak gördüğümü söyleyemeyecektim. Özellikle Görkem buraya yalnızca ben uyumak üzereyken uğramıştı, gözümden kaçtığını sanıyorsa yanılıyordu. Barış'sa benim için yıllık iznini kullanmaya karar vermiş, yanımda en çok kalan kişi olmuştu.
Şimdi karşıma dizilmiş haldeki erkeklerin başını Necip Amir çekiyordu. Yanında Kaya, Arda ve Can sıra sıra duruyor ve en köşede Görkem dikiliyordu. Eylül baş ucuma yakın olan taraftaydı. Benim isteğim üzerine Barış da içeri gelmiş, fakat diğerlerinden uzak bir köşeye sinmişti.
"Seramoniyi başlatıyorum herkes hazırsa," dedi Arda, giriş konuşmasını yapma görevini büyük bir ciddiyetle üstlenerek. "Sevgili amirim, biricik analiz arkadaşlarım ve çok değerli Barış, bugün burada çok önemli bir tören için toplanmış bulunuyoruz. Asya'nın düğüm töreni."
Bileğimdeki ipleri ben ameliyat olurken kestikleri için hastanede yattığım süreç boyunca bileğim boş kalmıştı. Bu, çıplak kalmışım gibi hissettiren bir şeydi. Beni küçük bir çocuk gibi eylemişler, hastaneden çıkarken ödül olarak iplerimi bana vereceklerini söylemişlerdi.
Necip Amir elini ceketinin iç cebine doğru götürecekti ki Görkem ondan önce davranıp kendi pantolonunun cebinden bir parça lacivert ip çıkarttı. Bu bile çok fazla şey ifade ediyordu.
Bana yıllar öncesinde kalmış gibi hissettiren ilk törende ipi Görkem'e veren, sıranın ona geldiğini söyleyen kişi Necip Amir'di. Şimdi Görkem, lider olanın artık tamamen kendisi olduğunu biliyordu. Ben onun meselesiydim ve kendi meselesiyle ilgili her şeyi kimseye bırakmadan kendisi çözüyordu.
"Bir önceki," diye girdi Görkem söze. "Seni bize katmak içindi." Bileğimi ona doğru uzattığımda parmakları tenime sürttü. Soğuk parmakları bana büyük bir dejavu yaşatıyordu. "Bu," dedi elindeki ipi bileğimin çevresine sardıktan sonra. "Bizi sana katmak için. Yerin bizim yanımız değil, bizim yerimiz senin yanın. Sen eksik bir ekibi tamamladın."
Yüzümde küçük bir gülümseme varken gözlerim nemleniyordu. Basit bir ip parçası benim bu dünyadaki konumumu belli eden imgeydi ve ne olursa olsun, bileğimde olması gerekliydi. Görkem düğümü canımı yakmayacak şekilde sıkılaştırdıktan sonra gözlerini benimkilere çevirdi. Zaten ben de yalnızca ona bakabiliyordum.
Eylül, elinde tuttuğu makası sarkan ipleri kesmesi için Görkem'e uzatırken Görkem gözlerini benimkilerden ayırmadan yalnızca avucunu açarak makası eline aldı. "İlk seferinde bu bu kadar romantik değildi," dedi Arda. "Çok fazla çekim var şu an, garip hissettim."
"İlk seferinde bu kadın bu adamın her şeyi değildi," dedi Necip Amir. Bu cümleyi ondan duymak hepimizi afallattı. "Şimdi her şeyi."
"En başta eve gelmeni istememiştim," dedi Kaya. "Ve bugün o eve dönmeyecek olsaydın ölürdüm. Söyleyeceklerim bu kadardı."
"Sanırım bana da aramıza yeniden hoş geldiğini söylemek düşüyor," diyen Can'dı. "Hadi şimdi evimize gidip börek yiyelim."
"Börek önemli," dedi Arda.
"Börek önemli," dedi Eylül.
"Çok önemli," dedi Kaya.
Barış, yüzünde dalgın bir gülümsemeyle bizi izliyordu. "Mete gittiğinde saçlarımı kesmiştim." Kurduğu cümle, kalbimde taşıdığım bir dikendi. O zamandan beri onun topuzu yerine arasından parmak bile geçmeyen kısacık saçlarını görmek her seferinde bana aynı işkenceyi yaşatıyordu. "Ama sen döndün," dedi. "Sen döndün diye saçlarımı yeniden uzatacağım."
Hüngür hüngür ağlamama ramak kalmıştı. "Hepiniz her şeyimsiniz."
Görkem, durgun bakışlarını diğerlerinin üzerinde gezdirdikten sonra makasla küçük ipleri kesti. Ardından makası baş ucumdaki komodine bırakıp cebinden bir parça kırmızı ip çıkardı. Onun bileğindeki lacivert ve kırmızı ip alt alta gelmiş şekilde duruyorlardı. Bense kırmızısız hâlâ eksiktim.
Lacivert ipte yaptığı küçük konuşmanın aksine kırmızı ipi bileğime geçirirken "Biliyorsun," dedi sadece. İpin iki ucunu birleştirip sıkı bir düğüm attı. "Yağmur, biliyorsun. Bunun benim için ne anlama geldiğini biliyorsun."
"Eğer bu sana sürekli o zamanı hatırlatacaksa bağlamasan da olur."
"Bana neden nefes aldığımı hatırlatacak," dedi bir saniye bile düşünmeden. Ardından düğümü kararlı bir şekilde sağlamlaştırdı ve uçlarını yine kesti. Sonra ayağa kalkmama yardımcı oldu.
Biz bir arabaya doluşacak, beş kişi eve geçecektik. Eylül ve Necip Amir karakola döneceklerdi, Barış ise ona kırk dakika dil dökünce evine gidip uyumak konusunda ikna olmuştu. Günler sonra kendi ayaklarımın üzerinde desteksiz bir şekilde durabildiğimde ilk yaptığım Barış'ın kollarının arasına yürümekti. "En çok sen harap oldun buralarda," dedim başımı göğsüne yaslarken. "Her şey için teşekkür ederim, gerçekten."
"Israr etme, bileğine bir ip de ben bağlamayacağım," dedi muzip bir sesle. "Bizde imza kalplere atılır. Hayırlı cumalar Benekli."
Litre litre gözyaşıma şahit olan bu hastane odasından gülerek çıktım onlar sayesinde. Yürüyordum, canım yanıyordu, çaktırmıyor ve yürümeye devam ediyordum. Cümbür cemaat asansöre bindiğimizde benden önce hepsi içeri adımlamış, aynanın önüne dizilmiş ve sonra beni içeri almışlardı. Aşağıya indik, kapıdan çıktık. Attığım her bir adımda doktorun bana anlattığı riskli durumlar kulaklarımda çınladı, hemşirelerin dikkat etmem gereken durumları madde madde bana anlattıkları saniyeler gözümün önünden geçti. Söylenenlere göre bundan sonra yolum daha sık hastaneye düşebilirdi ve bu ihtimalden bile nefret ediyordum.
Kaya arabanın kapısını benim için açarken bir zamanlar onunla çıktığımız görevde bana yalnızca rol icabı kapımı açacağını söylediği anı hatırladım. Her bir sözünü ona tek tek çiğnetiyordum.
Arabaya doğru yürümeden önce elimi karnımın üzerine bastırmıştım ve o anda benden birkaç adım uzaklıktaki Görkem'le göz göze geldik.
İkimizi de o anın içine götürmeye yetmişti bu.
Görkem'in gözleri kendisi farkına varmadan korkuyla donuklaşırken eli titremeye başladığında artık hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağını anladım. Bu izlerle bir ömür yaşamak zorunda kalacaktık. Bir kara leke karnıma sürülmüştü. Yine bir dikiş izi silinmez hatıramdı.
Nefes almayı bıraktığını fark ettim. Sanki biri Görkem'in kumandasını elinde tutuyordu da kapatma tuşuna basmıştı öylece. Bunu göremeyen Can, ben arabaya binerken bana yardımcı oldu. Arka taraftaki cam kenarına oturtuldum çünkü bir süre emniyet kemeri kullanmam önerilmiyordu. Bu yüzden hemen yanıma oturan Arda, bu görevi seve seve kendisi üstleneceğini söylemişti. Herhangi bir kaza ihtimaline karşı sanki oy birliğiyle benim için en güvenli bölgenin neresi olduğuna karar vermişlerdi.
Artık Analizciler her şeyden önce benim sağlığımı düşünüyorlardı ve bu hepsi için yeni bir takıntı derecesindeydi.
Gözlerim bir kez daha Görkem'e döndüğünde sürücü koltuğuna Kaya'nın geçtiğini gördüm. Görkem, sağ koltuğa yerleşmişti. Konuşmuyor, sık ve zor nefes alıyor, öylece karşısına bakıyordu.
"Şoför bey şoför bey," dedim gülümseyen sesimle Kaya'ya hitaben. Bir krize yuvarlanmadan önce Görkem'in ilgisini çekmem gerekiyordu. "Her şey konuştuğumuz gibi, değil mi? Son sürat uçuruma süreceksiniz. Ay, sesli söyledim galiba."
Arda gülerken onun hemen yanına yerleşip kapıyı çeken Can, onaylamaz bir tavırla başını salladı. Kaya küçük bir kahkaha atarken Görkem içinde bulunduğumuz ana geri dönmek konusunda hâlâ problemler yaşıyordu. Kafasının içinde nelerin döndüğünü okuyabileceğimi hissediyordum ama buna halim yoktu. Çünkü biraz daha ön koltuğa dikersem gözlerimi o gün açtığım şarkılarla Görkem'in yanında nasıl eğlendiğimi, maça gitmenin ve daha birçok şeyin hayalini kurduğumu hatırlayacak, bunların yalnızca hayal olarak kaldığı gerçeğiyle yine yüzleşmek zorunda olacaktım.
Eve dönünceye dek aramızda garip bir sessizlik hüküm sürdü. Bir kez çabalamış olmasına rağmen Arda bile bozamamıştı bunu. Görkem'in zihninde dönen savaşları karşımıza bir beyaz perde yansıtmışlar gibi hepimiz izleyebiliyorduk ve sanki ona bir sessizlik sunmak konusunda sözsüz bir şekilde anlaşmıştık.
Evimizin önünde durduğumuzda bir daha buraya dönemeyeceğimi düşündüğüm o saniyeyi hatırladım. Gözlerimi kapatmadan hemen öncesiydi. Şimdi buradaydım, veda ettiklerim yanımdaydı. Son sandığım her noktada kafamı kaldırıyor ve hâlâ önümde uzun bir yol olduğunu görüyordum. Usanmış, yorulmuş, bıkmıştım ama onlar için dik duruyordum.
Artık yaşamak için çok sebebe sahiptim. Hiç kelimesini bir adam bu cümlenin içinden çıkarmış, söz verdiği diğer kelimeyi bir dikiş iziyle boşta kalan kısmın üzerine yamamıştı.
O adam kendine hâlâ gelememişken uzanıp elimi tutarak arabadan inmeme yardımcı oldu. Ben onun buz kesmiş eline sarılıp eve doğru yürürken üç gölge de bizi takip ediyordu. Bu bir şekilde yenilmez hissetmeme sebep oluyordu.
Kaya üzerini değiştirmek için odasına yürürken Can, hastane onun üzerinde lekeler bırakmış da bundan kurtulmak istiyormuş gibi doğrudan banyoya adımlamıştı. Arda böreği fırına koyacağını söylediğinde olduğum yerde donup kalmıştım.
Benim için onlara öğrettiğim tarifle börek yapmaya çalışmışlardı.
Odamın kapısına elimi koyduğumda içeri girmekte tereddüt yaşadım. Görkem bunu gören kişiydi ama "Ben de üzerimi değiştireceğim," dedi. Anladım ki bunu yapmamı istiyordu. Sanırım lider tarafının ağırlığı sayesinde verdiği bir karardı. Böylece beni yalnız başıma bıraktı.
Kapıyı aralayıp içeriye adımladım. Yatağımın üzerinde Beşiktaş formam duruyordu. Kaya, ona bastırması için attığım fotoğrafları formamın sağ üst köşesine istiflemişti. Sol köşede Arda'nın bana hediye ettiği peluş oyuncak Pinko vardı. Başına birkaç mum koyup yatağım ışıklandırılsaydı burası ölmüş bedenim için yapılan bir sunağı andıracaktı.
Hayatta kalmada üstüme yoktu.
Başımı iki yana sallarken yatağıma dokunmayıp dolabımın kapağını araladım. Bacaklarımdaki eşofmanı çıkarmak için çok fazla çaba harcamam gerekti. Küçük bir bandajla kapatmalarını rica ettiğim dikiş izine o bandajı sıyırıp da bakmadım. Bunun yerine Görkem'le odamızı ayıran duvara yumruk haline getirdiğim elimin eklemlerini kullanarak iki kez vurdum, bir kez vurdum ve iki kez daha vurdum. Yalnızca birkaç saniye sonra kapım açılmıştı ve Görkem'in üzerinde bir tişört yoktu. Üzerini değiştirmeyi yarıda bırakıp telaşla yanıma gelmişti.
Gözleri yüzümü bir saniyede taradıktan sonra hızla karnıma indiğinde sol yanıma bir kurşun daha yemiş gibi hissettim kendimi. "İyi misin?" diye sorarken omuzları dik, tavrı katı ve bakışları korumacıydı.
"Canım acıdığı için senden yardım isteyecektim." Bu bile benim bu evdeki insanlar tarafından nasıl değiştirildiğimin bir kanıtıydı. Bakışlarındaki endişe kaybolmadığında kendimi ona doğru bir adım atarken buldum. Görkem, attığım adımla birlikte izlerle kaplı sırtını kapıya verip sakinleşmeye çalışır gibi bana baktı. Ortada çözülmesi gereken koca koca problemler varken ikimizin de bitik durumda olmasına katlanamıyordum. Bu yüzden bir adım daha attım ve elimi hızlıca şişip inen göğsüne yerleştirdim. Gözlerini benden tek bir saniyeliğine ayırmış ve onda da toplamadığım yatağımın üzerine serili olan eşyalara çarpmıştı gözü. "Belki," dedim alçak bir sesle. "Fotoğrafları duvara asmama da yardım edersin sonra."
"Hallederiz onu, önce karnını doyur."
Bilerek yapmıyordu ama önüme bir duvar çekiyordu. "Kendini toparlaman gerekiyor," diye fısıldadım çekinerek. Avucumu açıp göğsüne yasladığımda gözlerinin içine bakmak için başımı kaldırdım. "Sen ne kadar çabuk toparlanırsan biz o kadar çabuk kendimize geliriz. Üzgünüm ama gerçek bu sevgilim."
"Lider konumundaki kişi olmanın getirdiği sorumlulukları zorlu yollardan öğrendim ama kimse bana aşık olduğum kadın vurulduktan sonra yoluma nasıl devam edeceğimden bahsetmedi." Başını hafifçe eğdiğinde elini belimin sağına yerleştirerek beni kavradı. "Ve sen şimdi karşıma geçip annem gibi konuşuyorsun. Faydası yok, Yağmur. Kendime mezar kazmak için elime kürek almıştım, şimdi ancak o küreğe yaslanarak ayaklarımın üzerine basabiliyorum. Benden dik durmamı beklemenize gülesim geliyor."
"Çok ince bir çizginin üzerindeyiz, bunun farkında mısın?" Söyledikleri beni kızdırdı ama bunu ona göstermek yerine elimi kaldırıp yanağına dokundum. Çenesindeki sakallar avucuma batarken baş parmağım yara izini takip ederek dudağının kenarına doğru tırmandı. "Bu odanın altını üstüne getirmek, içimdeki öfke yüzünden çığlık çığlığa bağırmak, bunun sana ne hissettireceğini bile düşünmeden diz çöküp ağlamak istiyorum ben. Yüzümdeki sakinliğe mi aldanıyorsun Görkem? Vurulan benim. Ölen benim. Sizin için kalkıp geri dönen benim. Bir mezar kazdın, ben girmedim içine. Şimdi sen o mezar boşa gitmesin diye kendi üstüne toprak atmaya mı çalışıyorsun?"
Çıplak göğsü kasıldığında hâlâ bana bakması için elim çenesinde duruyordu. Belimden kavradığı elinin desteğiyle beni kendine doğru çekince vücudundan yayılan ateşi hissettim. Öfkesi kendi yangınını harlıyordu. "Dün sabah Çağdaş Hoca'nın yanına uğradım," dedi bu utandığı bir sırmış gibi. "Önceki sabah da öyle. Klinik açılmamıştı bile. Yardıma ihtiyacım var, bunu biliyorum." Çenesini yavaşça hareket ettirip elime sürttü. "İlaçlara ihtiyacım var. Kullanıyorum da. Bu, daha fazlasını istememe sebep oluyor. Nereden tutsam elimde kalıyor. Karakol karıştı. Her şey karman çorman. Başımızda bin türlü bela var. Kördüğümü attılar önüme, al bunu çöz diye. Ben senin dudaklarına seni yaşatmak için yaslandım, kollarımı seni hayatta tutmak için sardım etrafına. Kimse bu adam durup bir nefes alsın demeyecek mi? Herkes benden bir şeyler yapmamı bekliyor. Ben de bir şey yapmaya kalkarım diye kendimden korkuyorum. Kendimden korkuyorum Yağmur. Bende kalan şeyin adına hâlâ kontrol deniliyorsa, bu kontrolü kaybettiğim anda kimsenin gözünün yaşına bakmam. Kendimde mantığa dair bir şeyler aramaktan yoruldum günlerdir. Biliyor musun, artık gerçekten delirmiş olduğumu düşünüyorum. Çağdaş Hoca kliniğinde bana bir oda ayırmayı teklif etseydi buna şaşırmazdım."
"Nereye kadar böyle gidecek?" Onu cesaretlendirmeme ihtiyacı yoktu. O kendinden başka kimseden korkuyora benzemiyordu. Hatta öyle korkusuzdu ki plansız programsız desteksiz ya da yardımsız kendi başına Piramit'in içine dalmaya kalksa kolaylıkla onları yeryüzünden silebilir gibi hissettiriyordu. "Çok yorgunum. Bir şeyler söyleyemeyecek, seni kendine getiren kişi olamayacak kadar yorgunum."
Bu kalbimden kopan bir itiraftı. Elini elimin üzerine koyduğunda avucumu bedeninde aşağıya doğru kaydırarak karnının soluna, benim yeni dikiş izimin olduğu yere dokunmamı sağladı. "Halledeceğim." Gözleri ilk kez gözüme birer buz sarkıtı gibi geldi. Soğuk, donuk, neredeyse ifadesiz. Benim bu eve geldiğim ilk zamanlardaki halim gibi. "Halletmenin bir yolunu bulacağım."
"Neyi halledeceksin?"
"Her şeyi Yağmur. Hepsini. Ne kadar karışık olursa olsun bu işin içinden çıkmamızı sağlayacağım. Hepimiz artık bireysel olarak onların hedefiyiz ve ben hepimizi koruyacağım. Bunu yapacağım. Beni dizlerimin üzerinde görebilecek bir tek siz varsınız, başka kimsenin karşısında başımı öne bile eğmeyeceğim. Sana yemin ederim nefes alırken yanan canının bedelini herkese tek tek ödeteceğim."
"Yalnız olmayacaksın," dedim yüzümü yüzüne yaklaştırarak. "Ben olmasam bile yalnız olmayacaksın. Bizimkiler olacak, baban olacak, annen, abin olacak..."
Devam edecek, cümleyi bir yerlere bağlayacaktım ama buna izin vermeden iki elimin bileklerini tutup göğüs hizasına kaldırarak beni kendine doğru çekti. Bedenim onunkine çarparken büyük bir ihtiyaçla "Sen olacaksın," diye fısıldadı. "Sensizlik yalnızlıkla aynı anlama çıkıyor."
Dudaklarına yaklaşmak istedim ama hareket ederken çok temkinli davranıyordum canım yanmasın diye. Bunu anlayan Görkem, dudaklarını benimkine yaklaştırıp başını hafifçe sağa doğru eğerek bekledi. "Sana her konuda, sonuna kadar inanıyorum," diye fısıldadığımda dudaklarım konuşurken onunkilere değecek mesafedeydi. "Tüm bunların altından kalkabilecek birileri varsa onlar biziz Görkem. Şu an, eve döndüğüm için iyi hissediyorum ama yarın ruh halim değişir de kötü hissedersem bana bunu hatırlat. Bana sürekli her şeyin düzeleceğini hatırlat. Yalan bile olsa, sen söylersen inanırım."
"Biz bir yola çıkalı çok oldu," dedi yavaşça. "Ben sana hep söylerim. Sen de bu yolun herhangi bir yerinde, dönüştüğüm adam seni korkutursa bunu bana söyle. Karşıma geçme, hayal kırıklığı ile bakma, yalnızca söyle. Ben gemileri yaktım, Yağmur. Şimdi anlamıyorsun ama anlayacaksın. Her şey düzelecek. İnanabilirsin, seni kandırmıyorum. Bu kanı bozuk it sürüsünün kökünü kazıyacağım."
İntikam hırsından her zaman biraz korkacaktım ama biliyordum ki bir yanım Görkem'in bir yangın çıkarmak için taşıdığı odunları tutuşturacak olan ateşin ta kendisiydi. Biliyordum ki o yanımın eline ipleri verirsem bir yıldız yağmuru başlatabilir, göktekileri yere indirebilirdim. Hermes bu gece karşıma geçse onu en az yirmi farklı şekilde öldürebilme potansiyeline sahiptim. Beni büyüten, olduğum kadına dönüştüren şey kendi intikamlarımı kendim almalarım olmuştu.
İlk dikiş izimin mimarını cehennemin dibine yollayan bendim. İkincisini de onun yanına göndermek istersem gönderirdim. Yapabilirdim. Tüm bunlarla baş edebilirdim. Görkem'e bu kadar yakınken ben kendimden çok emindim.
"Şimdi tişörtünü üzerinden sıyıralım bakalım." Parmakları kumaşı tutmak yerine önce belimden içeri sızıp karnımın iki yanına dokundu. Ardından tişörtümün eteklerini tuttu ve kollarımı olabildiğince az kaldırmamı sağlayarak kumaş parçasını üzerimden çıkardı. Gözü bir kez bandaja değdi. Sonra hemen bana bakmaya devam etti. "Henüz görmedin, değil mi?"
"Bakmadım." Odam pek sıcak değildi, bu yüzden üşüdüm ve Görkem'in de üşüyüp üşümediğini merak ettim. Eğer üşüyorsa bile bana bunu belli etmemişti ama benim omuzlarım titrediği için üşüdüğüm anlaşılıyordu.
"Sana kalın bir şeyler giydirelim," dediğinde önümden geçip dolabıma doğru yürüdü. Dolap kapaklarını açıp raflara doğru eğildiğinde odanın ışığının sırtındaki yara izlerine vurup tenine düşürdüğü gölgelere baktım. Bir kazağa uzanmak için kollarını rafa uzatınca sırtını saran kaslar kasıldı, omurga çizgisi derinleşirken kürek kemikleri belirginleşti. Sessizce arkasında durup onu izlerken nedense bu an bana fazla huzurlu geldi. Her şey çok olağandı birkaç saniyeliğine. Olması gerektiği gibiydi sanki.
Tenim üşüdü ama içimin ısındığını hissettim. Varlığının bana her zaman hissettireceği buydu. Gemileri yaktığını söylüyordu, bu yolda canı yanacak olursa herhalde bu sefer ben de kendimi yakardım. İkimizi birbirine bağlayan düğümün ne kadar sıkı, ne kadar kopmaz, ne kadar delilik sınırından uzak ve ne kadar sıra dışı olduğunu fark ettim. O ve ben, yıllardır birbirimizi tanımıyorduk ama yaşadıklarımız bizi eşi bulunmaz bir şekilde kenetlemişti. Geçirilen zaman değil, başımızdan geçenlerdi bu bağın sebebi.
Bir elini çıplak belime yerleştirdiğinde avuç içinin oraya ait bir parçaymış gibi orantılı bir şekilde beni kavrayışından hoşlandım. "Uzat başını." Kalın bir kazağın yaka kısmını benim için gevşetiyordu. Kazağı başımdan geçirdiği o bir saliselik anda yüzüne bakamamak bile canımı sıktı. Hemen yeniden gözlerimi açıp onun yüzündeki her bir detayı incelemeye verdim kendimi. Sağ kolumu geçirdikten sonra sol için aynı şeyi yapmaya koyuldu ve "Neden yine her an ağlayacakmış gibi bakıyorsun?" diye sordu. Gözlerimi kırpıştırıp hayran bir şekilde ona bakmaya devam ettim. İşine odaklanmış bir yüz ifadesiyle dikkatlice kazağımın içinde kalan saçlarımı dışarı çıkardı ve onları omzumun gerisine doğru itti.
"Sen olmasan ne yapardım bilmiyorum." Bu bir itiraf gibi kaçtı dudaklarımdan. Hatta utandım bir anlığına. Bakışlarımı yüzünde tutmakta zorlandım. "Her şeyimi sana borçluyum."
Yüzüme dokunup çillerimi okşadı yavaşça. "Gözüme çok hassas, çok kırılgan geliyorsun," diyerek cümlesine başladı. Bu bir azarlama mıydı yoksa anlayışlı bir farkındalık mıydı anlayamadım. "Ve sanki her kelimen, bir başka vedaya hazırlamaya çalışıyor beni. Kafamda mı kuruyorum bilmiyorum Yağmur ama bir şeylerden çok korkuyor olduğunu hissediyorum."
Doğru hissediyordu ama ben kendimi bunları konuşmaya hazır hissetmiyordum. Zaten Görkem de duymak istiyora benzemiyordu. Derin bir nefes aldığında "Bebeğim," dedi yanağımı kavrayarak. "Sen benim tanıdığım en güçlü kişisin."
"Ben öyle olduğumu hissetmiyorum."
"O halde seni de kendine getirmemiz gerek." Uzanıp yavaşça dudaklarını alnıma bastırdı. Sonra dudaklarının değdiği yerde biraz durup soluklandı. "Hadi diğerlerinin yanına gidelim," dedi. "Bir aile olmanın en güzel yanı ne biliyor musun? Birinin gücü yetmezse bir başkasınınki yeter. Kaldıramıyor musun, çok mu ağır? O yükü alır beşe böleriz, altıya yediye... Düştün mü? Kaya kaldırır. Canın mı sıkkın? Arda var. Aklını mı kaybediyorsun? Can oradadır."
"Herkes rol yapıyor, kimsenin iyi olduğu yok."
"En azından," dedi gülümseyerek. "Başarılı oyuncularla dolu bir kadroyuz."
Ve bir saniye sonra evin içinde Domdom Kurşunu çalmaya başladı.
Görkem'le birbirimize baktığımızda aynı anda güldük. Ben gülerken başımı onun göğsüne yasladım. Yanağım, kalbinin üzerindeydi. Keyfimin yerine gelmesi için her şeyi yapacaklarını biliyordum. Ben de Görkem için bir şey yapayım istedim ve elimi karnına yasladım. Tırnaklarımı karın kaslarının üzerine yavaşça sürterken "Hım," diye fısıldadım. "Bizi bekleyen bu kadar insan varken seni yatağa atamayacağım sanırım. Zaten üzeri de doluydu."
Başta nefesi kesildi. Sonra kulağıma bir şenlik sunmak ister gibi derinden gelen bir sesle güldü. "Dışarıda kimlerin olduğu seni ne zamandan beri ilgilendiriyor? Beni az daha hastane yatağına atıyordun."
"Uyduruyorsun, öyle bir şey yapmadım."
"Uyduruyor muyum? Böyle bir şeyi uyduruyor olabilir miyim sence? Gözünü açar açmaz bunu istedin."
"Ne istedim?" diye sordum gözlerimi kocaman açarak.
"Beni bebeğim." Dudaklarına yerleşen kavise özgüven kazınmıştı. Bu karnımın kasılmasına sebep oldu. "İlaçların etkisindeydin ama nasıl ilaçlarmış onlar anlamadım yani. Ameliyattan sonra sana ne verdiklerini sorgulamama sebep oldun."
"Sus," diye kızdım ona.
"Sana bebeğim demem konusunda ısrarcıydın. Bunu söylememin hoşuna gittiğini başka zamanlardan biliyordum ama yine de senden duymayı sevdim. Bana uzun uzun bakıp biz seninle hiç seviştik mi diye sorduğunda yaşadığım şaşkınlığı hayal edebiliyor musun? Hiç sevişmemiş olsaydık üzüntüden kahrolurdun."
Keşke bir hikâye uyduruyor olsaydı ama hayal meyal buna benzer bir cümle kurduğumu anımsıyordum. Daha çok bir rüya gibi geliyordu aslında. "Ölmüş ölmüş dirilmiştim seni görememekten. Kafayı yemiş durumdaydım. Hemşire çağırdı beni, sizi istiyor dedi. Harbiden istiyormuşsun yani. Bir girdim odaya, bana benimle sevişmek ister misin diye soruyorsun. Senin gibi bir kadınla baş edebildiğim için bence bana ödül falan vermeliler."
"Beni bilerek utandırmaya çalışıyorsun şu an, inanamıyorum sana. Narkozda olan narkozda kalır Görkem."
"Utanç mı? Sen mi? Sanmıyorum bebeğim." Son kelimeyi öyle bir vurgulamıştı ki kendisinin bile gülmesine sebep oldu bu. "Doktorla konuşmamı, hemen gidip sormamı istedin. Herhalde sana sorun olmadığını söylesem oracıkta işimi bitirecektin. Pek utanıyor gibi görünmüyordun."
"Çok kötüsün," dedim kaşlarımı çatarak. Elimi göğsüne vurdum sertçe. "Çok kötüsün, bunu hep kafama kakacaksın. İnanamıyorum sana verdiğim malzemeye."
"Sana bir şey söyleyeyim mi? Bir yirmi altı yıl falan gülebilirim ben buna."
Bu şekilde eline daha da fazla koz verdiğimi anlayınca taktik değiştirmeye karar verdim. Parmaklarımın ucunda hafifçe yükseldiğimde dudaklarımı boynuna bastırırken "Ee," dedim nefesimi yavaşça vererek. Az önce öptüğüm yere dilimle dokundum ve sonra yeniden boynunun kıyısında nefes alıp vermeye devam ettim. "Ne zaman sevişebilecekmişiz peki?"
Hemen cevap gelmedi. Gözlerini kapattığına emindim. Derin yutkunuşu adem elmasına diktiğim gözlerime bir ziyafet daha çektirdi. "Zorla bakalım sınırlarımı." Göğsü hızlı hızlı hareket etmeye başlamıştı. Soluklarını böyle hızlı düzenden çıkarabilmek elimin altında büyük bir güç olduğunu hissettiriyordu. "Toparlanmanı bekleyeceğiz," dedi sonra sorumu cevapsız bırakmamak adına. "Ve toparlandığında seni istediğim şekilde dağıtmak konusunda hiç acele etmeyeceğim."
"Hım..." diye mırıldandım. "Acısını çıkaracağız diyorsun yani."
"Seni ne kadar özlediğimi her bir hücrene tek tek anlatacağım diyelim."
"Hım," dedim yine. "Bunu ajandama not alıyorum o zaman. Bir ara tekrar konuşup uygun bir tarih planlarız."
"Plan yok, program yok," dedi. "Sen varsın, ben varım. Yeterli. Ne zaman plan yapacak olsam başımıza bir şey geliyor. Bıktım usandım."
"Şey," diye bir ses aramıza girdi. Arda'ya aitti ve kapımın önünden geliyordu. "Benim çok haddime değil tabii ama ameliyat olalı çok olmadı ya, bazı şeyleri aceleye getirmeden odadan çıksanız mı diyorum aşk kuşları?"
"Hepiniz toplanıp beni utandırmaya yemin mi ettiniz bugün ya?" diye sordum sesimi yükselterek. Kapalı olan kapıya doğru dönüp konuşmuş olmam Görkem'e içten bir kahkaha attırırken ellerini üzerimden çekmiş değildi.
"Olamaz, üstsüzüm," dedi oldukça eğlenen bir ifadeyle. "Bunu nasıl olur da açıklarız şimdi biz Arda'ya?"
Çok fazla gülüyordu. Böyle gülmesi aklımı karıştırmıştı. Üstsüz olduğunu sanki bilmiyormuşum gibi kontrol etme ihtiyacı hissettim ve bir anlığına yaşadığım garip stres yüzünden elim ayağıma dolaştı. Ezbere bildiğim çıkıntılı karnına gözlerimi dikip yutkunurken Arda'ya nasıl bir açıklama yapacağımı düşünmeye başladım. Bu sırada Görkem beni daha da zora sokmak için kulağıma yaklaşıp "Bebeğim?" diye fısıldadı kalın bir ses tonu, harika bir gülüşle.
"Börekler soğuyacak," dedi Arda. "Gelmiyor musunuz? Zaten Kaya açtığım şarkılara da el koydu, müzik kontrolünü ona kaptırdım ve Yıldız Tilbe çalıyor. Şaşırdınız değil mi?"
"Bir cevap bekliyor senden," dedi Görkem az önce üzerime geçirdiği kazağın altına ellerini sokarak. Parmakları belimin kıvrımını takip ederek yukarı doğru tırmandığında sütyenimin alt kısmına dokundu. "Ona bir cevap vermelisin."
Bir parmağı kumaşın içine sızıp göğsümün ucuna sataştı ve ben de kesik bir nefesle birlikte ona alık alık baktım. "Ne sordu ki?"
Başını boynuma yaklaştırdığında az öncesinin intikamını almak ister gibi sert bir öpücük bıraktı oraya. "Ona şok oldum de."
Emir almış gibiydim. "Şok oldum."
Göğsümle uğraşmayı bırakmadan boynumu dudaklarının arasına doğru çekiştirdi. "Nasıl olabilir de."
Nefesimi kontrol altına almaya çalıştım. "Nasıl olabilir?"
Arda, "O kadar da şok olma, Kaya işte," dedi. Mevzunun ne olduğunu algılayamıyordum.
"Olamaz de," diye fısıldadı.
"Olamaz," dedim ben de.
"Oldu valla. Üzülme portakal saçlım, ben müzik kontrolünü geri alıp sizi değerli şarkılarımdan mahrum bırakmamayı deneyeceğim."
"Ne anlatıyor?" Nefes nefese bir şekilde Görkem'in ensesine yasladığım elimle onu boynuma doğru bastırdım. Dudakları iyi hissettiriyordu. Bu kadar ağrı kesici tüketmiş olması onu bir ağrı kesiciye dönüştürmüştü sanki.
Görkem küçük bir kahkaha daha attığında dikkatim çok fena şekilde dağıldı. Avucumu sırtına doğru kaydırdım ve boynuma bıraktığı sıcak nefesin etkisiyle tırnaklarım sırtında dolaşmaya başladı. "Geliyoruz şimdi," dedi Arda'ya hitaben. "Çayları dökebilirsin gidip."
"Tamamdır liderim. Havyarı da dolaptan çıkarayım mı?"
"Havyar mı aldınız?" diye sordum şaşkınlıkla.
"Şaka yapıyor bebeğim."
"Bana bebeğim demeyi kes."
"Olur bebeğim."
Arda'nın uzaklaşan adımlarının sesini duyduğumda "Görkem!" dedim kızgın bir şekilde. Kızgın değildim. Hissettiğim duygu kesinlikle kızgınlık değildi.
"Sırtıma adını kazımayı mı deniyorsun?" diye sordu yavaşça yüzünü boynumdan ayırarak. Elini kazağımın içinden çekip çıkardı. "Bununla bir problemim yok. Kafana göre takılabilirsin."
"Bir süre benden uzak durman gerekiyor." Başımı hipnozun etkisinden çıkmayı deneyerek iki yana salladım. "Çünkü bu yaptığın... Neydi bu yaptığın? Çok ayıp gerçekten."
"Seni büyülemiş olmam mı?" diye sordu. "Basit bir dokunuşla sana ne istersem onu söyletmiş olmam mı? Ayıp dediğin şey bu mu? Aklını başından almam mı?"
"İyice arsız bir şey oldun başıma," diye sinirlendim derin bir nefes almaya çalışarak. "Kötüsün. Adisin. Yaralı bir kadını oyuncağın edecek kadar acımasızsın."
Çok eğleniyordu. "Resmen kendini acındırmaya çalışıyorsun şu an."
"Ya düşüp bayılırsam?" Kapıyı açıp ondan uzaklaşmak için koridora çıktım. "Ya nefesim tık diye kesilirse? Canım eksildi benim. Eskisi gibi uğraşamam seninle öyle." Beni öpsün istiyordum, daha fazlasını da seve seve kabul ederdim ve bu yüzden şu an saçmalayarak ne söylediğimi bilmeden konuşuyordum. "Acıktım ben ya," dedim sırf mutfağa doğru koşturabilmek için.
"Belli o," dedi serseri bir gülüşle.
"Aaa, ırz düşmanı. Git üstünü giy sen ya. Bir kadının odasında böyle yarıçıplak... Olacak iş değil. Terbiyesiz."
Başını geriye atarak gülmeye başladığında ne kadar uzun zamandır böyle gülmediğini merak ettim. Bu görüntü içimi sıcacık yapmaya yetmişti. "Bir kadının odası değil," dedi. "Karımın odası. Kendisi bana evlilik teklif etti de."
"Hangi kadın sana evlilik teklifi eder be?" diye sordum. Ben koridordaydım, Görkem odamın içindeydi ve sesli bir şekilde tartışıyorduk. Mutfaktan başını uzatan Arda'nın bedeni de kadraja girdiğinde Kaya da kendi odasından çıkıp yönünü bana doğru çevirmişti. Onlar yalnızca beni görebiliyordu.
"Aa," dedi Arda. "Koş Can, karı koca kavgası."
"Yetiştim," dedi Can, salonun olduğu taraftan koşarak hole çıkarken.
"Bu kadın bana evlilik teklif etti." Görkem odamın içinden bana doğru yürümeye başladığında koridorun duvarına yasladım sırtımı. "Dolayısıyla karım olmuş olmuyor mu? Müstakbel olması bir şeyi değiştirir mi?"
"Değiştirir galiba," dedi Can, bir saniyeliğine kafası karışmış gibi görünerek.
"Yok ya," dedi Arda. "Değiştirmez gibi. Nicola Tesla'nın bana verdiği yetkiye dayanarak sizi karı koca ilan ettim ben şahsen."
"Görkem'in kafası yerinde değildi, sözlerine güvenemeyiz." Kendi kapısının önünde dikilen Kaya ile göz göze geldiğimde o konuşmaya devam etti. "Onun beyanına inanmak olmaz, halüsinasyon görmüş olabilir. Ortada Asya'nın ettiği bir teklif olmayabilir."
"Manitan avukat diye avukat mı kesildin başımıza?" Arda ellerini saçlarının arasından geçirirken sırıtıyordu. "Beyan meyan. Tamam ya, olmuşsun sen. En avukat senin karın."
"Karım..." dedi Kaya, bu kelimeden hoşlanmış gibi. Durup düşündü. "Hım, iyi hissettiriyormuş. Tamam, evlilik teklifi meselesi gerçek. Görkem'e izin verdik, kullanabilir."
"Sağ olun çocuklar. Çok iyi insanlarsınız."
"Çok kötüsünüz!" dedim. "Ben ne istersem o olmalı. Ben yaralıyım?"
"Karısı olmak istemiyor musun?" diye sordu Can, yapıcı bir yaklaşım kullanmayı deniyor gibi filozof filozof bir suratla.
Filozof filozof surat... Ben oldun iyice Yağmur.
Bununla ilgili bir şikayetim yoktu.
"Konu bu değil."
"Konu ne?" diye sordu Arda.
Uzun bir süre hepsine teker teker baktım. "Üstüne gitmeyin," dedi Görkem, üzerimdeki hakimiyetini iliklerime kadar hissettirerek. "Kafası karışık onun. İlaçlardan ilaçlardan."
"Evet," dedim. "Açım ve."
"Açsın ve ne?"
"Ne?" Başımı iki yana salladığımda kaşlarımı çatıp Kaya'ya baktım. "Senin yüzünden."
Gözlerini kocaman açtı. "Ne? Ben ne yaptım?"
"Bilmiyorum, senin yüzünden."
"Bence Görkem yüzünden ama araya girmeyeyim tabii ben canımın sağlığını düşündüğüm için," dedi Arda.
"Benim sağlığım yerinde," dedi Can.
Akıl tutulmam bulaşıcı bir hastalık olup bütün evi ele geçirirken Görkem bir kahkaha daha patlattı. "Sizin gibi bir ekibi yönetebildiğim için bana ne zaman madalya takdim edecekler ya?"
"Derdin ne zamandan beri ödül, madalya?" diye sordum. "Bana da buna benzer bir şey söylemiştin."
"Benim ödülüm, senin bana döndüğün gündür gülüm," dedi yanağımdan bir makas alıp yanımdan geçerken. "Üstüme bir şey alayım, geliyorum. Seni salona götürsünler."
Diğerlerine döndüm. "Beni salona götürün." Sonra Görkem'e baktım. "Niye beni salona götürsünler?"
"Sandalyeye oturman canını acıtabilir," dedi Arda. "Salona taşıdık tepsileri. Kraliçemize dev hizmet. Ne sandın? Bizde böyle. Kibar çocuklarız biz."
"Yaa, sormayın." Ayakta bu kadar uzun süre durmuş olmanın karnıma küçük sancılar bıraktığını fark ettim. Acı hep benimleydi, yalnızca şiddeti değişiyordu. Kafam dağıldığı zamanlarda onu umursamıyordum ama yine de oradaydı. "Kaya," dedim. "Senin yüzünden olduğu için beni salona sen götüreceksin."
"Hâlâ neyin benim yüzümden olduğunu anlamadım." Yine de bana doğru yaklaşmıştı. Görkem üzerine bir tişört almak için ortadan kaybolduğunda bana salona kadar eşlik eden kişi Kaya'ydı. Onun koluna girmiş halde yürümüştüm. Bunun acınası hissettiren bir tarafı vardı fakat Arda'nın fotoğrafımızı çekmeye başladığını görünce Kaya'nın koltuktan çektiği minderi onun suratına atmasıyla birlikte düşünmeyi bıraktım.
"Komik mi it?" demişti Arda'nın yüzüne sertçe attığı minderden sonra. Arda ise minderi hızla yakalayıp "Ya böreklere gelseydi?" diye sormuştu dramatik ve desteğimi bekleyen bir tavırla.
Kaya'nın "Umurumda değil, Asya yapmadı onları," demesini beklemiyordum. Hâlâ koluna girmiş haldeyken gözlerimi gözlerine çevirdim ve sonra birden başımı omzuna bastırdım. Kaya, eliyle başımı iteliyormuş gibi yaptı ama aslında beni kendine daha fazla bastırmıştı bunu yaparken. "Yılışık bu," dedi Can'a bakarak. "Al şunu başımdan."
"Böyle gel," dedi Can benim için kanepedeki yastığı kabartırken. Oturmamı ve ayaklarımı ileri doğru uzatmamı sağladılar. Orta sehpanın üzerinde çaylarımızla birlikte üç tepsi börek duruyordu. Birini az, birini çok pişirmişlerdi. Ortadaki tepsi muhtemelen son yaptıklarıydı ve onun üzeri tam kıvamında kızarmıştı.
Şekilleri hafif bozuk, dilimlerinin boyutları birbirinden epey farklı olan böreklere bakarken dolu gözlerimle gururla gülümsedim. "İşi ustasından öğrendiğiniz nasıl da belli."
Nereden çıktığını bilmediğim battaniyenin bir ucunu Arda diğer ucunu Kaya tuttu ve onu üzerime serdiler birlikte. Arda elini alnıma bastırarak ateşimi kontrol etti. Can, bir poşeti hışırdattı. İçinde ilaçlarımın olduğunu tahmin ettim. "Yemek yedikten sonra alacaksın," dedi. "Suyun da şurada."
Gerçekten ağlayacaktım. "Teşekkür ederim. Şımaracağım."
"Sonsuz tolerans kraliçeme," diyen Arda'ydı. Normalde hep benim oturduğum tekli koltuğa oturmuştu.
"Çok tatlısınız, gerçekten," dedim ciddi bir sesle. "Ama ne zaman asıl konuları açmak isterseniz ben hazır olacağım. Bir çocuk gibi beni eğlendirmeye çalışmanıza gerek yok, işlerinizi bunu yapmak için aksatmayın. Ne kadar yoğun olduğunuzu tahmin edebiliyorum. Yani, sadece..."
"Of, sus Asya," dedi Kaya huysuz huysuz. "Çok konuşuyorsun bazen."
"Haklı," dedi Arda.
"Haklı," dedi Can. "Ama konuşmasan ölürmüşüz, orası da ayrı tabii."
Görkem kapıdan "Yine kim ölüyor?" diye girdiğinde üzerinde siyah uzun kollu bir kazak vardı. O da üşümüştü belli ki.
"Kimse ölmüyor," dedim. "Ben izin vermiyorum." Az daha sonları olacaktım, bunu iliklerime kadar hissediyordum. Hiçbir şey olarak girdiğim bu kapıda herkes için ilk vazgeçilen olduğumu hissetmiştim sürekli. Şimdi ise olayın bununla sınırlı olmadığını anlıyordum. Son tercih de olsam, sonları ben olacaktım. Sıralama önemsizdi. Bütün ekip aynı ipe dizilmiş boncuklar gibi olduğumuzdan ip nereden koparsa kopsun sonuç aynı olacaktı.
Benim için bir tabağa birkaç dilim börek yüklemesi yaptılar. Birazcık sertti, yenilmeyecek gibi değildi ama dişlerimi sıktığım zaman karnım kasılıyordu ve bu da canımın acımasına yol açıyordu. Bu yüzden birkaç dakika boyunca küçük ısırıklarla yemeyi denesem de en sonunda ümitsizce başımı sallayıp böreği tabağa geri bıraktım. Dört kol bana doğru aynı anda uzandı ama tabağı kucağımdan çeken kişi Görkem oldu. Sonra da onu küçük parçalara bölmeye başladı.
Burnumu çektim, bir iki ve üç kez. Sonra kesik bir nefes aldım ve elim karnımın üzerini buldu. Ağlamamak için çırpınırken Görkem bana hazırladığı tabağı uzattı ve geri çekilirken omzumu öpmeyi de ihmal etmedi.
Aslında ben çok konuşuruz sanmıştım ama garip bir şekilde sessizdik. Bize yakışmayan türden bir sessizlikti bu. Herkes kafasının içinde bir şeylerin savaşını veriyordu. Bir aradaydık ama kimse kimsenin savaşına karışmıyordu.
Sonra gözlerim Can'ı buldu. O da üzerindeki bakışları hissedip bana döndü. Dile dökmediğimiz kelimeler bakışlarımızın arasında asılı kaldı. Biliyordum, kendini çıkacak olan kaosa hazırlamaya çalışıyordu. Yalnızca zamanının gelmesini bekliyordu ve o zaman giderek yaklaşıyordu.
Karnımı biraz doyurduktan sonra zar zor lavaboya taşıdım bedenimi. Geceleri ağrım normal zamandakinden birkaç daha fazla artıyordu. Adım atarken inleyip sızlanmamaya çalıştım. Sürekli olarak yardım almak istemiyordum. Öyle ya da böyle eski halime dönmem, sonra da eskisinden daha iyi olmam gerekecekti.
Ve lavaboda geçirdiğim birkaç dakikanın ardından salona döndüğümde orayı bıraktığım gibi bulmadım. Tepsiler toplanmış, yerlerini yatak döşekler almıştı. Ciddi bir şekilde organize olmuşlardı, Arda ve Can battaniyeleri bölüştürüp koltuklara dağıtıyorlardı. Ortadaki büyük masa artık ortada değildi, onu kenara almışlardı. Oluşan boşluğa da ilk zamanlar bana ait olan yer yatağını atmışlardı.
"Birlikte mi uyuyacağız?" Kalan yastıkları taşıyan Görkem'le Kaya da salona girince kıkırdamaya başladım. "Size hiç söylemedim ama galiba bu evin en sevdiğim kuralı bu."
"Şımarma da yat aşağı," dedi Kaya ciddi bir şekilde. Görkem onun ensesine bir tane geçirip "Çok konuşma da aç şu kanepeyi," dedi karşılığında. Ben otuz iki diş gülmeye devam ediyordum.
"Bugün mutlu tatlı küçük çocuklar olabiliriz," dedi Can ellerini birbirine sürterek. "Ama yarından itibaren şeytana pabucun nasıl ters giydirileceğini herkese göstereceğiz."
"Öyle mi?" diye soran Görkem'di ve havaya kalkan kaşı, bir şeylerden şüphelendiğine işaret ediyordu.
"Öyle," dedi Can. Sesinde şüphe yoktu. O kendisinden emin olsa da bir yanım, bu işin sonunun hiç de iyi olmayacağını söylüyordu.
•⚓•
Bu bölüm birer çiçekle biz de o hastane odasına gittik ya. Benim için özeldi çünkü Asya ilk kez ne kadar çok kişi tarafından sevildiğini hissetti. Yalnız başladığı bu yolda etrafındaki kalabalıktan bıkacak hale gelmesine biraz ağlayacağım.
Nasılsınız? Nasıl gidiyor? Sizin için bu bölümün favori kısmı neydi?
Unutmayın ki tempo ağırlaşıyorsa bir şeyler yaklaşıyordur...
Senelerdir mental olarak şu evin içinde yaşıyorum ve benim de en sevdiğim kuralları birbirlerinin başında nöbet tutuyor oluşları :') Onlar her zaman sımsıkı birbirlerine bağlılar ama birinin başına bir şey geldiğindeki kenetlenişlerini tek geçerim herhalde.
Ha bir de Nevin Duman'ın boğazını falan sıktık ama olur öyle şeyler ya. Analiz evreninde sıradan olaylar bunlar mdndlwsmsnwlenwö
Şimdi gidip twitterda #AnalizWattpad etiketinin altında toplanalım mı? Instagram hesabım azraizguner'den de sizi darlarım yine.
Bir sonraki bölüme dek kendinize çok iyi bakın. Bir kere gülümseyip öyle gidelim mi bir de? :))
Teşekkürler ve iyi günler 🧡
🔵🤝🌷
Nevin hanımcığımı sevmedim asya iyi ki boğazını sıktı ileride kaynana gelin ilişkisinden sıkamazdı çünkü
YanıtlaSilSONLARA DOĞRU ASYA GÖRKEM DİNAMİĞİ DER SUSARIM YA ÇOK ÇOK ÇOK İYİ
YanıtlaSilEski kapağı aşırı seviyordum yenisine alışmam biraz sürecek gibi ama hadi hayırlı olsun
YanıtlaSilHande'yi normalde Barış'la shipleyecektim de Can'la mı shiplesem ama onlardan olmazki türk sherlockum benim Can benim hande barışı alabilir
YanıtlaSilHande ve barış olacak olsaydı olurdu bence önceden tanışıklıkları vardır ha yine olabilir ama can olsa daha iyi bence çocuk kendini delirdi sanıyor milatla da olması çok zor gibi şey gibi olması lazım yargı dizisindeki yektanın değişimi ama yine de analizciler kolay kolay ısınamazlar bu yüzden ben milatın öleceğini düşünüyorum onu toparlayan da Hande olur belki..
SilAma ben bunları yerimmmm
YanıtlaSilHande ile can olsun ya. Canı şu vegadan kurtamalıyız ya normal biri olsaydı ve shiplerdim imisini ama katil ki bu can harici herkese zarar verebilir bizim analizcilerw bile tam dokunmamasının sebebi can sonuçta bu yüzden can daha fazla kapılmasın lütfen. Onun harici Asya ve görkem ilişkisi çok güzeldi
YanıtlaSilKayınvalidenle ilk tanışman nasıldı derlerse boğazını sıktım dersin 😂😂😂 Hep birlikte uyumaları harika 🤍🤍
YanıtlaSilyağmurun içindeki kötü hislerle benimkiler yarışır (opsiyonrl)
YanıtlaSil