22. "YENİ HEDEFLER"
Bölüm şarkıları:
Sedef Sebüktekin & Can Ozan, Seni Uyurken İzlemek
Gökhan Türkmen, Aşk Lazım
Demir Demirkan, Zaferlerim
•🧁•
"Feza," diyordu bir ses, zihnimin gerilerinden. Çok sevdiğim birine aitti. Hayatıma damdan düşer gibi giren, kısacık sürede her şeyim haline gelen birine. Ses tonu öyle güzeldi ki bana bir daha ismimi söylediğinde gözlerimi açmadan gülümsedim. Sonra bu sesin hayalimin içinden değil de kulağımın dibinden geldiğini fark ettim.
Göz kapaklarımı zorlukla aralayıp başımı yukarıya doğru çevirdim. "Yavrum eve geç kalacaksın."
Geniş olup olmadığını test etmek için altına girdiğim kolu, dünyanın en rahat yastığı olma testini başarıyla geçmişti. Avucumu Doruk'un göğsüne yaslamıştım. Bir dizimi hafifçe kendime çekerek uyumaya alışkın olduğum içinse bacaklarını fazlasıyla rahatsız ediyor olmalıydım.
"Hım?" dedim uyku mahmuru bir sesle. Gözlerimin önünde karıncalar dolaşıyordu.
"Sabaha kadar kal böyle, gıkımı çıkartırsam adam değilim ama babanın gözünde puan toplamaya çalıştığım bir dönemde bunu ona açıklayamayız güzelim."
İşte o an kendime gelmeye başlamıştım. "Uyuyakaldım ben." Sesim telaşlı, o bunu bilmiyormuş gibi içinde bulunduğum durumu ona bildirmemse komikti. "Uyuyakalmışım," dedim tekrar. Başımı kolundan kaldırdığımda kafam kazan kadar ağırdı. Doruk, dakikalardır pozisyon bile değiştirmeden duruşunu korumuştu. "Kusura bakma." Parmaklarımı koluna bastırıp az önce başımın bulunduğu konumu hafifçe ovaladım. "Ağrıyor mu çok?"
"Ne?" Gözlerini hayretle açtığında üzerimizdeki battaniyeyi ben uyurken boynuma kadar çekmiş olduğunu gördüm. Herhalde biraz hareket etmiştim, battaniye yukarı doğru sıyrılmıştı ve onun ayakları açıkta kalmıştı. "Ağrımıyor kolum falan. Çok yorgun olduğun belliydi zaten. Biraz dinlenebildin mi?"
"Yanlışlıkla gözlerimi kapatmışım herhalde." Kendimi bir şeyleri açıklamak zorunda hissediyordum. "İçerisi de sıcaktı ya, mayışmışım öyle."
"Uyuduğun için özür dile bir de."
"Özür dilerim," dedim hemen.
Beyin fonksiyonlarımın yüzde yüz çalıştığını söyleyemeyecektim. Bu saatlerde uyumak alışkın olduğum bir durum olmadığından kendimi biraz salak gibi hissediyordum.
Doruk gülmeye başlayınca sanki bir yük kalktı omuzlarımdan. Hiçbir şey düşünmeden ona diktim gözlerimi. Beynimdeki yarım yamalak düşünceler de silinip gitti, bir o kaldı geriye. "Sorun değil," dedi içimi rahatlatmak için. "Uyumamak için ne kadar direndiğimi bir bilsen. Sırf eve yetişeceğin şekilde seni uyandırabilmek için son on beş dakikadır baş parmağımla kaşımı yukarı doğru çekiyorum gözlerim kapanmasın diye."
"Hadi ya..."
Bakışlarım televizyon ekranına döndüğünde orada görmeyi beklediğim film yoktu. Aklımdan neyin geçtiğini anlayıp "Uyuduğunu fark edince durdurdum," dedi. "Seninle getiririz sonunu."
Benim sonumu da o getirmek istiyordu belli ki.
Kalbim aniden kasıldı ve sonra yerinden çıkarcasına hızlandı. Bensiz izlemek istemeyişinin getirdiği hislerle başa çıkmaya çalışırken bir de sehpadaki tabağın tamamen boş olduğunu gördüm. Yıldızlı kurabiyelerimin kırıntısı bile kalmamıştı. Boş muffin kağıtlarını ikiye katlamış, tabağın kenarına dizmişti. Keklerin de kırıntıları yoktu, tabak resmen bulaşık makinesinden yeni çıkmış gibiydi.
"Ben yedim onları ya." Elini ensesine attı. "Sana kalmadı galiba ama sen kendine yaparsın bence sonra yine."
"Afiyet olsun." Kendime bir saniyeliğine zaman ayırıp o bir saniyeyi gözlerimi ovuşturmak için kullandım. Hâlâ yan yana oturuyorduk. Birbirimizden uzaklaşmak gibi bir ihtimal ikimiz için de yoktu sanki. Bu battaniyenin altından ayrılmak istemiyorduk. "Sevdin mi?"
"Bayıldım. Bademli kurabiyeler için isim düşündün mü? Visal'in raflarında acilen yerini almaları gerekiyor."
"Firuzan Hanım çocukça bulabilir yıldızlarımı," dedim sıkıntılı bir iç çekişin ardından. "Neyse, sen beğendiysen senin için yaparım yine."
"Takım için sipariş versem olur mu peki? Uygun musun şu sıralar?"
"Doruk..." Kendimi mahcup hissettim. "Benim için böyle şeyler yapmana gerek yok."
"Takım için yapıyorum," dedi. "Seninle sarıldığımızı görmeleri bizimkileri nasıl mutlu etti anlatamam. Üzerime siparişler yağdı, Gün Batımı muffinlerin herkesin dilinde."
"Gerçekten mi?"
"Tabii ki Feza. Elinin lezzetinin farkında değil misin?"
"Sen yemek yemeyi çok sevdiğin için kendi kendine abartıyorsun sanıyordum," dedim. "Öyle değil miymiş?"
"Abartıyor muyum? Az bile yapıyorum. Elinin değdiği her şeyi mükemmel hale getiriyorsun sen."
"Senin de büyülü bir yanın var gibi," diye mırıldandım. "Saçlarımla oynamaya başladığını hatırlıyorum en son. Açma kapama düğmeme bastın sanki. Bu kadar hızlı uykuya dalmayı nasıl başarmış olabilirim diye düşünüyorum hâlâ."
"Rahatladın çünkü," derken yüz ifadesi yumuşamış, sesi gevşetici bir tınıya düşmüştü. "Gergindin ya biraz, geçti o herhalde sonradan."
Bunu kafasına takmış olmasını beklemiyordum. Tam olarak konuyu kavramaya çalışır gibi ağzımı arıyor, bir sorun olup olmadığını anlamaya çalışıyordu. Onunla bir ilişkiye başladıktan sonraki ilk buluşmamızda hem beni öpmüştü hem de onun yanında uyumuştum. Bazı şeyler rüya gibiydi.
"Çok da rahat uyumuşum biliyor musun? Pamuk gibiyim şu an, nasıl iyi gelmiş."
Başını eğip kendi omzuna baktı. "Eh, mecbur bu kolları senin için daha da şişireceğim o zaman. Rahat etmen önemli."
"Biraz daha şirinlik yaparsan eve geç kalacağım," dedim ayağa kalkmak için bacaklarımı koltuktan sarkıtarak. "Saat kaç?"
"Yetişeceksin," dedi. "Çünkü seni metrobüse koşarak götüreceğim ve sen de elimi tutacaksın. İlk günkü gibi."
"Bu havada dışarı mı çıkacaksın? Kafayı yeme. Ben kendi kendime giderim."
"Biraz moralim bozuk diye evime gelip bana çeşit çeşit yemek hazırlayan birisine göre fazla saçma konuşuyorsun," dedi. "Şu siktiğimin arabasını alabilsem de seni evine bıraksam keşke. Uğraşmasan otobüsle metrobüsle."
"Olsun." Güldüm. "Hedefin abonmanımı bitirmek değil miydi senin? Bitireceksin işte bu gidişle."
"Bitirelim bakalım. Şimdilik böyle olsun."
O da benimle birlikte ayağa kalktı. Üzerine montunu almak için odasına gittiğinde ben de mavi battaniyeyi katlayıp ayak ucuna bıraktım. Ardından televizyonu kapatıp boş tabağı da mutfağa götürdüm. Ben mavi Converselerimi giydim, o aynı renk spor ayakkabılarını. Sonra birlikte asansöre bindik.
"Fotoğraf çekilelim," dedi. Telefonunun kamerasını açmakta da gecikmedi. Asansör zemin kata varmadan bizi aynadan çekebilmek için acele etmesini anlıyordum ama bir anda kolunu boynuma dolayıp sırtımı gövdesine yaslamamı sağlayınca neye uğradığımı şaşırdım. Gözlerim biraz şişti, onun da göz altları uykusuzluktan mordu ama ortak olan, ikimizin de gözlerimizin içiyle gülümsüyor olmamızdı.
Kolunu çenemin altına öyle bir sarmıştı ki üstündeki monta rağmen kasının kavisi kendini belli ediyordu. Bu da benim yüzümün küçücük kalmasına sebep olmuştu. Arka arkaya dört kez bizi o halde fotoğrafladı. Muhtemelen sonuncusunda kıkırdadığım için gözlerim kapalı çıkmıştı ama bunu sorun etmedim. Sonuçta o beni uyurken görmüştü.
"Bu arada," dedi asansör kabininden dışarı adımladığımızda. Galerisini açıp az önce çekindiğimiz resimleri kaydırdı ve sonra telefonu elime tutuşturdu. "Ben anısı kalsın istedim ama rahatsız olduysan bunu silebilirsin."
Fotoğraf çektiğini söyleyip geçebilirdi ama o rahatsız hissetmemem için açıp gösteriyor, bir de üzerine telefonunu elime veriyordu. Teklifi, sözde bir teklif değildi. Bana istersem imha edebilmem için şans da tanıyordu.
Onun kolunun altında uyurken parmakları saçlarımın arasında duruyordu. Yanağım tamamen Doruk'un gövdesine yaslanmış durumdaydı, bu yüzden yalnızca sağ profilim vardı kadrajda. Örtülü göz kapaklarımın ucundaki kirpikler, yanağıma gölge düşürüyordu.
Çok huzurlu bir fotoğraftı.
"Kalabilir," dedim gülümseyerek. "Bana da atsan güzel olur ama."
"Galerimi seninle doldurmak istiyorum." Bu hiç düşünmeden, öylece dudaklarından döktüğü bir cümleydi. "İtalya'da özlemden kafayı yiyecektim. Canım çıkıp Visal'e gelmek, seni o tezgâhın arkasında koşuştururken seyretmek istedi hep."
"Artık başka yerlere gittiğinde de bu fotoğraflarıma bakar bakar ağlarsın..." dedim dramatik bir sesle. "Of, filmi de bitiremedik benim yüzümden zaten. Acaba bitirseydik sonunda ağlar mıydın?"
"Sanmıyorum," dedi dürüstçe. "Çoğu zaman beni ağlatmak için filmlerden fazlası gerekir."
Düşünür gibi yaptım. "Öyle mi? Çok da zor ağlayan birisi değilsin bence, o kaldırımda da ağlıyordun seni bulduğumda."
"Hayatıma ağlıyordum," dedi. "Bunu sık sık yaparım." Ben gülmedim ama o apartmanın kapısını açarken söylediği komik bir şeymiş gibi gülüyordu. "Bir otobiyografim çekilseydi az buz insanı ağlatmazdım."
Tam ona bir şey diyecektim ki açtığı kapının önündeki zemine baktım ve sonra koşmaya başladım. "Kar yağmış! Aa, yağıyor. Doruk, kar yağıyor!"
Başımı sokak lambasına doğru kaldırıp lapa lapa yağan karı yüzümdeki kocaman gülümsemeyle izlemeye başladım. Bu sene pek kar yağmamıştı. Yağsa bile sulu kar şeklindeydi ve çok çok azdı. Hiç yerler tutacak gibi olmamıştı ama bu şiddette yağarsa sabaha ne olurdu bilemiyordum. Şimdiden yerler dolmaya başlamıştı.
İçgüdüsel olarak sokak lambasının altına doğru biraz daha yaklaşmak istedim. Yağan kar saçlarıma tutunurken Converselerim zemine tutunmak konusunda pek başarılı olamadı. Telaşla ellerimi iki yana açıp düşmemek için komik bir çaba verdiğim sırada imdadıma Doruk'un kolları yetişti. Bugün, kollarıyla bir zorum olmalıydı. Sürekli kendimi onların arasında buluyordum.
Ayaklarım ileri doğru gitmiş, gövdemse arkaya doğru savrulmuştu. Beni yakalamamış olsaydı kalçamın üstüne sert bir şekilde düşecektim. Başımı yukarı doğru kaldırdım, başını aşağı doğru eğdi. Ben onun yüzüne tersten bakarken o "Tuttum seni," dedi. Yanağındaki gamze derin bir çukur haline gelmişti.
"Kar yağıyor!" dedim doğrulmak için hiçbir çaba göstermeden ona bakmaya devam ederek.
Gülümsedi. "Evet Feza, yağıyor."
"Çok güzel. Bayılırım."
"Ben de," dedi. "Sana."
Salak salak güldüm. Koltuk altlarımdan beni destekleyerek ayaklarımın üzerinde durmamı sağladıktan sonra kolunu belime sarıp ayaklarımı yerden kesti. Üç büyük adımda az önceki kaygan kaldırımı aştı ve beni henüz buz tutmamış olan asfalta bıraktı. "O ayakkabılarla nasıl eve döneceksin?"
"Kaya kaya," dedim hevesle. "Düşe kalka. Zıplaya zıplaya. Çok güzel. Uzun zamandır böyle yağmıyordu değil mi? Çok güzel Doruk."
"Bana bakma, önüne bak. Kafanı gözünü patlatacaksın yoksa."
"Doruk," dedim aklıma gelen soru yüzünden muzip bir tavırla. Başımı omzuma doğru eğdim. "Diyelim ki ben arabanın üzerinde biriken karmışım ama senin yanında eldivenlerin yokmuş. Yine de benden kartopu yapar mıydın?"
Ses kaydına almak isteyeceğim türden bir kahkaha atıp elini belime yerleştirdi. Birlikte yürürken gözlerini üzerime çevirmişti. "Üstüne kalp çizer, yan yana baş harflerimizi yazardım. Sonra da kimse sana dokunmasın diye arabanın başında nöbet tutardım."
"Tutamazsın," dedim. "Gitmen gerekiyormuş. Bekleyemezmişsin diyelim."
"O zaman mecbur cebime dolduracağım seni."
"Ya sen nöbet başında dondun ya ben cebinin içinde eridim." Kaşlarımı kaldırıp küçük bir değerlendirme yaptım, sonra yüzümü buruşturdum. "Yok, sevmedim bu senaryoyu."
"Neyse ki kar değilsin o zaman." Avucunu başımın üzerine bastırdığında yine boyumla dalga geçecek sandım ama o yalnızca başımın tepesinde parmaklarını gezdirdi. "Üşüyeceksin böyle."
"Üşümem," dedim. "Metrobüse yaklaştık zaten. İçerisi hamam gibi olur şimdi."
"Doğru, yaklaştık." Bundan hoşlanmadığı barizdi. "Tekrar ne zaman görüşeceğiz?"
"Bilmem, yazışırız." İstediği cevabı alamamış olacak ki dudağını sarkıttı. "Ne?" diye sordum gülerek. "Hemen yarın sabah diyecek halim yok. Ben meşgul bir kızım."
"Bu hafta muhtemelen ekstra idman yapacağım ben de," dedi karşılığında. "Takım bir çalışıyorsa ben iki çalışacağım, kişisel antrenörümle de konuştum. Boş anım olursa sana yazarım, ne yapabileceğimize bir bakarız."
"İtalya'dan bu akşam döndün," dedim. "Ve maç dün akşamdı. Ne ara kişisel antrenörünle konuşup program ayarladın? Ayrıca kişisel antrenörün de mi var?"
"En fazla dört maç," dedi gözlerimin içine dikerek gözlerini. "Euroleague ya da Süper Lig, fark etmez. En fazla dört maç sonra ilk beş başlayacağım. Böyle bir hedefim var. Sonsuza kadar o benchte oturmayacağım. Sonsuza kadar yedekte bekleyip ilk çeyrekleri analiz etmeyeceğim. En fazla dört maça ilk beşte olacağım, görürsün. Bu olana kadar nefes almamam gerekiyorsa almam, sorun değil."
"Doruk..." Hırs, belki de onu diri tutan şeydi ama kendine nasıl zarar verebileceğini hiç düşünüyora benzemiyordu. İnsanların hedefleri olması ve bu hedefler uğruma varlarını yoklarını ortaya koymalarını çok takdir ederdim fakat o, başarıya takıntılıydı. Bu yüzden en ufak başarısızlığında şiddetli bir yere çakılma süreci yaşıyordu. "Çok isterim bunu, gerçekten. Belki de dört maça bile kalmadan kendine ilk beşte yer bulursun." Buna bütün kalbimle inanıyordum. "Ama bulamasan bile, bunu sadece taksit ödemek gibi düşünebilirsin. Üç, altı, dokuz. Kaç aya bölündüğünün bir önemi yok ki. Sonucunda hak ettiğin şey senin ellerinin arasında ve tamamen sana ait olacak."
Metrobüsün turnikelerine yakın bir yere gelmiştik, bu da ayrılık zamanı demekti. Kar hâlâ lapa lapa yağıyordu. Kar taneleri, uzadıkça dalgalanan saçlarına beyaz birer ışık hüzmesi gibi tutunmuşlardı. Beni dinlerken ağzımdan çıkan her bir harfi kendisine hayat felsefesi yapmak istermiş gibi bir ilgi gösteriyordu.
"Çok fazla çalışmam gerek," dedi bu bir yerlerde yazılı olan bir kuralmış gibi. Sanki ben bu yaptığının kendisini cezalandırmak olduğunu anlamıyordum. Koç onu maça almamıştı ama o sayı üretemediği için kendine kızıyordu. Doruk kendisiyle nasıl başa çıkabiliyordu?
"Sana çok inanıyorum," dedim. "Ve sana söz veriyorum, günüm birinde tribünde herkes sana MVP tezahüratları yaparken en çok benim sesim çıkacak."
Yakalarımı sıkıca kavradığında beni öyle hızlı kendine çekti ki parmak uçlarımda yükselmek zorunda kaldım. Biraz daha baskı uygulasa kolayca ayaklarımı yerden kesebilirdi ama o, bunu yapmak için dudaklarını kullandı.
Bu bir öpücük değildi, bu daha çok bir teslimiyete benziyordu. Kar taneleri etrafımızda dönerek yeryüzüne inerken bir sokak lambasının altında onun hırkasına sıkı sıkı tutundum. Büyük bir çığın altında kalsaydı kalbim, Doruk tek bir dokunuşuyla bütün kar yığınlarını eritebilirdi. Buz kadar sert olsaydım bile beni istediği şekle sokabilecek güç onun elindeydi.
Öpücüklerinin sahiplenici bir yanı vardı. Ben sevgisiz büyüyen bir çocuk değildim, sevgi neye benzer bilirdim ama ilk defa her hücremle birine ait hissetmenin ne demek olduğunu öğreniyordum. Doruk, her öpücüğünde beni biraz daha ona ait kılıyordu.
Çok göz önünde bir yerde değildik. Işığın altındaydık fakat ortalık tenha sayılırdı. Bu da ona rahat hareket edebilme cesaretini veriyor olmalıydı. Ayrıca onun evinde olmadığımız için benim de biraz daha rahat olduğumu düşünmüş olsa gerek, ısrarcı öpücüklerinin sonunda dudaklarımı aralamamı sağladı ve dili dudaklarıma değdi.
Karnım inanılmaz şekilde kasılıyordu. Düğüm değildi, kelebek değildi. Bu çok daha yoğundu. Çok daha başkaydı. Çok daha...
Çok daha neydi bilmiyordum ama bacaklarımın titreme sebebi havanın soğuğu değil onun sıcaklığıydı, bunu biliyordum.
"Feza..." Sürekli oradan oraya koşturduğu maçtan sonra bana sarılırken bile solukları böyle sık değildi. Herhalde maraton bile koşmuş olsa bu şekilde soluk soluğa kalmazdı. "Feza." Ses tonu, her an dizlerimin üzerine devrilmemi sağlayabilirdi. "Feza," dedi tekrar. Üçledi. Üç kelimeyi üç cümle gibi aralıklı aralıklı söyledi. Alnını alnıma dayamış, kalbimi göğüs kafesimden taşırmıştı. "Çok seviyorum seni."
Eğer ki aşk denilen duygu saatli bir bomba olsaydı kalbim o an oracıkta patlardı.
Ona benim de onu sevdiğimi dile getirmenin tam sırasıydı ama baş parmağını az önce sızlattığı alt dudağıma yerleştirince kesik bir nefes alabildim sadece. "Bir şey söyleme," dedi. "Bir şey söylemek zorunda değilsin. Sadece bil. Bugün benim için yaptığın şeyi ölsem unutmayacağımı bil. Kalbimin ilk defa birine böyle çarptığını bil. Ben karanlığın ortasında yaşamaya alışkınım ama senin gülümsemen bana güneş, bunu bil."
"Doruk..."
"Çok seviyorum," dedi bir kez daha, gözlerimin içine bakarak. "Bana böyle bakma. Seni şimdi bir kez daha öpersem asla bırakamam. Lütfen git, eve yetiş."
"Hiçbir şey söylemeyeyim mi?" diye fısıldadım. İstesem de sesim yüksek çıkamazdı, o güce sahip olduğum bir anda değildik.
"Söyleme," dedi. "Söylersen de bırakabileceğimi sanmıyorum."
Benim gülümsemem ona güneşse, onun gözleri de bana öyleydi. Sarının açık kahverengi ve yeşile bulanarak ortaya çıkardığı bu ela harelere bakmaya doyamıyordum. Başımı kaldırıp bir süre daha gözlerindeki yansımamı izledim. Belki de kendimi ilk defa bu kadar güzel hissettim. O yansımanın içindeki ben, aynadaki benden daha güzeldi.
Bir kez başımı salladım. Bir kez başını salladı. Otobüs kartımı çıkarıp yürürken düşmemeye çalışarak turnikelere doğru yürümeye başladığımda bakışlarını sırtımda hissediyordum. Biraz daha ilerledikten sonra omzumun üzerinden dönüp ona baktım. Yüzünde şaşkınlıkla karışık bir gülümseme vardı. Söyledikleri onu da afallatmıştı. Kendisine o da şaşırıyordu ama mutlu da görünüyordu. Elini kaldırıp salladığında ben de aynısını yaptım ve sonra durağa gelen metrobüsün kapılarından içeriye atladım.
Gülümsememi durduramıyordum. Ara sıra insanlar beni deli sanmasınlar diye esniyormuş gibi yaparak elimi ağzıma götürdüm ya da burnuma dokunup dudaklarımın kıvrımını gizlemeye çalıştım. Kalbim deli gibi çarpmayı hiç bırakmadı. Başımı cama çevirip yağan karı izleyerek bir kez daha bana söylediklerini içimden tekrarladım. Evime çıkan yolları arşınlarken içim içime sığmıyordu. İçimdeki enerji öyle bir hal aldı ki sağımı solumu kontrol edip sokağın boş olduğundan emin olduğumda elimi kalbime bastırıp karın içinde seke seke yürümeye başladım.
Kapıyı açtım, basamakları üçer beşer zıplayarak çıktım. Onun yanında çektiğim uykudan sonra yatağımda tek başıma nasıl uyuyacağımı bilmiyordum. Sızlayan dudaklarıma sürekli dokunuyor, beni öptüğünü hatırladıkça kızarıyor, bizim eve yaklaştıkça ise hislerimi bastırabilmenin yollarını düşünüyordum.
Anahtarımla kapıyı açtım ve Converselerimi çıkarıp içeriye zıpladım. Ara yerdeki ışıklar kapalı olduğuna göre aile üyelerimin bir kısmı uyumuş olmalıydı. İçlerinden birinin Furkan olduğunu tahmin ettim çünkü evde hiç ses yoktu. Sağıma soluma bakınırken beni karşılamaya neden kimsenin gelmediğini düşündüm ve Ferda'nın salondan yükselen sesini duydum. "Annemle babam terasa çıktı, Türk kahvelerini içip yağan karı izliyorlar. Fırat odasında. Ben de şu an iki battaniyenin altında salondayım, çok heyecanlı bir şey izliyorum sakın beni rahatsız etme."
Son cümledeki alayına gülerken başımı kapıdan uzatıp koltuğa kurulmuş haldeki ona baktım. Perdeyi sıyırmıştı, bu yüzden karı o da görebiliyordu. Elinde dumanı tüten bir kupa tutuyordu. Kokusuna bakacak olursam ıhlamur içiyordu ve heyecanla izlediği şey de Johnny Test'ti. Kendi kendime kıkırdamaya başladım. Ferda ne zaman bu çizgi film başlasa her seferinde ekrana bu şekilde kilitlenip kalırdı.
Başını bana doğru çevirip "Üşümüşsün," dedi. "Montsuz mu çıktın dışarı? Gel ısın yanımda birazcık."
Bu teklifi reddedemeyecektim. Benim için battaniyeyi açtığında aklıma Doruk'un da bunu yapmış olduğu geldi ve Ferda'nın yanındaki boşluğa yerleşip ona yaslandığımda Doruk'un göğsüne başımı yaslayıp uyuyakalmış olduğum gerçeğini düşündüm.
Ferda gözlerini televizyondan ayırmadan elindeki siyah kupayı bana doğru uzattı. Sıcak ıhlamuru yudumladıktan sonra ona uzattım ve o da bir yudum alarak omzunu omzuma daha fazla yasladı.
"Bir sorun mu var?" diye sordum. Sevgi gösterilerini bu evde çoğu zaman ben üstlenirdim. Ferda biraz dalgın görünüyordu ve bana yaslanışında bir yorgunluk seziyordum. Başımı başına yaslayıp gözlerine onu güldürmek için komik bir şekilde baktım.
Başta güldü ama sonra ifadesi yeniden düz bir hal aldı. Aklındaki her neyse benimle paylaşmaya karar vermişti. Ihlamuru bir kez daha bana uzattı ve bardağı dudaklarıma götürdüm. Bunu yaparken bütün dikkatim ondaydı. "Fırat için endişeleniyorum," dedi en sonunda.
Ferda ve Fırat bütün günlerini birlikte geçiriyorlardı okulda. Bu yüzden eve geldiklerinde birbirlerinden bıkmış gibi davranırlardı. Bunun onların sevgi dili olduğunu bilirdim ama Ferda bu saatte Fırat hakkında endişelendiği için bu kadar dalgınsa mutlaka ciddi bir şeyler olmalıydı. Ayrıca sesindeki ton da kalbimi tekletmişti. "Ne olmuş Fırat'a?"
Karanlık salonda yalnızca sokak lambasının sarı ışığı ve televizyon ekranının yansımaları vuruyordu üzerimize. Sıcak kupayı avuçlarımın arasında tuttum, o da kimse tarafından duyulmayacağımızdan emin olmak için fısıldayarak anlatmaya başladı. "Bugün evde yoktu. Günlerden cumartesi, arkadaşlarıyla takılıyordur diye düşünürsün ama sordum Salih'e, onlarla da değilmiş. Abla, Fırat dün de beni okula bıraktıktan sonra içeri girmedi ve bunu geçen cuma günü de yaptı. Bu bir sırdı, devamsızlık yaptığımı kimseye söyleme dedi ama ben sebebini öğrenmek için üsteledikçe sinirleniyor bana. Ne yapıyor ki bu çocuk?"
İşte bu ciddi bir şeydi.
"Geçen hafta öğretmenler sorduğunda biraz hasta diye idare etmiştim. Bu defa da sabah biraz kötüydü dedim ama her cuma hastalanıyor bu çocuk herhalde dediler. Nasıl toparlayacağımı bilemedim."
"Arkadaşları da bilmiyor değil mi sebebini? Sadece o mu sınıfta olmuyor cumaları?"
"Evet, hatta cumadan pazara kadar yok oluyor gibi. Az önce onu konuşmaya zorladığımda beni terslediği için kavga ettik. Şimdi ne hali varsa görsün diye ben buraya geldim ama dönüp ağlaya zırlaya yanına gitmek istemiyor da değilim. Korkutuyor beni bu hali."
"Ben konuşurum onunla şimdi," dedim elimi onun saçlarının arasına koyarak. "Ama bunu yalnızken yapayım olur mu? Sen ıhlamurunu bitir. Bir süre daha takıl burada. Annemler aşağı inerse de bana bir işaret gönder. Anlaştık mı?"
"Furkan'la konuşurkenki ses tonunu kullanıyorsun bana," dedi. "Beş yaşında değilim ben, on beşim hatırlatırım."
"Bu hepinizin benim bebeğim olduğunuz gerçeğini değiştirmiyor kuzum ya," dedim ona tepeden tepeden bakışlar atarak. Çok bilmiş abla rolüm Ferda'yı hep gıcık ederdi. Bu yüzden gülecekti. Tam da tahmin ettiğim gibi olmasına şaşırmadım. Ferda kıkırdayıp ıhlamurunu geri aldı ve beni yanından kovaladı.
Sessiz adımlarla evin içinde bir gölge gibi ilerledim. Fırat'la Ferda'nın odasının kapalı olan kapısını tıklama zahmetine girmeden açıp oraya daldığımda Fırat'ı ranzanın üstünde bulurum sanmıştım ama gördüğüm şey dağınık bir yataktı. Geri çıkıp koridorda yürümeye devam ettim ve Fırat'ın karanlık siluetine Furkan'ın odasının içinde rastladım.
Furkan'ın düzenli nefes alış verişlerinden başka odada hiçbir ses yoktu. Fırat, onun yanına kıvrılmış yatıyordu. Yüzü Furkan'a dönüktü ve elini yanağının altına yaslamış halde onu izliyordu. İkisini bu şekilde görmüş olmak içimde ağlama isteği uyandırdı. Kapının pervazına yaslanıp onlara bakarken Fırat varlığımı fark edip kafasını kaldırdı. Elimle ona yanıma gelmesi için bir işaret yaptığımda küçük bir çocuk gibi kafasını salladı ve yavaşça uyuyan Furkan'ın yanından doğrulup ayağa kalktı. Yanıma gelirken yüzünde bir gülümseme bulmayı umuyordum ama o Ferda'dan bile daha dalgındı.
"İyi misin?" diye fısıldadım. İyi olmadığını biliyordum. İyi olmadığı gerçeği göğsümü sıkıştırıyordu.
"Bok gibiyim," dedi elini saçlarının arasından geçirerek. Üzerindeki kapüşonlunun ceplerine ellerini sokarken sıkıntılı bir yüz ifadesine sahipti. "Feyza, biraz konuşsak olur mu?"
Küçüklüğümüzdeki gibi bana ismimle hitap etti. Babam, ona bana abla demesini tembihleyip dururken keçi Fırat inatla ismimi kullanıp babamı kızdırır ve bundan çok keyif alırdı. Şimdi sanki yine o çocuk olmak istiyordu. Furkan'ı bu kadar dikkatle izleme sebebi belki de o yaşlara dönmek isteyişiyle ilgiliydi.
"Odama geçelim mi?" diye sordum elimi koluna sararak. Fırat desteğe ihtiyacı olduğunu benden saklamadan kolunu omzuma attı ve ikimiz birlikte sessizce odama geçip yatağıma oturduk. Üzerimdeki mavi hırkayı çıkarıp sandalyeye düzgünce bıraktım. Sonra yatakta yanına oturdum. "Dökül bakalım," dedim sabit tutmaya çalıştığım bir sesle. Paniğimi ona yansıtmak bu aşamada hiçbir işe yaramayacaktı.
"Ferda'yı çok kırdım," dedi. Pişmanlığını iliklerime kadar hissettim. "Fazla sesimi yükselttim kıza. Sadece beni merak ediyordu. Gözleri benim yüzümden dolunca kendime kızdım bayağı. Şimdi salonda galiba. Baktın mı, ağlamış mıydı?"
"Gayet keyfi yerindeydi," dedim gülümseyerek. "Sana kırgın görünmüyordu, senin için korkuyor gibi görünüyordu."
Bunu zaten bildiğini ufak bir baş hareketiyle bana gösterdi ve bir bacağını altına doğru kıvırarak yönünü iyice bana çevirdi. Gözleri ellerindeyken Fırat çekingen görünüyordu. Onun ele avuca sığmayan hallerine alışıktık biz, yaşı kaç olursa olsun etrafta koşturup ona buna bulaşır ve evdeki sessizliğin uzun sürmesine izin vermeyecek şeyler yapardı hep. Şimdi o sessizliğe tek başına gömülüyor olması garipti.
"Okula gitmiyormuşsun," dedim. Kardeşimizin bana bunu yumurtlamış olacağını da tahmin etmişti. Başını eğip benden bir azar beklemeye başladı. Yüzüne dokunarak bana bakmasını sağladım. "Fırat, anlat hadi bana ne olduğunu. Kızmayacağım."
"Kızacaksın," dedi. "Çünkü ben galiba okulu bırakacağım."
Duymayı beklediğim en son şey dudaklarından öylece döküldüğünde kaşlarım havaya kalktı. Gözlerimi kırpıştırarak yüzüne baktım ve bunu gerçekten de söylediğini idrak etmeye çalıştım.
"Problem ne?" dedim korkuyla. "Bir kavgaya falan mı karıştın?"
"Şevket Hoca'yı hatırlıyor musun?" Hatırlıyordum. Üstelik okuldan birisi değildi o adam. Küçükken oynadığı mahalledeki futbol kulübünün hocasıydı. İki üç yıl kadar oraya gitmişti Fırat fakat sonra kulüp kapatılmıştı. O hocayı ne kadar çok sevdiği hâlâ dün gibi aklımdaydı.
Sonrasında Fırat başka bir kulüpte oynamamıştı ama okul takımına girmişti. Her boşluğunda çocuklarla halı saha yapmaya devam ettiği bilgisi de vardı elimde. Ferdi de ara sıra onunla giderdi ve her fırsatta kardeşimin canavar gibi top oynadığını dile getirirdi.
"Hatırlıyorum," dedim.
"Kasımpaşa altyapısını çalıştırmaya başlamış."
"Ve?"
"Abla, biz onunla tamamen koparmamıştık iletişimi. Unutmadı zaten beni. İşte geçen gel bir göreyim dedi, gittim konuştum ben de."
Altyapılar ve benim aramda tuhaf bir ilişki olsa gerekti. Hayatımdaki erkeklerin ortak noktası, karşıma oturup bana altyapı hakkında dert yakınmalarıydı. İçine düştüğüm bu durum karşısında başka zaman olsa gülerdim ama Fırat hâlâ gergin görünüyordu konuşmaya devam ederken. Bu yüzden ben de sessiz kalıp bana aklındakileri anlatmasını bekledim.
"Forvete çekerim seni diyor. Antrenman eksiklerini sıkı çalışırsak hallederiz diyor. Zaten sen futbolu bıraksan bile futbol seni bırakmaz diyor. Abla o bana Kasımpaşa altyapısında ilk on biri vaat ediyor. Hayal edebiliyor musun? Belki sonra Süper Lig olur. Abla belki... Belki sonra başka takımlar olur. Hem takımla da tanıştım. Bilmiyorum, ben..."
"Neden bize hiç söylemedin?" diye sordum hayretle. "Neden ben bunu şu an öğreniyorum ve sen önünde böyle şanslar varken neden bu kadar üzgünsün?"
"Yetişemiyorum," dedi. "Arayı kapatıp kondisyonumu arttırmak için özel bir eğitmenle görüşecektim. Para lazım oldu. Ben de biraz çalışayım dedim, geçenlerde bir markette diş macunu tanıtımı reyonundaydım." Kendi haline gülmeye başladı. "Kramponlarımı yeni aldı babam. Bir şey isteyemem ondan. Bunu kendi başıma halletmek istedim. Kaldı ki okulu bırakıp topçu olmak istediğimi söylersem beni ortadan ikiye ayırır ama seninkine olan desteğini gördükçe... Bilmiyorum. Ama okulu, işi ve futbolu aynı anda götüremem bunu biliyorum. O kadar yorgunum ki ayaklarımın ağrısından uyuyamıyorum."
"Senin kafanı kırarım," dedim doğrudan. Yaptıkları için değil, yaptıklarından haberim olmadığı için kızgındım. "Ben ne güne duruyorum burada? Al maaş kartımı ne bok yiyorsan ye, salağa bak. Ne diye bunca şeyin arasında işe girip kendini harap ediyorsun?"
"Kesin olmayan bir şey için senden para alamam," dedi. "Ve yine kesin olmayan bir konuyu gidip bizimkilere açamam ama abla, lisede zamanımı kaybetmek istemiyorum. Zaten büyüğüm diğerlerinden, o da canımı sıkıyor. Okuldaki o sıraya oturduğum zaman her Allah'ın günü kafamın içinde futbol oynuyorum. Dersler sikimde bile değil." Birden durup gözlerime baktı. "Özür dilerim."
"Peki," dedim. "Madem öyle. Kaç ay oldu okul başlayalı? Kafana koyduysan bunu, niye bırakmadın şimdiye kadar okulu?" Fırat fevriydi. Benim yapmak için üç yıl düşünmem gereken şeyleri bir saniyede yapabilirdi. Gözünü karartırsa onun önünde kimse duramazdı. Bu yüzden desteğimi üzerinde hissetmezse ipleri tamamen koparırdı ve bunu asla istemiyordum ama okul hakkında daha fazla bilgiye ihtiyacım vardı.
"Ne diye bırakmadım okulu..." dedi dalgın dalgın. Dudakları iki yana kıvrıldığında gözlerini ellerine indirdi. "Çünkü," dedi. "Bir kız var."
Şimdi ağlamaya başlayacaktım.
Aşk Falezlerin kapısına dayanmıştı.
Fırat, aşık olmuştu.
"Kim?" diye koluna sarıldım heyecanla. "Kim? Tanıyor muyum? Fotoğrafı var mı? Sevgili misiniz? Biliyor mu bunları?"
"Bizim sınıftan." Bu konudan bahsetmek onu çok utandırıyordu, her halinden belliydi. "Sevgili değiliz. Sadece başımı masaya yasladığımda gözlerim onu buluyor diyelim."
Böyle utangaç konuşmaya devam ederse yanağını ısıracaktım. Bağdaş kurup ona yaklaştım. "Adı ne?"
"Cansu."
"Ne?" Gözlerim yuvalarından fırlayacaktı. "İlkokuldaki Cansu mu? Bana bir kere küçükken onu gösterip çok güzel değil mi diye sormuştun hani? O mu?"
Fırat'ın kapüşonlusundan görünen boynunda bir kızarıklık yükselmeye başladı. "O." Daha fazla detay almadan peşini bırakmayacağımı bildiği için utana sıkıla yüzünü bana çevirdi. "Ortaokulda başka okullardaydık ama onu turnuvalarda görüyordum. Bizim okulla oynayacakları her maça gelip en önde oturuyordu. Belki de kendi takımlarındaki birinden hoşlanıyordu, bilmiyorum. Sadece onu tribünde görüyordum ve o da beni görüyordu. Ama sonra onu Ferdi abiyle oynadığımız son maçta da gördüm. Tel örgülerin arkasında kızlarla oturuyordu."
Sesine bulaşan heyecanı fark ettiğimde içimde bir şeyler erimeye başladı. Kardeşimin karşıma geçip bana bir kızdan bahsetmesi çok tuhaf bir histi. Acaba Özge abla da hiç böyle hissetmiş miydi?
Onunla konuşmaya dair garip bir istek duydum. Sanki o sorunları çözmemde bana yol gösterebilirdi. Neticede bu sürecin nasıl işlediğini ondan iyi kimse bilemezdi. Kardeşine ne ölçüde destek olduğunu merak ediyordum ve benim de neler yapmam gerektiğini öğrenmem gerekiyordu.
Çünkü ben, Fırat'a destek olma konusunda her şeyi göze alırdım. Okulu bırakması kulağa deli saçması gelse bile bunu yapacaksa arkasında duracak kişi ben olurdum ve bu mantıklı mıydı bilmiyordum. Açıktan okumak fena bir ihtimal değildi ama babam buna ne derdi, Fırat o dersleri geçebilir miydi bunları bilmiyordum. Kendimi kapana kısılmış gibi hissederken bir yandan da içim duyduklarım yüzünden kıpır kıpırdı.
"Senden hoşlanıyor olabilir yani?" dedim hızlı hızlı konuşarak. "Belki de seni tıpkı senin onu sevdiğin gibi seviyordur bile. Maçlarını izlemeye geliyormuş sonuçta. Futboldan anlayan birisi mi? Pek öyle olduğunu sanmıyorum. Yine de kalkıp senin için gelmişse bunun arkasında kesin bir şeyler vardır. Sakın nereden bildiğimi sorma."
"O kızlarla okulda yan yana gelmiyorlar," dedi bana. "Ama kenardaki koltuklarda bir grup gibi oturuyorlardı ve Cansu hiçbirisiyle ilgilenmiyordu. Çünkü ben attığım ikinci golden sonra başımı tribüne çevirdim ve göz göze geldik."
"Ay şuraya bayılacağım şimdi." Ne yapacağımı bilemedim ama ona uzanmak istedim. Bu yüzden koluna yapıştım ve başımı omzuna doğru bastırdım, sonra doğrulup gözlerine baktım. "Aşık mısın sen şimdi bu kıza?"
"Bilmiyorum," dedi omuzlarını silkerek. "Ama onu hatırlıyorum, abla. İlkokuldaki halini hatırlıyorum. Neden bu kadar sessiz birisi olduğunu biliyorum. O hep karmakarışık saçlarla okula gelirdi ve diğer kızları izlerdi. Bir keresinde Ferda'nın çantasından tarak alıp saçlarını örmüştüm. Sanırım üçüncü sınıftık. O bunu hatırlıyor mu bilmiyorum ama ben o gün bana nasıl baktığını unutmadım."
"Aşıksın yani." Hem de bu ilkokuldan beriydi. Aklımı kaybetmek üzereydim. "Annesini kaybetmiş bir kızın saçlarını ördüğünde o kızın bunu ömrü boyunca unutacağını sanmıyorum Fırat."
"Ama," dedi. "Okula gitmemeyi ciddi ciddi düşünüyorum. Bu fırsat bir daha ayağıma gelecek değil ve ben gidip tarihle matematikle falan zamanımı kaybedemem. Benim çok çalışmam lazım."
"Önce bir oturup düzgünce düşün çünkü şu an çok kafan karışık gibi görünüyor. Doğru sandığın şey doğru bir karar olmayabilir. Hem babam seni her koşulda destekler ama bu fikre sıcak bakacağını düşünmüyorum. Biraz durulsun şu kafandakiler, sonra oturup ne yapabileceğimize bir bakalım tamam mı?"
"Ama-"
"İşe gitmiyorsun," dedim. "Birkaç hafta seni idare edebilirim. Görüş bahsettiğin antrenörle, başla çalışmalarına. Kendini ekstra olarak yormayacaksın asla. Tek başına olursan tabii ki hiçbir şeye yetemiyor gibi hissedersin. Bırak sana her şeyin yoluna gireceğini göstermeye çalışayım bu hafta."
"Abla..."
"Bana söyleseydin bir şekilde hallederdik," diye devam ettim. Bunu bilmesi şarttı çünkü ileride yine böyle hissettiği bir durumun içine sıkışıp kalırsa bu sayede nereye gitmesi gerektiğini bilecekti. "Babama söylemiş olsaydın o da korktuğun tepkiyi vermezdi sana. Fırat, Ferda'ya söylesen bile biraz olsun rahatlardın ama bak, bunların hiçbirini yapmadığından gecenin bu saatinde Furkan'ın yanına yatıyorsun kendini yalnız hissetmemek için. Sen hiçbir zaman yalnız değilsin ki, niye bunu yaptın bunca zaman kendine?"
Gözlerinin dolduğunu gördüm. Bu nadiren olurdu. Başını suçlu bir çocuk gibi omzuna doğru eğdiğinde ona sözlerimle dokunmuş olmam kaldıramadığı ne varsa önüme düşürmesine sebep oldu. "Çok yorgunum," dediğinde sesi neredeyse titreyecekti. "Her yerim ağrıyor. Fizik'ten kaldım. Geçebilecek gibi de değilim. Cansu bu aralar okulda hiç bana bakmıyor. Geçen gün bahsettiğim hocayla kırk beş dakika çok sağlam çalıştık ve ben en sonunda yere devrildim çünkü sabah işe gitmiştim. Yoksa biliyorsun, daha fazlasını yapabilirim."
"Tabii ki yapabilirsin," dedim kollarımı onun için açarken. Gelip bana sarılmadığında ben onun üzerine atlayıp onu yatağa devirdim. Kollarını boynuma sımsıkı sararak benden kurtulmaya çalışır gibi tepindi ama durduğunda benim çenem, onun saçlarının üzerindeydi ve o da kollarını belime sarmış halde göğsüme sinmişti. "Her zaman buradayım." Ona daha sıkı sarıldım. "Beni annem sizin hayatınızı kolaylaştırayım diye sizden önce doğurmuş, unuttun mu?"
"İki yaş var aramızda, çok da abartma istersen," dedi ama dalga geçtiği sesinden belliydi. Daha fazla duygusala bağlamamak için yapıyordu. "Utanmasan altını da ben bağladım diyeceksin."
"Senin için saçımı süpürge ettim ben be."
Gülerek parmaklarını karnımın yanlarına bastırdı ve beni gıdıklamaya başladığında Furkan'ı uyandırmamak için sessiz kahkahalar atmaya çalışıyordum. Başarılı olabildiğimi söyleyemeyecektim çünkü Fırat çok adi birisiydi. "Dur artık," diyerek onu üzerimden ittim. "Nefes alamazsam bankamatiğini kaybedersin."
"Her şey istediğim gibi giderse seni krallar gibi yaşatırım, bunu biliyorsun değil mi?"
"Krallar gibi yaşamak isteyen kim?" dedim. "Ben bu evin prensesiyim, bu yeterli."
"Ferda bunu duyarsa hastaneye kaldırılır." Başını geriye atıp gülmeye başladı. "Tırnaklarını sana geçirdiğini gözümde canlandırabiliyorum."
Normalde buna gülerdim ama kolumda kapanmaya başlayan yarayı ve o iğrenç sahneyi hatırladığımda gülmeye yetecek gücü bulamadım içimde.
Kendimi toparlayıp otoriter sesime döndüm. "Ondan özür dile, uzamasın mevzu. İkinizin arası açılırsa hiçbir şey iyiye gitmez. Sen bütün enerjini ona sataşmaktan alıyorsun."
"Doğru." Başını aşağı yukarı salladı ve ayağa kalktı. "Anlattıklarım bir süre aramızda kalsa olur mu?" diye sordu elini ensesine atarak. Babamın öğrenmesinden bu kadar korkması garipti. Feyyaz Falez gibi bir adam, asla çocuklarına sert davranmazdı ama bir noktada onu anlayabiliyordum. Ben de Doruk'la olan ilişkimi ona bir türlü söyleyememiştim. Dışarıdan bakmak ve o olayı yaşamak farklı şeylerdi.
"Kurallarıma uyduğun sürece benden sır çıkmayacak," dedim. "Ama bu olayı çok fazla uzamadan çözeceksin çünkü kafana göre devamsızlık yaparak bir yere varamazsın. Annemler öğrenecekse bunu senden öğrenmeliler, bir veli toplantısında rastgele bir öğretmenin şikayetlerinden değil."
"Haklısın." Erkekti merkekti ama arada kafası çalışıyordu en azından. Odamın kapısına doğru yürürken durup bana baktı. "Teşekkür ederim."
"Cansu'yla konuşmalısın," dedim. "Ama bu başka bir gecenin konusu olsun, yeterince yorgunsun. Git uyu. Yarın sabah rahatça uyuyabilmen için kimsenin sana dokunmamasını sağlayacağım."
"Ve ben de sana uyandığımda gidip pamuk şeker falan alacağım."
"Hayatta inanmam, üşenirsin."
"Doğru, düşününce bile üşendim."
Birlikte gülmeye başladık. Dertlerinin ağırlığını odamın kapısına bırakmıştı. Dışarı hafiflemiş olarak çıktı. Ben ellerimin arasında tuttuğum sırrının ağırlığını hissettim ama problem değildi. Ne de olsa halledebileceğimizi biliyordum çünkü birlikteydik. Diğer yandan ise Fırat, her yaşta futboldan bahsederken gözleri parlayan bir çocuktu. Babamın büyük bir basketbol hayranı olmasına bazen bu yüzden de bozulduğu olurdu. Evde sürekli basketbol maçları açıktı, oturup da hep birlikte bir futbol derbisi izlediğimiz pek görülmezdi. Fırat bunu genelde odasında tek başına yapardı.
Üzerimi değiştirip yatağın içine girdim. Fırat kadar değildi belki ama ben de ciddi anlamda yorulmuştum ve yarın sabah, işler beni bekliyordu. Bu yüzden hızlıca uykuya dalmam gerekiyordu. Doruk'un yanındaki rahatlığımı bulamayacağımı bilerek yastıklara sarılırken oradan oraya dönüp durdum. Sonra saate bakmak için telefonuma uzandım ve ekrana düşen bildirimlerle karşılaştım.
Doruk: Varmadın mı daha?
Doruk: Feza?
Doruk: Umarım sadece yazmayı unutmuşsundur
Doruk: Feza?
Doruk: İyi misin?
Bir cevapsız arama
Doruk: Lütfen ben ortalığı ayağa kaldırmadan önce bana dön
Doruk: Evdesindir herhalde
Doruk: Ne olacak başka
Doruk: Saat kaç olursa olsun görür görmez yaz bana
Doruk: Merak ediyorum
Hızlıca parmaklarımı klavyeye yerleştirdim.
Feza: Geldim geldim evdeyim
Feza: Bizimkilerle konuşuyordum hiç bakmamışım telefona
Feza: Küçük bir problem varmış da
Küçücüktü canım. Alt tarafı kardeşim okulu bırakıp futbolcu olmak istiyordu ama sınıfında hoşlandığı bir kız vardı falan. Böyle şeylerdi.
Feza: İyiyim merak etme, uyuyacağım şimdi
Anında çevrim içi oldu. Mesajlarımı okumasını beklerken profil fotoğrafına biraz bakmış olabilirdim.
Doruk: Tamamdır, iyi geceler
Onun yerinde ben olsaydım, küçük problemin ne olduğunu sorardım. Ona anlatmak istediğimden değildi ama merak etmemiş miydi? Zaten sorsa da anlatamazdım herhalde çünkü bu Fırat'ın bana verdiği bir sırdı. Bunu düşünerek takılmamaya çalıştım.
Ama son mesajı nasıl yazmıştı mesela? Soğuk bir sesle arka arkaya dizilmiş kelimeler miydi onlar? Tamam. İyi geceler. Yoksa şey gibi miydi? Tamamdırr, içim rahatladı. İyi geceleer.
Bir iyi geceler mesajı da ben bıraktım ve gözlerimi hemen kapatamayacağımı fark ettim. Parmaklarım yeniden dudaklarımın üzerine kapandı. Beni sevdiğini söylemişti. Üstelik bu sefer sarhoş değildi, tamamen ayıktı. Kar yağıyordu, beni öpmüştü, beni seviyordu.
Kendi kendime gülerek bir bölüm Supernatural izlemeye karar verdim. Belki bunu yaparken yavaş yavaş uykum gelirdi.
Saat 00.00 olduğunda ekranımın bildirim ışığı yandı.
Doruk: Demir Demirkan, Zaferlerim
Doruk: Sebepsizce çok severdim, artık bir sebebi var çok sevmemin.
Doruk: Tekrar iyi geceler sevgilim ❤️
🏀🧁🏀
Yüzün göğsüme yaslanmış, yeni daldın uykuya diye başlar bu şarkı.
Kelebekler, durun.
Nasılsınız? Yaşıyor musunuz? En çok hangi kısmı sevdiniz?
Doruk ve Feza'yı yazmayı sevdiğim kadar Falezlere yer vermeyi de seviyorum. Fırat'ın dertlerine de şöyle bir giriş yaptık. Bu konuda bir yorumunuz var mı?
Favori Faleziniz kim smdmwleösö
Bölümü oyladıktan sonra diğer bölümlere de oy verip vermediğinizi kontrol eder misiniz? Bu bizim öne çıkma şansımızı arttırır ve Dört Çeyrek evrenine daha kalabalık bir şekilde devam etmemizi sağlar 🤍
Twitterde #DörtÇeyrek etiketinin altında yine sizi bekliyor olacağım.
Teşekkürler ve tatlı günler!
Instagram, twitter:
azraizguner
Parodiler:
dorukhanfalay
fey.falez
naz.aaslan
düştüm kaldırın lütfen beni skskskd
YanıtlaSilAğlıyorum sanırım şuan çok güzeldi yine eeee💕💕💕💕
YanıtlaSilBu bölümde çok harikaydı ama en çok Fezanın kardeşini dinlemesi onu sarıp sarmalaması beni çok etkiledi ve Doruk'un cümlelerinin altında yatan gerçekleri; hırsını fark edebiliyor olup ona tavsiyeler vermesi kendini bu kadar hırpalamaması gerektiğini güzel bir dille kırmadan anlatması ayrıca hoştu favori bölümlerinden olabilir😍 ellerine sağlık yazarcım👏
YanıtlaSilFırat'ı dertleriyle yalnız bırakmaması..🥺😍👑
YanıtlaSilBu böyle bitemez reddetiyorum no no no!!!
YanıtlaSilFEZAAA bayılıyorum sana kızım
YanıtlaSilYazar böyle bir aşkın olmayacağını bile bile yazıyor bize ecir çektiriyor ama harikaa
YanıtlaSilevett
SilFıratla cansu çok güzel olucak gibi bence onlara özel bir bölüm de gelebilir
YanıtlaSilYa eşşek ya sarı çoraplı prensim
YanıtlaSilfeyyaz falez 🔛🔝
YanıtlaSilİyilik meleği filmini izledikten sonra ağlayarak tatlımı aldım geldi şimdi yüzümde gülümsemeyle geceyi sonlandırıyorum teşekkür ederim bu tatlı bölüm için
YanıtlaSilAHHHHH BUNUN KADAR GÜZEL BİR BÖLÜM GÖRMEDİMMMM😍😍😍🤩🤩
YanıtlaSilyine ben yine DÇ'e aşık olmak
YanıtlaSilyazar hanımmmm, Analize de diyorum bölüm gelse hani fena daa olmazzz🦫
YanıtlaSilevettt
Silanalize bölümmmm geldin artık noglaaarr 💫💫
YanıtlaSilyazarın bir açıklaması oldu mu bugün dçye ya da analize bölüm geleceği hakkında sorun o da değil bir kaç gündür sesi çıkmadı bir şey oldu diye korkuyorum allah korusun
SilYaaa bu çift okuduğum kitaplardaki en saf, en güzel seven iki 3 çiftime girdiii. O kadar güzel ki okurken farkımda olmadan saf saf gülerken buluyorum kendimi. Çok sevdimmm. Çoook güzell. Ellerine sağlıkkk
YanıtlaSil