23. "İki Salıncak Üç Çocuk"

Bölüm şarkıları:
Elif Turan, Aç Kapıyı Gir İçeri
Pinhani, Beni Al

•🧁•

"Günaydın aşk bahçem, yeryüzüne düşmüş ilk çiçek tanem, ilkbahar kokulum, kınalı kuzum, gönlümün efendisi, bebek yüzlü kızım."

"Günaydın Naz." Gözlerimi sekseninci kez ovalıyordum bu sabah. Henüz ayılamadığımı düşünürken enerjisiyle içerisini aydınlattığından bir anda ben de uykulu ruh halimden sıyrılmıştım sayesinde. Gülümseyip pudra şekerini tezgâhın üzerine çıkarttım. Böylece yapmayı sevdiği gibi elmalı kurabiyelerimin üzerine onlardan dökebilirdi.

Gece, Supernatural bölümünü yarım bırakmıştım. Doruk'un bana yolladığı şarkı sabaha kadar kulaklığımda çalmıştı. Gözlerimi kapatırken Zaferlerim dinliyordum, gözlerimi açtığımda yine o şarkı çalıyordu. Otobüste gelirken de aynı şarkıyı dinlemiştim. Onun bu şarkıyı hangi hislerle dinlediğini düşünmek içimdeki kelebek sayısını on beş katına çıkarıyordu.

Eskiden sebepsizce çok sevdiğini söylemiş, artık sebebim var demişti. Bu sabah, o sebebin ben olduğum gerçeği yüzünden Visal'e gelen dört dakikalık yol boyunca zıplayarak yürümüştüm.

İlk defa bu sabah,
Paramparça hayatım bir bütün.

Bu kısım gibi hissediyordum. O bana dün akşam beni sevdiğini söylemişti. Yanında uyumuştum. Onun için hazırladığım tatlıların hepsini yemişti. Ben kar yağmasına bir çocuk gibi sevinirken durup beni izlemişti.

Bugün hava kasvetliydi ama sanki göğüs kafesimde bir güneş açıyordu.

Naz, pembe yün kazağının üzerine siyah montunu giymiş, mor tonlarına ev sahipliği yapan oldukça büyük bir atkıyı boynuna dolamış ve bir kısmını sarkması için uzun bırakmıştı. Onu çözüp montunu da içeriye astı ve sonra hızlıca gelip saçlarını topladı. Diğer elindeki önlüğü de üstüne geçirip bağladığında artık ikimiz de müşterilerimizi karşılamaya hazırdık.

Pudra şekerini eline aldığında dudaklarını birbirine bastırmış olduğunu gördüm. "Ay bir şey anlatacaksın," diyerek omzuna omzumla vurunca başını yanlış bir şey yaparken yakalanmış suçlu bir çocuk gibi iki yana salladı. Meraktan çatlayacaktım. "Ay ne oldu?"

"Anlatacağım ama aramızda kalacak."

Böyle başlayan bir dedikodunun insanı heyecanlandırmaması mümkün değildi. Dudaklarımın üzerine bir fermuar çekip gözlerimi kocaman açarak ona odaklandım ve hevesle beklemeye başladım. "Feyza... Bir şey oldu geçen gün. Sen yoktun."

"Ne oldu?" dedim ve onu kıvrandıran mevzunun kiminle ilgili olduğunu o an anladım. "Siz burada Eren'leyken mi?"

Başını aşağı yukarı salladığında yanaklarının kızarıklığının sürdüğü allıkla bir ilişkisi var mıydı merak ettim. Gerçi soğuktan da olabilirdi, havanın hakkını vermek gerekiyordu. İnsanın kemikleri titriyordu.

"Hani ben geçenlerde kumaş mağazasına gidip bir şeyler almıştım ya."

"Evet."

"Görünce içimin eridiği ipek bir kumaş vardı orada ama alamadım. Biraz kazıktı yani veremezdim o kadar. Ama biliyorsun beni, bütün gün söylenirim böyle şeyleri içime dert edince. O gün Türk kahvem köpüksüz oldu, ben bu kumaş yüzünden olduğunu falan söylüyorum. Fiyatına sövüyorum. Böyle bir gündü işte."

Hikâye giderek ilginçleşiyordu. "Eee?"

"Başımı şişirdin, dedi bana Eren. Arkasından bu kadar söylendiğin şey bir boka benziyor mu bari falan dedi. Ben de açtım gösterdim işte."

Ben annemin abarttığı kadar ümitsiz bir romantiktim çünkü elimi kalbimin üzerine bastırdım. Sonu tahmin ettiğim gibiyse her an erimeye başlayabilirdim. "Ve?"

"Almış bana," dedi Naz. O an yaşadığı şoku hâlâ atlatamamıştı çünkü gözlerini irice açmış, bunun ne anlama geldiğini sorguluyordu kendi içinde. "Bir baktım içeriye şık bir kutuyla girdi. Ama halini tavrını görsen, nasıl diyeyim... Sanki Şah İsmail'in Sultan Süleyman'a gönderdiği sandığı taşıyor gibi bir ifade var yüzünde. Tiksinti gibi, zorla o kutuyu taşıyormuş gibi."

"Yavuz Sultan Selim o," dedim. Bana boş boş baktı. "Sultan Süleyman'a değil, Selim'e geliyor sandık."

"Konumuz bu mu?" diye bağırdı gergin bir şekilde.

"Haklısın, özür dilerim. Devam et lütfen." Düzeltmek zorundaydım, düzeltmesem içimde kalırdı. Yoksa bu konuya gerçekten de Naz kadar şaşkındım.

"Bıraktı kutuyu tezgâha. Ben ona bakıyorum, o duvara bakıyor. Asla bana bakmıyor. Aslında biraz utanmış gibiydi. Bilmiyorum, her şey çok garipti."

"Hediyeyi verirken sana bir şey söyledi mi?"

"Geçen gün yaptığımız kupon tuttu, bu senin payın." O anı tekrar yaşıyor olmalıydı ama gözlerinin parlaması beklenmedikti. Naz şu an resmen ışıl ışıldı.

"Allah'ım," dedim ellerimi çenemin altında birleştirip gözlerimi kırpıştırarak. "Ne romantik... Gözümün nuru iki insan sonunda birbirlerini görmeye başladılar demek. Bu arada parayı doğrudan çıkarıp vermek yerine senin için gidip beğendiğin kumaşı almasına ağlayabilirim şu an." Çünkü Eren, burnu düşse yerden almaya üşenecek kapasiteye sahip biriydi ama belli ki konu Naz olduğunda sınır tanımıyordu.

"Heh, o konuya gelirsek..." Naz gözlerini benden kaçırdı ve bakışlarını parmaklarına dikti. "O kupon tutmadı Feyza."

"Ne?"

"Ferdi'nin hikâyesinde son Fenerbahçe maçının skorunu gördüm. 2-0 almış Fener. Biz 2.5 üst oynamıştık. Bana alt mı üst mü diye sorduğunda ben zirveleri severim diye şaka yapıp üst demiştim hatta. Eminim yani."

"Oha," dedim heyecanla eline uzanarak. "Oha, oha, oha. Aşık sana. Dualarım kabul oluyor. Mürüvvetinizi göreceğim!"

"Ay abartma!"

"Aynısını sen de bana yapmıştın!"

"Doğru!"

Niye bağırarak konuşuyorduk bilmiyordum ama fark edince gülmeye başladık.

"Onu seviyor musun peki?" diye sordum gülüşlerimiz bir sessizliğe dönüştükten hemen sonra. "Yani, gerçekten soruyorum. Dalga geçmeden. Bazen seni ona bakarken görüyorum ama o kadar çabuk gözlerini kaçırıyorsun ki onun bunu gördüğünü sanmıyorum."

"Yani..." Dudaklarını büzüp pudra şekerini eline aldı ve elmalı kurabiyelerin üzerinde gezdirmeye başladı. "Hoş çocuk."

"Sadece bu kadar mı?"

Ve şimdi pudra şekeri yeniden tezgâhtaydı. Üstelik biraz sertçe bırakmıştı, sitem eder gibi. "Kafamda oldurabildiğim bir şey değil." Başını kaldırıp bana baktı. Benden onay bekliyordu ama bunu onaylamayacaktım. İkisi birbirleriyle hiç ilgilenmezken de ben onları yakıştırıyordum çünkü. "Eğri oturup doğru konuşayım Feyza, Eren yakışıklı birisi. Değişik bir aurası var, anlıyorsun ne dediğimi. Giyim tarzını da beğeniyorum. Ne alaka deme. Benim bir insanda ilk baktığım şey budur. Ayrıca dövmelerini de bir kıyafet gibi taşıyor. Çok yakıştırıyorum."

"Hiç anlamamıştım," dedim gülerek. "Seni geçen gün onu süzerken yakaladım. Gözlerini kocaman açmış onun koluna bakıyordun." Bu çok yakın bir zamanda benim de başıma gelmemiş gibi onu yargılıyor olmam komikti ama çaktırmadan üzerine yüklenmeye devam ettim. "Bakışlarınla yedin bitirdin çocuğu be."

"Birine aşık olmakla tipini beğenmek arasında oldukça büyük bir fark olduğunu biliyorsun değil mi aşkım?"

"Hım..." dedim sesindeki o ton beni biraz rahatsız ettiği için. Kendini savunmak için konuyu tecrübesizliğime getirmişti. "Belki Eren de sadece senin tipini beğeniyordur. Nereden bileyim ben."

Çenesiyle bir hareket yaparak konuşmamın devamını beklediğini belirtti. Ona akıl vermemi bekliyordu ama arkamı dönüp tezgâhı silmek için bir beze uzandım. "Uzaktan birbirinizi beğenmeye devam edin o zaman Naz. Ne diyeyim?"

"Feyza?"

"Naz?"

"Belki küçük bir hoşlantıdır. Minicik ama."

Bu kız da anca böyle çözülüyordu işte. Yeniden umursamaz davrandım. Halbuki zil takıp oynasam yeriydi. İkisi birbirine çok iyi gelirdi, bunu hissedebiliyordum.

"Kesin öyledir." Omuzlarımı kaldırıp indirdim. "Ben de Doruk'tan minicik hoşlanıyorum zaten."

"Sen Doruk'a kara sevdalısın kızım, o kadar da değil." Biraz daha yakınıma gelip gözlerimin içine baktı. Uzun uzun bakınca ben de kaçırmadım bakışlarımı. Sonra bir değerlendirme yapar gibi kaşlarını çattı ve ben aklımdan geçirdiğim sahneleri izlediği hissine kapılarak utanmaya başladım.

Çenemi parmaklarının arasına sıkıştırdığında "Oha!" diye bağırdı. "Yoksa öptü mü seni?"

Elimi dudaklarının üzerine kapatıp onu susturduğum sırada gözlerim kocaman açılmıştı. "Bütün mahalle duydu Naz." Eğer etrafta müşteriler olsaydı çoktan yerin dibine doğru katman katman ilerlemeye başlardım ama bırak müşteriyi, içeride sinek bile yoktu bu sabah. Sanırım insanlar pazar kahvaltılarını evde yapmayı seçmişlerdi ama öğlene doğru mutlaka yoğunlaştığımız bir zaman aralığı olacaktı.

"Oha öptü yani seni!" Parmaklarımı dudaklarına bastırmayı bırakmamış olmama rağmen yine de sesi yüksek perdeden çıkıyordu. "Nasıl oldu hemen anlatıyorsun!"

Ona derin bir özet geçmeme ihtiyacı yoktu çünkü Doruk'un evine neden gittiğimi biliyordu. Ona tatlı hazırlayacak olduğumu da. Hatta mesajlarda bana ah saf kızım benim yazmış ve sonuna bulduğu her pembe emojiyi eklemişti. "Büyük topçu olsa da ona verdiğin emekleri ödeyebilse bari, arkadaşımız Doruk," demişti. Herhangi bir ödeme talep etmiyordum. Beklediğim karşılık cebinden değildi. Benim derdim kalbiyleydi.

Tertemiz, çocuk kalbiyle.

"Mutfağında beni gördüğünde omzundaki çantayı yere attı," dedim. Bu detay benim için önemliydi çünkü birçok açıdan o an fazlasıyla şey hissettirmişti bana. Benim yanıma gelirken omzundaki yükten kurtulmuş olması, bana anlamlı bir metafor gibi geliyordu. "Dibime kadar girdiğinde beni hemen öpmek yerine bunu önce benim söylememi istedi."

"Aferin ona," dedi. Heyecanlı sesi heyecanımı arttırdı. Bu hikâyeyi dinlemekten aldığı büyük zevk gözlerinin parlamasına yol açıyordu. Naz tam bir kız kardeş gibi hissettiriyordu. "Bir kızın ilk öpücüğü öyle dangalak gibi şap diye çalınmaz. Boşuna İstanbul beyefendisi demiyoruz biz bu beye."

Doruk'un onun onayından geçmesi de oldukça önemliydi tabii. Bakalım öpücükten sonra karnesine hangi notlar eklenecekti?

"Benimle konuştu," dedim ayakkabılarıma bakarak. Naz, elmalı kurabiyelerden birini eline alıp ağzına götürdü ve diğer avucunu da açıp çenesinin altında tuttu kurabiye yerken kırıntıları yere dökülmesin diye. Onu ısırdığında başını heyecanla salladı. "Aslında, benimle biraz fazla konuştu. Biraz daha öpmeseydi onu ben öpecektim neredeyse."

Kıkır kıkır gülmeye başladı Naz. Bir yutkunuşun ardından yarısını ısırdığı kurabiyeyi avucunun içine bıraktı ve pudra şekeri bulaşmış parmağının ucunu yalarken bilmiş bilmiş gülmeye devam etti. Buna da sinirim bozulmuştu çünkü çok eğleniyordu. "Seni heyecandan delirtti mi? Keşke bunu izleyebilseydim."

"Dizlerimin bağı çözülecek diye korktum!" Onu şikayet ediyordum. "Belimi tutuyor olmasa yapışırdım yere. Nefesi yüzümün kıyısındayken ne anlattığına odaklanmak çok zordu."

"İstemeni istemiş," dedi şüpheci tek kaş kaldırışıyla birlikte. "Onu öpmek için delirmeni amaçlamış bence. Çok hayalini kurduysa yaşattığını yaşamanı istemiş olabilir. Neyse, sarı çorapları bahane edip geri de çekilebilirdi. İyi tarafından bakmak gerek."

"Çok güzel bir hismiş biliyor musun?" O andan beri ayaklarımın yere basmadığı kesindi. "Bulutların üstünde yürümek gibiydi."

"Yiyeceğim seni o olacak," dedikten sonra birkaç kez dilini damağına vurup cık sesi çıkardı. "Bu kadar tatlı olunmaz ki canım."

Utanıyordum. Belki kızarıyordum da. Başımı omzuma doğru eğip sırıtmaya başladığında hevesle "Anlat dünü komple," dedi. "Hiçbir detayı atlama. Ben de biraz düğününüzde ne giyeceğimi hayal edeyim hadi."

🧁

"Furkan." Montunun fermuarını yukarı doğru çekerken çenesini sıkıştırmamaya dikkat ettim. "Yolda elimi hiç bırakmıyorsun, tamam mı ablacığım?"

Başını hevesle aşağı yukarı sallarken elimdeki şapkayı görünce yüzünü buruşturdu. "Takmasam olmaz mı?"

"Ama ben de taktım," dedim başımın üzerindeki yün şapkayı işaret ederek. "Bu soğukta parka gideceksek takman gerekiyor. Yoksa annem bana kızar. Kızmasın."

"Üf," dedi. "Bari eldiven giymesem?"

Ne yazık ki yerler kar tutmamıştı. Doruk'la görüştüğüm günkü muazzam kar yağışından sonra kar da yağmamıştı. Bu yüzden eldivenlere çok da gerek yoktu. "O olur," dedim. "Gel botunu bağlayalım."

"Abim de gelir mi?"

Gözümü arka planında Doruk'la fotoğrafımızın olduğu kol saatine çevirdim. "Abinler okulda daha."

Fırat'ın okula gittiğinden emin olmak için sabah Ferda'ya mesaj atmıştım, gün içinde de ikisinden fotoğraf istemiştim. Üzerinde kurduğum otoriteden Fırat hoşlanmıyor olsa da sırrını sakladığım için ne söylersem yapmak zorundaydı. Bu yüzden isteklerime boyun eğiyordu.

"Çıkınca gelirler mi?"

"Bilmiyorum, belki onlara yazarız."

"Topumu da almak istiyorum." R harflerini hâlâ biraz y'ye kayarak çıkarıyordu ama telaffuzu eskisinden daha düzgündü. Cümle yapılarına her zaman hayrandım onun. Hiç beklemediğimiz anda hiç beklemediğimiz kelimelerle bizi şaşırtmak gibi bir huyu vardı. Durup dururken geçen gün cümleye hakikaten diye başlamıştı mesela. O zamandan beri evde hepimiz gerçekten demek yerine hakikaten diyerek dolaşıyorduk.

"Alabilirsin."

Bunu bir emir sayıp ciddi bir surat ifadesiyle topu kolunun altına sıkıştırdı ve sonra da elime uzandı. Birlikte merdivenleri inip kapıdan çıktığımızda parka giden yolu yürümeye başladık. Birisi gelip ondan çalacakmışçasına bir odaklanmışlık ve ciddiyetle topunu sıkı sıkı tutuyordu.

"Biliyoo muusun?" diye sordu yürümekten hafif sekmeye geçiş yaptığında. "Abim bana futbol öğretti. Ama evde oynadık. Abim sakın kimseye söyleme dedi. Sen de kimseye söyleme."

Gülmeye başladım. "Ama bana söyledin ya?"

"Ama abim her şeyi size anlatabileceğimi de söylüyor." Durup düşündü. "Hım... Kafam karıştı."

O kadar tatlı konuşuyordu ki durup onu omzuma atmak, parka kadar koşturmak ve koştururken de yanaklarını ısırmak istiyordum. "Evet," dedim bunları yapmak yerine. "Bize her şeyi anlatabilirsin."

"Tamam ama sen kimseye söyleme."

"Tamam söylemem."

"Ferda ablam en sevdiğin kardeşin kim diye sorduğu zaman onu söylüyorum. Abim sorduğu zaman abimi. Bu kötü bir şey mi?"

Beklenmedik sorusu beni daha çok güldürürken annemin sözünü keşke daha erken dinleseydim diye geçiriyordum içimden. Bana Furkan'ın benimle vakit geçirmek istediğini söylemiş, mesai saatlerimi biraz düzenlememi rica etmişti. Boşluk bulduğum bir anda erken çıkıp onu parka götürmek pozitif enerji depolamamı sağlamıştı.

"En çok kimi seviyorsun peki?"

Furkan sırıtmaya başladı. "Seniii!"

"Hiiih!" dedim elimi göğsüme götürüp kahkaha atarak. "Yalancı..."

"Ama üzülürsünüz ki." Daha fazla dayanamadım ve eğilip yanağını sertçe öptükten sonra yürümeye devam ettim. O da bir civciv gibi fıtı fıtı peşimden geliyordu elimi tutarak. "Annem sorunca annemi, babam sorunca babamı diyorum. Hepinize eşit."

Bir çocukla sohbet etmek, herhalde dünyanın en güzel şeyleri listesinin başını çekiyordu. Bunu yapmaya bayılıyordum. Sabaha kadar ona dünyadaki bütün tanıdığı insanları tek tek saysam, tek tek en çok onları sevdiğini söylerdi hiçbiri üzülmesin diye.

Kalbinde kötülük barındırmayan bir canlının elini tutmak, insanın yaşama sevincini arttırıyordu bence. Bu bilimsel bir araştırma konusu olmalıydı.

Parka yaklaşırken cebimde telefonum titreşti. Karşıdan karşıya dikkatle kardeşimi geçirene kadar titreyen telefonuma uzanmadım. O kaldırıma zıplayıp sol elimi sıktığında ise sağ elimi cebime daldırdım ve arayan ismi görür görmez midemdeki kelebekler kanat çırpmaya başladılar.

"Efendim?" diye açtığımda Furkan korkarak "Annem mi?" diye sordu. "Abla ya, izin almayı unuttun mu?"

Annem ben eve erken dönünce arkadaşının evine kahve içmeye gitmişti. Furkan bu yüzden paniklemişti. Annem ona çok sık kızıp bağırmazdı ama Furkan yine de ondan ara sıra böyle çekinirdi. Daha çok onu hayal kırıklığına uğratmaktan korkuyor olduğunu hissederdim. Falezlerde bu korku genetikti. Annem ve babam tarafından öyle bir sevgi görürdük ki kendimizi onlara karşı hep sorumlu hissederdik.

"Hayır," dedim. "Annem değil. Bir saniye ablacığım."

"Feza?" Doruk başta ne anlattığıma anlam veremedi ama sonra yanımda birinin olduğunu anlamış olacak ki şaşkınlığı silindi sesinden. "Neredesin?"

"Parka geçiyorum Furkan'la. Ne oldu? Bir sorun mu var?"

"Seni aramam için bir sorunumun olması mı gerekiyor?" Tabii ki de gerek yoktu ama daha önceki konuşmalarımızın çoğu onun sorunlarının olduğu anlara denk gelmişti ve ben de dert dinlemiştim. Bu yüzden bilinçaltımda doğrudan bir kırmızı alarm çalmış olmalıydı. "Visal'deyim. Yoksun. Hasta mısın diye endişelendim ama Eren iyi olduğunu söyleyince gelmişken bari bir kahve sipariş edeyim dedim."

"Afiyet olsun. Eren'in kahveleri inanılmaz güzel olur hep. Şanslısın. Bir daha hiçbir zaman o kadar güzelini içemezsin, benden söylemesi."

"Açıkçası şu an bana biraz garip bakıyor." Elinde telefon, önünde kahve, Eren ona dik dik baktığı için dişlerinin arasından konuşuyor ve gülüyordu. Onu bu şekilde hayal etmek çok komikti. "Umarım beni zehirlememiştir."

"Öyle şeyler yapmaz," dedim. "Ama laktozsuz kahve istediysen yanlışlıkla eli normal süte gitmiş olabilir."

En son kekim kabarmadığı için ağladığımda asıl sebebin Doruk olduğunu anlamıştı Eren. Ona kin gütmüş olmasına şaşırmazdım.

Doruk bir kahkaha attı. "Neyse. Bana konum atarsan yanına geçerim buradan."

"Bizim eve yakınım," dedim. "Ve Furkan'layım. Buraya gelip ne yapacaksın?"

"Seni göreceğim?" Üstüne söz söyleme hakkını tanımadı. "Otobüs durağından hep bindiğin otobüse bineceğim, değil mi? Hangi durakta ineceğim peki?"

"Doruk, yormasaydın kendini."

"Elimde kahvemle Visal'den ayrılmış durumdayım şu an," dedi. "Yoksa Eren'in gözlerinden lazer çıkmaya başlayacaktı ve muhtemelen beni ikiye ayırana kadar durmayacaktı."

Daha fazla itiraz etmeden ona konum atacağımı söyledim. Telefonu kapatıp internetimi açtım. Furkan hâlâ uslu bir şekilde elimi tutuyordu ama tatlı olduğu kadar sinsi bir çocuk da olduğu için bütün konuşmayı can kulağıyla dinlemişti. Ben telefonu kapattıktan sonra kafasını kaldırıp "Doruk kim?" diye sormasından anlamıştım bunu.

Yarım saat kadar sonra merak ettiği insan onun tam karşısında duruyordu.

Elindeki topu fırlatıp oturduğum banka doğru koştu, koştu, koştu. Doruk, parkın kapısından içeriye yeni girmişti ve üzerimize koşan kardeşimi izlerken dudakları geniş bir gülümsemeyle iki yana kıvrılmıştı.

Sonra Furkan, onun önünde durdu. Parmağını ağzına götürdü, kaşlarını çattı. Doruk'un ayaklarının dibinde dikilirken ona bakabilmek için başını gökyüzüne kadar çevirmesi gerekiyordu. Boynuna fıtıklar girmesine sebep olacak kadar uzun bir süre ona baktı, Doruk da aynı şekilde başını öne eğip onu sessizce izledi. En sonunda Furkan'ın gözleri heyecanla parladı ve hemen dudaklarını araladı.

"Sen televizyonsuuun!" Elini telaşla salladı. "Ay, yani televizyondansın demek istemiştim. Abla, o televizyondan!"

Doruk'un tatlı kahkahası içinde yalnızca bizim olduğumuz parkın köşelerine dağılırken birden Furkan'la göz göze gelebilmek için dizlerinin üzerine çöktü. "Öyle miyim? Beni gördün mü?"

"Evet!" dedi Furkan yine heyecanla. "Basketçiydin sen. Babam seni çok seviyordu. Sen o musun?"

Doruk gülmeyi hiç bırakmadı. "Oyum galiba."

"Babam artık seni sevmiyor bence," dedi Furkan sesini o üzülmesin diye biraz alçaltarak. Gözlerindeki heyecanlı parıltı yerini sır verirken kullandığı gizemli tavrına bırakmıştı. "Ablamla seni görünce bak böyle yapmıştı." Kaşlarını çatmaya çalıştı. "Böyle işte. Ama olsun. Üzülme. Bana da bazen öyle yapıyor ama beni seviyor babam."

Doruk, çöktüğü yerden kafasını kaldırıp benimle göz göze geldi. Gamzesi öyle derindi ki yalnızca bu bile beni kocaman gülümsetebilirdi. Yeniden yönünü kardeşime çevirdiğinde gözlerinde tarifsiz bir merhamet vardı. "İsmim Dorukhan," dedi elini ona doğru uzatarak. "Tanışalım mı?"

"Tabii ki de," dedi Furkan onun elini kavrayıp sıkmaya çalışarak. Küçücük parmakları Doruk'un avucunda kaybolurken içime bir sıcaklık dalgası yayılıyordu. "Ben de Furkan. Bu da ablam, Feyza. Aa, onu tanıyorsun. Tanımasan sarılmazdın. Tanışıyor musunuz?"

"Tanışıyoruz," dedim muhabbetlerine dahil olmak için. "Doruk benim arkadaşım."

Işık hızında bir baş kaldırış, kaç çatış, sonrasında da sert bakışla karşılandım Doruk tarafından. Kollarımı göğsümde bağlayıp bilmiş bir tebessümle başımı omzuma doğru eğdim. Ben böyle yaptığımda siniri çok bozuluyordu. Bozulmalıydı. Benim sinirlerimi az yıpratmamıştı.

"Ferdi abim gibi mi?" diye sordu Furkan bana doğru yaklaşarak.

Doruk başını iki yana salladı. "Hayır, onun gibi değil."

Olanlara anlam vermeye çalışır gibi Furkan bir ona bir bana baktığında "Çocuğun kafasını karıştırma," dedim.

"Karıştırmıyorum," dedi yavaşça ayağa kalkarak. Gözlerim gözlerindeyken bunu yaptığı için az önce yere doğru eğdiğim başımı o doğruldukça yukarıya kaldırmak zorunda kalmıştım. "Gerçeği söylüyorum."

"Neymiş gerçek?" diye meydan okudum ona.

Bana doğru bir adım attığında gözlerinin dudaklarıma düşmesi kalbimi yerinden oynattı. "Sana," dedi neredeyse fısıltıya benzer bir sesle. Hava çok soğuk olduğu için verdiği nefes ağzından buhar şeklinde çıkmıştı. "Gerçeği hatırlatmama ihtiyacın mı var?" Hâlâ dudaklarıma bakıyordu. "Çünkü bunu yapmaktan çok keyif alırım."

"Doruk!" dedim gözlerimi kocaman açarak. Kalbim olduğu yerden fırlayacak şekilde atıyordu. Bakışlarının yoğunluğu karnımda bir kasılmaya yol açtığında gözlerimi kaçırdım. Bana beni sevdiğini söyleyişi zihnimde yankılanıyor, beni öperken bana dokunuş şekli kasılmaların artmasına sebep oluyordu. Neyi hatırladığımı çok iyi biliyormuş gibi serseri bir gülüşle bana bakmaya devam edince bu kez ben kaşlarımı çattım.

"Basketçi olmak için ne yapmak lazım?" Furkan'ın sorusu aramızdaki gerilimi dağıtacak sandım ama Doruk bana iyice yaklaşıp elini belime yerleştirdi. Sonra yönünü Furkan'a çevirdi. "Bazen annem yemek yersen boyun uzar diyor. Siz çok mu yemek yiyorsunuz?"

"Evet," dedi Doruk gülmek yerine onun sorularını ciddiye alarak. Başını aşağı yukarı salladığında "Güçlenmen için de bu şart," diye devam etti. "Annen ne diyorsa doğru diyordur."

"Pilav yesem olur mu? Pilav seviyorum."

"Olur. Başka neler seviyorsun?"

"Börek, pasta, kurabiye. Ablam da çok güzel yapıyor."

"Kesinlikle. Ben hiç onun yaptıklarından daha iyisini yemedim."

"Annemden başka rakibisi yok ablamın."

"Rakibisi?"

Furkan emin emin başını salladı. "Rakibisi."

"Anladım," dedi Doruk. "Büyüyünce basketbolcu olmak mı istiyorsun benim gibi?"

O sorusunu sorarken aynı anda Furkan "Sana bakarken boynum acıyor," diye sızlandı. "Abim gibisin aynı."

Doruk gülümseyerek bir kez daha eğildi. "Seni kucağıma alayım mı? Boynun acımaz o zaman."

"Bekle," dedi Furkan. "Topumu ablama vereyim ki kaybolmasın. Sonra alabilirsin." Koşup topunu aldı ve onu korumam için bana emanet etti. Bomboş parkta topun başına hiçbir şey gelmezdi ama yine de o bana vermek istemişti. En son yeniden Doruk'un önünde durdu. "Şimdi olur."

"Sen kollarını sar bakalım." Furkan onun dediğini yaptı hemen. "Şimdi belinden tutacağım." Kardeşim başını salladı. Doruk, kolunu onun beline sararken gülümseyerek gözlerinin içine bakıyordu. Sanki onun rahatsız hissetmesinden çok korkuyor, bu yüzden her şeyi aşama aşama yapıyordu. Kucağında Furkan'la beraber kolayca ayağa kalktı. "Rahatsın değil mi?"

"Uuu..." dedi Furkan. "Ağaç kadarsın."

Başımı yere eğip gülmeye başladım. Doruk'un onunla tanışmasının nasıl olacağını hiç oturup düşünmemiştim. Düşünseydim, olduğum yere eriyip giderdim. İkisi birbirlerini incelerken öyle tatlı görünüyorlardı ki bu görüntünün bir fotoğrafı olsaydı dolabımın kapağına falan asar, sabah akşam onlara bakardım.

"Sen de büyüyünce bu kadar olursun belki."

"Olur muyum?"

"Annenin sözünü dinlersen olursun."

"Ablam ne güzel gülüyor," dedi Furkan bir anda. Öyle içten kurduğu bir cümleydi ki sesine hayranlık bulaşmıştı.

Doruk'un gözleri benimkilere kilitlendiğinde sesli bir şekilde iç çekmesi beni çok utandırdı. "Evet," dedi. "Öpelim mi ablanı?"

"Öpelim!" Doruk'un bana yaklaşması için bu tek kelime yeterliydi. Şimdi ikisi de karşımda duruyorlardı, bense olduğum yerde donmuş kalmıştım.

İşaret parmağını kaldırıp sol yanağıma bastırdı. "Bu yanağından sen," dedi Furkan'a. Sonra parmağını yüzümden kaldırmadan çeneme kaydırdı. Ardından oradan da sağ yanağıma bir yol çizdi ve elmacık kemiğimin üzerine hafifçe bastırdı. "Buradan da ben, olur mu?"

İkisi de birbirine bakıp başlarını salladılar. Ben parmak uçlarımda biraz yükselip başımı ikisinin kafasının arasına soktuğumda aynı anda yanaklarımı öptüler. Furkan'ınki küçük bir öpücükken Doruk'un dudaklarının sert baskısıyla birlikte kulağımın dibinde nefes aldığını hissettim. Sırıtmaktan ağrıyan yanaklarım şimdi cayır cayır yanıyordu.

Geri çekilirken yüzündeki gülümsemenin büyüklüğü tarafından büyülendim. Muhtemelen yine kızarıyordum ve o bundan çok hoşlanıyordu. "Topumla oynayalım mı?" diye sordu Furkan hevesle. "Abim bana futbol öğretiyor. Basketçiler futbol oynar mı yoksa size yasak mı?"

"Maç sırasında ayağımıza top değerse oyun duruyor," diye açıkladı tane tane Doruk. Onun sorularını dalga geçmeden cevaplıyor oluşu çok hoşuma gitmişti. Bu garip bir şekilde bana inanılmaz etkileyici geliyordu ve hiçbir şey bilmeyen küçük bir çocuk gibi ben de kendimi dikkatle onu dinlerken buluyordum. "Ama seninle burada futbol oynayabilirim. Hava çok soğuk bu arada, ellerin buz gibi olmuş. Üşümüyor musun?"

"Üşümem ben. Sen üşüyor musun?"

"Hayır."

"Abla, sen üşüyor musun?"

"Biraz soğuk," dedim. "Ben değil ama sen hasta olursan annem bir daha dışarıda koşturmamıza izin vermeyebilir."

"Hasta olmam," dedi Furkan. "Keşke büyük kaydıraktan kayabilsek."

Konudan konuya geçiş hızını tam olarak yakalayamasam da Doruk benden çok daha kolay uyum sağladı kardeşime. "Niye kayamıyoruz ki büyük kaydıraktan?"

"Biraz korkuyor," dedim onun bu cevabı vermek istemeyeceğini bildiğim için onun adına konuşarak. "Ben ucunda durup onu tutacağımı söylesem bile orada sadece oturuyor. Kendini aşağı itmiyor. Sonra yukarı çıkıp onu almak zorunda kalıyorum."

"Ben seni tutsam yine de korkar mısın?"

"Kolların yukarı kadar yetişir mi?"

"Yetişir," dedi kendinden emin bir şekilde. "Seni hiç bırakmam. Hep tutarım. Deneyelim mi?"

Furkan kafasını salladığında bu kadar çabuk ikna olmasına hayret etmiştim. Ben defalarca kez ısrar etmiş olsam da o kaydırağın tepesine çıkmamakta inat ederdi. Çıksa bile yalnızca oturur, asla aşağı kaymaya yeltenmezdi. Doruk ona nasıl bir güven verdiyse koşarak merdivenleri tırmanmaya başlamıştı ve çok heyecanlı görünüyordu.

"Beni görmeye mi geldin yoksa onu mu anlamadım," dedim Furkan'ın bizden yeterince uzaklaştığına kanaat getirince. Doruk yine o tatlı kahkahalarından birini yolladı bana. Onu bu kadar çok güldürebilmek beni çok mutlu ediyordu.

"Korkuyormuş ama," dedi bir çocuk gibi dudak büzerek. Onunla oyun oynayabilmek için benden izin almaya çalışıyordu şu an. "Bir çocuk bana kaydıraktan korktuğunu söylediğinde o kaydırağı yerinden sökmek istemek sence normal bir his mi?"

Parmaklarım benden bağımsız bir şekilde onun yüzüne uzandığında yanağına avucumu yasladım. Destek olmak istemiştim çünkü kim bilir kafasının içinde yine hangi anılarla mücadele ediyordu. "Normal," dedim gülümseyerek. "Ama sakın yapma. Devlet malına zarar veremeyiz. Muhtar ve babamın arasını açmayalım olur mu?"

"Peki," dedi. "Sen de büyük kaydıraktan kaymak ister misin? Güçlü kollarımla seni de tutabilirim." Omzuna bir tane vurduğumda utanç duygusu yine her yanımı sarmıştı. O da bunu bildiği için konuşmaya devam etti. "Güçlü kollarıma sarılıp uyuman için uygun bir yerde değiliz ama. İstersen buradan bana geçelim?"

"Çok ayıp bu yaptığın." Sesimi kısmış halde ona bağırmaya çalışıyordum. O da karşımda kahkaha atıp duruyordu. "Çocuğun yanında böyle şeyler söyleyemezsin."

Dönüp Furkan'ı kontrol etti. Hâlâ yukarı çıkan merdivenleri tırmanıyordu. Yeniden bana baktığında "Çocuk olmasa problem yok yani?" diye takıldı. İyiden iyiye renk değiştirmeye başlıyor olmalıydım.

Açık olan montunun fermuarını tutup yukarı doğru çektim ve iki kez omzuna vurdum. "Benimle uğraşacağına git koştur hadi sen parkta. Terleme diye sırtına havlu koymamı ister misin?"

"Sonra da top oynayalım mı?" dedi gözlerini kırpıştırarak. O kadar tatlı görünüyordu ki uzanıp onu öpmek istedim ama mahallede olduğumuzu hatırlayıp kendime bir sınır çizdim.

"Bakarız."

Başını sallayıp koşturdu.

187'lik profesyonel basketbolcu sevgilim, küçük kardeşimi kaydıraktan kaydırabilmek için bir parkın içinde koşturuyordu.

Arka tarafımda kalan banka bıraktım kendimi. Dizlerimin üzerine dirseklerimi yasladım ve çenemi de avucuma yerleştirip onları izlemeye başladım.

Furkan'ın deyimiyle ağaç kadar olan Doruk, sarı kaydırağın yanında dikilirken kolayca Furkan'a dokunabilecek mesafedeydi. Belki de Furkan'ın şu an rahat görünüyor olma sebebi buydu. Ben orada durduğum zaman ellerimi ona uzatsam bile bedenine değmeyi başaramıyordum. Doruk'sa istese onun başının üzerine bile dokunabilirdi.

"Kendini ne zaman hazır hissedersen o zaman kay," diyerek daha da güven verdi ona. Furkan kararlı kararlı başını salladı. "Seni böyle karnından tutacağım, tamam mı?"

Ne zaman ona dokunacak olsa önceden bilgisini veriyordu. Buna şirin bir detay olarak bakmak isterdim ama aklıma gelen korkunç senaryolar kanımı donduruyordu.

"Söz ver bırakmayacağına."

"Söz," dedi Doruk. Şu an yalnızca sırtını görebiliyordum ama gözlerindeki şefkati hissedebiliyordum. "Hadi gel bakalım."

Ve Furkan kendini aşağı doğru itti. Doruk kayarken onu tutmayı hiç bırakmadı.

Furkan'ın ayakları yere değer değmez ikisi aynı anda dönüp zafer kazanmış bir ifadeyle bana baktılar.

"Abla!" dedi Furkan heyecanla. "Gördün mü? Doruka abi beni kaydırdı."

"Doruka abin yiyecek şimdi seni." An itibariyle dünyanın en keyifli adamı Doruk'tu. "Ne benim adım?"

"Dorukaa."

"Bir daha kayalım mı?"

"Kayalııım!"

"Gel bakalım." Onu koltuk altlarından oyuncak bir bebekmişçesine kavrayıp kaydırağın tepesine koyduğunda Furkan neye uğradığını şaşırmıştı. Merdivenleri tırmanmasına gerek olmadığı için neşeli neşeli ellerini çırparken o kadar çok kıkırdadı ki en sonunda nefesi kesilmeye başladı. Başını sağa yatırarak gülmeye devam edince Doruk'un da gülüş sesleri onunkilere karıştı.

Yeniden kaydı. Sonra bir kere daha. Ardından Doruk'tan onu salıncakta sallamasını istedi. Furkan ona kesinlikle bayılmıştı. Gözlerinden kalpler çıkararak ona bakıyor, gözlerini resmen üzerinden ayıramıyordu. Bana emanet ettiği topu bankın üzerinde bırakıp yanlarına gittiğimde sanki kıskanmaya başlamış gibi suratımı asarak kollarımı göğsümde bağladım. "Birbirinizi o kadar çok sevdiniz ki beni unuttunuz."

Doruk Furkan'ın içinde bulunduğu salıncağın arkasını kavramış, onu hızlıca sallayabilmek için geriye doğru çekmişken öylece durdu. Furkan da bacaklarını sallamayı bırakıp küsmüş müyüm diye bakışlarını yüzüme çevirip anlamaya çalıştı. "Seni de çok seviyoruz ki!"

"Evet, çok seviyoruz ki!" diye taklit etti Doruk Furkan'ı gülerek. Ardından ellerini Furkan'ın salıncağı kavrayan parmaklarının etrafına sararak onun zincirleri daha sıkı kavramasını sağladı. Salıncağı ittiğinde yandaki salıncağın koruma kısmını yukarı kaldırıp gözleriyle önünü işaret etti. "Otur."

"Ne?"

"Otur, seni de sallayayım."

"Güçlü kollarınla?" dedim cilveli bir sesle ona sırnaşmak isteyerek.

Dudakları iki yana kıvrıldı. "Güçlü kollarımla."

Teklifini ikilemesine gerek bile kalmadı. İstemem yan cebime koy triplerine hiç girmeden seke seke gösterdiği yere oturdum. Ayaklarım yere sürttüğü için dizlerimi yukarı doğru çekmem gerekti. Doruk, salıncağın korumalığını benim için indirirken "Yok artık," diye mırıldandı ağzının içinde. "Sığdın resmen bu küçücük şeye."

"Sıra sana gelince nasıl yapacağız bilmiyorum," diye ona takıldım. "Seni güçlü kollarımla iterim itmesine ama salıncağa sığman zor olacak gibi."

"Bence sıra bana gelmesin," dedi. "Muhtarla babanın arasını bozmayalım, değil mi?"

Elimi ağzıma kapatıp gülmeye başladım. O da beni uçururcasına sallamaya başladı. O kadar çok gülüyordum ki kendimi Furkan'dan daha küçük bir çocuk gibi hissediyordum. Ayaklarımı sallıyor, ileri uzatıyor, daha hızlı sallaması için Doruk'a meydan okuyup duruyordum. Doruk ara sıra ilgisini Furkan'a yönlendirince dudak büzüyor, şımarıp sıranın bana geldiğini söylemek için onlara bağırıyordum.

Kaç dakika orada üçümüz oynadık bilmiyorum. Sonunda ayaklarımı yere basarak salıncağı durdurduğumda Doruk korumalığı yukarı doğru kaldırmadan önce salıncağın zincirini kavrayıp üzerime doğru eğildi ve başımın üzerine dudaklarını bastırdı. Geri çekildiğinde salıncaktan kalktım. Gülüp durduğum için nefes nefeseydim, rüzgâr yüzünden saçlarım darmadağınıktı ve başımın üzerinde ılık nefesinin izi vardı.

"Teşekkür ederim," dedim. Harcadığı efor yüzünden ona kıyamamış olmam tuhaftı çünkü o bir sporcuydu. Herhangi bir maçın yalnızca üç dakikasında muhtemelen buradakinden kat be kat daha çok yoruluyordu ama yine de bir mahcubiyet yaşamıştım işte kendi içimde.

"Ben teşekkür ederim," dedi gözlerimin içine bakarak. "Çok eğlendim sayenizde."

"Ben daha çok!" dedi Furkan. "Sen hep gel Dorukaa abi."

"Olur, hep gelirim. Çok memnun oldum seninle tanıştığıma."

"Aaa, Gülay!" Furkan, parka gelen kız çocuğuna elini kaldırıp salladı. Gülay ikinci sınıfa gidiyordu, bizim sokakta oturuyordu. İlgisi bizden tamamen kopan Furkan, Gülay'a gidip top oynamayı teklif edince Gülay önce bana izin ister gibi baktı, sonra kardeşimin ricasını kırmadı ve onun beceriksiz şutlarını karşılamaya başladı.

"Maşallah," dedi Doruk ilk olarak. Gözü Furkan'ın üzerinden bir saniye bile ayrılmıyordu. Hatta ondan uzaklaştığı için üzülmüş göründüğünü bile söyleyebilirdim. "Çok tatlı bir çocuk."

"Öyledir." Furkan beceriksizce topa vurmaya çalışırken neredeyse düşüyordu. Gülay gülmemek için elini ağzına kapatıp topu yeniden ona doğru attı.

"İyi ki gelmişim. Aileni tanımaya bir yerden başlamam gerekiyordu."

"En kolay üyeden başladın," diyerek onu uyardım. "O sayılmaz. Seni sevmeme gibi bir şans bırakmadın çocuğa."

"Çok seviyorum çocukları ben." Bu her bir hareketinden belli oluyordu. Çoktan anladığım bir şeydi ama yine de bu ses tonuyla böyle dile getirince farklı bir etki bıraktı üzerimde. "Alican'ın yanında Furkan melek gibi kalıyor. Onunla baş etmeyi öğrendiğim için kolay iletişime geçebildik belki de. Görüyorsun, tecrübe sahibiyim bu konuda."

"İyisin iyisin."

Bileğini kaldırarak kol saatine dikti gözlerini. Bu dijital değildi, gri bir kadranı vardı. "Buradan spor salonuna geçeceğim. Geç çıkabilirim. Sonra da uyurum direkt. Konuşamazsak merak etme olur mu?"

Gülümseyerek başımı salladım. "Biz de biraz daha takılıp eve döneriz. Akşama puding yapacağım diye söz verdim babama. Onu yaparım. Öyle yani."

"Hiç de yanından gidesim yok biliyor musun?"

Tek bir cümlenin beni mutluluktan uçurabileceğini ben de yeni öğreniyordum. "Uygun olduğumuzda görüşürüz yine. En yakın maçın ne zaman?"

"Perşembe günü. Daha var."

"Boşluk buldukça yazarsın o zaman." Veda vaktimiz geliyordu. Gitmek zorundaydı. Ben de yavaştan eve dönmek zorundaydım ama içimi kemiren soruyu sormadan gitmek istemiyordum. "Doruk?"

"Efendim sevgilim."

Sırıttım. Ağzım utanmasa kulaklarıma varacaktı. Gülmeyi bırakmadan gözlerimi yere eğince Doruk soğuk parmaklarını çeneme sarıp ona bakmamı sağladı. Onun dudaklarında çapkın bir tebessüm asılıydı. "Söyle."

"Aklımı karıştırdın."

"Ağzımı alıştırıyorum," dedi. "Seni de alıştırıyorum ki bundan sonra biri sana sorduğu zaman benim bir arkadaş olduğumu söyleme insanlara."

"Senden öğrendim bunu."

"İyi, onu unutup yenisini öğren o zaman."

Sözcükleri de ses tonu da sahipleniciydi. Ben onun sevgilisiydim ve bunu belediye hoparlörlerinden duyurmak istiyor gibiydi. Gardımı kuşanıp gülümsememi sildiğimde kaşlarını havaya kaldırdı ama çenemdeki baskısını azaltmadı. "Bunu," dedim içimde yükselen ateşi bastırmaya çalışarak. Adını düşünmek bile öfkemi körüklüyordu. "Beril'e de söyle, tamam mı?"

"Onlarla daha konuşamadım." Bu mevzu onu sıkıntıya sokuyor olmalıydı çünkü onun da muzip hallerinden eser kalmadı. "Ama merak etme, mutlaka denk geleceğiz."

"Gelseniz iyi olur." Ona doğru bir adım attım. "Ama herhalde kızlı erkekli toplanmazsınız bu sefer senin evinde?"

"Bir saniye bir saniye..." Elini havaya kaldırarak kendini geriye çektiğinde ona düz düz bakmaya devam ediyordum. "Bu senin sıkıyorsa çağır onları evine deme şeklin mi?" Gülmeye başladığında gülünecek ne olduğunu anlayamadım çünkü tam olarak bunu söylemeye çalışıyordum. Beni doğru anlamıştı. O eğleniyordu, ben hiç eğlenmiyordum. Nihayet fark ettiğinde birkaç saniye gözlerimin içine baktı. Daha doğrusu bakakaldı. Üzerime doğru attığı bir adımın ardından yüzü yeniden yüzümün hizasındaydı. "Siktir," dediğini neredeyse duyamayacaktım. Kendi kendine söylemişti. "Bakma öyle."

"Nasıl bakıyormuşum?"

"Gözlerin cayır cayır," diye fısıldadı yüzüme yüzüme. Çenemdeki parmağı dudağıma doğru kaydı. Küçük temasıyla dudaklarım hafifçe aralandı ve Doruk'un odağının giderek kaydığını fark ettim.

"Onları evine çağırmanı istemiyorum," dedim sert bir sesle. "Buna karışamam, haddim değil ama ben o ikisinin, özellikle de Beril'in senin evinde dolaşmasını istemiyorum. Sana o kadar yakın olmasını istemiyorum. Çünkü o kız bence senden hoşlanıyor ve-"

"Tamam," dedi.

"Neye tamam?"

"Her şeye." Gözleri gözlerime tırmandığında hipnoz olmuşçasına bir kez yavaşça başını salladı. "Tamam. Rahatsız oluyorsan yapmam. İkisi de bayıldığım insanlar değiller. Sana söylemiştim, benim arkadaşım Okan'dı ama artık bununla ilgili de şüphelerim var. Sorun değil. Evime onları çağırmam."

"İyi," dedim. "Güzel."

"İyi," dedi. "Güzel."

Muhtemelen etrafımızda çocuklar olmasaydı burası beni öpeceği yer olurdu. Muhtemelen bu kez ben de ona karşılık verme konusunda daha ısrarcı olurdum çünkü ortaya koyduğu performansla beni fazlaca etkilemişti.

"Gidiyorum o zaman ben," dediğinde "Git," dedim hemen. Sırf parmak uçlarımda yükselip mesafeyi kapatan ben olmayayım diye yapmıştım bunu.

"Haberleşelim."

"Haberleşiriz."

Gözden kaybolana dek belki on kez arkasına baktı. Attığı her adımda dönüp yanıma gelmek istiyor gibiydi. Nihayet sokağın köşesini döndüğünde elimi göğsüme bastırmak zorunda kaldım. Kalp atışlarımın düzene girmesi ise tahmin ettiğimden çok daha uzun sürdü.

Aramızda tuhaf bir çekim olmaya başlamıştı. Az önce yaşanan anı düşündükçe temaslarının bıraktığı izler daha yakıcı bir hal alıyordu. Onu kıskanıyor olduğumu belli etmiştim. O da bunun hoşuna gittiğini fazlasıyla belli etmişti. Şimdi ikimiz de kendi hayatlarımıza dönmek zorundaydık ama bunu nasıl yapacağımı çözmem zaman alacaktı. Hep onun yanında, hep onunla olmak istiyordum.

Eve dönüşümüz Ferda ve Fırat'ın okuldan çıkış saatiyle denk geldi. Henüz formalarını değiştirmemişlerdi. Boş evin mutfağında Fırat çayı koyuyor, Ferda buzdolabını kurcalıyordu. Furkan koşarak eve girdiğinde "Neden parka gelmediniz?" diye sordu onlara. "Biliyoo musunuz Dorukaa abi beni en büyük kaydıraktan kaydırdı."

Fırat, çaydanlığı ocağın üzerine sertçe bırakıp mutfağın kapısında dikilen bana doğru döndüğünde gözlerimi devirdim. Dakika bir gol birdi. Çocukların ağzında bakla ıslanmıyordu.

"Sus Fırat," dedi Ferda, Fırat'a sırtı dönük olmasına rağmen. "Bugün inanılmaz bir öfkeyle dolu içim, biliyorsun. Ataerkil bir toplumda yaşamamız beni yeterince geriyorken ablama nutuk çekmeye kalkarsan çaydanlığı kafana fırlatırım valla."

Bu tepki beklenmedik bir şekilde ortaya döküldüğünde kendimi tutamayıp gülmeye başladım. Fırat da normal şartlarda gülerdi ama sinirinin bozuk olduğu her halinden anlaşılıyordu. "Sakin kraliçe," dedi o sussun diye. "Bugün din dersinde Ferda ve bir çocuk sınıfın ortasında birbirine girdi de abla, ona çok yaklaşmıyoruz o yüzden."

Nedense buna hiç şaşırmamıştım.

"Geri kafalı!" dedi Ferda.

"Çıkışta dövsem rahatlardım," dedi Fırat. "Disiplinlik oluyorduk az daha o çocuk yüzünden."

"Biz de sizi birbirinize sahip çıkın diye aynı anda okula başlattık işte," diye söylendim. "Maşallah, her belaya da bulaşın tamam mı? Hiçbirinden geri kalmayın."

"Başlarım belasına," dedi Fırat. "Ferda'yla o şekilde konuşabilecek tek kişi benim. Kırdırtmasın kafasını maymun."

"İlkel canlılarla aynı ekosistemde olmak beni çok yoruyor," dedi Ferda başını onaylamaz bir şekilde iki yana sallayarak.

Bu sohbetten hiçbir şey anlamayan Furkan şaşkın şaşkın mutfaktaki Falezlere baktıktan sonra "Ben en büyük kaydıraktan kaydım!" dedi konuyu yeniden kendi istediği yere çekme hevesiyle.

"Oy kurban olduğum," diye döndü Fırat ona. "Yerim senin ağzını yüzünü. Aferin sana ya. Koca adam oldun iyice. Acıktın mı peki abim?"

Ben çocuk seven erkeklere bayılıyordum.

"Çikolatalı ekmek istiyorum," dedi Furkan. "Ama önce montumu çıkarmalıyım, sonra da ellerimi yıkalayalım."

"Siz de gidip üstünüzü değiştirin, ben size sandviç yaparım. Sana da ekmek sürerim."

Çocuklar tabii ki de önerimi hevesle kabul ettiler. Mutfaktan Ferda ve Furkan çıkarken Fırat'ın omzuna dokunarak onu durdurdum ve altyapı işiyle ilgili bir gelişme olup olmadığını sordum. Tek söylediği kısmetti. Bu yüzden daha fazla ona yüklenmek istemedim. Yanında olacağımı bilmesi benim için yeterliydi.

Biz bir şeyler atıştırdıktan sonra annem komşudan döndü ve akşam sekize doğru babam da yemek masasında bize katıldı. Benim herkesle beraber akşam yemeğinde olmam fazla görülmeyen bir durumdu. Babam işten neden erken çıktığımı soracak sandım ama bunun yerine dudaklarını araladığında bambaşka bir şey söyledi. "Bugün seni parkta görmüşler."

"Eveeet!" dedi Furkan. "Ben en büyük kaydıraktan kaydım. Dorukaa abi beni tuttu."

Elimi alnıma vurmak istiyordum ama bir yandan da böyle olacağını adım gibi biliyordum. Babamın yüzünde herhangi bir mimik değişimi olmazken konuşmamı beklediğini anladım. "Evet," dedim. "Bugün parktaydık. Bunu sana kim söyledi?"

"Muhtar."

Sinir bozukluğundan gülmeye başlamak üzereydim. Annem dudaklarını birbirine bastırmışken kızgın görünmüyordu. Aslında daha çok mutluluğunu gizlemeye çalışır gibiydi. Ferda'ysa "Ona neymiş?" diye patladı. "Niye bunu gelip sana söyleme gereği duymuş?"

Babam, sandalyesinde arkaya yaslanırken çatalını elinden bıraktı. "Ben de bunu sorguladım. Seni uzun bir oğlanla parkta gördüğünden bahsetmek için özellikle dükkâna uğraması bana da garip geldi çünkü."

"Sen ne dedin peki hayatım?" dedi annem küçük bir parça ekmeği ağzına atmadan önce.

"Ona kibar bir dille kızımın ne yaptığının onu hiç ilgilendirmeyeceğini anlattım," dedi babam. "Ama kızımın ne yaptığı beni ilgilendirmeli, değil mi Feza?"

"Ben Furkan'ı parka götürdüm," dedim kendimi biraz kötü hissederek. Şu an beni suçluyor muydu yoksa hayal kırıklığına mı uğramıştı anlayamamıştım. "Sonra Doruk beni aradı. Ben de yanımıza gelebileceğini söyledim."

"Elini kolunu sallaya sallaya bizim evin buraya kadar geldi yani?" dedi babam kaşlarını kaldırarak.

Geri adım atmadan başımı salladım çünkü hâlâ milletin ağzına laf verecek bir şey yapmadığımı düşünüyordum. İnsanlar biraz kendi hayatlarıyla ilgilenebilseler çok güzel olacaktı. Muhtarın hiç işi yok muydu da gidip babama beni birisiyle gördüğünden bahsetmişti?

"İyi," dedi babam. "Söyle yarın akşam da bize gelsin o zaman."

Gözlerim yerinden fırlayacak sandım. "Yarın mı akşam?"

Babam itiraz kabul etmez bir tavırla kafasını salladı. "Yarın akşam. Maçı da yok. Uyar ona."

"Emin miyiz?"

"En sevdiği yemek ne?" diye sordu annem bir anda telaşa girerek. "Durun, ben daha evi temizlemedim."

"Gelip de koltukların altında toz var mı diye bakmaz herhalde sıpa," dedi babam. "Boyunun ölçüsünü alacağımı bildiği için süklüm püklüm oturur köşede."

"Ben buna hazır değilim," dedi Fırat işaret parmağını ondan da izin alınması gerekiyormuş gibi kendini çevirerek.

"İyi," dedi babam. "Sen yarın dışarıda ye o zaman."

Şok içindeydim.

Babam Doruk'la tanışmak için sabırsızlandığından mı böyle yapıyordu yoksa bana mı öyle geliyordu?

Yemek boyunca tek kelime etmeden sandalyemde oturup kafamın içinde en az bin tane senaryo kurduktan sonra odama gider gitmez Doruk'a masaj yazmaya başladım.

Feza: Yarın bize gelecekmişsin

Feza: Yani gelebilir misin?

Feza: Annem en sevdiğin yemeği soruyor.

Feza: Öptüm :)))


🧁🏀🧁


Doruk, tek bir mesaja kilitlenip kalacak...

Merhabalar. Geçen hafta yoktuk, sebeplerimi her zaman açıklıyorum ama beni takip etmediğiniz için görmeyenleriniz oluyor. Bu yüzden de sitemli geri dönüşler alıyorum. Eğer watty profilimden, instagram hesabım üzerinden ya da whatsapp kanalımdan beni takibe alırsanız bölüm günlerinden haberdar olabilirsiniz. Bu bilgilendirmeyi geçmek istedim başlamadan önce.

Biraz bu konu hakkında konuşsam ne uzattı bu kız der misiniz acaba? Ben bu dönemin başından beri haftada iki gün staja çıkıyorum, kalan günler de okuldayım. Buna rağmen ufak aksamalar haricinde aktif olmaya çalıştım. Çoğu zaman uykumdan kısarak yaptım bunu. Cuma gün içinde müsait olamayacağım için gecenin bu saatinde oturup siz bir gün daha beklemeyin diye çabalıyorum ve bunu tamamen yazmayı çok sevdiğim için yapıyorum. Hiçbir karşılık almadan, sadece sizinle iletişime geçmeyi çok sevdiğimden.

Ve sanırım hakkım bu değil. Bazen gerçekten çok kırılıyorum. Bir bölümü üç dakika içinde tüketip yeni bölümün ne zaman geleceğini soranları görmek beni biraz yıpratıyor. İstiyorum ki yorumlarda konuşalım, twitterden konuşalım, instagramdan konuşalım. Etkileşime geçelim, fikirlerinizi okuyayım, duygularınızı benimle paylaşın.

2019'dan beri bir şeyler yazıyorum. Yeni biri değilim, dün başlamadım. Sahip olduğum kitle hayal edebileceğimin ötesinde ama bununla birlikte görüyorum ki motivasyonumu düşüren daha fazla olay türemeye başladı. Başka kitap isimleri, başka kurguları devamlı olarak anmalar ya da yeni bölüm isterken kurulan kırıcı cümlelerle karşılaşmaktan bunaldım. Biraz anlayış rica etsem olmaz mı? Bu işten para kazanmıyorum, sizin varlığınızı görmezsem hikâyemi bir duvara anlatmaktan farksız olur bu benim için. Zaten wattpadde son zamanlarda ciddi bir okur kitlesi kaybı var. Ki ben blog hesabını da bu yüzden açtım. Alternatif bir yol sağlamak, benim wattpaddeki okunma sayımı düşürdü ama ben size de ulaşabileyim istedim. Elimde tutunacak bir şeyler olsun istiyorum ve bu ancak sizin varlığınızı göstermenizle mümkün.

İçimi döktüğüme göre normal sorularıma geri döneyim. Nasılsınız? Nasıl gidiyor? Favori sahnenizi öğrenebilir miyim?

Bir tarafta tutmayan kuponuna rağmen yalan söyleyip Naz'a istediği kumaşı alan Eren, diğer tarafta Feza'yı görmeye diye gelip Furkan'ın en yakın arkadaşı olan Doruk... Bu hikâyenin erkekleriyle ilgili ne düşünüyorsunuz?

Diğer bölüme yönelik tahminlerinizi de alayım gitmeden önce.

Yeniden görüşene dek hoşça kalın ve sınavları yaklaşan bana bol bol dua edin olur mu?

Twitterde #DörtÇeyrek etiketinin altında yine sizi bekliyor olacağım.

Teşekkürler ve tatlı günler!

Instagram, twitter:
azraizguner

Parodiler:
dorukhanfalay
fey.falez
naz.aaslan

Yorumlar

  1. Offf acilen yeni bölüm lazım tanışma anlarını çok merak ediyorum

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. kız yeni yazmış hemen bölüm sormayın diye ya 😬

      Sil
  2. Bölüm gelecek mi bildirim var mı diye insgrama baktım Allah'tan bölüm gelmiş

    YanıtlaSil
  3. İnstgramda bildirimi görünce hemen açtım sana keyifli maçlar dilerim çok güzel bir bölüm bayıldım

    YanıtlaSil
  4. Dört gözle dorukaa nın taze damat hallerini görmek için sabırsızlanıyorum

    YanıtlaSil
  5. ayy mükemmeldi ellerine sağlıkk😌
    okulun ve stajın içinde kolay gelsin🥹 umarım her şey dilediğince ve kolaylıkla olurr🌸🌸

    YanıtlaSil
  6. Hepsini yemek istiyorum çok güzeller 🥹

    YanıtlaSil
  7. Yaaa bu bölümde her zamanki gibi harikaydı 🤩

    YanıtlaSil
  8. Hepsi aşırı tatlılarrr ya bu aile >>> 😍
    Eline emeğine sağlıkk🥹💛

    YanıtlaSil
  9. Ayy mükemmeldi. Diğer bölümü iple çekiyorum.😍😍 Ayrıca Ferdacım seninle aynı şekilde hayatı sorguluyoruz hayatım.😫😫

    YanıtlaSil
  10. Harika bir bölümdü doruk nasıl davranıcak çok merak ediyorum

    YanıtlaSil
  11. ben yine düştüm bölüme sırıtma konusunda feza ile yarışırız o derece

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Ağğğğ ben de. Kitabı yaşayarak okumayı özlemişim. Artık böyle duyguyu geçiren kitaplar bulamıyorum resmen bu yüzden yazarımıza çok teşekkür ederimmm ❤️

      Sil
  12. Bölüm o kadar güzeldi ki 💕

    YanıtlaSil
  13. Çok sabırsızım Doruğun tepkisini görmek için can atıyorum

    YanıtlaSil
  14. Feyza Falezin tepkisi çok hoşuma gitti

    YanıtlaSil
  15. Tek kelimeyle MÜKEMMEL

    YanıtlaSil
  16. Biz biraz daha beklerdik canım sen kendini yorma uykusuz kalmak sağlıksız can’ım benim

    YanıtlaSil
  17. Dorukaa sen böyle yaparsan biz sana düşeriz canım ve fıratın sorunları hemel hallolsun lütfen ben fıratın futbol maçındaki başarılarını dinlemek için sabırsızlanıyorum ve erenin yaptığı çok tatlış.. eridim bu bölüm resmen

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Fıratın sorunlarının bşr kısmının çözülmesi için Dorukla dertleşmesi gerektiğini düşünüyorum ve o anı okumak için o kadar heyecanlıyım kiiiii

      Sil
    2. Ağğğğ ben de heyecanlandımmmm böyle özleyince açıp açıp yorumları okuyorum

      Sil
  18. Yaaa kuşum üzülme sen gerçekten düzenli bölüm atan ve okuyucularına değer veren birisin sende bizim için değerlisin kendine iyi bak

    YanıtlaSil
  19. Hayatımda hiç bölüm bölüm takip ettiğim bir kitap olmamıştı ama o kadar soft o kadar insanın içini ısıtıp günlük sıkıntılardan biraz da olsa uzaklaştırıp gülümseten bir kitap kiii. Teşekkür ederiiiim emeğin için.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Benim gibi bir insan yaşasın tek değilmişim

      Sil
  20. ben ayyy doruka ya gene düştük mü

    YanıtlaSil
  21. Çokkkkkm güzeldiiiiiiiii
    Bayıldım geçen hafta gelmedi diye neredeyse ağlayacaktım
    Yeni bölümü heyecan coşku ve korku(tatlı bir korku) ile bekliyorummmmmmm

    YanıtlaSil
  22. Üzülme sennnnnnn kıyamammmmm

    YanıtlaSil
  23. Aşikkkkkkkkkk oldummmmmm

    YanıtlaSil
  24. Doruk kocammmmmmmmmmmm 😍😘❤❤❤❤

    YanıtlaSil
  25. cok guzel bir bolumdu yine her zamanki gibi. bence bizim icin verdigin emekler gayet acik hayatim kimsenin gozune sokmak icin kendini yipratmana degmez. stajin okulun ve gunluk hayatin mutluluklarla dolsun her sey icin kolay gelsin🍓🍓🍓 bir dahaki bolumde gorusmek uzere

    YanıtlaSil
  26. Offff çokk tatlılarr yaa baba falezz favorimm fjdhdhsh

    YanıtlaSil
  27. Eren ve Nazzzz sizden daha çok bahsetmek lazımmmm huysuz erko bıcır kız ilişkisi

    YanıtlaSil
  28. Gerçekten Doruk tam bir istanbul beyefendisi ya naz yine haklısın bebeğim. Veee bu beyefendi tavırlarını asıll feyyaz falez karşında göreceğizzzzz heyecanlıyım.

    YanıtlaSil
  29. Furkan yaaa babam seni artık sevmiyor bence clclfşvşşf

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Kxshcısdhsdhsugdsohxpısqbıoc böyle tatlı çocuk oldu da biz mi sevmedik

      Sil
  30. Alıntıyı görünce bu yorumu yapmadığımı fark ettim yazayım hemen. Doruk koltukların altını değilde kafasını Feyyaz beyim karşısında kaldırabilirse dolapların üstünü görecektir oraları temizleyin xlclşcşfş

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Perde astırma muhabbetinden beri aklımda olan bir sahne var Doruk'un Feyzaların evinde temizliğe yardım etmesi

      Sil
  31. bence annesinin en sevdiği yemeği sorması onda bi seyleri tetiklicek, ah be dorukaa ne fırtınalar var içinde

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Popüler Yayınlar

36. "Çatlaklar ve Kırıklar"

55. "Geri Sayım"

35. "Görülme İhtiyacı"