24. "Yedinci Tabak"

Bölüm şarkıları:

İkiye On Kala, Kendimi Sende Buldum
Adamlar, Sarılırım Birine
Ate, Diğer Yarım
Pilli Bebek, Bak


🏀•


Dorukhan Falay:


Falez: Annem en sevdiğin yemeği soruyor

Falez: Öptüm :)))

Annesi en sevdiğim yemeği soruyordu çünkü ben yarın akşam Falezlerin davetlisiydim.

Spor salonundan çıktığımda saat 23.36'yı gösteriyordu. Hava buz gibiydi. Montumun fermuarını çeneme kadar çekmiştim. Saçlarımı aldığım duşun ardından düzgün kurutmadığım için kapüşonumu başıma geçirmiş ve hızlı adımlarla eve doğru yürümeye başlamıştım. Ekranımın kilidini açma amacım Feza'ya bir mesaj atmaktı ama bunu yapamadan önce o mesajla karşılaşmıştım.

Annesi, benim en sevdiğim yemeği soruyordu.

Adımlarım yavaşlarken aynı mesajı birkaç kez okudum ve gerçekliğini idrak etmeye çalıştım.

Annesi ne yemek yaparsa benim en sevdiğim yemek o olurdu. Bu soruya bir cevap verme fikri çok mahcup hissetmeme sebep oldu ama bir yanım da kaçamak yanıtlar vermenin doğru olmayacağını düşünüyordu.

Eve varana dek Feza'nın mesajlarını yalnızca bildirim ekranından okudum. Henüz ne yazacağımı bilmiyordum ve ona görüldü atmak da istemiyordum. İşin içinden çıkamadığımı fark ettiğimde anahtarımı girişteki konsolun üzerine bıraktım. Derin bir nefes aldım ve üzerimdeki montu çıkarmadan bile önce ablama yazdım.

Doruk: Feza'nın annesi en sevdiğim yemeği soruyormuş. Doğrudan cevap verirsem ayıp olur ama vermezsem de ayıp olur gibi hissettim. Ne yazayım abla?

Anında görmedi mesajımı. Bu yüzden sıkıntılı bir nefes alıp bu gece tek başıma kalacağıma kanaat getirdim ama yanıldım. Yalnızca bir dakika sonra telefonum çalmaya başladı. Bir kurtarıcıymış gibi ona sarılıp kendimi koltuğa bıraktım. "Abla?"

"Özge az önce uyudu," dedi Onur abinin sesi. "Bizim sıpalar çok yormuş karımı. Onları yatırırken ablanı da yatağa gönderdim. 20 saniye içinde falan uykuya daldı."

İnsan, kendini güvende hissettiği yerde olunca böyle oluyordu demek.

Feza'nın yanımda aynı şekilde uyuduğunu hatırlamak beni gülümsetti.

"Anladım, hiç uyandırma o zaman."

"Abim," dedi. "Ben gördüm attığın mesajı. Anlat bakayım işin aslını astarını bir bana."

Fikir almaya ihtiyacım vardı. Bu yüzden düşünmekle vakit kaybetmeden döküldüm Onur abiye. "Evlerine davet etmiş babası beni. Annesi de en sevdiği yemek ne diye sormuş Feza'ya. Ne denir bilmiyorum. Yarın oraya nasıl gideceğim bilmiyorum. Ne giymem gerekir, ne almam lazım giderken? Biraz gerginim şu an. Her şeyi batıracakmışım gibi hissediyorum."

"Vayyy damat." Zevkten dört köşe olduğunu kahkahasıyla bana anlattı. Resmen gerilmem onu memnun etmişti. Benimle dalga geçmesine takılmak yerine gülümseyip rahatlamaya çalışmayı seçtim. Bir saat de gülse ikinci saate girdiğimizde bana yardım etmek için elinden geleni yapacak bir adamla konuşuyordum. Güven duygumu tamamen kaybetmişken arkamda dağ gibi duran birinin daima var olacağına beni inandırmayı başarmıştı. Küçük bir çocuğu almış, onun büyümesine eşlik ederken elini üzerinden hiç çekmemişti. Desteğini benden hiçbir zaman esirgememişti.

"Abi," dedim çaresizce çıkarken sesim. İnsan çok küçük yaşlarda kendi ayaklarının üzerinde durmak zorunda kalıp bir de üzerine hislerini gizlemek konusunda uzmanlık geliştirince birisinden yardım istemesi zor oluyordu ama onun gölgesi, benim için her zaman güvenli bölge olmuştu. "Bana biraz akıl verebilir misin müsaitsen? Stresten saçlarım dökülmeye başlayacak galiba."

"Salak çocuk, abartma o kadar da." Hâlâ keyifle gülüyordu. "Arkana yaslan, derin bir nefes al. Hallederiz her şeyi. Ne yazdın kıza?

"Hiçbir şey." Arkama yaslandım. "Gülme ya, bilemedim ne yapacağımı."

"Hiçbir sorun olmayacak. Önce ne gereği vardı zahmet etmeseydi falan yaz, sonra kız zaten ısrar edecektir sana. O zaman uzatmadan söylersin canın ne istiyorsa. Annesi düşünmüş etmiş o kadar, cevapsız bırakmak olmaz kadını."

"Babası beni İtalya maçından sonra aramıştı." O gün, sanki göğüs kafesimde taşıdığım birkaç buz kütlesi çözülmüştü. Kendimi o geceki kadar hafiflemiş hissettiğim çok fazla an yoktu hayatımda. "Takip ediyor beni. Hakkımda tweetler atıyormuş. Ben kızını öpmeye kalkana kadar beni seviyordu. Şimdi adamın karşısına nasıl çıkacağım? Ne diyeceğim? Ya beni hiç sevmezse? Kendi babasının sevmediği çocuğu ben nasıl sevdireceğim Feza'nın babasına?"

"Şerefsizin biri seni sevmedi diye hiç sevilmeyeceğin düşüncesini bir türlü bırakamadın gitti," dedi abim öfkeyle. O adamdan bahsetmek beni ne kadar geriyorsa onu da en az o kadar geriyordu. O günün anıları gözlerimin önüne geldi. Ablamın son çare olarak bir süredir hiç konuşmadığı Onur abiyi aramak zorunda kalması, Onur abinin beni kucaklayıp arabasına bindirmesi ve içinde biriken sinir yüzünden önce yumruğunu direksiyona geçirmesi, sonra hastaneye sürmesi... Tüm sahneler bir bir gözlerimin önünden geçerken o gün beni hastaneye götürmesi gerekmeseydi dönüp babamı öldürene kadar döveceğini biliyordum. Bunu yapmayı hâlâ deli gibi istediğini de öyle. "Orada mısın? Sesim geliyor mu?

Boğazım düğüm düğümken "Geliyor," diyebildim sadece.

"Pırlanta gibi çocuksun sen. Esin önüme damat diye sana benzeyen birini getirse yarın öbür gün, kendi oğlum gibi bağrıma basarım onu. O yüzden önce kendine gel, kendinin farkına var. Sonra rahatla, kafanı boşalt. Yarının kötü geçme ihtimali kafandan at. Şu stresini de biraz azalt.

"Sevdiğin kızın ailesiyle tanışacak olmak çok gergin bir şeymiş."

"Ben nereden bileyim oğlum?" dedi karşılığında. "Ben hiç yemeğe davet edilmedim ki. Kayınpederimle tanıştığım saniye yüzüne yumruğumu geçirmiştim. İmamın dediğini yap, yaptığını yapma sen."

"Akşam yemeğine mi gideceğim peki? Saatini yazmamış. Babası çalışıyorsa akşam müsait olurlar herhalde. Antrenman çıkışı oraya geçerim direkt. Ona göre kıyafetle gideyim değil mi salona? Abi, yeni bir gömlek mi alsam ki? Gömlek giyilir gibi geldi. Çantaya atsam ütüsü bozulur mu çok? Bir de antrenmandan sonra yetişebilir miyim dersin? Ya geç bırakırsa koç?"

"Feza'ya kaçta orada olman gerektiğini sor," dedi sakince. "Seni ben alır, gideceğin yere bırakırım. Otobüsle metrobüsle uğraşma."

"Ama-"

"Lacivert, yakalı bir kazağın var ya... Önü fermuarlı mıydı? Onu giyebilirsin. Belki içine beyaz tişört. Ayakkabının uzmanı zaten sensin, onu es geçiyorum. Duş alınca kurut saçını, şekillendirirsin. Ben seni gelip alacağım salonun önünden. Yetişiriz her türlü."

"Keşke yukarı da gelsen benimle. Niye seni de çağırmadılar ki sanki?"

"Nasipse kız istemeye birlikte gideriz." Gülmeye başladığında ben de güldüm ama diğer yandan, bunu benim için seve seve yapacağını belirtmesi çok değerliydi. "Başka bir şey lazım mı?" diye sordu hemen ardından. "Gelirken bana aldığın şu cafcaflı saatlerden birini getireyim mi? Kendine o kadar para harcamıyorsun, benimkiler daha güzel."

Gerginliğimi azaltmak için böyle yapıyordu. Başımı iki yana sallarken burun kemerimi sıktım ve gecenin bu saatinde içine düştüğüm bu içler acısı duruma gülmeye başladım.

Yarın ne yapacağımı pek bilmiyordum ama en azından bana şans getirsin diye hangi renk çorap giyeceğimi biliyordum.


🧁


Feza Falez:


Babam eve geldiğinden beri bugün Doruk'u bize çağırmamışçasına televizyon izliyordu.

Annem oradan oraya koşturup yaşadığı gerginlik yüzünden terör estirirken babam göbeğinin üzerine yerleştirdiği kaseden ağzına fındık atarak sessizce ona bakmış, annemin iyice çileden çıkmasına sebep olmuştu.

Annem her şey eksiksiz olsun diye çırpınıp durmuş, en son sofrada çatalı yanlış tarafa koymanın stresine girip bana Doruk'un solak mı yoksa sağlak mı olduğunu sormuştu. Sanki tabağın soluna koysa ama Doruk sağlak olsa diğer elini kullanıp çatalı oradan alamazdı. "Fırat!" diye bağırdı mutfaktan. "Odanı topladın mı?"

"Ferda'nın da odası değil mi burası?" diye bağırdı Fırat da kendi odasından. "Niye ben topluyorum?"

Yaptığım Gün Batımı muffinlerin üzerine küçük şekerlemeler dizmekle ilgilenen Ferda, atom parçalarcasına dikkatli davranmayı bırakıp kafasını hışımla kaldırdığında "İşim var işim!" diye bağırdı. "Okul çantamı yerden alıp masamın kenarına koysan ölür müsün ya?

"Evet!"

"Çocuklar, çocuklar," dedi Furkan mutfağa küçük adımlarıyla koşarak girdiğinde. "Sessiz olmalıyız. Komşular rahatsız olabilir."

Annem, Ferda ve ben birbirimize bakıp deli gibi kahkaha atmaya başladık. Annemden öğrendiği cümleleri, onun kullandığı ses tonuyla bize sunan Furkan hâlâ aynı şekilde ciddi görünüyor ve bize yargılayıcı bakışını yollarken davranışımızı tasvip etmediğini başını iki yana sallayarak belirtiyordu.

"Çok haklısın anneciğim," dedi annem. "Git o babana de, altına bir pantolon geçiriversin. Çocuk birazdan gelecek."

"Paşamız için üstümüzü mü değiştireceğiz bir de?" diye soran Fırat gri eşofmanı, bol siyah sweatshirtiyle mutfağın kapısında belirdiğinde bilerek saçlarını daha fazla dağıttı ve kendine ailenin serseri çocuğu görünümünü verdi. "Yok ya." İki adımın ardından Ferda'nın süslemek için binbir türlü çaba gösterdiği muffini tek lokmada ağzına attı.

Ferda onun eline sertçe vurduğunda çıkan ses yüzünden benim elim bile acıdı. "Hayvansın hayvan! Yarın öbür gün kız arkadaşını eve çağırdığında aynısını yapmayan Ferda da Ferda olmasın tamam mı? Öküz. Şu kızı az sakinleştirsen, az gülümseyip rahatlatsan olmaz mı?"

Pencerenin önünde dikilirken kalbim gümbür gümbür atıyordu. Benim görevim, fırında pişen karnıyarıklara gözümü dikip bakmaktı. Yaşadığım son pizza faciasından sonra bir yemeği daha yakamazdım.

Doruk hakkında yeni bir şey öğrenmiştim. En sevdiği fast food pizzaydı ve en sevdiği ev yemeği de karnıyarıktı. Ben o bana biraz geç cevap verdiği için ondan cevap gelene kadar annemi sarma yapmaya ikna etmiştim. Dün gece 11 sularında bir tencere de sarma sarmıştık. O dolapta şu an soğuyordu.

"Yoğurdu çıkar dolaptan!" diye emretti annem Fırat'a. "Ve sonra ayağımın altından çekil."

"Hayırdır ya, İngiltere prensini mi ağırlıyoruz evimizde?"

Dayanamayıp ensesine bir tane vurdum. Gelenin geçenin Fırat'a vurması Furkan'a çok komik geldi. Kıkırtıları kahkahalara döndüğünde Fırat ona dik dik baktıkça daha fazla güldü. En son yine başını omzuna eğmiş, nefesi kesile kesile işaret parmağını ona çevirmiş halde gülüyordu ama güldüğü için kelimeleri ağzından çıkaramıyordu.

"Vay," dedi Fırat. "Demek küçük sıpa da bizim tarafımızda değil. Topçunun biri gelecek diye hepiniz beni unuttunuz."

Az önce vurmak için dokunduğum ensesine bu kez sıkmak için dokundum. Elimi onun omzuna doğru kaydırdım ve onun içinde yaşadığı kıskançlığın sebebini anladığımı bilmesini sağlamaya çalıştım. Fırat da topçuydu, yalnızca bunu henüz dile getirmemişti. Hayallerinden henüz ailesine bahsedememişken hayallerinin basketbol versiyonunu yaşayan biriyle karşılaşması zor olacaktı onun için. Üstelik babam, basketbolu futboldan çok çok daha fazla seviyordu. Doruk'u kıskanması için birçok sebebi vardı.

"Çıkarsana şu yoğurdu dolaptan," dedi annem sinirle. "Şu küçük kaselere koyacağım. Yaprak şeklinde olanlara mı koysam yoksa çilek gibi görünenlere mi?

Ferda onu büyük bir ciddiyetle cevapladı. "Yapraklar daha iyi olur."

Fırat kafayı yemek üzereyken öflene pöflene dolabı açıp alt raftaki yoğurda uzandı. Bunun için iki büklüm olması gerekmişti. "Annene öf dediğini duymayacağım bir daha," dedi babam içeriden. "Kafanı kırarım he, getirtme beni oraya."

"O altındaki pijamayı değiştirmezsen ben gelip kıracağım kafanı." Annem ayaklarını yere vura vura salona doğru yürümeye başladığında bu kaosu kaçıramayacağımız için civciv sürüsü gibi annemin peşine takılmıştık hepimiz. Babam, annemin ateş saçan gözlerine bakınca kucağındaki tabağı alıp kenara koyarak yerinden doğruldu. Annem ellerini beline yerleştirip ona acele etmesini söyler gibi ayağını ritmik şekilde yere vururken babam yalnızca onun gözlerine kilitlenmiş durumdaydı.

"Tamam," dedi sonra. Sesi kendi kontrolünde gibi değildi ama. Bir hipnozun etkisinde kalmıştı. Annemin gözleriydi bunu sağlayan. "Değiştiririm üstümü.

"Sana zahmet!"

"Ne giyeyim istersin?"

"İşte böyle hanımcı olacaksın," diye mırıldandı Ferda. Fırat da ses çıkarmasın diye onun kolunu çimdikledi.

"Şu baba mavisi pijamanı çıkar da ne giyiyorsan giy," dedi annem

"Baba mavisi," deyip kıkır kıkır güldü Furkan kendi kendine.

Babam kapıdan geçmek için ayağa kalktığında bunu istese de yapamazdı çünkü hepimiz eşikte dikilmiş, ikisinin didişmesini izliyorduk. Bize kaş çatarak baktı. Aramızdan geçip gidecekken bir anda aklına gelen şeyle birlikte durdu. Anneme döndüğünde "Canan," dedi ailemizin F harfiyle başlamayan tek üyesine. Annem babamın ses tonuyla birlikte omuzlarını gevşetip yumuşak bir tavırla yüzünü onunkine çevirdi. "O bacaksız buraya geldiği zaman muhabbet açmak için annesinin babasının ne iş yaptığını falan sorma tamam mı?"

Babama olan sevgim kalbimden taştığı gibi gözlerimden de taşmasın diye derin bir nefes almam gerekti. Annem hiçbir fikri olmamasına rağmen kafasını salladı hızlıca. Ardından bana döndü. "Başka bilmemiz gereken bir şey var mı onunla ilgili?"

"İlla birini sormak istiyorsan ablasını sorarsın," dedim titremesin diye uğraş verdiğim sesimle. "Ondan bahsetmeyi seviyor.

"Nasıl birisi? Sen tanıyor musun?"

Annemin heyecanlı sesiyle bana sorduğu soru çok tatlıydı ama keşke bunu herkesin içinde sorup da beni zor bir durumda bırakmasaydı. Ağzımı açtım, geri kapattım. Babama baktım, yere baktım. "Al işte," dedi Fırat. "Onunla da tanışmış. Gelinliğini de beraber seçtiniz mi bari?"

Kaşlarımı çatarak yüzüne baktığımda herhalde bu hafta ekonomik yükünü benim sırtlandığımı hatırladı ve bunu her an kaybedebileceğini düşünüp geri adım attı. Bunu asla yapmazdım ama onu korkutmak hoşuma gitmemiş değildi.

Babam bizden ayrıldı, Ferda mutfağa döndü, ben banyoya kaçıp saçım düzgün mü diye onuncu kez kontrol ettim, Furkan babamın bıraktığı fındıkları yedi ve Fırat da bunu yaparken ona eşlik etti. Zor da olsa bir şekilde biten yarım saatin sonunda zilimiz çaldı ve aynı saniye bütün uzuvlarıma karıncalar yayıldı. Annem apartmanın kapısını açan tuşa bastıktan sonra elini kapı koluna götürüp yüzünü bana çevirdi. "Çok güzelsin," diye fısıldadığında yanaklarım ısındı. "Sen sakin ol bebeğim, her şey annenin kontrolü altında."

Verdiği güven gözlerimi doldurunca gülümsedim. Hiç görmediği erkek arkadaşım için öyle çok çaba harcamıştı ki bu bana ne kadar değer verdiğini iliklerime kadar hissetmeme sebep olmuştu. Doruk'un merdivenleri tırmanan adım seslerini duymuyor olsaydım belki ağlamaya başlardım.

Ferda kenarda sevgilimi görmek için sabırsızlanırken Fırat kollarını göğsünde bağlamış, onun bir adım arkasında dikiliyordu. Babam da yürüyüp annemin yanına geçti. İşte şimdi hepimiz açık bir kapının önünde ailemize Doruk'un da dahil olmasını bekliyorduk.

Doruk merdivenlerin başında göründüğünde sensörlü lambanın sarı ışığı yanıp kapımızın önünü aydınlattı. Elleri kolları dopdoluydu, bu yüzden basamakları görmeden rastgele adımlar atıyordu. Başını kaldırıp yukarı doğru baktığında ilk gördüğü kişi annem oldu. Annemin yüzüne kocaman bir şok ifadesi asılırken Doruk düşmemek için çaba harcayarak basamakların hepsini tırmandı ve paspasın orada durdu. "Merhaba efendim, hoş bulduk."

Kimse ona henüz hoş geldin dememişti ama kafasının içinde buraya gelene kadar kaç kez prova yaptıysa doğrudan bunu söyleyerek başlamıştı konuşmasına.

"Boşuna avanak demiyorum bu çocuğa ben," diye söylendi babam ağzının içinde. Annem bir dirsek hamlesiyle onu dürtüp "Hoş geldin, hoş geldin," dedi gülümseyerek. "Alayım mı elindekileri?" Sesinde şaşkınlıkla da vardı çünkü Doruk eğer bizim eve taşınmaya karar vermediyse bu kadar poşetle bize gelmesi normal değildi

"Buyurun," dedi bir buket çiçeği anneme uzatarak. Bu sırada ayakkabılarını arkalarını birbirine bastırıp çıkarttı ve içeriye doğru adımladı. Lacivert, önü fermuarlı bir sweatin içine beyaz bir tişört giymiş, altına siyah bir kot geçirmiş ve saçlarını şekillendirmişti. Kombinindeki tek tezatlık sarı çoraplarıydı. Bu detay beni gülümsetirken heyecandan bayılmak üzereydim.

"Bu sizin," dediğinde elindeki pembe kartona sarılmış çiçekleri anneme uzattı. Ondan daha küçük görünen ama aynı çiçeklerden oluşan bir başka buket daha gördüğümde bana uzatmasın diye içimden dua etmeye başlamıştım. Gözleri hiç bana değmeden o buketi Ferda'ya uzattı. "Bu da senin, Ferda. Çok memnun oldum tanıştığımıza."

Ferda yaşadığı şokla bana döndüğünde gözleriyle adeta abla, ben bu çocuktan razıyım diye haykırıyordu. "Çok teşekkür ederim Dorukhan abi," dedi benim yellozlar yellozu kardeşim, tam bir hanımefendi rolü keserek. "Neden zahmet ettin?"

"Estağfurullah." Hâlâ henüz bana bakmamıştı. Kollarındaki poşetlerde gezdirdi gözlerini. İçlerinden birini ayırıp Furkan'a uzattı. "Bu da senin."

"Yaaa Dorukaa abii! Seni çok özlemiştim, iyi ki geldin."

Hediye paketiyle ilgilenmeden bile önce ona bunları söylemesi çok hoşuma gitti. Ben bugünü ağlamadan tamamlamayı başarabilecek miyim acaba?

"Bana yok mu?" diye dalga geçecekken kendisine doğru uzatılan poşetle Fırat'a kal geldi.

"Futbol oynuyormuşsun. Eğer tam olmazsa diye değişim fişini içine koydurdum. Beğenmezsen iade de edebilirsin tabii ki.

Fırat'ın yüzündeki ifadeyi ömrüm boyunca unutabileceğimi sanmıyordum. Bu sırada benim nasıl göründüğümle ilgili ise hiçbir fikrim yoktu çünkü ayakkabı hikayesini biliyordum. Doruk'un ayakkabılarını ne kadar sevdiğini, onlara neden bu kadar önem verdiğini biliyordum ve erkek kardeşime krampon alması gözlerimi doldurmuştu.

Fırat, şaşkınlıkla "Oynuyorum," dediğinde aramızdaki sırrı onunla paylaştım mı diye bana döndü yüzünü. "Ablam mı söyledi?"

"Aslında Ferdi abinden öğrendim." Bu mevzu hakkında fikrim olmaması normal miydi? Gülümsedi kendi kendine. "Biraz karışık oralar." En son yüzünü babama çevirdiğinde omuzları dikleşti, gülümsemesi silindi. Elini öne doğru uzattığında diğer kolunda tek bir poşet kalmıştı. "Merhaba efendim," dedi. "Dorukhan Falay ben."

Yanaklarını sıka sıka onu sevmek istiyordum. Üzerine atlamayayım diye ayaklarımı yere daha sağlam bastım

Babam "Hadi ya?" diye dalgaya aldı onu. "Televizyonda görmüştüm galiba seni ama çıkaramadım."

Buna rağmen Doruk'un elini sıktı. Ardından Doruk çekinerek son poşeti ona uzattı. "Buyurun, bu da sizin."

"Bana çiçek almadın mı? Çok alındım," dedi babam. Kafası minimum düzeyde çalışan Doruk endişeyle babama baktığında babam kıvrılan dudaklarına hakim olamadı. Ardından poşeti onun elinden aldı. İçinden Ivan Reyes'in imzalı formasının çıkmasını beklemediği belliydi. Doruk, seçtiği hediyelerle bütün aile üyelerimin donup kalmasına yol açmıştı.

"Feza bana Ivan abiyi çok sevdiğinizi söylemişti. Rica ettiğimde kırmadı beni sağ olsun."

"Sen-" dedi babam ama araya giren Fırat yüzünden konuşmaya devam edemedi. "Orijinal bu." Elinde tuttuğu kutunun içindeki açık mavi kramponlardan gözlerini alamıyordu. "Ben bunları kabul edemem."

Büyülenmişti. Nasıl gizleyeceğini bilemiyor, gizleme çabasına giremiyordu. Bir çift krampona hayatında gördüğü en güzel şey gibi bakıyordu. Doruk, kaleyi en içeriden fethetmeyi başarmıştı.

"Çabuk basketbol topuma bak!" dedi Furkan, Fırat'ın bacağına heyecanla vurarak. "Üzerinde bir şeyler bile yazıyor."

İmzalar vardı. Bir sürü numara, bir sürü imza. Bütün takıma imzalatıp öyle getirmişti o topu Furkan'a.

Hâlâ açık duran kapıyı fark ettiğimde onu kapattım ve ellerimi arkamda birleştirip kapıya yaslandım. Heyecandan ölecektim, aşktan ölecektim, duygusallıktan ölecektim. İçlerinden biri yüzünden kesin ölecektim.

Doruk mükemmeldi.

Gerçekten mükemmeldi.

Kendimi çok mahcup hissediyordum. Sanki o da öyle hissediyordu. Diğerlerini hediyelerini beğenmişler mi diye kontrol ederken en son gözleri benim üzerimde durdu. İlk kez göz göze geldik. Çarpılmıştım. Gözlerimi kocaman açmıştım, ona duyduğum hayranlık yüzünden bayılıp kalacaktım.

"Selam," dedi bana gergin bir sesle.

Sonrasında gözlerimin içine baktı ve aynı anda dudaklarımıza bir gülümseme yerleşti. "Selam."

"Dorukhan," dedi babam, elinde Ivan Reyes formasını tutarken. "Çok masraf yapmışsın. Gerek yoktu bu kadar şeye."

"Doruk diyebilirsiniz." Şu an çok utangaç görünüyordu. Babam ona Ahmet demeye başlasa adını Ahmet yapmak için nüfus müdürlüğüne başvurabilecek kapasitedeydi. "Ben hediye almayı çok severim efendim. Eğer yanlış bir şey yaptıysam kusuruma bakmayın ama ellerim boş gelmek istemedim."

"Ellerin boş gelme tamam da," dedi Fırat. "Evin büyük oğluna Nike krampon da alma gelirken. Ben nasıl nefret edeceğim şimdi senden?"

Doruk gülmeye başladı. "Belki nefret etmemeyi deneyebilirsin," dedi kibarca bir ricada bulunur gibi. "Ama nefret de etsen yine de kramponlar senin. Kabul edersen çok sevinirim gerçekten."

"Nereden geldi aklına?" diye sordu Fırat. Annem bu sırada "Çok mu pahalı ya?" dedi. "Niye bu kadar masrafa sokuyorsun kendini oğlum? Herkes için tek tek uğraşmışsın bir de. Ne gereği vardı Allah aşkına?"

"Bir topçu için ayakkabıların önemini bilirim." Gülümsemesi buruklaşırken kardeşime baktı. Benim yanımda devasa duran Doruk, kardeşimden birkaç santim uzundu. "Dediğim gibi, beğenmezsen değiştirirsin."

"Teşekkür ederim," dedi Fırat. "Ama gerçekten, bu çok-"

"Lütfen," diyerek böldü onu Doruk. "Ben bana ilk orijinal ayakkabılarımı hediye eden hocamla hâlâ görüşürüm. Belki seninle de aramızda bir köprü oluşmasını sağlar bu, nefret içermeyen bir köprü."

"Tekrar teşekkür ederim," dedi Fırat başka ne diyeceğini bilemeyerek. Gözlerini bana çevirdiğinde yalnızca bir saniye kadar yaptığım seçimle gurur duyar gibi baktı gözlerimin içine. Hemen ardından boğazını sertçe temizleyerek toparlanmaya çalıştı.

"Mutfağa geçelim, buyur bu taraftan. Ben de paketleri kaldırayım, şunları da bir suya koyayım." Annem atılıp ortamın kontrolünü eline aldığı sırada babam hiç ses çıkarmadan Doruk'a bakıyordu. Bu kadar hediye alarak gelmesinden hoşlanmış mıydı yoksa rahatsız mı olmuştu tam olarak seçemiyordum ama her nedense gözlerini onun üzerinden alamıyordu.

"Geçelim efendim."

"Adım Canan," dedi annem. "Efendim diyip durma."

"Peki Canan Hanım."

"Dorukaa abi..." dedi Furkan, elini onun eline dokunmak için uzatarak. "Baksana, ablam yine çok güzel gülüyor. Acaba biz yine parktaki gibi-"

"Aaa!" dedim birden telaşla. "Furkan, topunda 9 da mı yazıyormuş senin? 9 numarayı hatırlıyor musun, hani hep gösterirdik sana."

"Shaw," dedi Doruk, donup kalmış halinden sıyrılıp ortalığı toparlayalım diye bana yardım etme isteğiyle. "Shaw'a da imzalattım topunu. O bizim en iyi oyuncularımızdan biridir."

"Oleg Milosevic ve o," dedi babam. "Efes'in efsanesi olarak anılacaklar ileride."

Konu Efes'e kaydığına göre parkta beni öpmelerine dönmezdik herhalde. Kurtulmuş olduğumuzu umdum.

"Ablam Shaw'a bayılır." Fırat güldü. "Sakatlandığında bir ağlamadığı kalmıştı."

Doruk, kendisini sinir etmek için bu cümlenin kurulduğunu anlayıp beni etkileyen profesyonel bir gülümseme yerleştirdi yüzüne. "Shaw sakatlandığında bizim de bir ağlamadığımız kalmıştı. Neyse ki ağır bir şey değildi, çabuk toparladı."

"Onun yokluğunda da sana gün doğdu," dedi babam. Yönünü mutfağa doğru çevirmiş, içeri adımlamıştı. Doruk yapması gerekenin onu takip etmek olduğunu çabuk kavradı. Yalnız adım atmaya başlamadan önce dönüp bana bir bakış attı ve ne durumda olduğumu kontrol etti sanki. Ardından küçük bir gülümsemeyle önüne dönüp mutfağa girdi.

Annem ve Ferda aynı anda fısıldaşmaya başladılar.

"Ay ne tatlı çocuk. Eniştemden çiçek almadım da demem."

"Çok efendi birisi Maşallah. Şu paketleri komodinin üzerine bırakıverin. O kadar da zahmete girmiş, kıyamam."

Fırat normalde onlarla dalga geçerdi ama krampon olayı onu fena şekilde gafil avlamıştı. Ağzını açıp tek kelime etmedi. Bunun yerine sessizce mutfağa girdi ve ben de peşlerine takıldım.

Hepimiz yerlerimize yerleştiğimizde masada elimizi kolumuzu yaslayacak kadar bile boşluk yoktu. Babam, masanın başında oturuyordu. Annem, kendisi için diğer başı ayırmıştı. Fırat ve Ferda nasıl akıl etmişlerdi bilmesem de biz yan yana oturmayalım diye masanın karşılıklı yanlarına geçmişlerdi. Doruk, Fırat'ın yanındaki sandalyeye oturduğunda ben de onun tam karşısında kalan boşluğa oturdum. Yanımdaki sandalyede de Furkan oturuyor, yaprak sarmalarını büyük tabaktan aşırıyordu.

Evinde nadiren yemek pişen Doruk, önündeki sofraya birkaç saniye bakakaldıktan sonra bir de kafasını kaldırıp tek tek bize baktı. İçinde bulunduğu durumu yabancıladığı çok belli oluyordu. Annem çorbaları dökmek için tencereyi masaya getirdiğinde Doruk mahcubiyetle onun gözlerine bakıp "Keşke bu kadar zahmet etmeseydiniz," dedi. "Çok teşekkür ederim her şey için. Ellerinize sağlık."

Daha bir lokma bile yememişti.

Elleri masanın altındaydı ama nedense parmaklarıyla oynadığını hissedebiliyordum. Konuşurken sesi olduğundan daha boğuk, neredeyse titrek bir şekilde çıkıyordu. Yaşadığı yoğun hislerin omuzlarına nasıl yük yaptığını gördüm. Dahası, bunu annem de gördü.

"Ne zahmeti oğlum?" dediğinde Doruk'un gözlerinin önünde sanki bir şimşek çakmıştı. "Uzat bana tabağını. Yetmezse söyle, tamam mı? Çekinme hiç. Her şeyden bol bol var."

Derin bir nefesle göğüs kafesi şişen Doruk, o nefesi verirken içindeki sıkıntı hissini geçirmek ister gibi yüzünü bana çevirdi. Ben de gülümseyerek onu rahatlatmaya çalıştım. Ne kadar faydası olduğu tartışılırdı. Doruk, herhangi bir anda ağlamaya başlarsa buna şaşırmazdım. Kalkıp ona sarılmayayım diye ellerimi dizlerimin arasına sıkıştırdım.

"Ee Doruk," dedi babam. "Var mıydı bugün antrenmanın?"

Kendisine uzatılan elin yardım için olduğunu anladı. Bu yüzden babama bakarken minnet vardı gözlerinde. "Vardı efendim," dedi. "Bir saat önce bitti. Salondan direkt buraya geçtim. Çok bekletmedim umarım sizi."

"Beklettin ya," dedi Fırat. "Annem sen gelene kadar hiçbir şey yememe izin vermedi."

Annem ona sussun diye bir bakış gönderirken Doruk yalnızca gülümseyip "Kusura bakma," dedi. "Hocamız da pestilimiz çıkmadan gitmemize izin vermiyor."

"İyi mi aranız?" Babam meraktan ölmüyormuş gibi davranmaya çalışıyordu ama senelerdir desteklediği takımın oyuncusunu masasında ağırlama fırsatı eline her gün geçen bir şey değildi. Bu yüzden sürekli soru soracaktı.

"Milano maçından beri pek iyi değil aslında."

"Ablam da babam da çok kızgındı Doruka abi," dedi Furkan, ağzına attığı yaprak sarmasını çiğnerken.

Bu çocuk bütün gün böyle pot mu kıracaktı?

"Bana kendi içinde bir ceza kesiyor," dedi Doruk. "Bunu sizin sayenizde anlayabildim ve konuşup kendimi açıklamak istedim ama buna izin vermedi. Onun yerine sahanın çevresinde on beş tur koşmakla görevlendirildim."

"Gerçekten de böyle askeriyedeymişsiniz gibi cezalarınız oluyor mu?"

Ferda'nın sorusuyla içten bir tebessüm edip başını neler var bir bilsen der gibi iki yana salladı. "Ben henüz takımda değilken korkunç oynanılıp 26 sayı farkla kaybedilen bir maçtan sonra bizimkileri eve salmamış hoca. Gecenin bir yarısında iki saat ağır antrenman yaptırmış adamlara. Shaw ertesi gün aralıksız on dört saat uyuduğunu anlattı. Oleg Milosevic araba kullanmaya hali kalmadığı için evine taksiyle dönmüş o gece."

"O ikisi senin için öyle büyük fırsat ki," dedi babam. "Avrupa'nın en iyi oyun kurucularıyla bir aradasın. İyi anlaşıyor musunuz bari?"

"Normalde böyle büyük oyuncuların devasa egoları olur ama ikisi de öyle mükemmel insanlar ki." Sesine büyük bir hayranlık bulaşmıştı. "Ben takımın en küçüğüyüm diye çoğu zaman dalga malzemesi olurum ama aynı zamanda o küçük çocukların sahip olduğu ilgiye de sahibim. Etrafım bu kadar tecrübeli insanla doluyken öğrenebildiğim her şeyi öğrenmeye deniyorum. Bu sabah, Shaw'la takım antrenmanından önce birebir reverse çalıştık mesela.

"Dünya markasıdır reverse'te, Barcelonalı oyuncuların az gururuyla oynamadı zamanında."

"Reverse ne?" diye sordu Ferda.

"Topu sürerken 360 derece dönüp savunma oyuncusunu ekarte etmek," dedi Doruk. "Dribbling sırasında adam geçmek için kullanırız."

"Hıı..."

Hiçbir şey anladığı yoktu ama ilgili görünmek için elinden geleni yapıyordu.

Çorbasına kaşığını daldırdı Doruk. Ekmekler benim tarafımdaki sepetteydi. Bu yüzden sepeti elime alıp önce babama, sonra Fırat'a uzattım. Üst üste koyduğum üç dilimi Doruk'a uzatmak için kolumu kaldırdığımda o da bana doğru uzandığı için ellerimiz birbirine çarptı. Doruk irkilerek elini hemen geri çektiğinde gülmemek için kendimi zorluyordum.

"Al," dedim ekmekleri masaya bırakmak yerine ona uzatmaya devam ederek.

Eğlendiğimi anlamıştı. "Alayım," dedi gerilim yüklü bir sesle. "Teşekkür ederim."

"Rica ederim."

Annem dayanamayıp gülmeye başladı. "Yeni tanışan sizmişsiniz gibi davranıyorsunuz, çok komiksiniz."

Doruk utanarak ekmek dilimlerini tabağının kenarına bıraktığında "Sahi," diyen Ferda'ydı. "Nasıl tanıştınız, sonra nasıl devam ettiniz? Ben hiç bilmiyorum.

Bu kız resmen cadıydı.

Doruk, "Visal'in önünde," dedi benden önce davranarak. Hikâyeyi anlatma görevini ben zor durumda kalmayayım diye üstlenmişti. "Benim için kötü bir gündü."

"Neden?" dedi babam.

"A takıma yükselme şansımın bulunduğu dönemim biraz sarsıntılıydı. Antrenmanlara geç kalıyordum bazen, düzenim bozulmuştu, yeterince oyuna kendimi veremiyordum. O gün çok sevdiğim hocam beni sağlam azarlamıştı. Elimde basketboldan başka hiçbir şeyin olmadığını hatırlattı bana sağ olsun. Her kelimesinde haklıydı ama çok ağır gelmişti ondan duymak. Bu yüzden efendim."

"Ablam bunun neresinde?" diye sordu Fırat, konuyu yeniden nasıl tanıştığımıza çekmek isteyerek.

Doruk gözlerini bana çevirmek istedi ama o an bunu yapamadı. Başını çorbasına doğru eğdi. "Ağlıyordum," demesini beklemiyordum. "Visal'in kaldırımını seçmiştim bunu yapmak için. Gerçekten çok zoruma gitmişti. O gün Feza, televizyonun fişini çekip çekmediğini kontrol etmek için geri dönmüş Visal'e. Bu şekilde tanıştık." Güldü. "Ben ağlarken."

"Efes'in basketbolcusunu kapının önünde buldun yani," diye takıldı Ferda bana. "Gökten düşmüş resmen."

"Kader," diye mırıldandı annem.

"Ertesi gün yine Visal'e mi gittin?" Babamın lafa bu şekilde atlayışı annemin ilgisinin onun üzerinde toplanmasına yol açtı. Sonra babam, küçük bir kahkaha attı. "Ben öyle yapmıştım çünkü."

"Bir gün bekledim." Kurduğu cümle babamı daha içten bir şekilde güldürdüğünde onun da rahatlamaya başladığını hissettim. "O gece cebimde beş kuruşum yoktu, benim için kahve hazırlamıştı. Sıradaki kahveyi ben ısmarlamak istedim, borcumu ödemek amacıyla."

"Siz çok kazanmıyor musunuz?" diye sordu annem. Sonra sorusunun nasıl yanlış anlaşılabileceğini fark edip telaşla "Yani," dedi. "O anlamda sormadım. Ne kadar kazandığın hiç önemli değil de, beş kuruşum yoktu deyince... Basketbolcular az mı kazanıyor? Gerçekten bilmediğimden soruyorum."

"Futbol kadar para yok," dedi Fırat. "Ama siz de iyi kazanıyorsunuz diye biliyorum."

"Öyle," dedi Doruk. "Ama ben bu seneye kadar kendi kazandığımı pek yiyemedim açıkçası. Hep borca harca gitti, bana ait olmayan şeyleri ödemek zorunda kaldım. O sebeple..." Durup boğazını temizlediğinde bu kadar şeffaf olmak için fazla çaba veriyor gibi görünüyordu. Anlattıkları onu küçük düşürüyormuş gibi omuzları gerildi. "O şekilde," dedi toparlamak için.

Bunca zaman kazandığının büyük bir kısmını kendisine ayıramadığını ben de yeni öğreniyordum.

"Ailenle mi ilgili?" Babam, yaranın yerini biliyordu. Şefkate bulanan sesi göğüs kafesimi delip geçti.

Doruk başını eğdiği yerden kaldırmakta zorlandı ama onu onayladı. "Babam," dedi yalnızca. Kaşığı tutan eli bile kasıldı. "Biz görüşmüyoruz," diye devam etti. Aileme karşı böyle açık olmaya çalışması çok özel bir şeydi benim için. "Uzun zaman oldu.

"Anladım," dedi babam. Ne yapacağını o da bilememişti. Sorsa mı dursa mı diye kendi içinde bir muhakeme veriyordu. "Nerede kalıyorsun?" diye sordu. "Lojman falan mı var?"

"Tek başıma yaşıyorum," dedi Doruk. "Salona pek yakın sayılmaz evim."

"Ablan?" dedi annem. Kollarını Doruk'un etrafına sarmak istediğini anlayabiliyordum. Ortaya attığı kelime de bu yüzdendi. "Ablan varmış galiba."

"Evet." Gamzelerini görmek kalbimi tekletti. "Kendisi dokuz yaş büyük benden. Her şeyimdir."

"Onunla mı büyüdün?" Babam çevresinde dolandığı sınırın ne kadar hassas olduğunun farkındaydı. Her bir sorusunda çekingen davranıyordu. Doruk'a kendisini rahatsız hissettirmekten korktuğu çok belliydi. Almaya çalıştığı bilgiler, ona ne şekilde yaklaşması gerektiğini kafasında belirlemek içindi. Ben bunu anlıyordum, umarım Doruk da bu şekilde anlardı.

"Ablam beni yetiştirdi." Ve bunu eğilip bükülmeden, gurur duyarak söyledi. "İhtiyaçlarımı hep o karşıladı. Birisi ailem hakkında bir şey sorduğunda hep ondan bahsederim. Röportajlarımda görmüştünüz galiba siz de."

Babama baktığında babam başıyla onu onayladı. "Sana en sevdiğin süper kahramanı sorduklarında ablanın ismini söylediğini hatırlıyorum. Sanırım 13 14 yaşlarındaydın orada."

Doruk buna hazırlıksız yakalanmıştı. Şaşkınlıkla "Milli takım röportajıydı," dedi. "Beş sene kadar oldu sanırım."

"Seni takip ettiğimi söylerken şaka yaptığımı mı sanıyordun?" Babam şu an gerçekten keyifli görünüyordu. "İspanya'ya karşı 32 sayılık bir performansın vardı. Küçük takımlar hakkında bilgisi olmayanlar bile senden bahsediyordu o sene atom karınca diye."

"Her maç benim için çok önemlidir ama milli takım bir sebepten ayrı bir yerdedir," dedi Doruk. Bu bilgiyi de diğerleriyle birlikte öğreniyordum.

"Bu sene A takıma davet aldın mı?" diye sordu Fırat.

"En büyük dileğim," dedi Doruk. "Şu an ümit milli takımındayım." Ferda'ya baktı. "U20. Yirmi yaş altının Avrupa şampiyonası yani."

"Geçen yaz kaybedilen finalde sen de vardın." Babamın basketbol bilgisiyle yarışabilecek çok az sayıda insan olduğunu düşünüyordum.

"Evet," dedi Doruk, yine şaşırarak. Hatırlanmak, onun için anormal bir durumdu. "İspanya'ya karşı ağır bir yenilgi almıştık. Boynumuzda gümüş madalyayla ülkemize dönerken o uçakta hiçbirimizin çıtı çıkmıyordu. Hepimiz çok inanmıştık ama bazen olmayınca olmuyor."

"18 yaşında ülkene gümüş madalya getirmek nasıl bir histir kim bilir."

Fırat neredeyse kendi kendine konuşmuştu ama Doruk hemen yanında oturuyor olduğu için bunu duydu. "İkincilik her zaman can sıkıcıdır ama ortaya koyduğumuz mücadeleyle gurur duydum ben hep. Ülkemizi temsil etmek tarifsiz bir şey."

"Öyledir," dedi Fırat. "Peki sen altyapıda oynarken bir gün A takımda da oynayacağını hissediyor muydun? Yani emin miydin buraya geleceğinden?"

Kalbime batan dikenler canımı yaktı. Öyle masumca dökülmüştü ki ağzından kelimeler, Fırat rahatsız olmuştu kendini bir saniyeliğine de olsa açık etme ihtimali yüzünden. Deli gibi merak ediyordu. Doruk'tan öğrenmek istediği bir sürü şey vardı sanki.

Doruk, yalnızca bir kaşık çorbası kalmış olmasına rağmen onu yemek yerine kaşığını tabağın içine bıraktı ve bütün ilgisini kardeşime verdi. "Hiçbir şeyden emin değildim," dedi. "Hayattaki yerimi bulduğumdan hiçbir zaman emin olamadım. Hâlâ da olamıyorum ama basketbol, benim için her şeydi. İyi olmak için bu kadar çabaladığın zaman bir süre sonra hayallerinin yerini zorunlulukların alıyor. Ben başarılı olmayı istiyorum demem, başarmak zorundayım derim hep."

"Çok iyisin abi," dedi Furkan, ellerini çırparak. "Beni büyük kaydıraktan bile kaydırdın! Her şeyi yapabilirsin."

Kocaman gülümsemesi belli ki bütün gece onun yüzünde kalacaktı. Furkan'a teşekkür ederken sesi annemler burada değilmiş gibi bir ton incelemişti. Bir çocukla konuşurken etrafında kimlerin olduğunun hiçbir önemi yoktu sanki onun için. "Eğer baban izin verirse bir gün yine kaydırırım seni oradan."

"Baba?" dedi Furkan hevesle. "Doruka abi beni parka götürsün mü sonra yine? İzin veriy misin?"

"Veririm," dedi babam, bir saniye bile duraksamadan.

Doruk'u seviyordu.

Babam Doruk'u çok fazla seviyordu ve onun ağzından duyduğu birkaç cümleden sonra bu sevgi kim bilir kaç katına çıkmıştı.

"Ver tabağını oğlum, biraz daha çorba ister misin?"

"Çok teşekkür ederim Canan Hanım, ellerinize sağlık. Almayayım ben çorba."

"Karnıyarık koyuyorum o zaman?"

"Yardım edeyim," diyerek ayaklanacağım sırada "Otur sen," dedi annem. Mutfak tezgahı birkaç adım uzaklıktaydı yalnızca. Ayağa kalksam bile ortamdan kaçacak sayılmazdım, o yüzden oturmaya devam ettim.

"Hiç pişman oldun mu?" diye sordu bu muhabbetlerle hiç ilgilenmeyen Fırat. "Yani, sporculuk ne kadar zor sence?"

Babamın kaşlarının havaya kalktığını gördüm. Dudaklarını birbirine bastırıp hiçbir şey söylemedi ama kafasının içinde tilkiler dolanmaya başlamış olmalıydı.

"Ben basketbol oynamaya beş yaşındayken falan başladım," dedi Doruk, yüzünü kardeşime çevirerek. "Onur abi öğretti bana. Onur abi, ablamın eşi bu arada. Neyse, dokuz yaşında Efes'in kapısından girmek hayatımda verdiğim en doğru karardı. Her zaman çok sevdim bu sporu, her zaman da profesyonel olarak yapmak istedim. Hayatımdaki pişmanlıkların hiçbiri bununla ilgili değil. Basketbolu benden çıkardığın zaman geriye hiçbir şey kalmıyor. O yüzden sporculuk ne kadar zor olursa olsun, her şeye değeceğini düşünüyorum ben."

"Dokuzdan on dokuza kadar altyapı, şimdi A takım. Basamakları böyle net tırmanan birisi olman kararlılığını gösteriyor zaten," dedi babam. "Kafayı bu oyunla bozduğun, sahaya attığın adımlarından bile belli senin. Hep öyleydi."

"Tutunmak için tek bir dalım vardı," dedi Doruk. "Elimden gelenin fazlasını verdim hep. Belki böyle söylemem garip gelecek ama kendimi basketbola karşı borçlu hissediyorum. Minnet duymak gibi. Herkes kazanmak için oynar ama benim kendimi kurtarmak için oynadığım daha çok olmuştur. Her maç, bir terapidir gözümde."

"Kafanın içini rahatlatıyor, değil mi?" diye sordu Fırat. Babamın tanışmak için Doruk'u çağırdığı bu gecede tanıştığı kişi kendi oğlu oluyordu. Fırat her bir sorusunda hisleriyle biraz daha yüzleşiyor, ne yapmak istediğini yeniden gözden geçiriyordu. Her zaman düşmanlık besliyor gibi davrandığı Doruk'tan tavsiye almak için her şeyi deniyordu.

"Öyle." Annem, Doruk'un önüne karnıyarık tabağını bıraktığında Doruk bir süre konuşamadan yalnızca tabağa baktı. Gözü dalmak deyimini ilk defa bu kadar net şekilde gördüm birinde. Soyutlanıp gitti yanımızdan. İç dünyasına bir yolculuk yaptı ve geri geldi. "Çok teşekkür ederim," dedi büyük bir mahcubiyetle. "Çok uzun zamandır yememiştim hiç."

"Yapar gönderirim ben sana," dedi annem. "Saklama kaplarını poşetlerim, Feza işe giderken götürür. Visal'den alırsın. Canın ne çekerse söyle. Tek başına yaşıyormuşsun bir de. Evinde pişmiyordur yemek senin. Boğazından biraz anne yemeği geçsin oğlum."

Doruk, nefes almakta zorlandı. Çenesinin kilitlendiğini gördüğümde bakışlarımı gözlerine çıkardım ve gözleri dolmasın diye bunu yaptığını fark ettim. Galiba dişlerini sıkıyordu. Masanın altından ayağımı ayağına değdirdim, bunu yapınca hemen bana baktı ve ben de ona gülümsedim. Birkaç saniye gülümsememi izledi. Sonra başını anneme çevirdi. "Hiç alışkın değilim, biliyor musunuz?"

Devam edecekti konuşmaya ama Furkan "Senin annen yemek yapmayı bilmiyor mu?" diye sorunca gözlerimi sıkıca kapattım. Babam yalnızca gözleriyle bunu sormanın yanlış olduğunu Furkan'a anlattığında Furkan hemen dudaklarını birbirine bastırdı. "Özür dilerim. Annen yemek yapmayı bilmeyebilir. Bu çok normal. Benim annem sana yapar hem. Üzülme sen Dorukaa abi."

Doruk ağlasa mı gülse mi şaşırmıştı. Derin bir nefes daha aldığında "Annem burada değil benim," dedi kardeşime. Sesinde biraz bile öfke yoktu. Aksine yalnızca merhamet doluydu. "Almanya'da yaşıyor. Biliyor musun Almanya'yı?"

"Uzak mı?"

"Çok uzak."

Burnum sızlıyordu. Ben bunu da hiç bilmiyordum. Doruk, onlar hakkında konuşmaktan nefret ederdi ama kendini zorlayıp duruyordu bugün. Onu buraya çağırdığım için pişman olmak üzereydim.

"Neden gitti peki?" diye sordu Furkan olayı anlamak isteyerek.

"Babacığım, bırak da abi yemeğini yesin."

"Sorun değil," dedi Doruk. Sorundu. Hepimiz görüyorduk. "Annem orada yaşamayı seviyor." Kim bilir asıl hikâye neydi de sırf kardeşim anlasın diye bu şekilde yumuşatmaya çalışıyordu.

Babamın neden böyle hayretle baktığını o konuşana dek anlayamamıştım. Kafasındaki taşlar bir anda yerine oturmuş gibi bir ifade asılmıştı yüzüne. "Sen o yüzden mi Almanya maçında-" dedi ama bir anda kendini durdurdu. Bunun fazla olacağını düşünmüştü.

Doruk, yine o kırık gülümsemesiyle babama sorun olmadığını anlatmaya çalıştı. "Benchte sandalye tekmelediğim maçı soruyorsunuz." Yavaşça başını salladı. "Tek başıma olmayacağımı sandığım bir gündü. Sinirim o yüzdendi, evet. Profesyonellikle uzaktan yakından alakası yok, biliyorum ama o maçta kenara alınmak istememiştim. Kırk dakika boyunca oynamak, sürekli sayı atmak istiyordum. Koçum beni kaçan bir şuttan sonra kenara aldığında bu yüzden çileden çıkmıştım."

"Annen gelmediği için öfkeliydin," dedi babam yavaşça. Anneme onun ailesi hakkında konuşmayalım diyen oydu ama durum öyle bir hale gelmişti ki konuşmadan duramıyordu. Doruk'un sevgisiz kalan tüm yanlarını görmek istiyordu sanki.

"Beni görmek için tek bir şansı vardı ama işi çıkmış, öyle söylemişti."

"Senin bir sonraki maçın perşembeydi değil mi?"

"Evet efendim."

"Bilet bulabilir misin bize?"

Doruk, far görmüş tavşan gibi kaldığında "Ben-" dedi ama bunu söylerken bile kekeledi. "Sanmıyorum," dedi sonra. "Sold out oynanacak. Bu maç için önceden ablamla Onur abiye bilet ayırmıştım. Gerçi ben bu maç oynamam zaten ama eğer gelmek isterseniz hafta sonu Fenerbahçe maçında sizi ağırlamayı çok isterim."

"Euroleague karşılaşması mı yoksa Türkiye Ligi mi?"

Kesin babam bunu da biliyordu. Sadece sormak için sormuştu.

"Euroleague," dedi Doruk. "Önlerden ayarlamaya çalışırım. Geçen sefer Feza'nın-" Gözleri kocaman oldu. Kendi kendine kırdığı potla olduğu yere sindi. Beni öpmek üzere olduğu maçtan bahsediyordu. Kesinlikle o maçtan bahsetmemesi gerekiyordu.

"Eee?" dedi babam, tek kaşını kaldırarak.

"İşte oradan," dedi Doruk, sandalyesine daha fazla sinerek.

"Kendini zora sokmayacaksan dene. Olmuyorsa da haber ver, tribünden bilet alalım. Bu sene kombinemi yenilemedim."

"Kombineniz mi vardı?"

"Her seferinde bu kadar şaşıracak mısın eşek? Sen daha doğmamışken Peter Naumoski izlemeye gidiyordum ben."

"Koraç kupası zamanlarını biliyorsunuz yani."

"Tabii ki," dedi babam. "Kim ne derse desin Efes Pilsen, Türk basketbolunun lokomotifidir."

O zamanlar takımın adı Efes Pilsen'di, sonradan Anadolu Efes olmuştu. Bunu biliyordum çünkü babamın Efes Pilsen senelerinden kalma tişörtleri vardı. Acaba Doruk'un koleksiyonu mu daha sağlamdı yoksa babamınki mi merak etmiştim.

"Kesinlikle öyle," dedi Doruk. "Her kategoride oynamış biri olarak A takıma gelene dek, ilmek ilmek işlenmiş bir sistemde yetiştiğim için çok şanslıyım."

"Hakkını veriyorsun."

Bu cümle yine onu derinden etkilemişti. "Formaya layık olmaya çalışıyorum."

"Yakışıyor da sana," dedi annem. "Mavi mavi, açıyor seni. Beyazı da güzel ama mavisi daha iyi bence."

Onun dertleri hepimizi güldürdüğünde Doruk bunu da onayladı hemen. "Bence de öyle Canan Hanım. Seviyorsanız sizin için getireyim bir tane de."

"Ben öyle çok anlamam," dedi annem. "Senelerdir Feyyaz izlerken bakarım şöyle bir. Çok bakınca kızıyor. Sizinkiler kaslı, benim adam göbekli diye alınıyor herhalde."

Babam keyifli bir kahkaha attığında onun gülüşlerine anneminkiler de eklendi. Ferda, Fırat, Furkan... Bütün Falezler annemle babama güldüklerinde Doruk da ikisinin birbirine nasıl baktığını izliyordu. Bu manzaraya da hiç aşina olmadığı gözlerinden okunuyordu. Mutlu bir evliliğe şahit olduğu tek an, ablasının evinde geçirdiği zamanlar olmalıydı.

"Feza da hiç anlamazdı," dedi babam. "Şimdi maç kaçırmıyor. Bir anda ilgi duymaya başladı ne hikmetse. Ben de seviniyordum kızım benimle oturup maç izliyor diye. Sonra maçları sadece benim yanımda izlemediğini öğrendim. Gizli gizli salona da gidiyormuş zilli."

"Ben davet ediyorum." Doruk, babamın bana kızacağından korkup hızlı hızlı cevap vermeye başlamıştı. "Ben çağırıyorum hep. Kırmamak için geliyor. Sağ olsun."

"İstediğim için geliyorum." İlk defa kendimden emin konuşuyordum şu masaya oturduğumuz andan beri. İlk defa birkaç kelimeyi bir araya getirecek gücüm vardı. "Seni kırmamak için değil, yanında olmak istediğim için geliyorum. Senin hiç haberin yokken de gelmiştim çünkü ben, destek olmak istiyorum."

"Anlıyor musun peki artık izlediklerinden bir şeyler?" dedi Ferda. "Ben hâlâ anlamıyorum ama mecbur anlamak zorundayım artık. Çiçek alındı çünkü bana bugün. Doruk abi çok güzel boyadı gözümü. En büyük destekçisi benim bundan sonra."

"Daha bana çiçek alınmadı bu arada," dedim saçlarımı omzumun gerisine doğru atarak. Şımarabileceğimi hissettiğim bir anda olduğumuz için böyle davranmıştım ama Doruk gözlerini sonuna kadar açıp bana baktı.

"Ben-"

"Al kızıma çiçek," dedi babam.

"Çok ayıp," dedi annem de. "Bir çiçek almadın mı kızıma?"

"Kınıyoruz seni," dedi Fırat.

"Erkekler kapatılsın," dedi Ferda.

Doruk'un kocaman cüssesi giderek küçülüyordu sanki. Köşeye sıkışmış halde bana bakarken hepimiz aynı anda gülmeye başladığımızda bile rahatlamış değildi. Bana almadığı çiçeği inanılmaz derecede dert etmişti. Oysa ben sadece şaka yapıyordum. "Sakin ol," dedim. "Böyle bir isteğim yok. Şaka yapıyorum."

"Alırım."

"Doruk-"

"Alırım. Ne istersen." Gözlerime kilitlenmişti. "Tabii ki alırım. Aklımdan geçti ama doğru olur mu bilemedim. Sanki ayıp olurmuş gibi geldi babanın yanında vermek. Ben böyle şeyleri pek bilmiyorum. Özür dilerim."

"Saçmalama. Ne özrü?" Bu saf, çocuksu korkusu sırf alındığımı düşünmesinden kaynaklanıyordu. Benim içim nasıl ona eriyip gitmesindi?

"Yok yok, dilesin," diye takıldı Fırat. "Ailesiyle tanışma aşamasına kadar gelmişsin, bir çiçek bile mi almadın güzel ablama? Hani hediye almayı severdin sen?"

"Çok haklısın," dedi Doruk, kendine kızarak. "Magnet almıştım aslında İtalya'dan. Öncesinde biz bir süre arkadaştık. Yani, yeni sayılır aslında bu şey. Şey." Konuşamıyordu. "Patlıcan ne kadar güzelmiş. Organik mi bu?" Elini yüzüne vurdu. "Özür dilerim, batırıyorum her şeyi şu an."

Annem, Doruk'un koluna dokunduğunda Doruk elini yüzünden aniden çekti ve annemin eline baktı ama fazlasıyla diken üzerindeydi. Annemin onu rahatlatmak için söyleyeceği tüm sözler boğazına dizilirken bir saniyede bütün ortama gerginlik yayılmıştı. "Affedersiniz," dedi Doruk. İrkildiği için özür diliyordu. Kendini giderek kötü hissetmeye başlamıştı.

"Asıl ben özür dilerim," dedi annem. "Rahat olmanı söyleyecektim. Temastan rahatsız olabileceğin gelmedi aklıma."

"Aşmıştım bunu aslında," dedi Doruk. "Ara sıra böyle aşırı tepkiler verebiliyorum. Kusuruma bakmayın gerçekten. Sizinle hiçbir alakası yok."

"Ye yemeğini güzelce." Annem, onun eline uzandı ve gözlerinin içine baka baka elini sıktı. "Yanına da koyacağım kuzum giderken. Fazla fazla yaptım. Doyur karnını. Tuzu iyi olmuş mu?"

"Evet, çok iyi. Ellerinize sağlık. Her şey çok güzel."

"Sarma da al," dedim tabağı ona uzatarak. "Çirkin olanlar annemin, güzelleri ben sardım."

"Yalancı," dedi annem. Dönüp ona dil çıkardım ve tavrımın Doruk'u sakinleştirdiğini fark ettim. Tabağı ellerimden alırken bu sefer kasıtlı olarak parmağıma dokundu. O tek saniyelik temas, bir elektrik akımı oluşturdu ve parmağımın ucundan kalbime kadar ulaştı.

"Çok güzel görünüyor. Sizin yaptığınız bir şeyin kötü olma ihtimali yok zaten."

"Bayılırım övgüye," dedi annem. "Yemek yemeyi sever misin? Öyle bir enerji alıyorum senden."

"Severim Canan Hanım."

Doruk yarım saat sonra salonun en köşesindeki koltukta süklüm püklüm oturmuş, dizinin üzerine yerleştirdiği tabaktaki muffine çatal batırıyordu.

Gün Batımı muffinlerimi çiğnemeden yuttuğu anlar aklıma geldikçe kendimi gülmemek için çok zor tutuyordum.

Küçücük bir kek parçasını ağzına atarken onunla göz göze geldiğimizde kıkırdamama engel olamadım. "Çayını doldurayım mı?" diye sordum. Doldurmamı istemesi gerekiyordu. Bu sayede mutfağa gidip haline kahkahalarla gülebilirdim.

"Ben senin çayını doldurayım," dedi ve birden bu fikre çok yükselip ayağa kalktı. Tabağı koltuğa bıraktığında babam şaşkınlıkla ona bakıyordu. Ferda'ysa artık ne kadar eğlendiğini kimseden gizleyemiyordu.

Çay bardağımı ve kendisininkini kapıp mutfağa ilerlerken hepimiz arkasından bakakalmıştık.

"Şaka gibi bir çocuk." Annem, ona hayran olmuştu. "Ne zaman evleniyorsun bununla Feyza?"

Fırat öksüre öksüre anneme abartmamasını anlattı ve bunu yaparken de kaş göz hareketleriyle babamı işaret etti ama babam, "Sen de benim çayımı doldur," dedi bana düz bir sesle.

Beni Doruk'un yanına yolluyordu.

"Tabii," dedim. "Hemen. Başka bir şey isteyen var mı?"

"Ben muffin alırım ama biraz ısıtsan olur mu ablacığım? Sıcak yemek istedi canım."

Ferda da Doruk'un yanında biraz daha kalmam için fırsat yaratıyordu. 

Hepsini içime sokmak istiyordum.

Başımı salladım, boş çay bardağını aldım ve koşarak mutfağa girdim. Doruk, elinde çaydanlığı tutuyor ve müthiş bir ciddiyetle demleri dolduruyordu. Adım seslerini duyduğunda dönüp arkasına baktı. Beni gördüğündeyse omuzları gevşedi. "Sevdiler mi beni?" diye fısıldadı. "Çok mu batıyorum konuştukça? Feza, çok gerginim. Fazla mı belli ediyorum?"

Ona doğru yaklaşmadan önce kapıyı arkamdan ayağımla ittim. Elimdekileri mutfak masasına bırakır bırakmaz Doruk'un sırtına yaslanıp kollarımı beline doladım ve ona sımsıkı sarıldım. Yanağımı sırtına yasladığım sırada elindeki çaydanlık havada kalmıştı. Onu ocağın üzerine bırakışının sesini duydum. Ellerini belindeki ellerimin üzerine koydu ve buz kesmiş parmakları ellerimden birini tutup dudaklarına götürdü. Aldığı derin nefeslerle karnının kasılıp gevşemesini hissedebiliyordum. Bir süre hiç ses çıkarmadan ona sarılmayı sürdürdüm.

"Sen mükemmelsin," dedim sonra. "Her şeyinle. Her şekilde. Doruk, müthiş idare ediyorsun. Seni üzecek konuşmalar yaşandığı için çok özür dilerim. Kendini kötü hissediyor musun? Lütfen hissetme."

"İyiyim," dedi. "Şimdi çok iyiyim." Ellerimi belinden ayırmamı sağladı. Yönünü bana çevirdiğinde ilk yaptığı kapıyı kontrol etmek oldu. Gerçekten ihtiyacı olmasaydı ona sarılmama engel olurdu. Elini yüzüme uzatıp yanağımı okşadığında "Teşekkür ederim," diye fısıldadı. Neye teşekkür ettiğini bilmiyordum.

Ferda için muffinleri fırına koyup dereceyi ayarladım. Doruk bu sırada çayları dökme işine devam etmişti. Gergin olduğu kadar da dalgın görünüyordu.

Birkaç dakika sonra salona dönme vaktimiz gelmişti. Kapıyı açmadan önce başımın üzerine bir öpücük bıraktı. Bunu yaparken derin bir nefes aldığı da gözümden kaçmadı. İçeriye döndüğümüzde yine o köşeye oturdu ama duruşunda özgüvene dair hiçbir emare yoktu. O burada bir sığıntıymış gibi oturuyordu.

Babam Efes hakkında, Fırat'sa altyapı hakkında birkaç soru daha sordu. Annem ortamı yeniden yumuşatmak için "Perdeleri yıkayıversem yarım saat sonra asar mısın?" diye sorunca Doruk hariç herkes güldü. Doruk'sa hızlı hızlı başını sallayıp bunu yapabileceğini söyledi.

Furkan uyku saati yaklaştıkça huysuzlanmaya başlamıştı. Doruk, onu kucağına alıp kulağına bir şeyler fısıldadığında anında ağlanmayı bırakıp sustu. Sonra koşa koşa odasına gitti. Ardından hiç sesi çıkmadı. Galiba yatağına girmişti.

"Büyü mü yaptın çocuğuma?" dedi annem.

"Ona bu saatlerdeki uykumuz sırasında boyumuzun daha hızlı uzadığını söyledim," dedi Doruk. "Alican'ı da böyle gönderir ablam hep yatağına."

"Tek çocuğu mu var?" dedi Ferda.

"İki," dedi Doruk. Güldü. "Benimle üç." Yerinde rahatsızca kıpırdandığını fark ettiğimde bir şeyler daha söyleyeceğini anladım. "Ben yavaştan kalksam olur mu? Daha fazla rahatsızlık vermeyeyim. Çocukların da uyku saati gelmiş zaten.

"Çocukların değil, Furkan'ın," dedi Ferda. "Biz kocaman olduk, dokuz buçukta yatağa gitmiyoruz."

"On otobüsüne çıkarsın," dedi babam. "Hava soğuk, durakta bekleme."

Doruk, bu düşünce karşısında bugün en az elli kez kapıldığı hayrete bir tur daha kapıldı. Sonra annem, onun yanına yemek koyabilmek için mutfağa gitti. Doruk ne derse desin onu dinlememiş, zahmet kelimesini bir kere daha kullanırsa onu evden kovacağını söylemiş ve kelimeleri Doruk'un ağzına tıkmıştı.

Ona çeyrek varken, onu geçirmek için kapının önünde toplanmıştık. Doruk her şey için belki bininci kez teşekkür ediyordu. Annem en sonunda sussun diye kollarını onun etrafına sardığında elleri havada kaldı. Ne yapacağını bilemediği iki saniyenin sonunda emaneten avucunu annemin sırtına yerleştirmişti. Gözleri ise benim üzerimdeydi ve yüz ifadesi beni bütün gece ağlatacak gibiydi.

"Doruk," dedi babam.

"Çok memnun oldum tanıştığımıza." Duyacaklarından korkuyormuş gibi hızlı hızlı konuşuyordu. Bir an önce gitmek istiyordu çünkü babamdan olumsuz bir şey duymaktan deli gibi korkuyordu.

Babam yeniden onun ismini söyleyince başını eğdiği yerden kaldırıp ona çevirdi. "Mutfaktaki yedinci sandalyeyi bugün depodan çıkardım," dediğinde Doruk bunun için de mahcup olmuştu ama duyduğu bir sonraki cümle ayaklarını yere çivilemesine sebep oldu. "Ve o sandalyeyi geri götürmeyeceğim.

Arkasında birleştirdiği ellerini birbirine kenetlediğini, parmak boğumlarını beyazlatana dek sıktığını biliyordum. Bunu bilmek için ona bakmama gerek bile yoktu.

Annem, elindeki poşeti ona uzattı. "Bu kapı hep açık," dediğinde Doruk'un çenesinin titrediğini gördüm. Hızlıca dişlerini sıkıp bunu bir kez daha önlemeye çalıştı. "Yedinci tabağı her akşam koyarım sofraya ben. Altı kişiye yeten, yediye de yeter oğlum. Sen ne zaman istersen gel, tamam mı? Ben çok sevdim seni."

"Çok teşekkür ederim." Sesi titredi, gözü doldu. Sertçe yutkundu. "Çok sağ olun. Ben de sizi aynı şekilde."

"İyi," dedi babam. "Git şimdi. Fener maçında görüşürüz. On sayıdan aşağı atarsan bir daha gelmem izlemeye bak ona göre."

Alay ediyordu. Doruk bir anda ağlamaya başlamasın, gülümsesin diye yapıyordu.

"Tabii," dedi telaşla. "Elimden geleni yaparım. Biletleri ayarlar ayarlamaz Feza'ya atarım. Yeniden çok teşekkür ederim."

"Görüşürüz," dedim ondan önce kapının eşiğinden geçip ayakkabılarını giymesi için önüne bıraktığımda.

Bana birçok kez aşık gibi bakmıştı ama bu geceki bakışı hepsinden daha farklıydı. "Görüşürüz." Ardından dudaklarını kıpırdattığını gördüm. Seni çok seviyorum, çok.


🏀🧁🏀


Hayır ağlamayacağım.

Selamlar. Büyük buluşma gerçekleşti. Feyyaz Falez'in Doruk'u ilk günden bağrına basmamak için kendisiyle verdiği çaba der susarım.

Yedinci sandalye, yedinci tabak. Analiz'de yediyi ne kadar sevmiyorsak burada o kadar seveceğiz galiba :')))

Bölümün sizin için en etkileyici kısmı neresiydi?

Fırat ve Doruk... Yorum yapmayacağım, siz yapın :')))

Küçücük bir yer de olsa Doruk'un ağzından da okudunuz bu bölüm. O kısımla ilgili düşüncelerinizi de merak etmekteyim.

Yeniden görüşene dek hoşça kalın diyor ve gidiyorum. Bu bölüm diğerlerine nazaran uzun bir bölümdü. Önümüzdeki haftalarda düzenimizde aksamalar olabilir, telafisi sayarsınız.

Sonra da Twitterde #DörtÇeyrek etiketinin altında buluşalım.

Teşekkürler ve tatlı günler!

Instagram, twitter:
azraizguner

Parodiler:
dorukhanfalay
fey.falez
naz.aaslan

Yorumlar

  1. Yaaaa çok güzeldi her hafta daha fazla istemeye utanmıyor oluşumuz. Doruk güzel çocuğum benim

    YanıtlaSil
  2. Ya içim sıcacık oldu resmennnnn. Bu nasıl bir bölümdüüüü. Daha çok Falez ailesi ve Doruk isterimm

    YanıtlaSil
  3. Çoooook güzeldi. Bölüme aşık oldum. Doruğa eridim. Fıratın masum sorularına kalbimi bıraktım. Fener maçındada falezleri okumak için sabırsızlanıyorum ;)

    YanıtlaSil
  4. Yorum yapamıyorum ağlamak istiyorum doruk bu gün ağlayacak

    YanıtlaSil
  5. İlaç gibi etkise var dört çeyreğin bize mükemmeldi ağlattı bizi doruk çok seviyorum 🥹

    YanıtlaSil
  6. O kadar mükemmel ki

    YanıtlaSil
  7. Sanırım ağlayacağım

    YanıtlaSil
  8. Bölüme bayıldımmmmmmm bölüm başında doruğun heyecanı o kadar tatlıydı ki eve misafir gelicek diye dört dönerken millet evin erkeklerinin rahatlığına ne kadar güldüysem bölüm sonlarına doğru doruğun hali o kadar ağlattı herkesi tek tek düşünüp hediye alması inanılmaz tatlı senden sipariş verebiliyor muyuz dorukhannn Fırat’ın düşündüklerini alttan sormaya çalışması bence dorukla aralarında inanılmaz bir bağ oluşucak Fırat’ın futbolculuk yolunda feyyaz falez de durumu anladı sanırım çaktırmamaya çalışırken o kadar heyecanlı ki hiç bozulmasın heyecanı dedirtiyor

    YanıtlaSil
  9. Dorukhan sen yeni öğrensenden annen baban izlemese de seni izleyen ve destekleyen feyyaz falez varmış

    YanıtlaSil
  10. Yaaaaaaaaa çok güzel olmuşşşşx

    YanıtlaSil
  11. fırata krampon almasına ben bile düştüm fıratı düşünemiyorum yaniiii

    YanıtlaSil
  12. doruka üzünlü kekimmm

    YanıtlaSil
  13. Ya bayıldım çok komik ve iç ısıtan bir bölümdü

    YanıtlaSil
  14. Asssiri guzel bi bolumdu devamini dort gozle bekliyorumm🫶🏻

    YanıtlaSil
  15. Muhteşem bi bölümdü

    YanıtlaSil
  16. ben çok kötüyüm şu an eridim bittim yani içim sıcacık oldu.hep böyle mutlu olsunlar nolur

    YanıtlaSil
  17. Ayy ben Doruk’un yerine de ağladım. Kıyamam yavrum yaaa🥺😭😭

    YanıtlaSil
  18. Kaç kere okudum bu bölümü bilmiyorum çok güzel olmuş

    YanıtlaSil
  19. analize lütfen bolum gelsin

    YanıtlaSil
  20. Çok güzel ve duygusal bir bölümdü ağlaya ağlaya okudum doruk 🥺😥

    YanıtlaSil
  21. ay çok tatlılardı birlikte çok daha fazla vakit geçirdiler istedim çok çabuk bitti 😭

    YanıtlaSil
  22. Bölüm istemekten utanıyorum ama cumayı nasıl bekleyeceğimm

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. bende utanıyorum ama analiz ateşiyle yanıp tutuşuyorum

      Sil
  23. O kadar tatli bir bolumduki okuyucuya ani yasatti resmen cok buyuk zevkle okudum gercekten mukemmeldi cok sevdim dorugun davranislari hele cok tatliydi cik kibardi

    YanıtlaSil
  24. Bölüm gelme aralıkkarı nedir acaba

    YanıtlaSil
  25. Bayıldımmm 😻 Dorukcuma her geçen gün daha çok aşık oluyorum 🥲 seni seviyoruz Doruk ❤️‍🩹

    YanıtlaSil
  26. Sana bayılıyorum bu bölüm.eri nasıl bukadar iyi yaziyorsun🥰🥰🥰😘😍❤

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Popüler Yayınlar

36. "Çatlaklar ve Kırıklar"

55. "Geri Sayım"

35. "Görülme İhtiyacı"